Yeni Üyelik
1.
Bölüm

{ANKARA YOLCUSU}

@mervetvc_

Yine bir öğlen vaktiydi. Okulda son dersime girmiştim. Öğrenciler bir hayli yaramaz ve bir o kadar da afacanlardı. Ama kanları daha yeni kaynıyordu hepsinin. Sonuçta her biri henüz on sekizli yaşlarına gelmemiş ergenlerdi.

Edebiyat derslerini genelde kız öğrenciler daha çok severdi. Erkek öğrencilerim, dersimde en arka sıraya geçer, biz şiir okurken onlar adeta bir masal dinlercesine derin uykuya dalarlardı. Ama birkaç istisna da vardı tabiiki; öğrencim Yasin, okumayı bir o kadar sever, her hafta beni öğretmenler odasının önünde sıkıştırıp roman önerisi isterdi. Ben onun bu isteğini kıramaz ve onun zevkine uygun önerilerde bulunurdum. Bu isteği beni her zaman mutlu ederdi. Çünkü şimdiki gençler kitaplardan bir o kadar uzak. Heleki içlerinde biri: İsmi Yusuf olmalı; okumayı bile beceremiyor, yeni harfler ve heceler uyduruyordu. Sınıftaki herkes ona gülüp onu rencide ediyorlardı. Bu durum beni ona acımaya zorluyor fakat Yusuf'un bu duruma daha fazla tahammülü kalmayıp, çalışma azmi edinmesi hoşuma gidiyordu.

Her zaman olduğu gibi yine Yusuf'a okuma metni verdim. Okuması eskiye göre daha iyiydi. Fakat yine dil sürtüşmeleri oluyordu. Sınıfın her yanı kahkahalar ile yankılanıyordu. Yusuf'un daha fazla dayanamayıp gözlerinin dolduğunu fark ettiğimde onun okumasına son verdim. Ardından sınıfa sertçe bir uyarı bakışı attım. Birkaç dakika sonra uyarımı fark edip herkes sustu.

Kendimi tam konuşmaya hazırlıyordum ki sınıfın kapısının çalınmasıyla irkildim. İçeriye meslektaşım Elif öğretmen girdi.

Ayağa kalkıp; kendisine selam verdim. Ardından söze girdi;

"Dersinizi böldüğüm için üzgünüm Yavuz Hocam! Fakat müdür bey dersi benim devralmamı istedi. Kendisi sizi bekliyorlar."

Elif öğretmenin yüzünde endişeli bir hava hakimdi. Durumun sertliğini fark edip daha fazla uzatmak istemedim.

Sınıfa doğru dönerek

"Elif öğretmeni üzmeyin!" Dedim.

Ardından sınıftan ayrılıp müdür beyin odasına gittim.

Beni gördüğü esnada aynı endişe onun yüzünde de belirdi.

Ardından eliyle önündeki koltuğu işaret ederek oturmamı istedi.

Oturduğum esnada kendisine çekidüzen vermeye başladı. Yakasını düzeltti ve ardından hafifçe öksürdü. Sonra da nihayet söze girdi.

"Sizi telaşlandırmak gibi olmasın fakat Pamuk Nine rahatsızlanmış. Hastane size ulaşamadığı için okulun numarasından bize ulaştı. Haber vermek istedim."

Ardından başını hafifçe öne doğru eğdi.

Ninemin durumunun her geçen gün daha da ciddilestiginin farkındaydım. Ama bu durumu kabullenmek istemiyordum. Ders esnasında kötü haberini almaktan korktuğum için derse girmeden önce telefonumu tamamen kapatırdım.

Olduğum yerden ayağa kalkıp müdüre teşekkür ettim. Ve hızlıca okuldan çıkıp hastaneye gittim. Doktorlar ninem için artık sona geldiğini sayıklıyorlardı.

Hızlıca odasına girdim. Beni görünce yüzünde hafif tebessüm belirdi. Sıkıca ellerini tuttum ve kokusunu içime çektim. Bana eliyle komodinin ilk çekmecesini işaret etti. Çekmeceyi açtığımda içinde vesikalık bir çocuk fotoğrafı vardı. Fotoğrafı alıp nineme uzattım. Fotoğrafı uzunca inceledi. Ardından dudağına götürüp öptü. Sonra fotoğrafı elime tutuşturarak;

"Bu kız Zeynep. Ben Ankaradayken bu kıza sahip çıktım. Annesi ölmüş, babası yoksulluktan bakamadığı icin yetiştirme yurduna bırakmış. Benden başka kimsesi yok garibin. Çok sık hastalanır. Her zaman yaptığım hasta çorbasını içmeden iyileşmez. Şimdi ben İstanbul'a geldiğimden beri kim bilir ne halde?

Senden istediğim tek şey, hatta vasiyetim bu kıza sahip çık! Eğer bana bir şey olursa onun ailesi artık sensin.

Ankara'ya git ve bul onu! Bu benim sana vasiyetimdir."

Bu sözlerden sonra ninemi öksürük tuttu. İçi o kadar dolmuştu ki nefes almakta zorlanıyordu. Hemşire odaya gelip beni çıkarttı. Durumun ciddilestiginin ve artık kabullenmem gerektiğini anladım. Elimdeki fotoğraf ile hastaneden ayrıldım.

Sırada okuldan izin alıp Ankara'ya gitmek ve Zeynep’i bulmak vardı. Umarım onu İstanbul'a gelmesi için ikna etmeyi başarabilirim. Çünkü aksi hali düşünülemez bile!

                               ***

Sabah sekiz civarı.. telefonumun çalması ile irkildim. Arayan hastanedendi. Bir anlık ürpertiyle telefonu açtım. Hemşire ninemin vefat haberini duyurdu.

O an bir boşlukta olduğumu hissettim. Kabullenemedigim gerçekle sonunda yüzleşmek zorunda kalmıştım.

Cenaze işlemlerini de hallettikten sonra Ankara'ya bir bilet aldım. Öğlene doğru da yola çıktım. Ankara'yı ninemin anlattığı kadarıyla biliyordum. Ninem genelde "aşıklar şehri" diye tanımlardı.

Yabancı olduğum bu şehire ilk ayak bastığımda telefonumdan haritaları açıp yetiştirme yurdunu uzun uğraşlar sonucunda nihayet bulabilmistim. Yurda ilk girdiğimde yaşları birbirinden farklı kız grubunun bakışlarına maruz kaldım. Hepsinin bakışlarında ürkeklik ve korku vardı.

Yurt müdürünün odasına gidip, elimdeki fotoğrafı gösterdim.

Müdür;

"Pamuk Nine İstanbul'a gidince Zeynep yine yurda geri döndü. Koruyucu ailelerden biri onu sahiplendiler. Normalde bilgi paylaşmazdım fakat Pamuk Ninenin hatırına adresi size yazıyorum."

Müdür adresi küçük bir kağıt parçasına yazıp elime tutusturdu. Hızlıca ona teşekkür edip oradan ayrıldım.

Ankara bilmediğim bir sehirdi. Telefonda izlediğim rota her defasında beni yanlış sokaklara sokuyordu.

İnsanlar şehrin yabancısı olduğumu anlamış olmalılarki bana gülünç dolu bir bakış atıyorlardı.

Nihayet yaşlı bir amcanın yardımıyla adresi bulabildim.

Ev müstakil ama bir o kadar da ictendi. Küçük ama ciceklerle süslenmiş bahçesi vardı.

Kapıya vurduğumda kırklı yaşlarda bir kadın kapıyı açtı. Beni baştan aşağı süzdükten sonra kim olduğumu sordu. Bende ona durumu izah ettim ve kadın beni içeriye davet etti. O sırada Zeynep ile tanışma fırsatım oldu. Liseye daha yeni başlamış, on beşli yaşlardaydı.

Ona doğru yanaşıp halini hatırını sordum. Ama bana karşı yabancı biriymişim gibi yaklaşıyor ve benimle konuşmaktan kaçınıyordu.

Ona Pamuk Ninemden bahsettim. O esnada yüzünde bir gülümseme belirdi.

Bana doğru dönüp;

"O gelecek mi?" Diye sordu.

Elimle sırtını sıvazladım. Sonra da ona

"Maalesef, o artık gelemez. Ama istersen seni ona götürebilirim. Benimle İstanbul'a gelmek ister misin?" Diye sordum.

Kızın bir anda yüzündeki gülümsemesi kayboldu. Ve benden uzaklaşarak;

"Hayır! Ben burdan başka bir yere gitmem." Diye bağırmaya başladı.

Kadın yanımıza gelip Zeynep’i odasına gönderdi. Bana doğru dönüp

"Zeynep’e bakmak istiyorsanız tek şartımız var. O da Ankara'ya yerleşmeniz. Aksi takdirde Zeynep sizinle İstanbula gelmek istemeyecek ve siz de ona bakamayacaksınız." Dedi.

Kadın haklıydı. Zeynep Ankaradan ayrılmak istemiyordu.

Peki ben ne yapacaktım? Ninemin vasiyetini gerceklestirmem gerekiyordu. Yoksa vicdanım rahat olmazdı. Ama bunun için Ankara'ya yerleşmek gerekiyordu. Tüm düzenimi bırakıp hiç bilmediğim bu şehire nasıl yerleşebilirdim ki?

                                ***

2 yıl sonra

Nihayet uzun uğraşlar sonucu tayinimi Ankara'ya aldırmayı başarmıştım. Artık öğretmenliğe Zeynep’in okulunda devam edecektim.

Zeynep ile birlikte Pamuk Ninemin evine yerleşmiştik. Evin birkaç tadilat işleri ve eşya sorunu vardı. Üstelik Zeynep artık genç bir kızdı. Onun içinde ayrı bir alışveriş gerekiyordu. Tüm bu işlemleri hallettikten sonra nihayet evde rahat bir uyku çekebilecektim.

Zeynep genelde her genç gibi geceleri oturup sabahları uyumayı tercih ediyordu. Ama bu hep böyle devam edemezdi. Okul açıldığında bu sorunu bir düzene sokmak gerekecekti.

Zeynep’e dönüp;

"Ben çok yorgunum. Yatıp dinlenecegim. Sana da tavsiye ederim." Dedim.

Zeynep bu ikazımı pek umursamayarak;

"Sen yat. Benim daha filmim bitmedi." Dedi.

Gençlerin üstüne gitmek olmazdı. Üstelik Zeynep'le birbirimizi henüz iki üç hafta kadar tanıyorduk. Beni henüz bir ebeveyn olarak benimsememis, sadece Pamuk Ninenin bir akrabası olarak görüyordu. Bu durumun zamanla değişeceğine emindim. En azından öyle umuyordum.

Daha fazla Zeynep’e direnemeyip yatağa uzanıp uyumayı denedim. Ben hareket ettikçe yataktan gacır gucur sesler geliyordu. Hangi tarafa dönersem yatakta benimle hareket ediyordu. Bu durum uyumama engel oluyordu. Ama bedenim ve mentalim o kadar yorgundu ki kendimi yavaşça serbest bırakıp teslim oldum. Uykuya dalmadan önce Ankara sokaklarını, insanlarını düşündüm.

Ninem hep derdi ki;

"Hiç ummadığın bir şehire yolun düştüyse orada seni bekleyen birileri vardır."

Beni bekleyen Zeynep miydi? Ya da öğrenmeye kapalı, sırf aile zoruyla okula gelen öğrenciler mi?

Kendi okulumdaki öğrencilerim beni çok severdi. Edebiyat derslerini sevmeseler bile onları derse bağlayacak bir odak nokta daima bulurdum.

Ama şimdi kendimi bile doğru düzgün tanımlayamayan, uğruna yabancı olduğum bu şehirde mesleğimi düzgün yerine getirebilecek miydim?

Bu düşüncelerle uykuya dalmışım. Sabaha gözümü Zeynep’in beni sarsması ile uyandım.

"Haydi kalk. Geç kalacağız."

Zoraki bir şekilde yataktan kalktım. Kendime çekidüzen verdikten sonra kafamı yavaşça pencereden dışarıya doğru uzattım. Dışarıda şiddetli yağmur yağıyordu.

Zeynep’e dönüp;

"Bu havada nereye gideceğiz?" Diye sordum.

Kız omuzlarını kaldırarak;

"Söz verdin. Bugün sinemaya gidecektik!" Dedi.

Zeynep ne kadar büyüse de iki yıl önceki gibi çocukça hareketleri ve keçi gibi inadı vardı.

"Hava güzel olunca gideriz."

Kız eliyle bana vurmaya başladı. Bir yandan vuruyor bir yandan da söyleniyordu.

"Kızım delirdin mi sen? Bu hava da sinema mı olurmuş?"

"Pamuk annem beni her zaman söz verdiğinde götürürdü. Sen de söz verdin. Sözünde dur. Yoksa İstanbul'a geri dönersin!"

Daha fazla dayanamayıp kabul ettim. Bu durum Zeynep’e karşı bir daha söz vermemem gerektiğini bana öğretmiş oldu. Kahvaltı ettikten sonra elimize bir şemsiye tutusturup Ankara'nın yağmurlu ve sisli yollarına koyulduk.

"Bir taksiye binelim. Çok ıslanırız."

"Ben taksi sevmem. Yürüyelim!"

Zeynep’in inadı yine tutmuştu. Bense bu yaşımla ona karşı gelemiyordum.

Dediği gibi yapıp yürüdük. Yanımızdan geçen masum aşıklar, bir yanda ıslanmamak için koşuşturan insanlar.. kendini yağmurda ıslanmaya bırakan gençler.. herkes mutluydu. Bu sis ve yağmura rağmen, bu gri kapalı tonlara ragmen insanlar renkliydi. Güneşi görürcesine sıcaklardı.

Bir yanda el ele tutuşan gençleri çeken fotoğrafçı gördüm. O an ninemin sözü aklıma geldi.

"Ankara aşıklar şehridir."

Ardından fotoğrafçı bize doğru gelip;

"Sizi de çekeyim mi abi?" Diye sordu.

Ben tam hayır demeye hazırlanırken Zeynep lafa atlayıp "oluuur." Diye haykırdı.

Ona doğru dönüp sert bir bakış attım. Ardından bana doğru eğilip fısıldadı;

"Benim hiç aile fotoğrafım yok. Madem bana bakacaksın o zaman ailem sayılırsın."

Gülerek;

"Ama sen beni dinlemiyorsun ki. Bir ebeveyn olarak görmüyorsun beni." Dedim.

Zeynep somurttu.

Ardından fotoğrafçı "gülümseyin çekiyorum." Dedi.

İçimden

"Hızlı çekte gidelim, ıslanıyoruz şurda" diye geçirdim.

Fotoğrafçı çektiği fotoğrafı bize gösterdi. Gerçekten oldukça profesyonel ama bir o kadar da amatörceydi. Ama fotoğraf istemsizce hoşuma gitmişti. Zeynep ile sanki baba kız gibi çıkmıştık. Aslinda benden hiç hazetmezdi. Bende çoğu zaman onun tavırlarına ve inadına sinirlenirdim. Ama fotoğrafta gayet mutlu ve samimiydik. Bir eliyle boynuma sarılmış bende boyu bana yetsin diye yere çömelmiştim. İkimizde gülüyorduk. Bu fotoğraf ikimizinde hoşuna gitmişti.

Fotoğrafçı yazdırıp fotoğrafı bize verdi.

"Borcumuz ne kadar?"

"Borç falan yok abi. Sadece sitemde paylaşmaya izin verin."

"İyi madem"

Ardından gök gürültüsü ile irkildik.

Zeynep’e dönüp

"Daha fazla ıslanmadan koşalım." Dedim.

Ve Zeynep ile koşmaya başladık. Arkamda kalıp bana bağırıyordu.

"Yavaş olsana yetişemiyorum!"

"Film izlemek isteyen tüm gücüyle koşar!"

Arkamı dönüp Zeynep’i kontrol ettiğim esnada bir kadına çarptım. Kadın o anki çarpmayla yere düştü. Kolundan tutup kaldırmayı denedim.

"Çok özür dilerim. İyi misiniz?"

Kadın elimi iteleyerek çamur olan paltosunu silkelemeye başladı. Ardından yüzüme baktı. O an içimde bir kıpırtı hissettim. Nasıl tarif edilir bilemediğim bir kıpırtı.

Kadın

"Peşinizden atlı mı kovalıyor beyefendi? Bir çocuğa da carpabilirdiniz! Dikkatli olun lütfen."

Ardından Zeynep ürkek bir şekilde yanımıza yanaşıp

"Hocam iyi misiniz?" Diye sordu.

O an içine düştüğüm durum karşısında çok mahçup olmuştum.

Kadın Zeynep’in omzuna dokunup yanımızdan ayrıldı.

Zeynep’e dönüp

"O kadın kimdi?" Diye sordum.

"Okulumuzun edebiyat öğretmeni. Eskiden bizim dersimize giriyordu. Ama artık sen gireceksin."

"Okul açıldığında hatırlatta tekrar özür dileyeyim."

Zeynep karşımda kıkır kıkır gülmeye başladı.

"Ne gülüyorsun?"

"Geç kaldık. Film çoktan başladı."

"Bir sonrakine yetişiriz"

"O film tek gösterimlik."

"Ne yapacağız peki küçük hanım?"

"Daha fazla rezil olmadan eve gidelim."

Zeynep’i kolundan sürükleyerek eve doğru yol aldık. Şansımıza yağmur durmuştu. Üzerimiz sırılsıklamdı. Boşuna ıslanmamız beni sinirlendirmişti. Ama en çok sinirlendiren Zeynep’in olur olmadık inadıydı.

"Kolumu acıtıyorsun!"

"Özür dilerim küçük hanım. Daha fazla birine çarpıp zarar vermemek için sizden destek alıyorum."

Kız yine kıkır kıkır güldü.

"Daha filme gitmek falan da yok. Haftaya okul açılıyor. Evde oturup ders çalışacaksın."

"Ya ama hayııır!"

"Düş önüme."

Nihayet sağ salim eve vardık. Ama benim aklım çarptığım kadında kalmıştı. Okulda onunla nasıl yüz yüze gelecektim. Düştüğüm durum gerçekten çok utanç verici ama bir o kadar da komikti.

Ankara bir o kadar sert ve çekişmeli başlamıştı.

 

Loading...
0%