Değişir yönü rüzgârın
Solar ansızın yapraklar;
Şaşırır yolunu denizde gemi
Boşuna bir liman arar;
Gülüşü bir yabancının
Çalmıştır senden sevdiğini;
İçinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk, iki kişiliktir.
…
- Ataol Behramoğlu
***
Kendimi hırçın bir denize bırakmak istedim. Hırçın dalgalar savururken beni, bir akıntıya kapılıp kaybolmak istedim.
İçine düştüğüm bu acınası durum, bu acınası tesadüf beni bir ateşin ortasına atmıştı. Cayır cayır yanıyordu içim. Çığlıklarımı kimseye duyuramıyordum. Ateş tüm bedenimi sarmıştı. Ama kimse görmüyordu bu ateşi. İçimdeki bu yangını fark etmiyordu hiçbiri.
Derdimi anlatsam birilerine dinlerler miydi yargılamadan? Suçlamadan, hak verir miydi? Zaten sevmenin bir suçu olabilir miydi? İnsan sevdiğini seçebilir miydi?
Ne konuşacak kimsem vardı ne de beni anlayacak biri.. yalnızdım. Hatta yapayalnızdım. Bu koca şehir beni hapsetmişti. Özgürce dolanıyordum sokaklarında ama ellerimde görünmez kelepçeler vardı. Hürriyetim kısıtlanmış, attığım her adım beni bir yanlışa sürükleyecekti. Sanki bu yanlışları yapmaya mecburmuşum gibi.
Aşk denilen bu illet beni kendisinin esiri haline getirmişti.
Peki bu illet nasıl olur da aynı zamanda seni bir çocuk gibi hissettirir? Nasıl olur da tüm kötülükleri unutturur?
Kanatların olmadan gökyüzüne süzülmek gibi. Mantığın ortadan kaybolup, kalbinin derinlerinde saklı olan tüm masum duygularını ortaya çıkarmaz mıydı?
Aşk iki kişiliktir. İki ruhun ahenk içinde dans etmesidir. Kimsenin duymadığı, sadece iki kişinin ritme ayak uydurmasıdır.
Bir üçüncü kişi kabul edilemezdi. İki kişilikti çünkü aşk.
Sevgi yoksa aşkta yoktur.
Birinin yüzüğünü taşımak aşk değildir. Bunun da özgürlüğü kısıtlamış keleplecelerden bir farkı yoktur.
***
Halenin ismimi sayıklamasıyla irkildim.
"Yavuz?"
Kendimi toparlayıp Halenin yüzüne bakmayı denedim. Ama cesaretim yoktu. Bir korkak gibi saklıyordum gözlerimi. Utancım bakışlarıma engel oluyordu. Bir yandan da ahlakımı sorguluyordum.
Kamuran şaşkın bir ses tonuyla;
"Siz tanışıyor musunuz yoksa?" Diye sordu.
O an ağır bir şekilde yutkundum. Kelimeler boğazıma düğümlendi, beni boğuyordu. Tam konuşmak için kendimi hazırladığım esnada Hale söze girdi.
"Yavuzla aynı okuldayız. O da benim gibi edebiyat öğretmeni. Benim girmediğim sınıflara o ders veriyor."
Kamuran ilk başta şüpheci bir şekilde bana bakış attı. Fakat sonrasında yüzü hemen yumuşamıştı.
"Demek tanışıyorsunuz. Yavuz çok sevdiğim ve değer verdiğim biri. Kendisi kardeşim sayılır."
Hale acı bir gülümsemeyle;
"Öyle mi?" Dedi.
Zorla da olsa
"Öyle." Dedim.
Kamuran tekrar söze girdi.
"Madem tanışıyorsunuz o zaman tanışma faslını atlayalım. Sofra hazırmış; buyurun."
"Ben aç değilim." Dedi Hale. Adeta o da benim gibi kaçmak ve saklanmak istiyor gibiydi. Kamuran Halenin kulağına doğru bir şeyler fısıldadı.
"Misafirlerimize eşlik etmezsek ayıp olur."
Ardından Hale bana dönüp;
"Yavuz. Yavuz bey! Size eşlik etmezsem bana darılmazsınız değil mi?"
"Hayır! Lütfen rahatınıza bakın."
"Teşekkürler."
Ardından Hale Kamurana sert bir bakış atarak yanımızdan ayrıldı.
Masaya doğru gitmeden önce Zeynep beni kolumdan tutup;
"Sana bu adamı tanıdığımı söylemiştim. Şimdi hatırladım. Hale hocayı almak için birkaç kere okula gelmisti."
"Tamam neyse ne artık canım."
Yemek yemek için oturduğumuzda hiç iştahımın olmadığını fark ettim. Masa ziyafet dolu yemeklerle doluydu. Masanın her köşesinde bir yemek vardı. Boşluk olan hiçbir taraf yoktu. Etraf mis gibi yemek kokularıyla şenlenmisti. Fakat hiçbirini yemeyi canım istemiyordu. Ayıp olmasın diye tabağıma birkaç yemek alıp, yemeği denedim. Ama her lokma ağzımda büyüyordu. Daha fazla bu işkenceye dayanamayıp;
"Kamuran, biz Zeyneple odamıza geçsek ayıp olmaz değil mi?"
Kamuran yanıbaşında duran peçete ile dudağını sildikten sonra söze girdi.
"Burası artık sizinde eviniz. Nasıl istiyorsanız öyle davranın. Rahatınıza bakın lütfen."
"Teşekkür ederiz."
Ardından Zeynep’e gözlerimle kalk işareti yaptım. O da fazla uzatmadan yerinden kalktı. Ardından hızlıca odamıza geçtik. Fakat ben odaya geçmeden önce yine ağlama sesleri duymuştum. Tıpkı boş sınıfta Halenin ağlaması gibiydi. Yine aynıydı. Hale odasında ağlıyor olmalıydı. O an ona koşup sarılmak ve teselli etmek istedim. Fakat bu doğru olmazdı. Artık kendimi ondan olabildiğince soyutlamalıydım. Çünkü Kamurana bunu yapamazdım. Bu çok ahlaksızca olurdu.
Odaya girdiğimizde Zeynep yine beni soru yağmuruna tutmuştu.
"Şimdi ne olacak peki?"
"Burda ne kadar kalacağız?"
"Hale hocayla aranız bozuldu mu?"
"O Efe denen çocukla anlaşamazsam gideceğiz değil mi buradan?"
Yatağın ucuna oturup, hava almak için pencereyi açtım. Zeynep’in sorularını cevapsız bırakmıştım. Çünkü cevaplamak için gücüm yoktu. Kendimle savaş halindeydim. Bir yandan duygularım diğer yandan karakterim.. hepsi dile gelip konuşuyordu sanki benimle. Kızıyorlardı bana.
Zeynep yanıma gelip, eliyle yüzümü okşadı. O an rahatlamıştım. Tüm bu kötü düşünceler ortadan kalkmıştı.
Zeynep;
"Seni seviyorum babacım." Dedi.
Ve sonra sıkıca sarıldı bana. Sonra ikimizde yatağa uzanıp gözlerimizi kapattık. İkimizde sessizdik. Hiçbir şey söylemiyor, bir kelime dahi etmiyorduk. Vakit ilerledikçe Zeynep uyumuştu. Onu kucağıma alıp yatağına yatırdım. Elleri buz gibiydi. Üzerini sıkıca örtüp, alnına bir öpücük kondurdum. Ardından da su içmek için mutfağa gittim. Işığı açma gereksiminde bulunmadım. Zaten bahçenin ışığı, tüm mutfağı aydınlatıyordu. Tüm çekmeceleri kurcalayıp, nihayet bardakların olduğu gözü bulabilmistim. Suyu bardağa koyup içmek için yöneldiğim esnada, mutfağın ışıkları açıldı. Bardağı tezgaha bırakıp, arkamı döndüğümde ise Hale orada duruyordu. Beni gördüğüne o da şaşırmıştı. Gitmek için arkasını döndüğü esnada ona seslendim.
"Hale, lütfen gitme!"
O an duraksadı ve bana yüzünü geri döndü. Biraz yaklaşıp, acı acı suratıma baktı. Sonra da sordu;
"Neden?"
"Anlamadım?"
"Neden bana bunu yaptın?"
"Neyi?"
Hale tekrar gitmeye kalkınca onu kolundan tuttum. "Bırak!" Diye haykırsa da kendimi ona karşı anlatmam gerektiğini düşünüyordum. Çünkü benim için yanlış şeyler düşünüyordu. Bana olan güveni zedelenmişti.
"Ben sana hiçbir şey yapmadım. Ben sadece sana destek olmak istedim."
Hale acı bir gülümsemeyle;
"Tüm derdimi anlatabileceğimi, beni yargılamadan dinleyecek birini bulduğumu sanmıştım. Ama artık kaybettim. Artık yalnızım." Dedi.
"Hayır! Ben seni her zaman dinler ve destek olurum."
"Nasıl olacakki o? Ben sana en yakın arkadaşını kötülemiyor muyum? Buna rağmen beni dinleyip, bana hak verecek misin? Yoksa arkadaşının tarafını mı tutacaksın?"
"Ben haklı olanın yanında olurum. Bu hiçbir zaman değişmeyecek. Kamuran yakın bir dostum olabilir. Fakat sende benim değer verdiğim birisin. Her zaman yanında olur, acına ortak olurum."
"İşte bu yüzden diyorum Yavuz! Benimle yakın olursan Kamuranı kaybedersin. Bunu göze alabiliyor musun?"
"Seni kaybetmeyi istemiyorum."
Hafif sulanan gözleriyle;
"Kamuranı peki?" Diye sordu.
Tam o esna da beliren sesle irkildik.
"Neler oluyor burada?"
Sese baktığımızda ise bu sesin sahibinin Kamuran olduğunu gördük. Mutfağın girişinde öylece durup bize bakıyordu. Bakışları şaşkın ama bir o kadar da sertti. Haleyle konuştuklarımızı duymuş muydu? Bu bakışların sebebi bu yüzden miydi..?
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
4.83k Okunma |
561 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |