Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
ben bir gece, şu Mayıs gecelerinden biri
Volter Rıhtımı’nda dayayıp seni duvara
öpmeliyim ağzından
sonra dönüp yüzümüzü Notrdam’a
çiçeğini seyretmeliyiz onun,
birden bana sarılmalısın, gülüm,
korkudan, hayretten, sevinçten
ve de sessiz sessiz ağlamalısın,
yıldızlar da çiselemeli
incecikten bir yağmurla karışarak.
…
-Nazım Hikmet
***
Bugün okuldaki derslerim erkenden bitmişti. Genelde her perşembe okuldan erken çıkardım. İstanbul da deniz kenarına gider, bulduğum ilk kayalığa oturur ve denizi izlerdim. O hırçın dalgaları, Avrupa'nın uzaktan yansımasını ve balıkçıların oltalarına takılan balıkları..
Ankara da denizin olmaması İstanbula karşı olan özlemimi daha da arttırıyordu. Ama beni Ankaraya çeken bir şey vardı. Ne zaman kaçmak istersem isteyeyim, sanki kaderim buraya yazılmış gibiydi.
Ankara'nın sokaklarında dolanırken bir kafenin önünde çay molası vermeye karar verdim. Kafe oldukça küçük ama bir o kadar da tatlı bir atmosfere sahipti. İşletmesi ortanca yaşlarda bir kadındı ve oldukça güler yüzlüydü.
Bir çay ve yanına da şu gençlerin yemekten sıkılmadığı kruvasanlardan istedim. Ama gençlere hak veriyordum. Küçükken bizde yeniliklere açıktık ve eski yeni çatışması, kuşak çatışması her zaman yaşanırdı. Her kuşak kendine yeni bir şey benimser ve savunup vazgeçmezdi. Çünkü farklı olmak isterlerdi. Gelişen teknoloji ve kültürlerde bu durumu fazlasıyla tetikliyordu.
Çayım ve kruvasanım nihayet geldiğinde, çayımdan bir yudum alıp telefonumu kurcaladım. Kayıtlı olmayan bir numaradan mesaj geldiğini fark ettim. Hayretle mesajı açıp okumaya koyuldum. Gelen mesaj Istanbulda okuyan öğrencilerimden birinden gelmişti.
Zehra.. üniversiteyi kazanmış.. Ne zamandır bana ulaşmaya çalışıyormuş. Nihayet telefon numaramı bulabilmiş.
Zehra çok zeki ve çalışkan bir kızdı. Onun için geleceğinin ne kadar parlak olduğuna emindim. Bu güzel haber karşısında gözlerim sulanmıştı. Öğrencim beni unutmamış ve bu güzel haberi benimle paylaşıp teşekkür etmeyi de ihmal etmemişti.
Hemen karşılığında duygularımı paylaştığım bir mesaj gönderdim. Sonra da telefonumu cebime koyup İstanbul'u düşünmeye başladım. Oradaki arkadaşlarımı, öğrencilerimi, meslektaşlarımı ve hatta apartmanın en dedikoducu teyzesi Nermin teyzeyi bile özlemiştim. Kim bilir ne zaman İstanbul'a geri dönecektim. Ama Ankaradan öylece vazgeçemezdim. Geçmişim ne kadar kötü olsa da şuan yaşanan gelişmeler bir o kadar güzeldi. Hayatıma iki tane güzel ve değerli kişiler dahil olmuştu. Biri kızım olmuştu. Diğeri ise...
Düşüncelerimi sonlandırıp yemeye koyuldum. Ardından da hesabı ödeyip kafeden ayrıldım.
***
Eve vardığım esna da kapının önüne lüks bir aracın yanaştığını gördüm ve kapıyı ısrarla çalan lüks giyinimli bir adamı..
Hayretle yaklaşıp sordum;
"Pardon, birine mi bakmıştınız?"
Adam uzunca yüzümü inceledi. Yüzümdeki her ayrıntıyı dikkatle gözleriyle süzüyordu. Ardından hafif bir tebessüm etti.
"Yavuz?"
"Buyrun benim?"
"Tanımadın mı beni kardeşim?"
"Affedersiniz ama tanıyamadım."
"Benim! Kamuran.."
Olduğum yerde kalakalmıştım. Kamuran tam karşımda duruyordu. Onu görmeyeli yıllar olmuştu. Oldukça değişmişti. Değişen tek şey tipi değil aynı zamanda kılık kıyafetiydi. Geçmişteki halinden eser yoktu. Onu tanımayan geçmişte ne kadar sefil bir hayatı olduğunu tahmin bile edemezdi.
"Kamuran.. Sen çok değişmişsin."
"Sen hala aynısın be Yavuz."
Ardından bana sıkıca sarıldı. Bu sarılmada yatan geçmişin özlemiydi.
Bir anda gözümde Kamuranla yaşadığımız maceralar canlandı. O beni her zaman korurdu. Bana her zaman sahip çıkardı.
"Çok özlemişim be!"
"Bende! Bende çok özledim. Nerelerdeydin sen?"
"Şöyle oturup konuşalım. Olur mu?"
"Tabiiki. Benim hatam, afedersin."
Ardından kapıyı açıp Kamuranla içeriye girdik.
"İçecek bir şey ister misin?"
"Bir kahveni alırım."
İkimize de orta şekerli bir Türk kahvesi yapmaya koyuldum. O esnada Kamuran evi inceliyor ve her ayrıntı hakkında konuşuyordu.
"Uzun zaman oldu bu eve gelmeyeli."
"Pamuk Nineden haberin var mı?"
"Var. İstanbuldayken ölmüş. Çok üzüldüm."
"Cenazesine gelmedin ama?"
"Gelmedim doğru. Çünkü geçmişimle yüzleşmek istemedim."
"Nasıl yani?"
"Ben eskisi gibi değilim Yavuz. On sekizimden sonra hayatım da çoğu şey değişti."
Kahveler hazır olunca masaya koyup, Kamuranın tam karşısına oturdum. Kamuran kahveden bir yudum aldı. Ve "İşte o samimiyet, o tat hala var." Dedi.
Merakımı bastıramayıp sordum;
"Ee anlat bakalım, neler değişti?"
Kamuran güldü. Sonra da doğrulup yakasını düzeltti ve bir anda ciddileşti.
"Sizinle İstanbul'a gelmek istemedim. Çünkü Ankara da kalıp gercek ailemi bulmak istedim. Buldum da. Annemle babam beni kabullenmediler. Fakat dedem.. onunla tanışma fırsatı buldum. Beni kabul etti ve sahiplendi. Onunla on sene kadar beraber yaşadık. Benden sevgisini asla esirgemedi. Ölmeden önce de çoğu şeyini bana bıraktı. Dedem.. Dedem çok zengindi Yavuz. Şirketi, arabaları ve bir sürü evi vardı. Hepsini bana verdi. Düşünebiliyor musun? Yani ben sepsefilken milyoner oldum. Şans mı dersin kader mi dersin bilmiyorum. Ama ben hayatımı o adama borçluyum. Bana bu hayatı sevdiren, kendimi sevmemi sağlayan o adam oldu. Ünlü bir iş adamı oldum. Her şeyim hemen haber olabiliyor. Bu yüzden gecmisimin ortaya çıkmasını istemedim. Bundan oldukça utanıyorum. Öz ailem beni istemediler ama başkalarına ebeveynlik yapmayı kabul ettiler. Sorun bende miydi? Kendimi hep sorguladım. Bunu sen de biliyorsun. Ama dedem, o bana yeniden bir hayat verdi. Her şeyi ona borçluyum."
"Yani Pamuk Ninenin cenazesine bu yüzden mi gelmedin?"
"İnan bana çok istedim gelmeyi. Ama yapamazdım."
"Bence gelmen gerekirdi. Sonucta dedenden önce seni sahiplenen oydu. Bizim annemiz olmuştu. Gerçek annelerimizden görmediğimiz sevgiyi o bize vermişti."
"Haklısın. Ama yapamazdım."
"Buraya neden geldin peki? Bende senin geçmişinden biri değil miyim?"
"Öylesin. Ama sen benim kardeşimsin Yavuz. Vicdanıma yediremedim. Senin burda, Ankara da olduğunu öğrenince seni görmeden yapamazdım."
"Şimdi ne yapacaksın peki? Beni tembihlemeye mi geldin yoksa? Senin hakkında, geçmiş hakkında konusmamam için küçük bir uyarı da bulunma ziyareti mi bu?"
"Hayır kardeşim. Buraya geldim çünkü sana bir teklifim var."
"Ne teklifiymiş o?"
"Yeğenim Efe var. Çocukta kafa zehir. Matematiği çok iyi ama şu türkçeyi yapamıyor bir türlü. Sende edebiyat ögretmenisin. Gelsen bizim evde özel ders versen. Olmaz mı?"
"Benim okul saatlerim çok karışık. Üstelik Zeynep diye bir kıza bakıyorum. Evde onu yalnız başına bırakamam. Aklım kalır."
"Evet, Zeynep’i de biliyorum. Pamuk Nine bakmanı istemiş."
Kamuran eliyle kafasını kasıdı ve düşünmeye başladı. Bende o sırada onu süzüyordum. Parmağında yüzük olduğunu fark ettim. Ve sordum;
"Ne o? Evlendin mi yoksa?"
Kamuran gülümsedi. Ve söze girdi.
"Evet kardeşim. Çok güzel bir kadınla evlendim. Benim için her şeyden daha kıymetli o. Çok seviyorum. Her saniye aklımda, çıkmıyor."
"Şanslısın o zaman, sevdiğin biriyle evlenmeyi başarmışsın."
"Aynen öyle. Sen de ne var ne yok? Var mı gönlünde biri?"
"Bilmiyorum."
"Ne demek bilmiyorum? İnsan sevdiğini bilmez mi?"
"Benimki biraz imkansız."
"Nedenmiş o?"
"Çünkü.. nasıl desem; onunla birlikte olmak, çölde suyu bulmak gibi."
"Oğlum anladık edebiyatçısın. Ama bu hayatta imkansız diye bir şey yoktur. Bak bana önceden paranın kokusuyla avuturdum kendimi. Şimdi kanun gibi zenginim."
"Evli o."
"Ne, anlamadım?"
"Sevdiğim kadın diyorum, bir başkasıyla evli."
Kamuran kocaman bir iç cekti. Ardından sandalyesini bana doğru yakınlaştırıp omzuma dokundu.
"Üzülme be oğlum. Koca ülkede başka kadın mı yok? Sen de gidip en imkansızına vermişsin gönlünü. Suç sende."
Ardından kapı çaldı. Yerimden doğrulup kapıyı açtım. Gelen Zeynepti.
"Ohh be! Sonunda bitti. Ne bitmek bilmez dersti arkadaş."
Elimle ona sus işareti yaptım. Ve kulağına doğru eğilip fısıldadım;
"Misafirimiz var."
Zeynep şaşkın bir sekilde
"Kim?"
Diye sordu.
Çantasını yerden kaldırıp omzumun birine taktım.
"Ben çantanı odaya bırakayım sende misafire hoşgeldin de."
"Tamam."
Ardından Zeynep kamuranla tanışmaya koyuldu.
"Yani sen babamın çocukluk arkadaşısın. Bana anlatmıştı. Benim gibi yetimhane de kalıyormuşsunuz."
"Evet, doğru anlatmış baban."
Ardından yanlarına geldiğim esna da Kamuran olduğu yerden ayağa kalkıp
"Tanıştığıma memnun oldum Zeynepcim." Dedi.
Sonra bana doğru dönüp;
"Zeyneple benim evime yerleşin. Bu sayede Zeynep evde tek kalmak zorunda kalmaz. Sende işini yaparsın. Hem karşılığında iyi para da alırsın."
"Sağ ol teklifin için. Ama ben işimi para için yapmıyorum."
"Sen beni yanlış anladın Yavuz."
Ardından Kamuran beni Zeynep’in yanından uzaklaştırıp salona getirdi.
"Bu kızın ilerde bir sürü ihtiyacı, isteyi olacak. Hepsine yetişemezsin. Arkadaşlarıyla buluşacak, bir şeyler yiyip içecekler. Hiçbir çocuk böyle şeylerden kısıtlamak veya mahrum olmak istemez. Bizi hatırlasana Yavuz, bir süt içecek paramız bile yoktu cebimizde. Madem bu çocuğun babası sensin. O zaman doğruca düşün. Ben sana en iyi bildiğin bir işi teklif ediyorum. Oysa bir sürü öğretmen var. İllaki biriyle anlaşırım. Ama seni tanıyorum. Sana güveniyorum. Ne kadar iyi bir öğretmen olduğuna karşı şüphem de yok. En azından bir ay kadar benimle kal. Sonra yine buraya gelirsin."
Ardından bana sıkıca sarıldı. Sonra da omzuma dokunup;
"Sen benim kardeşimsin Yavuz. Bende senin abinim. Bu her zaman böyle kalacak. Sakın beni bir yabancı olarak görme. Benim evim, senin evin."
Ardından elime bir kart tutuşturdu.
"Burda tüm bilgilerim yazıyor. Eğer kabul edersen beni oradaki numaradan ara."
Ardından kapıya doğru yöneldi. Gitmeden önce Zeynep’e dönüp
"Hoşçakal Zeynepcim." Dedi.
Ardından omzuma tekrar dokunup uzaklaştı. Arabasına binip ayrıldı.
Kapıyı kapattığımda Zeynep’in şaşkın bakışlarıyla karşılaştım.
"Niye öyle bakıyorsun?"
"Sanki o adamı daha önceden görmüş gibiyim."
"Yok canım! Nerden göreceksin."
"Hayır, eminim. Yüzü çok tanıdık geliyor."
Zeynep’e doğru eğilip ellerini tuttum. Ve söze girdim.
"İlk defa buraya geliyor. Ben bile bunca yıl sonra daha yeni görüyorum. Senin görmen imkansız. Belki birine benzetiyorsundur."
" Ben pek sevemedim bu adamı."
"Neden? Daha tanımıyorsun bile onu?"
"Bilmiyorum. Sen yine de dikkat et olur mu?"
"Tamam."
Sonra Zeynep sıkıca bana sarıldı. Ardından üzerini değiştirmek için odasına gitti. Bense Kamuranın verdigi; elimdeki kartla bakışırken kalakalmıştım oracıkta.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
4.83k Okunma |
561 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |