Desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır Rüzgarların en ferahlatıcısı senden esiyor Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini Ormanların en kuytusunu sende görmekteyim Senden kopardım çiçeklerin en solmazını Toprakların en bereketlisini sende sürdüm Sende tattım yemişlerin cümlesini Desem ki sen benim için, Hava kadar lazım, Ekmek kadar mübarek, Su gibi aziz bir şeysin; Nimettensin, nimettensin.
...
-Cahit Sıtkı Tarancı
***
Bu gün, oldukça hareketli bir gündü. Saatlerdir ayaktaydım. Zeynep icin koşuştururken oldukça yorulmustum. Uykusuzdum; ama gözümü kapatmaya korkuyordum. Ya ben uyurken Zeynep’e bir şey olursa? Ya bana seslenirde ben duyamazsam?
Bu kötü düşünceler aklımı kemiriyordu. Fakat mentalim daha fazla ayakta durmaya dayanamayıp, kendimi Zeynep’in odasındaki tekli koltuğa bırakmıştım. O esna da hemen uyuyakalmıştım. Oysa kapanmak için saniyeler sayan gözlerimi ısrarla kapatmıyordum. Tam uyuyacak gibi olduğumda başım öne doğru düşüyor ve ben bu düşmeyle yeniden doğruluyordum. Uykumla bir nevi savaş halindeydim. Fakat kazanan o olmuştu.
Uykumdan gördüğüm kâbusun etkisiyle uyandım. Yüksek bir binanın tepesinden aşağıya doğru düşüyordum. O kadar gercekciydi ki uyandığım esna da az kalsın koltuktan düşüyordum.
Hızlıca doğrulup Zeynep’e bakındım. Haleyle beraber sarılmış bir vaziyette uyuyorlardı. Sırtımı duvara yaslayıp, birkaç dakika onları seyrettim. Zeyneple Hale kusursuz görünüyorlardı. Masum bir vaziyette uyuyorlardı. Hale Zeynep’e adeta anne şefkatiyle sarılmıştı.
O an gördüğüm bu manzara her şeye bedeldi.
Komodinin üzerinde duran sürahiden su içmeye yeltendigim vakit, sürahinin kapağını yere düşürmüştüm.
"Ne kadar sakarsın Yavuz!" Diye söylendim kendime.
Ardından yere düşen kapağı aramaya koyuldum. Bir türlü ortalıkta görünmüyordu. Sanki yer yarılmış, içine girmişti.
Ben sürahi ararken, Haleyi uykusundan uyandırmış olmalıyımki yattığı yerden doğrularak;
"Yerde ne arıyorsun Yavuz?" Diye sordu.
Hemen ayağa kalktım. Kirlenen pantolonumun paçalarını elimle silkeledim. O esna da gözüm kapağa takıldı. Nihayet düştüğü yeri bulabilmistim. Kapağı elime alıp Haleye göstererek;
"Hepsi bunun suçu! Seni o uyandırdı." Dedim.
Hale gülerek;
"Yavuz, inan söylediğinden hiçbir şey anlamadım. Hala yarı uykulu vaziyetteyim." Dedi.
Yatağın ucuna oturarak Hale'nin elini tuttum. Bileğini çevirerek bir öpücük kondurdum.
"Uykun açılmadan uyu hadi." Dedim.
Hale;
"Sen uyumayacak mısın?" Diye sordu.
"Ben sizi korumakla meşgulüm.
Ardından tekli koltuğu işaret ederek;
Orada nöbet tutuyorum." Dedim.
Hale;
"Biraz ben nöbet tutsam, sen uyusan olmaz mı?" Diye sordu.
Hale'nin beni düşünüyor olması hoşuma gitmişti. Yarı vaziyette açılan yorganın ucundan tutarak üzerlerini geri örttüm. Ardından Hale'nin alnına bir öpücük kondurarak;
"O benim görevim hanımefendi. Sizin göreviniz şuan için uyumak." Dedim.
Hale güldü. O gülüşle beraber içim kıpır kıpır oldu. Zaten Hale ne zaman gülse ne zaman güldüğü vakit o gözleri kısılsa benim içimde kelebekler uçuşuveriyordu.
Daha fazla gürültü yapmak istemediğim için, oturduğum yerden kalkıp tekli koltuğun oraya gitmeye yeltendigimde Hale elimden tutarak;
"Biraz gelecekten bahsedelim mi?" Dedi.
Şaşırmıştım. Böyle bir soru duymayı beklemiyordum. Tekrardan yatağın ucuna oturdum ve sordum;
"Gelecekten mi?"
Hale;
"Evet. Sence gelecekte ne olacak?"
"Ney ne olacak?"
"İşler güçler ya! Ne olacak Yavuz, bizi diyorum, biz ne olacağız sence."
O an büyük bir aydınlanma yaşadım. Hale bizim hakkımızda konuşmak istiyordu. Elimle yakamı düzelttim. Ardından Hale'nin gözlerinin içine doğru bakarak;
"Gelecekte seninle evlenmiş olacağız. Bir sürü çocuklarımız olacak. Üç beş bilemedin on.." Dedim.
Hale gözlerini fal taşı gibi açarak;
"Sende doguracaksın galiba." Dedi.
Bu cevabı beni güldürmüştü. Benim gülmemle beraber Hale de gülmeye başlamıştı. O kadar sesli gülmüş olmalıyız ki Zeynep uykusundan uyanıp, gözlerini bize çevirdi.
"Neden gülüyorsunuz?" Diye sordu.
Hale, alt dudağını eyvah der gibi ısırdı. Bende Zeynep’e dönerek;
"Ilerdeki kardeşlerin hakkında konuşuyorduk kızım." Dedim.
O esnada Hale sert bir şekilde koluma vurdu. Utanmış olmalıydı.
"Agh!"
"Hak ettin!"
Zeynep yattığı yerden kalkarak gözlerini ovusturdu. Ardından sırtını yatağın başlığına dayayıp, ellerini birbirine doladı. Hafif düşmüş yüzüyle söze girdi;
"Bakıyorum da yerimi devretmeye dünden razısınız."
Haleyle ikimizde şaşırmıştık. Anlaşılan Zeynep ileride kardeşi olursa onu artık sevmeyeceğimizi düşünüyor olmalıydı. İlk çocuklar her zaman böyle düşüncelere sahip olanbiliyorlardı.
Hale Zeynep’in saçını okşayarak;
"Sence de nazlanmak için fazla büyümedin mi küçük hanım?" Dedi.
Zeynep omuzlarını silkti. Gerçekten bu konu hakkında tavrı kesindi. Zeynep’in elini tutarak;
"Sen benim ilk göz ağrımsın. Senin yerini kimse dolduramaz." Dedim.
Hale de beni destekler şekilde;
"Yavuz doğru söylüyor. İlk çocuğun yeri her zaman ayrıdır." Dedi.
Zeynep ikimizin de elinden tutarak;
"Ben sizin öz kızınız değilim ya.. o yüzden. Kendi çocuklarınız olursa beni sevmekten vazgeçersiniz diye korkuyorum." Dedi.
Hale sıkıca Zeynep’e sarılıp onu öptü. Bende Zeynep’in ellerine teker teker öpücük kondurdum. Ve ardından;
"Öz falan anlamam ben. Sen benim kızımsın.
Sonra Haleye bakarak;
"Sen bizim kızımızsın. O günleri görmekte nasip olur inşallah fakat biz seni her zaman seveceğiz." Dedim.
Hale de onaylar şekilde başını salladı. Zeynep yeniden gülmeye başladı. Asık suratında şimdi gülücükler saçılıyordu. Fakat gülmenin dozunu arttırmış, bildiğin kıkır kıkır gülüyordu.
"Sen neye gülüyorsun küçük hanım?" Diye sordum.
Zeynep;
"İkiniz de edebiyatçısınız ya şimdi sizden ne şiirler, türküler çıkar. - ardından bana sert bir bakış atarak;
Baba sen bana hiç şiir okumadın!" Dedi.
Hale de Zeynep’e ayak uydurdu ve ellerini dolayarak;
"Evet Yavuz, bir şiir oku da dinleyelim bakalım." Dedi.
"Madem bu kadar ısrar ediyorsunuz sizi kırmak olmaz."
O esnada ikisinin de bakışlarına maruz kalınca ister istemez utanmistim. Yanaklarım kızarmış, yüzüme ateş basmıştı.
Hale gülerek;
"Ne o bir kızardın sanki!" Dedi.
Zeynepte ona eşlik ederek kıkır kıkır güldü.
"Durun yahu, hangi şiiri söylesem diye düşünüyordum." Dedim kendimi safa çekmek için.
Ardından Hale;
"Ben sana bir tane öneriyim o halde, Cahit Sıtkı'nın Desemki şiirini oku." Dedi.
Yakamı düzeltip, gömleğimi ilikledim. Ardından sesimi kontrol edebilmek için bir iki kere öksürdüm ve hazır olduğum vakit, Halenin gözlerine doğru bakarak şiiri söylemeye başladım.
Her bir cümlede Hale'nin gözleri doluyordu. Her vurgumda ayrı etkileniyordu. Gözlerimi Zeynep’e çevirdiğim vakit bir film gibi bizi seyrediyordu.
Hale'nin gözlerinden en sonunda yaşlar süzüldü. Ağlamamak için ne kadar çaba sarf etsede kendine bir türkü hakim olamıyordu. Ama inatla her bir göz yaşını silmeye yelteniyordu. En sonunda iki elini de birden tuttum. Tuttum ki kendini serbest bıraksın. Çünkü o güldüğü vakit, ağladığı vakit, sinirlendiği vakit, üzüldüğü vakit, mutlu olduğu vakit.. kısaca onun olan her şey onunla birlikte mükemmeldi.
Şiirimi okumayı bitirdiğim vakit Hale iyice kızarmış ve utanmıştı.
Islanan göz altlarını parmağımla sildikten sonra manalı bir şekilde;
"Ne o Hale hanım, bir kızardınız sanki?" Dedim.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
4.83k Okunma |
561 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |