Gördün mü hiç suyun yanmasını tuzda
Gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi
Büyük bahçelerin küçük içinde
Saksılardan birinde
Gördüm de
Uyurken uyandırılmış gibi
Beni bir sardunya büyüttü belki.
O ben ki
Bir kadında bir çocuk hayaleti mi
Bir çocukta bir kadın hayaleti mi
Yalnızca bir hayalet mi yoksa.
…
-Edip Cansever
***
Bunca yaşananlardan sonra hâla Kamuranların evinde kalmak hoş olmazdı. Zaten bu evde kaldığım her gece uykusuz, her gün kendimle savaşarak geçiyordu.
Kamuranlar gittiği günün ertesi, Zeynep’e toparlanmasını söyledim. Önce şaşırmış fakat sonrasında sevinçten havalara uçmuştu. O da benim gibi burada kalmaktan pek hoşnut değildi. Eşyalarımızı da toparladıktan sonra sıra vedalaşmaktaydı.
Biz valizleri kapıya bıraktığımız esnada Efenin duvarın arkasına saklanmış bir vaziyette bizi seyrettiğini fark ettim. Gittiğimiz için üzülüyor gibiydi. Zeynep’e dönüp;
"Efeyle vedalaştın mı?" Diye sordum.
Zeynep kafasını yere doğru eğerek;
"Hayır, unuttum." Dedi.
Ardından Zeynep’in elini tuttum. Fakat tuttuğum esnada ellerinin yine buz gibi olduğunu fark ettim.
"Üşüyor musun? Bu eller ne böyle?"
Zeynep o anda koyu bir öksürük yüzünden cevap veremedi. Elimle alnını kontrol ettim. Ateşi yok gibiydi. Fakat hali iyi değildi. Yine hastalanıyor olmalıydı.
"Hadi, bir an önce vedalaşıp evimize dönelim."
İlk önce hizmetlilerle vedalaştık. Cok fazla muhabbetimiz olmasa da birkaç gün boyunca onların yaptığı yemekleri yemiştik. Sonuçta bizim için emek harcamışlardı. Ardından vedalasma sırası Efeye gelmişti. Öylece odasında bilgisayarının başına oturmuş; evdeki olaylardan habersizmiş gibi görünmeye çalışıyordu. Yavaşça yaklaşıp, kulağındaki kulaklığı çıkardım. O esnada dönüp bana bakma fırsatı buldu.
"Biz gidiyoruz Efe. Buraya seninle vedalaşmak için geldik."
"Nasıl yani, bir daha bana ders anlatamayacak mısınız?"
Elimle kafasını okşadıktan sonra;
"Sen çok zeki bir çocuksun, eminim bana gerek olmadan halledebilirsin."
Ardından Zeynep’e dönüp, ona onu vedalaşmak için teşvik edecek bir bakış attım.
"Hoşçakal Efe!"
"Zeynep biraz üşütmüş. Sana da bulaşmasın."
Efe sessiz kalmayı tercih etmişti. Bizde odasından çıkmaya kalkıştığımız an, Efe arkamdan seslendi.
"Hocam lütfen gitmeyin! En azından sınavdan önce beni son kez çalıştıramaz mısınız?"
Efenin tek isteği derslerinde başarılı olmaktı. Çünkü o azimli bir çocuktu. İleriye dönük güçlü hayalleri vardı. Doktor olmak istiyordu. Kimseye muhtaç olmadan, kendi ayakları üzerinde durmak istiyordu.
Bu yaşanan olaylarda onun bir suçu yoktu. O belkide bu evdeki en masum kişiydi.
Efeye yaklaşıp, omzuna dokundum. Ardından söze girerek;
"Sınavdan önce geleceğim. Ama bana söz ver, o sınavdan tam puan alacaksın. Anlaştık mı?"
Efenin yüzünde birden gülümseme belirdi. Ardından;
"Söz veriyorum!" Dedi.
Kafasını tekrar okşadıktan sonra odasından ayrıldık.
Bahçeye çıktığımız esnada bir hizmetçinin elindeki telefonla Kamurana durumu haber verdiğine şahit oldum.
Kamuran geri bana dönüp, bu durumun nedenini sorar diye bekledim. Ama öyle olmadı. Kamuran umursamaz gibiydi. Beni arayıp, evden ayrılma nedenimi sormadı. Bu durum beni Hale ile çok mutlu olduklarını düşünmeye itti. O kadar mutlularki, onları üzecek herhangi bir durumla uğraşmak istemiyorlardı.
Evin önüne gelen taksiye binip oradan hemen ayrıldık. Yolda giderken ara ara Zeynep’i kontrol ettim. Eli yüzü yine bembeyaz olmuştu. Ara ara da öksürmeyi ihmal etmiyordu.
Nihayet eve vardığımızda ona Pamuk Ninenin kalın yorganlarını çıkarıp, üzerini örttüm. Evde olmadığımız için evin içi dışarıdan daha soğuktu.
"Sakın üzerini açayım deme. Zaten bu yüzden hasta oldun kesin. Üstün açık uyuyorsun hep!"
Ardından Zeynep’e ıhlamur kaynatıp, içirdim. Çok yorgun bir hali vardı. Sürekli uyuyor, uykusunda da "baba" diye sayıklıyordu. Gece boyunca yanıbaşından hiç ayrılmadım. Aklım hep ondaydı. Hastalandığında hep ağır atlatıyordu.
İlerleyen saatlerde uyku fena bastırınca, mecbur yatağıma yatmak zorunda kalmıştım. O kadar yorgundum ki gözlerimi kapatır kapatmaz uyumuşum.
Sabah olduğunda ilk işim Zeynep’i kontrol etmek oldu. Ama Zeynep ter içindeydi. Titriyordu. Alnını kontrol ettiğimde ateşi olduğunu anlamıştım. Hemen üzerini açtım.
"Çok üşüyorum!"
Okula gitmem gerekiyordu. Fakat Zeynep’i bu halde bırakamazdım. Ama okula gitmeden de olmazdı. Zaten müdürün gözü benim üzerimdeydi. Ara ara kulağımı çeker gibi uyarılarda bulunuyordu.
O an tek çareyi Salihi aramakta buldum. Ondan yardım istedim.
"Salih, Yavuz ben! Zeynep çok hasta. Ona ben yokken bakacak biri lazım.."
***
Yarım saat sonra kapı çaldı. Hızlıca kapıyı açtığımda Gülizar güler yüzüyle beni karşıladı. Salih, Zeynep’e bakması için Gülizarı göndermişti. Onları fazla tanımıyordum. Fakat güvenmekten başka da çarem yoktu. Gülizar hızlıca içeriye girip Zeynep’i kontrol etti.
"Bu kızın ılık bir duş alması lazım."
Ardından Zeynep için birkaç kıyafet getirdim. Gülizar da duş alması için Zeynep’e yardım ediyordu. Zeynep’i duş aldıktan sonra tekrar yatağına geri yatırdık. Ateşini kontrol ettiğimizde ise biraz düşmüştü.
Gülizar eliyle omzuma dokunarak;
"İyi olacak merak etme." Dedi.
"Doğru düzgün bir şey yemedi. Karnı aç!"
Gülizar gülerek;
"Sen merak etme. Ben onunla çok güzel ilgilenirim. Karnını da doyururum. Sen işine git, geç kalma."
Nedenini bilmediğim bir şekilde Gülizar bana güven veriyordu. Onun desteğiyle biraz olsun rahatlamıştım. Gülizara teşekkür edip evden ayrıldım.
***
Okulda girdiğim ilk ders bittiğinde müdür bey beni yine odasına çağırmıştı. Pek iyi şeyler söylemeyecegini tahmin ederek odasına gittim. Sert ve ağır bakışlarıyla, karşısındaki koltuğu işaret ederek;
"Otur, Yavuz Hocam.." Dedi.
Dediği gibi yapıp, tam karşısındaki koltuğa oturdum. Önce halimi hatırımı sordu. Sonrasında da bir derdimin, sıkıntımın olup olmadığını.. ardından da esas mevzuya geldi.
"Öğrenciler senin için pekte iyi şeyler söylemiyorlar Yavuz. Güzel bir başlangıç yapmıştın. Fakat şuan için aynı şeyi söyleyemem. Derslerde dalıyormuşsun. Hep dalgın bir vaziyetteymişsin. Ders anlatımın ve odaģın çok kötüymüş. Ve derslere sürekli geç kalıyormuşsun."
Müdür söylediklerinde haklıydı. İçten içe yaşadığım bu durum mesleğime de yansıyordu. Düşüncelerim sürekli beni ele geçiriyor, odağıma engel oluyordu. Bir an önce kendimi toparlamak zorundaydım.
"Söylediklerinizde oldukça haklısınız. Bu aralar biraz sıkıntılı günlerden geçiyorum. Ama en kısa zamanda kendimi toparlayacağımdan emin olabilirsiniz."
Müdür bu cevabımdan pek tatmin olmamıştı. Önünde duran kahveden bir yudum aldıktan sonra;
"Sana bugün izin verelim, kendini iyice toparla ve şu sıkıntılardan kurtul. Yarın özüne dönmüş bir şekilde okulda ol." Dedi.
Aldığım ikazla beraber okuldan ayrıldım. Bu durum ne kadar kötü bir vaziyetin içinde olduğumu kavramama neden olmuştu. Yapmayı en sevdiğim; öğretmenliği bile yapamıyordum. Öğrencilerim her zaman beni sever ve benimle ders işlemekten keyif alırlarken, şuan benden şikayet eden öğrencilerim vardı.
İçimden "kendine gel Yavuz, bu sen değilsin." Dedim.
Gerçekten de bu kişilik benim değildi.. Ben böyle değildim. Ne olursa olsun güçlü durmayı bilirdim. Ayaklarım yere sağlam basardı. Biraz da gamsızdım; hemen unuturdum. Ama şimdi unutamıyorum. Gördüğüm o yüz, o gülümseme hafızama kazınmış, aklımdan çıkmıyordu.
Telefonumun tekrar çalmasıyla irkildim. Arayan Salihti. Onunla cadde önü bir yerde buluşup, dertleştik.
"Ah be Yavuz! Seni bu hale getiren şey aşk.."
"Bundan kurtuluş yok mu?"
"Bilmem, hiç aşık olmadım."
"Nasıl? İnsan illaki bu yaşa kadar sevmiştir birini."
"Sevdim. Ama aşık olmadım. Ama sen olmuşsun. Şimdi seni görünce iyiki diyorum. Iyiki hiç aşık olmamışım. Aşk insanı esiri yapar, aptallaştırır derlerdi. Doğruymuş, en büyük örneği karşımda duruyor."
"Ben bundan sonra sadece Zeynep’e ve işime odaklanmak istiyorum. Bu mümkün mü?"
"Bilmem!"
"Çok güzel dertleşiyoruz ya! Sağ olasın Salih."
Salih kocaman bir kahkaha attı. Fakat benim ne kadar ciddi olduğumu fark edince tekrardan ciddiyetini korudu. Sonra da söze girdi;
"Boşuna Ankarama suç atma. Suç Ankara da değil Yavuz, suç sende. Sisli olan Ankara değil aslında içindeki sisi aşamayan sensin."
Salih haklıydı. İçimdeki bu karanlık duygu ve düşüncelerden kurtulmam gerekiyordu. Sorun Ankara da değildi. Sorun bendeydi. İstanbul neyse Ankara da oydu..
Telefonumun çalmasıyla sohbetimiz bölündü. Arayan Gülizardı. Panikle telefonu açıp;
"Zeynep iyi mi?" Diye sordum.
Gülizar her zamanki samimi sesi ve gülümsemesiyle "Gayet iyi." Dedi. Ardından eve gelirken almam gereken birkaç şey saydı. Ben sayarken, Salih malzemeleri not alıyordu. Ardından markete gidip Gülizarın söylediği her şeyi aldık.
Salih;
"Her şey tamam. Eve dönebiliriz."
"Senden bir şey istesem yapar mısın Salih?"
"Ayıpsın, ne istersen."
Salihten beni Kamuranların evine bırakmasını istedim. Efeye verdiğim sözü gercekleştirmem gerekiyordu. Ona sonkez ders anlatmak için eve girdim. Salihte dışarıda, arabanın içinde müzik dinleyerek beni bekliyordu.
Efeye zorlandığı dil bilgisi konularını anlattıktan sonra, çözmesi için birkaç soru verdim.
"Hepsini doğru çözeceksin ona göre."
Efe hızlıca ona yazdığım soruları çözdü. Kontrol ettiğimde hepsini doğru yapmıştı. Oldukça çabuk kavrıyor ve hatalarından ders çıkarmasını biliyordu.
"Ee bak, hepsini doğru yaptın. Bana ihtiyacın yokmuş bile."
Ardından Efe bana sıkıca sarıldı. Sonra uzaklaşıp söze girdi.
"Ben aslında bunları biliyordum. Sadece senin benim yanımda olman bana iyi geliyor. Sen yanımdayken babam yanımdaymış gibi hissediyorum."
"Baban nerde ki?"
"Hapiste."
Bu cevabı duymayı beklemiyordum. Efeye sıkıca geri sarıldım. Sonra da
"üzgünüm, bunu bilmiyordum." Dedim.
Ardından Efe gülerek;
"Sen babama benziyorsun. Onun gibi iyisin." Dedi.
O an istemsiz bir sekilde;
"İyiyse neden hapisteki?" Diye sordum. Ama sonrasında bu soru karşısında mahçup hissettim. Fakat Efe olgun bir şekilde cevapladı;
"Babama iftira atmışlar. Onun bir suçu yokmuş. Sende onun gibisin; iyisin. Dikkat et sana da iftira atmasınlar."
Aslında Efenin beni uyardığını fark ettim. Peki bu uyarı kime karşıydı? Kime dikkat etmem gerekiyordu, Kamurana mı? Yoksa Haleye mi?
Efeye veda ettikten sonra, Salihi daha fazla bekletmek istemedim. Hemen evden ayrılıp arabaya bindim.
Eve vardığımızda Gülizar bizi karşıladı. Yüzünde her zamanki gülümsemesinden vardı. İçeriye adım attığımızdaysa Zeynep’in ayaklandığını ve onu bıraktığım halinden daha iyi olduğunu gördüm. Beni görünce koşarak sarıldı.
"Gülizar abla bana cok iyi baktı. Onu çok sevdim."
Gülizara dönüp teşekkür ettim. Ardından Gülizar Zeynep için yayla çorbası yaptı. Bende kendi ellerimle çorbayı Zeynep’e içirdim. Salih ve Gülizar karşı koltukta oturmuş bizi seyrediyorlardı.
"Vallahi bende babamı özledim, simdi daha iyi anladım." Dedi Salih.
Gülizar;
"Biz artık gidelim. Bir şeye ihtiyaç olursa her zaman burdayız." Dedi.
Ardından onları yolcu etmek için geçirdim.
Salih;
"Bizi artık dostun olarak bil Yavuz. Bir telefon uzağındayız sadece." Dedi.
İkisine de teşekkür ettim.
Hayatıma sonradan ve garip bir şekilde dahil olmuşlardı. Ama çok zor anlarımda yanımda olup destek olmuşlardı.
Onlar gittikten sonra salona geri döndüm . fakat Zeynep çoktan uyumustu. Yanıbaşında duran çorbayı kaldırdıktan sonra Zeynep’i kucağıma alıp, yatağına yatırdım. Tekrar "baba" diye sayıkladı.
Elini tutup;
"Baban burada. Seni asla bırakmayacak kızım." Dedim.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
4.83k Okunma |
561 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |