Hale bu soru karşısında daha da endişeli bir hal aldı. Ellerimi sıkıca sıkmaya başladı. Sıcacık eli birden buz kesiverdi. Merakıma eşlik eden şaşkınlığımla birlikte Hale'ye sordum;
"Hale kim bu adam?"
Fakat Hale Soruma cevap vermeyip tüm odağıyla adama kilitlenmisti.
"Hale sana diyorum kim bu adam?"
Adam hızlı adımlarla bize doğru yaklaşmaya başladığı vakit, Hale kollarımdan tutup beni sürükleyerek;
"Yavuz hadi gidelim burdan." Dedi.
"Konuşmayacak mısın? Belliki seni tanıyan biri."
"Hayır konuşmayacağım. Yalvarırım hadi gidelim burdan Yavuz."
Ardından hızlıca elimi kavrayarak beni peşinden sürüklemeye mecbur etti. Biz hızlıca oradan ayrıldığımız vakit, adam şaşkın bakışlarıyla peşimizden bizi izliyordu. Arabaya bindiğimiz vakit Hale'nin bu durumu gerçekten hoş karsilamadığını fark ettim. O adam her kimse Hale için pekte iyi olmadığı kesindi. Fakat Zeynep’e olumsuz şeyler yansıtmak istemediğimden ötürü soru sorma faslını kısa kestim.
Zeynep;
"Ne oldu buldunuz mu küpeyi?"
"Bulduk tabi ya."
"Neredeymiş?"
"Çarpışan arabaların orada."
Hale hâla şokun etkisinde olmalı ki Arabaya hareket ettirme zahmetinde bile bulunmamıştı. Beni fark etmesi için birkaç defa öksürdüm. Fakat odağı tamamıyla o adamda olmalıydı. Sesimi biraz yükselterek Haleye imalı bir şekilde;
"Küpeyi bulmama Hale çok sevindi. Öyle değil mi Hale?" Dedim.
Hale başını bana doğru çevirdi. O esnada gözlerinin yaşardığını gördüm. Göz yaşlarını eliyle sildikten sonra;
"Öyle, çok sevindim. Tekrardan sağ ol Yavuz." Dedi.
Ve sonra hastaneye gitmek üzere yola koyulduk. Yol boyunca herkes sessizdi. Hale hâla dalgındı. Onun bu halleri benim merakımı daha da arttırıyordu.
Hastaneye vardığımız vakit Zeynep’i yatağına yatırdık. Üşümüş olmalı ki elleri buz gibiydi. Yorganla tüm vücudunu kapadım. Yatağa yatar yatmaz uyku halini alıverdi. Hale yanıbaşına oturarak;
"Ben gidiyorum Zeynepcim. Bir isteğin var mı?" Diye sordu.
Zeynepte hayır dercesine kafasını salladı. Ardından Hale Zeynep’in alnına bir öpücük kondurdu.
"Biz çıkalım da sen biraz dinlen."
Odadan çıktığımız vakit hemen Hale'yi yokladım.
"Anlat hadi bana. Kimdi o adam?"
Hale önce gözleriyle gözlerimi süzdü. Ardından derince nefes aldı. Ve sonrasında da bakışlarını benden kaçırarak;
"Önemsiz biri." Dedi.
Elimle yüzünü tekrardan bana doğru çevirdim.
"Önemsiz biri öyle mi? O yüzden mi o adamı gördüğün an yüzün soldu birden? Sıcacık ellerin buz kesti. Ya adamı dinlemeden kaçtın ordan bildiğin. Senin için önemli biri belli. Kim bu adam Hale? Kimdir, necidir, kimlerdendir? Lütfen söyle bana."
Hale'nin gözleri tekrardan sulandı. Eliyle beni kendisinden uzaklaştırmak için aramıza duvar ördü.
"Şimdi değil Yavuz! Lütfen.. şuan da bu konu hakkında konuşmak istemiyorum. Lütfen anlayış göster bana."
Ardından hızlıca oradan uzaklaştı. Arkasından birkaç kez seslendim. Fakat dönüp bakmadı.
"Hale dur!"
O esna da Hale'nin aslında o adamdan değil de benden kaçtığını anladım. İçimi büyük bir endişe kapladı. Tam kavuşmuşken yeni bir imtihandan geçmeye hazır değildim. Darmadağın olan halimi doktorun bana seslenmesiyle toparladım.
"Yavuz bey biraz konuşabilir miyiz?"
Doktorun odasına geçtiğimiz vakit bana Zeynep hakkında konuştu. Pek olumlu bir konuşma değildi bu.
Doktor;
"Zeynep çok hasta. Onun için tüm gerekenleri yaptık. Fakat hastalık son evreye ulaşmış durumda. Bundan sonrası Zeynep’e kalmış."
İçimi bastıran öfkeyle sesimi yükselterek;
"Ne diyorsunuz siz doktor hanım? Ne demek Zeynep’e kaldı?" Diye haykırdım.
Doktor;
"Lütfen metanetli olmayı deneyin. Hastalık çok kuvvetli ilaçlar karşılık vermiyor. Elimizden ne geldiyse yaptık, yapıyoruz. Ama kendinizi her şeye karşı hazırlayın."
Gözlerimden süzülen yaşlardan önümü doğru düzgün göremiyordum.
"Siz bana kızınız ölecek ve buna hazırlıklı mı olun diyorsunuz?"
Doktor;
"Üzgünüm. Ama size moral olacak bir haber daha vereyim. Bu tarz ölümcül hastalıklarla çok iyi mücadele eden bir meslektaşım hastanemize gelecek. Ondan özellikle Zeyneple ilgilenmesi için rica da bulunacağım."
"Sağ olun." Diye sayıkladım. Ardından hızlı adımlarla odadan çıkıp Zeynep’in yanına koştum. Fakat odaya girmeden önce kapının önünde hemşirelerin Zeyneple ilgilenmesini izledim. Yine kusuyordu. İçtiği ilaçları midesine inmeden dışarıya atıyordu. Yanına gitmek istedim. Fakat mentalim buna izin vermedi. Hızlıca kendimi bahçeye attım. Elime aldığım telefonla Salih'i aradım. Dertleşmeye ve derdimi dinleyecek birine ihtiyacım vardı. Ankara'nın sokaklarında türlü türlü hikayeler vardı. Kimi genç sevgililer el ele tutuşmuş gülüşüyorlar. Aşklarının bahar mevsimini yaşıyorlarken hemen sola döndüğüm sokaktaysa iki çift kavga ediyorlardı. Bir diğer sokaktaysa yaşlı bir amca simitlerini satmaya çalışıyor. Fakat gençler karşıdaki çiğ köfteciden çiğ köfte yiyorlardı. Hayat herkes için bir zıtlık sunuyordu.
Salih'in yanına vardığım esnada bana ayran uzattı. Kendisine alırken bana da almış olmalıydı. Ayranı açıp bir çırpıda kafama dikledim. Salih bu halime gülerek;
"Nedir derdin anlat bakalım?" Diye sordu.
Ona lunaparktaki olayı anlattım. İnce, sıska uzunca boylu adamdan bahsettim. Salih kollarını birbirine kenetleyerek;
"Ya Yavuz sana bir şey soracağım." Dedi.
Ne soracağını merak ederek;
"Sor bakalım." Dedim.
Salih;
"Ya sen bu Hale'yi ne kadar tanıyorsun?"
"Bu ne biçim bir soru böyle yahu?"
"Hangi rengi sever? En sevdiği sayı ne? Hangi günlerden hoşlanır? En sevdiği yemek nedir? Annesini mi daha çok sever yoksa babasını mı? Yani bu soruların cevaplarını bilecek kadar tanıyor musun sen onu?"
"Nereden çıktı şimdi bu?" Diye sordum.
Salih;
"Hayat bana bunu öğretmeyi mecbur etti; kimseyi kendinden çok sevmeyeceksin. Çünkü ya sevgini kullanır ya da yukarıda ki onu senden alır."
"Çok sağ ol Salih ya! Bilseydim meyhaneye falan gidelim derdim ya. Dertli adamı daha da derde sokuyorsun. Sözde dertleşecektik."
Salih acı acı güldü karşımda. Onun bu tavrı beni sinir etmişti.
"Müjgan yüzünden böyle diyorsun sen. O ailesiyle mutlu diye böyle karamsar konuşuyorsun." Dedim.
Salih birden ciddiyetini toparlayarak;
"Ben onu hâla seviyorum bu doğru. Ama evli kadınlarla bizim işimiz olmaz. Ben sevdiğim kişi için sevdiğimden vazgeçtim. Sen aynısı yapar mıydın Yavuz? Hale seni değil de bir başkasını sevseydi ondan onun için vazgeçer miydin?" Diye sordu.
Daha fazla bu karamsar muhabbete tahammül edemeyip;
"Eyvallah kardeşim. Çok yardımcı oldun bana. Baya kafamı toparladım sayende." Dedim. Ardından omzuna bir iki kere vurup gitmek için oradan ayrıldım. Salihse arkamdan seslendi.
"Nereye?"
"Hastaneye mi?"
"Ben bırakayım?"
Fakat ona cevap vermedim. Aklıma türlü türlü düşünceler ve sorular sokmaya neden olmuştu. Bu yüzden ona öfkelenmistim. Kafam dağılsın diye dönüşte en işlek caddenin önünden geçtiğim esna da aynı adam belirdi önümde. Haleye seslenen adama çok benziyordu. Biraz daha adama doğru yaklaşıp o olup olmadığını doğrulamak istedim. Fakat gerçekten de oydu. Tüm dükkanların önünden geçerken esnafa selam vermeyi ihmal etmiyordu. Halinden biraz varlıklı biri olduğu belliydi.
Haleden cevabını alamadığım soruları o adama sormak için arkasından seslendim.
"Pardon!"
"Pardon bakar mısınız?"
Adam şaşkınca dönerek beni süzdü. Ardından tanımış olmalı ki hızlıca yanıma yanaştı.
"Buyrun?"
"Sizi lunaparkta görmüştüm. Hale'ye sesleniyordunuz. Kim olduğunuzu öğrenmemin bir mahsuru olmasa gerek."
Adam şaşkın bir vaziyetle sordu;
"Hale size anlatmadı mı?"
"Neyi?"
"Kim olduğumu?"
"Hayır! Yani doğru düzgün konuşma fırsatı bulamadık."
"Ben.."
Merakla adamın dudaklarının arasından çıkmayı bekleyen sözlere odaklanmıştım. Fakat adam da Hale gibi benden kaçarak gerçek kimliğini sakladı.
"Ben geçmişten gelen bir yabancıyım." Dedi ve ardından hızlı adımlarla kalabalığa karıştı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
4.83k Okunma |
561 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |