12. Bölüm

{GİTMEK Mİ KALMAK MI}

Merve
mervetvc_

Gece boyu aklımı kemiren düşünceler yüzünden henüz uykuya dalamamıştım. Geçmiş bir yandan, gelecek diğer yandan beni köşeye sıkıştırıyorlardı sanki. Evin duvarları üzerime üzerime geliyor, fazlasıyla daralıyordum. Yataktan kalkıp Zeynep’i kontrol ettim. Üzerini uykusunda her zaman açıyordu. Yorganı iyice üzerine çektikten sonra yanağına bir öpücük kondurdum. Ardından bahçeye çıkıp hava almak istedim. Dışarı da ayaz soğu vardı. Hava yine yağmurluydu. Bu sefer yağmura kuvvetli gök gürültüsü de eşlik ediyordu. Etraf yine sise bulanmıştı.

Derince bir nefes aldım. Yağmur damlalarından ıslanan toprağın kokusunu iyice içime çektim. O an içimin bir nebze ferahladığını hissettim. Bir adım atıp, ellerimi yağmur damlalarına doğru uzattım. Avucumun içine doğru damlalar hücum ediyordu. Sonra bir adım daha ve sonra yine bir adım daha attım. Artık yağmur üzerime doğru yağıyordu. Tüm kıyafetlerim sırılsıklam olmuştu. Yağmur damlalarının ağırlığı altında eziliyordum sanki.

Sonra başımı yukarıya kaldırdığım esna da Hale'nin camdan yağmuru seyrettiğini fark ettim. Onu da benim gibi uyku tutmamış olmalı..

O kadar naif görünüyordu ki; beyaz pijamaları sanki özenle onun için diktirilmişti. Çünkü bir başkasında böyle güzel duramazdı. Hafif dağılan saçları, perçemleri gözünün önüne düşmesine neden oluyordu.

Sonra birden kafasını aşağıya doğru çevirdiğinde göz göze gelmek durumunda kaldık. Beni sırılsıklam vaziyette görünce şaşırmıştı. Hemen arkasına dönüp; Kamuranı kontrol etmiş olmalı. Ardından yüzünü tekrar bana çevirip, elini cama dayadı. Parmaklarıyla beni okşuyordu. Ardından işaret parmağıyla cama kocaman bir kalp çizdi. Seni seviyorum demenin bir değişik modeli olmalıydı bu. Ardından kalbin içine bir öpücük kondurup, perdeyi geri kapadı. Gölgelerinden Kamuranın Hale'nin yanına geldiğini anlamıştım. Ona sıkıca sarıldı ve onu öptü. Daha fazla bu eziyete dayanamayıp kendimi sokağa attım. Yağmur dinmek yerine daha da şiddetleniyordu. Tıpkı içimdeki hırçın duygular gibi. Adeta dile geliyordu.

Kendimi bulduğum ilk meyhaneye attım. Garson sırılsıklam olan üzerimi fark ettiğinde bakışlarını benden alamadı. Sonrasında masama yaklaşıp "Ne alırdın abi?" Diye sordu.

"Acımı dindirecek, hafızamı sıfırlayacak bir şeyler getir bana." Dedim.

Acı içinde kıvranıyordum. Adama bu cümleyi kurarken yalvarır bir haldeydim. Adam kafasını onaylar bir vaziyette sallayıp yanımdan ayrıldı. Bense son gördüğüm görüntü karşısında kafamdan senaryolar uyduruyordum. Ama bu senaryolar benim lehime oldukça kötüydü. Ama kime kızıyordum ki? Sonuçta onlar evlilerdi. Evli çiftler ne yapıyorlarsa onlarında bizzat yapmaya hakları vardı. Benim kızgınlığım kendimeydi. Garson masaya siparişimi getirdiği an kafama dikledim. Ve bir yenisini daha istedim. Tekrar getirdi ve ben yine tek bir içişte dikledim. En sonunda garsonun bu vaziyetten yoruldugunu fark ettiğimde; "direkt masaya getir ben hallederim" dedim.

Acıklı şarkı eşliğinde içiyordum. Yavaş yavaş uyuştuğumu fark ettim. Düşüncelerimi artık kontrol edemiyordum. En son çalan bir şarkıya bağıra bağıra eşlik ettim. Acınası bir haldeydim. O esnada tam karşıma bir adam oturdu. Halime bakıp kocaman bir kahkaha atmayı da ihmal etmedi. Sonrasında omzuma dokunup;

"Dertliyiz galiba?" Dedi.

Hiçbir şey söylemeden kocaman bir iç çektim. Elimdeki bardaktan bir yudum daha almaya niyetlendigim esnada adam kolumu tuttu.

"İçmeyin daha! Kendinize bu haksızlığı yapmayın. Yeterince dağılmış görünüyorsunuz."

Adamın bu sözleriyle elimdeki bardağı şiddetli bir şekilde masaya bıraktım. Ardından adam tekrar söze girdi.

"Üstünüz başınız sırılsıklam. Hasta olmazsanız iyi."

Adama acı bir gülümseme ile;

"Yalnızca sırılsıklam olan üzerim değil, sırılsıklam aşığım!" Dedim.

Adam;

"Zaten buraya gelen ya sırılsıklam aşıktır ya da dertli." Dedi.

Ardından oturduğu yerden ayağa kalkıp koluma girdi.

"Buyrun bize gidelim. Bu halde tek başına dolaşmayın."

"Olmaz!" Dedim. Ama eve geri nasıl dönecektim? Yol ezberimde değildi. Bende nerede olduğumu tam bilmiyordum. Hem aklım ve mantığım da tam yerinde değildi. Ayakta durmaya mecalim bile yoktu. Daha fazla direnmeyip adama ayak uydurdum.

Adam beni, yıllardır Ankara'ya kök salmış bir apartman binaya getirdi. İçindeki rutubet kokusu midemi bulandırmıyor değildi. Evin kapısını çaldığında, ne bulduysa üzerine tıkıştırdığı giysilerle kombin yapmış; aynı zamanda saçı başı dağılmış bir kadın kapıyı açtı.

"Eyvah! Misafirimiz olduğunu niye söylemedin abi?"

Adam "tövbe estağfurullah!" Diyerek içeriye girdi. Ardından bana da yardım edip, ıslak paltomu üzerimden çıkardı. O an vücudumda bir hafifleme hissetmiştim.

Eve girdiğim esnada adam kadına seslendi;

"Bize acı bir Türk kahvesi yap Gülizar."

Ardından bana dönerek;

"Sende bir duş al istersen. Açılır kendine gelirsin."

Ardından sıcacık suyla duş aldıktan sonra adamın verdiği kıyafetleri giyindim. Cizgili pijama ne kadar yukarıya çekersem çekeyim belimden düşüyordu. Gömlekte bir beden büyüktü. Apartman gibi kıyafetlerde rutubet kokuyordu. Banyodan çıktığım esnada Gülizar ile karşılaştık. Beni görünce elinde tuttuğu tepsi sallanmaya başladı. Haliyle kahvenin bütün köpüğü de yok olmuştu.

"Gülizar be bir kere de düzgün getir şu kahveyi gülüm."

Gülizar oldukça mahcup görünüyordu. Onu motive etmek icin;

"Ne kadar köpüklü olursa olsun acı kahve sevilmez ki!" Dedim.

Ardından kahveden bir yudum aldım. Oldukça acıydı. Ama beni kendime getirmeyi başarmıştı. Gülizar odanın girişinde duran sandalyeye oturdu. Ve meraklı gözlerle beni süzüyordu. Ardından adam söze girdi.

"Seninle doğru düzgün de tanışamadık. Ben Salih!"

"Memnun oldum, bende Yavuz."

Gülizar oturduğu yerden atlayıp;

"Bende Gülizar!" Dedi.

Salih Gülizara doğru sert bir bakış attı. Gülizar bu azarlayıcı bakışla tekrar mahçup olmuş ve utanmıştı.

"Gülizar benim kız kardeşim olur. Beraber yaşıyoruz."

"Anneniz ve babanız neredeler?"

"Onlar memlekette."

"Nerelisiniz?"

"Gümüşhane! Siz nerelisiniz?"

"İstanbul!" Dedim bir an. Bunu söylemeyi beklemiyordum. Fakat o an ağzımdan öyle çıkıverdi. Ankaralıyım diyemedim. Çünkü kendimi buraya ait hissedemiyordum bir türlü.

Gülizar gözleri fal taşı gibi açılarak;

"Ay İstanbul mu? Hep gitmek istemişimdir. Çok güzel bir şehir. Kızkulesini hep merak etmişimdir." Dedi.

"Hiç gitmediniz mi?"

"Hayır! Abime diyorum da Ankaradan başka şehir tanımam diyor."

Salih tekrar Gülizara sert bir bakış attı. Ardından da "boşuna masrafa ne gerek var." Dedi.

Uzun zaman sonra ilk defa böyle gerçekçi bir kardeş ilişkisiyle karşılaşmıştım. Ne kadar kavga ederlerse etsinler, özünde birbirlerini çok seviyorlardı. Gülizar da Salih'te çok iyi insana benziyorlardı.

"Ben her şey için teşekkür ederim. Artık gitsem iyi olacak."

Gülizar yerinden hızlıca kalkip;

"Nereye? Daha yeni geldiniz." Dedi.

Salih onun bu patavatsız hareketlerine kızıyordu. Bakışlarıyla da açıkça belli ediyordu.

"Gülizar haklı. Daha yeni geldiniz. Hem yağmur da yağıyor, vallahi bırakmam."

"Kızım beni uyandığında görmezse endiselenir."

Gülizar yüzü düşmüş bir vaziyetle;

"Evli misiniz?" Diye sordu.

Salih tekrar aynı bakışı attı. Fakat Gülizar bu sefer pek de umursamadı.

Gülerek;

"Hayır evli değilim." Dedim.

Gülizar;

"Boşandınız mı yoksa?" Diye sordu.

Salih daha fazla Gülizara tahammül edemeyerek ona;

"Sen tepsiyi mutfağa götürsene Gülizar!" Dedi.

Gülizar oldukça ağır bir vaziyetle tepsiyi aldı. Ama aklı hala benim vereceğim cevaptaydı.

"Zeynep benim öz kızım değil. Bana çok değer verdiğim birinin emaneti." Dedim.

Bu cevapla Gülizarın yüzünde tekrar gülümseme belirdi. Ardından mutfağa gidip yanımızdan ayrıldı.

Salih fısıldayarak;

"Ama gönlünde var biri belli. Bu hale gelmene sebep olan biri." Dedi.

Hiçbir şey söyleyemedim. Utanmıştım. Ayağa kalkıp pencereden dışarıya baktım. Yağmur hala yağıyordu. Tek çare burada kalmaktı. Gülizarın yatmam için hazırladığı çekyatta uyuyakaldım. Uzun zaman sonra zorlanmadan, en iyi şekilde uyuduğum ilk geceydi bu.

                           ***

Sabah olduğunda nefis kokular eşliğinde gözümü açmıştım. Gülizar ve Salih kahvaltı hazırlıyorlardı. Hemen olduğum yerden kalkıp, etrafı toparladım. Ardından kahvaltı için onlara yardım ettim. Gülizar çayları da getirince yemek yemeye başladık. Gülizar meraklı gözlerle hâla beni süzüyordu. En sonunda dayanamayıp sordu.

"Sizin mesleğiniz ne? Sorması ayıp."

"Edebiyat öğretmeniyim."

Gülizar bu cevaba oldukça sevinmişti.

"Ögretmensiniz yani. Hem de edebiyat öğretmeni. Ay ben çok severim edebiyatı."

Salih alaycı bir sekilde;

"Sen ne anlarsın Gülizar edebiyattan!" Dedi.

Gülizar yüzü düşmüş bir vaziyetle;

"Şiir okumayı ve yazmayı çok severim. Ama abim beni küçümsediği için anlamaz."

Salih bu cevap karşısında mahçup olmuştu. Ortamı yumuşatmak için;

"Eminim çok güzel şiirleriniz vardır. Edebiyat yoruma açık bir sanattır. Ama herkes anlamaz. Şiir dili bilmeyen yazdığınız şiire bir anlam yükleyemez. Sanırım bu yüzden Salih bu konuda size pek destek olamıyor."

Gülizar hayran gözlerle bana bakıyordu. Salih konuyu kapatın der gibi ağzını büzdü. Kahvaltı faslıda bittiğinde eve gitmek için onlardan izin istedim. Salih bana onunla istediğim zaman görüşmek için numarasını verdi.

Islanan kıyafetlerim, ne kadar nemli olsalarda nihayet büyük beden olan ve rutubet kokulu pijamalardan kurtulup kendi giysilerimi giyimistim.

Salihin çağırdığı taksiye binip Kamuranların evine gittim. Herkes çoktan kahvaltıya oturmuş, şaşkın gözlerle bana bakıyorlardı. Kahvaltıya misafir de vardı.

Zeynep koşarak bana sarılıp "nerdesin sen?" Diye sordu.

Kulağına doğru egilerek;

"Bunlar da kim?" Diye sordum.

"Hale hocanın anne ve babası."

Hemen üstüme başıma çekidüzen verip onları hoşladım. Ardından boş olan sandalyeye oturdum.

Halenin babası bilgili ve kültürlü naif bir beyefendiye benziyordu. Ama annesi keskin bakışlarıyla beni süzüyordu. Kamuran onlara beni tanıttı. Ardından annesi o kritik soruyu sordu.

"Hayatında biri var mı? Ciddi düşündüğün biri."

"Yok efendim."

Kamuran o esnada gülerek yanıt verdi.

"Yalan söyleme Yavuz! Bu birine körkütük aşık olmuş. Ama kavuşmaları biraz zor. Hatta baya zor."

Halenin babası;

"Neden?"

"Çünkü kadın evli."

O an Haleyle ikimizin eli birbirine dolandı. Ben boğazıma bir şey takılırcasına öksürürken, Hale titreyen elleriyle su içmeye çalışıyordu.

Halenin annesiyle şüpheci bakışlarıyla bizi izliyordu.

Kamuran konuyu değiştirmek için başka bir şeyi attı ortaya.

"Yavuzcum biz yokken ev sana emanet."

"Nasıl, anlamadım?"

"Haleyle bir haftalığına tatile gidiyoruz. Bu İkimize de iyi gelecek."

Ardından Hale'nin bileğine uzanıp öptü. Daha fazla bu eziyete dayanamayıp;

"Zeynep, gel biz senin ödevlerine bir bakalım." Dedim. Ardından izin isteyip oradan ayrıldık. Odaya girdiğimizde Zeynep bana;

"Baba sen Hale hocayı mı seviyorsun?" Diye sordu.

Panikle;

"Yok öyle bir şey!" Dedim. Ama çok sert bir sekilde yanıt verdiğimi fark edince, Zeynepin ellerini tutup;

"Nerden çıktı bu?" Diye sordum.

"O adam dedi ya! Evli birinden.."

Lafını kesip;

"O adam ne söylediğini bilmiyor!" Dedim.

İçimdeki öfkeyi bastırmam gerekiyordu. Odadan çıkıp lavaboya elimi yüzümü yıkamak için gittiğim esnada Hale ile karşılaştık. Hiçbir şey söylemeden odasına gitmek için hazırlanmıştı. Fakat ben bir anlık refleksle onu kolundan tutup;

"Gitme!" Dedim.

Hale benden hemen uzaklaşarak;

"Beni unut Yavuz! Gitmek mi kalmak mı diye soruyorum kendime. Ama kalırsam ne değişecek? Gitmekten başka çarem yok."

Ardından odasına gidip, eline aldığı valizle geri döndü. Merdivenlerden ağır ağır indi. Bende onu takip ettim. Kamuranla beraber arabaya bindiler. Halenin annesi ve babası da onları yolcu etti. Hizmetliler arkalarından su döktü. Ve birkaç dakika sonra gözden tamamıyla uzaklaştılar. Halenin kamuranla gitmesi bu evliliği kabullendigini açıkça belirtmişti. Benimse artık duygularıma son vermem gerektiğini apaçık ortadaydı. Artık vazgecmeliydim; çünkü Hale'nin de dediği gibi bizim ne bir geleceğimiz ne de bir sonumuz yoktu...

 

Bölüm : 27.12.2024 00:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...