Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne. "
O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin. Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü. Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın. Ve zaten genellikle o daha az sever seni, Senin onu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem. Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin. Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen, Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin. Gökyüzünü sahipleneceksin, Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan bir şeylerin... Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, ya da pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak...
~Can Yücel
***
1 Hafta Sonra
Vakitlerden artık gitme vaktiydi. Uzunca bir maratonun sonuna gelmiştik. Oldukça yorulmuştum. Kalbim kırılmıştı. Çoğu kez terk edilmeye mahkum bırakılmıştım. Ama her şeyden daha da ağır basanı bir yere ait olamamaktı. Ankara benim doğup büyüdüğüm yerdi. Ama ben bu şehre her zaman yabancıydım. Şimdi gideceğim yer İstanbuldu. Fakat oranın gurbetten ne farkı vardı? Asıl gurbet orası değil miydi zaten?
Otogara geldiğim vakit kolumdaki saate bakındım. Biri on geçiyordu. Daha yarım saat kadar beklemek gerekecekti otobüsün kalkışı için. Beklerken aslında ne kadar da yalnız olduğumu anladım. Beni uğurlayacak, arkamdan el sallayıp göz yaşı dökecek kimsem yoktu. Veda edecek kimsem kalmamıştı. Yapayalnızdım bu koca şehirde. Üstelik bir hiçtim artık. Önceden bir mesleğim, ünavım vardı. Yavuz Hoca derlerdi bana. Sabahları uyanmak için bir sebepti bu. Ama artık o da yoktu.
Eşyalarımı topladığım vakit bir öğrencimin teşekkür mektubuna denk gelmiştim. Çok duygulanmıştım. İstanbul'daki öğrencilerimi özlemiştim. Acaba beni hatırlıyorlar mıydı? Onlar beni unutamazlardı ki. Onlarla aramızdaki bağ öğretmen öğrenci ilişkisinden daha da öteydi. Tek umudum artık İstanbul'daki öğrencilerimdi. Onlar da unuttularsa beni kendime hapsolmuşum demektir.
Ama Ankara da geçirdiğim bu süreç içinde anladım. Ne kadar kaçmak istesem de ne kadar kendimi buraya ait hissetmesem de benim yerim burasıydı. Buraya ilk adım attığım vakit ne kadar beni kendine çekmese de şuan İstanbul'a dönüyor olmak bana bir şey çağrıştırmıyordu. Çünkü bir şehri terk edersin, ama şehirdeki anılar da seninle beraber gelir. Ülkeni terk edersin ama dini, dili, ırkı ve kültürünü kendinden alamazsın.
İnsan nereye gidip saklanmak isterse istesin kendisinden kaçamaz, gittiği her yer de kendisinin esiri olurmuş. Çünkü nereye giderse gitsin hatta dünyanın en uzak noktasına, yaşam belirtisi olmayan bir yere de gitse düşünceleri onunla birlikte gelir. Geçmişi ve geleceği, hataları ve doğruları hepsini kendisiyle birlikte peşinden sürükler. Sonra değişmek ister. Olduğundan farklı görünmek.. Bambaşka biri olmak ister.. Kendine sözler verir. Yeni hayata başlamak için adım atar. Ama biri gelir, sen onunla bir gelecek kurmak isterken sana geçmişi hatırlatır. Biri gelir, bu sefer çok farklı dersin. Ama sana birini anımsatır. Ve olduğun yere, en başa dönersin. Sonra gidip sığındığın o ülkeye o şehire ağır gelmeye başlarsın. Seni taşıyamaz, yük olursun. Sığındığın yerden de kaçmaya başlarsın. Ama hiçbir yer kabul etmez seni. En sonunda kabullenirsin. Ait olduğun yere geri dönersin.
İnsan ne kendini değiştirebilir ne de ait olduğu yeri. Çünkü insan ait olduğu yerde ait olduğu kişiyle mutludur.
Ben bu düşüncelerimle vakit doldurmayı beklerken tanıdık birinin ismimi sayıkladığını duydum.
"Yavuz!"
Doğrulup sese baktığım vakit bu sesin sahibinin Salih olduğunu anladım. Beni gördüğü vakit koşarak yanıma geldi. Tek değildi, yanında Gülizar da vardı.
Salih;
Oh yetiştik! Çok korktum vallahi vedalaşamadan gittin diye.
"Siz nasıl geldiniz memlekette değil miydiniz?"
Gülizar;
"Seni bir başına bırakacak değildik ya! Olanları duyduğum an yola koyulmak istedim."
Onları gördüğüm vakit gerçekten mutlu olmuştum. Aslında sandığım kadar yalnız olmadığımı fark etmemi sağladı onları görmek. Onlar bana Ankara'nın getirdiği nadir güzelliklerdendi.
"Sağ olun, eksik olmayın."
Salih omzuma dokunarak;
"Bir şeye ihtiyacın var mı kardeşim?" Diye sordu.
"Çok sağ ol siz iyi olun yeter."
"Gidiyorsun he şimdi?"
"Gitme vakti geldi artık. Hem beni burda tutan bir şey de yok. Kalmam için bir sebep yok artık."
Gülizar;
"Biz varız! Yine gelirsin değil mi Ankara'ya."
"Sanmıyorum."
"Neden?"
"Ankarayla ezelden dargınız biz. Sevemedik bir türlü birbirimizi."
Salih gülerek;
"Ulan Yavuz, koca şehre herkes sığıdı da bir sen sığdıramadın kendini." Dedi.
Haksız da sayılmazdı. Benim için Sisli Ankara'ydı burası. Oldukça sisliydi ki sevdiğim herkesi kendi sisinin içine çekerek yok etti. Bir ben kalmıştım o sisin dışında. Kendimi ne kadar bu sisin içindeymişim gibi hissetsem de aslında hep dışarıdaymışım.
Şoför otobüsü çalıştırdığı ve muavinin İstanbul yolcusu kalmasın diye haykırışıyla artık gitme vakti tamamıyla gelmişti. Gülizar sulanmış gözleriyle bana sıkıca sarıldı. Ardından söze girdi;
"İyisiyle kötüsüyle yaşadık bir şeyler. Neyseki hepsini atlattık. Hakkını helal et, benden yana helal olsun."
"Helal olsun."
Salih;
"Burada bir ailen olduğunu unutma kardeşim. Seni her zaman bekleriz, kapımız her zaman açıktır sana bunu unutma!"
"Çok sağ olun."
Ardından otobüsün arka kapısından içeriye doğru bir basamak çıktığım vakit;
"Sağlıcakla kalın, beni unutmayın." Dedim.
Salih;
"O ne biçim söz öyle! Her zaman aklımızdasın."
"Eyvallah."
Ardından otobüsteki yerimi aldım. Birkaç saniye sonra da otobüs hareket etti. Camdan dışarıya bakındığım vakit Salih ve Gülizar ağlayarak el sallıyorlardı. Bir çocuk gibi sevinçten dört köşe olup onlara el sallayarak karşılık verdim. Birkaç saniye sonra gözden kayboldular. O an vedalardan ne kadar nefret ettiğimi fark ettim. Otogarlar her zaman soğuk olurdu. Bunun sebebinin aslında bu acıklı vedalar olduğunu anladım.
Artık tek başınasın Yavuz! Diye geçirdim içimden. Ardından hafifçe fısıldayarak "İstanbul yolcusu kalmasın.." Dedim.
***
İstanbul'a vardığım vakit elimde çekiştirdigim valizimle ordan oraya dolanıyordum. Her bir sokakta seni arıyordum. Sağıma bakıyorum yoksun.. soluma bakıyorum, orada da yoksun. Denize haykırıyorum "burda mısın" Diye. Çünkü sen denizi olmayan bir şehirde en az dalgalar kadar hırçın ama aynı zamanda yaz akşamlarına doğru deniz gibi uysaldın, berraktın. Ama deniz de seni vermedi bana. Üstelik yaz da değildi. Kışın ortasındaydık. İçimiz yanarken donuyordu bedenimiz. Sonra bir çiçekçi gördüm. Aklıma sen geldin; çiçekleri çok severdin. Ama onlara iyi bakmadığını iddia ederdin. Sahi sana aldığım çiçekler ne oldu?
Nereye gidersem gideyim, hangi sokağa ugrarsam uğrayayım sanki sen de benimle birlikteydin. Görünmüyordun ama buradaydın. Yokluğunun içinde var etmek istiyordum belki de seni.
Ama aslında yoktun. Burada değildin, yanımda hiç değildin. Sahi neredeydin? Nerede olduğundan bile habersizdim ben. Tek isteğim her neredeysen çıkıp gelmendi. Her şeye rağmen affederdim ben seni. Çünkü bunu istiyordum; sana kavuşmayı, seni senden çok affetmeyi istiyordum. Çıkıp gelsen olmaz mı? Hemen şimdi.. sarılsak birbirimize? Unutsak tüm geçmişi..?
***
33 yıl sonra
Sana sevdiğim şiirlerden bir defter hazırladım. İçine bir sürü ama bir sürü şiir yazdım. Kendi yazdığım şiirleri de ekledim. Çünkü onlar senindi. Sana hitaben yazılmışlardı. Bazı şiirler kırıcı.. onları kırgın olduğum vakit eklemiş olmalıyım. Sen onlara fazla takılma. Ne kadar anlamlı olduklarını bil yeter. Asıl aşkı besleyen şiirler sana ait. Aşk demişken ben senden sonra sevemedim kimseyi. Öylece dört duvar arasında yaşayıp gittim. Sahi sen kalbin bir başkasına aitken nasıl sevdin beni?
Bazenleri kâbuslar görüyorum. Oldukça gerçekçi. Ama sonra sen geliyorsun rüyalarıma. Seninleyken ne kadar mutlu olduğumu anlıyorum bir kez daha. Ara ara gel rüyalarıma olur mu? Çünkü rüyalarımdan da gidersen seni bir daha göremem.
Buraya küçük çocuklar geliyor. Onlara ders veriyorum. Geçimimi böyle sağlıyordum. İçlerinden biri Zeynep’e o kadar çok benziyor ki.. Onu görünce aklıma geldi; biz evlenecektik. Zeynep'te iyileşecekti. Sonra bir kızımız daha olacaktı. Adını Güneş koyacaktık. Çünkü güneş gibi ısıtacaktı içimizi. Zeynep küçük kardeşini kıskanacaktı. Bilirsin büyük çocuklar küçük kardeşlerini her zaman kıskanırlar. Ama özünde kardeşini çok seviyordu. Ama tüm bunlar bir hayal olarak kaldı. Üstelik gerçekleşmesi de oldukça imkansız.
Bu aralar hasta gibiyim. Kalbim de bir ağrı hissediyorum. Oldukça şiddetli bir ağrı. Karşı komşunun kızı Nalan hanım hemşire.. beni doktora gitmem için darlıyor. Ama bana çare doktordan gelemez ki. Çünkü benim ilacım sensin. Doktorlar seni bana verebilecek miydi?
Sana yine şiir eklemek istedim. Bugün daha da kötüyüm. Sanırım ölüm kapıda bekliyor. Eğer öyleyse 65 yaşımda gözlerimi yumacağım bu dünyaya. Fakat içimde ölümümün böyle erken olacağına dair hep bir his vardı. Ama ben direniyorum. Belki bu gözlerim son kez de olsa senin o nur yüzünü görme şerefine erişebilirler.
Ben artık günlerden umudumu kestim. Birazdan can vereceğim hissediyorum. Zeynep bu sıralar pek bir uğruyor rüyalarıma. Senin için son bir şiir daha ekledim. Bir gün bu güzel şiirleri okuman ve benim senden sonraki hayatıma şahit olman, ama seni sevmekten asla vazgeçemediğimi ve hatta son nefesimi verirken bile gözümde canlandığını, seni canımı almaya gelen Azrail de bile aradığımı bilmen dileğiyle.
SON
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
4.83k Okunma |
561 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |