1 Hafta Sonra
Bir haftadır Hale ile düzgünce konuşamıyorduk. Benden sürekli kaçıyor, onunla buluşmak istediğim vakitlerde de beni geçiştiriyordu. Aramıza giren bu soğukluğun sebebini az çok tahmin edebiliyordum. Fakat manasını bir türlü anlayamıyordum. Ne Hale benimle konuşup durumu anlatıyordu ne de geçmişte ki yabancı. Ikiside adeta bir sır gibi saklıyor, bir kelime dahi konuşmuyorlardi.
Diğer yandan Zeynep iyice ağırlaşmıştı. Geceleri özellikle ona bir şey olacağından korktuğum için uykusuz kalıyordum. Adeta başında dikilip nöbet tutuyordum. Ölüme bir çare var mıydı bilmiyorum. Fakat içimi böyle rahatlatmayı deniyordum.
Bugün ziyaretçi olarak Gülizar ve Salih gelmişti. Gülizar bir süre memleketinde kalacaktı. Bu sebepten Zeynep’e veda etmeye gelmişti. Hemen Zeynep’in yanıbaşına oturmuş, halsizlikten kelimeleri doğdu düzgün seçemeyen Zeynep’le sohbet etmeye çalışıyordu. Salih ise kulağıma sessizce fısıldayarak beni yokluyordu.
Salih;
"Haleden bir haber var mı?"
"Yok! Arıyorum açmıyor."
"Ne diyeceğimi bilemedim Yavuz."
"Ben de bilmiyorum kardeşim. İlk defa böyle yapıyor. O herifle ilgili kesin. Ama bana anlatmıyor."
"Sen üzme şimdi kendini. Yakında çıkar kokusu. Zeynep’e odaklan."
Gülizar Zeynep’e;
"Seni çok iyi gördüm. Ben gelene kadar iyileşmiş ol tamam mı? Gerçi iyilestigin vakit baban seni Ankara da tutar mı o da şüpheli." Dedi.
Zeynep;
"Ben Ankaradan başka bir yere gitmem ki!" Diyerek Gülizar'a yanıt verdi.
Ardından odaya hemşirenin girmesiyle irkildik. Zeynep’e birkaç tahlil daha yapılacaktı. Bu yüzden bizi odadan çıkarıp, Zeynep’i hazırlamaya koyuldu.
Odadan çıktığımız vakit Gülizar bana;
"Zeynep’in durumu nasıl?" Diye sordu.
Başımı öne doğru eğdim. İçimden iyi şeyler söylemek geliyordu. Fakat gerçek bir o kadar acı ve ağırdı.
"Zeynep çok hasta. Doktorlar her şeye karşı hazırlıklı olun diyorlar."
Gülizar bu söylediğime üzülmüştü. Ama Zeynepten çok bana acımış gibiydi. Yalnız bana acıyan Gülizar değildi. İki kardeş öylece sırt sırta vermiş, acı dolu bakışlarla beni süzüyorlardı.
Gülizar omzuma dokunarak beni teselli etmek icin;
"Sevgi iyileştirir derler Yavuz, Zeynep buraya kadar senin sevgin sayesinde geldi. Bundan sonra da o sevgiyle hayata tutunacaktır eminim." Dedi.
Tebessüm eşliğinde "Sağ ol Gülizar." Dedim. Ardından Salih söze girdi;
"Biz artık gidelim Gülizar. Otobüsün kalkış saati yaklaşıyor."
Gülizar onaylar şekilde kafasını salladı.
"Yolun açık olsun Gülizar."
"Sağ ol Yavuz."
Ardından ikisi de gittiği vakit cebimden çıkardığım telefonumla tekrar Hale'yi aradım. Fakat yine telefonu açmadı. Telefon bir iki kere çalıyor fakat sonrasında meşgule düşüyordu.
Önümde duran tekli koltuğa ativerdim kendimi. Bedenim artık doğru düzgün dengede duramıyor, ayaklarım beni tartamıyordu. İçimden iyi şeyler hep böyle kısa mı sürer? diye geçirdim. Bir süre öylece oturduğum yerde düşüncelere daldım. Ardından bana ağır gelmeye başlayan bu düşüncelerden kurtulmak için geleni geçeni seyrettim. Küçük bir kız çocuğu iğne olmuş ağlıyordu. Bu onun yaşadığı ilk acı olmalıydı. Oysa insanin canini bir iğneden daha çok acıtan şeyler vardı maalesef bu hayatta.
Zeynep’in tahlilleri tamamlandıktan sonra tekrardan odaya girdim. Onun ellerini tutarak;
"Nasılsın?" Diye sordum.
Zeynep kapanan gözlerini zorla açmaya çalışıyordu. Yorgun ve oldukça uykulu olmalıydı.
"Tamam, yorma kendini sonra konuşuruz."
Yanından ayrılıp tekli koltuğa oturmaya yeltendigim vakit beni elimden tutarak durdurdu.
"Ben öleceğim değil mi?" Diye sayıkladı.
"Saçmalama! Böyle kötü şeyler konuşmuyorduk hani?"
"Ben her şeyin farkındayım baba."
Ardından derince bir nefes aldıktan sonra;
"Hale hocayla aranız mı bozuk?" Diye sordu.
"Hayır, gayet iyiyiz."
"Siz ikiniz evleneceksiniz değil mi?"
"Nasip kızım. Hadi düşünme sen şimdi bunları."
Üstünü örttüğüm vakit tekrardan söze girdi;
"O zaman neden bir haftadır buraya gelmiyor? Telefonlarını da açmıyor."
Hale ile aramızda olan soğukluğu ne kadar ona belli etmemeye çalışsam da Zeynepte farkına varmıştı. Ona cevap vermeye fırsat bile vermeden hemencecik uyuyakaldı. Bende köşede duran tekli koltuğa oturup öylece onu seyrettim. Ara ara bastıran uykumla savaş ediyordum. Ben de Zeynep gibi uykuya muhtaçtım. Bulduğum bir boşlukta uyuyakalıyordum. Öyle de oldu. Bir süre sonra uykum beni ele geçirmiş ve ben uyuyakalmıştım. Zeynep’in anlatmasina göre o sıra odaya Hale gelmiş. Ağlar bir vaziyetteymiş. Önce Zeynep’in yanına sokulmuş ve onu uzunca öpmüş. Sanki hasret gideriyormuş. "Beni affet" Diye birkaç defa sayıklamış. Ardından bana yaklaşıp dokunmayı denemiş. Fakat cesaret edememiş. Ağlaması daha da siddetlenmis. Elinde tuttuğu zarfı komodinin üzerine bırakıp son kez öylece bize bakmış. Ve sonra da hızlı adımlarla odadan ayrılmış.
Ben uyandığım vakit hava tamamıyla kararmıştı. Hemen olduğum yerden kalkıp Zeynep’i yokladım. Gözlerini aralayıp bana bir şeyler söylemeye çalıştı. Fakat sesi oldukça kısıktı.
"Ne söylediğini anlayamıyorum canım."
"H.. Hale hoca geldi."
"Ne!"
"Sana seslendim ama beni duymadın."
"Rüya görmüş olabilir misin?"
"Hayır, bak oraya mektup bıraktı."
Dönüp baktığım esnada gerçekten komodinin üzerinde mektup duruyordu. Hızlıca zarfı elime aldım. Fakat açmaya cesaret edemedim. İçinde yazan şeylerin pekte iyi şeyler olmadığını hissetmiştim.
Zeynep;
"Baba git! Hale hocanın yanına git."
"Ama seni yalnız bırakamam."
"Ben iyiyim. Git baba lütfen."
Zeynep’in dediği gibi yaptım. Hızlıca paltomu giyerek odadan çıktım. Bir yandan korkum ve endişem diğer yandan da elimde taşıdığım mektup bana eşlik ediyorlardı. Hızlıca hastanenin bahçesinde bekleyen taksiye binerek Halelerin evine gittim. Vardığım vakit tüm gücümle kapıya vurdum. Bunu birkaç defa tekrarladım. Nihayet kapıyı Hale'nin annesi Züleyha hanım açtı. Beni görmeyi beklemiyordu. Biraz da beni gördüğüne sinirlenmisti.
"Ne var ne istiyorsun?" Diye sordu.
Elimde tuttuğum mektubu iyice sıkarak;
"Hale ile konuşmam gerek." Diye haykırdım.
Kadın karşımda kahkaha attı. Ardından ciddiyetini toparlayarak söze girdi;
"Hale yok!"
"Ne demek yok?"
"Gitti!"
Yüreğime doğru ağır bir hançerin saplandığını hissettim. Yutkunamıyordum. Zar zor konuşarak;
"Nereye gitti?" Diye sordum.
Kadın;
"Senin asla bulamayacağın bir yere!"
Ardından kapıyı suratıma sertçe kapadı. Bense elimde tuttuğum buruşmuş zarfın içindeki mektupla ve yaşadığım büyük hayal kırıklığıyla öylece kalakalmıştım. Hale beni terk etmişti. Üstelik doğru düzgün vedalaşma zahmetinde bile bulunmadan. O an anlamıştım; biri gelir, hoşçakal demeden veda eder sana. Gittiğini anlayamazsın.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
4.83k Okunma |
561 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |