Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
...
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
Afrika dahil
...
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek.
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar.
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar.
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar.
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil.
-Cemal Süreyya
***
Yürüyordum Ankara'nın sisli ve yağmurdan sırılsıklam kaldırımlarında. Her adımım beni kendimden uzaklaştırıyor gibiydi. Bu güne gözlerimi kapayıp yarına nasıl açabilirdim ki? İçten içe kendime kızıyordum. Bir o kadar da mahçuptum. Karakterimi sorguluyordum; kişiliğimi, edebimi..
Yolda yürürken gözlerim bir evin duvarında asılı duran aynaya takıldı. Kendi suretimi gördüm. O an kendi suratıma tükürmek istedim.
İçimden;
Bu kadar ahlaksız mısın sen? Diye geçirdim. Oysa tek suçum sevmekti. Bilmeden, istemeden sevmek.
Üstelik ben bile emin değildim. Sarhoş gibiydim. Nasıl bu kadar bağlandım?
Nasıl bir sözüyle paramparça etti tüm kalbimi?
Bu kadarcık zamanda bu kadar büyük bir aşka nasıl tutundum?
Bu aşk nasıl beni kendine esir etti?
Filmlerde rastlardım da inanmazdım. Doğruymuş meğer. Oluyormuş, gerçekmiş..
Bir bakışı, yetermiş bu aşkı alevlendirmeye.. Duruşu, kumral saçları.. sert bakışları. Kendinden bir o kadar emin duruşu.
Bir rüzgar gibi esti tenime. Adeta bir yaz sabahı güneş böğrüme vurup ısınırken serinletti beni.
Ya da çölün bu kavurucu sıcağında suyu tatmak gibiydi; bir damla bile yeterdi o hazzı almaya; içini serinletirdi. Çünkü suydu o. Çölde imkansız olandı.
Peki şimdi ne olacaktı?
İmkansızdı o: evliydi.
Bir başkasına aitti belkide; ruhu ve bedeni.
Gözlerine doğru baktıkça eriyen içim... o gözler bir başkasına bakıyordu belkide öyle..
Şimdi ne olacaktı peki? Ne yapmak lazımdı?
Kaçıp gitmek mi?
Sahi neyden kaçacaktım?
Kendimden mi yoksa ondan mı? Ya da bu bana ceza olan aşktan mı?
Sahi insan kendinden kaçabilir miydi?
Bir kere gölgesi yetmez miydi kendisine esir
olmasına?
Peki ya kabullenmek?
İnsan doğru olmayan bir şeye tamam diyebilir miydi?
O zaman doğru olur muydu ki?
***
Düşüncelerimi, kırgınlığımı ve kendime olan öfkemi bir kenara bırakıp toparlanmaya çalıştım. Evin içine girmeden önce derince bir nefes aldım. Kendimi hazır hissettiğimde de evin içine girdim.
Zeynep beni görünce sevinir gibi oldu. Olduğu yerden hızlıca kalkıp bana doğru koştu.
"Nerdesin ya sen? Öldüm meraktan?"
Sırılsıklam olan paltomu kuruması için bir sandalyeye doğru astım. Ardından koltuğa doğru oturup Zeynep’in de oturması için elimle ona işaret ettim.
Zeynep şaşkın bakışlarıyla işaret ettiğim yere, tam karşıma oturdu.
Bir süre sessizce durup etrafa bakındım. Zeynep daha fazla dayanamayıp;
"Ne oldu? Kötü bir şey mi diyeceksin?"
Derince bir nefes alıp yüzüne baktım. Yüzünde korku ve telaş vardı. Daha fazla onu ürkmek istemedim. Neticesinde daha reşit olmamış bir çocuktu o.
"Biliyor muydun?"
"Neyi?"
"Hale hocanın evli olduğunu?"
"Neden soruyorsun ki?"
"Soruma cevap ver!"
"Biliyordum!"
"Bana neden söylemedin peki?"
"Bilmem.. söylemeli miydim?"
Olduğum yerden öfkeyle ayağa kalktım. Odanın içinde bir oraya bir buraya dolanmaya başladım. Zeynep üzgün ve mahcuptu. Bunu titreyen sesinden anlayabiliyordum.
"Evli olduğunu önceden bilseydim keşke! Ona göre tavır alırdım bende."
Zeynep bir anda oturduğu yerden kalkıp ellerimi tuttu. Sonra da söze girdi.
"Evet evli. Ama kocasını sevmiyor!"
"Sen nerden biliyorsun bunu?"
"Biliyorum. Okuldaki herkes biliyor. Bazen boş sınıflar da ağlıyor. Kocası bir kere bile okula gelmedi. Üstelik yüzüğünü bile takmıyor."
"Bu yine de evli olduğu gerçeğini değiştirmez!"
"Söylememiş olabilirim. Ama bunun için özür dilemem. Hem neden dileyeyim ki? Yoksa sen Hale hocaya karşı bir şeyler mi hissetmeye başladın?"
"Nerden çıktı o? Yok öyle bir şey!"
"Peki sen nerden öğrendin evli olduğunu?"
"Öğrendim işte! Neyse tamam. Kapatalım bu konuyu."
Odama doğru ilerlerken Zeynep yine soru sormaya devam ediyordu.
"Hale hoca kendisi mi söyledi yoksa?"
"Ona karşı yanlış bir şey mi yaptın?"
"Hey! Sana diyorum?"
Zeynep’e doğru dönüp elimle sus işareti yaptım. Ardından kendimi odaya kapadım. Üzerimi değiştirip doğruca yatağa uzandım. Zamanın olabildiğince yavaş ve ağır işlemesi için dua etmeye başladım.
Ve bir de Hale hocayla hiç karşılaşmamayı diledim.
***
Sabah olduğunda Zeynep’in baş ucumda beni uyanmam için sarstığını fark ettim.
"Ne oldu?"
"Geç kalıyoruz! Kalk Haydi."
Gözlerimi açıp;
"Bu bir rüya mı?" Diye sordum.
Zeynep gülerek;
"Maalesef bende şuan uykumun en tatlı yerinde güzel bir rüya görmeyi dilerdim. Ama gerçek şu ki okula geç kalıyoruz. Hadi ben neyse de bir öğretmen olarak senin geç kalman pek hoş olmaz."
Zeynep haklıydı. Kendimi toparlayıp yattığım yerden doğruldum.
"Sen masayı kur. Bende elimi yüzümü yıkayıp geliyorum."
"Tamam."
Hazırlanıp odadan çıktım. Zeynep masaya oturmuş şaşkın gözlerle beni izliyordu.
Gülerek ona;
"Bizim bir normal sabahımız olmayacak mı ya? Hep böyle panikle mi açacağız gözlerimizi?"
Zeynepte kıkır kıkır gülmeye başladı.
"Dün üzerine fazla gelmedim değil mi?"
"Hayır!"
Gülümseyerek saçını okşadım. Ardından Çayı demlemeye koyuldum.
Camdan dışarıya baktığımda ise düne nazaran hava gayet günesliydi. Tüm sis ve karanlık ortadan kalkmış yerini güneşli ve cıvıl cıvıl bir havaya bırakmıştı.
İçimden;
"Umarım bugün de böyle güzel hissettirir." Diye geçirdim.
Çay demlenince Zeynep'le kahvaltı etmeye koyulduk. Ona her zamanki gibi tereyağlı ballı ekmek yaptım. Pamuk ninem Zeynep’i her sabah öyle doyururmuş. Bu Zeynep’te bir alışkanlık olmuştu artık.
Kahvaltımız bitip her şey tamam olunca evden ayrıldık.
Okula vardığımızda Hale hoca bahcedeydi. Gözlerimi kaçırmayı denesemde gözlerim inatla bakmamam gereken yöne doğru inatla bakıyorlardı.
Hale hoca benim varlığımı bile umursamayıp doğruca okula girdi.
"Sizin aranızda kötü bir şey mi yaşandı ya?"
"Hayır canım ne alakası var?"
"Hale hoca sana niye öyle baktı o zaman?"
"Nasıl bakmış?"
"Böyle avını yemeye hazırlanır gibi."
"Canım o herkese öyle bakmıyor muydu? Kendin söylemiştin hatta."
"Ama.."
"Bu kadar yeter. Derse geç kaldık. Haydi koş."
İçeri girdiğimiz de Zeynep’le ayrıldık. Ben kendi dersimin sınıfına Zeynep’te kendi sınıfına doğru ilerledi.
Sınıfa girdiğimde gelmeyeceğimi düşünen öğrencilerin mutluluğu yüzlerinden yok oluverdi.
"Biraz geç kaldım kusura bakmayın çocuklar."
"Hocam biz gelmezsiniz sanmıştık ya!"
"Asla! Hiçbir zaman derse girmemek gibi bir lüksüm olmamıştır. Hasta bile olsam ayaklarım yere bastığı sürece derse gelirim. Haydi açın bakalım kitaplarınızı."
Çocuklar isteksiz bir şekilde çantalarından kitaplarını çıkarttılar ve sıranın üzerine koydular. Hepsi olmasa da çoğunluğu bu güzel ve güneşli havalarda ders işlemek istemiyorlardı.
"Madem herkesin canı sıkkın; Bende buna dahil olmak üzere. O zaman size bir şiir açayım da dinleyin."
Tahtadan Cemal Süreyya'nın Üvercinka şiirini açtım.
Öğrencilerle birlikte şiiri dinlemeye koyulduk. Seslendiren öyle yaşıyordu ki şiiri, o duyguyu.. insanı kendine bağlıyordu. Dinlememek elde değildi.
Dersle alakası olmayan öğrenciler bile doğrulmuş şiiri dinliyorlardı. Yaşları küçüktü belkide ama bazılarının aşkları büyüktü. Kimisi ilk defa aşık olmuş kimisi ise ilk defa terk edilmişti belkide..
***
Bugün derslerim diğer günlere göre daha azdı. Dersim bittiğinde Zeynep’i bulup eve gittiğimi haber ettim. Cebine de birazcık harçlık bıraktım. Okuldaki çoğu kişi benim Zeynep’in babası olduğumu düşünüyordu. Zeynep bu durumdan memnun gibiydi. Yalan yok; bende Zeynep’i kızım gibi benimsemiştim.
Eşyalarımı toparlayıp okuldan çıkmak için hazırlandım. Fakat öğrenci yoğunluğunun azalması için ders zilinin çalmasını bekledim. Nihayet zil çaldığında ve okul koridoru ve bahçesi boşaldığında kendimi dışarı attım. Bahçeden dışarı adımımı attığımda birinin ismimi sayıkladığını duydum. Dönüp baktığımda arkamda bana seslenen kişinin Hale hoca olduğunu gördüm. Şaşkın bakışlarımla ve atışı hızlanan kalbimle Hale hocaya döndüm.
"Buyurun?"
"Sizden bir şey isteyebilir miyim?"
"Elbette! Buyurun?"
"Siz İstanbuldan gelmiştiniz değil mi?"
"Evet."
"İzin verin size Ankara'yı gezdirmek için rehberiniz olayım."
"Pardon? Anlayamadım."
"Neyi anlayamadınız? Sizinle vakit geçirmek istiyorum."
"Ama dün dediniz ki.."
"Eve gitmek istemiyorum! Beni kurtarın lütfen."
Ardından yavaşça omzuma dokundu. Ve gözlerimin içine doğru baktı. Bu sefer bakışlarında sertlik yoktu. Aksine oldukça masum ve naifti. Bu teklifi geri ceviremeyip kendimi onaylarken buldum. Ardından Hale hocanın arabasına binip yola koyulduk.
Yol boyunca ikimizde sessizdik. Ara ara birbirimize bakıyor, sonra göz göze gelince bakışlarımızı kaçırıyorduk.
Sonra bir anda Hale hoca arabayı durdurdu. Ardından ürkek bir şekilde bana doğru dönüp gözlerime baktı.
Dayanamayıp sordum;
"Yanlış anlamayın ama bu evlilikten memnun musunuz?"
Kadın derin bir nefes aldı. Gözlerime bakan gözlerinin sulandığını fark ettim. Süzülen yaşlarını silip söze girdi;
"Mutlu olup olmamamın ne önemi var ki? Önemli olan netice değil mi? Gideceğim yer eninde sonunda yine orası olmayacak mı?"
"O halde neyden kaçıyorsunuz?"
"Anlamadım?"
"Benimle buluşup vakit doldurmak istediniz. Çünkü mecbur olduğunuz o eve gitmek istemiyorsunuz. Ama eninde sonunda oraya gideceginizi söylüyorsunuz."
"Haklısınız. Dün size onca şey söyleyip bugün yaptığıma bakın. Asıl ahlaksız olan benim. Çok özür dilerim."
"Lütfen. Kendinize öyle kötü şeyler söylemeyin."
"Sizi çağırdım. Çünkü derdimi anlatacak kimsem yok. Siz bir yabancısınız. Beni tanımıyorsunuz. Beni yargılamazsınız. Ben düşündüm ki size her şeyi anlatabilirim. İçimi kemiren her şeyi."
Kadın bunları söylerken gözlerinden daha fazla yaşlar süzülmeye başlamıştı. Elimle yavaşça dudağının hemen kenarında olan yaşı sildim. Ardından kadın yutkundu. Ve çaresizce bana bakındı. Bu bakış beni kurtar diye haykırıyordu sanki.
"Bana her şeyi anlatabilirsiniz. Sizi yargılamam. Çünkü hukuk okumadım. Bir yargıç değilim. Avukat veya hakim hiç değilim. Sadece bir edebiyatçıyım. Size birkaç şiir ve roman önerebilirim. Duygularınızı anlarım. Çünkü edebiyat ruha ve duygulara dokunur. His işidir."
Kadının yüzünde bir tebessüm belirdi. O tebessüm benim içimde bir duyguyu daha uyandırmıştı.
İkimiz arabadan inip bir taşın üzerine oturduk. Ortamı yumuşatmak için
"Istanbulda olsak kesin deniz kenarına giderdik." Dedim.
Kadın gülümsedi.
"Sahi hiç İstanbul'a gitmiş miydiniz?"
"Hayır. Hiç gitme fırsatım olmadı."
"Belki bir gün gidersiniz. Çok güzel bir şehir."
"Çok kalabalık. Ben kalabalıktan pek hoşlanmam."
"Öyle kalabalık olduğuna bakmayın. Çoğu insan o kalabalıkta yalnızdır. Yıldızlar gibi düşünün. Oldukça fazlalar ama birbirlerine uzak ve yalnızlar."
Kadın gözlerini kapayıp derince bir nefes aldı.
"Sizi dinliyorum."
"Mutlu değilim. Ailem her şeyime karışıyor. Öğretmen olmama bile karşıydılar. Biz varlıklı bir aileydik. Fakat babam iflas edecek duruma gelince zengin bir iş adamıyla beni evlendirdi. Karşı geldim. Direndim. Ama olmadı. En sonunda o nikah masasına otururken buldum kendimi. Çoğu kez kaçtım evden. Ama her defasında kendimi orada buldum. Gördüğünüz gibi hala da kaçıyorum. Sonunda yine oraya gideceğimi bildiğim halde. Evlenmeden önce bir sevdiğim vardı. Birlikteydik. Hayaller kurmuştuk. Evlenecektik. Daha onunla ayrılmama bile müsaade etmediler. Bir mektup yazıp kendimi onu terk etmiş gibi gösterdim ki benden nefret etsinki benim için acı çekmesin. Bu yüzden oldukça sert ve kabayım. Bir gün birine karşı yanlış duygular beslemekten korkuyorum. Bu günahı taşıyamam. Genelde en çok okulda olduğum için öğrenciler benim hakkımda çoğu şeyi biliyorlar. Hatta bazen kendi aralarında bile konuşuyorlar. Sert olmak zorundayım. Kendimi ancak bu şekilde koruyabilirim çünkü."
Elimle omzunu sıvazladım. İlk başta bu yaklaşımıma pek olumlu yaklaşmaz sanmıştım. Fakat hiçbir şey söylemeden gözlerini yumdu ve derin bir nefes aldı.
"İnsan ailesini seçemiyor maalesef."
"Sizin de mi sınavınız ailenizle yoksa?"
"Benim ailem çok iyilerdi. Ama sınav konusunda haklı olabilirsiniz. Kendileri şuan hayatta değiller. Bir trafik kazası sonucu kaybettim. Bazen çok özlüyorum. Sarılmak istiyorum. Ama yoklar. Giden geri gelmiyor maalesef."
"Çok özür dilerim. Ben bilmiyordum.."
"Sizin en azından bir aileniz var. Ne kadar kızıp öfkelensenizde düştüğünüz de sizi kaldıracak bir babanız, sırtınızı sıvazlayacak bir anneniz var."
"Öyle. Ama benim hayatıma yön verip karışmaları beni deli ediyor. Bana inşaa ettikleri şu hayata bakar mısın? Bir enkazın içindeyim sanki. Düşüncelerimin, hislerimin hiçbir önemi yok. Sadece mesleğimi severek yapıyorum. O da çoğu zaman psikolojim yüzünden bana engel oluyor."
"Ne yapacaksınız peki? Hep böyle kaçacak mısınız?"
"İnanın kaçmaktan çok yoruldum. Ama kabullenmekte istemiyorum."
"Kabullenmeyin o halde."
"Nasıl olacak o?"
"Kaçmak kabullenmekten daha iyidir bazen. Ne zaman kaçıp sığınmak isterseniz her zaman buradayım. Sizi dinlerim. Çünkü bir yabancıyım. Sırrınızı kimseye söylemem. Çünkü ortak tanıdığımız yok. Birbirimizi bile tanımıyoruz. Belki bu dertlerimiz ortak olur, birbirimizi tanımamıza vesile olurlar böylece."
"Teşekkür ederim. Ne zaman kaçarsam artık kapınızı çalarım sonra şikayet etmeyin ama."
"Asla. Bizde kapımıza geleni geri çevirmek olmaz."
Kadın güldü. O gülümseme ile ona kendimi daha da yakın hissettim. Korkularım ortadan kaybolmuştu. İçim güneşin sıcaklığı gibi sımsıcaktı.
"Ama siz benim rehberim olacaktınız hani? Bir Ankara turu pek de fena olmazdı."
"Haklısınız. O halde arabaya buyurun."
"Rotamız neresi?"
"Kuğulu Park."
Kuğulu Park'a doğru yola çıktık. Hava güzel, güneş ışığından yararlanıyordu. Hale, parka gitmeden önce derin bir nefes aldı; sanki parkın ferah havası İçindeki tüm sıkıntıları alıp götürmüştü.
İçeri adım attığımızda, kuğuların sakin sular üzerindeki zarif hareketleri hemen dikkatimi çekti.
Hale, onların su üzerinde kayarcasına süzülüşüne hayranlıkla bakarken ben onun yüzündeki gülümsemeyi izliyordum. O an, ona olan ilgim bir kat daha arttı. Gözlerindeki gülümseme benim için bu parkın her şeyinden daha büyüleyiciydi.
"Senin hikayen ne peki? Neden Ankara'ya geldin?"
"Ankara da yeni bir hikaye yazmak için diyelim."
"Ama aklın hâla İstanbul da."
"Öyle. Ama burası ikimiz içinde yeni hikayelere başladığımız bir yer olur belki?"
"Benim hikayem belli ama."
"Yenisini yazamaz mısın?"
"Yazabilir miyim sence?"
"Okuma yazma bilen herkes eline bir kalem ve kağıt aldığı sürece yazabilir. Kelimeler sonsuz, önemli olan uygun bir dille bir araya getirmek."
Bir süre ikimizde susup Kuğuları seyrettik. Fakat saate baktığımda Zeynep’in çoktan eve geldiğini fark ettim. Benim için dönme vakti gelmişti.
"Artık dönmeliyiz."
"Haklısın."
Geri dönmek üzere yola koyulduk. Hale hoca beni evime kadar bıraktı.
"Teşekkür ederim. Her şey için."
"Lafı bile olmaz. Ne zaman isterseniz Hale hanım."
"Bana Hale diyin lütfen."
"Peki Hale han.. Hale!"
Gülümseyip arabadan indim. Ardından Hale de yola koyuldu.
Zeynep evin kapısını açmış şaşkın şaşkın bana bakıyordu.
"Nerdeydin sen? O araba kimindi? Hale hocanın mi yoksa? Onunla mıydın?"
"Çok soru soruyorsun küçük hanım."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
4.83k Okunma |
561 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |