Elimde açılmayı bekleyen mektupla beraber herkesten, her şeyden uzak bir sokağa girdim. Bu sokaktaki evlerin çoğu boş ve harabeydi. Bende o evlerden farksız sayılmazdım. İçimde biriken bu kalp kırıklığı beni tüm gücüyle ele geçirmişti. Tüm cesaretimle elimde tuttuğum o zarfı açtım. Fakat içindeki mektubu okumaya gücüm yetmedi. Orada yatan gerçekle nasıl yüzleşecektim? Ama o mektup bana Hale'den kalan son şeydi. Üstelik günlerdir cevaplanmayı bekleyen soruların cevapları da içindeydi.
Derince nefes alıp verdikten sonra kendimi bu hazin sona hazırladım. Biliyorum kalbim bir kere daha kırılacaktı okuduğum bu satırlardan sonra. Ama belki bu satırlar içimde biriken kalp kırıklığını dindirmeye yeterdi. Mektubu açtım ve okumaya koyuldum. Ara ara sulanan gözlerim, kelimeleri doğru düzgün seçmeme neden olmasa da mektupta şöyle yazıyordu;
"Merhaba Yavuz;
Sen bu satırları okuduğun vakit ben çoktan yola koyulmuş olacağım. Öncelikle şunu bilmelisin ki seninle yaşadığım her şey benim için bir o kadar özel ve kıymetli. Seni gerçekten sevdim. Biliyorum kalbini kırdım. Biliyorum geride cevaplanmamış bir sürü soru bıraktım. Sana veda etmeye cesarette bile bulunamadım. Eline bir mektup tutuşturup, bu satırları okumanı bekledim. Bilmiyorum, belki de hiç okumazsın bu satırları. Belki de benden çoktan vazgeçtin. Ama yine de yazmak istedim. En son elime kağıt ve kalem aldığım vakit yine bir ayrılık mektubu yazıyordum sevdiğime. Sevdiğim demişken hani bana lunaparktaki adamı sormuştun ya işte o adam benim geçmişte beraber olduğum fakat Kamuran'la ani evlenmemden ötürü benden nefret etmesi için kendimi kötülediğim ve aynı sana yaptığım gibi eline mektup tutuşturup veda bile edemediğim sevgilimdi. Onu tekrardan karşımda görünce bir garip oldum. Geçmişte yaşadığımız anılar beliriverdi bir anda hafızamda. O an aslında geçmişe özlem duyduğumu fark ettim. Eski beni, eski günleri özlüyormuşum meğer. Çoğu kez bu duygularla savaştım. Bir seçim yapmam gerekiyordu. Bu bariz bir şekilde ortadaydı. Seni seçmek için türlüce bahaneler uydurdum. Bu bahanelere sığınmayı denedim. Ama yapamadım Yavuz. Zor bir evlilik atlattım. İstemediğim bir adamla on sene geçirdim. Senin benimle ne kadar ciddi hayaller kurduğunun farkındayım. Ama ben buna aslında hazır olmadığımı anladım. Seni gerçekten sevdim. Bunu tüm kalbim ve içtenliğimle söylüyorum. Benden nefret etmeni istemezdim. Keşke yeni bir hayat olsa. Her şeye sıfırdan başlasak. Hiçbir şeye mecbur olmasak. Birbirimizi istediğimiz için bir başka kişilere bağlı kalmak zorunda olmayıp, onları düşünmeden sadece kendi isteklerimizle adım atabilseydik. Ama öyle olmadı Yavuz. Kader sanki seninle beni bir araya getirmek istemiyor gibiydi. Türlü zorluklar, engeller çıkardı karşımıza. Sonunda kavuşmuş olsak bile yine bir kötülüğün gelip bizi sarmayacağı ne malum? Senden beni affetmeni istemiyorum. Beni sadece anla. Lütfen.. seni sevdim. Ama ona aşıktım. Bu yüzden seni değil onu seçmek mecburiyetinde kaldım. Umarım hayat senin karşına senin gibi birini çıkarır. Ve ömrün boyunca birlikteyken bulamadığımız mutluluğu hiçkimseye mecbur kalmadan bulursun. Çünkü bunu hakediyorsun.
Sevgilerimle;
Hale
Beni aslında ilk tercihte seçecek kadar sevmemiş. Ben aslında bu hikayede üçüncü kişiymişim. Bana aslında hiç aşık olmamış. Beni sadece sevmiş.. neden peki? Onu sevdiğim için mi sevdi beni? Yoksa gerçekten sevmeye mi ihtiyacı vardı birini? Ama ona kızamıyorum. Çünkü edebiyat gerçek aşkı kavuşamamak olarak adlandırmıştı. Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin kavuşamamışlardı. Sabahattin Ali'nin her kitabı hüzünle bitiyordu. Şiirler bu yüzden bu kadar acıklıydı. Çünkü özünde kavuşamamak vardı. Aşk tüm gerçekliğiyle karşımdaydı. Aşka asıl anlamlar yükleyen biz aptal aşıklardık. Bu yüzdendir ki sürekli kırıldı kalbimiz. Sürekli ağır bir acıya mecbur bırakılmıştık. Çünkü aşk kavuşamamaktı..
***
Hastaneye Zeynep’in yanına gelip ona sığınmak istedim. Çünkü ondan başka kimsem yoktu artık. Odaya girdiğim vakit gözlerini aralayıp bakındı bana. Paltomu çıkarıp tekli koltuğa gelişigüzel fırlattım. Ardından Zeynep’in yanına sokuldum. Elleri buz gibiydi. Oldukça terlemişti. Alnını kontrol ettiğimde ateşi yoktu. O an onunla göz göze geldik. Bana gülümsedi. Sonra da sol gözünden usulca bir yaş süzülüverdi. Acı bir şekilde yutkundum. Zeynep’e sıkıca sarıldım.
"Yapma! Sen de bırakma beni ne olur.."
Ardından doğrulup tekrar baktığım vakit Zeynep’in gözleri tamamıyla kapanmıştı. Bir kaç kere seslendim.
"Zeynep.."
"Zeynepim."
"Zeyneeeep!"
Ama bana cevap vermedi. O an tarifi belirsiz bir acı hissettim. Kocaman bir çığlık atmak istiyordum. Ama bir şey bana engel oluyordu. Olduğum yerden kalkıp yardım edin diye haykırmak istiyordum. Ama bana kim yardım edecekti ki? Ölüme bir çare var mıydı? Acı ağlamamla Zeynep’in yanına iyice sokuldum. Ona sıkıca ama sımsıkıca sarıldım.
"Sen de mi gittin? Sen de mi bıraktın şimdi beni?" Diye sayıkladım. Ardından gözlerimi kapayıp bu günün bir kâbus olmasını diledim. Sonra da uyuyakalmışım.
Havanın aydınlanmasıyla sabah olduğunu anladım. Hızlıca doğrulup Zeynep’i yokladım. Onu birkaç defa sarsarak;
"Zeynep!"
"Zeynep hadi uyan sabah oldu." Dedim.
Ama bana cevap vermedi. Gözlerini açmadı. Teni iyice solmuş, bedeni buz kesmişti. O an ölümün ne kadar da yakınımda olduğunu anlamıştım.
"Uykucu.. uyan!"
Zeynep derin bir uykuya bir daha uyanmamak üzere dalmıştı. Geriyeyse çaresizce onun adını haykıran ben kalmıştım.
"ZEYNEEEEEEEEEEEEP!"
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
4.83k Okunma |
561 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |