@meryem8498
|
Düşüncelerinizi belirtin lütfen!
* * *
"Hayat mucizelere gebedir. "
Kız etrafta sinirle eşyalarını fırlatıyor ve çığlık atarak anlamsız sözler geveliyordu.
"Nefret ediyorum herkesten her şeyden nefret ediyorum neden ben bunları yaşamak zorundayım? Sadece sevilmek istiyorum neden kimse sevemiyor ben bu insanlara ne yaptım? "
Her şeyi fırlatıp attıktan sonra etraf tamamen sessizliğe bürünmüştü.
Kız, kızarmış şiş gözlerle etrafa baktı.
Sanki bir saniye önce sinir krizi geçiren kişi o değilmiş gibiy gözleri ruhsuzca bakıyordu.
Sakince oturduğu yerden kalktı yatağına doğru ilerledi ve yatağın üstünde duran eşyaları itip sessizce yatağa uzandı ve ağzında küçük sessiz bir mırıntı ile gözlerini kapattı.
"Anne.... "
Ve bir sonraki sabaha gözlerini tamamen başka biri açmıştı.
* * *
Mucize ne demek?
Mucize; akıl yoluyla açıklanamayan, bu yüzden de Tanrısal bir güç tarafından yaratıldığına inanılan doğaüstü olay demek.
Bu noktada benim ölüp başka bir bedende tekrar can bulmam bir mucizeydi.
Ama şunun farkına vardım ki Layla benim geçmişte yaşadığım kişiydi tüm yaşadıklarını kendim yaşamış gibi hissediyordum bu demek oluyor ki o ve ben aynı kişiyiz.
Ve son olarak Dük'ün Layla'yı konuşmak için çağırması bile bana göre mucize gibiydi.
Çünkü Dük kızını sevmiyordu yüzüne dahi bakmıyordu ama şimdi yanına çağırmıştı.
Kafamda böyle saçma düşünceler dönerken çalışma odasına doğru yürüyordum.
May odama gelip dük seni çağırıyor dediğinde kısa süreli bir şok yaşadım.
- 10 Dakika önce -
"Ne??"
"Dük beni mi çağırıyor? Hem de çalışma odasına?"
Beynim çalışmayı durdurdu. Dük? Beni çağırıyor Dük? Ne???
Kesinlikle kötü bir şey oldu.
Derin bir nefes aldım May de benim kadar şaşırmış durumdaydı.
Hızlıca üstümü başımı düzelttim ve çalışma odasına gitmek için yavaş ama emin adımlarla yürümeye başladım.
-Şimdi-
Sanki saatler geçmiş gibiydi zaman yavaş akıyordu ya da ben savaş alanına gideceğim için böyleydi.
Her adım da ayaklarım geri geri gidiyordu.
Hiç gitmek istemiyorum hatta yüzünü dahi görmek istemiyordum.
Ama işte benim elimde olan bir durum değildi.
Dük neden beni çağırıyor ki sanki biri bana komplo kurmuş gibi hissediyorum.
Layla'nın anılarına göre babası ona hep soğuk ve sert davranıyordu.
Uzun bir koridor vardı karşımda hiç bitmek bilmeyen bir yoldu bu kalbim hızlıca çarpıyordu.
Korku mu bu hissettiğim ya da heyecan?
Hayır hiçbiri.
Layla'nın kalbinde küçük ufacık bir beklentisi vardı ona gülümseyerek bakmaları en çok bunu istemişti Layla..
Ama hiçbir zaman olmadı.
Ben bu düşünceler içindeyken çalışma odasına gelmiştik bile.
Kapıda iki tane muhafız bekliyordu uzun boylu ve kalıplı vücutları vardı.
Kapıya yaklaşınca ikisinin de gözü benim üstümde durdu.
Arkamda duran May ise durumu açıkladı.
"Düke haber verin lütfen."
Muhafızlar bir zavallıya bakar gibi bize bakıyordu.
Bu durum benim canımı çok sıkıyordu kendi evinde çalışanların seni eziyor ne acı değil mi?
Ona güvenen veya onu düşünen biri yoktu.
Ah doğru May hariç sadece beni düşünen o giderken onuda götürmeliyim.
Daha fazla kendimi üzmek istemediğim için bu konuyu hızlıca uzaklaştırdım kafamdan.
Sağ tarafım da duran muhafız kapıyı açmıştı.
Yavaşça nefes alıp verdim.
Odaya adımımı attım.
Oda klâsik bir çalışma odasına benziyordu.
Etrafa kısaca göz gezdirdim kahverengi tonları ağırlıklıydı, büyük ve uzun kitaplıklar, büyük kaliteli bir ağaçtan yapılmış gibi duran masa ve çok rahat duran koltuk takımı oda harikaydı ama benim bunları düşünecek zamanın yoktu.
Çalışma masasında oturan dük'e çevirdim bakışlarımı ama o bana değilde elinde ki çalışma kağıtlarına bakıyordu.
Pekala hiç şaşırmadım.
Sessizce işini bitirmesini bekledim. Eğer söze girersem gene kızdırmak gibi bir haftaya düşerdim.
Kaç dakika geçti hiç bilmiyorum ama bana göre zaman durmuş gibiydi.
Sonunda işini bitiren Dük yavaşça bakışlarını bana çevirdi gözleri o kadar duygusuz ve ruhsuzdu ki
O bana bakarken ben de onu inceliyordum.
Hiç yaşlı durmuyordu sadece gözlerin atlı uykusuzluktan kararmıştı ama saçları parlaktı ve güzel duruyordu.
Gözleri ise çok soğuk ve ölü gibiydi.
Ben ona bakarken söze girdi.
"Otur."
Basit kısa bir komut, on dakika bana yarım saat gibi gelmişti, on dakika sonra söylediği şey bu muydu cidden!?
Tekrar söze girdi.
"Seninle konuşmam gereken konular var."
Sesi yabancı biri ile konuşyor gibiydi.
Yavaşça masanın yanında duran tekli koltuklardan birine oturdum.
Başımı hafife eğdim ve yüzüne odaklandım.
"Yakında Veliaht Prens'in doğum günü kutlaması olacak."
Evet anlamında başımı salladım.
"Her ne kadar seninle aynı ortamda bulunmak istemesem de, buna mecburum. Ne demek istediğimi anlıyor musun?"
Kalbime bir iğne batmış gibi ağrı girdi, gözlerim doldu ama kendimi sakın olmaya ittim ve titrek bir sesle konuşmaya başladım.
"Anlıyorum Dük, hareketlerime dikkat edeceğim sizi utandırmayacağım."
Kelimeler zorla olsada çıktı ağzımdan.
Bir kaç dakika baktı yüzüme.
"O baloda senden tek bir şikayet istemiyorum hele ki Veliaht prensten!"
Veliaht prens!! Tanrım. Tekrar özür dileyip yapmayacağımı belirttim.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum en sonunda Dük çık dedi bende hızlıca selam verip çıktım.
* * *
Yatakda uzanmış biraz önce ki olayı düşünüyordum.
Ne zamana kadar böyle devam edecekti.
Benim istemediğim duyguları yaşamak canımı sıkıyordu.
Biraz daha düşündükten sonra zaten burayı terk edeceğim için fazla düşünmeye gerek olmadığına karar verdim ve kendi işime devam ettim.
Terzi gelmişti onları salona göndermelerini söylemiştim.
Salona geldiğimde iki kadın ve May vardı.
Beni gördükleri anda selam verdiler.
"Selamlar Leydim ben Aden Klade ve yardımcım Eli, nasılsınız? "
"Selam hanımlar hepiniz hoş geldiniz ziyâdesiyle sizler peki nasılsınız? "
Klâsik konuşma bitince onlar koltuğa geçtiler ben de elbiselerin olduğu yere ilerledim.
Bir sürü güzel elbiseler vardı.
Biraz baktım ve yanıma Aden geldi elbiselere uzanıp anlatmaya başladı.
"Leydim tam sizin tarzınıza göre elbiseler getirdim. Lütfen beğenmediğiniz ne varsa söyleyin onu hemen değiştirebilirim. "
Hepsine göz ucuyla baktım ama pek dikkatimi çeken bir şey yoktu, hepsi renkli süslü çok abartıydı ama en sonunda bir tane bulmuştum, bu elbise âdeta ben buraya ait değilim diye bağırıyordu: elbise siyahtı, beyaz dantel bir yakası ve birde kurdelesi vardı o kurdele'nin içinde de lacivert taşlar işlemişti çok beğenmiştim bu elbiseyi.
O elbiseyi gösterdim.
"Bunu alıyorum."
Aden önce şaşırdı gözleri ve ağzı açılmış bir şekilde bana bakıyordu, tıpkı diğerleri gibi.
Neden şaşırdıklarını biliyordum.
Layla hiçbir zaman bu renkte elbise giymezdi çünkü Veliaht prens onu kötü ve iğrenç biri olarak görüyordu. Hoş bunu nasıl anladı acaba? Neyse, yani prense daha da ki saçı ve göz rengi yüzünden olmalı 'kasvetli' gözükmemek için renkli şeyler tatlı ve çocuksu şeyler tercih ederdi. Ama artık ne yapacaksam tam tersini yapmalıyım ölmemek için.
"Ne bakıyorsun hadi acele et o elbiseyi bana ver!"
Yüzünü hızlıca eski haline getiren Aden, elbiseyi titrek bir şekilde alıp bana uzattı.
Hemen elinden alıp denemek için kabine ilerledim.
Elbise işini bitirdikten sonra sıra takılara ve ayakabıya gelmişti.
Onları da hızlıca bitirip odama gidiyordum.
O kadar yorulmuştum ki üç saati bunlarla harcamıştım elbiseler biraz daha taş eklenecekti o yüzden yarın akşama doğru biterse gönderilecekti.
Ara sıra May ile konuşup bilgi alıyordum.
Oda'ya doğru ilerlerken karşıdan biri geliyordu.
Gelen kişiyi net olacak gördüğüm zaman içimden koca bir küfür ettim.
Şansıma tükürücem artık!!
Gelen kişi Layla'nın pek sevidiği ağabeyi Leonardo'dan başkası değildi.
Bana bir böceğe bakar gibi bakıyordu bu bakış beni o karar sinir etti ki yüzüne bile bakmadan ilerlemeye devam ettim.
Leonardo'nun bana seslenmesiyle adımlarımı durdurmak zorunda kaldım.
* * *
|
0% |