
Her şey küllerinden doğar derdi hep atalarımız. Peki ya ortada hiç kül kalmazsa?
O zaman yıkılmış hisler nasıl ayaklanabilecekler? O zaman geleceğe dönük umutlar nasıl var olabilecekler?
Yaklaşık 1 Hafta Sonra
"Son yıllarda dünyaca ünlenen, kendi ismini en ileri gelen moda şirketlerinden biri olarak taşıyan Mitash Şirketi maalesef talihsiz bir olaya kurban gitti. Geçtiğimiz cumartesi günü, şirketteki önemli kutlama sırasında -olay yerindeki sakinlerden öğrendiğimiz kadarıyla güçlü bir patlama sesi duyuldu ve sarsıntının ardından tüm şirket alevlere teslim oldu. İtfaiye ekipleri en kısa sürede olay yerine ulaşmış olsalar da şirketin büyük bir çoğunluğu kurtarılamadı ve geriye sadece onca yılın emeği ile yatırımının külleri kaldı. Polis ekipleri günlerdir olay yeri incelemesini sürdürüyorlar ancak kesin olmayan sonuçlara göre patlamadan kurtulabilen sayısı çok az."
Kurtulabilen sayısı çok az...
Kurtulabilen sayısı çok az...
Çok az...
"Şu ana kadar sadece birkaç tane cansız bedene ulaşıldığı bildirildi. Şirket danışmanı Mika Sharpen, şirket güvenlikleri Spencer Kings ve Gustavo North, şirket hademesi Braylon Ackres. Ayrıca bedenlerine ulaşılamamış olsa da o gece diğer tüm çalışanlarla beraber orada bulunan şirketin kurucusu Alexander Cruz ve şirketin şu anki patronu William Cruz'un da patlamada hayatlarını kaybettikleri düşünülüyor. Ekipler bu saatten sonra yeni cansız bedenlere ulaşmanın neredeyse imkânsız olduğunu belirttiler."
Cansız bedenlere ulaşmak imkânsız...
İmkansız...
"Yapılan incelemelere göre patlamanın kaynağı olan bomba, üstüne gelen başka bir şeyin etkisiyle normalde yapması gerektiğinden çok daha büyük bir patlamaya sebebiyet vermiş. Bu da polislere saldırıyı gerçekleştirenin hedefinin gerçekte ne olduğu sorusunu doğuruyor. Tüm şirketi bitirmek mi yoksa belli bir bölgede zarar yaratmak mı? Bu soruşturma aylarca, hatta senelerce sürecekmiş gibi görünüyor. Patlamada ailesini, akrabasını ya da arkadaşlarını kaybeden herkese sabır diliyoruz."
Denize karşı yol alan arabanın radyosundan gelen sesler yankılanıyordu içeride sadece. Bir konuşma programı açıktı bir sonraki söylenilenlerden anlaşıldığı kadarıyla.
"Evet. Aynı şekilde bizler de patlamadan etkilenen herkese sabır diliyoruz ve şirkete bu vahşice komployu kuranların açığa çıkmasını içtenlikle istiyoruz. Bay Frewin, sizin bu tarz konularda uzman olduğunuzu bildiğim için merak ettiğim bir şeyi size sormak istiyorum."
"Tabii ki Elias, sorabilirsin."
"Çok fazla kişinin içinde bulunduğu bir binada çok büyük bir patlama gerçekleşti. Ancak az önce olay yerinden bize aktarılan bilgiye göre sadece dört adet cesede ulaşılabilmiş. Bu sizce de noksan bir sayı değil mi?"
"Elias, düşünme tarzını anlayabiliyorum ancak az önce de belirttiğin gibi çok büyük bir patlamaydı. Böyle büyük patlamalar ya da yangınlar sonucunda bizim etkilenen ailelere ilk söylediğimiz cesede ulaşamama ihtimalimizin çok yüksek olduğu oluyor. Onları baştan bu ihtimale hazırlamaya çalışıyoruz. Mitash patlamasında da yangının kontrol altına alınması birkaç gün sürdü. Bu kadar uzun sürede bir cesedin tek parça halinde kalması neredeyse imkansız."
"Anlıyorum Bay Frewin. Cevabınız için sağ olun. Baş sağlığı dileklerimizi tekrardan acılı ailelere iletiyorum. Şimdiyse gündemi sarsan diğer olaylara geçebiliriz isterseniz."
Kızıl saçları ön camdan gelen rüzgarın etkisiyle uçuşan kız dinlemeyi bırakmıştı artık radyoyu. Kafasını koltuğa yaslamış, günlerdir yaptığı tek şey olarak gözlerini bir noktaya kilitlemişti. Ancak ne baktığı şeyi düşünüyor ne de tam anlamıyla görüyordu .Tüm bilinci solmuş mavi gözlerinin arkasına hapsolmuştu. Etrafta olan bitenleri dinlemiyordu, önemsemiyordu. Hayat enerjisi tamamıyla sömürülmüş gibi hissediyordu çünkü kendi yaşam kaynağını kaybetmişti. Bir gecede tüm hayatı başına yıkılmıştı
Yıkılan şirket binasının tek yok ettiği tuğlalar değildi. Dünyadan eksilenler sadece yitirilen canlar da değildi. Arkada kalanlar da çekilmişti bir kara deliğin içine ve oradan çıkmaya çalışacak güçleri de gitmişti kaybettikleriyle beraber.
Dylan, patlamanın ardından ilk şoku zor da olsa atlatmayı başarmış Ophelia’yı kendi ailesinin yanına götürmüştü. Fakat kız ne konuşuyor, ne Bayan Caddel'ın özenle yaptığı yemekleri yiyor, ne de uyuyabiliyordu. Tek yapabildiği bir ruh gibi davranmaktı.
Dylan özellikle Ophelia ile sohbet etmeye çalışıyor, en azından bir yaşam belirtisi göstermesi için çok çabalıyordu ancak hiçbir etkisi olmamıştı. Kızın bağırıp çağırmasını, ağlamasını şu anki haline kesinlikle tercih ederdi.
Bir hafta öyle geçmişti işte. Ophelia fiziki olarak Caddel ailesinin yanında olsa da mental olarak çok farklı bir alandaydı. Ta ki bir gün evin kapısı çalınana kadar…
"Merhaba Bay Caddel. Beni Charles Miller yolladı. Kendisi Ophelia'nın babası oluyor. Kızının kendisiyle kalabilmesi için onu almaya geldim."
Babası mı? Kendisini yanına mı almak istiyor? Yıllarca görmezden geldiği kızını hayatlarına çok mutlu devam etmekte olan yeni ailesinin yanına mı almak istiyor yani?
Günlerdir gerçekten bir şeyler düşündüğü nadir anlardan biriydi Ophelia'nın. O adamdan nefret ediyordu. Annesini tüm bu zorluklara göğüs germek zorunda bırakan adamdan o kadar çok nefret ediyordu ki. Buna rağmen şunu da biliyordu: Başka seçeneği yoktu. Henüz reşit değildi. Onun velayetini isteyen bir ebeveyni varken bunu reddedemezdi. 18'ine basana kadar Caddel ailesinin yanında da kalamazdı zaten. Ophelia bir gün, Bay ve Bayan Caddel'ın konuşmalarına kulak misafiri olmuştu.
"Erwin, Ophelia ona gerçekten çok benziyor. Ophelia'ya baktığımda onu görüyorum. Küçük Sara'mızı görüyorum." Kadın eşine sarılmış ağlıyordu.
Ophelia o ana kadar kayıp çocuklarına benzemenin bir aileye nasıl acıları hatırlatabileceğini düşünememişti. Fakat tüm bunlara rağmen Bayan Caddel, Ophelia'ya bir hafta boyunca her konuda yardım etmeye çalışmış, onun sürekli yanında durmuş ve destek çıktığını sonuna kadar hissettirmişti. Genç kız duyduğu şükranı yansıtamamış olsa bile içten içe bunu herkesin yapmayacağını biliyordu. Kendi babasının bile senelerce yapmadığını tanımadığı insanlar onun için gerçekleştirmişlerdi.
Bayan Caddel babasının yanına gerçekten gitmek isteyip istemediğini dahi sormuştu ona.
"Kızım, babanın çok hayırlı biri olmadığı duydum. Eğer onun yanına gitmeyi istemiyorsan bu adamın seni götürmesine asla izin vermem. İstediğin kadar yanımızda kalabilirsin. Anlıyor musun?"
Fakat Ophelia bu ailenin kanayan yarasını daha fazla açamazdı. Bu yüzden şu anda, lüks bir limuzinin içinde babasının yanına doğru yoldaydı.
"Onu almak için limuzini yolladım. Kızımın gözüne girmek için mükemmel bir adım." Babasının beyninden bunların geçtiğini çok net tahmin edebiliyordu Ophelia.
Para neydi ki? Kızı bu durumdayken onu almaya birini yollamıştı. Kendisi ortada yoktu.
Kızı sokakta kaldığında ise kimseyi yollamamıştı. Parası da ortada yoktu.
Yarım Saat Önce
"Önce oraya gitmek istiyorum. Evden almak istediklerim var."
"Bakın Bayan Miller. Babanız bana böyle bir talimat vermedi. Sizi sadece malikaneye götüreceğim söylendi. Bunun dışına çıkamam maalesef."
Upuzun limuzinin önündelerdi. Parlak beyaz renginden ve siyah kaplı camlardan daha yeni yıkandığı anlaşılıyordu arabanın. Klasik bir sokağa park etmek için fazla lükstü. Pek çok insanın bakışlarının üzerinde olduğunu hissediyordu Ophelia.
"Anne arabaya bak." Yanlarından geçen bir kızın ağzı açık şaşkınlık nidasıydı duydukları. "Of, ona binmek için nelerimi vermezdim? Şu kız çok şanslı olmalı."
Oysaki bilmediği bir şey vardı. Ophelia da annesiyle sokakta kısacık bir yürüyüşe çıkabilmek için tüm varlığını verebilirdi.
"Öyle mi? Tamam o zaman. Ben de sizinle gelmiyorum. 'Biricik' kızını kaybettiğini söylersiniz ona." Beklediğinden bile daha imalı çıkmıştı sesi.
Hızla uzaklaşmaya başladı binaların arasından. Babasının şoförünün de başka çaresi kalmamıştı. Arkasından gelirken babasını aradığını duyabiliyordu Ophelia.
"Kızınız...şey…eski evine gidip eşyalarını almak istedi de."
Konuşmanın sonucu umurunda değildi Ophelia'nın. Günlerdir uzak kaldığı hissiyata erişmek istiyordu sadece. Unutmaktan korktuğu kokuyu defalarca içine çekmek istiyordu. Annesinin kokusunu.
Eve çıkınca son haftanın hiç yaşanmamış olmasını diledi. Belki de hepsi delice bir kabustu. Annesini mutfakta yemek yaparken ya da salonda televizyon izlerken bulacaktı.
Ancak yoktu...Annesine dair hiçbir iz yoktu.
"Hızlı olun. Babanız en fazla 15 dakikaya yola çıkmamız gerektiğini söyledi." Tüm geçmişini nasıl 15 dakikaya sığdırabilecekti ki genç kız?
Hemencecik annesinin odasına ilerledi. Buraya hiçbir zaman kendi eşyaları için gelmemişti. Annesini ona hatırlatacak her şeyi almak istiyordu sadece. Onları yanından ayırmayacaktı. Son hafta yeterince uzak kalmıştı zaten.
Buraya gelecek gücü bile yoktu. Korkuyordu annesini düşünmekten. Gerçeklerle yüzleşmeye korkuyordu. Ancak babası bir kez daha mecbur bırakmıştı kendisini. Gerçeklerle bir kez daha tanıştırmıştı onu.
Bir sırt çantası buldu annesinin dolabından ve eline geçirdiği tüm eşyalarını içine doldurdu.
Kazağı hala onun gibi kokuyordu. Kalıcı ve çok güzel...
Tişörtü...Yaptığı yemeklerin kokusu sinmişti buna da. Etrafına sıcaklık yayıyor, beraber yemek masasına oturdukları altın anları çağrıştıyordu.
Pijamaları yatağının üstündeydi. Eğer o gece evine geri dönebilse bunları giyecekti yatarken.
Gömleği ise işini hatırlatıyordu. Şirketi, arkadaşlarıyla çalıştığı küçük odasını...Mülakattan geçtiğini öğrendiğinde ne kadar çok sevinmişti annesi. Nereden bilecekti ki o zamanlar şirketin her şeyin sonunu getireceğini? Hem annesinde hem kendi hayatında...
Ağlıyordu genç kız. Günlerdir ilk defa, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Tıpası patlayan bir şişe gibi süzülüyordu gözyaşları yanağından. Biriktirdiği tüm acılar da dökülüyordu yaşlarla beraber.
Elindeki bir yığın eşyayla annesinin yatağına attı kendini Ophelia. Kendisine ömür gibi gelen bir süre sadece orada yatıp içini dökmeye çalıştı. Fakat dökebileceği kimsesi kalmamıştı...
"Bayan Miller, birkaç dakikaya çıkacağız. Hazırlanın."
Sonsuza kadar burada kalmayı diledi Ophelia.
Hayat çok tuhaf değil miydi? Üç yıl önce küçücük apartman dairesini şatafatlı bir malikaneye tercih edeceğini söyleseler inanamazdı herhalde. Şimdi ise buradan uzaklaşmak, zaten ipi kopan yaşam kaynağını tamamen rafa kaldırmak gibi geliyordu kendisine.
Keşke 18'ine girmiş olsaydı çoktan. O zaman umursamaz bir babanın tercihlerine boyun eğmek zorunda kalmazdı.
Kıpkırmızı gözleriyle kalktı yataktan. Komidinin ucundaki kahve fincanına kaydı bakışları. Annesine hediye ettiği açık mavi renkli olana. Demek ki o sabah kahve içmişti onunla. Hep en sevdiği bardağı olduğunu söylerdi annesi.
"Senin düşünmüş olman bile yeter. Bak, bundan sonra başka bardak kullanıyor muyum?" Bunları söylemişti hediyeyi ona verdiğinde. Onu da attı çantaya hemen.
Yatağın üzerinde kalan son birkaç parça eşyayı da çantaya tıkıştırıyordu ki kıyafetlerin arasından düşen kağıt parçası dikkatini dağıttı Ophelia’nın. Senelerin yıprattığı belli olan kağıt sapsarıydı. İkiye katlanmıştı ve gözükmeyen tarafındaki yazılar arkaya geçmiş olan mürekkepten belli belirsiz anlaşılıyordu. Bir parçası yırtık olan kağıdın üzerinde mürekkepler yer yer dağılmış, ıslanmış gibiydi.
Ophelia ne yapacağı konusunda çok kararsız kalmıştı. Annesinin seneler önce babasına yazmış olabileceği bir mektup olma ihtimalini düşündü ilk önce ve bunun doğru çıkmamasını umdu. Annesi, babasını seneler önce silmişti ne de olsa. Ona dair saklamaları gereken tek şey adam yüzünden çektikleri zorlukları asla unutmayıp gerekeni gün gelince göstermek için kalplerinde tutsak bırakmaktı yaşadıkları acıyı.
En başta açmak istemedi genç kız. Görmek istemeyeceği bir şey de olabilirdi kağıtta. Yüzleşmekten kaçındığı, senelerin çürüttüğü... Fakat eli istemsizce ilerliyordu kağıda doğru. Başka çaresi kalmamıştı.
Çok uyuşuk hissediyorum. Vücudumu ayakta tutamıyorum. Güç kaynağım benden uzaklaştıktan beri.
Bugün ilk defa gülümsemeye çalıştım ama sonra hiçbir anlamı olmadığını fark ettim. Belki sesini bir kez duysam, elini tutsam farklı olurdu her şey-
"Bayan Miller, gitmemiz gerekiyor."
Şoförün sesi yine duyulmuştu. Kız yatağın üzerine çıkardığı son birkaç eşya ile bakıştı. Onları çantasına koymalıydı. Mektubu ne kadar merak etmiş olsa da daha önemlileri şu anda önünde duruyordu. Yine de katlayıp cebine attı onu. İçinden bir ses bazı kişiler için düşündüğünden daha mühimdi diyordu bu mektup. Cebine koymadan önce üzerinde simsiyah mürekkeple yazılmış isimle bakıştı birkaç saniye.
Dante Flint
Anlamsız bir isimdi Ophelia için. Oysa o ismin sahibine kavuşmak için bekleyen sayısız insan vardı belki de...
Genç kız çantayı kaptı. Tam kapıya gelmişti ki son kez arkasını döndü. Bırakması çok zordu. Annesiyle tüm zorluklarını, ızdıraplarını paylaştıkları ; sonradan da düzene giren hayatlarında zaman geçirdikleri yerdi burası. Hayatta bazen istemediği yerde seçimsiz bırakılıyordu insan.
Kararlı bir şekilde kafasını çevirip yoluna devam etti. Yapabileceği tek hareket buydu çünkü.
“Artık gidebiliriz."
*****
Deniz kenarında aldıkları sakin yolun sonuna geldiklerinde bir malikanenin önündeydiler.
Miller Ailesi’nin eski malikanesi değildi bu. Gloria'nınkiydi herhalde. Anlaşılan babası onun yanına taşınmıştı.
Demir kapıya yanaşırken üç katlı evi inceledi Ophelia. Kocaman kolonlara sahip devasa büyüklükte bir yerdi burası. Ev, ortadaki havuzun gerisinden başlayıp L şeklinde devam ediyordu. Dışı pastel sarı renklerindeydi. İki ve üçüncü katta da boydan boya balkon vardı. En alt katta ise geniş camlar. Camların çift kanatlı panjurları da çatıyla aynı tonda, turuncu idi. Ayrıca bahçede süslü bir çardakla evin öbür ucunda, ikinci kat balkonun hemen altındaki çimenlerde hasır bir oturma grubu yer alıyordu.
Havuzun etrafındaki palmiyeler ile bahçenin geri kalanında da pek çok değişik görünümlü çiçek ve ağaç yer alıyordu. Hepsi de ustalıkla yerleştirilmiş, adeta bir tablo gibi görünüyorlardı. Gloria'nın modacı olduğunu düşünülecek olursa sanırım eviyle bahçesinin de bu şekilde dikkat çekici ve mükemmel görünmesi normal karşılanmalıydı.
Kapının tam önüne geldikleri sırada patlayan flaşlar, bakışlarının evden ayırılıp önüne çevrilmesine sebep oldu. Dışarıda yaklaşık on-on beş kişi vardı. Kimisinde kameralar, kimisinde de mikrofonlar olan bir sürü insan. Magazinciler, muhabirler...
Şu anda hayatını daha beter bir hâle getirmek için eksik olan tek şey bu olsa gerekti. Her şeye burnunu sokmaya bayılan, sözde bir dost olan ama gerçekte yalnızca en çarpıcı haberi bulmak için yaşadığın kötü olaylardan beslenen insanlar.
Eskiden de magazinlerin olduğu yerlerde bulunmuş, ailesiyle birkaç poz vermişti. O zamanlar babası genellikle iyi giden işleriyle ilgili konuşur, onlarla ilgilenirdi. Boşanmadan sonra ise sözde dost magazinciler hemen bunun haberini de yapmış, kendi ürettikleri teoriler ile bu konuyu tonlarca programda tartışmışlardı. Ki ona göre olay yeterince çirkin ve basitti zaten. Bu kadar uzatılmasına gerek yoktu.
Hatta boşanmadan sonra bir ara annesiyle onu da bulmuştu magazinciler alışveriş merkezindeyken. Neyse ki annesi onları ustalıkla savuşturmuştu. Bu olaydan sonra bir süre de dikkat çekmemek için uğraşmışlar, dışarıdayken daha temkinli davranmışlardı. Sonuçta o zamanki durumlarını tüm ülkenin öğrenmesine hiç de gerek yoktu. Bilenlerin soruları yeter de artardı.
Uzun süre sonra gündem olmaktan çıkmışlardı ve her dışarı çıktıklarında basınla karşılaşma endişeleri de gitmişti. Artık onların peşini bırakmışlardı çünkü yeni bir konuları vardı: Başarılara imza atan harika çift. Yılın çifti Gloria ve Charles Miller.
İnsanlar ne kadar çabuk Charles Miller'ın karısını aldattığını ve boşandıktan sonra eski eşiyle kızına hakları olduğu halde hiçbir şey vermediğini unutmuştu da böyle büyütmüşlerdi adamı gözlerinde.
O zamanlardan sonra ilk kez bir hafta önce şirketin etkinliğinde tekrar magazincilerle bir aradaydı Ophelia. Ama o akşam da onların umursadığı kendisi değil de Cruzlardı. O yüzden onu fark etmemişlerdi bile ve genç kız bu durumdan oldukça memnundu.
Şimdi ise durum tam tersiydi. Tüm insanların derdi bu sefer oydu.
Demir kapı iki yana açılıp onlar içeriye girince limuzin biraz ileride onu indirmek için durdu. Ophelia mecburen inmek için hareketlendiği sırada magazincilere bakmaktan farkına varmadığı detayı yeni görebildi.
Onu hemen arabanın dışında bekleyen babası ve Gloria'yı.
Sanırsa geçen yaklaşık üç yılın ardından genç kız ilk kez babasını canlı canlı görüyordu. Fotoğraflar, televizyon veya dergilerdeki haberlerin haricinde.
Onu son gördüğünden bu yana saçları daha çok beyazlamış, kırışıklıkları artmıştı adamın. Onun dışında aynı gibiydi. Giyiminden saçının boyuna kadar. Kestane tonlu saçları kısa ve oldukça özenle şekillendirilmişken soluk mavi gözlerindeki ifade de her zamanki gibiydi. Asla yeterince yakın değildi.
Gloria'yı ise ilk defa gerçekte görüyordu ve kadının televizyondaki hâlinden hiçbir farkı olmadığını düşündü. Kısa, açık kahve saçları şampuan reklamlarındaki kadınlarınki gibi dolgun ve parlak görünüyordu. Kestane gözleriyse üstündeki yeşim tonundaki hafif kürklü palto ile uyum içindeydi. Buğday tenindeki kırmızı dudaklarına oturttuğu sıcak gülümseme ise oldukça profesyonelce gözüktü kıza ama ne kadar içten olduğu konusuysa...
Dönüp baktığında demir kapının arkalarından kapanmamış olduğunu gördü. Anlaşılan o ki basın için güzel bir tiyatro sergilemekti babası ve eşinin derdi.
Sakince arabadan indiğinde ne yaklaşan magazincilere ne de yılın çiftine baktı kız. Yalnızca boş gözlerle bahçeye ve eve bakıyordu.
Ve oyun başladı...
"Ophelia, canım." diye onu karşılayan ilk kişi Gloria oldu. Kadın ona sımsıkı sarılırken Ophelia yalnızca bu anın bitmesini bekledi. Evli bir adamla görüşüp onların ailesini yıkarken de bu kadar seviyor muydu ki onu?
Karısının ardından kızına sarılan da Charles oldu. "Kızım!"
Aynı şekilde davrandı genç kız bu sarılmada da. Yalnızca bitmesini bekledi karşılık vermeden.
Ayrıca bu sarılma sırasında burnuna gelen parfüm kokusu, babasının hatırladığı eski kokusuna da benzemiyordu.
Düşününce buna şaşırmaması gerektiğini fark etti. Sonuçta adam eskiyle ilgili her şeyi sildiğini, unuttuğunu ve yeniden başladığını söylemişti. Kızını silmişti bu zamana dek, parfümünü mü değiştirmeyecekti?
Şimdi kızını yanına almasının nedeni de çok basitti Ophelia’ya göre. Mecbur kalmıştı.
Sonuçta daha on sekiz yaşında değildi ve velayetinin üzerinde olduğu bir kişi de yoktu. Bu durumda da en yakın akrabasına devredilecekti velayeti. Tabii kabul ederse, değil mi?
Babasının başka seçeneği yoktu çünkü tüm haberlerde, bir haftadır yangında eşinin vefat ettiğinden bahsediliyordu. Eski çiftin öksüz kalan kızı da internetteki haberleri yavaş yavaş süslemeye başlamıştı. Bunun üstüne de herkes Charles Miller'ın kızını yanına almasını bekliyordu. Eğer bunu yapmasaydı yeni eşiyle birlikte oluşturdukları tüm ün ve harika aile imajı yerle bir olacaktı. İşte bu yüzden buna mecbur kalmıştı. Basını hayal kırıklığına uğratmamak için. Yoksa kızına karşı olan babalık görevi ve sevgisi bir anda kabarmış değildi. Bunca zaman Gloria ve Charles Miller çifti çok fazla habere konu olmuştu lakin asla Charles Miller'ın eski eşinden olan kızından, yani Ophelia'dan bahsedilmemişti. Sanki kızın varlığının fark edilmesi için böyle bir felaket gerekiyormuş gibiydi.
Babası da kızdan ayrıldıktan sonra Gloria, etraflarını çevrelemiş ve fotoğraf çekip sorular yağdırmakla meşgul olan magazincilere hitaben konuşmaya başladı.
"Bu zor günde bizi yalnız bırakmadığınız için teşekkürler arkadaşlar. Biliyorsunuz ki Charles bundan bir hafta önce eski eşi sevgili Jullie'yi talihsiz bir kazada kaybetti."
"Sevgili eşi ve talihsiz kaza..." diye düşünmeden edemedi Ophelia.
"Daha çok annesiyle yaşamakta olan kızları Ophelia da bundan böyle bizimle kalacak."
"Demek daha az olarak babamla da yaşıyormuşum ancak haberim yokmuş." diye geçirdi içinden genç kız.
"Hep birlikte kocaman bir aile olacağız. Sevgi dolu bir aile."
Ardından Charles girdi konuşmaya. "Kazayı öğrendiği an Gloria'nın ilk tepkisi Ophelia için endişelenmek olmuştu. Hemen ardındansa onun da yanımızda yaşaması adına hazırlıklara girişti. Ben de o an şunu anladım. Böyle düşünceli, iyi kalpli, yardımsever ve vicdanlı bir eşe sahip olduğum için çok şanslıydım. Onunla birlikte her şeyin üstesinden gelebiliriz. Eminim Ophelia'ya da çok iyi gelecektir. Eminim o da Gloria hayatında olduğu için ne kadar şanslı olduğunu kısa bir zamanda fark edecektir." Eşine uzanıp saçlarına öpücük kondurdu.
"Vay canına. Bu olayı bile kendi lehlerine kullanıyorlar. İnanamıyorum." dedi içinden kız. Bu kadarı da olmazdı, değil mi?
"Teşekkür ederim Charles. Umarım Ophelia'ya da yardımcı olabilirim. Bunun için elimden geleni yapacağıma emin olabilirsin. Evet, arkadaşlar. Sanırım Ophelia biraz dinlenmek isteyecektir, sonuçta daha yeni geldi. Böyle büyük bir aile olabildiğimiz için oldukça mutlu olduğumu belirtmek ve yine yanımızda olduğunuz için teşekkürlerimizi sunmak isteriz. İyi günler."
Ardından bir kolunu eşine dolayıp öbür elini de Ophelia'nın omzuna koyup poz verdi Gloria. Mutlu aile fotoğrafları için. Sonrasında da Ophelia'nın nereden geldiğini anlayamadığı iki güvenlik magazincilerle onların arasına duvar oluştururken babası kızını eve doğru yönlendirdi. Gloria ise onların arkasından daha yavaş geliyor, bazı soruları cevaplandırıyordu.
"Pardon, Bella nerede acaba?"
"Ophelia daha önce hiç sizde kalmış mıydı?"
"Ophelia da sizin kariyerinizden mi ilerleyecek?"
"Bay Miller'ın daha öncesinde Ophelia ve annesine herhangi bir yardımda bulunmadığı doğru mu?"
"Ophelia'nın sizinle kalması fikri sizi rahatsız ediyor mu?"
"Bildiğiniz gibi Bella daha çok küçük ve bu yoğun flaşlar onu rahatsız ediyor. O yüzden onu sizin karşınıza çok çıkaramıyorum." Güzel bir gülüş sunup devam etti konuşmasına. "Ophelia benim için de Charles için de çok değerli ve onun da artık bizimle temelli kalacak olması inanın ki beni oldukça sevindirdi. Artık daha büyük, daha mutlu bir aileyiz. Bundan emin olabilirsiniz."
Hep birlikte malikaneye girerlerken Ophelia'nın tek hissettiği boşluktu. Bu koca yerde, onca şey varken onun için asıl önemli olan eksikti. Şimdiyse sanki bir kâbusun içine sürükleniyor gibiydi. Her saniye daha da derine çekiliyordu, dibe batıyordu.

-Gloria Miller
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |