@mevia_jessica
|
Bir süredir küçük bir kayıkla sakin deniz sularında gidiyordu genç kız. Güneş, insanın iliklerine kadar sıcağı hissettirecek cinsten ve esen rüzgarla dengelenip güzel bir hava oluşturacak şekildeydi. Hiçbir huzur uzun sürmezdi. Bu sakin giden yolculuk da kızın görüş alanına yeni bir kayığın girmesiyle bozuldu. Az önce bomboş olduğundan emin olduğu sularda kafasını çevirdiğinde bir kayıkla karşılaştı. İçinde birileri vardı fakat her ne kadar yakın da olsalar içindekilerin kim olduğunu tam göremiyordu. Sanki görüşü bulanıklaşmıştı bir anda. Güneşin etkisiyle parlayan sakin denizin suları bir anda dalgalanmaya başlamıştı. Artık rüzgâr daha sert esiyordu ve de güneş hâlâ yerinde olmasına rağmen hiçbir sıcaklık yaymıyordu sanki. Sadece gökyüzündeki bir top gibiydi. Ne deniz suları parlıyor ne de insanın içi ısınıyordu güneşten. Dalgalar şiddetlendi, deniz git gide sallanan bir şişesinin içindeki sulara döndü. Genç kız sımsıkı kayığın kenarlarını kavradı. Bir oraya, bir buraya savruluyordu. Üstüne sıçrayan sulardan sırılsıklam olmuştu. Bakışları öbür kayığa umut ararcasına kayınca onun da aynı şekilde savrulmakta olduğunu gördü. İçindekiler hâlâ bulanıktı. Kızın nefes alışları hızlandı. Kısa bir süre önceki mutluluğu, panik ve korkuya evrilmişti artık. Tüm bu fırtınaya rağmen kayık batmamıştı ya da devrilmemişti ama en sonunda başka bir şey oldu. Genç kızın olduğu kayık ve bir anda ortaya çıkan teminki kayık birbirine çarptı. İçlerindekileri denize bırakan kayıklar ters dönüp suda bir batıp bir çıkan tepecikleri oluşturdu. Genç kız çarpışma anında öbür kayıktakileri net bir şekilde görebildi. Üç kişi vardı. İki yaşlarında siyah saçları tepesinde küçük bir kuyruk şeklinde toplanmış bir kız çocuğu, kısa kahverengi saçlarıyla gözlerinin rengi kestaneleri anımsatan bir kadın. Üçüncü kişi ise kızın tanıdığı biriydi. Bu yüzden tam denize düştüğü anda "Baba!" diye seslendi. Evet, üçüncü kişi kızın babasıydı. Şimdi bu dört kişi denizin altındaydı. Kız gözlerini açtığında suyun altında olmasına rağmen her şeyi çok net görebildiğini fark etti. Yüzeye doğru yüzerken babasının sudan kafasını çıkarmayı başardığını gördü. Ardından adam suya geri daldı ve küçük siyah saçlı kızı yakalayıp kadının da elini tuttu ve onları da yüzeye çıkardı. Suyun altındaki genç kızsa ne kadar çabalarsa çabalasın bir türlü yüzeye ulaşamıyordu. Bekledi...Bir an belki babası gelip onu da kurtarır diye. Lakin olmadı, babası gelmedi. Ciğerleri acımaya başladı. Çıkamıyordu yüzeye ne yaparsa yapsın. Sanki her kendini yukarı ittirdiğinde yüzey ondan daha da uzaklaşıyordu. Gözleri kapanırken babası ve onun sarıldığı kadın ile kız gördüğü son şeyler oldu... Genç kız nefes nefese uyandı. Yüzüne yapışmış turuncumsu kızıl saçlarını çekerken gördüğü kâbusun etkisiyle kalbi hâlâ hızlı hızlı atıyordu. Bakışları, kabusunun aklına dolmasıyla komidinindeki çerçeveye gitti. Kenarlığı sıcaklık yayan renklerden oluşan çerçevede turuncuya kaçan açık kahverengi dalgalı saçlı bir kadın, siyah saçlı bir adam ve de kızıl saçlı on bir yaşlarındaki bir kızın birbirlerine bakıp gülerek poz verdikleri fotoğraf vardı. Annesi, babası ve o. Bundan yaklaşık altı yıl önce. O zamanlar her şey çok güzeldi. Sonrasındaysa her şey yavaş yavaş bozulmuştu genç kız için. 3 yıl önce "Durmadan böyle davranmak zorunda mısın Jullie?!" diyen babasının sesini duydu. "Bunu bana mı soruyorsun, hâlâ daha beni mi suçluyorsun? Bence önce sen kendine bak. SONRA BENİ YARGILA!" Annesinin sesiydi bu da. "Gerçekten yeter, bıktım ben. BIKTIM ARTIK!" dedi babası da tekrardan cevaben. Genç kız ne yapacağını bilemedi. İstemiyordu, bunu istemiyordu. Kendini bir kabusta gibi hissetti. Biliyordu yani yeri gelince eşlerin de kavga edebileceğini, yeri geldiğinde böyle şeylerin yaşanabileceğini ama bunun kendi başına geliyor oluşuna inanamıyordu. Bu durum içini huzursuz etmişti. Sanki gelecekte olacak şeyleri tahmin etmişçesine. Pek de düşünmeden aklına ilk gelen şeyi yaptı kız. Geldiği yolu geri yürüdü. Yavaşça, elinden geldiğince sessizce sokak kapısını açtı ve güçlüce geri kapattı. Çıkan gürültüyle "Ben geldim!" dedi neşeyle, sanki eve yeni gelmişçesine. Kendi bile sesinin nasıl bu kadar neşeli çıktığına inanamamıştı aslında. Eğer ki temin olan kavgayı duymamış olsa "Hoş geldin kızım!" diye neşeyle onu karşılayan babasına sarılırken hiçbir şey olmadığını düşünürdü. O günden sonra bu kavgalara rastlar olmaya başlamıştı kız ara ara. Bazen anne babası bu kavgaları kızlarından saklasalar ya da en azından onlar öyle olduğunu zannetse de bazen de "Bir konu ile ilgili konuşuyorduk. Fark etmeden sesimizi yükseltmişiz." gibi garip bahaneler ile kızın fark ettiği anlara bazı kılıflar uyduruyorlardı. Zaman geçtikçe babası, kızının yakınlarda olup olmadığını dahi önemsememeye başladı. Annesinin yaptığı en ufak bir hareket, söylediği basit bir cümle bile büyük bir kavga ile sonuçlanabiliyordu. Kızın yapabildiği tek şey ise odasındaki kapının önüne çökerek annesi için gözyaşları dökmek oluyordu. Tüm bu süregiden "düzen", kızın anne ve babasının evlilik yıldönümünde yaşananlar ile bozuldu. O gün babası eve gelmemişti. Yıllardır aileleri için en önemli olduğunu söylediği günde ailesinin yanında bile değildi. Annesi çok önemsemiyormuş gibi davransa da kızı onun gizlice iç çektiğini anlayabiliyordu. Gece yarısından sonra evin yolunu hatırlamış olan babası ve tüm gece boyunca sessizce ağlamış olan annesi arasında yaşanan- o zaman bunu bilmiyor olsa da- son mücadeleyi dinlemeye başladı kız. "ONUNLAYDIN BİLİYORUM.VARSAYIMLARIMIN DOĞRU OLDUĞUNU BİLİYORDUM.ONUNLAYDIN İŞTE, ONUNLA." "Boşanalım o zaman. Neden bekliyoruz ki? Bunu çoktan yapmış olmamız gerekmez miydi?" Babası alışılmadık bir sakinlikle başlamıştı konuşmaya. "BUNUN KIZIMIZI NASIL ETKİLEYECEĞİNİN FARKINDA MISIN? Doğru ya. Onu hiç düşünüyor musun ki? ONU BİRAZCIK BİLE SEVSEN BÖYLE DAVRANMAZDIN!" Annesinin bu sözlerden sonra ağlamaya başladığını anlamıştı. Kızın da yanaklarından süzülmeye başlamıştı yaşlar. "AAA! YETTİ BE!" Güçlü bir "Şak!" sesi geldi bundan sonra. O an kız hiçbir şey düşünmeden koşarak çıktı odasından. Hatırladığı bir sonraki şey ise eli yanağında olan annesinin önünde kollarını açarak babasının sert gözlerine baktığıydı. "Boşanıyoruz." ve ardından dış kapının yankı yaratan gürültüsü çınlattı tüm evi. Sonrası zaten bir sürü avukat, oldukça zorlu geçen birkaç duruşma ve anne-kızın daha yeni başlayan stresli hayatlarından ibaretti. O zamanlar annesinin hiçbir şeyi babasının yanına bırakmamak için elinden geleni yapacağını bilseydi hayata çok daha ümitli bakabilirdi genç kız...
Bakmakta olduğu çerçevesini eline aldı. Artık fotoğraftaki o küçük kız ona bambaşka biriymiş gibi geliyordu. Hafızasında o zamanlarla ilgili hiçbir iyi anı kalmamış gibi hissediyordu. Sadece kavga, kavga, kavga... Tüm her şeye rağmen gene de bu fotoğrafı komidininden kaldırmaya eli gitmiyordum. O çerçeveyi kırıp atmak istiyordu ama bir türlü başaramıyordu. Kabuslarına gelirsek, onlara alışmıştı artık. Bazen ormanda, bazen dağda, bazen denizde... Ama hep aynı üç kişiyi görüyordu. Tabii babasının yanındaki kadın ve küçük kız rüyalarına sonradan, onları televizyondaki bir magazin kanalında yüzlerinde kocaman gülümsemeleriyle bir program sırasında gördükten sonra katılmışı. Bu kız için büyük bir şok olmuştu çünkü babasının annesini aldattığı kadının ünlü moda tasarımcısı Gloria Sanders -yeni soyadıyla "Miller"- olmasını beklememişti. Magazin sayfaları, haber kanalları... Hepsinde bu kadını görüyordu. Hatta bazen "Yılın Çifti: Gloria ve Charles Miller" başlığıyla yazılmış makaleler de karşısına çıkıyordu. Hiç tanışmamış olmalarına rağmen babasının yeni eşinden nefret ediyordu. Kendisi ve annesinin yaşadığı zor günlere sebep olan kadından gerçekten nefret ediyordu ama yapabileceği bir şey de yoktu. "OPHELIA, hadi kahvaltıya gel kızım." Annesinin yumuşak sesi sayesinde bu düşüncelerinden kurtulmayı başarıp kendine geldi Ophelia Hope Miller. Elini yüzünü yıkadı, okul kıyafetlerini giydi ve mutfağa doğru yöneldi. Annesinin pişirdiği kreplerin kokusu iştahını kabartmıştı. Günlerce sadece ekmek kemirdikleri, Ophelia'nın tabiriyle "karanlık" günlerden sonra krep onlar için büyük bir lükstü. Boşanma davasının sonuçlanmasından sonra beş parasız bir şekilde sokakta kalmışlardı. Birkaç tanıdığın yardımlarıyla tuttukları kırık dökük gecekonduda soğuktan donarak kaç gecelerini geçirmişlerdi kim bilir? Bir anne için oldukça yıpratıcı olmalıydı çocuğunu kuru ekmekle beslemek zorunda kalmak. Özellikle bir nevi "zengin" hayatına alıştıktan sonra karşılaştıkları durum onlar için epeyce zor olmuştu. Ophelia'da gittiği özel okuldan ayrılıp normal bir okula başlamak zorunda kalmıştı. Galiba onu da en çok bu yormuştu. Oldukça zorlu geçen birkaç aydan sonra annesinin karşısına çıkan iş imkânı onlar için yeni bir umut olmuştu. Annesi Jullie, bir sonuç beklemediği görüşmeden ülkenin en ileri gelen şirketlerinden biri olan "Mitash"ın muhasebecisi olarak çıkmıştı. Aldığı maaş da ikisinin masraflarına yetiyordu. Ortalama bir apartman dairesinden de ev kiralayabilmişlerdi. Şimdilik beraber, yaşanan her şeye rağmen oldukça mutlu ve pozitiflerdi. "Çok düşünceli gördüm seni. İyi misin?" diye sordu Jullie kızı masaya otururken. "İyiyim. Uykumu tam alamadım da." dedi Ophelia da. Annesinin kahvaltı masasına tuz-karabiber yerine ketçap-mayonez koyduğunu görünce onun da kendisinden pek farkı olmadığını anladı genç kız. "Tabii bugünlük değişiklik olsun. Salatalığa tuz yerine mayonez dökelim. Hayatın tek düzeliğinden kurtulmuş oluruz böylelikle." dediğinde annesi, yaptığı hatanın farkına vardı. Gülümserken "Sanırım ben de uykumu tam alamadım." dedi. Sofradaki ketçap-mayonezin yerine tuz-karabiberi koydu. Genç kız annesinin uykusuz uykusuz işe gidecek olmasına üzülüyor olsa da anlaşılan annesinin aklında hâlâ daha kızı vardı. "Normal tabii. Her gün bu saatte uyanmak özellikle sizin yaşınızdakiler için çok zor olmalı." dedi Ophelia'nın tabağına kreplerden koyarken. "Aslında ben bu düzene kolaylıkla adapte olabiliyorum." diye geçiştirdi konuyu Ophelia. Olayın başka bir yere gelmesini istiyordu çünkü. Birkaç saniyeliğine duruldu. Konuşmaya hazırlanmaya çalıştı ve sonunda söylemeyi başardı. "Ben de bir iş bulup çalışsam olmaz mı anne? Yarı zamanlı bir iş olabilir. Kendimi de çok yormam, derslerimi de aksatmam. Sen gerçekten çok yoruluyorsun. Böylelikle biraz olsun sana da destek olmuş olurum." Aslında çok kolay gözüken bu cümleleri söylemek Ophelia için farklıydı çünkü annesi ile bunu daha önce defalarca tartışmış ama her seferinde aynı sonuç ile karşılaşmıştı. Bir de annesinin ünlü bıkkın bakışıyla tabii ki. "Sana bunu kaç kere söyledim? Zaten okul seni yeterince yoruyor. Bir de işte çalışmayı kaldıramazsın." "Ama anne-" diye söze girmeye çalışsa da annesi buna izin vermedi. "Hayır, bu konuda çok kararlıyım. Bu konuşmayı bir kez daha tekrarlamayalım lütfen." "Peki." dedi Ophelia çaresiz bir şekilde. Ama tabii ki bu konu hakkında söyleyecekleri daha bitmemişti. Sadece bunu dillendirecek doğru zamanı bulmalıydı. "Eee, bugün ne yapacaksın? Okuldan sonra Melinda ile buluşmayacak mıydın?" diye sorarak konuyu değiştiren annesine uyup "Evet, çıkışta buluşup bir kafede oturacağız." diye yanıtladı. Annesinin "O, en son çizim yarışmasında derece kazanmıştı değil mi?" sorusunu kafasını sallayarak onayladı genç kız. "Evet, birinci oldu. 'Okul düzeyinde bir yarışma olduğu için katılan kişi sayısı çok değildi, o yüzdendir.' diyor ama bence yarışmaya binlerce kişi de katılsa yine o birinci olurdu anne. Sana çiziminin fotoğrafını atarım bir ara. Gerçekten çok güzel." dedi arkadaşıyla gurur duyarak. "Eminim öyledir. Ben bu zamana kadar onun pek çok çizimini gördüm. Hem bana hediye ettikleri olsun hem diğerleri olsun. Gerçekten bu konuda oldukça yetenekli." diye ona katıldığını belirtti annesi de. Yarım saatlik bir kahvaltının ardından anne ile kız birlikte evden çıktı. Evleri, iş ile okula yakın olduğu için ve de böylesi daha ekonomik olduğu için çoğunlukla yürüyerek gidiyorlardı. Bir de bu olumlu yönlerinin dışında ikisi de yürümeyi seviyordu. Özellikle birlikte sohbet ederek yürümeyi. Yol ayrımına gelince "İyi dersler güzel kızım." diye sarılıp ondan ayrılan annesinden o da "Sana da iyi çalışmalar anne." diyerek uzaklaştı. Anne-kız için yine mücadele dolu bir gün başlıyordu. ***** Saat öğlen bire gelirken bulutların gökyüzünü terk etmesiyle ortaya çıkan güneşin etkisiyle hava sabah saatlerine göre daha da sıcaktı. Evlerde, işlerde, okullarda, upuzun gökdelenlerde, iki katlı ufak müstakil evlerde, her yerde herkes bir hayat koşuşturmacasındaydı. Mitash Şirketindekilerin iş mesaisi başlayalı ise saatler oluyordu. Camdan duvarlı büyük bir oda; içinde dizilmiş beş büyük masa, yaklaşık iki duvarı kaplayan upuzun kitaplıklar, kitaplıklardaysa eğer içinde yazan sıkıcı şeyler bilinmese rengârenkleriyle insanının içini açabilecek dosyalar vardı. Renkli kalemlerin durduğu ahşap kalemlikler, birkaç ofis eşyası, üç katlı demir evrak rafı, üstünde şirketin logosunun olduğu bir bilgisayar ve dahasının olduğu bir masada oturuyordu kahve-kızıl saçlı kadın. Öbür dört masanın sahibi hâlâ yemek molasındayken Jullie Gills işinin yoğunluğundan dolayı yemeğini hızlıca yiyip tekrar işinin başına dönmüştü. Elindeki sarı fosforlu kalemle masanın üzerindeki kâğıdın bazı yerlerini işaretlerken içeri William Cruz girdi. William Cruz şirketin başındaki asıl patrondu. Aynı zamanda da şirketin kurucusunun oğluydu. Bu şirketi bundan yıllar önce Alexander Cruz kurmuştu. Senelerce titizlikle şirketi yönetmiş olan bu adam altmışlı yaşlara gelmesiyle şirketin yönetimini oğluna bırakmıştı. Ama buna rağmen şirketle olan bağını tam olarak koparmamıştı. Hâlâ daha sık sık şirkete geldiğini görmek mümkündü. Kırklı yaşlara gelmiş olmanın etkisiyle bir kısmı beyazlamış kumral, dalgalı sayılacak saçları; babasından aldığı koyu mavi gözleri ve kaliteli kıyafetleriyle gördüğünüzde kolay tanıyabileceğiniz biriydi William Cruz. İçeri girince odadaki tek kişiye yöneldi adam. "Dün asistanımın muhasebeye bıraktığı bir dosya olacaktı. Onu almak için geldim." dediğinde Jullie "Tabii, hemen veriyorum." cevabını verdikten sonra oturduğu sandalyeden kalkıp geniş kitaplığa yöneldi. Kadının dosyayı bulmasını bekleyen adamın dikkatini masadaki çerçeve çekti. Çerçevede, şu anda ona dosyayı bulmaya çalışan kadın ve on yedi yaşlarında kızıl saçlı bir kızın birbirine sarılarak poz verdiği bir fotoğraf vardı. "Bu fotoğraftaki kişi kızın olmalı." diyen adamı "Evet, efendim." diye onayladı Jullie, aradığı dosyayı bulup alırken. "Benim de aynı yaşlarda bir kızım ve oğlum var. İkizler. Scienlux Lisesi'nde dördüncü sınıfa gidiyorlar." diyen William'a elindeki dosyayı verirken "Benim kızım da eskiden o okula gidiyordu. Sonra da bazı sebeplerden dolayı okulunu değiştirmemiz gerekti." dedi Jullie. Okulun ücretindeki sıfırları biliyordu adam. "Sanırım maddi durumlardan dolayı?" "Evet, maalesef." Tekrardan fotoğrafa bakan adam "Kızının ismini öğrenebilir miyim?" diye sordu. "Ophelia." diye yanıtladı onu Jullie. Bir süre daha düşünceli bakışlarla fotoğrafı süzdükten sonra hızla söze girdi William. "Aileler için çocuklarının eğitimi ve geleceğinin ne kadar önemli olduğunu iyi bilirim. Bu yüzden size bir teklifte bulunmak istiyorum. Siz o zamanlarda burada olmadığınız için bilmiyor olabilirsiniz ama şirketimizin yıllar önce yürüttüğü özel bir proje vardı. Bu projeyi bu sene tekrarlama kararı aldık. Ophelia yaşındaki gençleri dahil ettiğimiz bu projede onlara ileri düzey özel eğitimler veriyoruz. Fizik, matematik, yazılım, yapay zekâ ve çeşitli diğer alanlarda. Bu eğitimlerin ardından onlara bir süre boyunca yapmaları için bazı işler veriyoruz. En sonunda da bu işlerde başarılı olabildiklerini görünce son bir sınav görevi veriyoruz. Bunu da başarıyla tamamlayabilirlerse sertifikalarını alarak bitirebilmiş oluyorlar." "Bildiğiniz gibi biz bir tekstil firmasıyız ama ürünlerimizi kendi fabrikamızda üretilen makinelerimiz ile oluşturuyoruz. Bahsettiğim sınav da zaten eğitim boyunca üzerinde çalışacakları bu makinelerle ilgili olacak. Şirketimiz ayrıca ürünlerimizin nasıl daha çevre dostu, uzun ömürlü, sağlıklı olacağı gibi konularda kendini geliştirmeye çalışıyor. Yani çizim ve tasarım asıl işimiz gibi gözükse de kimya, teknoloji, ar-ge de çok önemli bizim için. Bu yüzden de bu ikinci kısım ile ilgili dersler ve işler veriyoruz." "Yani ilk kısmında özel eğitimler alıyor, ikinci kısmında da eğitimlerini uyguluyorlar ve de bu uygulama kısmında şirkette çalışmış oluyorlar. Bu yüzden bu kısımda maaş gibi düzenli bir ücret ödeniyor onlara." diye açıkladı William her şeyi. "Peki okulu? Ya da eğitim kısmı için bir ücret alınmıyor mu? Ayrıca bu iş dediğiniz kısımlar yorucu ve ağır mı?" diye sıraladı kadın sorularını. Güven veren bir tebessümle söze giren adam "Merak etmeyin. Her kişi için okul saatlerini etkilemeyecek özel programlar oluşturuluyor. Ayrıca bu bizim gençlerin eğitimine destek vermek için yürüttüğümüz bir çalışma. Yani bu projenin özel bağışçıları bile var. Herhangi bir ücret talep etmiyoruz. İkinci kısımda yapacakları işler ise sadece öğrendiklerini uyguladıkları görevler. Zaten fiziksel olarak hiçbir zorluğu olmuyor bu görevlerin. Onların mantıkla yürüteceği işler oluyor. Öğrendiği bazı kodları kullanarak hazırlayacağı orta seviye yazılımlar ya da ögrendikleri ile çevreye yararlı projeler geliştirip bunların prototiplerini oluşturma gibi şeyler olacak. Yani ağır işler değil merak etmeyin." dedi. Ardından açıklamaya devam etti. "Her kişinin bir yardımcısı oluyor. Daha doğrusu üst kademedeki çalışanlarımız eğitimin en önemli noktası olan makinelerimizin prototiplerini oluşturma kısmında öğrencilerimize yol gösteriyor. Özellikle belirteyim bu çalışanları da geçmişte eğitimimizi alıp ardından şirketimizin daimî çalışanı olanlardan seçiyoruz. Bu yüzden de oldukça genç yaştalar. Bu çalışanlar öğrencisinin okuluna göre bir program oluşturuyor, eğitimlerini veriyor, uygulamada yardımcı oluyor ve de denetliyor. Yani her bir gencimizin bire bir eğitim almasını sağlıyor, hepsi ile tek tek ilgileniyoruz." Proje kadının aklına yatsın diye oldukça detaylı bir özet geçiyordu onun için. Anlaşılan o ki proje için bir öğrenciye daha ihtiyaçları vardı. Jullie kararsız gözlerle baktı adama. Aslında güzel bir projeye benziyordu. Kızının şu anki okulunda alamayacağı özel eğitimler almasını sağlayacaktı. Hem belki böylesi Ophelia'nın çalışma isteği açısından da iyi olabilirdi çünkü kızı kendisine yardım etmek için iş bulmak istiyordu. Her ne kadar annesi kızınca 'Tamam." dese de kızını tanıyordu ve bu işin peşini bırakmayacağını biliyordu. Adam, Jullie'nin kararsızlığını anlayınca cüzdanından çıkardığı bir kartı kadına uzattı. "Tabii, bu konuyu kızınız ile de konuşup biraz düşünün. Sonra da kararınızı bu kartta numarası olan kişiye bildirebilirsiniz. Kendisi bu proje ile ilgilenen çalışanlarımızdan biridir: Bay Heath Jullie, William'ın bahsettiği adamı daha önce birkaç kez görmüş ama kendisinin şirketin patronu olan William'ın en yakınında çalışan kişi olarak nasıl seçilebildiğini anlayamamıştı. Jullie, işlerin şirketi denetlemeye gelen müfettişler yüzünden çok yoğun olduğu bir günde devasa tepeler oluşturan dosya yığınlarını sekreter odasının yanındaki depoya taşıma ile görevlendirilmişti. (Ki bu görevlendirme aslında kendisine işe başlarken verilen vazifeler listesinden çok farklıydı ama müfettişlerden dolayı karışan şirketin geçici sorunu olarak düşünmüştü bunu.) Sallanan kâğıt yığını arasından önünü göremezken nereden çıktığını kestiremediği ve o anda William ile beraber toplantıda olması gereken Bay Heath, Jullie'nin yanına gelip "Size yardım edeyim." diye fısıldamıştı. Bu sözlerinin ardından ise hemen dosyaları kapmıştı. Ancak zaten hiç kuvvetli görünmeyen ve oldukça sıska olan bir adamdı. Varsayımları doğru çıkarıp dosya dağını anında devirmeyi başarmıştı da. Neyse ki dağınıklık diğer sekreterlerin de yardımıyla müfettişler görmeden temizlenmişti. Bu Bay Heath'in işleri ilk defa mahvedişi de değildi zaten. Daha önce Jullie'nin yanındaki masada çalışan muhasebeci Carly'nin masasını devirip açık camdan içeriye giren rüzgârı suçlamıştı. "Cereyan yapıyor galiba. Yandaki odanın da camı açık kalmış." diye kendini aklamaya çalışmıştı. Bir keresinde de şirketin en üst kademelerinde çalışan Bay Justice'in üzerine de kahve dökmeyi başarmıştı. Hem de kendi görev listesinde çalışanlara kahve getirmek ile ilgili hiçbir şey yokken. Jullie'nin bu adamın şirketin hangi kademesinde çalıştığına dair hiçbir fikri yoktu. Şirketlerinde başka hiçbir yerde olmadığına emin olduğu değişik bir sistem vardı. Bu sistemi Jullie de tam olarak çözememişti ama galiba odan ne kadar üst kattaysa o kadar değerliydin şirketin ve patronun gözünde. Bu durumda kendi özel odası olmayan Jullie kesinlikle pek kıdemli sayılmazdı. Ancak Bay Heath bu şirkette hiç yeri yokmuş gibi hissettiriyordu genel olarak. Jullie'nin fikirleri sindirmesine biraz zaman tanıyan William konuşmaya devam etti. Kadın kartı alıp "Tamam, öyle yaparım. Bu teklifiniz için gerçekten çok teşekkür ederim." dediğinde "Rica ederim. Size iyi çalışmalar." diyen adam odanın çıkışına yöneldi. "Size de iyi çalışmalar efendim." dedi Jullie adam çıkarken. Gözleri elindeki karta kayarken yerine oturdu. Elindeki kartın sandığından daha büyük şeyleri etkileyebileceğini o zamanlar bilemezdi.
|
0% |