@mevia_jessica
|
Ophelia, oldukça sıradan geçen birkaç saattin ardından sonunda Melinda ile buluşmak amacıyla okuldan çıkabilmişti. Zamanın geçmesi istendiğinde asla ilerlemediği o klasik günler...Her gün aynı sonuçlanıyordu. Aslında çocukluğundan beri okulda zaman geçirmeyi, yeni bilgiler öğrenmeyi çok seven biri olmuştu. Ancak okulunu değiştirmek zorunda kaldığından beri işler değişmişti. Burada her şey çok zordu. Bozuk kaloriferler yüzünden soğuktan kaskatı kesilen elleriyle yazı yazmaya çalışmaktan, üniversite sertifikalarından şüphe ettirecek kadar kötü ders anlatan hocalardan ve de vurdumduymaz sınıf arkadaşlarından çok sıkılmıştı. Her öğlen aynı şeyi yemekten de çok sıkılmıştı. Durumlarının en kötü olduğu dönemde annesine bir şeyler atıştırıyorum diye yalan söyleyip öğle yemeğini geçiştiriyordu. Tüm gün aç kalmak yıpratıcı olsa da bir şekilde şimdiki durumuna göre daha rahattı. Annesi Ophelia'nın bu küçük oyununu fark edip ona iyi bir nutuk çekmişti. Ophelia'nın da pek bir şansı kalmamıştı. Annesine bu konuda karşı çıkmayı denememişti bile çünkü kadının kararını asla değiştiremeyeceğini biliyordu. Annesi bir süre boyunca her sabah normalden de erken kalkıp kızına pratik yemekler hazırlamaya başlamış olsa da Ophelia akşamları annesinin göz altlarında oluşan torbaları görmeye dayanamıyordu. Bu yüzden her gün götürdüğü azıcık parayla okulun derme çatma, duvarları aşınmış kantininden bayat ekmek ve kurumuş peynirden oluşan bir sandviç almaya başlamıştı. Daha doğrusu almak zorunda kalmıştı. Tek seçenek buydu. Gerçi bu sandviçleri hazırlıyor olmaları dahi şaşırtıcıydı. Bu gene de başka sorunlar olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Sabah okula geldiği andan öğlen kantine gidene kadar bozuk sandviç yemekten daha büyük bir engel ile karşı karşıya kalıyordu. Kabadayı Rodney ve tabiri caizse onun çetesi. Sadece kendisinin değil, sınıftaki hatta okuldaki çoğu kişinin harçlığını çalması ve bu tarz bir sürü eylemle ünlü olan çete. Ophelia parasını saklama konusunda oldukça başarılı olsa da çetenin pençesine birkaç kez yakalandığı da olmuştu. En azından onunla sadece parası konusunda ilgileniyorlardı. Söylentilere göre çok daha kötüsünü yaptıkları birçok kurbanları olmuştu. Çetenin lideri Rodney adında Ophelia'nın sınıfındaki öğrencilere göre en az beş yaş daha büyük görünen irice biriydi. Gerçekten birkaç sene sınıfta mı kalmış yoksa cidden fazla mı yapılı olduğunu öğretmenler ve Rodney hariç kimse bilmiyor gibiydi. Rodney'nin, okulda dikkatini çeken biri oldu mu- genelde bu kişilerin kızlar olması çok şaşırtıcı değildi- onlara bir nevi musallat olduğu ve peşlerini bırakmadığı söyleniyordu. Ophelia zaten zamanını sınıfın köşesinde kitap okuyarak harcadığından dikkat çekici herhangi bir hareketi yoktu. Geçmişini ya da babasının "yeni hayatını" öğrenmedikleri sürece güvende sayılırdı. Ophelia'nın sınıfında kendisine yakın hissettiği sadece tek bir kişi vardı. O da kendisi gibi sınıfın bir köşesinde sessizce oturan, oldukça ufak tefek görünen ve sınıfı boş gözlerle süzen bir kızdı. Adı yoklama alınırken öğrendiğine göre April idi. Daha önce kızla hiç konuşmamasına rağmen onunla ortak bir yönleri olduğunu hissediyordu ancak onunla konuşmaya kalksa nasıl tepki vereceğini bilemediği için çekiniyordu da. Genç kız okulun bahçesinin kapısından ağır ağır çıktı. Acele etmemişti çünkü çıkışta oluşan hengameye karışmaktan zaten hoşlanmıyordu. Kaldırımda giderken okul binasının soluk yeşil duvarlarını ve çatlak camlarını görüş alanından çıkana kadar izledi. Cidden bakımsız olduklarından mı yoksa Ophelia'nın okula olan nefretinden midir bilinmez okuldan çarşıya kadar uzanan yollarda yürümek dahi ona işkence gibi geliyordu. Sanki her an ayağı bakımsızlıktan olduğunu düşündüğü çukurlardan birine takılıp kayabilir ve mucizevi bir şekilde o okula geri dönebilir gibi hissediyordu. Neyse ki bir gün daha bu kasvetli yoldan kurtulmayı başarıp çarşıya ulaşabilmişti. Saatten kaynaklı olarak çarşının sokakları oldukça kalabalıktı. Uzun bir gün sonunda ailelerine kavuşmanın sevinciyle çığlıklar atan ilkokul öğrencileri, seyyar satıcıların "Bir alana ikincisi %50 indirimli!" diye haykırışları... Bütün bunlar Ophelia'nın yürüdüğü yola az da olsa bir sıcaklık katıyordu. Kız birkaç dakika içinde sabah annesi ile ayrıldıkları yola geldi. Melinda ile buluşacakları kafe de buradan sadece birkaç cadde ötedeydi. Kafeyi birkaç ay önce Melinda önermişti. O zamandan beri de genellikle okul çıkışlarında burada buluşuyorlardı. Oldukça küçük ve Ophelia'nın durumundakiler için ekonomik bir yerdi. Melinda her şeyi Ophelia'ya uygun olacak şekilde seçmişti. Kafe Melinda'nın evine uzaktı ama Melinda'nın okulunun- Ophelia'nın eski lisesi- bir saat daha erken bitmesi sonucu buraya rahatça yetişebiliyordu. Hatta bazen Ophelia'yı geç kaldığı için azarlıyordu. Melinda'nın okuldan çıktıktan sonra eve gidip üstünü değiştirecek zamanı bile oluyordu. Ophelia'nın karşısına okul kıyafetleriyle çıkmak istemiyordu. Genç kız kaç kere sorun olmadığını söylese de Melinda böyle daha rahattı. Ophelia köşeyi döndü ve kafede iki kişilik hoş bir masada oturan arkadaşına baktı. Melinda, saçının altın tutamları güneş ışığında parlarken boş boş etrafı izliyordu ancak Ophelia onun içinden "Tam çizimini yapmalık bir manzara." diye geçirmekte olduğunu biliyordu. Kafeye doğru yaklaştı ve dalmış olan arkadaşının arkasından mutlu bir şekilde "Merhaba!" diyerek onun hafifçe irkilmesine sebep oldu. "Hey, beni korkuttun." dedi Melinda Ophelia'ya sarılırken. "Bu kadar korkaksan ileride zombi saldırısı falan olursa seni çağırmamam gerektiğini hatırlat. Olur mu?" diye dalga geçti Ophelia. Çok yakın arkadaş da olsalar birbirleri ile uğraşmayı severlerdi. "Konuşan kişiye bak. Korku evine gittiğimizde fenalık geçiren kişi kimdi?" "O da sendin." "Tamam, biraz haklı olabilirsin." Bu ikisini de güldürmüştü. Melinda çok minyon ve dobra bir kızdı. Sürekli güler ve Ophelia'ya minik şakalar yapmaya bayılırdı. Güleryüzlülüğüne rağmen çok da çabuk sinirlenen bir yapısı vardı. Ayrıca boyu 150 santimetre civarında olmasına rağmen bunu asla kabul etmez ve ölçümü yapan insanlarını yanlış baktıklarını savunurdu. "Geçen spor salonunda boyumu ölçtüm ve bil bakalım kaç santim çıktım? 154!" Son kısmı sesini yükselterek söylemiş ve yan masadaki insanların bakışlarının yönlerini kendi masalarına çekmesine sebep olmuştu. "Ayakkabılarla ölçüldüğün için o kadar uzun çıkmış olabilir misin?" diye sordu Ophelia. Melinda ile uğraşmak gerçekten eğlenceliydi. "Ne münasebet. Daha önce beni 149 olarak ölçen doktorun gözünde sıkıntı vardı asıl." "Peki, sen nasıl dersen." ve sonra ince bir kahkaha attı. Melinda ile buluşmaları hep böyle geçiyordu. Bolca kahkaha,mutluluk... Melinda gerçekten etrafına mutluluk saçan bir kızdı. Ama herkesin olduğu gibi onun da acıları vardı. Ailesini birkaç sene önce talihsiz bir trafik kazasında kaybetmişti. Bu korkunç zamanda Ophelia, ilkokuldan beri hiç ayrılmadıkları arkadaşına en fazla destek olan kişilerden biriydi. Tabii Melinda'nın şu an yanında yaşadığı amcası Ivor Alvarez'den sonra. Ivor gerçekten harika bir amcaydı. Ölen kardeşinin emanetine sahip çıkmayı hayattaki amacı haline getirmişti ve bunu gayet de iyi beceriyordu. Ayrıca sadece Melinda'ya değil Ophelia ve annesine de zor zamanlarda çok yardımı dokunmuştu Ivor'ın. Ophelia da annesi de büyük çaplı bir yardımı kabul edemezlerdi ama o onların rahat hissedebileceği kadarıyla elinden geleni yapmıştı. Ayrıca Ivor da annesinin çalıştığı şirkette çalışıyordu. Hatta Ophelia'nın annesi şu anki işine sahip olmasında Ivor'ın da parmağının olduğunu düşünüyordu hâlâ daha. Kızlar bir süre daha oturup havadan sudan konuştuktan sonra kalkma vakitlerinin geldiğine karar verdiler. Melinda ile zaman gene çok hızlı geçmişti. Okuldaki bitmek bilmez çilenin tam tersiydi. Batmakta olan güneşin hafif ışınları oturdukları masaya vururken hesabı ödeyip vedalaşmaya geçtiler. Karanlığa kalmak istemiyorlardı. "Haftaya yine bugün olsun mu?" dedi Ophelia Melinda'ya sarılırken. "Olur tabii." diye ekledi Melinda da. "Ama şey...Bunu sana tekrar tekrar söylüyorum. Sen de inadına dinlemiyorsun fakat her fırsatta söylemeye devam edeceğim. Ben de senin gittiğin okula yazılsam ya. Sen olmadan Scienlux Lisesi çekilmiyor. Hem iki okulun pek bir farkı yok. İkisi de bilime odaklı, sanata değil. Benlik değiller yani. Amcamla da konuşurum-" "Eğer bunu bir kez daha söylersen seni ikinci adınla çağırırım." Bu Melinda'yı durdurmak için yeterliydi. Melinda'nın ikinci ismi annesinin adı olan Mary idi ve Melinda bu isimden ölümüne nefret ediyordu. Daha doğrusu kendisine yakıştıramıyordu. Ophelia son sefer ona "Mary" diye seslendiğinde Melinda onunla birkaç gün konuşmamıştı bile. Eskiden olsa on sekizine bastığında yapmayı istediği ilk şey ismini değiştirmekken anne ve babasını kaybetmesi sonucu bunu yapamayacakmış gibi hissetmeye başlamıştı. Bir ay önce 18 olmuştu lakin ikinci isminden kurtulmayı şu anlık erteliyordu. Yine de hala o isimle anılmak istemiyordu. Uzun vedalaşmalarından sonra Ophelia ve Melinda batan güneş eşliğinde kendi yollarına ayrıldılar. ***** Eve geleli yaklaşık yarım saat olmuştu ki kapının çalma sesini duyan Ophelia elindeki kumandayı sehpaya bırakıp oturduğu koltuktan kalktı. Annesi elindeki market poşetleri ile içeri girerken yüzü gülüyordu. "Akşam yemeği için bir şeyler aldım. En sevdiğin yemeklerden birini yapmayı düşünüyorum." dediğinde annesinin gülümsemesi Ophelia'ya da yansımıştı. "Ne yapmayı planlıyorsun canım annem?" "Yemek için 'Canım annem' olduysam belki de ıspanak yapmalıyım." "Yaaa anne!" diye itiraz eden kızına gülen Jullie mutfağa bıraktığı poşetleri işaret etti. "Kendin bak bakalım hangi yemek malzemeleri var." Ophelia hızlıca yere eğilip poşetleri kurcaladı. Gördüğü malzemelerle annesine dönüp "Lazanya?" diye sorunca annesi başını sallayarak onayladı. "Eğer biri yapmama yardım ederse?" "Tabii ki de canım annem." "Hadi, ben elimi yıkayıp üstümü değiştireyim sen de torbadakileri çıkar.” Ophelia bütün malzemeleri mutfaktaki yemek masasının üstüne yerleştirince ikinci torbada bulduğu küçük çikolatalardan birini yemeye koyuldu oturduğu sandalyede. Birkaç dakika sonra gelen Jullie ise kızını görünce "Bak yine yemekten önce çikolata yiyorsun. Sonra tabağını bitiremeyeceksin." diye sitem etti. Ophelia kuvvetli bir şekilde başını iki yana salladı "Hayır, sonuçta yemek lazanya anne. Yerim, sen merak etme." "İyi, peki." Annesi de öbür sandalyeye oturup masanın üzerindeki çikolatalardan birine uzandı ve paketini açıp yemeye koyuldu."Hadi, başlayalım o zaman yapmaya." Ophelia annesinin bu hâline gülmeden edemedi. "Tamam, anne. Yalnız çok yeme de tıkanırsın sonra." "Sen dalga geç benimle küçük hanım. Gece sen uyurken hepsini bitirirsem görürsün o zaman." dedi elindeki paketi masaya geri bırakırken. O da yüzündeki gülümsemeyi saklayamıyordu. Şakadan bir korkuyla "Tamam, sustum canım annem. Hadi yapalım."dedi Ophelia ve oturduğu yerden kalkıp annesinin yanağına bir öpücük kondurdu. Ophelia belki zor şeyler yaşamıştı ama yanında hep annesi vardı ve böyle bir anneye sahip olduğu için çok şanslı olduğunu düşünüyordu. Eğer bir daha hiç ayrılmamak anlamına geliyorsa yaşadıklarına defalarca kez daha katlanırdı genç kız. Lazanyayı fırına verdiklerinde etrafı toparlayıp salona geçtiler. Bir yandan televizyondaki bir yarışma programını izliyor bir yandan da sohbet ediyorlardı. "İşte dosyayı kaybettiniz diye bizi o kadar azarladıktan sonra aradığı dosya kendi masasından çıkınca kadının suratını görmeliydin. Bir de 'Ah buradaymış! Kaybolmasın diye onu kendi masamda bırakmış olmam iyi oldu aslında. Yoksa eminim kaybolurdu.' demez mi?" "Yani hâlâ hatasını da mı kabul etmiyor? Bir özür falan dileseymiş bari." "Hiçbir zaman hatalı olduğunu kabul etmiyor ki bu kadın. Hala daha bizi suçlayacak neredeyse 'Bu dosya neden burada?' diye. Bir de özür mü dileyecekti? Hiç sanmıyorum." diye kızına cevap verdi Jullie. Ardından aklına gelen şeyle tekrar söze girdi. “Bu arada sanırım sabah başka bir şey istesen olacakmış." Annesinin ne demek istediğini anlamayan Ophelia "Nasıl yani?" diye sordu. "Hani sabah çalışmak istiyorum diye inat ediyordun ya. Ondan bahsediyordum." Ophelia bir anda heyecanlanmıştı. "Yani çalışmama izin mi veriyorsun?” Annesinin fikrini değiştiren neydi bilmiyordu ama sonunda izin verecekti anlaşılan. "Tam olarak öyle sayılmaz ama evet de diyebiliriz." cevabı kızının kafası daha da karıştırmıştı. "Anne dediklerinden hiçbir şey anlamadım." diyen kızına olayı en başında anlatma kararı alan Jullie tek tek her şeyi açıkladı. "Yani aynı zamanda ileri düzey dersler de alabileceksin. Sırf bu yüzden olabilir diye düşündüm zaten. Sen çalışmak istiyorum diye ısrar edip duruyorsun ve illa çalışacaksan da burada olması daha iyi olur. Çalıştığın yer güvenli ve bildiğim bir yer olmuş olur. Tabii karar senin." Ophelia duyduklarını düşündü. Çalışmayı çok istiyordu. Ayrıca şu anki okulunun ona iyi bir üniversite kazandırabileceğine pek inanmıyordu ve bu açıdan da alacağı dersler belki bu konuda da ona fayda sağlardı. "Tabii ki de isterim anne. Sonuçta çalışmama izin verdin sonunda. Hiç hayır der miyim?" "Bak bu tam çalışma sayılmaz tamam mı? Hem kurs hem çalışma olacak. Öbür kısmı olmasaydı izin vermezdim zaten. Bir de okulunu kötü etkilerse ya da seni çok yorarsa bırakacaksın. Tamam mı?" diye sordu annesi. Kafasında hala da soru işaretleri olduğu belli oluyordu. "Tamam, sen hiç merak etme. Beni hiçbir şekilde kötü etkilemeyecek." diyen kızına "Ophelia bak bu konuda dürüst davran lütfen." diye ekledi Jullie. Ophelia onaylarcasına kafasını sallarken annesinin hiçbir şekilde kararını değiştirmemesi için şimdiden kendisinin her an mutlu ve enerjik görünmesi gerektiğini düşündü. "Tamam, çalışmalar yakında başlayacakmış. O yüzden yarın sabah hemen haber vermemiz lazım." Ophelia ise beklemeye niyetli değildi. “Anne şimdi söylesek. Hem sonra geç kaldınız falan derler belki. Riske atmayalım. Lütfen!" "Olmaz Ophelia. Bu saatte aranmaz." diye karşı çıktı Jullie. "Yaaa Anne. Saat o kadar geç olmadı ki daha." "Hem sana söylemedim ama bu çalışmayla ilgilenen adamın işi başarıyla yönetebileceğini düşünmüyorum. İşleri elin yüzüne bulaştırmada bir numaradır." "Sırf sen adamdan hoşlanmıyorsun diye benim vazgeçeceğimi sanmadın değil mi? Lütfen canım annem." Son cümleyi söylerken yüzüne bilerek daha tatlı bir ifade takınmıştı. "Hayır dedim." diye kararını değiştirmeyen annesi "Anne saat daha on bile olmadı ki. Lütfen, gerçekten sorun olmaz." diye ısrarcı davranan kızına daha fazla dayanamadı. "Tamam ama sonuna kadar çaldırmayacağım. Birkaç saniye bekleyeceğim. Eğer açmazsa da ben kapatacağım. Ayıp olmasın insanlara." Jullie çantasından patronunun verdiği küçük siyah kartı çıkardı. Üstünde hoş bir fontla şirketin adı ve Bay Heath'in telefon numarası yazıyordu. Jullie karttaki numarayı tuşlarken Ophelia da televizyonun sesini kıstı. Anlaşılan Ophelia bugün gerçekten şanslı günündeydi ki telefon hemen açıldı. Kısa bir konuşmanın ardından Jullie telefonu kapatırken Ophelia heyecanla sordu. "Eee ne dedi?" "Seni de projenin bu dönemine kaydettireceğini söyledi. Ayrıca yarın bir tür tanıtım turu olacakmış. Neler yapılacağını, nasıl bir ortamda çalışılacağını görmeleri için kısa bir bilgilendirme yapılacakmış bu dönemin katılanlarına. Yarın sabah 10.30’da orada olmalıymışsın." dedi annesi kızına bakarak. “Bu arada kısacık bir konuşma olmasına rağmen ne kadar sıkıcıydı. Adam iki cümleyi bir araya getiremedi. İnsanlar hakkında böyle konuşmamam gerektiğini biliyorum ama adamın sesi bile rahatsız edici." diye eklemeden de yapamadı. "Peki bu kurslar ne zaman başlayacakmış ve ne kadar süre sonra iş kısmına geçilecekmiş?" diye sordu Ophelia annesinin adam hakkındaki yorumlarını hiçe sayarak. "Ben de bilmiyorum. Bunları ve tüm detayları yarın söyleyeceklermiş. Zaten 18 yaşından küçük olduğun için benim de bazı şeyleri imzalamam gerekiyormuş. Yarın ben de onları hallederim. Yalnız eğer içime sinmeyen bir şey olursa o belgeleri imzalamam ona göre." "Aslında sadece birkaç ay sonra 18 yaşında olacağım. Bence bu belgelere gerek yoktu." diye isyan etti Ophelia. Son anda annesinin fikrini değiştirecek bir şey olmasından korkuyordu doğrusu. "Ophelia, bence içime sinmeyecek bir şey olmaz ama ben yine de şimdiden seni uyarıyorum ne olur ne olmaz diye. Sonra orada bu durumu iptal etmem gerekirse diye." "Yarın birlikte çıkarız evden. Zaten hafta sonu diye işim daha geç başlıyor biliyorsun. Sen de tur saatine kadar biraz beklersin orada. Tamam mı?" diye sorunca Jullie "Tamam olur." diye yanıtladı onu Ophelia. Gelen fırın alarmının sesiyle "Hadi, o zaman yemeğe." diyen annesi kızını da kolundan tutup ayağa kaldırdı. "İlk mutfağa giden yemekten sonra çikolata yeme hakkı kazanır." Ophelia gülerek "Bu bir meydan okuma mı?" diye sordu annesine. "Evet küçük hanım. Hadi başlıyoruz. Bir...iki...ÜÇ!" demesiyle de anne-kız mutfağa doğru gülerek koşturdu. Ne olursa olsun yanından ayrılamayan kişiler...Her şey sana sırtını dönmüşken, kendi benliğin bile senden çekinirken elini bırakmayanlar...Onları zamanın akıp giden çukuruna bırakmak ne büyük bir imtihanmış meğerki.
|
0% |