Yeni Üyelik
7.
Bölüm

5.Bölüm

@mevia_jessica

"İşte mecbur kalınca söylediğim o yalan neyse ki tuttu da anneme bir de Rebecca'nın saçmalıklarını açıklamam gerekmedi." diyen Ophelia, birlikte yürümekte oldukları Melinda'nın hâlâ bir tepki vermediğini ve başka yere bakmakta olduğunu görünce "Hey! Sen beni dinliyor musun?" diye sordu.

Arkadaşının tepkisiyle kendine gelen Melinda "Pardon dalmışım. Şu önümüzdeki kadınların konuşmasına istemeden kulak misafiri olmuşum da." diyerek önlerinde yürümekte olan iki kişiyi bakışlarıyla işaret etti. Kadınlardan birinin arkada topuz yapılmış bembeyaz saçından oldukça yaşlı olduğu anlaşılıyordu.

Duyulmamak adına daha kısık sesle konuşarak "Kadın mango sevgisinden bahsediyordu da. 'Diğer insanlarda çikolata mutluluk hormonu salgılatır bende de aynı etkiyi mango yapıyor.' diyordu. Ona dalmışım." dedi. Ardından sesini normal düzeye getirip "En son annenin o şirkette öyle şeylerin olduğundan, alışman gerektiğinden bahsettiğini duydum." diye ekledi.

"’Mecburen söylediğim o küçük yalanın iyi ki tuttuğunu yoksa Rebecca ile ilgili can sıkıcı açıklamalar yapmam gerekeceğini demiştim ben de."

Bir yandan geldikleri alışveriş merkezini gezen iki kız bir yandan da dünle ilgili sohbet ediyorlardı.

"Ondan intikam almalıydık. Sana söylemiştim."

"Biliyorsun ki okuldan ayrıldıktan sonra uğraşmam gereken bir sürü dert vardı ve evet, şu aralar işler daha yoluna girmiş gibi. İntikam konusunu düşünebilirdim ama ne biliyim? Bunca zaman sonra bu konuyu umursamadığını hatta hatasını fark etmiş olabileceğini düşünmüştüm. Anlaşılan o ki yanılmışım."

"Kesinlikle yanılmışsın. Rebecca sonrasında okulda da pek değişmiş değildi zaten. Huylu huyundan vazgeçmez sonuçta. Neyse bir ara ondan gecikmiş intikamımızı alırız. Hadi şimdi proje ile ilgili olanları anlat." dedi Melinda bir kitapçıya girerlerken.

Ophelia, annesinin projeden ilk bahsettiği akşam işler kesinleştiğinde -yani telefon konuşmasından sonra- en yakın arkadaşını aramış ve olanları anlatmıştı. O da arkadaşı adına bu duruma oldukça sevinmiş, Ophelia'nın heyecanını paylaşmıştı. Bu sebeple ertesi gün olduğunda erkenden buluşup tüm olanlar hakkında sohbete dalmışlardı.

"Proje oldukça iyi planlanmış gibi görünüyor. En başta bizi alıp şirketi gezdirdiler-"

"Şirketi mi gezdirdiler? İnanamıyorum ya. Amcam senelerdir orada çalışıyor ama beni bir kere bile içeri almadılar. O kadar merak ediyorum ki orayı. Dışarıdan çok havalı görünüyor bina."

"Şirketi senden önce gezdiğim için kıskandın değil mi?" Ophelia saçını eliyle geriye savurup alaycı bir tavır takındı. Melinda da buna karşılık ona dilini çıkardı.

"Ben kafama koyduysam başarırım, bilirsin. O şirkete bir gün girmeyi de kafaya koydum. Şirkette dersteyken bir anda yanında beni görürsen hiç şaşırma yani."

"Tabii canım. Güvenlikleri de atlatırsın zaten." Ancak Ophelia arkadaşının kafasına koyduğu her şeyi gerçekleştirdiğini bildiğinden bu ihtimal ona çok da uzak gözükmüyordu.

Ophelia kaldığı yerden tüm olup bitenleri arkadaşına aktardıktan sonra sözü ona bıraktı. "Yani Rebecca hariç oldukça güzel bir deneyimdi senin için. O kızı da sakın kafama takayım deme. Nasıl biri olduğunu biliyorsun? Bir daha dediklerini dinleyip kıpkırmızı olmak falan da yok. Tamam mı? "

"Tamam...anne." dedi Ophelia arkadaşının fazla korumacı tavırlarına yüzünde şakacı bir gülümsemeyle göz devirirken.

"Dalga geçme, ben ciddiyim. Sonuçta o kızın ağzından doğru söz çıkmıyor. Bu yüzden konu ne olursa olsun kulaklarını kapatacaksın. Felix de olsa, ben de olsam, hatta-" Bunun Ophelia'yı incitip incitmeyeceğini kafasında tartmak için durdu ve daha alçak bir sesle devam etti. "Baban da olsa..."

Ophelia'nın bu konu ne zaman açılsa her seferinde olduğu gibi omuzları düştü, bakışları yavaşça yere doğru çevrildi. Şimdiye kadar Rebecca'nın söylediklerinde onu rahatsız eden, adeta patlamak üzere olan bir volkana dönmesine sebep olan şeylerin hepsi babasıyla alakalıydı. Ama onu asıl zedeleyen Rebecca'nın babasının hakkında söylediklerinin, düşündüklerinin hiçbir zaman yalan olmayışıydı. Bu sefer söyledikleri genç bir kızın çıkardığı uydurma hikayeler değildi. Her bir sayfası, mürekkeple aktarılan her bir sözcük gerçekliğin tıpatıp yansımasıydı.

"Babamın anneme yaptıkları ile ilgili söyledikleri doğruydu." Kimse duyamazdı Ophelia'nın bu söylediğini. Sadece zihninde dört dönen bir cümleydi. Bunu ne kadar haykırmak istese de kafasını kaldırıp yanında duran arkadaşına söyleyecek cesareti bile yoktu.

"Peki, okulda ben gittikten sonra neler oldu? Yani ortam, öğrenciler, öğretmenler değişti mi?" Kafasını kaldırınca Melinda'nın şaşırmış suratı ile karşılaştı. Ancak kendisinin de farklı bir tepki beklediği söylenemezdi. Okuldan ayrıldığından beri orası hakkında kafasında biriken yüzlerce sorudan kaçınıyordu. Melinda birkaç kez, o gittikten sonra olanları anlatmayı denemiş ama hiçbir seferde olumlu tepkiler alamamıştı Ophelia'dan. Geçmişi bir daha açmamak üzere geride bırakmış olmasına rağmen son iki gündür geçmişte yaşadıklarını kendisini kovalarken buluyordu. Belki bu böyle bir yüzleşmenin gerektiğinin göstergesiydi.

Melinda'nın şaşırmış suratı yerini yavaş yavaş kocaman bir gülümsemeye bıraktı. "Sen...az önce ne söyledin? Yanlış mı duydum? İNANAMIYORUM! Belki fark etmişsindir, okul konusunu açman için 2 yıldır sana yalvarıyorum ama sen hiç oralı olmuyorsun. Anlatacağım o kadar şey var ki. Tamam başlıyorum. Öncelikle uyarımı yapayım, benim vereceğim havadislerin hiçbiri dedikodu değildir. Hepsinin gerçeklik payı vardır. Kamu spotunu da bitirdiğime göre şimdi olaylara geçebilirim. İlk olarak hani şu rehber hocası vardı ya. Resimci ile ilişkisi olduğunu yalanlayıp duruyordu. İşte hepsinin doğru olduğu ortaya çıktı. Onlar da saklamaktan vazgeçtiler böyle olunca. Bu yaza düğünleri var hatta." Biraz düşündü. "Ah bir de-"

"Melinda, sakin ol. Heyecanlanınca çok hızlı konuşuyorsun. Başımı döndürdün."

Gerçekten de Melinda'nın soluksuz bir şekilde sunduğu haber bülteni etraftan geçen birkaç insanın onlara bakmasına sebep olmuştu.

"Ne güzel işte. Bu yüzden arkadaş değil miyiz? Senin gibi sakin birinin yanına benim gibi bir haşarı yakışırdı. Birbirimizi tamamlıyoruz. Devam ediyorum o zaman. Üst sınıflarda Paul vardı ya-"

"Melinda, hevesini kırmak istemiyorum ama benim daha çok merak ettiğim şeyler var. Bunları da dinleyeceğim, söz veriyorum. Ama öncelikle be-benim hakkımda...konuşuluyor mu?" Soruyu ilk sorduğunda da dolaylı yoldan iletmek istediği mesaj buydu.

"Bunu neden sordun ki şimdi? Ben sana insanların palavralarını umursama demedim mi?"

"Ya konuşulanlar yalan değilse?"

Melinda Ophelia'nın neyden bahsettiğini gayet iyi anlamıştı. İstemeyerek de olsa söze girişti başka tarafa bakarken. "Senin konun çok geçmiyor. İşte Rebecca arada 'Ne acayip bir olaydı şu Ophelia'nın abime aşık oluşu.' diye hatırlatıyor sınıfa. Gülüşmeler falan oluyor, sonra da gene unutulup gidiyor olay." Ki bu Ophelia'nın istediği açıklama değildi ama Melinda'nın oraya doğru geldiğini hissediyordu. "Bir de magazindeki başlığı gördükleri zaman senin hakkında konuşulmuştu...Öyle yani."

Bunun gerçekleştiğini biliyordu. Ne de olsa okuldan skandal denilebilecek bir olay sonrası ayrılan kızın ailesinin daha büyük skandalları olduğu açığa çıkmıştı. Hatta Ophelia okulda konuşulanların bu kadarla sınırlı olmasını beklemiyordu.

"Neyse unut bunları. Ben zaten biraz daha ileri giderlerse onlara ağızlarının payını veririm. Biliyorsun daha önce yapmışlığım var. Hem kim bilir? Belki ileride onların hepsinden beraber intikam alma şansımız olur. Revengers'ın eski formuna geri dönmesi gerekiyor."

"O zaman bunları yapmaya nasıl cesaret edebilmiştim acaba?" Melinda soruyu anlayamamıştı ama zaten Ophelia da onunla konuşmuyor gibiydi. Kendi içinde verdiği bir savaştı bu. "Nasıl yani?"

"O insanları karşımıza alıp bir nevi yaptıklarının hesabını sormuştuk. Biliyorum, ciddi bile değildik bu konuda. Ama şimdi olsa suspus otururdum bana yapılanlara göz yumarak. Kimseyle muhattap olmazdım. Dün de bunun kanıtıydı. Rebecca'nın söylediklerinin hepsini duydum. Onu engellemedim. Kendimi savunmadım. İnsanın gücü yoksa çabalamasının ne anlamı var ki? Galiba bu güç insana sadece parası olunca geliyor."

Melinda'ya bakınca onun mahcup bir şekilde yeri izlediğini gördü. Ophelia sefalet içindeyken Melinda'nın hayatını ailesinden kalma koca bir servetle sürdürmesi Melinda için de en başından beri hassas bir konuydu. Ophelia fazla ileri gitmiş olabileceğini düşünerek toparlamaya çalıştı ortamı.

"Çok melankoliye bağladım bugün. Hadi biraz eğlenceli bir şeyler yapalım...diyecektim de-" Üç sene önce ona alınan ve şaşırtıcı bir şekilde hala iyi durumda olan telefonundan saatine baktı. "Saat çok ilerlemiş. Annem 18.00’den önce evde ol demişti."

"Maalesef evet. Benim de amcamı aramam lazım. Arayınca sizi meydandan alırım demişti. Doğru duydun. 'Sizi' dedi. Seni de evine bırakırız."

"Ivor Amca'ya teşekkürlerimi ilet ama ben bugün yürüyeceğim. Hem son sefer size ters tarafta olmasına rağmen beni de bırakmıştınız. Ivor Amca'nın trafiğe girmekten ne kadar nefret ettiğini sen de biliyorsun."

"İtiraz etmenden korkuyordum. Sonra amcam bana kızıyor. 'Ophelia'nın yalnız gitmesine nasıl izin verirsin?' diye. Senin bu kadar inat olduğunu bilmiyor tabii."

Ophelia omuz silkerek "İnat değilim." dediğinde Melinda'nın "Ciddi olamazsın." tarzı bakışlarıyla karşılaşınca da ekleyemeden duramadı. "Tamam belki biraz. Ama bugün markete ve manava da uğramam gerekiyor. O yüzden bu sefer Ivor Amca'yı kırmak zorunda kalacağım. Şimdi bir azar da geç kaldığın için işitmek istemiyorsan yola koyulsak iyi olur. Ben de meydana kadar seninle gelir, oradan ayrılırım."

Bahsettikleri Univerla Meydanı alışveriş merkezinin arka tarafında kalan ve sürekli tıklım tıklım olduğu için şehrin simgesi olarak nitelendirilen bir alandı. Ortada akşamları sularla gösteri yapılan devasa bir süs havuzu, etrafında da yan yana dizilmiş restoranlar ve kafeler bulunuyordu. Kafelerin dağıttı renk renk sandalyeler adeta bir görsel şölen oluştururken restoranlardan gelen enfes yemek kokuları da civardaki insanlarını iştahını açmaya yetiyorlardı. Havuzun yanına dikilmiş olan devasa panoya ise dijital bir saat yerleştirilmişti. Bu zamanlarda bile oldukça şatafatlı duran meydan akşam saatlerinde resmen parlıyordu.

"Amcanı göremiyorum. Daha gelmemiş galiba. Ben şuradaki manavdan annemin siparişlerini alacağım." Meydanın havasıyla uzaktan yakından alakası olmayan karşıdaki klasik sokağı başını hafifçe yatırarak gösterdi. "Gel istersen benimle."

"İyi olur. Hem belki ben de alışveriş merkezinde gördüğüm teyze gibi mutluluk kaynağım olan bir meyve bulurum. Ne dersin?" dedi Melinda çoktan karşı sokağa geçen Ophelia'ya dönerek. Ophelia da arkadaşının bu cümlesine kıkırdayarak cevap verdi. Yalnız Melinda'nın aniden "O kadın mı? Evet gerçekten o. Manava giriyor, koş!" sözlerinden sonra Ophelia'nın önüne geçerek koşmaya başlamasıyla beraber gülümsemesi kaşlarının çatılmasıyla bozuldu.

"Evladım, şuradaki tüm mangoları bana versene."

"Teyzeciğim günlerdir mango bırakmadın dükkânda. Müşterilere karşı kötü durumda kalıyorum ben sonra. Hem sen ne yapıyorsun o mangolarla. Şu meydana geçip serdiğin örtünün üzerine mangoları sıralıyorsun. Sonra saatlerce başındasın. Hadi yiyor olsan neyse de.” diye karşılık verdi suratsız adam. Üstündeki kırmızı tişörtü ter izleriyle kaplanmıştı.

"Aaaa ben de müşteriyim. Ver diyorsam vereceksin. Sanki çalıyoruz. Parasını da veriyorum. Al!" Sonra da bir avuç dolusu banknotu yere saçtı.

İç çekişinden daha fazla uzatmak istemediği belli olan adam pes etmişe benziyordu. "Kimlerle uğraşıyoruz ya. Al teyzeciğim al." Mangoların hepsini duvardaki kancadan sinirle çekip çıkardığı poşete doldurdu. "Tüm dükkânı da vereyim istersen. Mangolar yetmez diyorsan."

"Ay yok evladım sağ ol. Mangolar mutluluktur. Hadi kolay gelsin." Ve söylenen adamı yalnız bırakıp meydana doğru yöneldi.

Bu sırada koşmaktan nefes nefese kalmış ama tüm konuşmayı dinlemeyi başarmış olan Melinda gülme krizine girmişti.

"Ophelia duydun mu? Tey...teyze-" Kahkahalarının arasında cümlesini bitirmeye çalışıyordu. "Çok iyiydi ya. Bayılıyorum böy...le teyzelere. Evreni neşelendiren tek insanlar valla." Sonra da meydanı işaret etti. "Cidden örtüsünü de çıkarıyor. İna...na...mıyor...um mangoları üs...tüne döküyor." Bu sefer cidden kendini kaybetmişti.

"Sakin ol Melinda." Ki o da kendini tutmaya çalışıyordu. "Yazık teyzeye. Herhalde akli dengesi yerinde değil. Hiç aile üyesi yok mu acaba? Gerçi öyle olsa devletin ona göz kulak olması ve çoktan bir huzurevine transferi gerçekleştirilirdi."

Gelen ses ile düşünceleri dağılan kız kafasını o tarafa çevirdi. "Oradaki amcanın arabası değil mi? Korna çalıyor. Git hadi bekletme adamı."

Arkadaşı söylemese amcasının çoktan vardığını asla fark etmeyecek Melinda kendine gelememiş bir halde arabaya yöneldi. "E…vet o. Hadi sonra gö...rüşürüz."

"Görüşürüz benim tatlı ve matrak arkadaşım."

Koşmakta olan Melinda ise arkasını dönüp "Seviyorum seni canım." diye bağırdı ve arkadaşına eliyle öpücük gönderdi. Bunun üstüne Ophelia da "Ben de seviyorum." dedi ve ekledi: "Kendimi." Ardından içinden geçirdi "Ah Melinda beni de giderek kendine benzetiyorsun."

Böylece birbirlerinden ayrılan kızlar kendi yollarına gittiler. Melinda, amcasının arabasına binip yola koyulurken Ophelia da ters yönde yürümeye başladı.

Kızıl saçlı kız, gri bulutların kapladığı gökyüzünün altında ilerlediği sırada meydandan uzaklaşınca girdiği kestirme yoldan gelen sesler ile kafasını kaldırdı. Birkaç iş makinesinin bulunduğu sokakta kazı ve yol düzeltme çalışmaları yapıyorlardı. Tek şeritlik araç yolunun yerleri parça parça kaldırım taşları, dökülen çimento ve pek çok alet edevat ile kaplıydı. Turuncu fosforlu koniler biraz ilerisine yerleştirilmiş, yol kapanmıştı. Oflayan kız yolunu değiştirip tahminen evlerine ulaşmasını sağlayacak başka yollara saparak ilerledi.

İkinci kez bir yol ayrımına gelince kendini ana yola çıkaracağını düşündüğü yerden sola döndü. Ancak sokağın sağında kalan geniş yapraklı koca ağaç, onun yanındaki iki portakal ağacı ve hemen arkalarındaki eski, müstakil, yıkık dökük, soluk mavi boyalı ev tanıdık gelince istem dışı kafasını öbür tarafa çevirdi.

Sadece bir rastlantı olmasını dilemişti oraya odaklanırken ama öyle değildi.

Sokağın yanında kalan, kulübe denebilecek evi gördü. İnşaat edildiğinden beri hiç boyanmamış gibi görünen, güçsüz duvarlarının çöküklüğü buradan bile anlaşılan, ön tarafında iki küçük camı bulunan, etrafı bakımsız otlarla çevrilmiş bir kulübe.

Her yağmur yağdığında çatısı su akıtan, batan kıymıklardan dolayı çıplak ayaklarla yürümesi mümkün olmayan, mutfak yerine taşınılabilen bir ocağı olan kutu gibi ev. Bunlar bu ev için dışarıdan bakanın tanımlayamayacağı ama içerisinde yaşamış birinin çok iyi anlatabileceği özelliklerdi.

3 yıl önce

Ellerindeki bavullar ile yaklaşan anne-kız kapının önünde durdu.

"Burası mı?" diye sordu sesini olabildiğince hissettiği karmaşık duygulardan arındırmaya çalışarak. Annesini üzmek istemiyordu.

"Evet." diye neredeyse fısıltı denebilecek bir sesle yanıtladı Jullie bavulun sapını tuttuğu eli daha da sıkı bir hal alırken. İçinden özür dilemek geldi, kızını buraya mecbur bıraktığı için. Sonra 'Hayır' dedi içinden. Kızını buna mecbur bırakan Charles'dı. Eşi, yani eski eşiydi. Bunu kendine kanıtlamak zorunda hissediyordu geçen her gün.

Onlara bunu yaşatan, bu duruma düşmelerine neden olan oydu. Kendisi sadece kızıyla birlikte en hızlı ve en iyi şekilde tekrardan güzel bir hayata kavuşmayı istiyordu. Bunun için de durmaksızın savaşmaya kararlıydı. Bunu sağladığında sıra yaptıklarının bedelini ödetmeye gelecekti. Charles'ın bunca zaman tasladığı patronluklar ve Ophelia ile onu bu kadar zayıf görmesi son bulacaktı. Önce kendi ayakları üzerinde durabildiğini herkese kanıtlayacak, sonra da gücünü gösterecek; Charles'ın yaptığı tüm zorbalıklara ve güç gösterilerine pişman edecekti. Şimdi Ophelia ile onun gücünü gösterme zamanıydı.

O gün eninde sonunda gelecekti. Çünkü hiçbir mağduriyet, hiçbir hayıflanma kendilerini güçlü sananların yanına kalmazdı...

                                                                               *****

Yağan yağmurun dövdüğü camlardan gelen ses, sokağın ortasında kulübeyi andıran evde -ya da ev sayılabilecek yerde- panik havasına neden oldu.

Test çözdüğü kitabı kenara koyan kız "Anne!" diye seslendi yan odaya. Ses gelmeyince ikisinin yatak odası olarak kullandıkları "odadan" çıkıp yan tarafa geçti. İkili koltukta uyuyan annesini gördü salon olarak kullandıkları "ikinci odalarına" gelince. Annesinin yorgun olduğunu bildiği için ona bir daha seslenmeden köşedeki içe içe konmuş leğenleri aldı.
Su akıttığını gördüğü ve daha önceki deneyimlerinden birazdan akıtacağını bildiği yerlere yerleştirdi leğenleri.

İşi bittiğindeki salondaki diğer bir koltuk olan -ki zaten iki koltukları vardı- tekli koltuğa bıraktı kendini.

Zordu burada yaşamak. Özellikle de varlıklı bir ailenin tek kızı olarak alıştığı şatafatlı ortamdan sonra. Ama annesini üzmeyecekti. Üzülmesi gereken o değildi. Ne kadar zor olursa olsun metanetli olacaktı ve birlikte bu durumu atlatacaklardı.

Sonra da babasına her şeyin hesabını soracaktı.

                                                                               *****

“Hadi gel canım! Yemek hazır."

Eskiden sık sık gittiği otel tatillerindekilere benzeyen küçük buzdolabı, iki gözlü elektrikli ocak, bir mutfak lavabosu, evin eski kiracılarından kalma çıkmayan sarı yağ lekelerine sahip birkaç mutfak dolabı -birinin kapağı kısa bir süre önce ellerinde kalmıştı- ve de küçük bir tahta masa yer alıyordu ufacık olan mutfaklarında.

Annesi elindeki yemek konmuş tabakları da sofraya ekleyince her şey tamamdı. Karşılıklı oturan anne-kız yemeğe başlamıştı ancak Jullie'nin heyecanı, söyleyecekleri için yemeğin sonunu bekleyemeyeceğinin işaretiydi.

"Sana harika bir haberim var Ophelia."

"Nedir?" diye soran kız ağzındaki lokmayı yutarken çatalını kenara koydu. Açıkçası bir süredir pek de harika haberler aldığı söylenemezdi.

"Hani Ivor çalıştığı şirkette birilerinin ayrıldığını ve personel eksiği olduğunu söylemişti ya..." dediğinde kızı da kafasını sallayarak onayladı onu. “Benim pek umudum yoktu ama yine de bugün görüşmeye gittim. Bildiğin gibi pek göz dolduran bir çalışma hayatım yok ama anlaşılan okuduğum okul ve bölüm onlar için daha önemliymiş."

Jullie Gils, bundan yıllar önce ülkenin en prestijli ve başarılı okullarından birinden zorlu bir bölümü birincilik ile bitirerek mezun olmuştu. Ancak pek çalışmamış, kısa süre sonra evlenmiş, kızı doğduğunda da tamamen onunla ilgilenebilmek adına iş hayatını rafa kaldırmıştı.

Bu zamana kadar başvurduğu işlerde tecrübesinin olmayışı işi almasını engellemişti. Anlaşılan o ki bugün görüşmeye gitmiş olduğu bu ünlü şirket; zamanında göstermiş olduğu başarı ve yeteneğin, tecrübesizliğini örtecek kadar güçlü olduğunu düşünmüştü.

Gelen güzel haber ile Ophelia da annesinin mutluluğuna eşlik etti. “Gerçekten çok sevindim anne!" Güvenli, güzel ve uzun ömürlü bir işte çalışabilmesi annesi için gerçekten de istediği bir şeydi.

"Aslında güzel haberler bu kadar da değil. Artık iyi para kazanabileceğim garantili bir işim olduğuna göre bir buçuk yılda biriktirdiğimiz paraları şu beğendiğimiz daireye taşınma ve ilk birkaç aylık kirayı ödemek için kullanabiliriz." dediğinde genç kız ağzını açtı fakat bir şey söyleyemeyince hemen geri kapadı. Bir anda ne diyeceğini bilemedi. Yaklaşık beş saniye sonra ise sesini geri kazandı.

"Nasıl yani? TAŞINACAK MIYIZ, GERCEKTEN Mİ?" diye sordu heyecanla. Oturduğu yerden kalkıp gülerek kafasını evet anlamında sallayan annesine uçarcasına atladı. Anne-kız birbirine sımsıkı sarılırken mutluluk kahkahaları derme çatma evde yankılandı.

Bunca zaman olabildiğince az para harcamaya çalışmışlar ve olabildiğince çok birikim yapmak için uğraşmışlardı. Burayı evleri haline getirmeye çalışmamışlardı çünkü burayı hiçbir zaman yuvaları olarak görmemişlerdi. Masraf etmek yerine bir umut daha iyisine sahip olabilmek adına uğraşmışlardı.

"Sen benim umudum oldun, bana güç verdin. Her sana baktığımda mücadele etmem gerektiğinin farkına tekrardan vardım. Umarım hayat boyu herkese umut vermeye devam edersin Hope." dedi Jullie bir kez daha kızına sımsıkı sarılırken.

 

 

Burayı tekrar görüyor olmak aklına eski anıları hücum ettirmişti. Ne olursa olsun hepsi eskide kalmıştı ve şimdilerde işler gün geçtikçe iyiye gidiyordu.

Fark etmeden gelmiş olduğu bu sokağı emin adımlarla ilerleyip geçiyordu ki gelen tanıdık kapı gıcırtısı sesi ile istem dışı bakışları tekrar oraya yöneldi.

Kulübemsi evin açılan kapısında gördüğü kişi adımlarını duraksattı. Ufak tefek görünen, yamalı salaş kıyafetlerinin içinde kaybolmuş genç bir kız. April... Aynı sınıfta oldukları sessiz, ürkek bakışlı kız. Bu evin yeni kiracıları onlar mıydı gerçekten?

Bunları düşündüğü sırada bir saniyeliğine göz göze geldiler. Ya da Ophelia'ya öyle geldi çünkü kız bir daha dönüp ona hiç bakmadı.

Ne yapacağını bilemeyince en iyisinin burada dikilip durmaya devam etmemek olduğunu düşündü Ophelia. Yanlış anlaşılabilirdi ve bunu istemiyordu. Sanki onların durumlarını inceleyip onları küçümsüyor gibi algılanabilirdi April tarafından.

Kızın bulunduğu durumu o kadar iyi anlıyordu ki Ophelia. Kız için sızlayan kalbine karışan geçmiş hatıralarının kafasında daireler çizmesiyle küçümsemek asla aklından bile geçmemişti. Bunu yapmaya hakkı da yoktu zaten. Bir zamanlar o da aynı yerde, aynı çaresiz gözlerle etrafı izliyordu. İzlenecek bir şey olmasa bile...

İnsanlar ne kadar bencil varlıklar, öyle değil mi? Hayat onlara acımasız davranmadığı sürece acı çekenlere empatide bulunurlar mı ki? Yoksa hor mu görürler onları?

Belki de insanlık bilincine ulaşmak ancak engellere göğüs germekle mümkündür...

 

 

Loading...
0%