
"Heyyy! Babam seni çağırıyor. Bir şey diyecekmiş, önemliymiş..."
Kız kardeşinin seslenmesiyle zar zor gözlerini açan Felix "TAMAM!" diye bağırdı. Hemen arkasını dönüp uyumaya kaldığı yerden devam etmek harika olabilirdi ama maalesef ki aşağı inmesi gerekiyordu. Babasının güneşli bir sabahta onu erkenden uyandırmasının sebebi olmalıydı mutlaka. O yüzden cumartesi sabahı için oldukça cazip bir fikir olan uyumayı bir kenarı atıp hazırlanmak üzere yataktan kalktı. İşte Cruzların villasında yeni bir gün daha başlamıştı.
Bahçe kapısından içeri yöneltilen bakışların hedefine giren özenle şekillendirilmiş heykel gibi ağaçlar, ihtişamlı bir fıskiye ve dümdüz çimenler ilk bakışta mükemmeliyeti hissettirmek için oldukça uygundu burada. Kusursuz derecede bembeyaz boyalı villanın siyah iki kanatlı pencerelerinden görünen altın süslü perdeler ile her üç katın da orta noktalarında yer alan ve kat çıktıkça boyutu küçüldüğü için eve simetri kazandıran balkonlar ile adeta bakanı bir kez daha baktıran bir yerdi Cruzların evi. Ayrıca onlar aile yaşantıları ile de herkese örnekti. Birlikte çalışan harika bir çift. İkiz çocuklar ve en yaşlı üye, ailenin dedesi. Herkes birbirinden başarılı, mutlu, iyi ve neşeli.
Kısacası Cruz'lar ile ilgili her şey tek kelimeyle mükemmel denebilirdi.
Tabii bunu şu an uyku mahuru gözlerle kahvaltı için yemek salonuna inen Felix'e söylesek ailesi için seçeceği ilk kelime mükemmel olmazdı büyük ihtimalle...
Felix içeri girdiğinde Bayan Oliver portakal suyu ve kahve servisi yapıyordu. "Günaydın oğlum." dedi kahvesinden bir yudum alan Crystal Cruz.
"Günaydın!" diye ortaya konuşup yerine geçti Felix. Dedesi hariç herkes tamdı ki buna şaşırmadı. Dedesi her zaman onlarla yemek yemezdi. O çoğu zamanını işi ile ilgilenerek geçiren bir adamdı.
"Oğlum, bugün senden bir ricam olacak." diye söze girdi elindeki tabletten gözlerini ayırmadan babası.
'Rica' diye düşündü Felix. Ona göre bu sadece babasının emrini söylemek için kullanmayı seçtiği süslü bir kelimeydi. Bu evdeki ricalar genellikle hayır denebilir türden olmazdı.
William Cruz sözüne devam etti. "Bugün sabah saatlerinde şu an yürürlükte olan eğitim projesi için şirkette birkaç genç olacak. Onları alıp Initech'e götürmeni ve orayı gezdirmeni istiyorum senden." Ardından birkaç isim saydı, gezdirmesi gereken öğrencilerin isimleri.
"Peki bunu neden ben yapıyorum?" O kadar çalışan varken bu durum neden ona kalmıştı ki?
"Çünkü bugün projeyle ilgilenen tüm çalışanlarla acil bir toplantı yapmam gerekiyor. Son dakika gelişti ve de o yüzden projedeki birkaç öğrenci de şirkette olacak o sırada. Diğer çalışanlardan istesem konuyu bilmedikleri için bu onlara sorumsuz bir hareket gibi gelirdi ve ben herhangi bir çalışanımın gözünde eksi puan alamayacak kadar önemli bir zamandayım. Ancak konu hakkında bilgi sahibi olan bir çalışana söyleyebilirdim. Ama bilen herkes de benim yanımda toplantıda olacağına göre... Orayı öğrencilerin görmesini zaten istiyordum. Orada pek çok harika teknoloji mağazası var. Çoğu aletin çalışmasının altındaki kritik noktaları, özelliklerinin neye bağlı olduğunu, kodlamalarını açıklıyorlar. Öğrenciler için verimli bir ders niteliğinde olacaktır. Bir grubu bugün sen götürür gezdirirsin, kalanları da şirkette ortak bulundukları saatte eğitmenleriyle yollarım. Onlar da gezer."
Bu durumdan oldukça keyif aldığı yüzünden okunan Rebecca "Aslında ben bu görevi üstlenmeyi oldukça isterdim kardeşim ama biliyorsun ki bir saat sonra tenis kulübünde olmam lazım." dedi.
Kardeşinin tiyatrosunu devam ettirdi Felix de. "Bilmez miyim bunun için ne kadar istekli olduğunu."
"Yani kısacası bir tek sen boşta kaldığın için görev sende Felix." William, bakışlarını Felix'ten kaldırıp Rebecca'ya çevirdi. "Ayrıca siz ikiniz bu şirketin varislerisiniz. Bu sebeple şirket hakkında daha istekli görmek istiyorum sizi."
Odaya giren yeni bir ses konuşmaya katıldı. "William çok haklı. Biz burada, çok yakında zamanın ötesinde başarılar yakalayacağız. Gelecekte şirketin başarısı sizin de başarınız olacak. Emin olun ki sizin yerinizde olmak için her şeyini verebilecek sayısız insan var. Yakınmak yerine sahip olduğunuz değerlerin kıymetini bilin biraz."
Felix'e ilk ismini veren Alexander Cruz, yani dedeleri de gelmişti.
"Ahh doğru. Biz çoook şanslıyız ama sizin şu 'Zamanın Ötesinin Projesi’ kadar değerli değiliz, değil mi? Çünkü ben kendimi bildim bileli o hep bizden öndeydi. Bir gösterimiz ya da maçımız var ama bizi izleyen kimse yok. Çünkü proje ile uğraşmaları gerekiyor. Neden? Bize harika bir gelecek sağlayacak akıllara durgunluk veren bir şeyi başarmaya çalışıyorlar. Ama sonuç hep aynı: Rebecca ve Felix hep yalnız!" Sözlerini bitiren Rebecca bir hışımla oturduğu yerden kalkıp odadan çıktı.
"Rebecca!" diye seslendi umutsuzca arkasından Crystal Cruz. Sarışın Kadın genellikle şirket işlerini William ve Alexander kadar hayatının merkezi haline getirmese de o da bu konuda onlarla birlikte yıllardır çalışıyordu.
"Bu kadar saygısız ve şımarık davranmaya HAKKINIZ YOK!" Alexander’ın yumruğuyla masaya vurması tabakları tıngırdatmıştı.
"Tamam baba. Bu kadar takılma. Onlar daha çok genç."
" Nasıl takılmayayım William. Umursamaz ve kaygısız gençlerin ne derece büyük problemlere sebebiyet verebileceğini bizzat deneyimledim daha önce." Baba-oğul birkaç saniye bakışlarını ayırmadılar birbirlerinin gözlerinden. Bilmediği bir şeyler olduğu izlenimine kapıldı Felix. Bilmediği bir diğer şey de pek çok detayı öğrenmenin zamanının git gide yaklaşıyor oluşuydu.
"Yarım saat sonra arabada ol Felix. Şirkete birlikte geçeriz." diyen babası ve dedesi birlikte çıktılar odadan. "Sana afiyet olsun anne." dedikten sonra Felix de kalktı sofradan. Annesinin söylenmesini duyabiliyordu.
“Neden bu evde bir kerecik bile olsa hep beraber, doğru düzgün kahvaltı edilemiyor ki?
"Çünkü biz sabah sabah bir arada bulunmayı başaramıyoruz." diye kendi kendine mırıldandı Felix basamakları çıkarken. Ardından da ekledi. "Gerçi sadece sabahları olduğundan da şüpheliyim de."
Odasına girmek için yürürken tenis kulübüne gitmek için kendi odasından çıkan Rebecca ile karşılaştı. "Seninki yokmuş." dedi kız.
Felix'in anlamaz bakışlarını görünce "Babam mağazaya götüreceğin öğrencilerin listesini okudu ya onu diyorum. Miller da öğrencilerden ama şansına o gruba dahil değil." dedikten sonra merdivenlere yöneldi. Sinirli bir nefes aldı Felix. Rebecca bir kez daha onu kızdırmayı gayet iyi bir şekilde başarmıştı.
Şirkette Ophelia'yı gördükleri gün Rebecca akşam yemeğinde onun da mı gençlere yönelik programda yer alacağını sormuştu babalarına. 'Evet' cevabını veren babalarının da Jullie ile karşılaşıp çocukların eskiden aynı okulda olduğunu öğrendiğinden beri merak ettiği bir şey vardı. O da onu sormuştu. Çocuklarının Ophelia'yı tanıyıp tanımadıklarını sormuştu. Çok yakın olmadıkları cevabı ise adamın işine gelmişti onlar bilmese de.
Tabii, onun da gençlerin programına dahil olduğunu bilen Rebecca'ya Felix ile uğraşırken kullanabileceği bir malzeme daha çıkmıştı böylelikle.
Gelen bildirim sesi ile telefonuna baktı Felix. Sınıftaki birkaç arkadaşı cumartesi için bir program hazırlamıştı: Sinema ve yemek yemeye gitmek. Harika bir cumartesi fikriydi onun gözünde ama buna hayır demesi lazımdı. Belki de Rebecca haklıydı. Öncelik hep şu projenindi.
Odasına girince ön tarafa bakan açık pencerenin önünde durdu. Birkaç saniye temiz hava alıp rahatlamak istiyordu. O sırada arabaya binmek üzere olan kız kardeşini gördü.
Kız da onu fark etmişti. Parmaklarıyla kalp şekli yaptı Felix'e. Onları gören şoför "Ne tatlı kardeşler." diye düşünebilirdi ama bu Rebecca'nın sevgi gösterisi değil teminki konu ile ilgili yaptığı bir imaydı. Hemen ardından havaya hayali bir 'O' ve 'F' harfi de çizip öyle arabaya bindi Rebecca. Derin bir nefes alan Felix "Ben mi çok abartıyorum yoksa bu evde delirmemek imkânsız mı?" diye geçirdi içinden.
*****
Ophelia, elindeki içinde blender olan torbayla geniş sokakta yürüyordu. Evlerine uzun süre sonra alabildikleri tek tük eşyadan biri olan blender birkaç gün önce bozulmuştu. Neyseki hâlâ garanti kapsamındaydı da tamir ettirmek için aldıkları mağazaya götürmeleri yeterli olacaktı. Annesi yoğun işinden dolayı götüremeyince Ophelia cumartesi günü şirkete gitmeden önce biraz zamanı olduğundan mağazaya kendisi bırakmayı teklif etmişti.
Bulunduğu yer bir sürü teknoloji mağazasına ev sahipliği yapan geniş bir ana cadde idi. Oldukça büyük bir yürüme yolu iki taraftaki mağazaları birbirinden ayırıyor, caddenin sonundaki araba yoluna çıkıyordu. Birkaç kamyon kaldırım kenarına çekilmiş, çalışanların yüklerini indirmesiyle hafifliyorlardı. Tüm cadde vitrinleri kaplayan televizyon, telefon, led ışıklar ve diğer akıllı cihazlar ile aydınlanıyor, farklı renklere bürünüyordu. Bazı dükkanlar arasındaki boşluklar dar ya da geniş pek çok sokağa açılıyordu. Modern gözüken bir cadde olsa da esnafların selamlaşma sesleri, her mağazada istisnasız demlenen çayların posasının yaydığı koku ve sayısı az da olsa hurda dükkanlarının görüntüsü ortama bir sıcaklık katmayı başarıyordu. Ophelia kaldırıma adımını attığı anda anlamıştı buradaki tüm dükkanların bir aile gibi olduğunu.
Cadde boyunca yürüdü genç kız ve sokağın sonuna yakın aradığı yeri buldu. "Whimple Ev/Elektronik" yazılı bir tabela asılıydı dükkânda. Cilalı ve rengarenk mutfak eşyaları da vitrinlerde sergileniyordu. Ophelia doğru yere geldiğinden emin olmuştu onları görünce.
Önündeki cam kapıyı itmesiyle beraber tavana bağlı küçük bir zil titreşti ve karşısındaki masada çayını yudumlayan adamın dikkatini kendi üstüne çekti. Adam yavaşça doğruldu, üstünü silkeledi ve Ophelia'ya "Ne vardı?" dercesine bir bakış attı. Konuşmaya başlama hakkı kendisine bahşedilen Ophelia ise sadece "Merhaba, kolay gelsin." demekle yetindi.
"Merhaba, nasıl yardımcı olabilirim?" dedi adam. Sürekli etrafa bakınmasından bir müşterinin gelişinden rahatsız olduğu kolayca anlaşılıyordu.
Tereddütle blenderı masaya koydu kız. "Garanti kapsamındaki blenderımız önce kötü bir koku yaydı. Sonra da çalışmayı durdurdu. Biz de size getirelim dedik." Sanki karşısında duran adama annesiyle beraber bu kararı verdiklerini biliyormuşçasına konuşuyordu.
Adam umursamazca blenderı eline aldı. "Bir bakayım." Elinde döndürdü, pil bölmesini açtı, dolapların birinden bulduğu tornavidayla dışını söktü ve başını "Anladım." dercesine salladı. "Motoru yanmış. Kolay bir işlem. 20 dakikada falan halledilir."
Kendisini blenderın geri döndürülemeyecek şekilde bozulduğuna inandırmış olan Ophelia "Gerçekten mi?" diye sormaktan alıkoyamadı kendini. Bu durum bıkkın adamın kıza gözlerini kısarak bakmasına neden oldu. "Size böyle basit bir nedenden dolayı bozulan aracın yerine yeni bir blender vermemizi beklemiyordunuz değil mi?"
Ophelia kaşlarını çattı. Doğru anladığından emin olmak istiyordu. "Pardon?" diye sordu.
"Bak küçük kız. Bu ürünler öyle kolay bozulacak şekilde üretilmezler. Burada kötü kullanım söz konusu. Aslında neden garanti kapsamında değerlendirildiklerini de anlamış değilim ama..."
Ophelia duyduklarına inanmıyordu. Bu caddedeki dükkanların sahip olduğunu düşündüğü sıcaklığı bu adam anında yok etmişti. Aynı zamanda dükkânın boşluğundan dolayı içine düşen şüphelerinde doğruluğunu kanıtlamıştı. Annesi çok tatlı yaşlı bir adamın ona yardımcı olduğunu söylemişti ama burada yardımseverlikten eser bile yoktu.
"Bu makineyi sizler nasıl kullanıyorsanız biz de o amaçla kullandık. Ayrıca makinenin onu aldığımızdan kısa bir süre sonra bozulmasından anlaşılan sıkıntının sizin ürününüzün kalitesinde olduğu olmalı bence." Konu ona ve annesine yapılan bir haksızlık olduğundan kendisini kanıtlamaya korkmuyordu.
"Hey sözlerine dikkat et küçük bayan-" O sırada içeri yaşlı, oldukça kısa boylu, bembeyaz pos bıyıklara sahip bir adam girdi ve masadaki adam anında sessizleşti. Annesinin bahsettiği "yardımsever" yaşlı amca bu adam olmalıydı.
"Nathan, gene ne oluyor? Sesler geliyordu-" Sonra Ophelia'yı fark etti. "Hoşgeldiniz, ben Bay Whimple." Elini Ophelia'nın sıkması için uzattı ve Ophelia da karşılık verdi. "Bir sorun mu vardı?" ve yüzüne samimi bir gülümseme koydurdu.
"Ihh..." Karşısında eski umursamaz tavrına geri bürünmüş adama bakıp devam etti. "Az önce garanti kapsamındayken bozulan blenderımın bozulma nedeninin kötü kullanım olduğu söylendi." Bu kadar açıklama bile yaşlı adam için yeterliydi ki derin bir iç çekti.
Bay Whimple onaylamadığı belli edercesine başını iki yana salladı ve Nathan denen adama baktı. "Oğlum sana daha kaç kere söyleyeceğim müşterilerle doğru konuş diye?
"Baba, zaten motor değişimi yapacağımı söyledim ama küçük hanım biraz yanlış algıladı galiba." Ophelia’nın söyleyeceği bir ton şey birikmişti. Ancak Nathan'ın Bay Whimple'ın oğlu olduğunu öğrendiğinden dolayı içinden gelen bir ses bunu yapmamasını söylüyordu.
"Sanki seni bilmiyorum. Bunu sonra konuşacağız. Kızım kusura bakma lütfen. Benim oğlum oldukça huysuzdur. Seni kırdıysa onun adına özür dilerim-"
"Bay Whimple sizin suçunuz değildi. Özür dilemenize gerek yok." Yüzüne mahcup bir gülümseme kondurdu.
"Olsun, benim oğlumun hatası sonuçta. Yalnız oğlumun böyle olduğuna bakma. İşinde oldukça iyidir. Anladığım kadarıyla motor değişimi yapılacak. Kısa bir işlem. Sen buralarda takıl istersen. Yirmi dakikaya falan gelip alabilirsin." Böylece Ophelia teşekkür edip amcanın tüm içecek tekliflerini geri çevirerek mağazadan ayrıldı.
Yirmi dakikada yapabileceği hiçbir şey yoktu. Buradan uzaklaşmak da istemiyordu. Bu mağazada bekleme fikri ise Nathan'dan dolayı pek de tercih edeceği bir şey değildi. Farklı mağazaları gezmek ise az önce yaşadığı deneyimden sonra seçenekleri arasında bile değildi. Bu yüzden daha önce dikkatini çeken sokakları tek tek gezmeye karar verdi.
Girdiği ilk sokak başta oldukça sessiz olsa da sonrasında oldukça güzel dizayn edilmiş birçok kafeye açıldı. Arkadaşlarıyla uzun bir gün sonrasında buluşmuş olan insanların sesleriyle cıvıl cıvıldı bu sokak. Az önceki caddeden böyle bir yere çıkmayı hiç beklememişti Ophelia. Biraz daha yürüyünce de şehrin simgesi olan Univerla Meydanı'na vardı. Ortadaki devasa süs havuzunda günlük su gösterileri yapılıyordu. Gerçekten de buraya her yerden varmak mümkündü çünkü girdiği diğer iki sokaktan da yürüyünce aynı yere ulaşmıştı.
Bu sefer geldiği tarafa geri yürüyüp Bay Whimple'ın dükkanının yanındaki ara sokağa girmeye karar verdi Ophelia. Caddenin farklı tarafında olmasından dolayı meydana açılmayacağını bilse de bunun da capcanlı başka bir alana açılacağından emindi. Fakat karşılaştığı sonuç tam tersi oldu.
Sokakta dükkanların depolarının paslanmış kapılarının haricinde hiçbir şey yoktu. Ana caddeden ne kadar teknoloji akıyorsa bu sokağı da tanımlayabilecek tek şey yokluk olurdu galiba. Ophelia biraz daha ilerlerse belki farklı bir yere çıkabileceğini düşünse de giderek darlaşıp daha karamsar bir havaya bürünen sokak tersini kanıtlıyordu.
Geriye dönmesi gerektiğini hissetse de Ophelia, kendisini devam etmeye zorlayan bir şeyler hissetti. Bir iç güdü...Ama tam olarak değil. Daha çok...bir keder gibiydi bu şey. Kendi kederi de değil. Birinin güçlü durmaya çalışmasına rağmen içten içe haykırdığı yardım çığlıklarıydı bunlar.
Biraz daha ilerleyince Ophelia bir ses duymaya başladı. Tok bir erkek sesi. Sert ama daha çok alaycı. Ardından ona eşlik eden birkaç gülüş. Yine aynı şekilde, küçümseyici.
Yine aynı hissiyat içine doğdu bu sırada. Hem de binlerce kat daha kuvvetliydi bu sefer. Belki de onun sayesinde önünde duran eskimiş karton kutuların önüne çöküp olayları kavrayabileceği bir yakınlıktan analiz etme fikrini akıl edebilmişti.
Dört tane oldukça yapılı ve uzun boylu erkek gördü Ophelia. Hepsi sanki bir av yakalamış gibi bir şeyin etrafını sarmışlardı. Erkekler sürekli olarak birbirlerine vurup şakalaşıyorlar, yüzlerindeki memnuniyet ifadesi ise asla gitmiyordu.
Bunlar, Ophelia'nın okulundaki öğrencilerin hayatını mahveden Rodney ve onun yardakçılarıydı. Okulda dikkatlerini çeken biri olduğunda onları gözlerine kestirip eğlenmek için kullanan şu tayfa yani. Gerçi anlaşıldığı kadarıyla artık sessiz öğrencilere de bulaşmaya başlamışlardı. Çünkü Ophelia, arkası dönük duran Rodney hareket edip ortalarında duran kişiyi az da olsa açıkta bırakınca çok büyük bir şok yaşamıştı. Hem de böylesine rastgele bir sokakta okulundaki zorbalarla karşılaşmaktan daha şok ediciydi kesinlikle.
Bu seferki kurbanları April idi. Okulda hocalar zorlasa bile konuşmayan, göze batmamak için her yolu deneyen kız okulun zorbaları tarafından fark edilmişti. Çok trajik bir hikâye değil miydi bu? Çok saçma olsa da bu çetenin uğraştığı tüm insanlar için kendilerince bir "nedenleri" varken bu kız ile alıp veremedikleri neydi? Sırf sessiz olduğu için birini zorbalıyor olamazlardı değil mi?
"Azıcık tepki versene ya. Eğleniyoruz burada." dediğini duydu Ophelia çetedeki esmer tenli çocuk olan Troy'un.
"Evet, dilini mi yuttu acaba bu? Hadi doktor amcana ağzını aç da o da seni muayene etsin." diyerek bir espri patlattı Rodney. Tabii bunun gülünç olduğu düşünen de sadece çetesiydi. Öyle ki bu Merv'in kendini yere atıp gülme krizine girmesiyle sonuçlanmıştı.
"İyiydi bu abi." diyerek Rodney'nin omzuna bir yumruk atmıştı Deepak de.
Tüm bu izledikleri Ophelia'nın midesini bulandırmaya yetmişti. April'ın, daha öncesinde onların pençelerine düşmüş diğerlerinin ne suçları vardı ki böyle insanlarla karşı karşıya gelmişlerdi? Kalplerinin ağırlığıyla kolayca ezebilirlerdi aslında kurbanlar onları. Ama sözler, kas gücü ya da kazanç miktarı gibi ölçülebilecek şeyler neden terazide ağır basıyordu? Neden bu dünyada insanların yüreklerinin sesi konuşmuyordu ki? Gelecekte bir gün bu tersine dönebilecek miydi?
April şimdiye kadar hiçbir şey söylememiş, hiçbir ses çıkarmamış, hatta neredeyse gözlerini bile kırpmamıştı. Kız sadece orada bir ruh gibi dikilip karşısındaki zorbaların onunla eğlenmelerini izliyordu. Hatta zihinsel olarak orada olduğunu bile söylemek güçtü. Kızın tek yaptığı arada sırada bir robot gibi kafasını iki üç santim oynatmak ve boş bakan gözlerini farklı bir tarafa odaklamaktı.
"Tamam madem konuşmuyorsun...Şimdi asıl konuya gelelim. Biz aslında oldukça hayırlı bir mesele konuşmaya gelmiştik. Yani geçmiş olsun dilemek için. Zavallı kardeşinin hastanede olduğunu öğrendik. Maalesef de dul anneciğinin kazandığı üç kuruş maaş kardeşinin hastane masraflarına bile zor yetiyormuş. Gerçekten üzüldüğümüz için seninle konuşalım dedik." Sonra da Rodney dudaklarını büzüp üzgün bir ses çıkardı. "Oturduğunuz ev bozuntusunun döküldüğünü de gördük. Yani kalacak yere falan ihtiyacınız olursa söyleyin. Annem oldukça misafirperverdir." Beraberinde başka bir kahkaha yağmuru...
Bir insanı çıkarları olan para uğruna ezdiklerini çok görmüştü Ophelia çetenin. Ancak yaşadığı trajik olaylar yüzünden bir kızı bu şekilde rezil edecek kadar ileri gitmek...
Gördükleri karşısında kendine yeni gelen Ophelia ne yapabileceğini kestiremiyordu.
Direkt olarak önlerine çıkıp ne yaptıklarını mı sormalıydı?
Hayır bu kesinlikle av sayısının ikiye çıkmasına sebep olurdu.
Birini mi çağırmalıydı?
Evet etrafta bir sürü esnaf olmalıydı. Yardım edebilecek birilerini bulmak kolay olmalıydı, değil mi?
Ophelia arkasını dönüp dar sokağın şimdi oldukça uzakta olan girişini taramaya çalıştı. Bir silüet görülüyordu ancak nasıl biri olduğunu çıkarmak mümkün değildi.
Ophelia yavaşça ayağa kalktı ve fark edilmemek amacıyla duvara bitişik bir şekilde silüeti yakalamaya çalıştı. Biraz yaklaşınca kim olduğu seçebilmeye başladı. Yalnız hayal kırıklığına uğradığını söylemek yalan olmazdı çünkü bu adam Nathan idi. Elinde tuttuğu mekanik cihazlardan depoda parça arıyor olduğu belliydi.
"Affedersiniz, bir bakar mısınız?" diye fısıldadı Ophelia adama tereddütle. Bir beklentisi olmamasına rağmen denemeliydi. Nathan da kızı fark edince "Yine mi sen? dercesine bir bakış attı ama bir şey söylememesiyle beraber Ophelia devam etti.
"Şurada bir olay oluyor da yardım çağırabilir misiniz? Kabadayılar bir kızla uğraşıyor." Nathan yüzündeki hiçbir mimiği oynatmadan Ophelia'nın gösterdiği yöne doğru baktı ve aynı soğukkanlılıkla geri döndü. "Bak genç hanım! Bugün beni yeterince oyaladınız zaten. Bir de oyunlarınız çekemeyeceğim."
Ophelia bir kez daha duyduklarına inanamamanın etkisiyle sinirle gülmeye başladı. Kendini toparlaması ise uzun sürmedi. "Bakın bunları tanıyorum. Okul zorbaları. Şu anda bir kızı sokak ortasında rencide ediyorlar. Ne kadar ileri gidebileceklerini bilmiyorum. Tek istediğim durmaları."
Nathan ise Ophelia'nın sözlerinin bir kısmını duymamış, başka bir yere odaklanmış gibiydi. Ancak yüzündeki renk gitmiş, ilk defa bir şeye tepki veriyordu.
"O-okul zorbaları mı?"
Ophelia onarlarcasına başını salladı. Adam bir kez daha geri dönüp olay yerine baktı. Bu sefer gözlerinde Ophelia'nın açıklayamadığı bir şeyler vardı fakat bu şey sonucu değiştirmedi. Hatta Ophelia'nın tüm beklentilerini balyoz darbesi gibi parçalayacak sözler döküldü adamın ağzından.
"Bir kızı dövemezler zaten..." ve başı önde sokaktan ayrıldı.
Gerçekten de insanlar bu kadar duyarsız davranabilir miydi?
Başka biri var mı diye etrafına bakarken ayağının çarptığı metal parçanın yuvarlanmasıyla çetenin dikkatini çekti en sonunda Ophelia da.
"Hey kim var orada?" diye seslenen Troy ile karanlıktan dolayı tam olarak görünmediğini anladı.
İki seçeneği vardı. Ya Nathan gibi tüm vicdan ve insanlığını bir kenara bırakıp April'ı bu rezil sokakta, dört kabadayı ile bırakıp gidecekti ya da her şeyi göze alıp karşılarına çıkacak ve April'ı onlardan kurtarmak için elinden geleni yapacaktı.
April'ı onların elinden kurtarmak zor bir ihtimal de olsa Ophelia umudu küçümseyenlerden değildi. Bu yüzden ikinci olasılığı seçti.
Yavaşça birkaç adım yaklaştı onlara. Dimdik durdu karşılarında. Ardından onu gören oğlanların afallamasından yararlanarak söze girdi. "Anlaşılan o ki gücünüz ancak dörde birken yetiyor."
Ophelia'nın kesinlikle orada olmasını beklemeyen oğlanlardan şoku ilk atlatan Deepak oldu. Yanıtı gecikmedi. "Bizimle doğru konuş. Yoksa..." dedi Deepak dişlerini sıkarak.
"Tabii cümleni bitirmen için önce bir dört kişinin daha gelmesi lazım, değil mi? Gücünüz eşitlensin, öyle konuşursun." dedi Ophelia da. Sesi buz gibiydi.
"Eskiden olsa bu özgüvenin kaynağının ne olduğunu söylerdim ancak şimdikinin ne olduğunu merak ettim doğrusu." diye söze girdi Rodney. Gözlerindeki hayreti gizlemek için çaba sarf ettiği belli oluyordu. Ophelia sessizce beklerken oğlan devam ettirdi cümlesini. "Charles Miller, baban, seni silmişken gerçekten neye güveniyorsun küçük kızıl?"
Bu sefer de beklenmedikle karşılaşan Ophelia olmuştu. Onlar babasının kim olduğunu nasıl öğrenmişti ya da gerçekten geçen günkü televizyon programını izleyip babasının geçmiş ile ilgili söylediklerini duymuşlar mıydı? Babasının ilk kez tüm şeffaflığı ile söyledikleri bu kadar hızlı yayılmış olabilir miydi gerçekten?
Rodney'nin tekrar söze girmesi Ophelia'nın cevabını almasını sağladı. "Şansa bak ki bir arkadaşımızın bilgilendirmesi ile okulumuzdaki küçük kızılın Charles Miller'ın kızı olduğunu öğrendik. Bunun hemen üstüne de çok hoş bir program ile karşılaştık televizyonda. Artık kızı değil de eski kızı olduğunu gösteren bir program da diyebiliriz. Eğer sen denk gelmediysen hemen bir özet geçelim biz senin için... Programda Charles ve Gloria Miller hayatları ile ilgili röportaj veriyordu. İşte yılın çifti olmaları, mutlulukları, başarıları, eskinin anlamsızlaşması gibi birkaç konu ile ilgili."
Pis pis sırıtmaya başlayan dörtlü ile Ophelia derin bir nefes aldı. Sakin kalmalıydı ancak görünen o ki zorba grup buna pek de izin verecek gibi değildi. Bu sefer söze giren Merv oldu. "Anlaşılan o ki baban ânı yaşamayı seven biri. Yoksa işi bitince karısı ve kızını bir köşeye atıp yeni bir aşka yelken açmazdı, değil mi?"
Sıradaki kurbanın bir anda kendisi oluverdiğini düşündü Ophelia. Hem de babası yüzünden.
Arkadaşının sorusuna yorum yapmak üzere konuşma sırası tekrar Deepak'a geçmişti. "Belki de evde oturup duran beceriksiz bir kadından sıkıldığı için başarılı bir modacıya âşık olmuştur."
Bu yorumun üstüne kendini tutamayan Ophelia "DÜZGÜN KONUŞ!" diye bağırdı karşısındaki zorbaya. Sınırı aşmışlardı. Bundan kısa bir süre önce de düşündüğü gibi konu ona ve annesine yapılan bir haksızlık olduğunda sessiz kalamazdı.
Evet, daha önce bir kez sessiz kalmıştı. Rebecca'yı duymazdan gelmişti fakat o, gerçekten projede yer almaya ihtiyacı olduğu içindi. Melinda ile yaptığı konuşmada da dediği gibi para insanın cesaretini ve özgüvenini etkiliyordu. Eğer paraya ihtiyaçları olmasaydı Rebecca'ya da sessiz kalması gerekmezdi.
Ama şu iki yıldır ailesi ile ilgili söylenen çok laf olmuştu. Hatta çoğunluğu da durumları iyiyken hep beraber oldukları aile dostlarından gelmişti. Ophelia bu konu ile ilgili hadsizce konuşan insanlardan gerçekten çok sıkılmıştı. Kalplerin en ufak bir güç bile taşımayan, bir sürü masum insanla uğraşan bu çete hadsiz yorumlarda bulunabilecek son insanlar bile değildi onun gözünde.
"SAHİP OLDUĞUNUZ İRİ BİR CÜSSE DİYE SİZDEN ÇOK DAHA FAZLASI OLAN İNSANLARA SATAŞAMAZSINIZ!" Şu âna kadar olayları sessizce izlemeye devam eden April ile göz göze geldi. Bakışları birbirlerine güç vermişti sanki. Bunun üstüne devam etti Ophelia.
"İSTEDİĞİNİZ KADAR ZORBALIK YAPIN.BU HAYATTA ASLA ONLAR KADAR GÜÇLÜ OLAMAYACAKSINIZ! KALPLERİ AĞIR BASAN İNSANLARIN ÖNÜNE GEÇEMEYECEKSİNİZ!"
Karşılarında pusmayan birinin oluşu dörtlüyü sinirlendirmişti. Anlaşılan bu çok sık karşılaştıkları bir şey değildi.
"ANNENİ VE SENİ BEŞ PARASIZ BIRAKIP GİTTİ DİYE, BU SÜREÇTE SENİ BİR KEZ UMURSAMADI DİYE, ÖLSEN UMRUNDA OLMAZ DİYE BABANA KARŞI DUYDUĞUN ÖFKEYİ ÇOK YANLIŞ KİŞİLERDEN ÇIKARIYORSUN KÜÇÜK KIZ!" diye aynı tonda konuşmayı sürdürdü Rodney de.
"NE OLDU, GERÇEKLER AĞIR MI GELDİ? BUGÜNE KADAR HEP SİZ KORKUTTUNUZ, ÇÜNKÜ HEP EN ÇOK SİZ KORKTUNUZ. KİMSE SİZİ KORKUTMASIN DİYE KORKUTAN TARAFTA OLMAYI SEÇTİNİZ."
Gitgide gerilmişti çete. Deepak birkaç adım ileri çıktı "KİMSE BİZE KORKAK DİYEMEZ!" diye gürledi.
Rodney de ileri atıldı "KIZSIN DİYE SANA DOKUNMAYACAĞIMIZI ZANETTİĞİN İÇİN Mİ BU LAFLARIN?"
Hemen ardından Troy girdi söze bu sefer de. "BİLİYOR MUSUN? BİZDEN KORKUYORSUN. BU TAVIRLARIN DA SADECE BUNU GİZLEMEK İÇİN."
Olaylar fazla kızışmıştı. Ophelia fiziksel bir kavga çıkmasını istemiyordu. Boş değildi, o da dövüşürdü ama gerçek şu ki karşılarındakiler sayıca ve cüssece üstündü. Hem April ile ilgili ne beklemesi gerektiğini kestiremiyordu. Yani dörde bir olabilirdi.
Tüm bunlara April'a yardım etmek için girmemiş miydi? Şimdi sırf kendi laflarından dolayı April'ın da zarar görmesini istemiyordu. Daha zekice ve düşünceli davranması gerekirdi. O yüzden sakinleşmeli ve April ile buradan ayrılmalıydı bir an önce.
"YETER BU KADAR GÖSTERİ. BU SADECE ZAMAN KAYBI. TAMAM SİZ CÜSSELİSİNİZ BİZ DE YAŞAMAK İÇİN SAVAŞANLAR. HER ŞEY NETLİĞE KAVUŞTUĞUNA GÖRE ARTIK HERKES KENDİ İŞİNE BAKSIN."
April'a gelmesi için başıyla işaret etmiş ve kendisi de bir an önce buradan uzaklaşmak için hazırlanmıştı lakin Merv ve Deepak, April'ın yolunu kesip kızın gelmesini engelledi.
"Bize bulaştığına pişman olacaksın küçük kızıl!" diye tıslarcasına konuştu Rodney. Hemen ardından gelen "Bence pişman olacak olan sensin." sesi ise herkesi şaşırtı. Çünkü ses ne çeteye ne April'a ne de Ophelia'ya aitti.
Sesin sahibi biraz daha yaklaşıp göründüğünde Ophelia'nın dudaklarından "Felix?.." ismi döküldü büyük bir şaşkınlıkla.
Felix Cruz'un ardından üç kişi daha göründü. Bu sefer daha da şaşıran Ophelia "Andrew, Beatriz, Cody?.." diye mırıldandı.
Felix tekrar söze girdi. "Bak dostum, senin yerinde olsam Ophelia'ya bulaşmazdım. Anlaşılan o ki onu pek iyi tanımıyorsun çünkü tanısan Ophelia'ya da Revengers'a da bulaşmaman gerektiğini zaten bilirdin. Mesela ben zamanında onlardan kıl payı yırttım. Tabii hâlâ daha olası bir saldırıya karşı diken üstünde yaşıyorum, o bir gerçek."
Felix'in bunu hala hatırlıyor oluşuna şaşıran Ophelia'nın yüzünde küçük bir tebessüm oluştu. Revengers'ı hatırlamak güzel gelmişti. Kaçmak istediği eski günlerini yansıtan her detay kötü olmayabilirdi.
"Demek ki yeni özgüven kaynağın buymuş." deyip sırıttı Merv. Ardından Rodney devam ettirdi. "Babanı ve parasını kaybettin ama anlaşılan o ki kendine bir sevgili bulmuşsun. Hatta tahmin edeyim, kesin zengindir de."
Bu yorumun üstüne sinirden kıpkırmızı kesilen Ophelia söze başlamak üzere ağzını açmıştı ki Beatriz ondan önce davrandı. "Siz erkekler neden kadınların size muhtaç olduğundan bu kadar eminsiniz ki? Sanıyorsunuz ki tüm hayatımız kendimize erkek arayarak geçiyor. Tüm gayemiz, amacımız, başarımız bu zannediyorsunuz. Ama sizi bilgilendireyim hiç de öyle değil. Ayakta durmak için bir erkeğin eline ihtiyaç duymuyoruz!" derken sesi tüm sokağı doldurdu adeta.
"Sen bence arkadaşlara çok takılma Beatriz. Kendileri anlaşılan o ki hâlâ taş devrinde kalmış." diye yorumda bulundu Andrew. Hemen sonrasında da Cody "Evet, hatta doğrusunu söylemek gerekirse ben arkadaşların dilimizi konuşabilmelerine bile oldukça şaşırdım." şeklinde bir ekleme yaptı ve elini uzatan Andrew'a bir beşlik çaktı.
Ophelia bu dörtlünün nereden çıktığını hiç bilmiyordu ancak fena olmadığını da söyleyebilirdi. İnsanın dostlarının olması iyi bir durumdu. Aynı umut gibi yeri geldiğinde sonsuz bir güç veriyordu dost gücü de.
"Kaşınıyorsunuz." dedi Deepak.
Bir elini yumruk yapıp diğer elinin avcuna vuran Troy da "Ayrıca şanslı gününüzdesiniz çünkü bizim de birilerini kaşıyasımız vardı." diye ekledi. Ardından da bu dediğine tüm çete güldü. Cody'nin yüzünde ise "Dalga mı geçiyorsunuz? Böyle espri mi olur." dercesine bir bakış oluşmasına sebep oldu. Anlaşılan o ki espri düzeyleri oldukça kendilerine has diye düşündü Ophelia da bu manzara ile ilk karşılaştığında duyduğu esprilerini hatırlayarak. Cody öncekileri duysa büyük ihtimalle hayatı sorgulardı diye düşünmeden de edemedi.
"Neden olmasın?!" diyerek öne atılan ilk kişi Beatriz olmuştu. Küçümseyici bakışlar eşliğinde birbirlerine sırıtmakta olan çete onu kaale almasa da Beatriz anında en yakınındaki Troy'un dibinde bitiverdi ve şakağına bir yumruk indirdi.
Şuurunu kaybeden oğlan sendeleyip geriye doğru düştü. Bunun üstüne yüzünde gülmeden eser kalmayan diğer çete üyeleri harekete geçti.
Böylece güzel ve gösterişli caddenin açıldığı dar ve pis bir ara sokakta, iki grup arasında geçen ateşli bir kavga patlak verdi.
Yediği darbeden sonra yeni kendine gelmiş ve Beatriz'e bir yumruk savurmak için hazırlanmakta olan Troy'un diz kapağının arkasına bir tekme savurdu Ophelia. Dövüşe katıldıklarını gören çete kızlara da saldırmaktan çekinmemeye başlamıştı.
Cody, Merv'e iki yumruk atmış ardından iri cüsseden ona gelen yumruk darbesi ise yalpalamasına neden olmuştu. Ancak kendini toparlaması pek uzun sürmemiş ve tekrardan pozisyon almıştı. Rakibinin göğsüne iyi bir dirsek darbesi indirmiş olan Andrew ise sıradaki hamlesi için savurduğu yumruğunun rakibi tarafından tutulması ve kendisine gelen darbe ile yere düşmüş ve rakibi Deepak'ın yüzünü güldürmüştü.
Ophelia'nın gözleri bu sefer bir diğer kişiye kaydı. Rodney'nin yumruklarını ustalıkla savuşturan Felix ara ara rakibine birkaç saldırıda bulunsa da bu karşısındaki iri cüsseyi yere sermek için yeterli olmuyordu. Ardından Rodney bir tekme savurdu Felix'e ve oğlanı yere düşürdü. Bunun üstüne yanlarına giden Ophelia, arkası dönük olan kabadayıya seslendi.
“Rodney!".
Kabadayı ona dönünce eski okulunda aldığı dövüş derslerini hatırlayarak tüm kilit noktalarıyla aklına gelen hareketi yaptı. Yani karşısındakine tam çenesinin altına gelecek şekilde bir tekme savurdu tüm gücüyle. Darbenin gücü ve geldiği noktanın hassasiyetinden kaynaklı oğlan yere yığıldı.
Yerdeki Felix'e elini uzattı Ophelia.
"Son çare hareketlerinden ha. Dövüş öğretmeni Bayan Flores'in klasik seçimi. Ama hakkını yememeliyim iyiydi. Eğer fırsatım olsaydı ben de uygulardım. Yani mesafenin kurtaracağı kadar uzak ve hazırlıksız yakalayabilseydim."
Ophelia yalnızca gülümseyerek yanıt verdi. Felix tekrardan ekledi. "Rebecca'dan sonra şu konuya takan bir diğer kişi oldu Rodney. Rebecca'ya katlanmak zorundayım ama ona değil. Bu konuyla ilgili birine haddini bildirmesi eğlenceliymiş ve tabii ki senin sayende oldu. Teşekkürler.”
"Ne demek, rica ederim. Hem bu konudan ben de oldukça sıkılmıştım." Gerçekten Rodney'e haddini bildirmek iyi hissettirmişti.
O sırada ikili etraftan gelen sesi işittiler. Beatriz'i teneke çöp kutularının üstüne atan Troy'dan geliyordu bu. Sağ dirseğini ve kalçasını oldukça kötü çarpan kız ise geri kalkmadan önce birkaç saniye yerde kalacak gibiydi.
Felix, Troy'a yönelmeden hemen önce "İnan ki Rebecca ile aynı evde yaşamadığın sürece gerçekten de ne kadar sıkılabileceğini bilemezsin." dedi. Genç oğlan uzaklaşırken ona bir şey deme şansı bile bırakmayan, arkasından gelen sese döndü Ophelia.
"Küçük kızıl!"
Merv'den gelen yumruğa karşı korunmak için kollarını kaldıran Ophelia göz ucuyla yerdeki Cody'nin zar zor doğrulmaya çalıştığını gördü. Bir süre sonra kendisine yöneltilen iri yumruklardan biri isabetli olunca o da sendeledi. Kulağı uğulduyordu ve galiba dudağı kanıyordu.
Karşısındaki kabadayının vakit kaybetmeden tekrar saldırıya geçeceğini anlayan Ophelia hızlıca birkaç yumruk savurdu. Bunlar işe yarasa da asıl darbe arkadan, ayağa kalkmayı başaran Cody'den gelmişti. Geçici süreliğini yalpalayan Merv hemen darbenin sahibine döndü. Cody'yi görmesiyle pis bir sırıtış oluştu dudaklarında.
Başka bir tarafta Andrew'u yakasından tutup psikopatça yumruklayan, yüzü kan içindeki Deepak kaybettiği üstünlüğü tekrar yakalamış gibi görünüyordu. Andrew'a yardım için bir darbe indirdi Ophelia da Deepak'a. İlk darbeyi engelleyemese de ikinci yumruğu kendisine ulaşmadan tuttu Deepak. Bunun üstüne Ophelia da oldukça sert bir tekme indirdi rakibinin dizine. İnleyip yere düşmeden önce oğlanın çenesine gelen yumruk ise yanlarına gelen Beatriz'e aitti.
"Az önce ettikleri laflar için herhalde şimdi pişman olmuşlardır bu herifler. Değil mi kızlar?" dedi Andrew.
Ophelia ve Beatriz birbirine bakıp gülümsedi.
Kavga fena bir hâl almıştı. Her ne kadar onlar da rakiplerini hasara uğratabiliyor olsa da karşı taraf sık sık kavgada yer alan iri cüsseli kabadayılardan oluşuyordu. Aldıkları darbelerin izleri vücutlarına yer edinirken ve ortamdaki kan kokusu gitgide artarken durumlarının düşündüğü kadar kötü olmamasını umut etti Ophelia. Aslında belki de üstünlüğü ele geçirmeye başlamışlardı yavaşça. Karşısındakinin kafa atmasıyla yere yığılan Troy henüz kalkmamıştı. Deepak ile Merv ise daha fazla ıskalıyor, daha çok hedef oluyordu. En baştaki kadar canlı görünmüyorlardı. Tüm bu düşüncelerini yıkansa gelen ses ile çevirdiği bakışlarının karşılaştığı manzara olmuştu.
Aldığı darbeden sonra yeni kendine gelen Rodney, kavgaya geri dönmek yerine güvenli bir mesafede kenara sinmiş olan April'ı tutmuş ve sokağa yansımaya başlayan güneş ışığının sağladığı parıltılı görsel ile bir bıçak dayamıştı boğazına.
"Yeter!" diye bağıran Rodney tüm bakışları üzerine çekmişti. Üstüne yöneltilen memnun ile endişeli bakışlar eşliğinde konuşmaya devam etti kabadayı. "Siz, çabuk buradan defolup gidin ve bir daha bugünü düşünmeye bile cesaret etmeyin. Gitmeden önce özür de dileyeceksiniz. Hayatı galalarına gittiğiniz filmler gibi sanıyorsunuz ama yanılıyorsunuz. İyi niyetle hep kazanamazsınız. Yeterince gareziniz yoksa güçsüzsünüz, kaybetmeye de mahkumsunuz. Karşınızdaki size asla o kadar iyi niyetli davranmayacaktır."
Bunun üstüne mırıldandı Andrew da. "Hayatımda hiç galaya gitmediğimi ve en büyük lüksümün makarna olduğunu söylemek için doğru bir zaman mı?"
Duymazdan gelmişti Rodney. "ÖZÜR! HEMEN! Bana ve çeteme ettiğiniz pis laflar için özür dileyeceksiniz. Tabii ki de kuru birkaç kelime yetmez. Özürün yanında ilave olarak 5 bin istiyorum sizden."
Paradan bahsettiğini anlamak için dahi olmak değil çeteyi biraz tanımak yeterliydi. Bir de zaten özrün onlar için en ufak bir önem taşımayıp sadece göz boyamak için söylediklerini yoldan rastgele geçen biri bile anlayabilirdi.
"Beş bin ha!" diye gözlerini belerten Cody'nin ardından "Adam başı..." diye ekledi Rodney. Kaşları dudağının kıvrımı gibi yukarıya kalkmış sinsice herkesi bakışlarıyla tarıyordu.
April'ın göğsü hızla kalkıp inerken boğazına dayalı olanın bıçak olduğunu ele alınca yine de oldukça sakin karşıladığını düşünüyordu insan. Kızın gözlerine her zaman yerleşik olan boşluk bu sefer en derinlerinde bir acı barındırıyordu sanki. Korku değildi bu kesinlikle. Daha çok mahcubiyetin ya da asla ulaşılamayan mutluluğun yansıması gibiydi.
Bıçağı elinde hareket ettiren Rodney'ye "Sakın saçma bir şey yapma!" dedi Ophelia. Olayların büyümesinin ve April'in bu duruma düşmesinin sorumlusu kendiydi ona göre. Eğer ki umursamadan çekip gitse de olaylar kötü bir boyuta gelebilirdi tabii ama...
"Sinirlendiğin o değil benim Rodney. Onu buna dahil etme." İstediği parayı alınca April'ı bırakacağından emin olmak çok zordu ki zaten Ophelia bu parayı sağlayabilecek bir durumda da değildi şu an. Ayrıca bir kabadayı sürüsünün gaddarca hainliklerine de parayla göz yummayacaktı buradaki hiç kimse.
Çetenin diğer üyeleri ise kavgayı tamamen unutmuş gibiydi. Elleri ceplerinde keyifle önlerindeki manzarayı seyrediyorlardı.
Ophelia'nın dediklerine aldırış etmeyen Rodney "Beş bin!" diye tekrar etti.
O sırada ani bir şekilde Rodney ve April'ın arkasındaki derin karanlıktan ses işitildi ve Rodney'nin kolu sertçe tutulup yana doğru çekildi.
"Sence de bu, zorbalıkların için abartılı bir ücret değil mi?"
Boğazına dayalı bıçağın gitmesi ile April hemen kenarıya çekildi. Yeni beliren kişi ise oğlanın elindeki bıçağın yere düşmesini sağladı. "Şimdi üçe kadar sayacağım ve siz de burayı terk edeceksiniz."
"Bunu duyduğuna pek sevinmeyeceksin ama şöyle bir durum var ki biz söz dinlemeyi pek sevmeyiz." dedi Rodney pis pis sırıtarak. Anlaşılan o ki elindeki bıçağın artık yerde olması özgüvenini pek de zedelememişti.
"Tekrar söylemeyeceğim." diyerek başka bir şeyi eline alıp kaldırdı. Bu bir silahtı. Ortamdaki herkes gerilirken adamın bakışları Rodney ve çetesinin üzerinde gezinip duruyordu. Eğer yarı karanlıkta kalan adamı tanımasaydı Ophelia da gerilebilirdi bu manzaradan dolayı. Ama onu biliyordu. O Bay Whimple idi. Elektronik eşya mağazasının sahibi tatlı ihtiyar adam.
Silahlı adama birkaç saniye baktı çete. "Hepimiz o silahı kullanmayacağınızı biliyoruz ihtiyar!"
Bay Whimple kendinden emin bir ifadeyle konuştu. "Ben emekli generalim evlat. Yani bir grup masum genci korumak için birilerini yaralamam çok da haksız bulunmaz. Emin ol ki ateş etmek bu işten korkmayacak kadar çok tekrarladığım bir şey."
Çete ve ihtiyarın arasında sıkı bir bakışma geçti. Sanki iki taraf da diğerinin ne yapacağını kestirmeye çalışıyordu. Konuşan Rodney oldu. "Bırakın, uğraşmaya değmez." diye kararını verdikten sonra onun eşliğinde sokaktan uzaklaşmak üzere harekete geçti çetesi de.
Her ne kadar etkilenmemiş gibi görünüyor olsalar da sanki Rodney'nin sesi eskisi kadar cesur çıkmamıştı. Oradan uzaklaşırken sinirle tekmeledikleri çöp kutusundan yankılanan ses de bunu kanıtlıyordu yeterince.
Onların tamamen uzaklaşmasının ardından kalan grup şüpheli bakışlar yönelttiler birbirlerine. Tüm bakışları tetikleyen ise silahlı adamdı.
Ortamı çözüme kavuşturmak adına Ophelia girdi söze. "Bay Whimple...Siz?.." Ki o da ne demesi gerektiğini pek bilemiyordu.
"Ah, tabii merak ediyor olmalısınız. Bu sokağın girişine yakın bir dükkanım var benim. Hatta deposu da buraya bakıyor. Oğlum Nathan bazı sesler duymuş depodan yedek parça almaya geldiğinde. Ben de bunun üstüne bir gelip bakmak istedim."
"Peki silah, emekli general olduğunuz için mi?" diye sordu Andrew. Gülerek yanıtladı bu soruyu Bay Whimple da. “Hayır, o general hikayesi doğaçlama uydurduğum bir şeydi. Onların gitmesini sağlamak için. Silah sadece bir oyuncak. Torunuma ait. Geçen gün ziyarete geldiğinde dükkânda unutmuş. Ama o çocukları korkutmak için yetti."
Cody "Aptal zorbalar gerçekle sahteyi bile ayırt edemediler mi yani?” dedi gülerek. Hatta kendini durduramayıp karnını tutmak zorunda kaldı.
"Biz de farkı anlayamadık ki." dedi Andrew ancak Cody buna cevap verebilecek bir durumda değildi.
"Yaptıklarınız için teşekkürler Bay Whimple."dedi Felix de yaşlı adama.
"Ne demek çocuklar. Zorbaları sevmem. O yüzden yardım edeyim dedim."
"O zaman hadi biz de uzaklaşalım bu pis sokaktan." Andrew’ın cümlesini diğerlerinin de başını sallayarak onaylamaları ile hep birlikte harekete geçtiler oradan çıkmak adına.
Rodney'den kurtulduktan sonra April'ın yanına gitmişti Beatriz kıza destek olmak adına. Ophelia da gitmek istiyordu ama önce aklına takılan başka bir şeyi halletmesi lazımdı. En önde giden Bay Whimple'a yetişmek adına adımlarını hızlandırdı biraz daha. Adamın yanına geldiğinde ise konuşmaya girdi. "Bay whimple size bir şey sorabilir miyim?"
"Tabii."dedi yaşlı adam sevecenlikle.
"Oğlunuz size buradan gelen sesler duyduğunu mu söyledi gerçekten de?"
"Bunu neden soruyorsun?"
Yanlış anlaşılmak istemeyen Ophelia hemen konuştu. "Sizin yalan söylediğinizi düşündüğümden değil, lütfen yanlış anlamayın. Sadece... Gerçek şu ki en başında bu çete sadece bir kızla uğraşıyordu. Ben de bunu gördüm ve yardım çağırmak istedim. Sonrasında biraz ileride parça arayan oğlunuzu gördüm ve ona durumu anlattım. O ise... kayıtsızca bir cevap verdi ve çekip gitti. Ben de bunun için..."
Derin bir nefes aldı yaşlı adam. "Ah ah. Şöyle ki kızım, oğlum bana aynen size anlattığım gibi aktardı olayı. Yani bazı sesler duyduğunu söyledi sadece. Ama olayların dediğin gibi geliştiğine inanıyorum. Çünkü... çünkü insanlar bazen görünmeyen yaralar da taşır içinde. Sana dükkânda dediğimi hatırlıyor musun? Hani oğlumun huysuz olduğundan bahsetmiştim. Aslında bu huysuzluğun nedeni insanlara karşı oluşturduğu bir kalkana ihtiyaç duyması...çünkü görünmeyen yaraları var. O da sizin yaşlarınızdayken çok zorbalığa uğradı. Daha doğrusu uğramış. Ben o zamanlar bunu bilmiyordum. O dönemde dükkanım batmanın eşiğine gelmişti. Paraya ihtiyaç duyduğum bir dönemdeydim ve o yüzden de bir sürü işte daha çalışmaya başlamıştım. Geceleri taksicilik yapıyor gündüzleri dükkânda durup bir yandan da girmiş olduğum telefonla ürün pazarlama işini yapıyordum. Çoğu zaman eve bile uğramadan taksi seferlerini bitirdiğim gibi dükkâna geliyor, kimi zaman direkt diğer işe başlıyor, kimi zaman da öncesinde içerideki kanepeye kıvrılıp birkaç saat uyuyup öyle tekrardan çalışmaya geçiyordum. Oğlumla ilgilenmekse artık mümkün olmayan bir göreve dönüşmüştü benim için. Neredeyse her gün yüzünde yer alan morluklardan, şişliklerden haberim bile yoktu. Kim bilir belki bana anlatmayı denemişti ama ben tüm gün telefondan ayrılamazken ya da gece geç saatlerde direksiyon sallarken bunu başaramadı... Annesi desen, o dönemde ciddi bir hastalıkla mücadele ediyordu. Bu yüzden oğlunun başına gelenleri öğrendiğinde yaşayacağı üzüntüyü kaldıramayabilirdi. Ondan dolayı da annesinden de hep saklamak için uğraşmış o süreçte... Yani anlayacağın Nathan zamanında çok zorbalığa uğradı ve ben babası olarak hiç koruyamadım, yardım edemedim ona. O ise insanlardan uzaklaştı. Böyle huysuz ve kaba biri oldu dışarıya karşı en sonunda."
Birkaç saniye durdu adam. Küçük dikdörtgen camlı gözlüklerini eline alıp gözlerini ovuşturdu, derin bir nefes aldı. “Anlaşılan o ki başka bir zorbalık manzarasına hazır değildi. O yüzden yardım etmedi size. Ama buna kayıtsız da kalamadı ki bana sesler duyduğunu söyledi. Benim yardım etmemi sağladı. Oğluma yardım edemedim... Lakin size edebildim en azından..."
Adam yorgundu. Yorgun ama pes etmemiş. Yine de savaşmaya hazır, azimli, umut dolu bir adamdı.
Bu duydukları genç kızı afallatmıştı doğrusu. Nathan'in kayıtsız kaldığını sanmıştı ama yanılmıştı. O da zamanında bu duruma çok düşmüş biriydi. Belli ki onun elini tutup düştüğü yerden kaldıran pek olmamıştı. Yaşlı adamın içten içe suçluluk duyduğu ortadaydı. Yine de oğlu için her şeyi yapmaya hazır duruyordu. Adamın kendini daha çok hırpalamasını istemeyen Ophelia konuşmaya başladı
. "Siz sadece ayakta durabilmek, ailenize bakabilmek adına çok çalışmışsınız. Bu sizin suçunuz değil, üzülmeyin lütfen. Burada suçlanacak tek bir grup var. O da zorbalar, hepsi." Yaşlı adam iç çekerek başını sallamakla yetindi sadece ve asla kurtulabileceğini düşünmediği suçluluk duygusunu bir kez daha mühürlenmiş kapıların arkasına hapsetti.
Tekrardan Bay Whimple'ın dükkanının yanına caddeye çıkmışlardı en sonunda.
"Bir dakika, hemen geliyorum." diyen adam bir yere gitmeden önce onları durdurdu ve dükkanına ilerledi hızlı adımlarla.
Merak ettiğini sonunda öğrenmiş olan Ophelia ise April'ın yanına gitti. "İyi misin?" diye sordu kıza. Ki bu soruyu sorarken ne gibi bir yanıt beklediğini de bilmiyordu. Refleks olarak sorduğu bir soruydu aslında. Sonuçta kız bir grup kabadayı tarafından zorbalığa uğramış, sonra da boğazına bir bıçak dayanmıştı. Tabii ki de iyi değildi!
April ise soruya başını iyiyim dercesine sallayarak yanıt verdi. Sonrasında gözlerini kırpıp ufaktan gülümsedi. Ophelia bunun bir teşekkür olduğunu anladı. Ve de genel olarak April'in konuşmayı pek tercih etmediğini. Sınıftaki tavrından da belliydi bu zaten.
Elinde bir poşetle dükkanından geri çıktı yaşlı adam. Ophelia adamın blenderını teslim etmek istediğini düşünüyordu ama adamın taşıdığı poşet buraya gelirken kullandığından bir tık daha büyüktü.
Poşeti genç kıza verdi adam. "Buyur kızım tamamen tamir oldu."
Ophelia poşeti alıp içine göz gezdirdi. İçinde blender dışında ikinci bir şey daha vardı. Kutunun üstündeki resimden anladığı kadarıyla bu bir tost makinesiydi. "Ama Bay Whimple bu-"
"Tamamen bizim hatamızmış ürünün bozulması. Bu yüzden özür olarak küçük bir hediyede bulunmak istedik kızım. Hem oğlumun mağazaya geldiğinde takındığı çirkin tavır için de. Uzun zamandır konuşmaya ihtiyacım varmış ve seninle konuşmak... Bu yorgun ihtiyara tahmin edebileceğinden daha iyi geldi." diye kızın sözünü keserek açıkladı adam.
Ne yapacağını bilemeyen Ophelia kararsızca adama baktı, ardından başını sallayarak kabul etti hediyeyi. "Çok teşekkürler Bay Whimple...Her şey için."
"Ne demek... Kendinize iyi bakın çocuklar, dikkatli olun. Ve şunu unutmayın: Umudunuz kaybetmediğiniz sürece hiçbir mücadele sona ermez." diyen adamla vedalaştı gençler.
Ardından ufak tefek ihtiyar adam dükkanına geri döndü.
"Bizimle gelin siz de." dedi Felix. Ophelia bakışlarını dükkandan çekip ona baktığında devam etti. "Biz proje kapsamında İnitech'i gezmek için gelmiştik buraya. Şirket aracıyla geldik yani. Sen ve April da bizimle gelin. Önce şirkete uğrar, oradan da sizi evinize bırakırız. Tabii isterseniz."
April'a baktı Ophelia. Kararsız görünüyordu.
Evinin yarım saat yürüme mesafesinde olduğunu biliyordu ancak yüzü yara bere içindeyken ve kolunda rahatsız edici bir ağrı varken yürümeyi pek ister miydi, onu bilmiyordu. Sonuç olarak kararı tamamen April'a bıraktı. O neyi seçerse o da birlikte gidecekti onunla. Bu olanlardan sonra kızı hemen bırakmaya niyeti yoktu ve onunla konuşmak istedikleri de vardı.
Yaşadıklarının üstüne tek başına geçireceği yarım saatlik bir yürüyüş fikrini beğenmemiş olacak ki pek istemediği halde "Eğer zahmet olmayacaksa, olabilir." diye yanıtladı April yüzündeki mahcup ama aldırışsız ifadeyle. Ophelia da kafasını sallayarak ona katıldığını ifade etti. "Hayır, hiç sorun değil." diyen Felix, arabanın ileride park ettiği yeri işaret ederek yolu gösterdi.
Hep birlikte yanına ulaştıkları uzun bir arabaydı. Kendi yansımalarını görebilecekleri kadar parlak bir siyahtı rengi. Arabanın ön tarafında, kaputunun en ucunda ise şirketin demirden logosu güneş ışığının etkisiyle parlıyordu.
Arabanın içinde bekleyen şoför onları görünce bir düğmeye bastı. Otomatik kapının kayarcasına açılması ile üstünde en ufak bir leke bile bulunmayan arabanın dışı gibi içinin de oldukça temiz ve bakımlı olduğu ortaya çıktı. Krem rengi deri koltuklar karşılıklı üçer tane olmak üzere yerleştirilmiş. Yer döşemesi ise yine krem tonlarında olan hafif tüylü bir halı ile kaplanmıştı. Arka ve ön tarafı ise şu anda yarısı açık olan siyah bir cam ayırmaktaydı
Arabanın içine yerleşmeleri ile "Şirkete mi efendim?" diye sordu şoför kapı kapanırken. "Evet, önce şirkete." diye yanıtladı Felix adamı. Bunun üstüne yola koyuldular.
İlk gördüğünden beri merak etse bile sorma önceliğinde sonlarda kalan soruyu dile getirdi Ophelia. "Siz bizi nasıl buldunuz?"
Andrew girdi cevaba "Açıkçası buraya gelmek bundan yaklaşık iki saat öncesine kadar bizim aklımızda da yoktu. Felix'in gelip-"
Ardından cümlesini yarıda kesip yanındaki oğlana döndü. "Bu arada sabahtan beri düşünüyorum da Felix diyeyim mi yoksa Bay Cruz falan mı demem lazım?" diye sordu gülerek.
Yanındaki de aynı şekilde gülerek yanıtladı soruyu "Felix demeni tercih ederim."
"Peki, devam edeyim o zaman. İşte biz sabah geldik şirkete. Danışmadaki görevli dedi ki bugün yukarı çıkmayacaksınız, önce başka bir şey yapacaksınız. Sonra Felix geldi. Bugün öncelikle eğitim kısmı için bir teknoloji mağazasına gideceğimizi falan söyledi.-"
Cody devraldı lafı hemen "İşte sonra buraya geldik gezdik, bir sürü şey öğrendik, kültürlendik falan. Mesela ileride evlenirsem ve eşim robot süpürge isterse sanayide dışını yaptırsam kodlamasını ben hallederim yani. Böylelikle de para benim cebimde kalır."
Bunun üstüne gülmeden edemediler. April'ın bile sırıttığı söylenebilirdi. Ardından Beatriz başladı söze "Sonra çıktık mağazadan. Arabaya gitmek için sokağın önünden geçerken bağırışlar duyduk. Sonra bir ses tanıdık geldi. Ardından bunun senin sesin olduğunu anladık. Bakalım dedik ve geldik. Hikaye bu kadar."
Sonrasında kaşları havaya kalkarken tekrar söze girdi. Bakışları April'daydı. "Hey! Biz hâlâ daha resmi olarak tanışmadık değil mi? Üzgünüm, karmaşadan fark etmemişim. Ben Beatriz. Ophelia ile aynı projede yer alıyoruz da oradan tanışıyoruz. İşte bir çeşit kurs ve yarı zamanlı iş gibi bir şey. Sen?" deyip uzattı elini kıza.
"April" dedi Beatriz'in uzattığı eli sıkarken. Beatriz, “Siz Ophelia ile aynı okulda falan mısınız?" diye sorunca da "Evet." diye yanıtladı.
Tabii ki öğle teneffüsünde boşalan sınıfta yalnız onlar kaldığı için onu tanıyor olacaktı April. Ama yine de April'ın etrafa karşı ilgisizliğini düşününce kendisini tanımamış olsa da çok şaşıracağı söylenemezdi Ophelia'nın.
Beatriz hemen ardından diğerlerini tanıttı. "Bunlar da Andrew ve Cody. Onlar da projeden. Felix de projeyi yürüten şirket sahibinin oğlu. Ama asıl sahip dedesi galiba, değil mi?"
Başını sallayan Felix "Evet. Şirketi kuran dedemmiş." diye yanıtladı.
“Vay be, olamadı ki şöyle bir dedemiz!" dedi Cody şakadan içini çekerek. Daha bu sabah konuyla ilgili konuşulanları hatırlatmıştı Felix’e. "Aslında düşündüğün kadar iyi bir şey değil. Tamam, maddi açıdan iyi. Kabul ediyorum. Şımarıklık etmek istemem. Ama sadece paran oluyor... Bazı şeylere parayla sahip olamıyormuşsun."
"Çocuk haklı, para her şeyi çözmez." dedi Andrew da. Cody gülerek girdi söze tekrardan. “Havalara bak havalara. Görende sanır ki para içinde yüzüyor. Sanki para için şu projede değilsin!"
"Üf tamam be oğlum. Para zarar demedim ki. Sadece her şeyi çözmüyor dedim."
Birkaç saniyenin ardından aklına gelen ile sıradaki soru da Andrew'dan geldi. "Orada Ophelia'yı baya tanıyor gibi konuştun. Blöf müydü yoksa daha önceden tanışıyor musunuz?"
"Aynen, şirkette tanışsanız en fazla merhabalaşırdınız. Seninle Inıtech’e giden ilk grup da biziz diye düşünüyorum, yoksa illaki duyardık." diye ekledi Beatriz de.
"Blöf değildi. Biz Ophelia ile eskiden aynı okuldaydık. Oradan tanışıyoruz. Gerçi çok fazla tanıdığımı da söyleyemem. Aynı sınıftaydık yalnızca."
Havaya kalkan kaşları ile sordu Andrew. "Aynı okulda mıydınız? Vay canına! Demek paran var ama bir gün olsun bize bir şeyler ısmarlamaya kafeye götürmedin ha. Çok kırıldım arkadaşım bunu bil." Yapmacık bir dramayla elini kalbine götürdü.
Demek ki televizyondaki programın ulaşmadığı insanlar da kalmıştı. Ophelia'dan önce Beatriz girdi söze. "Kardeşim kızın paraya ihtiyacı olmasa ne işi var sence projede?"
"Belki kız hayatında aksiyon arıyordu. Bir yerde okumuştum, zenginlerin hayatı genellikle çok sıkıcı olduğu için tuhaf tuhaf şeyler yapanları varmış. Araba çalanı bile varmış ya!"
Bunun üstüne söze girdi Cody de. Ophelia ise bu hararetli sohbetin biraz soluklanmasını bekliyordu konuşmaya başlayabilmek için. "Vay, kardeşim demek arada bir şeyler de okuyorsun sen. Belki kitap mitap bile bitirmişsindir bu zamana kadar, ha?"
Andrew'un cevap vermesine izin vermeden Ophelia konuşma hakkını eline alabildi. "Ben de açıklayabilir miyim acaba?"
"Kız haklı beyler, yorum yapmaktan konuşturmadınız ki kızı?" diye Ophelia'ya hak verdiğini belirtti Beatriz.
'Sanki sen yapmadın.' dercesine göz devirdi Andrew da ona ve Ophelia'ya söz hakkı tanımak için kafasını ona çevirdi.
"Eskiden maddi durumumuz iyiydi, evet. Ama sonrasında annem ve babam boşandı falan derken bazı maddi problemler yaşandı. İşte o okuldan da ayrılmam gerekti. Felix'in de dediği gibi biz sadece aynı sınıftaydık. Arkadaş olduğumuz söylenemezdi... Tabii bir an da ayrılmam gerekmeseydi ona bazı kötü anıları çağrıştıran biri de olabilirdim." dedi muzipçe gülerek. Aklına Felix'in Revengers'dan bahsetmesi gelmişti.
Sorarcasına bakışları ile konuştu Beatriz. "Felix'in şu kabadayılara dediği şey... Seni ve Revelclabs'ı...Yok Rottenplub mıydı?"
"Revengers."
"Evet, işte o. Kabadayılara bahsettiğiniz o şey de neydi?"
"En yakın arkadaşım Melinda ile Revengers'ı kurmuştuk okuldayken. İşte bize bulaşanlara ya da belirgin ve büyük haksızlıklar yapanlara kendimize göre dersler verirdik. Biraz çocukça sayılabilir ama yaşımız da küçüktü o zamanlar." Felix araya girip gülerek ekledi. "Fena eşek şakaları da diyebiliriz yaptıklarına. Hem çocuklar bu kadar korkunç şeylere kalkışamazlardı bile. Kendinizi hafife alıyorsun."
"Yok ya, o kadar da sayılmazlardı bence. Beni bir cani gibi gösteriyorsun şu anda." Dalga geçercesine gözlerini devirdi Ophelia.
"Sayılmazlar mıydı? Böyle masum anlatma bence. Yaptıklarınızı onlar da bilmeli. Mesela Edward'ın kalem kutusunun ağzına kadar toprak dolu olması, ona ne demeli?"
Gülmesine zor hâkim olan kız ekledi. "Bir kere üstüne kâğıttan çiçekler de koymuştuk toprağın... Hem o zaman o da çevre kulübünün bahçeye ektiği tüm çiçekleri yolmasaydı. Zaten kameranın kör noktasına denk geliyor diye müdür, bizim görmüş olmamızı saymayıp kanıt yok diyerek ceza vermemişti."
"Ya Hayley'in dolabından çıkan canlı yılan? O, eşek şakasına girmiyor mu? Kızın çığlığı tüm okulu inletmişti."
Cody şok içinde sordu. "Canlı yılan?”
Yani dercesine kafasını sallayan Ophelia "Tamam, belki. O konuda Melinda fazla abartılı davrandı, kabul ediyorum. Ki aslında onun hakkında daha da kötü planları da vardı. Ben zorla vazgeçirmiştim. Ama kız da onun damarına basmıştı. Melinda'ya 'bücür' deyip duruyordu. Boy konusu, onun hassas ve tahammülsüz noktası." dedi. Hemen ardından önemli detayı ekledi. "Ayrıca yılan eğitimli bir sirk hayvanıydı ve zehirsizdi."
"Peki sirk yılanını nasıl buldunuz?" diye sordu Andrew şaşkınlıkla. Bunun üstüne Felix girdi söze. "İşte anlatmak istediğim buydu. Konu intikam olursa yapamayacakları şey yok!"
"İntikam demeyelim ona. Başkaları da kötü muameleye uğramasın diye ders verme diyelim." Yüzüne solmayan bir gülümseme yerleşmişti Ophelia'nın. Her şeyin daha iyi olduğu zamanlar, gerçekten de mutlu olduğu zamanlar...Bir gün tekrar erişebilecek miydi bunlara?
"Peki Felix ne yapmıştı? Hiç öyle birine benzemiyor da. Tabii kısa bir süredir tanıyorum ama öyle gözlemledim." diye sordu Beatriz.
O olayı hatırlatmasıyla birlikte hemen ardından gelişen, Rebecca'nın çıkarttığı söylenti de uçtu aklına. Yine de onu umursamamaya çalışarak asıl olayı açıklamaya girişti. "Bir resim dersinde maket yapıyorduk, ikili gruplar halinde. İşte ben, az önce bahsettiğim arkadaşım Melinda ile çalışıyordum. Felix ve arkadaşı da bizim yakınımızda bir yerde kendi projelerini yapıyorlardı. Sonra da bizim projemizi mahvettiler."
"Hey, bir kere kazaydı. Hızlı kurusun diye tuttuğum el vantilatörü Leo'nun başka kısma sıktığı sprey boyaya denk geldi ve boyalar sizin projenize sıçradı."
“Bir kere kaza değil ihmaldi. Hatta öğretmenimiz bile bize hak vermişti. Eğer ki onları kullanıyorsanız diğerlerinden daha uzak bir köşede yapmalıydınız projenizi. Ayrıca hatırlatırım, sırf projemize değil üstümüze de gelmişti boyalar." Ardından da ekledi. "Hem üstüne sanki siz haklıymışsınız gibi savunman bizi asıl sinir etmişti. Ama yine de okuldan ayrılmış olmasam ve bir şeyler yapabilsek bile çok ağır bir cezan olmazdı."
"Vay be! Dışarıdan çok masum görünüyordun ama meğerse ne fenaymışsın sen. Bunları bildiğimiz iyi oldu. Bundan sonra sana karşı ayağımızı denk alırız." dedi Andrew sırıtarak.
Gülen Ophelia "O kadar abartmaya gerek yok ya. Hem o zamanlardan beri, yani yaklaşık üç yıldır hiçbir şey de yapmadık. Ayrıca hak etmediğiniz sürece kimseden de intikam almayız. Sen rahat ol." dedi.
Bunun üstüne Felix konuştu. "Bir şeyi merak ediyorum. O kadar kişiye ders verdiniz de bir sürü kişiye bulaşmış olmasına rağmen Rebecca'ya neden hiçbir şey yapmadınız?"
"Kardeşine de mi ders vermemizi isterdin?" diye sordu Ophelia.
"Onun kötülüğünü istiyormuşum gibi anlaşılmasın ama sadece diğerlerine ders verirken ona neden hiçbir şey yapmadığınızı merak ediyorum?"
"Hiçbir şey yapmadığımızı nereden biliyorsun?"
"Nasıl yani?"
"Şu malum olaydan sonra bir şey yapamadık...Okuldan kaydımı tam o zamanlarda aldırdık..." Birkaç saniye durakladı. "Ancak öncesinde intikama susamış birkaç Rebecca kurbanına yardım etmişliğimiz var. Hani yemekhanenin girişindeki şu lavaboları hatırlıyor musun?"
"Yemekten önce ve sonra el yıkamak için olan ama neredeyse kimsenin kullanmadığı." Hatırladığı şey ile resmen aydınlandı. "Patlayan su borusunun Rebecca'nın tüm üstünü ıslattığı yerdi orası. Hem de tüm okulun gözü önünde. Ama onu siz yapmış olamazsınız ki. Orayı kullanacağından nasıl emin olabilirdiniz ki? Hem o borular zaten ara ara ufak damlatırdı ve sürekli tamirde olurdu. Yani o yüzden de kimse onun özellikle yapıldığını düşünmemişti. Ayrıca siz yaptığınız olaylarda kendinize has izler bırakırsınız hep. Sizin yaptığınız şeyleri tüm öğrenciler bilir, gizli kalmaz ki...?"
Eski anılara giden Ophelia duruşunu dikleştirip konuştu. "Rebecca sınırı defalarca aşmıştı. Kendine de çokça düşman toplamıştı. Bu sadece Revengers'ın değil Rebecca'nın pek çok intikamcısının ortak işiydi. Borunun fışkırtacak şekilde delinmesini ayarladı biri. Başka iki kişi itiş kakış çıkardı ve Rebecca'nın tepsisine çarpıp üstüne çorba sıçramasına neden oldular. Sonra eline peçete aldığında yakınlardaki iki kişi konuşmaya girişti. 'Nasıl çıkar ki bu?', 'Bilmem ki ama ıslatmadan çıkmaz bence', 'En azından ıslak peçeteyle silinse belki bir şansı olur gömleğin. Tam da en orta kısmı, leke orda çok göze batar.' şeklinde konuştular. Böylelikle onu lavaboların olduğu kısma gitmesi için fark ettirmeden manipüle etmiş oldular. Borunun delik kısmına denk gelen çeşme hariç hepsinin de önü kullanılıyordu. Saçını düzeltenler, makyajını tazeleyenler, durup sohbet edenler... O çeşmelerin önünde takılanlar hariç başka birinin oraya gitme ihtimaline karşı onları oyalamak üzere tetikte bekleyenler bile vardı. Ki işleri çok da zor olmadı çünkü senin de dediğin gibi pek kullanılmazdı orası. Rebecca çeşmeyi açtı. Bununla beraber de borulara zamanı gelene kadar su akıtmasın diye yerleştirilen tıpa, ona bağlı olan misina ipi ile yanındaki kişi tarafından çekildi. Ve böylelikle de alt taraftan fışkıran su tam önündeki Rebecca'yı saniyeler içinde sırılsıklam etti. Herkesin önünde, kendi çığlıkları eşliğinde... Eh, bu iş için gönüllü kişiler bulmak pek de zor olmadı kardeşinin davranışları sayesinde. Hatta bazıları suyun fışkırdığı ilk anda yanında bulundukları için kendi üstlerinin ıslanma ihtimalini bile umursamadı."
Hikâyeyi bitiren Ophelia'nın ardından bir alkış sesi yükseldi. Andrew'dan geliyordu. Hemen ardından Beatriz ve Cody de katıldı. Hatta en sonunda Felix bile alkışlıyordu. "Söz konusu kurban kardeşim bile olsa aşırı organize ve zekice bir plan olduğunu inkâr edemem. Ki zaten Rebecca'nın davranışları da onu savunmama pek izin vermiyor. Onun ne kadar gaddarca şeyler yaptığını bildiğim için bir şey diyemiyorum. Yalnız anlatış tarzından bile bunu yapmanın sizlere ne büyük bir zevk verdiği belli oluyordu."
"Evet ama bu aramızda kalsın, Rebecca bunu öğrenmesin lütfen. En başında da bunu yaptığımızı saklama nedenimiz bize yardım edenlerin gizli kalması şartıydı çünkü kendileri Rebecca'dan yeterince muzdarip olmuştu. Böyle bir olayın Revengers'ın işi olduğu ortaya çıkarsa bunu yalnız başımıza başaramayacağımız gayet belli olduğundan yardım aldığımız anlaşılırdı. İlk şüpheliler de tabii ki Rebecca'nın bu zamana kadar ki kurbanları olacaktı. O da suçunu kanıtlayamasa bile şüphelendiği kişilere tekrardan hayatı dar edecekti. O lavaboda sık sık çıkan küçük sorunlar olayın kendiliğinden geliştiğini düşündürtecekti zaten. Eğer Rebecca öğrenirse bu olayı, şimdi bile o kişilerden intikam almak için haklarında olur olmaz söylentiler falan çıkarır, eminim. Yapar bir şeyler gene. O yüzden onun haberi olmasın lütfen. "
Başını sallayan oğlan konuştu. "Rebecca kardeşim olabilir ama bu, onun yaptığı şeyleri onayladığım anlamına gelmiyor. Yıllardır onu durdurmaya çalışıyorum zaten ama nafile. Yani merak etme, ona birileri ile uğraşması için yeni bir koz vermeye niyetim yok. Ona söylemem."
Birkaç dakika sessizce yolculuk ettiler arabada. Dışarıda akıp giden hayatı izleyerek. Sonra ise lafa giren kişi ise herkesi şaşırttı. Bu April'dı. "Hepinize teşekkür ederim. Benim için onlarla yüz yüze geldiniz. Kavga etmek zorunda kaldınız."
İlk cevap veren Beatriz oldu. "Ah, lafı bile olmaz. Aslında yaşadığımız şey eğlenceliydi bile diyebilirim."
Cody devraldı cevap verme sırasını. "Aynen ya iyiydi. Bir hareket oldu." Anı yaşarcasına havalı bir şekilde savurdu yumruklarını havaya.
Onun bu haline güldü herkes. Felix de gülerek ekledi "Hem Andrew zaten az önce ne dedi? Zenginler aksiyon arıyor, araba falan çalıyormuş. Beni araba çalmaktan kurtarmış olarak düşün kendini."
Bir gülüş daha ve Andrew konuştu. " Bak adama aksiyon verdin işte...Ne olacak hem, sanki kavga etmek sürekli yapmadığımız bir şey? Kendi adıma konuşayım ilk kavgam değildi ve son olduğunu da düşünmüyorum. Merak etme sen, ilk kez oram buram morarıp dudağım patlamıyor." deyip gülümsedi karşısında oturan kıza.
İçindeki suçluluk hissi ile en son söze Ophelia girdi. "Aslında ben olmasam belki de birkaç laf edip gideceklerdi. Kavganın da bıçağın da çıkmasına ben neden oldum. Kendimi tutamadım. Yani April, buna sizi sürükleyen asıl sorumlu benim sanırım. Özür dilerim." Herkesi peşinden o sürüklemiş tüm bunlara kendisi sebebiyet vermiş gibi hissediyordu.
Bu sefer de yanındaki Beatriz gülerek söze girdi. "Hey! Sanki biz çok mu farklı davrandık geldiğimizde? Sence biz sözümüzü esirgedik mi? Hatta asıl kavganın başlatıcısı benim çünkü ilk darbe benden geldi. Yani anlayacağın hepimizin payı var."
Bu dediğinde haklıydı aslında. Hepsinin payı var sayılırdı ki hiçbir tahrikte bulunmayan tek kişi belki de April'dı. O sadece sessiz, sakin, kendi halinde biriydi o kadar. Yüreğinde tonlarca acı barındıran...
"Hem illa kendine bir suçlu arıyorsan bil ki o zorbalar asıl suçlular.".
Hemen ardından araba durdu ve şoför konuştu. "Geldik efendim."
Açılan kapıdan indi üçlü. Aslında yaklaşık bir saat sonra Ophelia'nın da dersi başlıyordu. Bu süreçte şirkette bekleyebilirdi ama April ile konuşmalıydı. O yüzden kızla yalnız konuştuktan sonra tekrar gelmeye karar verdi şirkete. Nasıl olsa kısa bir mesafeydi.
Uzaklaşmadan önce Beatriz " Bir daha olay olursa direkt haber ver, tamam mı? Birinin tepesine atlayıp saçını başını yolmak kadar güzel bir his yok. O yüzden bekliyor olacağım." dedi gülerek.
Cody de ekleme yapmadan edemedi tabii ki de. "Onu bunu bırakın. Kavgaları bir şekilde hallediyoruz da asıl başka bir sorunumuz var. Revengers ile başa çıkılmaz abi. O yüzden bundan sonra Ophelia'yı gördüğüm gibi ilk iş kırmızı halı sereceğim önüne. Hatırlatın bana." diye dalga geçti son olarak.
Andrew da aynı şekilde gülerek "Maksat dost listesinden çıkmayalım." dedi.
“Bu arada sizi görünce hemen ne olduğunu sorabilirler. Mağazadan çıkınca yaşlı bir kadının çantasını çalmaya çalışan gaspçı gördüğümüzü, engellerken aslında çete olduklarını fark ettiğinizi ve diğerlerinin de gelip saldırdığını söyleyin." Felix doğru bir noktaya parmak basmıştı.
"Evet bir grup gaspçı saldırısına uğramamız da çok normal bir şey zaten. Her gün karşılaşırız." dedi Beatriz onaylamadığını belirterek.
"Haklısınız ama söyleyebilecek daha iyi bir yalanımız da yok. Üçünüze birden araba çarptığını söyleseniz daha absürt olurdu mesela. Ya da tırmığa mı bastığınızı söyleseniz?” Felix işi dalgaya vurmaya başlamıştı. Bu yüzden de Beatriz'in söyleyebileceği başka bir şey yoktu.
"Galiba haklısın."
Ne yapsalar dikkat çekeceklerdi. Hatta onlardan bir saat sonra aynı durumda gelen Ophelia da. Bu yüzden kendisinin de orada olduğu detayını vermelilerdi uydurma hikayelerini anlattıkları zaman
“Yaşlı bir kadına saldırıldığını, benimle de orada karşılaştığınızı, benim de yardımcı olmaya çalıştığımı falan da ekleyin de beni görmeleri şüphelenmelerine neden olmasın."
Gerçi Ophelia'nın açıklama yapması gereken biri daha vardı: annesi. İyi bir nutuk dinlemek zorunda kalacağını bilse de ona tüm her şeyi dürüstçe anlatacaktı çünkü annesinden bir şey saklamak istemiyordu.
Genç kızın dediklerinin üstüne "Hatta ben olaya seviye atlatıyorum. O yaşlı kadın da senin büyükannen olsun. Sen de zaten orada onunla birlikte eskiyen buzdolabının yerine yenisini almak için gelmiş ol." diye ekleme yaptı Cody.
"Aynen, hatta büyükannesi ünlü bir dizi oyuncusu olsun da onu kaçırmaya çalışıyor olsunlar." Çok heyecanlı bakıyordu Beatriz. Ancak hemen ardından takındığı tavırla dalga geçtiğini belli olmuştu. "İyice saçmaladın Cody. Burada böyle konuşmamız güvenliklerin dikkatini çekmeden önce hadi gidelim biz."
Vedalaştılar. Ardından arabanın kapısı kapandı ve tekrar harekete geçtiler. Uzaklaşırken açık camdan konuştukları bazı şeyleri işitti Ophelia. Cody yanındaki kıza dönüp "Maksat iyi çocuklar olarak görünmek kızım. Sonuçta burası saygın bir şirket..." demiş ardından da Beatriz'in saçlarını dağıtmıştı. Son olarak buna gülen Andrew'u da gördü ve araba uzaklaştı.
Eğer ki eski zamanlarda olsa onlar direkt yargılayıp geçeceği insanlardı aslında. Onlarla arkadaş olmayı geç, konuşmazdı bile. Direkt ön yargılı davranırdı. Çok da büyük bir hata yapardı. Çünkü onlar bu zamana kadar tanıdığı "maddi durumları yerinde" insanlara göre çok daha iyi kişiliklere sahiplerdi. Mesela insanın canı onların yanında hiç sıkılmazdı. Oldukça eğlencelilerdi. Yeterince tanımasalar bile başkalarına yardım etmekten kaçınmayan insanlardı. Çoğu insandan daha fazla umut dolu, enerjik ve iyi niyetlilerdi. Onları hiçbir şey yıkamaz gibi görünüyordu. Evet, fiziksel mücadelelerden çekinmiyorlar ya da hayatlarında karşılarına çıkan tümseklerden dolayı yılmıyorlardı. Ama onları bekleyen darbe bambaşka bir türdeydi. Yıkacağı tinler savunmasızdı. Geçen o araba yolculuğunda kimse bunu bilemezdi. Onlardan saklanan çok şey vardı...
"Ne taraftan gidiyoruz?" diye sorulunca Ophelia, April'ın evlerine yakın bir yeri tarif etti. Ki o evin Ophelia'nın kısa bir müddet ikamet etmek zorunda kaldığı yer olduğunu bilmeyen April geçen gün denk geldiklerinden aklında kaldığını düşünmüştü. İkisinin de sessiz kalıp görmemiş gibi kaldığı karşılaşmada. Tepkisinden dolayı Ophelia'yı da diğerleri ile aynı kategoriye koymuştu April. Tamam, o da bir şey demeden panikle başka tarafa dönmüştü ama... Bilmiyordu işte... Onun farklı olmasını beklemişti aslında... Sınıfta hatta okulda kendine yakın görebildiği tek kişi oydu. Sessiz biriydi ama etrafında olan bitenden oldukça haberdardı. Herkes onun fark etmediğini sansa da o her gün sessiz sedasız kendi köşesinde insanları gözlemliyordu. Bu sayede neredeyse herkesten daha iyi tanıyordu diğerlerini. Sessiz olunca kimseye batmayan bir çift gözle etrafı incelemek çok daha kolay oluyordu.
"Evleriniz tam olarak ne tarafta kalıyor?" diye sordu Felix ikisine.
"Burada inebiliriz, zaten evlerimiz birbirine de yakın. İki dakika yürümüş oluruz." dedi Ophelia çünkü April'ın da oranın önüne kadar gitmeyi istemediğini tahmin edebiliyordu. Ki kendisi de buna hazır değildi. Eskiden yaşamış olduğu o yerle ilgili şaşkın nidalara henüz hazır değildi.
"Tam neredeyse tarif edin siz, bırakalım. Bu kadar geldik sonuçta. İki dakikalık yol daha gitsek sıkıntı olmaz bize." diye ısrar etti Felix. Ophelia onun ısrarını az çok anlıyordu. Yaşadığı şeyden sonra April'ın evine güvenle girdiğini görmek istiyordu ama olmazdı. Durumlarını görünce yardım etmek için söyleyebileceği şeylerin ne kadar onur ve kalp kırıcı olacağını bilemezdi. Aynı kendisinin de eskiden bilemeyeceği gibi.
O da ısrar etti. “Gerek yok gerçekten. Biraz temiz hava almak iyi gelir zaten bize de."
April da ekledi. "Evet, sıkıntı değil. Yakınız zaten."
Ophelia şoföre döndü. "Kapıyı açar mısınız lütfen?"
Adam kararsız bakışlarla bir Felix'e bir de kızlara baktı. Anlaşılan o ki kızların bakışları daha baskın çıkmıştı ki adam yukarıdaki tuşa uzanıp bastı. Açılan kapı ile olası başka bir ısrara karşı "Her şey için teşekkürler, görüşürüz." deyip hızlıca indi arabadan Ophelia. Onun ardından da April.
Seri adımlarla biraz ilerideki köşeyi döndüklerinde rahat bir nefes aldılar. Ardından sakince, hiç konuşmadan yürüyerek geçtiler sokağı. Ophelia ne diyerek başlaması gerektiğini bulamıyordu bir türlü.
O sokağın sonundan sağa dönerek evin bulunduğu caddeye girdiler. O evi bir kez daha gören Ophelia sonunda cesaretini topladı ve direkt konuşmaya girdi.
"Ben de eskiden o evde yaşamıştım."
Bunu duyan April ağaçlara yöneltmiş olduğu bakışlarını kıza odakladı. "Sen mi?" diye sordu şaşkınlıkla. O evde yaşamış başka birinin var olması ve şu anda yanında olması fikri çok garipti. Başka insanların da bu dökük kulübeye sığınmak zorunda kalmaları...Kendine açıklayamıyordu ama bu çok uzak geliyordu ona. Sanki sadece kendisi en karanlık günlerini paylaşıyordu burada kendi sessizliğiyle. Ancak bilmiyordu ki Ophelia da April'ı bu evde ilk gördüğünde aynı hisleri yaşamıştı.
Başını onaylarcasına salladı Ophelia. "Evet, bundan yaklaşık üç yıl önce. Anne ve babam boşandıktan sonra ilk zamanlar, bir buçuk yıl boyunca annemle burada yaşadık."
"Ben..." April ne diyeceğini bilememişti. Ophelia devam etti. "Geçenlerde şans eseri buradan geçiyordum ve seni gördüm. Sadece bir saniyelik bir andı. Beni gördüğünden bile emin olamadım. Zaten hiçbir tanışıklığımız ,yani resmi olarak, ve konuşmuşluğumuz yoktu. O yüzden bir şey demenin tuhaf kaçacağını düşündüm. Aklıma dolan eski anılar ile birkaç saniye daha o eve bakılı kaldım ve sonra yanlış anlaşılmamak adına uzaklaştım. Ki zaten bir şey söylemeye çalışsam da ne demeliydim onu da bilmiyordum..."
"Seni gördüm o gün... Panik yapıp kafamı çevirdim hemen ardından. Çünkü... Ben de ne demem gerektiğini bilemedim aslında..."
Zor geldiğinde kaçardı insanlar iki kelimeyi bir araya getirmekten. Bilemezlerdi ki tek kurtuluşun sözcüklerin şifrelerinde gizlendiğini. Oysa bir insanın "Seni anlıyorum." demesi bile ne kadar paha biçilemez bir değerdi...
Birkaç saniye daha sessizce yürüdüler. Sonbaharın etkisiyle yerle buluşan yapraklar her yere yayılmış, adımlarının altında çıtırdıyordu.
"O evde kalmamız gerekti bir süre ama çalıştık, çabaladık ve sonunda daha iyi bir yere geçebildik. Yani anlatmak istediğim şu ki eğer umudunu kaybetmezsen hayatta başarmak için hep bir şansın vardır. Başarmak, mutlu olmak için. Uzaklarda bile olsa..."
"Umarım...Sanki her şey gitgide daha kötüye gidiyor gibi geliyor bana." diye mırıldandı kısık bir sesle April. Öyle ki Ophelia bile duymakta zorlanmıştı. April kesinlikle duygularını dışa vurmayı seven biri değildi.
Rodney ve çetesinin bahsettiği konu aklına gelmişti Ophelia’nın. "Kardeşin... o hasta galiba, değil mi? Rodney derken duymuştum."
"Evet, kız kardeşim Mary. Onun küçüklüğünden beri geçmeyen özel bir hastalığı var. Üç gün önce hastaneye yattı."
"Geçmiş olsun. Gerçekten çok üzüldüm."
"Kardeşin var mı?"
"Hayır."
"O zaman dediğimi yanlış anlama ama gerçekten çok üzülmenin ne olduğunu bilemezsin."
"Aslında haklısın. Kimse kimseyi gerçekten anlayamaz. En fazla anlamaya çalışabilir o kadar... Zamanında hiçbir fikri olmadığı halde anlamış gibi yapan bir sürü kişi ile karşılaştım ve gerçekten de çok sinir bozucuydu."
Acaba bu eski evin başka kaç misafiri olmuştu? Başka kimler bu sokaklarda yürümüş, camdan görünen şu koca ağaca bakarak zaman geçirmişti?
Kimlerin acıları saklıydı tuğlaların arasında?
"Orada kendimi kötü hissettim... Bir korkak gibi..." diye mırıldandı April. Kızın aklından geçenleri anlayan Ophelia "Kavgada mı?" diye teyit etti.
Kahverengi saçlı kız başını sallayarak onayladı. "Kavgadan ya da dövüşten anlamam. O yüzden bir kenarda bitmesini bekledim. Ama bu çok aciz hissettiriyor. Özellikle diğerleri senin için bu ortama dalmışken."
"Kendini kötü hissetmemelisin. Sen kimseye zorla bir şey yaptırmadın. Orada herkes kendi istediği gibi davrandı. Hem eğer ki eski okulumdaki dövüş sporları dersleri olmasa ben de bu konuda bir şey biliyor olmazdım büyük ihtimalle."
Düşünceli bir şekilde konuştu April. "Keşke her okulda öğretseler."
Kızıl saçlı kız da başını sallayarak onayladı. "Bizim okulda olmayacağı belli ama."
"İşte burada yanılmıyorsun." Konuşmanın başından beri ilk defa karşılıklı gülümsemişlerdi.
Yavaşça kulübenin kapısının önünde durdular. Eve girmeden önce Ophelia'ya döndü April. "Bugün çok yardımcı oldun, çoğu konuda. Sağ ol. Seni tanımak güzel oldu."
"Seni tanıdığım için ben de mutlu oldum... Eğer ki herhangi bir konuda yardıma ihtiyaç duyarsan... yardımcı olmak adına elimden geleni yapmaktan mutluluk duyarım."
"Teşekkürler ve ben de yardım etmek isterim. Tabii, herhangi bir konuda pek de faydamın dokunabileceğini zannetmiyorum ama. Neyse görüşürüz o zaman."
"Görüşürüz."
Böylelikle iki kız vedalaşıp ayrıldı birbirinden. Biri tüm ızdırabının doluştuğu evine, diğeri de ızdıraplardan kurtulmak amacıyla attığı büyük adım olan şirkete doğru...
Umut ve dostlar yalnızca bugünü mü kurtarmıştı? Yoksa daha fazlasını da başarabilir miydi? Sonuçta küçümsenemeyecek kadar gerçekti verdikleri hisler.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |