11. Bölüm

8. Bölüm

Mevia_Jessica
mevia_jessica

"Tamam, şimdi de başka bir emre kadar programı kopyalamasını sağla." dedi Dylan bilgisayarın başındaki kıza. Başını sallayarak onaylayan Ophelia denileni yaptı ve son bir kez kontrol etti yazılanları. "Her şey tamam gibi. Çalıştırayım mı?"

Kız bilgisayarı Dylan'a doğru çevirmişti ama o bakmayı reddedip "Sorumluluk sende. Oldu diyorsan olmuştur." demekle yetindi. Hemen ardından da gülerek ekledi. "Hem en kötü ne olabilir ki? En fazla işlemcisi ya da ana kartı falan gider ve birkaç milyonluk makinayı bozmuş olursun, o kadar."

"İçime su serpildi şu anda, teşekkürler." Gülerek başını iki yana salladı Ophelia da. Çalıştırma tuşuna bastı zaman kaybetmeden.

Neyse ki kötü bir şey olmadı ve kumaş kesme makinası çalışmaya başladı. Böylelikle Ophelia ona verilen bir işi daha başarılı şekilde tamamlamış oldu. Aslında şirketin üretim kısmındaki bazı makineleri doğru şekilde programlamak oldukça kolay bir görev gibi dursa da herhangi bir hatadan kaynaklı olabilecek sıkıntılar insanı geriyordu. Sonuçta olay sadece teorik değildi. Gerçekten de bugünkü üretim için bu odadaki makineleri çalıştırma görevi ona verilmişti.

"Hadi bakalım. Biri bitti, yirmi dördü kaldı. Diğerlerinde de bu kadar başarılı olmanı bekliyorum." diyen eğitmeni ile tekrardan harekete geçti Ophelia. Kumaş kesme, boyama, baskı, dokuma ve daha birçok görev için makineler vardı bu odada. Hepsini programlamak için de farklı kodlar.

Genç kız bir boyama makinesine geldiğinde gözlerini kapayıp düşündü. Dudaklarını oynatan kıza sordu Dylan. "Sen şarkı mı mırıldanıyorsun?"

Gözlerini açan Ophelia bir yandan kodları yazarken bir yandan da soruyu yanıtladı. "Hem evet, hem hayır... Yani şöyle: Kodlama sıralarını şarkılaştırarak ezberledim. Her makine çeşidinin kodlaması için bir şarkı. Böylelikle aklımda kalıyor."

Dylan etkilenmiş görünüyordu. "Oldukça mantıklı. Ben de ezberlemem gereken bir şey olduğunda benzer taktikler kullanırdım eskiden. Hikayeleştirme, kodlama falan. Hatta bir keresinde ben ve kız kardeşim-" Cümlenin gerisini getirmedi. Belki de yapamamaktan korktu. Ancak Ophelia anlayışla karşıladı ve kodlamaları tamamlamaya devam etti. Dylan da birkaç saniye toparlanmaya çalıştıktan sonra elindeki forma eklemeler yapmaya geri döndü. Verilen görevlerde yapılacak ücretlendirmeler için eğitmenler öğrencilerinin performansı ile ilgili formları dolduruyordu her seferinde.

Ophelia'nın bu şekilde hepsini ayarlaması yaklaşık iki saat sürmüştü. Odayı çalışan makinelerin sesi tamamen kapladığında kendi seslerini duymaları bile imkânsız hale gelmişti resmen. Eşyalarını alıp konuşma işini dışarıya erteleyerek çıktılar. Yalnızca son anda fark edip düzelttiği birkaç hata ile iyi bir iş çıkardığını düşünüyordu Ophelia. Anlaşılan o ki Dylan da öyle düşünüyordu ki içerideki sesten kurtulduklarında "İyi iş çıkardın Ophelia. Gerçekten de en iyi öğrencilerden birisin. Hatta belki de en iyisi. Hızlı öğreniyorsun ve özenli uyguluyorsun." diyerek tebrik etti kızı.

"Teşekkürler. En iyi eğitmene sahip olunca iyi bir öğrenci olmak da zor olmuyor... Büyük güne çok az kaldı, çok heyecanlı değil mi? Asıl orada başarılı olmam lazım."

Bir ayın sonunda girecekleri büyük sınav, öğrendikleri yeni bilgiler ile daha da heyecanlı bir hâl almıştı. Şirketin uzun zamandır hedeflediği bu projenin bitiş tarihi oldukça yaklaşmıştı. Hatta hemen ardından da tüm çalışanların davetli olduğu bir kutlama etkinliği gerçekleştirilecekti. Ophelia gibi projedeki diğer gençlerin en büyük görevi -aynı zamanda en çok ücreti alacakları görev- şirketin senelerdir üzerinde çalıştığı son model tekstil makinelerinin tamamlanması için gereken birkaç son dokunuşu yapmak olacaktı.

Aslında neredeyse şirketin ilk kuruluş yıllarından beri planlanan bu kadar önemli ve büyük bir iş için böyle tecrübesiz öğrencileri kullanmak ilk bakışta saçma ve riskli geliyordu insana. Ama Ophelia, katıldığı proje ile bu önemli makinelerin yapımının birleştirilerek ikisi için de gösterişli bir final yapmanın oldukça akılda kalıcı olacağını düşünüyordu. Hem böylelikle öğrencilerin şirkete gerçekten de faydaları dokunmuş olacaktı ve aldıkları paraları da hak etmiş olacaklardı. Ayrıca yapacakları görev de pek riskli ya da zor bir şey değildi büyük ihtimalle. Yoksa onlara bırakmazlardı, değil mi?

Büyük gün cumartesiye çok az kalmıştı. Bunu her düşündüğünde oldukça heyecanlanıyordu genç kız. Bakışlarını yanındaki Dylan'a çevirince onu da aynı şekilde görmeyi bekliyordu ama o tam tersiydi. Sanki o büyük gün onun içindeki tüm iyi duyguları silip götürüyormuş gibi bir hali vardı. Sanki olabildiğince uzaklaşmak istiyordu ondan. Ophelia tam bu hâlinin nedenini soracaktı ki tanıdığı bir ses dikkatini dağıttı.

Ses kesinlikle dışarıdan geliyordu ve oldukça yüksekti. Ön kapıdan geldiğini tahmin ettiği için aşağı inmek üzere yöneldikleri merdivenin son birkaç basamağını hızla geçip alt katın koridorundaki pencereye gitti. Yanılmamıştı. Ne kadar tuhaf bir durum da olsa ses gerçekten de tahmin ettiği kişiye aitti. İzlediği manzaranın garipliği karşısında kaşları havaya kalkarken "Melinda..." diye mırıldandı.

Evet, amcası orada çalışıyordu ama daha önce hiç şirkete girmemişti Melinda. Bunun bir nedeni de aşırı güvenlikti. İçeride bir yakının bile olsa geçerli sebebin olmadığı sürece şirkete girmen pek mümkün değildi. Hatta sebebin olsa bile bu konuda çok katı davrandıklarını şirkete geldiği ilk gün kapıda harcadıkları zamandan dolayı biliyordu Ophelia.

Şu anda en yakın arkadaşı, içeri girebilmek adına güvenlikle kavga ediyordu gördüğü manzaradan anladığı kadarıyla. Sağlam camlardan içeri belli belirsiz sesler ancak ulaştığı için tam olarak ne dediklerini anlamak imkansızdı. Ama güvenliğin arada bir camlara yönelttiği bakışlarından patronlarının bu durumu fark etmesine karşı endişe dolu olduğunu anlamak mümkündü.

"Güvenlik onu asla içeri almaz." dedi Dylan. Ophelia aşağıya o kadar odaklanmıştı ki onun da yanına gelip olayı izlediğini fark etmemişti bile.

"Evet, herhangi birini almaz. Ama şu an da aşağıda onunla kavga eden kişi Melinda, en yakın arkadaşım. Onu biraz tanıyorsam içeri gireceğini de biliyorum. Bazen gerçekten de oldukça inatçı, azimli ve belki de biraz hırçın olabiliyor."

“Kim olursa olsun fark etmez. Eğer ben de buranın güvenliğini biraz tanıyorsam arkadaşın asla içeri giremeyecek, biliyorum."

"Şimdi beni içeri almıyorsunuz yani. DOĞRU MU ANLADIM?" Melinda'nın camların arkasından gelen boğuk sesi az da olsa sakinlediğini belirtiyordu.

"Evet hanımefendi. Kaç kere daha söylemem gerekiyor? Bize verilen talimatlar şirkete giriş kartı ya da özel izin kartı olmayan kimsenin giremeyeceği yönünde. Lütfen daha fazla zorluk çıkarmayın."
Melinda güvenliğe birkaç saniye daha pis bakışlar attıktan sonra bir anda tüm tavrını değiştirip gülümsemeye başladı. "Tamam o zaman, iyi günler." Ardından da oradan uzaklaştı yavaşça.

Dylan girdi söze. "Sana demiştim değil mi?" Kabul etmediğini belli edercesine başını salladı Ophelia da. "Henüz son perde oynanmadı derim Dylan. Ben hâlâ daha düşüncemin arkasındayım." dedi.

"Madem öyle ...iddaya girelim o zaman." Kazanacağından oldukça emin görünüyordu. Ophelia da kendi fikrinden bir o kadar emin olduğu için meydan okumayı kabul etti.

"Neyine peki?" Bir yandan da camdan dışarıya bakıyordu ama arkadaşı artık görüş alanından çıkmıştı. Yine de biliyordu Melinda'nın pes etmeyeceğini.

“Hımmm... Mesela kaybeden kazanana bir kahve ısmarlayabilir. Ne dersin?"

Yüzünü buruşturan genç kız "Kahve sevmem... ama sıcak çikolataya hayır demem doğrusu." dedi. Başıyla onaylayan Dylan elini uzattı Ophelia'ya. "Anlaştık o zaman." Kız da elini uzatıp karşısındakini sıkarken konuştu. "Anlaştık."

Kısa bir an daha dışarıyı izlediler ama herhangi bir değişiklik görünmüyordu.

"Yarın öğleden sonra Terisal Cafe'de ısmarlayabilirsin bence." dedi Dylan hâlâ daha dışarı bakarken.

"Evet, o zaman ve orası bana da uyar. Ama yarın cüzdanını getirsen iyi olur çünkü birazdan seni Melinda ile tanıştıracağım."

Tam Dylan karşı cevabını verecekti ki yanlarına başka bir adam geldi ve kısa bir kafa selamından sonra boğazını temizleyip doğrudan Dylan'a bakarak girdi söze. "Bay Cruz sizinle görüşmek istiyor Bay Caddel."

Kaşları havaya kalkmıştı Dylan’ın. "Şimdi mi?"

"Evet, şimdi."

Dylan gitmek üzere harekete geçerken Ophelia ile birkaç saniye göz göze geldi. Kız gerilmişti. Eğitmeninin şirketin kurucusu veya patronu tarafından çağırılması normal miydi yoksa kötü bir şey mi oluyordu?

Ciddi görünüşlü adam önden giderken Dylan aradaki mesafe açılınca Ophelia'ya döndü. "Yarınki ısmarlamanı heyecanla bekliyor olacağım." Bu cümleyle beraber havadaki gerginlik biraz dağılmış oldu. Gülerek gözlerini deviren kız da sessize konuştu. "Hâlâ kazanacağını zannetmen çok hoş."

Böylelikle iki adam merdivenlere doğru gözden kayboldu. Birkaç saniye daha orada durup arkalarından baktıktan sonra Ophelia da bir kat daha aşağı inmek üzere merdivenlere yöneldi. Tam birkaç basamak inmişti ki durakaldı. Hızlıca ceplerini yokladı ama aradığı şey yoktu. Telefonunu bulamıyordu.

Aklına teminki odada masaya telefonunu bıraktığı an geldi. Evet, bıraktığını hatırlıyordu ama aldığını... Dayanılmaz hâle gelen gürültüden kurtulmak adına bir an önce çıkarken orada unutmuş olmalıydı. Kararsızlıkla inmekte olduğu basamaklara bir bakış atıp iç çekti. Her ne kadar Melinda'yı merak ettiği için bir an önce aşağı inmek istese de telefonunu orada bırakamazdı. Arkasını dönüp hızlıca tekrardan yukarı çıkmak üzere harekete geçti.

                                                                             *****

Koltuklara oturmuş bekleyen kalem etekli, ceketli, takım elbiseli birkaç kişi vardı lobide. Ya sakince telefonlarına bakıyor ya da bacak bacak üstüne atmış sehpadan aldıkları dergilere göz gezdiriyorlardı. Arkada çalan kısık ve huzurlu müzik tüm alanı dolduruyordu. Gerçekten de her şey fazla mükemmel bir tablonun parçası gibiydi. Danışmadaki görevlinin klavyede gezinen parmaklarının çıkardığı tıkırtı bile ortama ayak uydurmayı başarıyor, bu mükemmelliği bozamıyordu.

Tam o sırada danışmanın yanındaki hareketli kapılardan biri açıldı ve içeri apar topar birisi girdi. Hızlıca içeri girerken parlak zeminde ayakkabıları gıcırdamış, sırtındaki çanta danışma masasının yanına çarpmıştı. Anlaşılan o ki birkaç katı koşarak inmişti de saçları birbirine girmiş, ceketinin yakası kaymıştı. Bu mükemmel tablonun ortasına yanlışlıkla sıçratılmış bir tutam boya gibi ortama dalmıştı genç kız.

Ona yönelen bakışları fark edince sakince bir kenara yöneldi. Bir yandan da dağılan üstünü başını düzeltmeyi ihmal etmedi. Hızlıca etrafı taradı gözleriyle kızıl saçlı kız. İki dakikalığına telefonunu almaya çıkmıştı ama işler planladığı gibi gitmemişti. Yukarı ulaştığında odanın kapısı kilitliydi ve anahtarı bulmaksa tam bir karmaşaydı. Kime gitse hepsi kendisinde olmadığını söyleyip başka birine yönlendiriyordu. Tabii her gittiği kişiye projede olup orada çalışırken telefonunu unuttuğunun açıklamasını yapması da işin cabasıydı. Hele de bazılarının çok alakasız sorularla oyalamaları...

Sonuç olarak kızın o katta gitmediği tek bir ofis bile kalmamıştı ve o yüzden de yaklaşık on beş dakika geçmişti tekrardan yukarı çıkalı. En sonunda telefonuna ulaştığındaysa amacı direkt aşağı inmek ve arkadaşının orada olup olmadığını görmek olmuştu.

Etraftaki herkese baktı ama Melinda orda yoktu. Tam danışmadaki görevliye gelen sarışın bir kız oldu mu diye sormayı düşünüyordu ki danışmanın yanındaki hareketli kapılardan biri açıldı. Açılan kapıdan içeri giren çıtı pıtı kız ise aradığı kişiden başkası değildi.

Ophelia en başta koşmaya yeltenmiş olsa da az önce kaldığı durumdan sonra olabildiğince sakince yürümeyi seçti ve arkadaşına ulaşınca sıkıca sarıldı. "Burada ne işin var?" diye sormayı da ihmal etmedi. Sonuçta camdan geldiğini görmüş olabilirdi ama hâlâ daha arkadaşının buraya neden geldiğini bilmiyordu.

"Yoksa burada olduğuma sevinmedin mi?" dedi sarışın kız sarılmanın bitişiyle geri çekilirken.

"Tabii ki de sevindim. Seni bir süre önce kapıda güvenlikle kavga ederken gördüm ve buraya çok da legal yollardan girmediğini biliyorum. Bu çabanın nedenini merak ediyorum sadece." Bir yandan da danışmadaki kadına bir bakış atmıştı ama o kendi halinde gibiydi.

"Aslında sana, hatta Dylan'a göstermek istediğim bir şey vardı. Onun için buraya gelmek istedim. Ama sonra kapıdaki adamlar fazlasıyla..." Birkaç saniye durup doğru kelimeyi bulmaya çalıştı. "Sinir bozucu... Evet, oldukça sinir bozucu davrandılar ve sonra bu da bende eski bir anıyı tetikledi. Bundan birkaç yıl önce de amcam için girmek istediğimde izin vermemişlerdi ve hatta yaşım küçük diyerekten oldukça aşağılayıcı bir tavırları vardı. Tabii amcam birkaç dakika sonra mesaisi bitip de şirketten çıktığı için o olay öyle geçip gitmişti. Ama bu sefer yine bunu yaşayınca canıma tak etti. Ne olursa olsun şirkete girmeliyim dedim. Artık olay seninle konuşmak falan değildi. Yalnızca içeri girmekti. Bu bir gurur meselesi olmuştu." Son cümleyi gözlerini kısıp uzaklara bakarak ve oldukça dramatik bir edayla söylemişti.

Birkaç saniye sonra tekrar eski haline döndü ve sordu Ophelia'ya. “Eee sen nasılsın, günün nasıl geçiyor?"

Eğer ki sarışın kızı bu kadar iyi tanımıyor olsa bu hırsı ve tavırları karşısında şaşıp kalırdı Ophelia. Gülerek başını iki yana salladı ve girdi söze. "İyiyim ben de. Bugün birkaç makinenin kodunu girip çalıştırdım. Biraz stresliydi ama en azından herhangi bir hasara yol açmadan tamamlayabildim."

Melinda gururlu bir ifade takındı. "Kimin arkadaşısın sonuçta."

Bir kez daha sensörlü kapının açılma sesi duyuldu. Gelen Dylan'dı.

Ophelia'nın yüzünde bir gülümseme oluştu. Ne de olsa iddiayı kazanmıştı. Adamın hemen onları fark edeceğini düşünmüştü ama öyle olmadı. Eğer ki o seslenmese yoluna devam edip gidecek gibiydi. Oldukça dalgın, düşünceli gözüküyordu. Kafasında dört dönen bazı sıkıntıları var gibiydi.

İsmini seslenen kızı görünce durdu yanlarında. "Yanındaki arkadaşının az önce dışarıda görmüş olduğumuz kıza sadece çok benziyor olma olasılığı ne kadardır?" diye sordu mağlubiyetine boyun eğmekte zorlanan bir edayla.

"Maalesef. O kızın tam da kendisi diyebilirim."

"Madem iddiayı sen kazandın o zaman en azından hanımefendinin nasıl içeri girmeyi başardığını öğrenebilir miyim?"

Tabii anlamında başını sallayan kız önce onları resmi olarak tanıştırdı. "Melinda, bu sana söz ettiğim eğitmenim Dylan. Dylan, o da buranın güvenliğini dize getirmeyi başaran en yakın arkadaşım Melinda." İkili el sıkıştı. Bu süreçte sarışın kız adamın gözlerinden bir saniye olsun ayırmamıştı bakışlarını. Çözmeye çalıştığı bir şey var gibiydi.

"Biz senin güvenlikle kavganı yukarıdan görmüştük ve sonrasında da bir iddiaya girdik senin içeri girip giremeyeceğine dair. Güvenlikten çok emin olan Dylan başaramayacağını savundu ama ben seni tanıdığımdan içeri kolayca girebileceğini biliyordum. Sonuç olarak ben kazandım ve Dylan da bunu nasıl başardığını oldukça merak ediyor."

Melinda'nın yüzüne zafer gülümsemesi yerleşmişti. "Tabii ki de anlatırım. Zaten benim de konuşmak istediğim bir şey vardı." Boştaki uzun bir koltuğu işaret edip sordu. "Şuraya geçelim mi?"

Diğerleri de başıyla onaylayınca birlikte oraya geçip yerleştiler ve Melinda başladı açıklamaya. "Ön kapıdan geçmeme izin verilmeyeceğini anlayınca aklıma bugün için biçilmiş kaftan olan bir temkin geldi. Şöyle ki bir süre önce amcam bana bir çalışandan bahsetmişti. Dediğine göre adam stajyerliği bile tamamlayamamış ama nasıl oluyorsa oldukça yüksek bir mevkide çalışıyormuş. İşte rüşvet ya da tanıdık araya sokma gibi bir durum vardı büyük ihtimalle. Bu adam sürekli amcama karşı aşağılayıcı davranıyormuş. Bir gün de şirkete girerken güvenlikle uğraşmanın sinir bozucu olabileceğinden bahsediyormuş amcam. Bunu duyan adam da yerinde duramayıp amcama özel bir kapıdan bahsetmiş. Şirketin arka kısımlarına doğru gizlice yerleştirilmiş bir kapıdan. Söylediğine göre kart ve şifre ile açılıyormuş ve bu kapıyı bilen kişi sayısı çok azmış. Yani anlayacağınız müdürler için V.I.P. giriş gibi bir şeymiş. Normalde o adamın hayatta amcama söylememesi gereken bir durummuş ama o böyle bir hava atma fırsatını kaçıramayacağı için bahsetmiş kapıdan. Sonra da kapıyı açan kartlardan birini suratına atarcasına vermiş ve şifreyi söylemiş. Amcam bana olayı anlatırken cebinden çıkardığı kartı salonun bir köşesine fırlatmıştı. Ben de fırlattığı kartı gizlice almıştım yerden. Ne de olsa neyin ne zaman işe yarayacağını bilemezsin. Ayrıca adamın konuşmasını ve tavırlarını taklit eden amcam şifreyi de söylemişti. İşte ben de o gün o kartı cüzdanıma koymuştum ve bir daha da hiç çıkarmadım."

Kız birkaç saniye soluklandı. Karşısındakilerin anlattıklarını sindirmelerini bekliyordu.

Tüm bu hikâye karşısında ve şirkette bilmediği bir detayın ortaya çıkmasıyla hayrete düşen Dylan birkaç saniye sonra konuşabilmişti ancak. "Vay canına. Hırsın başarısı diyebilir miyiz? Şirkete girebilmeyi kafana uzun süre önce koyduğun çok belli ki kartı eline geçirdiğin gibi kapmışsın. Tebrik ederim."

Saçını savuran kız yapmacık bir kibirle "Eh bu tarz şeylerde biraz iyiyimdir, teşekkürler. Arka kapıdan haberdar olup güvenliğin dikkatinin dağıldığı bir anda planımı uygulamaya koyunca oldukça başarılı oldum." dedi. Hemen sonra da sırtındaki çantayı kucağına alıp fermuarını açtı ve içinden bir dosya çıkardı. "Size göstermek istediğim bir şey var."

Dosyanın ön tarafına sıkıştırdığı kâğıdı alıp diğerlerine doğru tuttu. Rengârenk kıvırcık saçlı bir palyaço resmi vardı kâğıtta. Ama üstündeki giysi alışılmış palyaço kıyafetlerinden değildi. Fazlasıyla abartılı sarı bir takım elbiseydi. Ayakkabıları ise önü çıkıntılı geniş palyaço ayakkabılarındandı lakin rengi, şık ayakkabıları andıran parlak lacivertti. Elinde de evrak çantası taşıyan bu palyaçonun kırmızı burunlu suratında da kibirli bir ifade vardı.

"Ophelia bana geçenlerde buradaki başka bir eğitmenden bahsetmişti: Kibirli Palyaço. Ben de anlattıklarından yola çıkarak ve biraz da kendi hayal gücümü kullanarak onun bir resmini yaptım."

Resme bakar bakmaz Ophelia ve Dylan anlamıştı onun kim olduğunu.

"Bu harika olmuş Melinda."

“Muhteşem yapmışsın. Bu adamın fotoğrafı bile onu bu kadar iyi anlatamazdı bence. Bayıldım bu resme." Kendisine şimdiye kadar çok da iyi davrandığını söyleyemeyeceği adamın başkaları tarafından bu şekilde resmedilmesi içten içe hoşuna gitmişti Dylan’ın.

Övgülere karşı teşekkür eden sarışın kız resmi Dylan'a uzattı. "Sende kalabilir istersen. Bu yalnızca bir kopyası."

Adam resmi alırken teşekkür etti. "Aldığım en anlamlı hediyelerden biri diyebilirim." Bu hepsinin birden gülmesine sebep olmuştu.

"İyi akşamlar 25 yaşındaki!" diye bir ses duyuldu hemen ardından. Bunu söyleyen Kibirli Palyaço'dan başkası değildi. Şirketten çıkış yapacak olan adam danışmadan geçerken onları görmüştü. "Tebrik ederim." dedi bir de.

Dylan sordu. "Ne için?"

Adam sanki çok anlaşılır bir şeyden bahsediyormuşçasına rahattı. "Bir süredir hiçbir alarmı çalıştırmadın ya onun için. Aferin dostum, birkaç gündür şirketi yakmamayı başarıyorsun."

Normalde bu yorum can sıkıcı olabilirdi ama Dylan'ın elindeki resimden sonra üçlü yalnızca adama bakarken kahkaha atmamak için çabalıyordu. Adamın üstündeki kırmızı takım elbise hiç de işlerini kolaylaştırmıyordu doğrusu. Tonu için parlak kırmızı denebilecek bu takım elbise başka bir palyaço kıyafeti gibiydi.

"Teşekkür ederim dostum. Hem bugün ortalığı yakıp geçen birisi var zaten. Adeta yürüyen alev gibisin."

Bu sözleri iltifat olarak kabul eden adam ceketini düzeltip "Ah çok teşekkürler, üstümdeki özel dikim bir parça...Neyse size iyi akşamlar." deyip ayrıldı oradan.

“Özel dikim olmasına şaşmamak lazım. O takım elbiseyi ondan başka giyecek kaç kişi vardır bilemiyorum." dedi Melinda adam uzaklaşırken. Dylan da başını sallayarak onayladı kızı.

"Dylan, sana neden '25 yaşındaki' diye sesleniyorlar? Alarmın çalıştığı gün de aynısını söylemişti birkaç kişi?" Ophelia bunu o gün de merak etmiş olmasına rağmen Dylan için zor bir zaman olduğu anlayınca sormaktan kaçınmıştı.

"İnan ki ben de bilmiyorum. Ancak kendimi bildim bileli insanlar ismimi kolay hatırlayamıyorlar. Nadir görünen bir ismim de yok aslında. 'Dylan' ismini her yerde duyabilirsin. Senelerce türlü türlü şekilde çağırıldım. "Balon Çocuk, Daire Bekçisi, Süveter Sever..." Sonuncuya kendisi bile inanamıyormuş gibi imalı söylemişti. "Son birkaç senedir de insanlar bana nedense '25 yaşındaki' diyorlar."

"Bekle, sen şu an 25 yaşında değil misin?"

"Evet ama ben 22 yaşındayken de 25 yaşındaki diye tanınıyordum. Nedenini keşke ben de bilsem." Kimsenin anlam veremediği tuhaf bir hikayeydi. Ancak şirketteki diğer çalışanların dalga geçmek amacıyla öyle seslenmediklerini bilmek Ophelia'yı birazda olsun rahatlatmıştı. Dylan'a yapılan muamele hiç de hoş gözükmüyordu çünkü.

"Artık gitsek iyi olacak sanırım." dedi Ophelia saatine bakarken. Bugün başka bir dersi yoktu ve arkadaşı da hazır yanındayken onunla biraz zaman geçirmek eğlenceli olabilirdi.

Elini sarışın kıza uzattı Dylan."Seninle tanıştığıma sevindim Melinda. Resim için teşekkürler, gerçekten çok güzel."

Melinda da adamın elini bir kez daha sıkarken konuştu. "Ne demek. Çizmesi oldukça eğlenceliydi zaten. Hem artık o adamı görmek bir daha seni asla geremez sanırım. Daha rahat olursun."

"Kesinlikle." El sıkışırlarken birkaç saniye Melinda'nın bakışları yine adamın gözlerindeydi.

Onlara iyi akşamlar dileyen Dylan şirketin iç tarafına yönelirken kızlar da çıkışa doğru ilerledi. Birkaç adım yol katedebilmişlerdi ki bir ses işittiler. "İyi akşamlar Bayan Revengeful*.”

Bu sesleniş ikisinin de dikkatini çekmişti ama kim olduğuna dönüp bakmalarına gerek kalmadan sesin sahibi Ophelia'nın yanına gelmişti bile. "Sana da iyi akşamlar Andrew."

"Arkadaşın kim? Bildiğim kadarıyla projeden değil. Buraya her elini kolunu sallayan da giremez. Bir ihtimal Bayan Cruz olabilir kendisi ama yakın geçmişteki araba yolculuğumuzda öğrendiklerimden yola çıkarsam sizi onunla yan yana görmek pek mümkün bir durum değil diyebilirim. Madem bu ihtimal de elendi...Hanımefendi kim?"

Sorduktan sonra cevabı beklemeden üst üste teorileri sıralayıp pes eden oğlana gülmeden edemedi Ophelia. "Kendisi benim en yakın arkadaşım olur, Melinda. Normalde burada olmaması lazımdı ama kendisi buraya çok legal yollardan girmedi zaten." Son cümleyi yaklaşarak daha sessiz bir tonda söylemişti kız.

Kaşları hayretle yukarı kalkan oğlan abartılı bir tavırla konuşmaya girdi. "İnanamıyorum, sen şimdi bana hanımefendinin Bayan Melinda Revengeful olduğunu mu söylüyorsun? Yıllanların akıl hocası, musluklara fısıldayan kız..."

Onun bu abartılı lafları ve el kol hareketlerine iki kız da adeta kahkahalar ile güldü., "Açıkçası ünümün buralara kadar gelmiş olması harika."dedi Melinda. “Bir ara sohbet ederken kendisine eski günlerden biraz bahsetmiştim de." diye açıkladı Ophelia da.

Başını sallayarak "Evet, benim de o anlatılanlardan çıkardığım en önemli ders de şu oldu..." dedi Andrew. Ardından sağ elini yumruk yapıp göğsüne götürdü ve dramatik bir edayla kurdu cümlesini. "Asla Revengers'ın kara listesine girme, asla."

"Bak bu doğru işte."

Sonrasında Ophelia aklına gelen konuyla ilgili sordu Andrew'a. "Cumartesi için heyecanlı mısın?"

"Aslında sınav tarzı şeylerde çok kasan bir insan değilimdir genelde ama bu durum beni bile geriyor. Sonuçta bir aydır okul dışında çoğu vaktimizi buraya ayırıyoruz, bir sürü ders alıyoruz ve aynı zamanda bir tür staj yapıyoruz. Cumartesi de tüm bildiklerimizi göstermemizi istiyorlar. Hem de üstünde onlarca yıldır çalıştıkları bir projede. Yani işin kısası evet, heyecanlıyım. Çuvallamaktan korkuyorum biraz da."

Onun bu içten yorumu karşısında Ophelia da girdi söze. "Ben de aynı şekilde düşünüyorum ama bunu başarabileceğimizi de inanmalıyız. Sonuçta aldığımız onca ders gerçekten bize çok şey kattı. Mesela şunu itiraf etmeliyim ki okuldaki fizik sınavından burada ögrendiklerim sayesinde yüksek bir not alabildim. Öğretmenin üstten geçerek yaptığı birkaç anlatım bunu sağlayamazdı. Demek istediğim şu ki ne kadar gerilsek de bunu başarabileceğimiz gerçeğini de unutmamalıyız. Başarısızlıktan korktuğumuz için başarma fikrinden kaçmamalıyız." İçindekileri söylemek iyi gelmişti. Bunları sadece Andrew'u rahatlatmak için de söylemiyordu aslında. Düşüncelerini yüksek sesle dile getirip inanmaya kendisinin de ihtiyacı vardı.

"Ben ikinize de inanıyorum, başarırsınız." dedi Melinda onlar düşünceleriyle boğuşurken. Projenin iki öğrencisi de başını sallayarak onayladı. Buna inanmak en iyisiydi. Daha fazla düşünmek yalnızca daha fazla kaygıyı doğuruyordu. Bazen yalnızca birazcık umut yeterliydi.

"Evet haklısın, Bayan Revengeful. Size iyi akşamlar kızlar."

"Sana da."dedi Ophelia.

Melinda da havalı bir tavır takındı. “İyi akşamlar ve unutma eğer ki yanlış yapan birilerini görürsen kimlere gelmen gerektiğini gayet iyi biliyorsun." Kızıl saçlı kız da gülerek ekledi. "Evet, haksızlık olduğu an haber vermen yeterli."

Bunun üstüne asker selamı yaptı Andrew da. "Emredersiniz. Anında yanınızdayım." Ve birkaç adım ilerdeki kapıdan geçip dışarı çıktı.

Kızlar da dışarıya çıkmak için hazırlandılar, tabii bu dış taraftaki güvenliğe karşı önlem amaçlı Melinda'nın Ophelia'nın ceketini giyip kapüşonunu olabildiğince kapamasıydı, ve başkalarına yakın olarak kalabalığın içinde kalmaya özen göstererek oradan ayrıldılar.

Ophelia binadan çıktıkları anda istem dışı olarak gerisine doğru bir bakış atmıştı. Her ne kadar buradan göremeyecek olsa da ona imkânsız gibi gelen başka bir giriş olması fikrine karşı refleks olarak yaptığı bir hareketti bu. Kısa birkaç saniyenin ardından ise bakışlarını tekrardan yola çevirmişti. Nasılsa onu ilgilendiren bir durum değildi bu. Tabii ki de bazen bizle hiç alakası olmadığını düşündüğümüz şeylerle kendimizi yüz yüze bulmamız tahmin edemeyeceğimiz kadar yakın olabilirdi. Ama bunu nasıl bilebilirlerdi ki?

Kızlar birlikte şirketten uzaklaşırken Melinda'nın aklını kurcalayansa bambaşka şeylerdi.

Yaklaşık yarım saat önce

Genç kız koridora çıkmadan önce ilk olarak başını uzatıp etrafı kolaçan etti. Görünürde kimse yoktu. O yüzden hızlıca koridora geçip kenarda kalmaya özen göstererek ilerledi.

Girdiği arka kapı bir merdivene açılıyordu. Merdivenin bitimi de bu koridora.

Planı aşağı inebileceği merdivenleri bulunca oradan zemin kata inmek ve danışmada beklemekti. Bu Ophelia ve Dylan'ı bulabilmesi için en garantili ve tehlikesiz plandı ona göre. Tabii etrafta biraz dolaşmak da hayır diyeceği bir şey değildi normalde ama yakalanıp da amcasını zor duruma düşürmek istemiyordu. Koridorda kimse olmasa da kimisinin yanında cam olan bu kapıların ardında birilerinin olduğuna dair hiç şüphesi yoktu. O yüzden parmak uçlarında hızlı ve sessizce ilerliyordu.

Koridor bitince geniş bir alana geldi. Bu alanın sağ ve sol taraflarımda da aynı geldiğine benzeyen koridorlar vardı. Tam karşısında da merdivenler. Hızlıca oraya ilerledi. Tam kimseyle karşılaşmadığı için ne kadar şanslı olduğunu düşünüyordu ki yaklaşan adımlar duydu. Daha bir basamak inmiş olduğu merdivenden hızlıca geri çıktı ve panikle etrafına bakındı. Koridorlar ulaşmak için çok uzaktı ancak adım sesleri ise oldukça yakındı. O yüzden hızlıca öbür merdivenlere yöneldi, yukarı çıkan tarafa.

Sarı saçları geriye savrulurken trabzanı tutarak düşmekten kurtulup sessiz ama hızla yukarı çıktı. Üst kata geldiği gibi duvara dayanıp durdu. Etrafı incelemek için birkaç saniye ayırdı ve bu katın diğerinden oldukça farklı olduğunu fark etti. Yalnızca merdivenden çıkar çıkmaz geldiği bu alan ve birkaç kapı vardı. Dekorasyonu da daha farklıydı, daha karamsardı her yer.

O sırada iyice yaklaşan adımlara karşı nefesini tutup bekledi ve seslerin sahiplerinin bu kata çıkmamasını umut etti. Neyse ki yavaş yavaş uzaklaştılar ve sarışın kız da derin bir nefes aldı. Tam inmek için aşağıyı kolaçan edecekti ki hemen yanındaki kapısı yarı açık odadan yüksek bir bağırış geldi. Durmasına neden olan şey de tanıdık bir isimdi. "NE YAPTIĞINI SANIYORSUN DYLAN?"

Yukarı çıktığı ilk anda da oradan gelen birkaç ses duymuştu ama yüksek bir tonda olmadığı için anlaşılır değillerdi. Aşağıda dolaşan birileri olduğunu bildiğinden de yanındaki odadakiler pek bir endişe oluşturmamıştı onda. Ama duyduğu isimle tekrardan geri kapıya yaklaşıp söylenenlere kulak kabarttı. Az önce konuşan adam tekrardan girdi söze. Bağırmasa da yüksek bir tonda konuşuyordu. "Böyle davranmaya devam edersen şüphe uyandıracaksın ve biz başarmaya bu kadar yaklaşmışken hiçbir şeyi mahvedemezsin. Buna izin vermeyeceğim."

Ardından diğeri konuştu. Bu Dylan olmalıydı. "Siz ciddi misiniz? Ben, olacakları iki gün önce anlattığınızdan beri ne uyku uyuyabiliyorum ne de yemek yiyebiliyorum. Diğer eğitmenlerin de benden çok farklı olduğunu düşünmüyorum. Hem siz cidden hiç vicdan azabı çekmiyor musunuz? Bu şekilde nasıl yaşayabiliyorsunuz? Ben iki gündür Ophelia'nın yüzüne bakamıyorum bile!"

Anlattıklarından yola çıkarak Dylan isimli bu adamın başka biri değil de Ophelia'nın eğitmeni olduğundan emin olmuştu kız.

"Bunun hesabını yapmak sana düşmez. Sen yalnızca sana verilen emirleri uygula. Bizim vicdanımızı senin düşünmene hiç gerek yok... Ben yıllar yıllar önce bir projeye dahil oldum. Orada çok şey öğrendim, harika işler başaran insanlarla tanıştım... Ama ne yazık ki onlar asıl amaçlarına ulaşamadılar. Korkaklardı çünkü. Fakat ben bugün, 68 yaşındayken, tüm ömrüm boyunca çalışmışken bir şeylerin bozulmasına izin veremem. Cumartesi günü o insanların temelini atmış olduğu ve benim de değiştirip geliştirdiğim bu projenin son aşaması gerçekleşecek ve bu sefer işe yarayacak. Bunu biliyorum... Daha çok gençsin Dylan. Tüm ömrün boyunca bir şey için çabalamak nedir bilmiyorsun. Özellikle de bu çabaladığın şey insanlık tarihini değiştirebilecek ise bunun mahvolmaması için her şeyi yaparsın. Çoğunluk için..."

Birkaç saniyelik sessizlik oldu. "Ben sizi gerçekten anlayamıyorum... Amacınız her ne olurla olsun yine de tüm bu öğrencilere bunu yapmak için geçerli bir neden olamaz."

Bunun üstüne öbürü konuştu ama sesi daha alçak bir tondaydı ve oldukça tehditkâr çıkıyordu. Melinda duyabilmek için dikkatlice biraz daha yanaştı.

"Madem yaptıklarımızı doğru bulmuyorsun, o zaman şirketten ayrılabilirsin Dylan. Hatta hemen şimdi. Ama şunu sakın unutma ki sen bize yardım etmezsen biz de sana edemeyiz. Buradan ayrıldığın an hiçbir bağlantımız kalmaz, anlaşmamız biter... Evet, ne karar verdin?"

Bir süre daha sessizlik konuştu. Melinda Dylan'ı tereddüte düşüren şeyin ne olduğunu düşünüyordu. Adam Dylan'a nasıl bir yardımda bulunuyordu ki? Her şeyden önemlisi Ophelia ve diğer öğrencilerle ne ilgisi vardı ki?

Dylan en sonunda tekrar söze girdi ama sesi teminki kadar güçlü değildi. "Tamam... Çalışacağım...Çalışacağım ve görevimi yerine getirmeye devam edeceğim... Anlaşma devam edebilir."

Diğer adamın sesinden galibiyeti anlaşılıyordu. "Doğru kararı vereceğini biliyordum... Pişman olmayacaksın. Şimdi gidebilirsin. Bundan sonra da şu bunalım havalarını bırakacaksın, davranışlarınla şüphe uyandırmayacaksın. Tamam mı?"

Bir ses duymadığından Dylan'ın başını sallayarak sessizce onayladığını anladı sarışın kız. Anladığı diğer bir şeyde konuşmanın bittiğiydi. O yüzden kimseyle karşılaşmadan önce hemen aşağıya inmek üzere harekete geçti.

Kafası çok karışıktı. Burada neler dönüyordu? Kim neyi, ne kadarını biliyor, ne yapıyordu? Mesela amcası, o az önceki konuşmanın tam olarak neyle alakalı olduğunu biliyor muydu? Belki de o yanlış anlamıştı. O kadar da ciddi bir durum yoktu ortada. Belki de son görevin parasını vermeyeceklerdi öğrencilere, bu olabilir miydi? Hem sonuçta en kötü ne olabilirdi ki? Evet, evet. Saçmalıyordu. Fantastik bir filmde değillerdi ya. Bu gerçek hayattı ve aklına gelen ihtimaller gerçek hayat için oldukça abartıydı.

Derin bir nefes aldı. Her şey çok karışıktı. Ne yapmalıydı? Kimseyi boşu boşuna endişelendirmek istemiyordu. Tek yapabildiği kötü bir durumun olmamasını umut etmekti.

O zamanlar genç kızın bilmediği bir şey vardı. Şirkete girmesi yalnızca kendi azmi ile olmamıştı. Bu şirket asla tahmin edemeyeceği ölçüde korunuyordu. Lakin biri onun gireceğini görmüş ve buna göz yummuştu. Ardından da tam merdivenlerden ineceği sırada yukarı çıkmış ve onun en üst kata gitmesine sebep olmuştu. Yukarıdaki konuşmayı duymasını istemişti. Belki bu bir şeyleri değiştirebilir diye ümit etmişti...

                                                                             *****

Perşembe günü saat dört civarlarıydı. Terisal Cafe her zamanki gibi yoğundu. Yoğun ama sakin. Bu kafenin kendine özel bir havası vardı. Kalabalık bile olsa asla bunaltıcı olmaz, hep huzurlu bir his verirdi müşterilerine.

Bu akşamüstü saatlerinde de aynı şekildeydi. Havalar soğuk olduğu için dış kısımdaki sundurma ve katlanır camlar kapanmış, içerideki şömine alevlerle çevrelenmişti.

Kafeye yeni adım atmış genç kızın saçları da aynı alevlerin birbirine karıştığı anda oluşan o turuncu renkteydi. Ophelia; ahşap sandalyelere, yumuşak puflara, deri uzun koltuklara ya da kadife tekli koltuklara oturmuş pek çok insanı gözleriyle taradı girdiği gibi. Şöminenin yakınlarındaki iki tekli koltuktan oluşan masada aradığı kişiyi buldu sonunda.

"Merhaba Dylan!"

"Hoşgeldin Ophelia!"

"Çok bekletmedim ya?"

Başını olumsuz anlamda sallayan adam "Yok bekletmedin, ben de yeni geldim sayılır." dedi.

Bir aydır zamanlarını sürekli beraber geçiriyordu bu ikili. Ancak ilk defa şirket dışında, proje ile ilgili olmadan buluşuyorlardı.

Açıkçası Ophelia artık kardeşi gibi olmuştu bu genç adamın. Samimi, cesur, zeki ve çalışkan bir kızdı. Ayrıca gerçekten de birbirlerini anlıyor gibilerdi. Kafaları uyuşuyor, benzer düşünüyorlardı. Sara ile birlikte olduğunda da aynı şeyleri düşünürdü Dylan hep...

Bundan bir süre önce, Ophelia'ya kardeşiyle ilgili olayı anlatma konusunda tereddüte düştüğünde, istem dışı bir nedenden dolayı zaten hangi sonuca varacağını çoktan bildiğini düşünmüştü. İşte bu istem dışı neden de Ophelia'nın kız kardeşine oldukça fazla benziyor oluşuydu. Onu projenin ilk gününde gördüğü anda o yüzden bocalamıştı. Onu gördüğünde Sara'nın girdiğini sanmıştı ofisinin metal kapısında.

Koyu kahve olan saçlarını birkaç aydır aynı Ophelia'nınki gibi bir renkte kullanmaya başlamıştı kız kardeşi de. Göz rengi de aynı onunkiler gibi renkliydi. Tam olarak aynısı değildi. Ophelia'nınkinler maviyken onunkinler yeşildi. Ancak bakışları...Tıpatıp aynılardı. Gözlerinin derinindeki anlamlar dahi aynıydı.

Asıl birbirlerini andırma sebepleriyse iki kızın da yüz hatlarında birbirini anımsatan benzer bir şeylerin olmasıydı. O yüzden Dylan, Ophelia'yı her gördüğünde Sara'yı görüyor, sesini her işittiğinde onu duyuyor gibiydi.

Tabii bunları düşünmesi asla Ophelia'yı tam olarak kardeşinin yerine koyduğu anlamına gelmezdi. Asla kardeşini unutmuş değildi. Ondan asla vazgeçmeyecekti. Zaten her şey de bu yüzden değil miydi? Belki de o yüzden ne yapması gerektiğini bir türlü bulamıyordu çünkü birini kazanması demek öbürünü kaybetmesi anlamına geliyordu aynı zamanda.

O düşüncelere dalmışken garson geldi yanlarına. "Beklediğiniz arkadaşınız gelmiş sanırım. Sipariş vermek ister miydiniz?" Dylan başıyla onaylarken Ophelia da "Tabii." dedi.

Uzatılan menüleri geri çevirdiler. Ne sipariş edecekleri zaten belliydi. İki tane sıcak çikolata söylediler. Sonraki bir saat ikisi için de çok güzel geçmişti. Bir yandan sıcak çikolatalarını yudumlarken bir yandan da sohbet etmişlerdi. Heyecanlı bir film, fantastik bir kitap, bazı garip televizyon reklamları, Kibirli Palyaço, Revengers, şahit oldukları enteresan durumlar, gıcık sınıf arkadaşları, “25 Yaş Sendromu”, yeni gösterime giren bir kitabın tiyatro uyarlaması ile ilgili söylenen yorumlar...

Ortada ciddi ya da özel bir konu yoktu. Sadece keyfine yapılan bir sohbetti. Şimdiye kadar yaşadıkları her zorluğu geride bıraktıracak, rahatlama amaçlı bir sohbetti bu. O zamanlar, ileride bugünü çok arayacaklarını bilemezlerdi tabii ki.

İnsanlık bazıları için çoktan kaybedilmiş bir özellikti. Onlar vicdanlarını kaybetmiş, sevgiyi küçümsemiş, emelleri uğruna her yolu mübah görmüş, mutluluk tarafından uzun süre önce terk edilmişlerdi. En azından gerçek olanı tarafından.

Şimdiyse deneyimleyeceklerdi uğrunda her şeyi feda etmeye hazır oldukları amaçlarını. Acaba onlar da umuda inanıyor muydu? Yoksa o da onlar için yalnızca bir külfetten mi ibaretti?

Tik tak...Saat ilerliyor, kum taneleri birer birer aşağıya düşüyordu. Eğer ki neye yaklaştıklarını bilseler onlar da gerçekten devam etmeyi isterler miydi? Yoksa uzun zaman önce onları terk etmiş bazı duyguları geri döner miydi?

-ALEXANDER CRUZ

Bölüm : 21.12.2024 21:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...