
Eğer hayatımızda olacaklar bir gösteri olarak yayınlansaydı, onlar için bugün bir perdenin kapanıp yenisinin açıldığı gün olurdu...
"Bence elbise giymeliydin." dedi Melinda karşısındaki kıza bakarken.
"Hadi ama Mel. Bu bir balo falan değil. Yalnızca bir kutlama daveti. Ayrıca ben oraya çalışmaya gidiyorum, projenin son görevini bitirmeye." dedi Ophelia da.
Sonunda Büyük Gün gelip çatmıştı. Projenin son günü ve şirketin kutlamayı yapacağı cumartesi günü.
İki kız bugün tüm vakitlerini birlikte geçirmişti. Sonuçta bir ayın ardından ilk defa Ophelia'nın şirkete erkenden gitmesine gerek yoktu. Saat 18.00'e kadar zamanları vardı. Şimdi de saat akşam beş civarlarındayken Ophelia şirkete gitmek üzere hazırlanıyor, Melinda da ona yardım ediyordu.
Bugün hiç de sıradan bir gün değildi. Ophelia, özenli giyinmesi gerektiğini biliyordu ama arkadaşı da biraz fazla abartıyordu ona göre. Kendisinden bile daha heyecanlı olmasına yordu Ophelia onun bu halini.
"Melinda, bak! Belki şirketteki bir eleman hatta şirketin sahibi olsam senin bana gösterdiklerini anca giyebilirim ama yalnızca projedeki öğrencilerden biriyim. Düşününce şirketin bir çalışanı bile sayılmıyorum. O yüzden bunlar yeterli olacaktır. Ayrıca bana kalsa ben yalnızca projeyi bitirip eve dönerdim ama sonrasındaki kutlamaya da kalmamızın zorunlu olduğunu söylediler geçen gün." dedi Ophelia, Melinda'nın yanına yatağına otururken.
"Hey, bunun tadını çıkarmalısın. Sonuçta bazılarımız bu kutlamaya davetli değil. Tabii, istesem bir şekilde illaki girerdim ama... istemiyorum." Melinda'yı bu konuda kışkırtma fikri cazip görünse de arkadaşında şirkete girmek için oluşabilecek hırsı düşününce bundan vazgeçti.
"Oldum olası böyle resmi şeyleri sevmem bilirsin, çok gerilirim. İşte o yüzden de orada kalmak yerine seninle evde film gecesi yapmayı tercih ederdim doğrusu."
Melinda; arkadaşını rahatlatmak için işi şakaya vurdu, yapmacık bir havayla saçını savurtup girdi konuşmaya. "Eee, yani. Sonuçta insanın benim gibi bir arkadaşı olunca ondan ayrı kalamaması, yalnızca onunla bir şeyler yapmak istemesi çok doğal. Bu kadar zeki, güzel, cesur, yetenekli olmanın yan etkisi gibi düşünebiliriz. Bağımlılık yapıyorum."
"Tabii canım." diye arkadaşını onaylayan Ophelia ayağa kalkarken yanlışlıkla(!) onun ayakkabısına bastı.
"Hey, bunu bilerek yaptın." diyerek ayağa fırladı Melinda da.
"Yok canım. Sadece muhteşemliğinden gözümü senden alamayınca önüme bakamadım. İşte bunlar hep yan etki." Bir yandan da gülmemek için kendini zor tutuyordu.
Melinda gözlerini kısarak birkaç saniye karşısındaki kıza baktı ve başını iki yana sallarken söylendi. "Çok kötüsün."
Böylece iki kız da gülmeye başladı. Tabii Melinda, direkt bir mendil bulup ayakkabısını silmeyi de ihmal etmedi. Ayakkabılarının pislenmesine asla tahammül edemezdi.
O sırada şirkette olması gereken saate az kaldığını fark eden Ophelia mırıldandı. "Artık çıkmalıyız, yoksa geç kalacağım."
İki kız da son hazırlıkları- Melinda'nın telefonunu bulmak, evin anahtarını dakikalarca arayıp kapıda asılı olduğunu fark etmek ve benzeri- yapıp evden çıktılar. Belirli bir yere kadar birlikte yürüdüler. Ophelia'nın şirkete yürümek, Melinda'nın da eve götürmek üzere şoförün beklediği yere gitmek için farklı yönlerden ilerleyecekleri yol ayrımına geldiler. Melinda'nın amcası Ivor, normalde elinden geldiğince Melinda ile ilgilenme işini kendi yerine getirmek istese de -ki hafta sonu çalışmıyor oluşu bu konuda ona oldukça yardımcı oluyordu- şu anda Ophelia'nın annesi gibi o da şirketteydi. O yüzden yeğenini alma işini şoföre bırakmıştı.
İki kız birbirlerine sarılıp vedalaştıktan sonra tam ayrılmışlardı ki Melinda arabanın kapısının önünde donup kaldı. Kendine dahi açıklayamadığı bir kasvet oturmuştu kalbinin tam ortasına. Birçok kapkara bulut tarafından kapana kıstırılıyor gibi hissetmişti ve tüm bunlar anlık gelişmişti. Sarışın kız yavaşça arkasına döndü ve ona el sallayan arkadaşına seslendi. Gözleri buğulanmıştı. "Dikkatli ol. Tamam mı?"
Ophelia etrafına sürekli neşe saçan arkadaşının bu melankolik tepkisini garipsese de "Tabii." diye yanıtladı onu. Gülümseyip oradan ayrıldı.
Belki de şirkette olacaklar için bu kadar gergin olmasaydı arkadaşının bu garip davranışına daha çok kafa yorardı Ophelia. Belki de her şey daha farklı gelişirdi…
*****
Güneş son parlaklıklarını etrafa yayarken Mitash Şirketi kocaman bir yılbaşı ağacını andırdı Ophelia'ya. Bunun nedeni binanın her yerine yerleştirilmiş ışıklardı. Led ışıklar ile şirketin ön cephesine ismi yazılmış, girişteki iki tarafta duran kolonlar boydan boya süslenmiş ve kapının üstüne de bir kemer şekli verilmişti.
Birkaç saniye durup bu görkemli manzaraya bakmaktan kendini alamadı kız. Güneşin hâlâ tam olarak batmamış olmasına rağmen ışıklar kendini belli ediyordu. Bir de hava karardığında oluşacak görüntüyü düşündü. Harika olacağına emindi. Çıkışta da dönüp şirkete göz atmayı aklına not etti.
Serilmiş olan uzunca kırmızı halıda ilerleyerek kapıya geldi. Oradaki güvenlik de ismini listede bulunca içeri girdi. X-ray cihazından geçtikten sonra şirketin içine de göz gezdirince en az dışı kadar harika göründüğünü düşündü. Normalde iki yanda yer alan koltuklar kaldırılmış; onların yerine uzun, küçük, yuvarlak masalar etrafa yerleştirilmişti danışmada. Daha ilerideki; danışmada çalışan kadının yeri olan masa da yüzeyine serilen örtü, etrafını saran ışıklar ve üzerine yerleştirilen yiyecek ve içeceklerle bambaşka görünüyordu. Diğer şeylerin kaldırılmasıyla oluşan bu yer, alışkın olduğu danışmadan kat ve kat daha büyük görünmüştü gözüne Ophelia’nın. Yavaş adımlarla biraz yürüyünce etraftaki vazoları da fark etti. Beline gelen bu siyah, büyük vazoların içinde ledlerden oluşan renkli çiçekler yer alıyordu. Ustalık ve incelikle yerleştirilmiş tüm bu ışıklar senelerdir hiç bu kadar güzel şeyler görmediğini düşündürttü ona. Küçükken babası ve annesiyle gittikleri davetlerdeki dekorasyonlara benzetti bu hazırlıkları.
Bir yandan etrafı incelemeye devam ederken bir yandan da tanıdık birilerini bulmak umuduyla insanları incelemeye başladı genç kız. Ki işinin ne kadar kolay olduğu tartışılırdı çünkü salon şimdiden oldukça kalabalıktı. Sadece eğitmenler ve öğrencilerden oluşmuyordu bu kalabalık. Mitash Şirketini bu önemli gününde yalnız bırakmak istemeyen Alexander ve William Cruz'un iş arkadaşları, başka şirketlerden gelen davetliler ve daha niceleri buradaydı. Bir sürü tanımadığı insanla burada olmak gerilmesine neden olmuştu.
İki tane özenle giyinmiş adamın etrafında oluşan kalabalığı gördü. Adamlar ellerindeki zarif görünümlü kadehlerden içeceklerini yudumlarken yanındakilere çeşitli hikayeler anlatıyor gibi görünüyorlardı. Bunlar Alexander ve William Cruz'dular. Şirketlerinin bu özel gününde gelen misafirlerle vakit geçiriyorlardı.
Ophelia'nın gözü William'ın arkasında duran üç kişiye kaydı. Uzun kumral saçlı kızın giydiği iddialı elbiseden dolayı fark edilmemeleri olanaksızdı zaten. Bu kişi Rebecca'ydı tabii ki de. Giydiği narçiçeği renkli omuzları düşük elbise tam olarak onun ilgiyi seven kişiliğini yansıtıyor, tüm dikkatleri üstüne çekiyordu. Kızın yanında ise üstüne tam oturmuş, siyah renkte bir takım elbise giymiş Felix ve oldukça zarif görünen anneleri Crystal Cruz duruyordu.
Ophelia içten içe de olsa ikizlerin kendisini görmesini istemedi. Rebecca ile uğraşmak için fazla heyecanlıydı bugün.
İnsan kalabalığına son bir kez bakıp ilerlemeye devam etti. Geçen bir dakikadan sonra fark ettiği pembe saçlar rahatlamasını sağladı. Tanıdık birilerini bulmuştu. Oraya doğru ilerledi hemen.
Bir masanın önünde duran pembe saçlı kızın yanına varınca diğerlerinin de orada olduğunu gördü. Projedeki birkaç kişi hariç diğer tüm öğrenciler bir aradaydı. Anlaşılan o ki tek gerilen o olmamıştı. Bu yüzden herkes bir araya toplanmıştı.
"Merhaba." diye genel olarak herkesi selamladı. Diğerleri de kıza karşılık verdikten sonra küçük gruplar halinde ilerlettikleri sohbetlerine geri döndüler.
"Çok güzel olmuşsun Ophelia."dedi Beatriz hayranlıkla bakarken. Teşekkür eden Ophelia, Melinda'nın aksine üstündekileri iyi bulan birinin olmasına sevindi. Sonrasında da siyah uzun kollu, sade bir elbise giymiş yanındaki kızın da çok hoş göründüğünü düşündü ve ekledi "Sen de öyle, çok iyi görünüyorsun."
Ophelia'nın öbür yanında kalan Cody'de söze atlamadan edemedi. "Hemen kız dayanışması tabii. Yok 'Çok güzel olmuşsun.' Yok 'Harika görünüyorsun.'... Bize bir 'Çok yakışıklı olmuşsun.' diyen yok ama."
İki kız da gülmekten kendini alamadı. Artık arkadaşlarının bu haline alışmışlardı.
Beatriz hemen Ophelia'ya dönüp Cody'ye hitaben konuştu. "Kıskandı işte, ne yaparsın?"
"Bazılarını da böyle olduğu gibi kabul etmekten başka çare yok işte."
Buna kendi de gülse de bir kere daha söylenmekten geri kalamadı Cody. Boğazını temizleyip söze girdi. "Neyse ben harika göründüğüm gerçeğini siz söyleseniz de söylemeseniz de zaten biliyorum. Ama şunu da belirtmeliyim ki Beatriz bence kıyafetin yanlış." İki kızın da kaşlarını çatıp anlamak istermişçesine ona baktığını görünce devam etti. "Oldu da yine bir olay yaşandı diyelim. Elbiseyle adamları nasıl haklayacaksın, söyle bakalım?" Bu ihtimali düşünmediği için onu kınadığını belli eden bir ifadeyle cıkcıkladı.
Pembe saçlı kız tam yanıtlamak üzere ağzını açmıştı ki başka bir ses onu böldü. "Ben de Cody'ye katılıyorum aslında. Oldu da yine kapkaççı çetesiyle karşılaştık diyelim. Ne yapacaksın Beatriz?"
Sesin sahibi tabii ki de eksik olan son öğrenciydi, Andrew'du. Aralarında yaşanan hızlı bir selamlama faslının ardından Andrew sorusunu yineleyince Beatriz açıklamaya girişti. “Siz rahat olun arkadaşlar. Ben bir şekilde hallederim. Her ne kadar öyle bir durumu tekrar yaşama ihtimalimiz oldukça yüksek(!) olsa da..."
Birkaç dakika sessizce etraflarındaki kalabalığı izledi bu dörtlü. Herkesin gözündeki heyecandan kaynaklanan parıltı oldukça canlıydı.
"Biraz ani olacak ama şunu söylemek istiyorum ki iyi ki tanımışım sizi. Siz olmasanız burada asla rahat hissedemezdim kendimi. Bu program bittikten sonra da bağımızı koparmayalım." İçten gülümsemesiyle hepsine teker teker baktı Ophelia.
"Tabii ki kızım. Bak hiç rahat bırakıyor muyum sizi bundan sonra. Sürekli ararım ben. Sıkılırsınız hatta." dedi Cody bir kolunu Ophelia'nın omzuna atarken.
"Bu oğlanları bilmem ama ben de seninle iletişimimize devam etmeyi çok isterim Ophelia."
"Biz neyiz? Dış kapının mandalı mı?" diye ekledi Andrew da Beatriz'e hafifçe vurarak.
Bir kez daha kahkaha attıkları sırada Ophelia isminin seslenilmesiyle arkasını döndü. Ona seslenen, ilk andan beri ara ara etrafı gözleriyle tararken bulmayı istediği kişiydi: Annesi
Arkadaşlarına birazdan geri döneceğini söyleyip annesinin yanına ilerledi. Sımsıkı sarıldıktan sonra bir köşeye geçtiler.
Ophelia, "Geldiğimde seni aramayı düşündüm ama son dakika halletmen gereken işlerin varsa engel olmayayım dedim. En azından davetin resmi olarak başlayacağı saate kadar beklemeye karar verdim." diye açıkladı kendini.
"Evet, aslında son dakikaya kadar yetiştirmem gereken şeylerle uğraştım. Sonrasında da sizin gelmeniz gereken saati geçtiğimizi fark edince seni bulmak için biraz etrafa bakınayım da güzel kızıma son görevinden önce başarılar dileyeyim dedim ben de... Bu görevin üstesinden de layığıyla geleceğin konusunda hiç şüphem yok canım. Yine de başarılar diliyorum. Sadece rahat ve dikkatli ol."
"Tamam, hem rahat hem de dikkatli olurum anne. Tabii ikisi aynı anda nasıl oluyorsa." dedi gülerken genç kız.
Gülmesini gizlemeye çalışan kadın da sinirli görünmeye çalışarak "Annelerle dalga geçilmez küçük hanım. Hem dikkatli hem de rahat ol diyorsam öyledir." dedi. Kendisinin de rolünü sürdürebilmesi çok uzun sürmedi Jullie'nin. O da gülme konusunda kızına katıldı en sonunda.
Tam zamanı olduğunu düşünen Ophelia aklındaki şeyi dile getirmek üzere söze girdi. "Şey...anne benim sana söyleyeceğim bir şey var aslında. Sürprizle, teklif arası bir şey. Düşündüm de eğer bu görevi de başarıyla tamamlayabilirsem kutlama amaçlı dışarıda akşam yemeği yemeye mi gitsek?.. Ama ben ısmarlayacağım. Sana genel olarak ettiğim bir teşekkür gibi düşün. Her şey için hep yanımda olduğundan, proje konusundaki desteklerinden, her şeyden önce beni düşünmen ve harika sevginden dolayı...falan." Mahcup olduğunu belirtircesine dudağını ısırdı genç kız.
Jullie hemencecik kızının boynuna atladı bu düşünceli teklifinden sonra. "Ah canım benim, çok tatlısın. Eğer istiyorsan birlikte bir kutlama yemeğine gidebiliriz ama illa senin ısmarlamana gerek yok. Hem senin mutlu olman benim için en büyük teşekkür zaten, merak etme? Ben senin annenim tabii ki de seni düşüneceğim. Bunun için bir teşekküre de gerek yok zaten"
Geri çekildiklerinde kadının gözlerinin dolmuş olduğunu fark etti Ophelia. Onun aklıysa annesinin son cümlesindeydi. Annesi yaptıklarının doğal şeyler olduğunu düşünüyordu. Her ebeveynin yaptığı doğal şeyler. Ama Ophelia'ya göre öyle değildi çünkü bunları yapmayan ebeveynlerin de olduğunu çok iyi biliyordu. Mesela babası, artık kızının varlığını bile unutmuş gibi davranan babası...
Annesinin tekrar konuşmasıyla Ophelia da düşündüklerini bir kenara kaldırıp kadına odaklandı. "Hem madem bir kutlama yemeği istiyorsun, o zaman önce onu hak etmelisin. Değil mi? O yüzden diğerlerinin yanına dön de biraz arkadaşlarınla sohbet edip rahatla. Birazdan da göreve götürürler sizi zaten. Hadi bakalım iyi şanslar canım. Seni çok seviyorum."
"Tamamdır annem, teşekkürler. Ben de seni çok seviyorum."
"Anne-kız ne kadar da tatlısınız böyle?" Diana Green'in yaklaşan sesi duyulmuştu. “Merhaba Ophelia. Çok güzel görünüyorsun. Kıyafetin çok yakışmış." Genç kıza sıkıca sarılmıştı gelir gelmez.
"Çok teşekkür ederim Bayan Green. Siz de aynı şekilde, çok hoşsunuz."
"Klasik, her zamanki kombinim işte. Sonuçta biz yalnızca buradaki kutlamada bulunacağız o kadar. Bugünkü büyük parti sizin için. Biz davetli değiliz maalesef." Dudaklarını büzen genç kadın Jullie'nin dalgasına maruz kalmıştı. "Yaşlandık artık Diana. Bu tarz gençlik partileri sana çok yorucu gelir zaten."
"Ben kendimi hala şuradaki gençler gibi hissediyorum. Aralarına geçsem hiç sırıtmam bence." Bunun üzerine üçü de birbirlerine bakıp kıkırdadılar.
"Neyse, ben sana başarılar dilemek için gelmiştim Ophelia. Eminim ki son görevini de hakkınla yerine getireceksin. Sana annenin de benim de güvenimiz tam." Kadının samimi olduğu gözlerinin içinin gülüşünden belliydi.
"Bunu söylediğiniz için sağ olun. Biraz stresliydim ama ikinizin de sayesinde kendimi daha iyi hissediyorum."
Genç kız son kez annesine baktı. Tüm kudretini, asaletini, her şeyini aldığı kadına baktı. Ne kadar çok zorluklar atlatmışlardı beraber. Birçok insanın defalarca yorulup yüzmeye çabalamayacakları sulardan geçmişlerdi beraber. Annesi hiçbir zaman pes etmemişti. Kızını her konuda sonuna kadar desteklemiş, güven kazanmasını sağlamıştı. Ophelia ona sahip olduğu için gerçekten de çok şanslı olduğunu iliklerine kadar hissetti o anda.
"Hadi kızım. Biz gidelim şimdi. Sizleri de birkaç dakikaya içeri alırlar. Başarılar. Bay Heath beklediğimden iyi iş çıkardı aslında. Başında o oldukça projenin sıkıntısız bir şekilde ilerlemesini beklemiyordum."
Diana da "Aman Jullie, sen de şu adamı bir türlü sevemedin." dedi. Sonra da kızıl saçlı kıza bakıp "Görüşürüz Ophelia."diye ekledi.
Genç kız diğerlerinin yanına dönerken gülümsemekten alıkoyamıyordu kendini. Hayatının alt üst olduğu zamandan bu yana pek çok şey başına gelmişti ve genel olarak çoğu da kötüydü. Şimdi ise, uzun bir aradan sonra artık yalnızca iyi şeyler olmaya başlamıştı. Annesi ile huzurlu ve iyi sayılabilecek koşullarda bir hayatları vardı, proje sayesinde eğitimine katkıda bulunabilmişti, yeni arkadaşları vardı...
Melinda dışında bir daha hiçbir arkadaşının olmayacağını düşünürken iki yıl sonra yanıldığını fark etmişti. Başta Andrew, Beatriz, Cody gelmek üzere projedekilerle arkadaştı ve Dylan ile de öyleydi aslında. Hem de arkadaşı olduğunu sandığı ve olaylardan sonra yalnızca onun dedikodusunu yapmakla ilgilenenler gibi değil de gerçekten arkadaştı bu insanlarla. Hatta belki April'ı da sayabilirdi onlarla birlikte. Henüz tam olarak arkadaş değillerdi ama bu yolda ilerlemelerini sağlayan özel bir bağ oluşmuştu aralarında, hissedebiliyordu.
Annesinin bile yakın bir arkadaşı vardı. Diana ile ikisi oldukça iyi anlaşıyorlardı ve annesinin senelerce yalnız olduğunu izledikten sonra sonunda beraber vakit geçirdiği bir arkadaş bulması Ophelia'yı da çok mutlu etmişti.
Düşündüğü tüm bu şeylerle gülümsedi genç kız. Sanırım artık bir şeyler yoluna giriyordu.
Kum saatinde düşmeyi bekleyen yalnızca birkaç kum tanesi kalmıştı. Yelkovanın ufak bir hareketi daha ve...
Her şey tahmin edemeyeceği bir şekilde alt üst olacaktı. O ve başkaları için. Yalnızca birkaç kum tanesi sonra...
*****
"Selam, nasılsınız?" diyen ses ile bakışlar masaya yaklaşan oğlan ve kıza döndü.
Cody girdi hemen lafa. "İyiyiz. Tabii biraz da gergin ve heyecanlı. Eee, siz nasılsınız bakalım Felix ve... Rebecca'ydı değil mi?"
Ophelia bakışlarını Rebecca'ya çevirip sessizce bekledi. Kızın Cody'ye bağırıp çağırması ya da laf sokmasıydı beklediği çünkü Rebecca'yı tanıyordu. Projedeki basit birinin ona karşı böyle rahat ve arkadaşmışçasına davranmasına tepki vereceğini biliyordu.
Lakin öyle bir şey olmadı. Kumral saçlı kız yalnızca başını sallayarak ismini doğru söylediğini belirtti o kadar. Ophelia'nın kaşları şaşkınlıkla yukarı kalktı. Belki de Rebecca, karşısındakini muhatap olmaya layık bile bulmamıştı ve o yüzden böyle bir tepki vermişti.
Ophelia'nın uzun uzun düşündüğü ama gerçekte yalnızca birkaç saniye olan sürenin ardından Felix de yanıt verdi. "Açıkçası biz bile heyecanlıyız. Yani sizin heyecanlı olmanızdan doğal bir şey yok bence. Yine de halledeceğinize inanıyorum ben. Nasıl olsa bu zamana kadar iyi iş çıkardınız."
Birkaç onay ve teşekkürün ardından Andrew girdi söze. "Umarım hallederiz, iyi bir şekilde. Yoksa tüm bu şaşalı etkinliğe yazık olur değil mi?" dedi gülerek etrafını gösterirken.
Beatriz de ekledi. "Evet, ben de katılıyorum. Eğer bugün beklenenin aksine olur da Şans Projesi başarısızlıkla sonuçlanır, bu öğrenciler şirketin onca yıldır üstünde çalıştığı bir projenin başarısızlığa uğramasını tetiklerse bu tam bir fiyasko olur. Biraz da bu yüzden gerginim aslında."
Sonuçta onların son görevi aynı zamanda şirketin asıl büyük projesinin tamamlanması için gerekli son adımlardan biriydi. Eğer onlar çuvallarsa yalnızca kendi projelerini ve son görevini değil şirketin yıllardır üstüne çalıştığı önemli bir projenin onlara düşen adımını mahvetmiş olacaklardı.
"Merak etmeyin. Eğer dedemi biraz tanıyorsam işlerini riske atmayacağını ve şansa bırakmayacağını da biliyorum. Eminim görev zor değil de rahatlıkla yapabileceğiniz bir şeydir. Siz rahat olun." Felix onları rahatlatmaya çalışıyordu.
Aslında tahmini bir bakıma doğruydu. Alexander Cruz tabii ki de yıllardır verdiği emeği birkaç çocuğun eline teslim etmiyordu. O, bu çocukları işinin başına getirmişti çünkü onlara ihtiyacı vardı. Asla projeyi mahvetmelerine de izin vermeyecekti. Bunun için her şeyi hazırlamıştı.
"Ben de öyle olduğunu düşünüyorum aslında. Çuvallayamayacağımız bir görevdir herhalde. Yoksa bizi dahil etmezlerdi. Tabii bu yine de gerilmemi ve stres olmamı engellemiyor." diye aklındakileri dile getirdi Ophelia.
Açıkçası Rebecca'nın dikkatini olabildiğince az çekmek adına bu sohbete katılmamayı seçmişti. Rebecca'nın her türlü onunla uğraşacağını biliyordu ve konuşmaya dahil olması bu durumu arttırabilirdi ona göre. Ama fark etti ki Rebecca onunla uğraşmayı geç ona bakmıyordu bile ve bu... garipti. O da biraz bu yüzden dahil olmuştu sohbete. Kızın ne yapacağını merak ettiği için. Felix'in fikrine katıldığına göre onlarla ilgili bir ima yapardı herhalde, değil mi?
Sonuç hiç de beklediği gibi olmadı. Konuşma devam ederken Rebecca yalnızca bakışlarını kalabalık salonda gezdiriyordu o kadar. En sonunda, birkaç dakikanın ardından söze girdiğindeyse Ophelia yine beklediğini alamadı.
"Felix... Artık gidelim istersen, annem bizi bekliyordur." Kardeşini başını sallayarak onayladı Felix de. “Evet, biz gidelim o zaman. Görüşürüz, tekrardan başarılar."
Gitmeden önce bakışları Ophelia'ya kaydı. Kendisi de kardeşinin bu garip hâllerini fark etmişti ve bunu anlayabilecek bir diğer kişinin de Ophelia olduğunu biliyordu. Birkaç saniyelik bakışmada ikisi de birbirinin Rebecca'nın normalden farklı davrandığını tespit ettiklerini anladı.
İkizler uzaklaşıp gözden kaybolduktan sonra Beatriz içinde tuttuğu soruyu hızla dışına vurdu. Ophelia'ya yönelik konuşuyordu. “Açıkçası senin anlattıklarından sonra Rebecca'yı böyle beklememiştim. Ben mi yanlış düşündüm yoksa o mu tuhaftı bugün?"
Başını sallayan Ophelia kızı yanıtladı. "Aslında onun bugünkü hâline ben de anlam veremedim. O böyle biri değildir. Hatta bundan bir ay önce şirkette karşılaştığımız zaman da böyle değildi. Bildiğim Rebecca gibiydi. Olayları çarpıtıp süsleyerek seni ezmek için her şeyi yapan, sinir bozucu imalarda bulunan, hedef aldığı kişiyi yerin dibine sokmak için elinden geleni ardına koymayan... Az önceki hâlini bu zamana kadar hiç görmemiştim. Bu çok... ilginçti."
*****
Sarışın kızın içi içini kemiriyordu. Gerçekten de kötü bir şey olabilir miydi? Bu zaman kadar bunun saçmalık olduğunu düşünmüştü ya da en azından kendini buna inandırmaya çalışmıştı. Sonuçta ortada esrarengiz sırlarla dolu bir bilinmezlik yoktu. Her şey oldukça açık ve netti. Moda sektörünün başını çeken, moda da olduğu kadar moda için tasarladığı bazı teknolojik aletlerle de devrim açan bir şirketti Mitash. Şimdi de güzel bir başarıya daha imza atıyordu yalnızca. Hatta çifte başarıya. Hem tamamladığı önemli bir yenilikle hem de ihtiyacı olan öğrenciler için yürüttüğü projeyi tamamlayarak.
Ayrıca şirketle ilgili kötü bir şeyler olsa amcası hâlâ orada çalışıyor olmazdı, öyle değil mi? Fakat ne kadar çabalasa da Dylan ile Alexander Cruz olduğunu varsaydığı adam arasındaki konuşmayı unutamıyordu. Bir anda içine doğan kötü hissin kaynağı olan konuşmayı. Bilinçaltında ona bir şeylerin ters gittiğini anlatmaya çalışıyordu sanki.
Melinda düşünceleriyle boğuşurken arabanın durduğunu bile fark edememiş, şoför ona seslenince kendine gelebilmişti.
Tam arabadan inmek üzere elini kapı koluna götürmüştü ki öyle kaldı.
Ne zamandan beri gerçeklerin peşine düşmek yerine öylesine avuntularla her şeyin yolunda olduğuna inandırıyordu ki kendini. Tamam, konu bu sefer okuldaki hatalı davrandığını düşündükleri bir kişi olmayabilirdi ama sonuçta yine de benzer bir durumdu. Bir şeyler dönüyordu ve bu durum habersiz insanlara zarar verebilirdi. İşte gerçek buydu... O da kimse zarar görmesin diye elinden geleni yapmak zorundaydı, her zamanki gibi.
Ne yapacağını artık biliyordu. Hemen telefonunu çıkarıp Ophelia'yı aradı. Çalma sesi gelirken sabırsızca ayağıyla ritim tuttu. En azından ona duyduğu konuşmadan bahsedebilirdi. Belki o, bu konuşmanın doğru şekilde yorumlanmasını da sağlardı hem. Bu zamana kadar zaten proje için gergin olan kızın aklını bir de büyük ihtimalle boşa çıkacak endişeleri ile doldurmak istememişti. Lakin artık daha fazla sabredemezdi. Ne olursa olsun en yakın arkadaşı ve diğer masum insanların zarar görmeyeceğinden emin olmalıydı.
Telefonun bir ucunda uzun uzun bekledikten sonra çağrının açılmadığına dair "Bip" sesi gelince telefonu kulağından çekti sarışın kız. Yalnızca bir saniyenin ardından şoföre döndü ve konuştu. "Gitmeliyiz... Hemen Mitash Şirketine gidelim. Olabildiğince hızlı, lütfen!" Bir yandan da tekrar aramak üzere bakışlarını telefonun ekranına yönelten kız kendi kendine mırıldandı. "Lütfen yalnızca her şeye burnunu sokup olayları yanlış anlayan ve ortalığı velveleye veren biri olayım. Lütfen..."
*****
"Rebecca."
...
"Rebecca!"
....
"REBECCA!"
İrkilen kız hızla yanında duran oğlana döndü.
"Rebecca sen iyi misin? Bir saattir sana sesleniyorum. Kötü görünüyorsun, dalıp gitmiş gibisin ve garipsin. Huzursuz gibi."
Kız birkaç saniye duraksadı ve ardından konuştu. "Yok bir şeyim, iyiyim. Yalnızca biraz havasız sanki burası. Çok kalabalık. Biraz başım ağrıdı ve...sanırım midem de bulanıyor." Sonrasında masada duran çantasını eline alıp harekete geçti ve devam etti. "Biraz hava almalıyım. İyi gelecektir."
Felix de hareketlendi. "Tamam, ben de seninle geleyim." Ama genç kız durdu ve oğlanı da durdurdu. "Gerek yok Felix. Yalnızca bunaldım. Biraz hava alacağım o kadar."
"Olsun, ben de geleyim. Pek iyi görünmüyorsun, aklım sende kalır. Hem burada ben de daraldım. Uzaklaşmak bana da iyi gelir."
Karşısındakinin ne kadar kararlı olduğunu anlayan kız başını sallayarak onayladı onu. "Pekâlâ, sen de gel."
İki kardeş birlikte şirketin görkemli kapısına doğru gitmek üzere kuzey tarafındaki merdivenlere yöneldi. Kapıdaki güvenliklerin yanından geçip serin kış akşamına ayak bastılar. Şirketin içindeki konukların ince ve dekolteli kıyafetler ile durabilmelerini sağlayan sıcaklığın üstüne bu hava ikisinin de irkilmesine sebep olmuştu. Çıkarken giydikleri kabanlara sıkıca sarındılar. Yavaş adımlarla caddeyi geçip karşı kaldırıma ulaştılar ve öylesine yürümeye başladılar. Sanki sözleşmiş gibi aynı yöne sakince ilerlerken Rebecca'nın bakışları etrafta geziniyordu, Felix'inkiler ise kardeşinin üzerindeydi. Bir şeylerin yanlış olduğunu hissediyordu onunla ilgili. Her ne kadar çoğu davranışını yanlış bulsa ve hatta kendisiyle sürekli uğraştığından sık sık ona gıcıklık, öfke gibi duyguları da beslese Rebecca onun kardeşiydi. İçten içe ona duyduğu sevgi sonsuzdu. Bir derdi vardı ama söyleyecek gibi de durmuyordu. O yüzden o ân ısrar etmek yerine başka bir öneride bulunmayı denedi Felix. "Yakınlarda bir cafe var. Gitmeye ne dersin?"
"Ailemiz için onlarca yıldır önem arz etmiş olan projenin kutlama davetinin ortasında ve bu halde mi?" Bir yandan da üstündeki iddalı elbiseyi, saçındaki inci yerleştirilerek yapılmış gösterişli topuzu, makyajını ve siyah topuklu, bilek yerlerindeki iplerinin dizine kadar dolandığı ayakkabıları işaret etti.
"Neden olmasın ki? Sonuçta bu davet gece yarısına kadar devam edecek. Yani en azından bizim için. Zaten şu sırada davetlilerin çoğu da sınavda. O yüzden bir saatliğine ortadan kaybolmamız hiçbir şeyi etkilemez bence. Kıyafetlerimize gelecek olursam şunu söyleyebilirim ki... her zaman sevdiğin gibi yine dikkatleri üstüne toplarsın. Bu çılgınlığa var mısın Rebecca Cruz?"
Kız, belki de bu akşam ilk kez gülümsedi ve konuştu. "Ne diyebilirim ki? Çok cazip bir teklif. Hadi gidelim!"
İki kardeş şirketten daha da uzaklaşıp kafeye doğru yol aldı. Aslında Felix hâlâ daha şaşkındı çünkü bu tarz davetler ve kutlamalar tam da kardeşinin zevk aldığı aktivitelerdi. Böyle bir etkinlikte bunalabilecek son kişi oydu. Zaten haftalar öncesinden bu davet için kıyafetlerini hazırlanmaya başlaması da bunun bir kanıtıydı ona göre.
Oğlan bunları düşünürken genç kız da dönüp arkasına baktı bir kez. Normalde de etrafındaki yapılara karşı görkemi ile rahatça görünebilirdi şirket ama bugün ona da giydirilmiş iddalı bir kıyafet vardı. O yüzden olması gerekenden daha da belirgindi.
Yaklaşık on beş dakikalık bir yürüyüşün ardından kafeye vardıklarında içeri kısma, şöminenin hemen yakınındaki iki kişilik bir masaya geçtiler. Tabii oraya geçene kadar ve hatta geçtikten sonra bile etraftaki tüm bakışlar onların üstündeydi. Felix bundan her ne kadar pek memnun olmasa da kardeşi için buradaydı ve bakışları görmezden gelmeye çalışıyordu. Rebecca ise normalde tatmin olacağı bu bakışlardan bu sefer ne zevk alıyor ne de rahatsız oluyordu. Gözü onları pek görmüyor gibiydi.
Yanlarına gelen garsona sıcak bir içecek siparişi verdikten sonra sordu oğlan. "Şimdi anlat bakalım, sorun ne?"
Rebecca derin bir nefes aldı. En başta düşündüğü, tek başına on dakikalığına hava alma fikri yerine Felix'le birlikte burada olmak çok daha iyi gelmişti gerçekten. Ancak yine de sorularına maruz kalacağını tahmin etmişti.
"Sadece biraz bunaldım ve kendimi rahatsız hissettim."
"Sen mi? İyi de sen bu tarz davetlerden kendimi bildim bileli zevk alırsın. Ne oldu da bu sefer bu kalabalık, resmiyet ve cafcaflı şeyler seni rahatsız etti?"
"Beni rahatsız eden onlar değildi zaten. Sadece ben... Ne yapacağım bilemedim?"
"Ne konuda ne yapacağını?"
Rebecca yine sessiz kalmayı tercih etti.
Derin bir nefes alarak uzanıp masanın üzerinde duran kız kardeşinin elini tuttu Felix. "Rebecca, cidden endişeleniyorum. Neler oluyor bilmiyorum ama canını sıkan bir şey var ve sana yardım etmek istiyorum. Sen bana hiçbir şey anlatmazsan ben sana nasıl yardımcı olmaya çalışabilirim ki? Hatırlıyor musun? Küçükken saklambaç oynuyorduk ve kabul etmelisin ki sen bu oyunda tam bir felakettin. Ebe seçtiğimiz bakıcı her seferinde seni hemen buluyordu. Bundan ötürü sana taktiklerini öğretmiştim oyunun. Hem akla gelmeyecek hem de sobelemek için çıkarken fazla zaman kaybetmeyeceğin kadar rahat bir yere saklanmalıydın. Sonrasında birkaç kez birlikte denemiştik ve sen de öğrenmiştin nerelere saklanman gerektiğini. Hatta bir süre sonra bu işte benden de iyi olmuştun-“
Kız gülerek araya girdi. "Senden daha zekiydim sonuçta. Taktiği kavradıktan sonra senden daha hızlı ve daha çabuk ilerledim bu konuda."
Felix de güldü kızın bu yorumuna. "Tabii ki de(!)... Demek istediğim şu: Yine sana yardım etmek istiyorum ama bunun için önce sorununun ne olduğunu bilmem lazım."
Birkaç saniye sessizlik oldu. İkisi de eski günleri anıyordu zihninde.
"Saklambaçta muhteşem hâle geldikten sonra bir gün bir ağacın tepesine saklanmayı düşünmüştüm. Sen de düşeceğimi ya da inene kadar çok zaman kaybedip sobeleneceğimi söylemiştin. Benim ise bir planım vardı. Durmayı planladığım dal alçaktı ama iyi kamufle olmuştu. Yani dalda otururken kendimi yavaşça aşağı bıraktığım gibi rahatça yere inebilecektim. Peki sana o zaman ne dediğimi hatırlıyor musun? Bana güvenmeni söylemiştim. Haklı da çıkmıştım. İyi bir yerdi ve o turu ben kazanmıştım." Felix o günü hatırladığını belirtince Rebecca da devam etti. "Yine aynısını diyeceğim sana. Şu an bir şey söyleyemem, henüz değil. Ama zamanı gelince her şeyi anlatacağım sana. Söz veriyorum. Bana güven."
Felix iç çekti. Şu anda öğrenmek istiyordu kardeşinin canını sıkan şeyi ama istemedikçe bir şey anlatmayacağını bilecek kadar iyi tanıyordu genç kızı. Ona güvenmesi gerektiğini de biliyordu.
"Pekâlâ, öyle olsun. Zamanı geldiğinde anlat bana. Lütfen bu zaman pek gecikmesin. Her zaman senin yanında olduğumu bil sadece."
"Biliyorum, merak etme."
Garsonun getirip bıraktığı içeceğinden bir yudum alırken uzun zamandır Rebecca ile laf sokmalar, imalar ve gıcıklıklar olmadan ilk kez konuştuğunu fark etti Felix. Burada, bu hâlde, onunla ilginç bir şekilde huzurluydu.
Aslında huzur bu akşam için doğru bir kelime olamazdı. Yakın bile sayılamazdı. Lakin bunu henüz kimse bilmiyordu. Trajediye sebep olanlar dahi...
*****
Toplantı odasında herkese anlatılan talimatlardaki adımları bir kez daha aklından geçirdi Ophelia. Tek tek açıklamışlardı görevlerini. Ardından da herkes eğitmeniyle çalışmalarını gerçekleştirdikleri odalara dağılmıştı. Orada da onları bekleyen birer makine vardı. Son görevleri için kullanacakları makineler.
Ophelia odanın kapısını açtığında gözüne ilk çarpan gri renkte, özenle ütülendiği belli takım elbisesinin içinde düşünceli bakışlarıyla etrafı süzen Dylan oldu. Bir koluyla programın son görevinin gerçekleştirileceği makineye dayanıyor, sanki ondan güç alıyor gibi görünüyordu.
"Ophelia, hoş geldin. Bugün nasılsın?" Yüzündeki hafif gülümseme solgun bir çiçeği çağrıştırıyordu adeta. Düzgün kıyafetlerine, jöleli saçlarına rağmen Dylan...dağınık görünüyordu. İncinmiş bir ruhun dışa vurumu gibiydi duruşu. Sesi derinden geliyor, kendi cümleleri boğuyordu sanki genç adamı.
Ophelia bugün Dylan'ı bu şekilde görmeyi kesinlikle beklemiyordu. Son birkaç gündür kızın anlamlandıramadığı şekilde dalgındı Dylan. Enerjisini emen etmenler vardı sanki. Genç adamın hayatın gerçekliğinden uzak durmasına sebebiyet veren detaylardı bunlar. Özel hayatında karşısına bir pürüz çıkmış olabilir diye düşünüp sorgulamamıştı Ophelia. Fakat bir aydır hakkında heyecanlandıkları bu özel günde de aynı şekilde davranıyordu. Dylan için endişelendi genç kız bunları düşünürken. Kısa bir süre sonra öğrenecekti ki Dylan, hakkında endişelenmesi gereken son kişi olacaktı o gece.
"İyiyim. Hatta çok heyecanlıyım. O yüzden zil bir an önce çalsın da başlayalım istiyorum." Toplantı salonunda verilen talimatlardan biri de son görevin zil sesiyle başlayacağı yönündeydi. "Son gün ne kadar çabuk geldi, değil mi?"
"Çok çabuktu evet." Bir süre durdu Dylan ve sonra söze girdi. "Zaman...Ne kadar tuhaf bir şey değil mi? İnsanların bazı durumlarda zamanı geriye sarabilmek için kurban edebilecekleri ne kadar çok şey varmış meğer. Zamanın akışında boğulup gitmeye mahkûm kalanlar ne yapsın peki?" Daha çok kendi kendine konuşuyordu. Bunu yaparken de etrafı izliyordu sadece. Ophelia'nın orada olduğunu unutmuş gibiydi.
Dylan yorgun gözlerini sıkıca kapatıp açtı. Kendini yenilemeye çalıştığı yüzüne kondurduğu gülümsemeden belli oluyordu. "Neyse. Ne yapacağını biliyorsun. Sana güvenim tam. Bence program boyunca çok iyi bir iş çıkardın. İyi bir ikili olduğumuza inanıyorum." Ophelia'ya oturması için makinenin ilk aşamasını gerçekleştireceği bilgisayarın önünü gösterdi.
"Bence de öyle. Bana ilk dersimizde öğretmeyi pek başaramadığını söylemiştin ama bence yanılmıştın. Senden gerçekten çok şey öğrendim. Projeyle ilgili olsun olmasın. Teşekkür ederim." Ophelia gözlerindeki minnettarlık dolu bakışıyla şimdi yere bakmakta olan adamı süzdü. Bu bir mahcup olma tepkisine benzemiyordu. Çok daha derindi...
O sırada şirketi inleten zil sesi çalmaya başladı ve hoparlörlerden güçlü bir kadın sesi duyuldu. "Sınavımız başlamıştır. Tüm öğrencilere son görevlerinde başarılar dileriz."
Dylan'ın kafasını kaldırırken derin bir iç çektiğini duymuştu Ophelia.
"Başlayabilirsin, başarılar."
Ophelia duruşunu dikleştirdi."Tamam" diye düşündü içinden. Önce ilk sayfanın kodlarını yapmalıydı, sonra da ikinci adıma geçebilirdi. En sonunda da makinenin fiziksel parçalarını monte ederek hareket etmeliydi.
Tam başlamak üzere makinenin kod ekranına uzanmıştı ki bir ses ona engel oldu.
"DUR!"
Kız şaşkınlıkla donup kalırken genç adama döndü. Adeta bembeyaz kesilmiş olan Dylan daha önce hiç görmediği kadar kötü göründü gözüne. Sınav başlamadan önce de oldukça solgundu ama şu andaki haliyle kıyaslanamazdı bile.
"Neden?" diye sordu Ophelia kaşları çatılırken. Dylan birkaç saniye sessiz kaldı ama sanki kafasının içi de bir o kadar gürültülüydü. Geçen sürenin ardından bakışlarını sabitlediği yerden kaldırıp kızın gözlerinin içine baktı. Ophelia'nın o gözlerde net olarak gördüğü tek bir şey vardı: Kararlılık. Dylan çok büyük bir çaba sonucu önemli kararlar vermiş gibiydi.
"Yapamam. Bunu sana yapamam."
Kum saatinin yarısı çoktan boşalmıştı. Ancak zaman hep en çok arzulanan anda yavaş, en heyecanlı kısımda ise hızla geçerdi.

~ JULLIE GILLS
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |