
"Yapamam. Bunu sana yapamam. Gitmeliyiz!"
Ophelia hiçbir şey anlamamıştı. "Nereye gitmeliyiz, neler oluyor Dylan?"
Derin bir nefes alan Dylan hızlıca girdi konuşmaya. "Bir an önce buradan gitmeliyiz, yoksa zarar göreceksin. Söz veriyorum sana her şeyi anlatacağım ama bunun için önce buradan uzaklaşmalıyız, güvenli bir yere gitmeliyiz. Kaybedecek vaktimiz yok."
Kız birkaç kez bir şeyler demek üzere dudaklarını araladı ama sanki hangi kelimelerin dökülmesi gerektiğini bilemiyordu.
"Dylan...sen...neyden bahsediyorsun? Ne zarar görmesi, ne gitmesi? Son görevdeyiz ve her şeyi bitirmek üzereyiz. Neden bir aylık çabamızı bırakıp gitmeliyiz? Sen iyi misin?"
Şiddetle başını iki yana salladı Dylan. "Hayır, buradan gitmezsek asla iyi olamayız. " Karşısındaki kızı ikna edebilmek için derin bir nefes alıp kendini sakinleştirmeye çalıştı. Soğukkanlı olmalıydı yoksa boşa zaman kaybedecekti. "Bak biliyorum, bunu demem için çok tuhaf bir an ama bunun nedeni kararımı vermek için çok zaman harcamış olmam. Kendimi çok büyük bir ikilemde buldum fakat sonra şunu fark ettim...Bunlara göz yummamı istemezdi. Eğer bir gün tekrar ona kavuşabilirsem ve benim ses çıkarmadan tüm bu olan bitene seyirci kaldığımı öğrenirse bir daha benim yüzüme bile bakmaz. Yani demek istediğim şu ki bu son görev sana zarar verecek ve ben buna izin veremem. O yüzden de buradan bir an önce çıkmalıyız..." Artık gücü tükenmiş gibiydi. Sesi titriyordu. "Yoksa zarar göreceksin."
Duydukları karşısında birkaç saniye afalladı Ophelia. Bu son görev ona nasıl zarar verebilirdi ki? Basit bir sınav değil miydi içinde bulundukları durum? Sadece makine kodlamayacaklar mıydı?
Dylan'ın dedikleri ona o kadar anlamsız geliyordu ki neredeyse genç adamın delirdiğini düşünecekti. Bakışlarını çevirip biraz ilerisindeki makineye kilitlendi. Bir yükseltinin üzerine koydukları makine, neredeyse onun boyunun yarısına gelen bir kutuyu andırıyordu. Onunla ilgili dikkat çeken tek şey ise ön yüzeyinde yer alan geniş ekran kısmıydı o kadar. Ona ne zararı dokunabilirdi ki?
Dylan'ın söze girmesiyle bakışlarını makineden çekip ona odakladı kız tekrardan. "Bak, her şey delice geliyor biliyorum ama doğruyu söylüyorum. Bir an önce buradan çıkmalıyız. Senden tek bir şey istiyorum Ophelia: Bana güvenmeni. Lütfen, şu an sadece bana güven. Lütfen!" Sonra da karşısındaki kıza elini uzattı.
Kendisine doğrultulan ele kararsızlıkla baktı Ophelia. Normalde olsa Dylan'a güvendiğini rahatlıkla söyleyebilirdi. Onu yalnızca bir aydır tanıyor olabilirdi ama bu süreçte onunla saatlerce zaman geçirmiş, birbirlerine en derin yaralarını bile açmışlardı. Pek çok konuda güç almıştı ondan. Ancak şimdi genç adam ondan öyle çılgınca bir şey istiyordu ki...Eğer şimdi giderse projeyi tamamlayamamış olacak ve ne sertifikasını ne de parasını alabilecekti. Ayrıca böyle bir anda gittiği için annesini de zor durumda bırakmış olacaktı.
Karşısındaki, az önce söylediklerini duymamış olsa gözü kapalı güvenebileceği adama baktı. Ya gerçekten de başına bir şey gelecekse? O zaman annesi de zaten bir an önce buradan uzaklaşmasını istemez miydi? Diğer hiçbir şeyin de önemi kalmazdı, değil mi?
Derin bir nefes alıp Dylan'ın gözlerine baktı. "İtimat et." diyordu gözlerinin altındaki perdeye gizlenmiş sözcükler. Adamın gözlerinden hissettiği kararlılığı kendisininkilere de yerleştirmeye çaba gösterip kendisine uzatılan eli tuttu. "Tamam...gidelim!"
Karşısındaki kızı sonunda ikna edebildiği için rahatlayan Dylan tuttuğunu bile fark etmemiş olduğu nefesi bıraktı o an. Ki aslında henüz rahatlamak için çok erkendi çünkü şirketten çıkmak o kadar da kolay olmayabilirdi.
Birlikte bulundukları odadan çıkan ikili dikkatle etrafı kolaçan etti. Koridordaki diğer tüm odaların kapıları hâlâ daha kapalıydı. Odadan çıkıp yavaş ve sessiz adımlarla ilerlemeye başladılar koridorda. Koridorun sonuna, yani tüm koridorların birleştiği ortadaki geniş alana gelmişlerdi ki orada volta atan biriyle karşılaştılar. Bay Heath ile. Namı değer kurtadamla.
Adamın da onları görmesiyle bir duraksama ânı yaşandı. Ardından Dylan toparlamak için hemen söze atladı. "Şey...Biz de bitirmiştik de aşağı ini-"
Lakin Bay Heath onun sözünü kesmişti. "Bu kadar kısa vakitte en iyi öğrencinin bile bitirmesi imkânsız. Ayrıca teslim etmen gereken raporu da elinde göremiyorum Dylan." Ophelia ve Dylan birbirlerine baktılar. Mantıklı bir açıklamada bulunmak için ağızlarını açsalar da birkaç kem kümden öteye gidemediler.
Bay Heath gözlerini dikmiş Ophelia'ya bakıyordu. Bir şeyler düşündüğü, kafasında olasılıkları taradığı çok belli oluyordu. Adam yavaşça, rahatlamak istercesine gözlerini kapattı ve buna zıtlık oluşturacak şekilde hızla geri açtı.
"Aynı onun gibisin. Biliyor musun?"
Bu da ne demekti böyle? Bay Heath dümdüz, Ophelia'ya söylemişti. Fakat hakkında düşünemeden adamın ağzından daha da şok edici bir cümle çıkmıştı.
"Gidin buradan."
Böyle bir şeyi beklemeyen ikili kelimenin tam anlamıyla ağızları açık kalmış bir haldeydi.
Sesine ilk kavuşan Ophelia oldu. "Ne?" diye sordu direkt.
"Kaçıyordunuz farkındayı-" diyecekken hemen itiraz etti iki genç ama adam onları susturup konuşmaya devam etti. "Projeyi tamamlamadığınızı biliyorum çünkü sizi kameradan da gördüm." Elinde tutmakta olduğu bir tür tableti onlara gösterdi. Toplamda 19 tane olan ve her bir ayrı minik görüntüde yer alan odalar vardı. Az önce terk etmiş oldukları dışındaki hepsi de eğitmenler ve öğrencileri gösteriyordu.
"Projeyi yapmadığını gördüm Ophelia. Dylan, sana engel oldu... Aslında en başından beri umduğum buydu. Birilerinin cayıp bu korkunç hataya engel olmasıydı. Keşke ben hepsine engel olabilseydim ama..." Adam birkaç saniye sessiz kaldı. Aklı bambaşka bir yerde gibiydi. Onaylamazcasına kafasını iki yana sallıyordu.
En sonunda Dylan sordu. "Ama?.."
Bunun üstüne kendine gelen adam boş ver der gibi bir el hareketiyle o konuyu kapatıp asıl âna geri döndü. "Eğer kaçmak istiyorsanız o zaman dikkatli ve hızlı olmalısınız." dedi ve cebinden çıkardığı plastik bir kartı onlara uzattı. İkiliyi de kollarından tutup onları şirketin acil durum merdivenlerine açılan kapıya doğru çekti.
"Birileri tarafından görülmemek için sizi buraya sürükledim. Şimdi alın şu kartı ve karşıdaki koridorun en sonuna gidin. Orada diğerlerinden farklı bir kapı göreceksiniz. Hemen yanında bir ekran var. Oraya bu kartı okutun ve çıkan şifre ekranına 1502 sayısını girin. Kapı açılacaktır." Melinda'nın şirkete gizlice girerken kullandığı kapı olduğunu anlamışlardı Bay Heath'in anlattığının. "Karşınıza merdivenler çıkacak sonrasında. Oradan inince de dışarıya ulaşacak, şirketin güney doğu kanadının oralarda olacaksınız. Eğer dikkat çekmemeyi başarırsanız şirketten tamamen uzaklaşabilirsiniz."
Dylan zihninde çığ gibi büyüyen soru yığınına daha fazla katlanamamıştı. "Peki siz neden bize yardım ediyorsunuz?" Ophelia'nın aklında da aynı sorular dönüyordu.
Derin bir nefes aldı Bay Heath. Sanki ne söyleyeceğini kafasında oturtmaya çalışıyor gibiydi. Ardından karar vermiş olacak ki konuşmaya başladı. "Çünkü son 23 yıldır Alexander Cruz'un daha fazla zarar vermesini engellemeye çalışıyorum. Zarar vermesini engellemekle ve onu gerçekten bitirebilmekle uğraşıyorum."
Bu beklenmedik açıklama iki gencin de kaşlarının sonuna kadar çatılmasına sebep olmuştu. Bu da ne demek oluyordu? Tamam, Dylan Alexander Cruz tarafından tehdit edilmişti. Hatta iki kez yaşamıştı bunu ama yine de adamın ne kadar öteye geçebileceğini başka birinden duymak tüylerinin ürpermesine neden olmuştu.
Konuyla ilgili en ufak bir detayı bile bilmeyen Ophelia sordu. "Nasıl yani? Alexander Cruz kimlere zarar veriyor ve neden böyle bir şey yapıyor ki? Hem bahsettiğiniz kadar uzun bir süredir devam ediyorsa neden yakalanmadı?" Aslında aklında daha milyonlarca soru vardı genç kızın. Zaten Dylan'dan duydukları bile yeterince ağır gelmişken bir de şimdi olanlar... Bir çalışan, hatta oldukça kıdemli bir çalışan da onlara kaçmalarında yardım ediyor ve Alexander Cruz'un bir canavar olduğunu söylüyordu. Tüm dünyanın saygı duyduğu moda ve teknoloji devinin, annesinin patronunun, Felix ve Rebecca'nın dedesinin...
Adam cevap vermeden önce gülme ya da tiksinme belirten garip bir ses çıkardı. Ophelia tam olarak hangisi olduğunu anlayamamıştı. Ya da belki de her ikisini birden yansıtıyordu.
"Gerçek Alexander'ı tanımıyorsunuz. Eğer tanısaydınız şu an olan hiçbir şeye de şaşırmazdınız zaten. Biliyorum Alexander Cruz güven veren, başarılı, iyi niyetli bir insan imajı çiziyor dışarıdan bakıldığında. Fakat bunlar dışarıya gösterdiği yalanları yalnızca." Tekrardan aldığı derin bir nefesin ardından ekledi. "O bundan yıllar önce, daha on yedi yaşımdayken...beni diri diri yakmaya çalıştı!"
Sonrasındaysa yalnızca bir sessizlik oluştu. Adamın dikkat çekmemek için bağırmadan ama hararetle söylediği son cümle sanki havada asılı kalmıştı.
Ophelia düşünüyordu. Bu gerçek olabilir miydi? Yoksa adam yalnızca yalan mı söylüyordu? İyi de onlara bu yalanı söylemek ona ne kazandırırdı ki?
Ayrıca eğer ki öyle bir şey yaşandıysa bu adam hala neden Mitash Şirketinde çalışıyordu ki? Belki de Alexander Cruz'un bir açığını yakalamak içindi diye fikir yürüttü kız. Bu gerçekten de olabilir miydi? Öyleyse bile Alexander Cruz nasıl onun burada çalışmasına izin veriyordu ki?
Aslında düşününce bu olay adama kurt adam demelerine neden olan yara izlerini, saçının durumunu, zayıf vücudunu ve daha nicelerini açıklıyordu ama yine de...
Neredeyse başının döndüğünü fark etti genç kız. BURADA GERÇEKTEN NELER OLUYORDU?
İkiliye saatler gibi gelen otuz saniyenin ardından Bay Heath kararlılıkla konuştu. "Artık gitmelisiniz, zaman kaybediyorsunuz! Ben kameralarla ilgileniyorum." Elinde tuttuğu tabletteki ekranı gösterdi. Her odadaki öğrenciler ve eğitmenleri iş üstünde görülebiliyorlardı. "Kimse sizin kaçtığınızı fark etmeyecek. Sadece biri gelmeden gidin."
En başta zaten tek amaçları zaman kaybetmeden kaçmaktı ikilinin ama duydukları söylemlerden sonra zaman unuttukları bir kavram oluvermişti.
"Tüm eğitmenler...Alexander'ın yaptıklarına gönülden yardım edecek kadar sadıklar mı ona?"
Ophelia sormuştu bunu. Bay Heath'in anlattıklarından sonra hala insanlar nasıl Alexander Cruz ile çalışmaya devam edebiliyorlardı?
Başını olumsuz anlamda sallayan adam konuştu. "Hayır, bu sadakat değil. Korku ya da arzu, Ophelia. Ben gerçekten ona sadık olan birileri var mı bilemiyorum. Oğlu bile..." Cümlesini yarıda kesmişti. Dibine inemeyeceği derinliğe ulaşmıştı sanki sözleri.
"İhtiyaç duyduğu herkesi ya bir şey teklif ederek ya da bir şeyle tehdit ederek yanında tutuyor. İnan bana bunlar basit değiller. Oldukça ama oldukça güçlü tehditler ya da teklifler. Uğruna vazgeçemeyecekleri teklifler." Dylan'a kaçamak bir bakış attı Bay Heath. Dylan ise çok farklı bir dünyada gibiydi. Kendisinin el vermediği, olmasına dayanamadığı bazı şeylerin şu anda başkalarını başına geliyor oluşu yüzüne çarpmıştı.
"Peki ya diğerleri, diğer öğrenciler...?"
"Diğerleri. Diğer öğrenciler. Masum insanlar. Arkadaşları..." Bir kez daha yüzleşti gerçekle Ophelia. Burada yalnızca o ve Dylan yoktu. Ne olduğunu kendilerinin bile bilmediği, bu işe bulaşmak zorunda kalan bir sürü suçsuz can daha vardı.
Bay Heath başını iki yana salladı Dylan'ın sorusundan sonra. "Her eğitmenle yaptığının doğru olmadığını açıklamak için belli etmeden birkaç konuşma yaptım ama hiçbiri cayacak gibi görünmüyordu. Tüm ümidim iş ciddiye binince son görev anında vazgeçmeleriydi ama öyle de olmadı, senin dışında... Bu saatten sonra olacak gibi de görünmüyor zaten. Direkt tüm öğrencileri alıp çıkarmayı isterim ama o zaman Alexander yalnızca birkaç saniye sonra bundan haberdar olur ve hiç kimse kaçamaz. Hatta daha fazla insan zarar görür, inanın bana." diye açıkladı.
Birkaç adım geri giden Ophelia hâlâ daha kapalı olan kapılara baktı titrek gözbebekleriyle. Gerçekten onları orada mı bırakacaklardı?
Dylan ona ilk başta kaçmaları gerektiğini söyleyip harekete geçtiklerinde o kadar şaşkın bir hâldeydi ki diğerleri aklına gelmemişti bile Ophelia'nın. Bundan dolayı utanç duydu. Arkadaşları onun için gözü kapalı kavgaya dalmışken o onları burada terk mi edecekti? Arkadaşlarını ve o kadar yakın olmasa da diğer masum öğrencileri...
Başını olumsuz anlamda sallayan bu sefer Ophelia oldu. "Onları terk edip gidemeyiz. Göz göre göre zarar görmelerine izin veremeyiz!"
"Başka şansımız yok Ophelia. Ya siz kaçacaksınız ve onlar kalacak ya da siz de dahil normalde olacağından daha da çok kişi zarar görecek!" diye karşı çıktı Bay Heath.
"Peki ya polis çağırsak, Alexander Cruz'u şikâyet etsek?" Tutunabileceği tek bir dayanağı bile kalmamıştı kızın. Aklıma gelen ilk öneriyi sunmuştu o da saçmaladığının farkında olsa da. Birinin çıkıp her şey bir kâbus demesini bekliyordu sadece.
Ophelia'dan duyduklarından sonra güldü Bay Heath. "Cidden bunu düşünmüş olamayacak kadar aptal olduğumu mu sanıyorsun? Ben yıllardır bunun için uğraşıyorum. Alexander'ı mahvetmek için. Asla yeterli bir kanıt ya da delil yok ortada. Bu adam saman altından su yürütmeyi iyi biliyor. Neler yaptığını kanıtlayamayız. Hem düşünsene. Ortada kanıt bile yokken polis bize mi yoksa Alexandar Cruz'a mı inanır?"
Adamın haklı olduğunu biliyordu Ophelia. Aklına gelen ihtimalle tekrar denedi şansını. "Peki şu görev tam olarak nasıl zarar verecek? Verdiği zarar bir kanıt olamaz mı? Onu yakalatsak ve bu zararı geri çevirmenin bir yolunu bulsak?"
Aldığı yanıt tüm organlarının işlevini durdurmuştu sanki. "Görevi tam olarak bitirdikleri anda onlara etki ediyor fakat anında zarar vermiyor. Yavaş yavaş. Onlar anlamayacaklar bile başlarına gelenleri. Polise gösterecek bir kanıtımız bile olsa onlar için çok geç olur. Ayrıca yine de bu işte Alexander'ın parmağı olduğunu tam olarak kanıtlayamayabiliriz."
Ophelia son cümleyi duymamıştı bile. "Onlar için çok geç olabilir." cümlesi kulağında çınlamaya devam ediyordu sadece.
"Çok geç olabilir...Bu da ne demek? Yani onların zarar göreceklerini söylediniz a-a-ama...yani onlar-" Genç kız yutkundu “…ölebilirler mi?"
Tek istediği Bay Heath'den olayı yanlış anladığına dair bir belirtiydi ama adamın bakışlarının yavaşça Dylan'a ardından da dudağını ısırarak yere kayışı her şeyi açıklamaya yetmişti. Ophelia o an cidden başının döndüğünü hissetmeye başladı. Gözlerinden akmaya başlayan yaşlar bugün için özenle seçtiği kıyafetini ıslatıyordu.
Bu nasıl olabilirdi? Nasıl bir olaya bulaşmışlardı?
Dylan'ın sorduğu soru sessizliğin bozulmasına sebep oldu. "Peki en sonunda aileler dava açmaz, çocuklarının akıbeti için şirketi suçlamaz mı? Bir anda tüm projedeki çocukların aynı anda ölmesinden bahsediyoruz. En başından beri anlamadığım kısım da bu olmuştu zaten. Alexander bunu nasıl ört pas edebilir ki? Böyle bir caniliği nasıl...aklım almıyor."
"Emin ol ki bunu ustalıkla yapacaktır. Olmadı olayı bozuk yemek hazırlayan aşçıya ya da ona şantaj kuran rakip firmaya atar. Ne planlamıştır bilmiyorum ama eminim ki kendini kurtarmanın yolunu çoktan oluşturmuştur o."
Umutsuzluğa kapılan kız mırıldandı. "Bir yolu olmalı, herkesi kurtarmanın bir yolu olmalı." Nefes nefese konuşuyordu.
"Siz bunu daha öncesinde neden engellemediniz? Daha öğrenciler burada değilken neden gelmelerini engellemediniz?"
"Sence hepsini arayıp tek tek durumu anlatsam bana inanırlar mıydı?" diye sorunca Dylan saniyesinde yanıtladı onu. "Ophelia inandı ama."
"Hayır Dylan. Ophelia bana değil sana inandı çünkü sana güveniyordu. Diğer öğrenciler bana niye güvensin ki? Hem saati geldiğinde ortadan kaybolan öğrenciler karşısında Alexander ne yapardı? 'Tamam ya.' deyip bir köşeye mi otururdu? Bu kendimi riske atmak olurdu ve bunu yapamam. Kendim için değil, diğerleri için. Çünkü eğer ben olmazsan Alexander insanlara zarar vermeye ömrünün sonuna kadar devam edecek. Ben onu engellemek için uğraşan tek kişiyim ve eğer başarırsam daha fazla bu pis işlere bulaşmasını önlerim ama eğer beni de ortadan kaldırırsa -ki bunu daha önce denedi- o zaman onu durdurmayı amaçlayan kimse kalmaz ortada."
Şimdi ne olacaktı. Ne yapacaklardı?
Tam o sırada bir kapının açılma sesi geldi. Dylan ve Ophelia refleks olarak kapı sesinin geldiği yönden uzak tarafa hareketlendi.
Bay Heath son kez döndü onlara. Fısıldayarak konuşuyordu. "Makineleri asıl odaya yerleştirmek ve raporu vermek için beni bekliyorlar. Gitmeliyim. Siz de bir an önce tüymelisiniz. İnanın bana, çok zor olduğunu biliyorum ancak şu anda elimizdeki en iyi seçenek bu. Eğer gerçekten Alexander'a engel olmama yardım etmek istiyorsanız canlı olmalısınız. Siz de ben de."
İstemeseler de ellerindeki tek seçeneğin bu olduğunu fark etmişlerdi ama yine de kabullenmek, kabullenebilmek... Bu ayrı bir seviyeydi.
Ayrıca iki gencin de aklında son bir soru vardı. Önce Ophelia konuştu. "Peki ya annem? Benim kaçtığımı fark eden Alexander ona bir şey yapmaz mı?"
Bay Heath hızlıca lafa girdi. Aksi takdirde işi bitmek üzere olan grubu şüphelendirecekti bir türlü gelmiyor oluşu. "Sizin gittiğinizi olabildiğince saklayacağım. Makinenizi o odaya yerleştirir ve Dylan adına bir rapor yazarım. Annene durumu anlatıp şirketten bir an önce ayrılmasını da sağlarım. Daha sonrasında da siz ve aileleriniz için güvende olabileceğiniz bir yer ayarlarım, en azından bir süreliğine."
Ophelia bir yanıt veremedi. Zaten şu an yapılabilecek en mantıklı şey de buymuş gibi görünüyordu.
"Peki ya kameralar?" Yanıtı ise hemen geldi. "Sizin ne yaptığınızı anladığım anda daha önceden hazırladığım sistemi devreye soktum. Kameralar şu anda geçtiğimiz bir saati tekrar gösteriyor. Güvenliğin ne zaman ne yapılacağından pek haberi olmadığı ve yalnızca olağanüstü bir şey var mı diye baktıkları için aynı şeyleri bir daha gördüklerini ya da programa uygun gitmediğini fark edeceklerini sanmıyorum. Sizinki gibi son anda bir kaçış yaşanırsa diye aldığım bir önlemdi."
Hemen sonrasında gelen ses ise üçünü de yerinden sıçrattı. “Bay Heath!" diyen eğitmen orta yaşlı adama sesleniyordu.
Odadan çıktıklarında öğrencisi ile sohbet etmekte oldukları için adamın nerede olduğuna dikkat etmemiş ya da onu aramaya başlamamıştı bu eğitmen. Sonrasında ise aradan biraz süre geçmiş olmasına rağmen kimsenin gelmemiş olması dikkatini çekmeye başlamıştı artık.
Bay Heath son kez göz teması kurdu ikiliyle. Ardından da gitmelerini işaret edip arkalarındaki koridora ilerledi. Geriye de adamın yankılanan sesi kaldı.
"Lavaboya gitmiştim de. Demek siz de bitirdiniz, ne güzel. Bitiren ikinci grup oldunuz, tebrik ederim."
Hayat ne kadar da ilginçti değil mi? Beş dakika önce tek derdin giydiğin kıyafetin uygun olup olmadığı ya da bir sınavı geçip geçemeyeceğinken beş dakika sonra hayatta kalmak için vereceğin bir savaş olabiliyordu asıl önemli olan. Özellikle de değer verdiğin insanları arkanda bırakıp gitmekten başka elinden gelen bir şeyin bile olmadığı bir savaşsa bu, her şey daha da fena bir hal alıyordu. Eskiden önemli bulduğun tüm o diğer şeylerin de değerini daha hızlı yitirmesine neden oluyordu.
Ya şimdi onlarla birlikte savaşlarını kaybetmeyi kabullenecek ya da onlar adına belki daha sonrasında yararlı etkiler yapabilecekleri umuduyla mücadelelerine devam edeceklerdi...
Hayatlarının alt üst olduğunu düşünmüşlerdi bunun daha öncesinde. Peki o zaman alt üst olduysa şu an olan da neydi?
Belki de bu sefer her şey paramparça olmuştu. Yalnızca paramparça. Binlerce parçaya bölünmüş kırık bir vazo gibi.
Bir şeyler tekrardan yapışabilir, eski haline dönebilir miydi eninde sonunda? Yoksa hep böyle mi kalacaktı, hurdahaş. Ya da zaten bir kez parçalanan şeyler hiçbir zaman tam anlamıyla özgün kalamaz mıydı?
Ophelia ile Dylan, kartı okutup şifreyi de girdi ve merdivenlerden indiler son hız. Öğrendiği onca şeyden sonra vücudunda hiçbir enerji kalmamıştı kızın. Hızlı olmaları çok önemliydi. Bu yüzden Dylan, Ophelia'ya oldukça destek çıkmaya çalışıyordu. İkisi, karşılarına çıkan diğer kapıdan da geçtiler ve kendilerini en sonunda dışarıda buldular. Ama daha şirket arazisinden çıkmaları ve bu süreçte de kapıdaki görevlilere yakalanmamaları gerekiyordu.
Dikkatlice ilerlerlerken sanki birkaç saat öncesine göre hava bambaşka olmuş gibi geldi Ophelia'ya. Gelirken hissettiği tüm serinlik sanki yok olup gitmişti. Hatta neredeyse terliyordu bile sıcaktan. Tabii bunun nedeni damarlarından geçmekte olan, daha önce hiç olmadığı kadar yoğun olan adrenalindi. Bay Heath'den duydukları, şu anda yapmaya kalkıştıkları kaçma planı...Hepsi üstü üste gelmişti.
Kalplerinin deli gibi çarptığı birkaç dakikanın ardından şirket sınırlarından tamamen çıkmayı başarmışlardı. Her ne kadar tüm bu stresten sonra dizlerinin bağı çözülmek üzere de olsa henüz durmanın vakti değildi. Daha fazla uzaklaşmalı, tüm bu emeklerinin boşa gitmesine neden olabilecek her türlü ihtimalden kaçmalılardı bir an önce.
O yüzden iki genç birden koştu. Nereye gittiklerini bilmeden koştu. Önlerinde uzanan caddeler ve sokaklar boyunca...
Onları bu koşuşturmaca sırasında görenler ise arkalarından kimse gelmediği halde delice hızlanan bu iki gence şaşkınlıkla bakıyordu. Birkaç saniye bakıyor, ardından da başlarını önlerine çevirip kendi işlerine, hayatlarına geri dönüyorlardı. Her şey de böyle işlemiyor muydu dünyada? İnsanların üzüntüsü kısacık sürüyordu arkalarında bıraktıkları acıları, ümitleri düşünmeden. Başkasının acısına ortak olmaya çalıştıkça daha da uzaklaşıyorduk fark etmeden.
O sırada turuncumsu kızıl saçları süratinin etkisiyle savrulan kızın aklı ise bambaşka bir yerdeydi. Belki gözleri önündeki yola bakıyordu lakin zihni kesinlikle farklı evrenleri görüyordu o sırada.
Bundan sonra hayatını hep kaçarak, saklanarak mı yaşayacaktı güvende olmak için? Bu şehri, ülkeyi terk mi edeceklerdi her şeyi artlarında bırakarak? Annesini de buna mecbur mu bırakacaktı? Eğer hissettiği bu korku ve belirsizlik olmasa belki de yeni bir başlangıç iyi olabilirdi. Ama işte dediği gibi, hayati bir tehlikede olmasalar eğer. O şeytani plana kurban giden o kadar can olmasa tabii.
Peki ya Melinda? Belki de arkasında bırakmasının neredeyse imkânsız olduğu tek şey oydu. "Belki mi?" diye düşündü hemen ardından. Kesinlikle demeliydi çünkü onu geride bırakmak zorunda kalmak gerçekten çok canını yakardı.
Tabii o anda aslında bunları düşünmesine gerek olmadığını bilemiyordu.
Gerek yoktu bunları düşünmeye çünkü işler bambaşka gelişecekti, çünkü son kum tanesi henüz düşmemişti.
En sonunda ciğerlerine çektikleri havanın yetersiz, bacaklarındaki gücün işlevsiz kaldığını fark edince durdular nefes nefese. Sanki günlerdir koşuyorlarmış gibi gelmişti onlara. Sahiden ne kadar zaman geçmişti ki? 10 dakika, 15 ya da yarım saat mi?
Ayakta durmaya bile dayanamayacaklarını anlayınca kaldırımın kenarına çöktüler. Yüzünde acı bir tebessüm oluştu Ophelia'nın. Bugün için ne giyeceğini çok düşünmüştü. Kıyafetinde ufak bir kırışıklık ya da leke bile olmasın diye çok dikkat etmişti. Neticede özel ve önemli bir gündü.
Peki ya şimdi? Zannınca en son umursadığı şey bile değildi şu an kirlenmekte olan kıyafeti.
Bir süre yalnızca oturup soluklandılar. Koşmanın etkisi her ne kadar azalsa da hissettikleri adrenalin kalplerinin çarpıntısının bir türlü eski düzenli ritmini bulamamasına neden oluyordu.
Geçen yaklaşık bir on dakikanın ardından konuşmaya giren Ophelia oldu.
"Şimdi lütfen anlat bana tüm bildiklerini? Olan her şey o kadar anlamsız ki olayların daha mantıklı, elle tutulur bir tarafını bilmek benim tek dayanağım."
Başını sallayan Dylan da yanıtlamaya başladı kızı. "Aslında ben de pek bir şey bilmiyorum ve büyük ihtimalle bildiklerim önem sıralamasında pek de öncelikli değildir." Doğru söyleyip söylemediğini anlamaya çalıştı kız anlık. İstem dışı gelmişti bu dürtü.
"Olsun, sen yine de anlat." dedi genç adama.
Kendini hazırladı ve söze girdi böylelikle Dylan da. "Bak, aslında benim bu şirketle yollarım yıllar önce kesişti. Bunu sana söyleyemedim. Özel bir nedeni yoktu aslında. Sadece o günleri tekrardan hatırlamak istemiyordum. Aynı şu an ki gibi bir proje yürütüyorlardı. Durumu çok iyi olmayan ailem de böyle bir fırsatın benim açımdan çok yararlı olacağını düşündü ve benim de projede olmamı sağladı. Aslında bana da çok fena bir fikir gibi gelmemişti. Eğer o zamanlar şu günlerimi bilsem bu şirkete asla bulaşmazdım." Bir süre sessiz kaldı. Sanki o günleri tekrar hatırlamıştı. Şu anda böyle korkunç şeylere dahil olmasına neden olan o kararından ötürü suçluluk duyuyor, adeta acı çekiyor gibi bir hâli vardı.
Ophelia annesinin ona eğitmenlerin de daha önce şirkette eğitim aldıklarını söylediğini hatırlıyordu ama Dylan'ın aynı projede bir zamanlar kendi gibi bir öğrenci oluşuna yine de şaşırmıştı. Onu rahatlatmak isteyen Ophelia elini adamın omzuna koydu. "O zamanlar nereden bilebilirdin ki işlerin böyle gideceğini? Hem belki de eğitmenim sen olmasaydın ben hâlâ daha orada olacaktım. Yani lütfen kendini suçlama, sen kötü bir şey yapmadın. Yalnızca onların bu cani planında piyondun. Hatta ben de öyle. Sonuçta bize zarar verecek o makinalar sadece bir planın, daha büyük bir planın parçası olmalı. Hatta senin sayende biz onların piyonu olmayı da reddettik bugün. O yüzden üzülme lütfen."
Yanındaki kıza dönüp gülümsedi Dylan. Hüzün dolu bir tebessümdü ama. O haklıydı. Kendisi de en sonunda yaptığı tercihten dolayı memnundu. Oradan kaçtıkları için.
Açıklamasına devam etti. "Tabii bizim projenin sizinki gibi büyük bir finali olmadı. Aradan yıllar geçti. Ben ikinci üniversitemi henüz bitirmiştim ki şirketten tekrar iletişime geçtiler. Yeniden bir proje olduğunu ve benden de eğitmenlerden biri olmamı istediklerini ilettiler. Açıkçası ben ilk başta kararsız kalmıştım ama sonra bana da aklımı çelen bir teklifte bulundular. Eğer orada çalışırsam bana bir iyilikte bulunup delil yetersizliğinde dolayı polisin nerede olduğunu araştırmayı bıraktığı kız kardeşimin uluslararası bir ekip tarafından aranmasının devam ettirileceğini söylediler. Aslında bunun nedeninin altında yalnızca eskiden tanıdıkları zeki ve iyi bir adam olmamdan fazlası olduğunu o zaman da sezmiştim. Yani bana verdikleri 'neden?' sorusuna olan cevabın yetersiz olduğunu. Fakat sanırım bazen insan çok istediği bir şey önüne sunulduğunda sorgulama taraftarı olmuyor. Nedenden çok neticeye bakıyor."
Bir süre daha durdu genç adam. Kız da onun anlatmaya tekrar hazır olması adına biraz süre tanıdı. "Böylelikle de sizin proje başladı ve eğitmenleriniz eski projedekiler oldu. En başında her şey yolundaydı. İyi bir para kazandığım keyifli bir işim vardı. Çalışanların çoğu sinir bozucu olsa da tek tük arkadaşlarımla mutluydum. Seninle çalışmak, bir şeyler öğretmek gerçekten de zevkliydi. Bunu sana daha önce söyleme cesaretinde bulunamamıştım ama Sara'ya gerçekten de çok benziyorsun Ophelia. Kız kardeşime yani. Hatırlıyor musun bilmiyorum ama şirkette seni ilk gördüğümde kalakalmıştım. Onun geri geldiğini sanmıştım çünkü."
Genç kız sessizce adamı dinliyor, yaşadığı şoku belli etmemeye uğraşıyordu. Dylan'ın kendisine bahsettiği kız kardeşine mi benziyordu yani? O yüzden mi normalde kimseye göstermediği zayıflık noktalarını kıza karşı açabilmişti Dylan?
"Bu süreçte sana kendimi rahatlıkla anlatabildim. Kolayca, benim için gerçekten de özel olan konularda sana danışabildim. İnanıyorum ki bu Sara'nın sayesinde oldu. Tam kopuyorum diye korkmaktayken tekrardan yakın hissetmemi sağladın ona. Hatta onun bulunabileceğine dair ümidim de her geçen gün arttı." Bir küçük mola daha ve tekrardan devam etti. "Bundan birkaç gün önce ise projenin neye sebep vereceğini anlattılar. Anlattılar çünkü bir anda ölen öğrencileri karşısında eğitmenlerin bir sorun teşkil etmemesi gerekiyordu. Şaşırıp neden olabilecekleri sorunları böylece önlemiş oldular. Evet, bittikten sonra anlatmaları olası bir vazgeçme ihtimalini önlerdi ama söylediklerine göre görevi tamamlayan öğrencilerde bir tür yan etki görülecekmiş. Birkaç dakika içinde. Bir tür nöbet gibi bir şey. Titreme, hipnoz, gözlerindeki değişim, anlamsız sözcükler sıralamaları, zihin boşalması...Bu olay yaklaşık otuz saniye sürüp geçecek ve bunu yaşayan öğrenciler ise yavaşça bilinçlerinin kapandığını hissedeceklermiş. İşte eğitmenler öğrencileri böyle görürlerse panik yapıp ortalığı ayağa kaldırmasın ya da daha sonrasında bundan bahsetmesin diye önceden bilgilendirildi ve uyarıldı. Bizlere her şeyi direkt bu sabah da açıklayabilirlerdi ama o zaman yapacakları teklif ve tehditler için yeterli süre olmayacaktı. Çünkü bize olacakları anlattıklarında dehşete düşen tek ben değildim. Eğer ki bunları öğreneli sadece birkaç saat olsaydı belki daha çok kişi cayardı. Ama ortada teklifleri ve tehditleri düşünecek yeteri kadar zaman olunca herkes onlar karşısında ne kadar güçsüz olduğunu kabullenmek zorunda kaldı."
Dayanamayan Ophelia sordu. "Peki sadece bir nöbet geçireceklerini söylemek yerine neden öleceklerini de söylediler? Öbür türlü birilerinin görevinden caymama ihtimali daha çok olmaz mıydı?"
"Evet ama sonrasında, eğitmenler öğrencilerinin ölümleriyle geçirdikleri nöbetleri bağdaştırıp bundan birilerine bahsedebilir ve Alexander'ı suçlu durumuna düşürebilirlerdi. Yalnız bunlar benim teorilerim. Tüm bu varsaydıklarımı defalarca ince hesaplardan geçirmişlerdir onlar. Emin ol ki altında yatan sebebi ihtimallere bırakmayacak kadar zekidir Alexander."
Bir süre daha sessiz kaldılar ve Ophelia girdi söze. "Yine de buna nasıl göz yumulabilir anlayamıyorum?"
"Ben de çok ikilemde kaldım çünkü biliyordum ki kardeşimi bulmak için son umudum onlardı." Genç adamın gözyaşları sessizce süzüldü yanaklarından. Çok fazlaydı...her şey.
Dylan acısıyla yüzleşirken Ophelia'nın aklı da geride bıraktıklarındaydı. İçinin acıdığını fark etti. Onların zarar gördüğü gerçeği...Geri dönülemez bir yola girmişlerdi. O sırada içindeki üzüntünün yanında bir duygu daha kabardı: Öfke.
Öfkeliydi. Alexander Cruz'a öfkeliydi. Yaptıkları için.
Bilen ve engellemeyen çalışanlara öfkeliydi. Göz yumdukları için.
Bay Heath'e öfkeliydi. Bunca zaman adama engel olamadığı için.
Kendine de öfkeliydi. Onları orada bıraktığı için.
Hatta Dylan'a karşı da öfkelendi o anda. Başka kimseye yardım etmek için öncesinde çabalamadığı için.
Tüm öfkesini o an kusabileceği tek kişiye kustu. Aslında tüm korkusunu, üzüntüsünü, acısını, tedirginliğini ve daha nicesini.
Hiddetle ayağa fırladı. "Diğerleriyle konuşmalıydın, onları engelleyebilirdin!"
Birkaç dakika öncesinden çok farklıydılar şu anda. Ophelia'nın gözlerinden adeta ateş fışkırıyor, alev rengi saçlarıyla uyum yakalıyordu.
Yalnızca karşısındaki ayakta duran kıza şaşkınlıkla baktı Dylan.
"Sana yaptıkları onca iyiliğin karşılıksız kalacağını düşünmen de aptallıktı. En başından daha mantıklı davranmalıydın. Belki o zaman daha çok düşünerek hareket etsen bir şeylerin peşinde olduklarını anlar ve engellerdin!" Az önceki ifadeleriyle tamamen çelişiyordu ama duyguları önünü kapamışken buna engel de olamıyordu.
Adam da kalktı ayağa. Kızın ani krizine karşılık oldukça şaşırsa da sakin davranmaya çalışıyordu "Şirketin dışarıya karşı nasıl mükemmel bir izlenim çizdiğini sen de çok iyi biliyorsun. İnsan pek de kötü düşünmüyor haklarında...Hem nasıl bulacaktım ki ne yaptıklarını? Aklımızın alamayacağı bir sistem işliyor orada?"
Kız derin bir nefes aldı ama bu sadece daha çok duygunun içinde boğuluyormuş gibi hissettirdi ona.
"Beni neden kurtardın? Sana vadettikleri şey için onca insanın zarar görmesine göz yumacaktın sen de. Hiçbir farkın yok aslında diğerlerinden. NEDEN VAZGEÇTİN O ZAMAN?"
Dylan'ı afallatmıştı bu soru. Kızın gözlerinin içine baktı uzunca bir süre.
"Sende onu görüyorum çünkü. Kardeşim karşıdaymışçasına hissediyorum. O bunu yapmamı istemezdi. Bu geçti aklımdan. Onun uğruna bu aptalca plana uymamı istemezdi."
"Ne yani? Kardeşine benzemiyor olsaydım ben de şu anda hâlâ içerde mi olurdum? KENDİMİ KARDEŞİNE BENZEDİĞİM İÇİN ŞANSLI MI HİSSETMEM GEREKİYOR YANİ? ÖYLE OLMASAYDI SEN DE BU EYLEMİ DURDURMAK İÇİN HİÇBİR ÇABA SARF ETMEYECEKTİN ÇÜNKÜ."
"Ophelia sakinleş-"
Genç kız bir kez daha bağırdı. "TABİİ CANIM. HER ŞEY SENİN İÇIN MÜKEMMELKEN NE DİYE BAŞKALARINI DÜŞÜNÜP YALANLARI ÇÖZMEK ADINA EMEK HARCAYACAKTIN Kİ!?"
Kendini daha fazla tutamadı Dylan da. “CİDDİ MİSİN SEN? BAY HEATH SENELERDİR HER ŞEYİ BİLİYOR, YILLARDIR DENIYOR VE ÇÖZEMİYORMUŞ. AMA BEN ONUN KADAR YÖNETİME YAKIN OLMAMAMA RAĞMEN ÇÖZMELİYDİM HER ŞEYİ, ÖYLE Mİ? KEŞKE SEN GÜN YÜZÜNE ÇIKARSAYDIN BU PİS İŞLERİ! ZAMAN MAKİNESİ YAPMAYA ÇALIŞILDIĞINA İNANDIRABİLİYORSAN İNANDIRSAYDIN POLİSLERİ!"
Dünya dönmeyi bırakmıştı o an Ophelia için.
"Ne..."
Her şey uçmuştu bu son cümleyle Ophelia'nın zihninden. Tüm öfkesi, şiddeti yerini sadece sorgulayan gözlere bırakmıştı. Cevap bekleyen ama alamayacağını bilen, düşünen ama inanamayan gözlere...
"Z-z-zaman neyi? Sen ne demek-"
"Bak, Ophelia bunu sana söylemeyecektim aslında ancak beni mecbur bıraktın. Şu anda hakkında endişelenmemiz gereken öncelikli şey amaçladıkları da değil zaten."
Kızın ruh halini, zihninde yaşadığı karmaşayı ve şu anki duygu değişimlerini çok net anlıyordu aslında Dylan. Kendisi de günlerdir bunlarla başa çıkmaya çalışıyordu zaten. Her şeyi öğrendiğinden beri. Ancak o da kıza aynı şekilde tepki vermişti. Kendi nedenlerini kanıtlamaya çalışıyordu sadece. Bilmiyordu ki aslında kendisine de kanıtlamaya ihtiyacı vardı neden daha önce teklifin onun gözünü boyamasına izin verdiğinin.
Biraz sakinleyip tekrardan konuşmaya yeltendi Dylan. "Ophelia, şu anda içinde bulunduğun durumu anlıyorum. Emin ol ben de aynı şekilde hissediyorum. Ama şunu unutma ki konu insanların sevdikleri olduğunda bencilleşirler. Doğru düşünemezler. Yapmaya çalıştıkları tam da buydu zaten. Bu eğitmenlerin hepsine vazgeçemeyecekleri bir teklif sunup kendilerine uyum sağlamak zorunda bırakmak." Parlayan ay ışına baktı.
"Biz öldürmeye mecbur bırakıldık, sizler ise ölmeye-"
Dylan'ın son sözleri kuvvetli bir ses tarafından bölündü.
Tik tak, süre doldu.
Kuvvetli bir ses, yer sallantısı, renk karmaşası...
Tüm bunların kaynağına çevirdikleri bakışları ise sabitlenip kalmıştı orada.
Hâlâ daha uzun boyu ve bugün üstünü saran ışıkları sayesinde Mitash Şirketi bulundukları yerden bile görünebiliyordu.
Yani az öncesine kadar...
Şimdi ise orada gökyüzüne kadar yayılan parlak renkli alevler vardı yalnızca.
Alevlerin arasında görünen binanın en üst katının üçte ikisi eksik, tüm pencereleri camsızdı. En üst kat kadar göze çarpmasa da diğer katların da yer yer eksikleri vardı. Her geçen saniye de bazı parçalar binadan kopup etrafa saçılıyor, bu eksikliği büyütüyordu.
Bugün etrafını donatan ışıklar ile hiç olmadığı kadar görünür bir hâl almıştı şirket. Uzaktan bakanlar tarafından bile çok net anlaşılabilirdi bina.
Ama şimdikinin yanında bir hiç kalırdı herhalde az önceki hali. Yükselen alevler ile artık tüm şehir tarafından görünebiliyor olmalıydı bina.
Bir süre kızın zihni aynı cümleyi tekrar edip durdu. "Şirket patladı, yandı, yok oldu. Şirket patladı, yandı, yok oldu. Şirket patladı, yandı, yok oldu..."
Sanki zihni bunu anlamayı reddediyor, adeta bu bilgiyi geri çeviriyordu.
Yalnızca birkaç saniye bakmıştı bu görüntüye ama ona saatler gibi geldi. Hepsinin yüzü canlandı gözlerinin önünde. Annesi, Ivor Amca, Andrew, Beatriz, Cody, projedeki öteki öğrenciler, Hector Heath, Diana Green... Ve diğer onca insan...
Ardından kulaklarına gelen ses ise çığlık attığının kanıtıydı.
Fark etmeden ayakları onu o yöne sürüklemeye başlamıştı bile. Alevlere yaklaştığını anlayınca da hızını arttırdı ve az önce koşarak uzaklaştığı binaya bu sefer aynı şekilde geri döndü.
Sanki Dylan bir şeyler söylüyordu ama sesi boğuk boğuk geliyordu kulağına. Sözcükler ona kadar ulaşamıyordu bir türlü.
Dudaklarında hissettiği tuzlu tat ise ağladığını fark ettirdi ona. Yoksa bilincinde değildi bu durumun da.
O ân bir rüyanın anlaşılmaz sisli perdesinden bakıyor gibi uzak, gözünü kırpmadan, en sevdiği filmi izliyormuşçasına odaklandı.
Bu nasıl olabilirdi o da bilmiyordu ama sanki tüm hislerin, duyguların arasına aynı anda sıkışmış gibiydi. Sanki zihnindeki ve kalbindeki tüm sistem bozulmuş, neler olduğunu onlar bile bilemiyordu.
Belirli bir sürenin ardından şirkete ulaşabildiğinde itfaiye araçlarının da orada olduğunu gördü genç kız.
Bir sürü kırmızı kıyafetli kişi çektiği hortumlarla binaya su tutuyor, alevleri söndürmeye çalışıyordu. Ama Ophelia'ya göre yaptıklarının imkânsız bir işten farkı yoktu.
Alevler her şeyi, her yeri ele geçirmiş gibi görünüyordu. Geri vermeye de pek niyetli değillerdi.
Binaya daha fazla yaklaşmak istedi ama birileri ona engel oldu. Kim olduğunu bilmiyordu. Zaten pek umurunda da değildi. Sonuçta biraz önce paramparça olduğunu düşündüğü hayatının tüm o parçaları şu anda yanıp küle dönüşüyordu.
İşte son kum tanesi de düşmüş, oyunun bu perdesi görkemli bir finalle kapanmıştı.
Peki ya umut, daha görkemli perdeleri açabilir miydi?

-Hector Heath
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |