@meyrahanzade
|
NKBİ-GÜNEŞ ANDRO- ИНОПЛАНЕТЯНИН 🎼
🖤
Neden bilmiyordum ama içimde kötü bir hiss vardı.
Asaf Albayın zorlamasıyla işlerimi Seline devredip hastaneye gelmiştim. Gereksiz gereksiz işlerdi zaten ilaç atmıştım. Asaf Albay önceden doktorlarla konuştuğu için direkt isim soyisim söyleyip doktorun odasına çıkmıştım. ÖKapıyı tıklatıp içeriden 'gel' diyince kapıyı açıp girdim.
"Merhaba, Hilal Kılıç ben" dedim doktorun masasına yaklaşırken.
"Merhaba hoşgeldiniz. Buyrun geçin" dediğinde oturdum.
"Şiddetli baş ağrısı şikayetiniz varmış?"
"Caner beydi değil mi?" Dediğimde kafasını olumlu şekilde salladı "Caner bey, Asaf baba abartmış. Sadece baş ağrım var o kadar"
"Asaf baba dediğinize göre yakınsınız"
"Evet, babam gibidir. Neden?"
"Hiç"
"Şiddetli baş ağrıları göz ardı edilecek bir şikayet değil maalesef. Görüşünüzde bulanıklaşma falan oldu mu?"
"Çok değil bazen oluyorda o da baş dönmesinden. Arada bir oluyor sadece"
"Bilinç kaybı?"
"Ben askerim, yaralanmalarım bayılmalarım çok oldu"
"Bulantı kusma gibi bir şeyler?"
"Arada. Neden soruyorsunuz tüm bunları? Bir şeyim yok benim. Hastanelerden nefret ederim ve üzerime üzerime gelmeye başladı burası"
"Hilal hanım, detaylı bir müayneden geçmeniz gerek. Asaf Albaya söz verdim, iyi olduğunuzdan emin olmadan sizi bırakamam. Bir kaç saat sürer, sonra eve gide bilirsiniz. Sonuçlar için sizi ararım. Aslında bazı tahminlerim var ama yinede emin olmak gerek"
"Peki ama lütfen, hızlı olun. Asaf baba ısrar etmese gelmezdimde"
"Peki, nasıl isterseniz"
..
Saatler geçen müayne sonucunda hastaneden çıka bilmiştim. Hastaneye geleceğimi kimseye söylememiştim.
Çıkar çıkmaz direkt askeriyeye gittim.
"Selin?" Dedim arkasından yaklaşırken. Bankta oturmuş arkasına yaslanmıştı.
Sesimi duyar duymaz ayaklandı.
"Efendim komutanım?"
"Kusura bakma, işlerde sana kaldı. Bir saat dedim ama işim uzun sürdü"
"Sorun değil komutanım zaten fazla bir şey yoktu. Evrak işleri falan işte"
"Peki. Atlas yüzbaşı nerede gördün mü?"
"Çıktı komutanım. Sinirliydi bide"
"Sinirli miydi?"
"Evet komutanım. Bora yüzbaşıylada kavga etmişler sanırım. Aniden çekip gitti"
"Allah Allah. Ne olduda girdiler bir birlerine?"
"Valla bilmiyorum komutanım. Ama ikiside sinirliydi"
"Tamam. İstersen sen çık ben buralardayım"
"Emredersiniz komutanım" dedi ve uzaklaştı yanımdan. Telefonumu çıkarıp Atlası aradım. Kapalıydı.
"Atlası arıyorsan boşuna arama" dedi elindeki telefonla bana yaklaşan Bora yüzbaşı. Ve telefon paramparçaydı.
"Neler oluyor?"
"Valla Atlasa sor. Ne olduysa delirmiş"
"Kavga etmişsiniz?"
"Önemli bir şey değil"
"Hiç öyle durmuyor komutanım"
"Eşeleme Hilal. Sen neden geldin izinli değil miydin? Gerçi sen izin kullanmazdın Atlaslada çıkmadınız. Nerdeydin?"
"Hiç. Bir kaç işim vardı komutanım" dediğimde bir şey demedi.
..
Atlasa ulaşamayınca belki gelmiştir diye sabah erkenden karargaha geçtim. Ama gelmemişti beyefendi.
"Atlas Yüzbaşıyı gördün mü?" Dedim durdurduğum askere.
"Hayır komutanım. Hiç gelmedi"
Tam Borayı arayacaktım ki gelen aramayla durdum. Kayıtlı olmayan bir numaraydı.
"Alo?"
"Hilal Kılıç?"
"Benim"
"Caner ben" bir o eksikti zaten.
"Dinliyorum Caner bey"
"Hilal hanım, sonuçlarınız çıktı. Hastaneye gelmeniz gerek"
"Şuan işim var. Yarın gelirim"
"Önemli Hilal hanım"
"Peki geliyorum. Görüşmek üzere" dedim ve kapattım telefonu.
Bu gün hava daha soğuktu.
Tamire verdiğim motoru alıp karargaha bırakmıştı Tarık. Hemen atlayıp gazladım.
Hastaneye varınca kapıda bekleyen Caner beyi görünce durdurdum motoru. Park edip indim motordan.
"Caner bey? Bir sorun mu var?"
"Buyrun şöyle geçelim" dedi sağda duran masaları gösterip.
Geçip oturdum. Ellerimi önümde birleştirip konuşmasını bekledim.
"Ee? Ne oldu Caner bey?"
"Sonuçlarınız, hiç iç açıcı değil maalesef"
"Neden? Sorun neymiş?"
"Tomografiniz" dedi elindeki kağıtları ve tomografi sonuçlarını önüme bırakarak "beyninizde kötü huylu tümör tespit edildi. Ve ikinci evresinde" dediğinde donup kaldım.
"Ne dediniz?"
"Hilal hanım, anlıyorum zor bir şey ama eğer tedavi sonuç gösterirse iyileşme durumunuz daha hızlı olacaktır. Bir an önce tedaviye başlamamız gerek. Ve 3 ay sonrada ameliyat olacaksınız. Daha sonra da tedavinize devam edeceğiz"
Söyledikleri kafamda dönüyor, beynim patlayacak gibi oluyordu. İki elimle kafamı iki yandan tutup sıktım. Saçlarımı karıştırdım.
Saçmalıyordu. Böyle bir şey yoktu!
"Hilal hanım? İyi misiniz?"
"İyi miyim sizce Caner bey? İyi gibi mi duruyorum?"
"Hilal hanım, bu her ne kadar zor bir durumda olsa güçlü durmanız gerek. Ve maalesef sağlık durumunuzdan dolayı görevinize bir süre ara vereceksiniz" dediğinde benim için son nokta oldu. Kalktım yanından, kaskımı kafama geçirip motoruma bindim.
"Asaf babaya bir şey söyleme. Daha hazır değilim buna" dedim ve son sürat uzaklaştım hastaneden. Atlasın yanına gitmek istiyordum ama o inatla telefonunu açmıyordu.
Hep gittiğim boş parka sürdüm motoru. Kapatılmıştı, kimseler gitmiyordu.
Motoru durdurup indim. Banklardan birine oturdum. Beynim iyice allak bullak olmuş, kendime gelemiyordum.
Cebimden telefonu çıkarıp bu kez Bora'yı aradım. Çok geçmeden açtı.
"O Atlasa söyle, bir daha beni aramasın. Yeterince nazıyla oynadım, siktirip gitsin şimdi" dedim ve kapattım telefonu.
Yanımda olması gereken zamanda ortadan kaybolmuştu it! En azından bir haber vermesi gerekirken hiç bir şey söylemeden gitmişti.
🖤
Bora, Atlas ve Alacan timindeki her kes bana şaşkınlıkla bakıyordu. Time göz gezdirdiğimde eksikler vardı. Lal ve Ufuk yoktu.
Şehit mi düşmüştü ikiside?
"Şırnaka hoş geldiniz Turan timi" dedi yüzündeki gülümsemeyle albay.
"HOŞ BULDUK KOMUTANIM!"
"Açsınızdır, sizin için bir şeyler hazırlattım buyrun geçin" dedi Şahin Albay.
"Teşekkür ederiz komutanım. Benim bir telefon görüşmesi yapmam gerek. Hemen dönerim. Tim, siz geçin oturun" dedim ve ayrıldım yemekhaneden.
Cebimden çıkardığım telefonla hemen Asaf Albayı aradım.
Çok geçmeden açtı. Benim konuşmamı bekledi.
"Asaf Albayım, merhaba" dedim resmiyeti koruyarak.
"Hilal,"
"Bana bunu yapacağınızı bilmiyordum. Bilemezdim" dedim hissettiğim duyguları bastıramazken. Yaşadıklarımı en iyi o biliyordu. Beni buraya göndermiş olamazdı.
"Hilal, yapılması gerekeni yaptım ben. Görev bu. Emir sorgulanmaz"
"Peki komutanım, emredersiniz. Görüşmek üzere" dedim ve kapattım telefonu.
"Hilal?" Arkamda duyduğum sesle gözümü sıkıca kapattım. Ona doğru döndüm.
"Atlas yüzbaşı?"
"Geleceğini bilmiyordum" dedi. Yeşilleri gözlerimden ayrılmıyordu.
"Bende bilmiyordum. Geldim işte. Buradayım"
"Hoş geldin" dediğinde sadece kafamı salladım. "Hilal ben seni aradım, gelecektim ama-"
"Atlas Yüzbaşım, her ne yaptıysanız beni ilgilendiren bir durum yok ortada maalesef. Görüşmek üzere"
"Hilal!" Tam içeri girecekken duyduğum sesle iyice şaşırdım. Hemen arkamı döndüğümde gördüğüm yüzle kahkaha attım resmen.
"Caner!"
"Kızım insan haber verir geldiğini! Amma özlettin kendini" dediğinde boynuna sarıldım.
"Yeni geldim bende"
"Hoş geldin"
Öksürerek ayrılmamızı sağlayan Atlas çatık kaşlarıyla bize bakıyordu.
"Merhaba, Caner ben" dedi elini Atlasa uzatarak.
"Atlas bende" elini sıktı.
"Asaf baba söyledi geldiğini. Bir gelip bakayım dedim. O söylemese haberimiz olmayacak"
"Ya tamamen aklımdan çıkmış. Yoksa arardım"
"Kesin hatırlamazdın bile beni aramayı" dediğinde güldüm.
"Hilal, Şahin Albay içeride seni bekliyor. Arkadaşınla daha sonra hasret giderirsin" dedi bozulmuş sesiyle.
"Zaten bende öyle uğradım. Akşam çıkışta bana gel" dedi ve sarıldı.
"Tamam. Görüşürüz"
"Görüşürüz fıstık" dedi ve ayrıldı yanımızdan.
"Fıstıkmış" kısık sesiyle söylediğini sanmıştı ama duymuştum. Canerin yanımızdan ayrılmasıyla tekrar ciddileştim.
"Geldiğini haber vermedin?" Dedi karargaha yürürken.
"Vermem mi gerekiyordu Atlas Yüzbaşı?"
"Yok ondan demedimde-"
Onu arkamda bırakıp içeri girdim. Ne yüzünü görmeye ne de sesini duymaya tahammülüm yoktu.
Yemekhaneye girir girmez Alacan timi karşıladı beni.
"Hoş geldin Hilal" dedi Bora tüm samimiyetiyle.
"Hoş buldum" dedim gülümserken.
"Hoş geldiniz komutanım" dedi Selinde.
"Hoş buldum. Nasılsınız?"
"Bıraktığınız gibi komutanım" dediğinde başımı salladım.
"Yediniz mi bir şeyler? Yediyseniz dışarıda bekleyin beni" dedim time.
"Emredersiniz komutanım. Turan dışarı!" Dedi Savaş timi toplayarak.
Onlar çıkarken benim bakışlarım Alacan timindeydi. Hala ayakta durmuş bana bakıyorlardı.
"İzin verirseniz yemek yemek istiyorum. Açım" dediğimde bakışlarını yüzüme çevirdiler.
"Tabi komutanım biz dalmışız öyle" dedi Selin.
"Afiyet olsun" dedi Bora da. Burdan gittiğimden beri hepsiyle iletişimimi kesmiştim. Aslında Atlad yüzünden değil, Şırnaka dair hiç bir şey hatırlamak istemediğimden. Şimdiyse gözlerindeki özlemle bakıyordu hepsi.
Önümdeki sandalyeyi çekip karşıma oturan Atlasa kaşlarımı çattım sadece. Yemeye devam ettim. O da inatla bana bakmaya devam ediyordu. Önündeki çorbadan içmeye başladığında güldüm.
"Ne o yüzbaşım? Eski sevgilinizle yemek yemeyi mi özlediniz?" Sözlerimle ağzındaki çorbayı önüne püskürttü. "Ama dikkat edin olmuyor böyle"
"Derdin ne Hilal?"
"Benim mi? Valla benim bir derdim yok. Etrafımda dolanan sizlersiniz. Sizin derdiniz ne?"
"Çok değişmişsin. Eskiden bu kadar umursamaz değildin"
"Dediğiniz gibi. Eskiden"
Daha fazla dayanamayıp kalktı. Bende yemeğimi bitirip timin yanına geçtim.
"Karargaha daha bu gün gelmeniz bir şey değiştirmez. Operasyon 2 gün sonra. Zaten hazırız demeyin, kimse hiç bir zaman tam hazır olamaz. Sağ başdan başla 200 şınav" dediğimde hemen şınav pozisyonuna geçtiler.
..
"Komutanım! 1 saat oldu bitmedimi bu 200 şınav?"
"122 İlhan!"
"Hay senin dilini eşek arısı soksun İlhan! Her konuştuğunda artırıyor kapat şu çeneni!" Diye bağırdı Savaş.
"Savaş üst teğmenimizin hatrına 111!" Dediğimde sustu.
Bize doğru gelen Alacan timini görünce "kalkın" dedim. Bu anı bekliyormuşcasına hemen kalktılar.
"Hilal yüzbaşım, timinizi tanımak isteriz" dedi Atlas. Kafamı salladım.
"Hayhay. Savaş, sağ baştan sayın" dediğimde emredersiniz deyip başladılar.
"Üst Teğmen Savaş Öztürk! Emredin komutanım!"
"Üst teğmen Yasmin Acar! Emredin komutanım!"
"Teğmen Ferda Yaman! Emredin komutanım!"
"Asteğmen Ömer Budak! Emredin komutanım!"
"Asteğmen Işık Altun! Emredin komutanım!
"Astsubay Kıdemli Başçavuş Pamir Ergül! Emredin komutanım!"
"Astsubay Kıdemli Başçavuş Batur Bilgin! Emredin komutanım!"
"Astsubay Başçavuş Faruk Haliloğlu! Emredin komutanım!"
"Astsubay Kıdemli ÜstÇavuş Kağan Karabey! Emredin komutanım!"
"Rahat asker" dediğimde duruşlarını rahat hale getirdiler.
"Hoş geldiniz Turan timi! Önümüzde uzun günlerimiz var" desi Atlas.
"O günlerin geçe bildiği kadar kısa geçmesi dileğiyle Yüzbaşım. Savaş, siz askeriyeye yerleşin. Dinlenin ben gelene kadar. Dışarıda işim var" dediğimde başını salladı Savaş.
Yanıma yaklaşıp "sen iyi misin?" Dediğinde başımı olumlu anlamda salladım. Savaş sadece askerim değil yıllardır en yakın arkadaşım olmuştu benim.
"Atlas yüzbaşım, görüşmek üzere." konuşmasına izin vermeden ayrıldım yanlarından.
Telefonumu çıkarıp Canere mesaj attım.
Hilal: Geliyorum. Kahvemi hazırla! Hazır bil. :Savaş
İçeri girip hızlıca üzerimi değiştirdikten sonra çıktım karargahtan. Motoruma atlayıp yıllar önce geldiğimi hatırladığım adrese sürdüm.
Daha sonraysa evi tam hatırlamadığımdan Caneri arayıp konum atmasını istedim.
Canerin evinin önüne park ettim motorumu. Birçok alışkanlığımı değiştirmiştim ama motorumdan vazgeçemezdim.
Kapıyı çalmamla açılması bir oldu. Küçük ama şık bir evde oturuyordu Caner. Yıllar önce benimle birlikte sürekli Amerikaya gelip gidiyor, İstanbulda çalışıyordu.
"Hoş geldin Fıstık!" Dedi bana sarılırken. Özlemiştim.
"Hoş buldum. Nasılsın?"
"İyiyim iyiyim hadi geç" kenara geçerek yer açtı.
"Kafam çatlıyor resmen" dediğimde ters ters baktı.
"İlaçlarını içiyor musun zamanında?"
"İçiyorum. Yabi kısmen" dedim yüzümü buruşturup gülerek.
"Hilal! Bir kerede ciddiye al şu ilaçlarını!"
"Yıllardır alıyorum Caner. Birazda almayayım ne olacak?"
"Hilal, tedavin bitmiş ola bilir ama ilaçlarını alman sağlığın için çok önenli. Oyun oyuncak değil bu ilaçlar. Birazcık ciddiye al"
"Ya tamam. Onu bunu bırakta benim buraya gelme sebebim ne biliyor musun?"
"Atlas mı?" Dediğinde ters ters baktım.
"Şeytan görsün yüzünü. Onun için kalkıp Hakkariden buraya mı gelicem? Asaf baba söyledi. Görev var gitmen gerek 6 ay kalacaksın falan. Söylemedi ama Atlası bana"
"Vardır onunda bir nededi Hilal. Kızma"
"Ne olursa olsun söylemesi gerekiyordu! Habersizce beni cehennemin içine atamaz!"
"Düşünme şimdi bunları" dedi beni sakinleştirmeye çalışarak. "İyi misin sen?"
"İyiyim iyiyim. Senin burda olman iyi oldu. Sıkıldıkça kendimi buraya atarım artık"
"Aman kurşunların önüne atmada. Buraya atsan hiç sorun olmaz"
"Ne zaman atmışım?" Dedim ama sustum. Güldüm kendi söylediğime.
"Asla yapmazsın. Evet"
"Tabii. Yapmam ben. Neyse konumuz bu değil. Asıl konu ben bu 6 ay boyunca ne yapacağım bu Şırnakta."
"Eskiden ne yaptıysan onu. Sadece 6 ay, görev bitsin hemen dönersin. Ama ben 1 yıl daha burdayım" dedi arkasına yaslanırken.
Tam konuçacakken telefonum çaldı. Hemen açtım.
"Tamam geliyorum hemen" dedim ve kapattım. Savaş aramıştı, operasyon emri.
"Ne oldu?"
"Operasyona"
"Şaşırdık mı? Hayır. Dikkatli ol" dedi sıkıca sarılarak.
"Sende koçum" dediğimde güldü.
...
Karargaha gelmiş albayla konuştuktan sonra hangara geçmiştim. Tüm tim buradaydı. Alacan ve Turan timi.
İçeri girmemle hepsi ayağa kalktı.
"Rahat asker"
Mühimatlarımı üzerime geçirirken Bora ve Atlasta geldi.
"Sessizce gidip sessizce döneceğiz. Operasyon sınırda, orada çatışma çıkarsa, işler kötüye gider. Sessiz ve hızlı olmamız bizim açımızdan avantaj sağlar. Anlaşıldı mı?"
"EMREDERSİNİZ!" Dediklerinde içeriyi iki timin sesi bürümüştü.
"Turan, daha önce böyle operasyonlara katıldınız, ama grup şeklinde ilk operasyonunuz. İki tim birlikte hareket edecek. Tek hata istemiyorum" dediğimde hepsi kafasını salladı. "Emredersiniz komutanım" dediklerinde Atlasa döndüm.
Bakışları yine üzerimdeydi.
Böyle bakmayı acilen kesmeliydi!
"Asker! Helikopter bin!" Diye bağırmamla hepsi dışarı çıktı. Atlas ve Bora hariç.
"Hilal, çok özlemişim seni. Bu atarlı giderli hallerini. Aramıza tekrar hoş geldin. Seni burda görmek çok güzel" dedi gülümseyerek elini omzuma koyarken. Hafifçe sıkıp çıktı bizi baş başa bırakarak.
"Dikkatli ol" dedi Atlas.
"Ben hep dikkatliyimdir yüzbaşım" dedim göz kırparak.
Onu arkamda bırakıp helikoptere geçtim. Atlasta geldiğinde çok geçmeden helikopter havalanmıştı.
....
Yarım saattir komutlandığımız yerde önümüzdeki evi gözetliyorduk.
"Ses çıkarmayın. İçeridekilerin haberi olmadan dışarıyı halletmemiz gerekiyor. Daha sonra timin yarısı içeri geçecek yarısı da dışarıyı kontrol edecek. Anlaşıldı mı?" Dediğimde hepsi kulaklığa konuştu. 'Anlaşıldı'
Dürbünümden içeriyi izlerken en ufak bir detayı bile gözden kaçırmamaya çalışıyordum.
Uyuşturucu baronlarından sahibi olan Jessica Marler bu evdeydi. Uzun bir araştırma sonucu yerini tespit etmiştik.
Bu kadın uyuşturucu satmakla kalmıyor, çocuk kaçakçılığından kadın ticaretine kadar uzanıyordu eli.
Marcus Jizel'in yerini bilende bu kadındı. Sağ salim ele geçirip Türkiyeye götürmemiz gerekiyordu. En ufak çatışmada sınır ötesi savaş çıkardı.
. . . . . .
Nasılsınızzzzz???
Ben sizi yeriiimmm okunma sayısı ışık hızıyla artıyorrr daha nice yüzlere binlere milyonlaraa!!
İyiki iyiki varsınız. Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorummm❤️🫂 |
0% |