@mi.mundo
|
Çalan telefonuma şaşkınlıkla baktım babam beni kolay kolay aramazdı. Hatta hiç aramazdı. Hayırdır inşallah diyerek telefonu açtım. “Yarım saate eve gel, seninle konuşacağım şeyler var” Telefonu hızlıca kapattı ne alo diyebilmiştim ne de görüşürüz diyebilmiştim. Yutkunup telefonu çantama koydum. “Ben gideyim Sabri baba daha sonra yanına uğrarım.” Diyerek masanın üstündeki elini hafifçe sıktım ayağa kalktım çantamı ve ince mevsimlik ceketimi elime aldım. Arabama binip eve doğru sürmeye başladım. 24 yaşındaydım ve babam benimle ilk defa konuşmak istemişti. Genelde benden nefret ettiğini belli eden bakışlarını benimle konuşmaya tercih ederdi. Arabamı evin önüne park ettim. “Bakalım bizi ne bekliyor sarı kız” Diye arabamın içinde fısıldadım. Evet arabamla konuşmak gün içinde yaptığım olağan davranışlarımdan biriydi. Arabamdan inip eve gittim. Daha kapıya yaklaşmadan kapı açılmıştı. Benimle konuşmak için bu kadar sabırsız olması beni ürkütmüştü. Kapıyı açan Münire ablaya gülümsedim. “Kızım hepsi içerideler seni bekliyorlar “ Demek konsey toplamıştı. “Tamam Münire abla.” Oyalanmadan direkt salona girdim Münire ablanın dediği gibiydi babam, amcam, amcamın karısı ve kızı bir de Emir’in annesi ve babası da buradaydı. Emir benim 24 yıllık hayatımın tek iyikisiydi ama aynı şeyi ailesi için diyemeyeceğim. Kendisi şu an burada değildi çünkü askerdeydi. Koltuğa oturup hepsinin üzerinde gözlerimi gezdirdim. Babam boğazını temizleyip konuşmaya başladı. “Şirket batmak üzere artık eskisi gibi kimseden geri dönüş alamıyoruz.” Duraksadı asla bana bakmıyordu yere bakarak konuşuyordu. Bundan on-on beş sene öncesine kadar Türkiye’deki kadınların hatta yurt dışındaki birçok kadının da özel gün kıyafet seçiminde ilk sırada olan bir markaydı o zamanlar elbiselerin tasarımlarını babam yapıyordu. Ama benim bildiğim son beş yıldır eline kalem bile almamıştı. Elbiselerin eskisi kadar tercih edilmemesi onun gururuna dokunmuştu ve çizime küsmüştü. Tasarım işini ondan devralan kişi amcamın kızı Pelin’di. Her biri birbirinden kötü tasarımlarının da çok fazla taliplisi olmuyordu haliyle. Ama şirket benim problemim değildi. Şirkette babam amcam ve Emir’in babası ortaktı. Derin bir nefes aldım. Babam dudağını ıslatıp konuşmaya devam etti. “Geçen ay bir kumarhaneye gittik birkaç oyun kazanınca şirketi kurtarabileceğimiz sandık ama tam tersine battıkça boka battık.” Gülümsedim belki kalpsizce ama bu beni çok mutlu etmişti koskoca Hayrettin Gürbüz’ün bu şekilde çaresiz olması benim görmek için canımı dahi verebileceğim bir şeydi. Zamanların moda dünyasının altın kalemi Hayrettin Gürbüz yaptığı kötülüklerin karmasını yaşıyordu sanırsam. “Borcumuzun miktarı boyumuzu bir hayli aştı ve borçlu olduğumuz genç bize bir anlaşma sundu.” Onlar için kumarhanede yüklü miktarlar kaybetmek yeni bir şey değildi. Umursamaz bir tavırla konuştum. “Ne anlaşması?” Zerre kadar merak etmiyordum ama konuşsun da bitsin bu işkence diye sormuştum. “Borç karşılığında seni istedi.” Duyduğumla birlikte ilk başta ciddiyetimi kaybedip kıkırdamıştım. Daha sonra yüzümde afallamış olmanın verdiği bir şaşkınlık olmuştu. İlk defa kafasını kaldırıp yüzüme baktı ve saniyeler içinde yüzüne iğrenirmiş gibi bir ifade yerleştirdi. Benim yüzüme bakmamasının sebebi tabii ki oldukları durumdan utanması değildi bana olan nefretindendi. Boğazımı temizleyip sordum. “Borç ne kadar?” Amcam miktarı söylediğinde şaşkınlıktan küçük dilimi yutacak konuma gelmiştim sinirle koltuktan fırladım. “Siz aptal mısınız, bu miktara gelene kadar aklınız neredeydi?” Diye bağırdığımda hiç biri cevap vermedi sinirle önüme gelen saçlarımı geriye attım. Babam tekrar konuştuğunda yüzüne baktım. “Akşam yemeğine gelecek, hazırlansan iyi olur.” Sinirle gözlerimi kapatıp sabır diledim ve aklıma gelenleri hiç düşünmeden söyledim. “Neden ben, neden Pelin değil? Borç, üçünüzün de borcu.” Bir yandan da ellimle Pelin’i işaret ettim. “Seni istedi.” Dediklerinde kalktığım koltuğa geri oturdum. Allah’ım sen bana sabır ihsan eyle diyerek sabır dilenmeye başladım. Babama dönüp sertçe konuştum. “Ara onu sana bir hesap numarası atsın bir saate paranın hesabında olacağını söyle” Hepsi şaşkınlıkla bana baktığında gözelerimi devirdim. Şu an paranın kaynağını düşündüklerinde yüzde yüz emindim. Elbette bir işim vardı, onların bilmemesinin nedeni de umurlarında olmamızdan kaynaklanıyordu. Onlar paradan ve kendilerinden başka hiçbir şeyi düşünmezlerdi ne Emir’in ne de benim ne işle meşgul olduğumuzu bilmemeleri de bundandı. Babam telefonu eline aldığında onu izlemeye başladım. Numarayı tuşlayıp hoparlöre aldı. “Buyurun Hayrettin bey” Dedi karşı taraftaki tok erkek sesi. Babam gözüme baktıktan sonra konuşmaya başladı ilk defa bakışları nefret içermiyordu şaşkınlıkla dolu olduğu için. “Bana hesap numarası at. Para bir saate hesabında olacak.” Babam direkt konuya girmişti. Karşı taraftan gelen kahkaha sesi kaşlarımın çatılmasına neden oldu. “Hayır Hayrettin bey, biz bir anlaşma yaptık ve anlaşma anlaşmadır.” Yutkundum. “İki katı” Diye fısıldadım. Babam bu sefer daha büyük bir şaşkınlıkla gözlerime baktı. Telefondan gelen sahte öksürük sesiyle gözlerini gözlerimden çekti. “Yarım saate paranın iki katı” Dediğinde bu sefer daha da yüksek gelen kahkaha sesiyle irkildim. “Akşam görüşürüz müstakbel kayınbabacığım.” Cevap beklemeden telefonu kapattı. Emir’in annesi “Kız o kadar para sende nereden var?” Dediğinde yüzüne bile bakma gereksinimi duymadım. Ayağa kalıp çantamı aldım. “Borcunuzu nasıl temizlerseniz temizleyin gram umurumda değil. Benden bu kadar.” Arkamı döndüm. “Barney hadi oğlum gidiyoruz.” Evde yankılanan sesime rağmen hiçbir kıpırtı olmadı. “Barney!” diye tekrar köpeğime seslendim. Ama yine yanıma gelmemişti. Barney bana çok düşkündü normalde eve gelir gelmez hemen yanıma gelirdi. Sertçe yutkunup arkamı döndüm. Emir’in annesi gıcık edici bir tonda konuşmaya başladı. “Bak sen şu Allah’ın işine, borç meselesi birden birilerinin umurunda olacak gibi duruyor.” Sinirden ellerim titremeye başladığında yüzüne baktım. Babam yine konuştu. “Düğün bittiğinde köpeğini alırsın.” Ellerimin titremesini durdurmak için yumruk yaptım. “Barney’i verin derhal!” Benim bağırışım yine hiç birinin umurunda olmamıştı. “Pelin akşama hazırla şunu düzgün giyinsin” Diyen amcama baktım hepsinden nefret ediyordum. Şirketin bu durumda olmasının bir nedeni de kumar oynamalarıydı ama onlar hala tek çıkış yolunun kumar olduğunu düşünerekten kumar oynamaya devam etmiş ve her şeyi kaybetmişlerdi. Hiç birinin umurunda da değildim. Zaten hiç olmamıştım da benim yerime Pelin’i istemiş olsaydı karşı taraf babam da dahil hepsi ayağa kalkarlardı. Pelin üç ailenin de her şeyiydi. Çünkü Pelin onlar gibiydi düzenbaz, ahlaksızdı Emirle benim tam tersimdi. Küçüklüğümüzden beri böyleydi. Dernek seçimlerinde hiç kimseye fark ettirmeden sandıkları değiştirir yengemle Emir’in annesinin kazanmasına neden olurdu. Kumarda adamların elini söyler bizimkilerin kazanmasına yardımcı olurdu. Büyüdükçe daha da pisleşmişti kumarda adamları baştan çıkartıp kaybetmelerine neden olmaya başlamıştı. Bizimkiler ise bu duruma kızacağına onu tebrik etmişti. Bu sevgisizlik tek bana karşı değildi. Emir’e karşı da aynıydı. Benim babamın benimle ilgilenmediği gibi onun da annesi ve babası onunla ilgilenmemişti. Babası çapkınlıklarıyla ün salmıştı annesi ise alkolikliğiyle ün salmıştı. Hiçbir zaman da onu umursamamışlardı. Mesela şu an Hakkari’de askerlik yapıyordu, her şehit haberinin gelmesiyle benim kalbim neredeyse duracak konuma geliyordu ama onlar şehitlerin isimlerine bakma zahmetinde bile bulunmuyorlardı. Gariplerdi. “Hadi Dolunay akşama az kaldı ve bizim seninle çok işimiz var” Beni baştan aşağıya süzerek konuşmuştu. Daha sonrada elimden çekiştirerek kapıya doğru sürüklemeye başladı. Sinirle biricik kuzenimi takip ettim. Mağazada ne bulursa sepetine atmıştı yanlış anlaşılma olmasın benim için değil kendi içindi. Benim elime de bir elbise ve ona uygun bir ayakkabı tutuşturmuştu. Kasaya gittiğimizde her şeyi kasadan geçiren kasiyerin işini bitirmesini bekledim acaba nasıl ödeyecek diye son iki kıyafet kaldığında benim elimdekileri hızla aldı. “Şunları da geçirin aman karışmasın” Dediğinde sinir bozukluğuyla kahkaha attım. Sonunda ödeme işlemine geçince Pelin poşetleri eline alıp beni kasada bırakıp kapıya doğru ilerlemeye başladı. “Madem o kadar paran var öde bakalım Dolunay hanım” Bugün binlerce kez yaptığım hareketi yapıp gözlerimi kapatıp sakinleşmeye çalıştım tabi hiç birinde işe yaramadığı gibi yine işe yaramadı. Çantamdan kartımı çıkarıp parayı ödedim. Sadece köpeğimi alıp defolup gitmek istiyordum. Normalde Barney’i hiç evde bırakmazdım ama bugün nasıl olduysa onu yanıma almamıştım. Hepsi benim suçumdu dışarıda ki işlerimi çabuk halledip döneceğimi düşünmüştüm ama nereden bilebilirdim ki Barney’i kaçıracaklarını. Gözüme dolan yaşları yok sayıp mağazadan çıktım ve beni bekleyen kuzenime doğru ilerledim. “Aa bu senin tatlım.” Ağzını yaya yaya söylediği sözlerle birlikte benim için seçtiklerini bana uzattı ve beni kuaföre doğru çekiştirdi. Kuafördeki işimiz yaklaşık bir saat sürdü. İşimiz biter bitmezde Pelin’in geç kaldık diye söylenmelerinin eşliğinde eve geri döndük. Arabadan inmeden yüzüme baktı. “Ay Dolunay görende cenazen var sanacak, ne bu surat kızım gül azıcık be” “Pelin şansını zorlama istersen” sakince onu uyarmam işe yaramış olacak ki hemen arabadan indi. Ben de onun arkasından arabadan indim. Babamın şoförü Harun amcanın yanına ilerleyip “Harun bey arabadaki poşetleri bizim eve bırak” Dedi ve hemen eve girdi. Ardından ben Harun amcanın yanına yaklaştım. “Barney’i nereye götürdüklerini biliyor musun Harun amca?” Hiç lafı gevelemeden direkt sormuştum. Üzüntüyle yüzüme baktı. “Yok, kızım bize söylemezler ki onlar da biliyor sana söyleyeceğimizi” Doğru söylüyordu. Elimdeki mağaza fişini ona verdim. “Harun amca git bunları iade et” Yüzüme mahcupça baktı. “Tamam, kızım senin aklın kalmasın” Hemen paketleri alıp arabasına koydu ve beklemeden mağazaya gitmek için uzaklaştı. Ben de eve girip kimsenin yüzüne bakmadan odama çıkıp kendimi içeriye kilitledim. Darma duman edilmiş odamın içinde gözlerimi gezdirdim. Umarım parayı odada arayacak kadar geri zekâlı değillerdi. Acaba daha ne kadar küçüleceklerdi diye düşünerek makyaj masama doğru gittim. Pufa oturup bir pamuğa makyaj temizleme suyunu döküp makyajımı temizledim ve ardından da saçımı bozdum. Makyajımı temizlerken gereğinden fazlaca ovuşturduğum gözlerim kıpkırmızı olmuştu bile. Kapını kolu zorlandığında kapıya doğru kafamı çevirdim. “Hazırlanıyorum!” Diye bağırdığımda kapının kolu tekrar zorlanmıştı. “Ya sabır” Diye sessizce fısıldadım. “Aç şu kapıyı da elbiseni giymene yardımcı olayım saçın makyajın bozulmasın” Derin bir nefes alıp kapıdaki Pelin’e cevap verdim. “Giydim canım ben elbisemi merak etme.” Kapının dışından endişeyle konuştu. “Bozmadın değil mi saçını makyajını?” Aynadaki aksime bakıp gülümsedim. “Hayır, Pelin merak etme in aşağıya sen, ben de geliyorum” Cevap gecikmedi. “Kaç saattir ‘evlenmeyeceğim köpeğimi bana verin’ diye söylenen Dolunay’a bakın ne kadar da hevesli hemen hazırlanmış bile. Neyse acele et gelmek üzeredir.” Artık sinir sistemim sinirlenmeme bile izin vermiyordu. O aşağıya giderken ben de yatağımın üzerine oturup zilin çalmasını bekledim. Çünkü bu şekilde yanlarına hemen inersem beni linç ederlerdi. Bir süre sonra oturmaktan sıkılıp yatağa uzandım ama günün yorgunluğuyla uyuya kalmıştım. Kapımın kırılırcasına tıklatılmasıyla pardon yumruklanmasıyla gözlerimi açtım. “Dolunay hadi geldi adam.” Hay o adama da sana da Pelin… diyerekten odamın kapısına gidip kilidini açtım. “Valla Allah’ın sevdiği kulusun ha. Çocuk taş gibi ilk defa senin yerinde olmak istedim” Pelin’i duymazlıktan gelerek odadan kendimi dışarıya attım. Pelin’in şaşkın bakışlarını umursamadan aşağıya doğru ilerledim birden kolumu asılmasıyla bezgince ona baktım. “Bu hal ne?” Sorusunu es geçip kolumu ondan kurtardım ve yürümeye devam ettim. “Bu şekilde mi ineceksin onun yanına?” Gülümseyerek onu onayladım ve aşağıya indim. Bizimkilerin şaşkın ve onaylamaz bakışları eşliğinde masaya oturdum. Bakışlarını benden çekip olduğum hale bir cevap almak isterlercesine bakışlarını Pelin’e yöneltmişlerdi. Adam da dahil hepsini yok saymaya karar verdim. Yemeğin ilk on dakikasında bu taktiğim işe yaramıştı. Masaya ölüm sessizliği hakimdi. Herkes yemeğiyle ilgileniyordu ben ise sadece yemeğimle oynuyordum. Asla ama asla adama doğru bakmamıştım bile. Yengemin sesi sessizliği bıçak gibi yarıp kestiğinde, onları yok sayma taktiğimin daha fazla işe yaramayacağının bilinciyle bakışlarımı ona odakladım. “Eee, düğün ne zaman?” Çatılan kaşlarımla birlikte bakışlarımı tabağıma geri sabitledim. “Daha gelin hanımla selamlaşmadık bile. Eğer yüzümüze bakmaya lütfederse, onu da kararlaştırırız elbet.” Kinayeli konuşarak yengemi cevaplamıştı. Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Pelin haklıydı, yakışıklıydı. Siyah gür saçları özenle yapılmıştı, kirli sakalları çene kemiğini örtmüştü. Siması çok da yabancı gelmiyordu ama insan özürlü ben nereden tanıdığımı asla çıkartamamıştım. Kahverengi gözleri beklentiyle bana bakarken dudağımı ıslatıp sandalyede rahat bir konum alıp ona asla reddedemeyeceği bir teklif sundum. “Gerekli paranın üç katı” Yengemin içeceği boğazında kalırken herkes bana dönmüştü. Tamam o kadar para bende de yoktu elbet ama benim kadar Emir’in de birikimi vardı ve kullanmama asla kızmazdı hem de böyle bir konuda hiç kızmazdı. Adam da benim gibi sandalyede rahat bir konum aldı ve beyaz incilerini göstermek istercesine gülümsedi. “Anlaşma bir kere olur” Her kelimesine vurgu yaparak konuştuğunda gözlerimi devirdim. Demek ki asla reddedemeyeceği bir teklif değilmiş. Hay senin anlaşmana ben… Hızla konuştum. “Dört katı” Tamam Emir’le beni baş aşağıya tutup sallasan o para bizden çıkmazdı. Sıkıntıyla nefes aldım. Telefonda yaptığı gibi kahkaha attı. “Son kez söylüyorum bir daha demeyeceğim anlaşma bir kere yapılır” Dedi ve ağzına çatalını götürdü zıkkım yiyesice. Birden boğazında kalıp öksürmeye başladığında ben de onun gibi incilerimi göstermek istercesine gülümsedim. Ardından da yemek masasına yaklaşan Harun amcaya baktım. “Kızım istediğini yaptım.” Elindeki iade fişini bana uzatırken konuşmuştu. “Ona gerek yok Harun amca çöpe atabilirsin.” “Benim eşyalarımı götürdün değil mi Harun bey?” Şeytani bir gülümsemeyle Pelin’e baktım. Son birkaç saattir ilk defa gülmüştüm sanırsam. Daha sonra Harun amcaya geri döndüm. “Onu Pelin hanıma ver de hatıra olarak saklasın Harun amca” Dedim. Elindeki iade fişine sinirle bakan Pelin’e keyifle baktım ki bu onu daha da sinirlendirmişti. Ardından gözlerim adama kaydı. Bana bakarak gülümsüyordu. Işık hızıyla bakışlarımı ondan çekmiş ve keyifli yüz hatlarımı ifadesiz tutmuştum. Yaklaşık iki buçuk saat sonra gitmek için kalkmıştı. Bir an gitmeyeceğinden endişelenmiştim, yalan değil. Akşam boyunca bir daha konuşmamış sadece onları dinlemiştim ha bir de Emir’den gelen mesajlara cevap vermiştim. Adamın evden çıkmasıyla üzerimden kalkan bakışlarının ağırlığından kurtulmak beni rahatlatmıştı. Birinin bana bu kadar dikkatli bakması beni çok fazlasıyla rahatsız ediyordu. Kapı kapandığı gibi babama döndüm. “Barney’i verin bana” Dediğimde hepsi beni duymazlıktan gelerek içeri ilerlemeye başladılar. Sağımda duran konsolun üstünden elime gelen ilk şeyi babama doğru fırlattım. Konsolun üstünde ki eşyalar anneme aitti ve benim elime gelen eşya bir vazoydu. Kırık cam parçaları her tarafa dağılmıştı, bu benim nefesimi kesiyordu. Senelerdir cam kırıkları yüzünden tedavi alan ve çok fazla ilerleme sarf edememiş bir ben için şu anki durum çok zordu. Dikkatimi zor da olsa babama çektim. “Köpeğimi verin derhal!” Sesim evde yankılanmıştı sanırsam. Babam ilk önce kırılan vazoya ardından da bana baktı. Bakışları o kadar soğuktu ki hiç tanımadığı birine bile bu şekilde bakmazdı. “O düğün olmadan asla!” Tekrar vazoya döndü. Bizi izleyen Münire ablaya, “Münire dikkatli topla parçaları. Güzelcene bir kutuya koy ve çalışma odama bırak” Münire abla onu onaylarken gözümden bir damla düştü ve sinirle sağımda duran konsolun üstünde ne varsa hepsini yere attım. Madem o benim en değerli varlığım olan köpeğimi benden ayırıyordu o zaman ben de onun değer verdiği hiçbir şeyin gözünün yaşına bakmazdım. Onun hayatta en değer verdiği kişi annemdi. Annemin yokluğunda ise o boşluğu annemden kalan eşyalarla doldurmuştu. Annem bana hamileyken bir kaza geçirmiş ve doktorda annemi kurtarmak yerine beni kurtarmıştı. Babam ise anneme olan aşkından dolayı benden nefret etmişti senelerce hem de. Ona göre annemin ölmesinin tek sorumlusu bendim. Ne yazık ki tüm nefreti boşunaydı çünkü annem yaşıyordu. Yüzüme çarpan tokatla birlikte yerdeki kırık parçalardan dikkatimi çekebilmiştim. Hemen ardından ikinci tokatta yüzümün aynı yerine isabet etmişti. Canımın acısıyla öylece kalakalmıştım fakat üçüncü tokattın da bana doğru gelmeye başlamasıyla elini havada tuttum. “Defol karşımdan!” Kükremesiyle onu tuttuğum bileğinden cam parçalarına doğru savurdum. Tam düşecekken amcam onu yakalamıştı. Portmantoda duran araba anahtarımı alıp kapıyı çarpıp evden çıktım. Cam kırıkları midemi bulandırmıştı ve ben daha fazla bu hisse karşı koyamayarak solumda duran ağacın dibine midemde olan her şeyi boşaltmıştım. Gözyaşlarımı silip arabama bindim. Elime gelen kan ile dudağımdaki sızı dudağımın patladığının habercisiydi. Hiç umursamadan hemen aracı çalıştırıp gaza abandım. İsmini bile bilmediğim adamın arabasına yetişmeye çalışıyordum. O giderken zorla geçirmem için kaldırdıklarında arabayı ve plakasını görmüştüm. Gaza sanki imkanım varmışçasına daha da yüklendim ardından aradığım arabayı görmemle hızla önüne kırdım. Allahtan şoförü usta şofördü de durabilmişti. Değilse güzel bir kaza yaşanması kaçınılmazdı. Arabadan hışımla indiğimde karşı arabadan da şoför inmiş ve silahını bana doğrultmuştu. Yutkundum ve ilerlememi kestim. Silahının altın işlemeleri aramızda ki mesafeye rağmen göze çarpıyordu. Evet şu durumda onu inceleyecek kadar dikkat dağınıklığım vardı. “İndir silahını Mesut, yengen akşam ailesinin yanında konuşmaya çekinmiş olmalı ki hemen arkamızdan gelmiş.” Gülerek yanıma adımlarken gözleri dudaklarımla buluştu. Gülümsemesi yüzünden silinirken onun yerini hızla çatık kaşları ve kızgın bir ifade almıştı. Yanıma geldi dudağımdan akan kanı eliyle temizlemeye yeltendiğinde hızla eline vurdum. “Kim yaptı bunu?” Sert sorduğu soruyu umursamamıştım. Eliyle omzumda duran saçımı arkaya attı. Muhtemelen yanağımda babamın parmak izleri vardı. İzleri görmesem bile babamın parmaklarını hala yüzümde hissediyordum. Kaşları daha da çatıldı elini parmak izlerine yöneltirken tekrar eline vurdum. “Ne istiyorsun?” Ben de ona soru yöneltmiştim. Gözlerime bakıp hemen parmak izlerine geri dönmüştü. Bakışları ürkütücüydü. Gözlerim yaşlarla dolarken sıkıntıyla soludum. Ciğerlerime temiz hava yerine onun geniz yakıcı kokusu geldiğinde birkaç adım geri girmek isterdim ama korkaklık olarak algılanır diye yapmadım. Onun yerine cevap istercesine gözlerine baktım. Bakışları yumuşayarak gözlerime baktı hafif bir gülümsemeyle cevap verdi. “Seni.” Aldığım cevapla birlikte dudağıma ben de onun gibi bir gülüş yerleştirdim. “Benim karşılığımda neyi istiyorsun?” Gülümsemesi bir parça daha büyürken ben kafamı yanımızdan küfrederek geçen araçlara çevirmiştim. Çenemden tutup ona bakmamı sağladığında eline bir kez daha vurdum. “Dokunma bana!” Diye tısladım. Ona arka arkaya vurmam hoşuna gitmemiş olacak ki kaşları çatıldı. Cevap alabilmek için gözlerine baktım. “Seni istiyorum. Sırf seni istediğim için onlarla o kumar masasına oturdum ve sırf seni istediğim için o kadar borca batmalarını bekledim.” Aldığım cevapla kahkahama engel olamamıştım. Sinirlerim iyice gerilmişti. Kahkaham sayesinde dudağımdaki kurumaya başlayan yara sızlamış ve tekrar kanamaya başlamıştı. İyi halt yedin demek istesem de sustum. Artık sabahtan beri yaşadığım sinire vücudum daha fazla dayanamamış ve tepki olarak mide ağrısını bana bahşetmişti. Ağrıyla yüzümü buruşturdum. “Allah seni de kahretsin onları da kahretsin!” Diye bağırıp arabama doğru yürümeye başladım. Şiddetlenen mide ağrımla iki büklüm kalmıştım. Hızla kolumu tutup yüzüme doğru eğildi. “iyi misin?” Sesindeki endişe gerçek miydi emin olamamıştım. Midemdeki ağrıya inat hızla doğrulup kolumu ondan kurtardım. Bana dokunması beni rahatsız ediyordu. Tam ağzımı açıp ona cırlayacağımda telefonum çalmaya başlamıştı. Telefonumu arka cebimden çıkartıp arayana baktım. Emir’in aramasıyla çıkan sarmaş dolaş fotoğrafımıza gözyaşlarımla baktım. O burada olsaydı ne yapar ne eder beni bu saçma durumdan kurtarırdı. Adamın da telefonuma baktığı dikkatimden kaçmamıştı. Aramayı reddettim. Adamı arkamda bırakıp arabama ilerledim. Telefonumu arabama sabitleyip Emir’i geri aradım ve sanki her şey yolundaymış gibi onunla konuştum. Sonuçta askerdeydi, kafasına beni takmasını ve ona bir şey olmasını istemezdim. Barney’i aramaya başladım en azından aklıma gelen yerlere bakacaktım. Dikiz aynasından arkamdaki araca baktım anladığım kadarıyla beni takip ediyorlardı. Biraz gaz verip birkaç aracı arkamda bıraktığımda onlarda aynısını yapmış ve benim yakınıma gelmişlerdi. Onlara aldırmadan gecenin serinliğinin yüzümü okşaması için camımı biraz açtım. O meşhur batmakta olan şirkete geldiğimde arabamdan indim. Hemen şirkete doğru adımladım. Güvenlik görevlisini atlatıp tüm şirkette Barney’i aradım. Fakat çok geçmeden omuzlarımı düşürüp yenilgiyle şirketten dışarı çıktım. Depolarda dahil hiçbir yerde yoktu. Aklıma gelen birkaç yeri de kendi kafamda sıralamaya koydum. Kolay kolay pes etmeye niyetim yoktu. Barney’i bulup buradan defolup gidecektim. Arabama geri binip çalıştırdığımda benimle birlikte arkadaki araçta çalışmıştı. İyice sinirlenip arabadan dışarıya çıktım. Onun oturduğu koltuğun kapısını açıp bağırmaya başladım. “Kardeşim deli misin sen? Ne peşimde geziyorsun gece gece?!” O ise bağırmamı hiçe saymıştı. “Kardeşim mi? Hiç sanmıyorum ben senin müstakbel kocan Anıl Sarıkan ve sen bana kardeşim mi diyorsun?" Deyip alaylı gülümsediğinde gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Ciğerlerime nüfus eden kokusu çok yakın olduğumuzun işaretçisiydi. Malum onun üstüne doğru eğilmiştim. Gözlerimi açıp yüzüne baktım. “Dolan lan arkamda, sabaha kadar it gibi gezeceğim inat değil mi?” Arabanın kapısını yerinden sökülmesini umarak çarpıp kendi arabama yöneldim. Torpidodan aldığım ıslak mendille dudağımdaki yarayı temizledim. Aramaya kaldığım yerden devam etmek için aracı hareket ettirdim. Saat gece bir buçuk olmuştu ve ben Harun amcanın evinden de yenilgiyle çıkmıştım. Arabama giderken Harun amcanın sesiyle gözüm binanın balkonlarında onu aradı. “Buyur Harun amca.” Gülümsemeye çalışmış ama becerememiştim. “Kızım hadi gel bizde kal bu gece” “Yok Harun amca bana bugün uyku yok sizi de rahatsız etmeyeyim. Hadi size Allah rahatlık versin.” Son adresim olan annemle babamın ilk tanıştıkları eve doğru sürmeye başladım. Evin içini, bahçesini ve garajını kontrol etmiştim ama nafileydi burada da yoktu. Evin demir kapısından dışarıya çıktığımda Anıl ve şoförü kaportanın üstüne oturmuşlardı. Ben de onlar gibi yapıp kendi aracımın üstüne oturdum. Başka nerede olabilir diye düşünüyordum ama asla aklıma bir yer gelmiyordu. “Abi valla yenge inat çıktı. Şuna bak resmen tüm İstanbul’un altını üstüne getirdi Allah sana sabır versin.” Anıl şoförünü onaylayan birkaç mırıltı çıkartmıştı. Duymazdan gelerek arabama geri binmek için hamle yaptığımda onlarda aynı şekilde arabaya binmek için hareket yapmışlardı. Artık sinirden gözüm dönmüştü ve kontrolümü kaybettim. Sürücü koltuğunun altından neredeyse her araçta bulunan haydarı aldım. Anıl elimdekini görünce çarpık bir şekilde gülümsedi. Bu yaptığı beni daha da çileden çıkartırken arabasına darbeleri art ardına indirmeye başlamıştım. Gariptir ki ne o ne de şoförü beni durdurmaya çalışmamıştı. Kaportayı açmak için şoför koltuğuna doğru ilerlerken dikiz aynasını da yerle buluşturdum. Kaportayı açıp aracın elimle sökebileceğim birkaç şeyi sökmüş ve çalışmayacak hale gelmesini sağlamıştım. Fakat içimdeki öfkemde hiçbir azalma olmamıştı. Anıl’ın yüzüne bile bakmadan kendi arabama binip oradan uzaklaştım. |
0% |