Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@mi.mundo

Koskoca İstanbul dar gelir miydi insana? Dar geliyordu şu an bana. Çaresizlik içinde kıvranıyordum resmen. Polise gitsem köpeğimi alıkoydular diye ihbar etsem bile babamı tanıyordum acımasız herifin tekiydi ona zarar vermeden asla polisin bulmasına izin vermezdi. Saat gecenin ikisi olmuştu nereye gideceğimi ve ne yapacağımı bilemeyip Sabri babanın dükkanına doğru sürmeye başlamıştım.

Dükkanın bende bulunan anahtarıyla içeri geçmiştim. Sabri baba burayı ilk başta kıraathane olarak açmıştı ama sonrasında talepler doğrultusunda kafeye çevirmişti. Masalardan birine oturup boş boş duvarı izlemeye başladım. Dükkanın ışığını bile yakmamıştım. Karanlıkla birlikte ağlamaktan şişen gözlerimi artık tutamamış ve günün yorgunluğuna dayanamamış, kendimi uykunun kollarına atmıştım.

Duyduğum nefes alışveriş sesleri ve etrafımı çevreleyen yoğun koku tüm kanımın damarlarımdan çekilmesine neden oldu. Bu kokuyla tanışalı daha bir gün bile olmamıştı ama o kadar tanıdık geliyordu ki. Yavaş yavaş yüzüme doğru yaklaşan elin varlığını çok net hissediyordum. El yavaşça yanağımdaki parmak izlerini okşadı

“Bunu yapan elbet bir bedel ödeyecek güzelim.”

Beni buraya kadar takip etmiş olamazdı değil mi? Arabasını çalışmayacak halde bıraktığıma emindim. Kolay kolay çalıştıramazlardı. Yol boyunca da arkamdaki araçlara dikkat etmiştim kimse yoktu. Gözlerimi açmak istesem de başarılı olamamıştım. Yüzüme doğru yaklaşan nefesi hissedebiliyordum. Aniden kafamın sert bir şeye çarpmasıyla birlikte oluşan acı gözlerimi açamama neden oldu. Kafamı masaya çarpmıştım. Hızla kafeyi taradığımda hiç kimse yoktu. Korkuyla hızlanan kalbimin üzerine elimi koydum.

“Kimse var mı?”

Boş dükkanda yankılanan sesime yanıt gelmemişti. Dükkanın kapısına gidip kilitli olduğundan emin oldum ve camdan dışarı baktığımda da sadece benim arabamı görmek beni rahatlatmıştı. Rüyaydı, sadece kötü bir rüyaydı. Büyük ihtimalle yarım saat bile uyuyamamıştım. Dükkanın ışıklarını yaktım. Elimle kafamı vurduğum yeri yavaşça ovuşturdum. Canım cidden acımıştı. Kafamdan elime gelen sıcaklıkla duvardaki aynaya baktım. Ateşleniyordum sanırsam alnımdaki sıcaklığın yanı sıra yanaklarım da kıpkırmızı olmuştu. Kendimi halsiz hissetmem de cabasıydı. Halsizliğimi ve ateşlenmemi kenara bırakıp dükkanın arkasından temizlik malzemelerini çıkarttım. Saçımı hemen bir topuz yapıp dükkanı dip köşe temizlemek için hareketlendim. Kafamdaki tüm düşüncelerden anca bu şekilde sıyrılabilecektim yani umarım sıyrılabilirdim. Kafamdaki düşüncelere bir de gördüğüm rüya eklenince temizliğin bana çok yardımcı olmayacağını anlamam uzun sürmemişti. Kulağıma kulaklığı takıp işime devam ettim.

Saat sabahın altısına geldiğinde tüm dükkanı temizlemeyi bitirmiş sabah çayını demlemiştim hatta Emir aramış onunla da konuşmuştum. Karşı dükkanın sahibi Mümtaz amca kapıdan baktı.

“Dolunay çay var mı?”

Hemen yerimden kalktım ama bu çok da iyi bir hareket değildi sanırsam çünkü o hareketimle birlikte başım dönmüştü.

“Var Mümtaz amca sen geç dükkanına ben getiriyorum.”

O dükkanını açmaya giderken ben çayı bardağa doldurdum. Gidip ona çayını verdim. Yüzüme dikkatlice baktı.

“Kızım, sen iyi misin?”

Muhtemelen korkunç gözüküyordum. Gözlerim ağlamaktan ve uykusuzluktan şişmişti, saçım hala topuz halindeydi. Onu onaylamak için kafamı salladım.

“İyiyim mümtaz amca. Gece iyi uyuyamadım ondandır.”

Kafeye geri döndüğümde Sabri baba içerideydi.

“Dolunay kızım ne yaptın sen? Koca dükkan tek başına temizlenir mi? Deli misin sen?”

Sabri baba mutfaktan bana söyleniyordu. Kendine bir çay alıp yanıma geldi. Kafasını kaldırıp yüzüme baktığında ise endişeli bir ifade yüzünde yer edindi.

“Kızım ne oldu sana?”

Onun endişeli sorusuyla birlikte gözümden yaşlar sicim gibi akmaya başladı. Hızla ona sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Adamcağız ilk başta şaşırmıştı daha sonra ise kollarını bana sararak sakinleşmemi bekledi. Biraz sakinleşmeyi başardıktan sonra oturup olanı biteni anlattım.

“Yani evleniyorsun?”

Düşünceli bir şekilde sorduğu soruya

“Başka çıkış yolum var mı?”

Diye yanıt verdim. Yorgun kahvelerini bana odaklamış düşüncelere dalmıştı. Önümdeki çaydan bir yudum aldım. Dükkanın içinde gözlerimi gezdirip titrek birkaç nefes aldım.

“Kaçıp gidemiyorum da Sabri baba eğer gidersem onu öldürürler umursamazlar bile Allah’ın sessiz kulu olduğunu.”

Sabri baba yanıma oturmuş bedenimi kolları arasına almıştı. Omuzumda duran eliyle omzumu sıvazlamaya başladı. Onun da elinden bir şey gelmezdi ki beni sakinleştirmeye çalışmaktan başka.

“Doğru söylüyorsun kızım seni umursamayan adamlar bir köpeğin gözünün yaşına bakarlar mı?”

Kafamı olumsuz anlamda salladım içimde fırtınalar kopuyordu ama elimden ağlamaktan başka bir şey gelmiyordu.

“Emir’e anlattın mı?”

Duruşumu dikleştirip gözlerine baktım.

“Yok baba nasıl anlatayım çocuk askerde. Ben anlatsam eminim ki burayı düşünmekten dikkatini toplayamaz. İki haftaya izne gelecek zaten, o zaman oturur anlatırım.”

Ayağa kalktı ve biten çay bardaklarını eline aldı.

“En doğru olanı yapmışsın kızım.”

Ben uykusuzlukla esnerken Sabri baba mutfaktan geldi.

“Hadi sen bizim eve git. Güzelce dinlen sonra da Ayşe hatun sana güzel bir kahvaltı hazırlasın.”

Dediği şeye itiraz edecek halde değildim. Zaten itiraz etsem de kabul etmez zorla kolumdan sürüklerdi.

“Sağ ol Sabri baba. Sabah sabah kafanı şişirdim.”

Ona mahcupça bakıyordum. Yüzüne sahte bir kızgınlık ifadesi yerleştirdi. Sahte olmasına rağmen nasıl da yakışmıyordu kızgınlık o tonton yüzüne.

“Dolunay uyumaya gitmeden Sabri baba dayağı mı yemek istiyorsun sen, o nasıl söz öyle?”

Hızla yanına gidip sıkıca sarıldım şefkatle saçlarımı öptüğünde oradan ayrıldım. Babalarımızdan görmediğimiz ilgi, sevgi ve şefkati Sabri babadan görüyorduk Emirle. Eşi onun deyimiyle Ayşe hatun da bize anne şefkatiyle yaklaşıyordu. Sürekli beni arar. Emir için yaptıklarını ona yollamamı isterdi. Eee beyimiz askerdeydi ya kıymete binmişti. Tabi o yemekler asla Emir’e ulaşmıyordu ya neyse. İstanbul Hakkari arasındaki mesafeyi gözde aldığımızda yemekleri yollamak çok da mantıklı olmazdı çünkü Emir’e ulaşmadan çoktan bozulurlardı. Hal böyle olunca da Emir’e yolladım deyip hepsini ben yiyordum.

“Tamam kızma Sabri baba.”

Gülümsemeye çalıştım. Dükkandan çıkıp bitik bir halde Sabri babanın evine doğru gittim. Her adımda üzerime daha da fazla ağırlık çöküyordu sanki. Zili çalıp kafamı kapı pervazına dayadım. Tahta kapı açıldığında yarı uyur yarı uyanık vaziyetteki Caner bana bakmaya başladı. Caner Sabri babanın tek evladıydı.

“Dolunay abla girsene”

Uyku mahmurluğu sesine de yansımıştı, içeri girmemi söylemesine rağmen kapıdan çekilmemişti.

“Oğlum çekil kapıdan da girsin kız içeriye”

Ayşe hatunun yumuşak sesi kulağıma dolmasıyla ağlamaktan şişen ve kızaran gözlerime inat kıkırdamıştım. Caner hemen kapıdan çekilmiş benim geçmeme izin vermişti.

“Valla aklıma gelmedi Dolunay abla kusura bakma. Uykusuzluktan ne yaptığımı biliyor muyum ben?”

Caner uykusuzluğa değindiğine göre okula gitmemek için izin isteyecekti. Ne zaman izin isteyecek olsa uykusuzluğundan bahsederdi zaten. Mutfaktan çıkan Ayşe hatunun beni gördüğü gibi gözleri açıldı.

“Kızım ne bu halin?”

Hemen yanıma gelmiş yüzümü elleri arasına almıştı.

“Ateşler içinde yanıyorsun Dolunay”

Ateşimi ölçmek istercesine elini alnımda gezdirdi. Onun elini öpüp salona geçtim. Ayakta durmaya mecalim kalmamıştı hemen kendimi koltuğa attım. Ayşe hatun da yanıma oturdu. Elini iki kere yavaşça dizine vurarak yatmamı söyledi. Hemen dediğini yaptım. O benim saçlarımla oynarken her şeyi ona da anlatmıştım. Beni sonuna kadar dinlemişti. Dinlerken benimle birlikte ağlamıştı ama kadıncağızın da yapacak bir şeyi yoktu. Saçlarımı okşaması uykuya dalmamı kolaylaştırmıştı.

Gelen telefonla birlikte sıçrayarak gözlerimi açtım. Saat öğlen bir olmuştu. Uykudan nefret eden birine göre çok fazla uyumuştum. Bana göre uykuya ayırılan zaman tamamen israftı. O kadar uyumama rağmen kendimi çok daha fazla halsiz hissediyordum. Telefondaki arayana baktığımda kayıtlı olmadığını görünce aramayı reddettim. Yataktan kalkmaya mecalim yoktu. Beyaz tavanla bakışırken telefonumun bildirim sesiyle gözlerimi tavandan ayırdım. Beni arayan numaradan mesaj gelmişti.

MESAJ:1 saate bu adreste ol!

Yazının yanında bir de adres vardı. Mesajı tekrar okudum. Acaba etrafımda dönen sıcaklıktan dolayı ben mi yanlış okudum diye ama yok doğru okumuştum. Allah’ım birileri eceline kişniyordu bu aralar. Şu bir ay içinde katil olmazsam şükür namazı kılacaktım. Numarayı aradım.

“Başka bir emriniz var mı adreste olmam dışında, lütfen çekinmeyin söyleyin.”

Zar zor bulduğum sesimle hastalığıma rağmen cırlamayı başarmıştım. Sinirle yattığım yerde oturur bir pozisyon aldım bu hareket bile başımı döndürmeye yetmişti. Karşı taraftan ses gelmeyince sinirle devam ettim.

“Bana bak kimsin bilmiyorum ama eceline kişneme yanlış numaradır falan demem tüm sinirimi senden çıkartırım!”

Odaya şaşkınca giren Ayşe hatuna baktım.

“Kızım ne oldu? Neye kızdın bu kadar?”

Tam ona cevap verecekken karşı taraftan gelen alaylı sese kulağıma dolup tüm sinir hücrelerimin halaya kalkmasını sağladı.

“Ne kadar güzel tanımadığın numaraları açmaman, bak bu huyuna bayıldım işte.”

Halaya kalkan tüm sinir hücrelerim dün akşamki yaptığını yapıp mideme bir ağrı bahşetmişti. Ağrıyla yine iki büklüm olup ağzımdan bir inleme kaçırdım. Bu kadar sinir bünyeme fazlaydı normalde bu kadar sinirli bir insan değildim ama tehdit edilmek, başka bir çıkışımın olmayışını bilmek sinirlerimi altüst etmişti hem de iki günde…

“Ne oluyor orada?”

Telefondan gelen endişeli ses tonu aynı dün akşam bana endişeyle baktığında olduğu gibi beni yine şaşırtmıştı. Sorusunu es geçip konuştum.

“Tamam Anıl bey bir saate oradayım.”

Telefonu koltuğa koyup kalktığım yere geri uzandım. Ellerimi midemdeki ağrıyı geçirmesi umuduyla karnıma sardım. Şiddetlenen ağrıyla birlikte ağzımdan bir inilti daha kaçmıştı. Ayşe hatun elleriyle yüzümü kavradı.

“Ayşe hatun bana rahatlatıcı bir çay yapar mısın? Bir de çorba.”

Kafasıyla beni onayladı.

“İlk bir hastaneye gidelim sonra çayını yaparız. Çorban hazır zaten.”

Minnetle gülümsedim ben uyurken hastayım diye çorbamı bile yapmıştı.

“Hastaneye gidecek kadar önemli bir şeyim yok Ayşe hatun. Şimdi duşa gireyim üstüne de çayla çorbamı içerim bir şeyim kalmaz.”

Tam itiraz etmek için ağzını açtığında tekrar konuştum.

“Valla hastane dersen çıkar giderim ha!”

Kaşlarını çattı.

“Tamam deli kız tamam ama daha da kötüleş ben sana sorarım o zaman çıkar giderim diye tehdit etmeyi.”

O odadan çıkarken ben de kalkmak için hamle yaptım ve elime telefonumu aldım. Telefonda arama hala devam ediyordu. Yok bu sefer sinirlenmeyecektim. Derin derin nefesler alarak kendimi sakin tutmaya çalıştım. Elime telefonu alıp kulağıma götürdüm.

“Bu kadar saygısız biri olduğunuzu tahmin etmemiştim. Sessizce telefon dinlemek gerçekten saygısızlık Anıl bey.”

Benim sakin sesimin tam tersi olarak sinirli bir ses kulağımda çınladı.

"Eğer sen de telefonu dinliyor olsaydın iki saattir bağırdığımı duyardın!”

Nefes alıp konuşmasına devam etti.

“Her neyse adres at bana gelip seni hastaneye götüreceğim.”

“Gerek yok Anıl bey bir saate dediğiniz yerde olacağım.”

Telefonu yüzüne kapattım. Ben senden gelecek iyiliğe izin mi verirdim be! Ne sana ne de senden gelecek iyiliğe geçit yok bu bünyede Anıl bey! Banyoya yıkanmak için gittiğimde dönen başım bunun çok da iyi bir fikir olmadığını bas bas bağırıyordu. Banyoda bayılıp düşerek Ayşe hatuna kötü bir deneyim yaşatmamak için yıkanmaktan vaz geçmiştim salona yavaş yavaş geri döndüm ve hantal bedenimi koltuğa geri bıraktım. Attığı adres bana on beş dakikalık mesafedeydi. Bir saat sonra buluşacaktık o bir saatten yol süresini çıkınca kalan süreyi biraz daha dinlenmek için kullanmaya karar vermiştim.


Koluma batırılan iğneyle gözümü açtım. Dikkatle koluma serum takmaya çalışan Ayşe hatunun karşı komşusunun oğlu Burak’a baktım. Yaklaşık iki gün gibi bir süreyi yatakta yarı baygın geçirmiştim. Arada Ayşe hatunun bir şeyler yedirmeye çalıştığını ve Burak’ın serum taktığını hatırlıyordum. Gözlerimi birkaç kere kırpıştırdım. Burak serumu taktıktan sonra düzeltirken uyandığımı fark etti.

“Günaydın uykucu. Kendini nasıl hissediyorsun?”

Yutkunup cevap vermek istedim ama ağzım o kadar kurumuştu ki beceremedim. Zigon sehpadaki suyu bana uzattı. Suyu içip konuştum.

“Daha iyi teşekkür ederim”

Odaya Caner geldi.

“Geçmiş olsun abla. Ne iyi oldu kalktığın ben de sana tam bir şey soracaktım.”

Duvardaki saate baktım. Caner’in servisinin gelmesine yaklaşık beş dakika vardı. Esneyerek konuşmasına devam etti.

“Abla o kadar yorgunum ki tam şurada uyurum valla. Gecenin bir yarısına kadar test çözdüm. Gözlerimi kapatıyorum ve önümden fonksiyonlar geçiyor.”

İfadesizce ona baktım. Elbette bu kadar yorgun edebiyatı yapmasının bir nedeni vardı. Bugün okula gitmek istememesi gibi. Ben tepki vermeyince konuşmasına devam etti.

“Bugün okula gitmesem mi abla sadece bugüncük be?”

Caner lise üçe gidiyordu ve Emirle ben Caner’in tüm eğitim sorumluluğunu o daha lise birdeyken üzerimize almıştık ondandı bu kadar kendini acındırmaya çalışması.

“Elini çabuk tut servisin gelmek üzere.”

O odadan yenilgiyle çıkarken serumuma dikkat ederek doğruldum ve kanepeye oturdum. Burak da karşımdaki kanepeye geçti. Hem benimle sohbet etmiş hem de serumumla ilgilenmişti. Bu süreç içerisinde Ayşe hatun bizi gizlice gözetlemişti ama çok da gizli değildi her ikimiz de bunun farkındaydık. Burak, Ayşe hatun için ideal koca adayıydı. Bana hep derdi ki ‘Kızım daha ne istiyorsun eli yüzü düzgün. Askerliğini yapmış. Doktor olmuş gelmiş hem sende de gönlü var. Şu çocuğa bir kere şans versen ne olur?” bundan dolayıydı bizi kapıdan gizli gizli gözetmeleri.

Burak biten serumumu çıkarttı.

“Bugün de iyice bir dinlen yorma kendin akşam yine kontrole gelirim ben.”

Ona mahcup bir ifadeyle teşekkür ettim. O evden çıkar çıkmaz Ayşe hatun yanıma geldi.

“Kızım daha iyi hissediyorsun değil mi? Ateşin falan da yokmuş zaten. Ne iyi oldu Burak’ın burda olması. Çocuk saat başı geldi kontrol etti seni. İyileş diye çok uğraştı. Evden çıkmadan da bana daha iyi olduğunu söyledi.”

Gülümsedim Ayşe hatun birinin annesi olmanız için illa doğurmanız gerekmediğinin en büyük kanıtıydı.

“Çok iyiyim Ayşe hatun. Allah sizden de Burak’tan da razı olsun. Sizin sayenizde toparladım.”

Ben ateşler içinde yatarken Ayşe hatunun yanımdan bir an olsun ayrılmadığını hatırlıyordum. Sürekli yanı başımdaydı kafamdaki bezleri değiştiriyor, ateşimi kontrol ediyor hatta zorla bana bir şeyler yedirmeye çalışıyordu.

“Sen bizim kızımızsın. Sana bizler bakmayacağız da kimler bakacak?”

Ellerini tutup öptüm.

“Ayşe hatun ben bir duşa gireyim artık.”

Hemen banyoya geçtim ve yıkandım. Banyodaki işlerimi bitirip temiz kıyafetlerimi giydim. Emir ile ben bu evin yedek kulübesi gibiydik. O yüzden diş fırçamızdan tutunda kendi kıyafetlerimize kadar her şey burada mevcuttu. Saçlarımı kurutup banyodan çıktım.

“Ayşe hatun telefonum nerede?”

İki günlük hastalık sürecimde telefonumun nerede telefonumun nerede olduğunu bile bilmiyordum. Benim için önemli olan tek kişi Emir’di onu merakta bırakmak istemezdim ki onunla da Ayşe hatunun aracılığıyla iletişime geçmiştik. Ayşe hatunun uzattığı telefonu aldım.

“Kızım sen yatarken bir an bile susmadı ben de Caner’e kapattırdım. Haberin olsun.”

Açma tuşuna bastım.

“İyi yapmışsın Ayşe hatun.”

Telefonun açılmasıyla arka arkaya bildirimler düşmeye başladı. Sadece iki gün yoktum neydi bu kadar dertleri, dünyanın sonu gelmemişti ya? Çok fazla arama ve mesaj vardı. Şaşkın gözlerle kimlerin aradığına baktım. Birçok arama Anıl denilen o adamdandı. Doğru hayatıma böyle biri girmişti ben onun varlığını bile unutmuştum bu süreçte. Aramaların olduğu kadar mesajların da birçoğu ona aitti. Arama ve mesajlara bakarken kafama ağrı girmişti, derken telefonum çalmaya başladı. Kimin aradığını tahmin etmek zor değildi. Salona doğru adımladım. Ayşe hatun benim kalkmamın ardından salondaki yatağı toplamıştı bile. Koltuğa otururken sonunda aramayı açmıştım neredeyse kapanmak üzereydi.

“Buyurun Anıl Bey?”

Telefondan ses gelmedi.

“Anıl bey?”

Yine ses gelmemişti tam kapatacağım sırada sesini duydum.

“Neredesin be kadın? Yer yarıldı da içine mi girdin? Ama bu sefer çaldı telefonu, öncekilerde kapalıydı birazdan tekrar arayacağım.”

Telefonun kapandığını düşünmüştü. Sessizce telefonu kapatacağım sırada bir başkası konuştu.

“Anıl babasına mı sorsan? Belki onlar nerede olduğunu biliyorlardır.”

Nefes alış sesini duydum.

“Sanmıyorum o asalak herifin Dolunay hakkında bir şey bildiğini. Şu iki günlük zamanda eve hiç gitmediğini biliyorum zaten. Hem o herife söylesek bu Dolunay’ı daha çok baskı altına koyacak zaten onu nasıl evlenmeye ikna ettiklerini de anlamadım.”

Ahh canım ya ne düşünceliydi daha çok baskı altında kalmamdan endişeleniyordu. Ne kadar da iyi bir adamdı böyle. Biraz bile onu tanımamış olsaydım Allah’ın belası olduğunu unutacaktım. Salak adam ya. Tekrar konuşmasıyla düşüncelerime ara verdim.

“Hastanelerin hepsine iki saate bir kontrol ettiriyoruz, karakollara da soruyoruz, arabası İstanbul dışına çıkmadı, otobüs ya da uçakta kullanmadı yani İstanbul içerisinde bir yerde olduğunu biliyoruz en azından. En kısa sürede ulaşırız ona.”

Duyduklarım karşısında gözlerim fal taşı kadar açıldı. Tamam, ben bu kadar eli kolu uzun birisi olduğunu bilmiyordum.

“Hatta onu buldum bile.”

Nefesimi tuttum telefonda olduğumu mu anlamıştı?

“Sevgili karıcığım, bu kadar saygısız biri olduğunu tahmin etmemiştim. Sessizce telefon dinlemek gerçekten saygısızlık.”

Evet, telefonda olduğumu anlamıştı ve benim ona sarf ettiğim cümleyi bana aynen iade etmişti.

“Eğer sizde iki saattir telefonu dinliyor olsaydınız bağırdığımı duyardınız Anıl bey.”

Hangi durumda olursam olayım üste çıkmakta üstüme kimseyi tanımam. Ne kadar haksız olduğum ya da ne kadar battığım fark etmeksizin kendimi haklı çıkartırdım.

“Neredesin kadın sen kaç gündür?!”

Telefondan gelen ses o kadar yüksekti ki evi bile sarsmış olabilirdi.

“Sınırınızı bilin Anıl bey! Bana bu şekilde bağırmanıza boyun eğecek birisi değilim ben! Eğer bağırıp çağırma huyunuz varsa gidin ve buna boyun eğecek birini bulun ama bilin ki o kişi ben değilim!”

Terbiyesiz herifin beni çıldırtması iki saniye bile sürmemişti. Elbette ki bana bağırmasına izin vermeyecektim. Biraz önceye kıyasla daha sakin bir ses duydum.

“İyi misin diye endişelendim, o gün seni dört saate yakın bekledim ve şimdiye kadar ulaşamadığım için endişelendim sadece.”

Endişelenmişmiş. Soğuk sesimle konuştum.

“İyiyim.”

Kapının zili çaldığında içeriye bağırdım.

“Ayşe hatun kapı!"

Daha sonra da Anıl’a yanıt vermeye devam ettim.

“Yanınıza gelemediğim için üzgün falan değilim Anıl bey ama yine de bir mazeretim vardı.”

Sinir bozucu bir şekilde konuşmak istemiştim umarım bunu başarabilmiştim. Kapı tekrar çaldığında kapıyı açmak için yöneldim.

“Senden bir özür falan beklemiyorum zaten ama keşke haber verseydin.”

“Zaten özür dilemeyecektim Anıl bey merak etmeyin.”

Onunla konuşurken kapıyı açtım. Kapıda Burak’ı görmeyi beklemiyordum.

“Bir şeyini mi unuttun?”

Burak gülümseyerek cevap verdi.

“Yok sadece seni tekrar kontrol etmek istedim. İyi olduğundan tam emin olmadan içim rahat etmeyecek.”

Ona gülümserken telefondaki ses hiç de iyi gelmiyordu.

“Kim o? Her kimse söyle ona, ben onun içini rahat ettiririm.”

Telefondan gelen sesi yok sayarak Burak’a cevap verdim.

“Çok iyiyim, çok teşekkür ederim her şey için izine gelmişsin ama sanırım benim yüzümden iznini de düzgün kullanamadın.”

“Hiç önemi yok. Yapmam gerekeni yaptım sadece. Hem iznimi de düzgün kullandım dert etme bunu sen. İki hafta daha izinliyim zaten. Ama bu bana borçlandığın gerçeğini değiştirmez.”

Gülümsedim tekrardan.

“Pekala, bu borcumu ödemek isterim en yakın zamanda.”

“Sen adamla flörtleşiyor muşu? Yakın zamanda evleneceksin kadın sen hem de benimle. Neresi orası konum at bana, bir borç varsa ben öderim.”

Anıl tüm asabiliğiyle kendini yine hatırlatmıştı. Adamın varlığı bile beni çıldırtırken konuşması sinir krizlerine sokuyordu beni.

“Bir kahve yeterli olacaktır.”

Burak’a hiçbir şey olmamış gibi cevap verdim.

“Tamamdır, bir müsait zamanımızda mutlaka borcumu ödeyeceğim.”

Burak arabasına gitmek için döndüğünde ben de kapıyı kapattım.

“Anıl bey başka bir şey yoksa telefonu kapatacağım.”

Dediğimde, hala sinirli olduğu anlaşılan bir ses tonuyla konuştu.

“Var, var kapatma telefonu. Kim o? Ne borcu?!”

Bıkkınlıkla dudaklarımı ıslattım.

“Kumar borcu olmadığı kesin Anıl bey.”

Buz gibi sesimle verdiğim cevap onu sarsmaya yetmişti anladığım kadarıyla. Ondan ses gelmeyince tekrar konuştum.

“Dediğim gibi Anıl bey bir şey yoksa kapatmak istiyorum artık.”

“Bir buçuk saate öğle yemeğine çıkacağız. Adresi sana da atarım.”

Onun sesi de en az benim ki kadar soğuktu. Onu onaylayıp hemen telefonu kapattım. Adresi atması çok uzun sürmemişti. Adresle aramdaki mesafe zaten bir buçuk saatti hemen gidip üzerimi değiştirdim. Evden çıkmıştım çıkmasına da tam da trafik saatine denk gelmiştim. Saat on iki buçuktu birçok mesai saatinin ve okul saatinin öğle arasındaydık. Sıkıntıyla önümdeki trafiğe baktım. Zaman geçirmek için radyoyu açmıştım ama radyoda çalan hüzünlü parça içimdeki yangına koca koca odunlar atmaktan başka bir işe yaramıyordu.

Hayat zordu kimseye kolay değildi elbet. Herkesin sınavı başkaydı. Sabri baba ‘Allah kimseye taşıyamayacağı yükü vermez, her imtihan yolunun sonunda cennetten bir parça vardır, elbet bu dünyada da hediyeni alırsın’ der bakalım bu sınavın sonunda ne vardı. Kolay pes eden ya da kaçan birisi değildim ama bu sefer iliklerime kadar kaçıp gitmek istiyordum. Tüm hayatım boyunca aşktan sevgiden hep korktum hep kaçtım. Bir yandan da en çok zararı ve acıyı aşktan dolayı yaşamıştım. Aşkın ne kadar çok zarar verebileceğini en kötü şekilde yaşamıştım hem de aşkın içerisinde hiç bulunmadığım halde… Ne acıydı değil mi?

Asıl korkum aşk ya da ayrılık değildi evet onlardan da korkuyordum ama benim asıl korkum benim gibi bir çocuğun ortada kalmasıydı, sevgisiz büyümesiydi. Ben aşmıştım ama benim en büyük destekçim Emir’di onunda en büyük destekçisi bendim her zorluğun altından birlikte kurtulmuştuk. Evet, bazı zorlukları kolayca atlatamamıştık çok zorlanmıştık fakat ne olursa olsun hep yan yanaydık birbirimize destek olmuştuk ama o çocuğun bir dayanağı olacağı kesin değildi ve ben bir çocuğun günahına girmeyi hiç istemiyordum. Evlilik ciddi bir şeydi ve ben o ciddiyeti kaldırabileceğimi özellikle de sevgi olmadan kaldırabileceğimi hiç sanmıyordum.

Anıl’ın aramasıyla düşüncelerden kurtuldum.

“Buyurun Anıl bey?”

Trafik biraz olsun açılınca ilerlemeye başladım.

“Sadece Anıl.”

Biraz duraksamanın ardından devam etti.

“Nerede kaldın?”

Yol tarifine baktım eğer trafik izin verirse beş dakikalık bir yolum kalmıştı.

“Trafik vardı Anıl bey. Birazdan orada olacağım.”

Bey kelimesine vurgu yapmıştım.

“Sadece Anıl demen yeterli olacaktır.”

Cevap verme gereksinimi duymadım ve telefonu kapattım. Adresteki kafenin önündeki park yerine aracımı güzelcene park ettim. Ne kadar da güzel bir seçimdi öğle yemeği için kafeye gelmek. Aracımın kontağını çevirdim ve aşağıya indim. Vücudumda çok az da olsa bir kırgınlık kalmıştı. Çok önemsemeyip çantamı da alıp kafeye girdim. Gözlerim kafeyi tararken cam kenarında bana bakan hedefimi görünce durdum. Tek değildi yanında birkaç kişi daha vardı. Hallerine bakılırsa samimilerdi. Belli ki beyimiz beni onlarla tanıştırmak istemişti sanki biz çok tanışıyormuşuz gibi. Kesinlikle arkadaşlarıyla tanışmalıydım ama bu iyi bir tanışma olmamalıydı. Hiç yapmayacağım bir şekilde arkadaşlarıyla iletişim kurmaya karar verdim ve masasına doğru ilerledim. Anıl’ın yanı boştu ona uzak olacak şekilde oturdum. Karşımdaki kız hemen elini uzatıp konuşmaya başladı.

“Ben Esin, tanıştığımıza memnun oldum. Umarım iyisindir, Anıl biraz rahatsızlandığını ama ne olduğunu bilmediğini söyledi. Ciddi bir şeyin yok değil mi?”

Tüm cümleyi bir çırpıda söylemişti nefes bile almadığını düşünmüştüm ona baka kaldım. Ben onun eline uzanmadığım için yüzündeki gülümseme hafifçe düşerken elini sıktım.

“Ben Dolunay. İyiyim çok önemli bir şey değildi.”

Yanında oturan Kağan ile de tanıştım. Kağan ile Esin sevgililerdi. Durgun bir şekilde masada oturuyordum. Bulunduğum ortamdan rahatsız olduğum dışarıdan ne kadar belliydi bilemiyordum ama kesinlikle burada olmak istemiyordum.

“Dolunay biliyor musun seninle ortak arkadaşlarımız var? Hep senin ne kadar eğlenceli ve harika biri olduğundan bahsettiler.”

Samimiyetten yoksun bir gülümseme gönderdim.

“Ne güzel.”

Mırıldanmıştım sadece.

“Kesinlikle sen, ben, Azra ve Burcu birlikte dışarıda vakit geçirmeliyiz.”

Ters ters Anıl’a baktım kendisi yetmezmiş gibi arkadaşları da hayatımın tam orta yerine pat diye inmişlerdi. Esin’i sadece kafamla onayladım.

“Dolunay yarın müsaitsen alışverişe gidelim mi? Çok güzel vakit geçiririz.”

Bu kızın sus modu yok muydu? Hep böyle konuşacak mıydı? Ben hayatımın ağzına edildi diyorum kız bana alışveriş diyordu. Kızın enerjisi çok yüksekti o kadar yüksekti ki benim kafama ağrı girmişti onun enerjisi yüzünden.

“Gidelim mi?”

Benden cevap alamayınca sorusunu yinelemişti.

“Sana iyi eğlenceler tatlım, ben online alışverişi tercih ediyorum.”

Bunları duymayı beklemiyormuş gibi suratı düştü. Daha yarım saat bile olmamıştı onunla tanışalı ne alışverişiydi böyle? Bu olaydan sonra Esin ile ben susarken erkekler konuşmaya devam etti. Sıkıntıyla elime telefonumu aldım. Esin bulabileceği tüm sosyal medya hesaplarıma itinayla istek atmıştı hiç birini kabul etmeden elimden telefonumu bıraktım. Yanıma birinin oturmasıyla hızla Anıl’a doğru kaydım. Anıl’ın kolu oturduğumuz koltuğun tepesinde olduğu için kolunun altına girmiş gibi olmuştum. Etrafımı saran odunsu koku yüzünden emindim ki benim fresh kokumun hiçbir hükmü kalmamıştı. Hemen yan tarafımda oturan çocuğa baktım.

“Kusura bakma yenge, ben Buğra.”

Diyerek elini bana uzattı. Cümlesindeki yenge ben oluyordum anladığım kadarıyla şaşkınlığımı bir kenara atıp,

“Dolunay”

Dedim ve elini sıktım. Bir yandan da Anıl’dan uzaklaşmaya çalışıyordum ki Buğra’nın oturduğu yere iyice yayılmasıyla bu çabamın bir sonuca ulaşması imkansız hale gelmiş hatta Anıl’ın yanına iyice sinmiştim. Şaşkın bir şekilde Buğra denen çocuğa bakıyordum. Anıl’la bana dönüp hızlıca bizim fotoğrafımızı çekti, ben ona şaşkınca bakmaya devam ederken konuştu.

“Yenge ver numaranı da atayım sana bu fotoğrafı.”

Yanında olmayı istemediğim adamla olan fotoğrafı ne yapacaktım ben? Ya sabır çekerek onu duymazdan gelmeye çalıştım.

“Yenge valla çok güzel çıktınız ha, başka zaman olsa bu fotoğrafı sana satardım ama bu tanışma hediyem olsun.”

Telefonum çalmaya başladı, onu elime alırken konuştum.

“Ne kadar da iyi bir insansın sen Buğra (!).”

Masadan kalkıp aramayı yanıtlamak istemiştim ama bunu da becerememiştim Buğra denen geri zekalı yüzünden. Telefonum ısrarla çalarken arayana baktım ‘Allah’ın Emri’ yazısıyla Emir’i daha fazla merakta bırakmamak için olduğum yerde aramayı açtım.

“Güzelim müsait misin?”

Buğra gerizekalısı yüzünden Anıl’a o kadar yakındım ki konuşmayı duyduğuna emindim. Telefonu diğer kulağıma aldım.

“Evet müsaittim.”

Kıkırtısı kulağıma dolarken istemeden de olsa gülümsemiştim.

“Bu evet müsaidimden anladığım kadarıyla değilsin.”

Gülümsemem genişledi.

“Beni ne kadar da iyi tanıyorsun böyle.”

“Neyse güzelim, seni daha fazla meşgul etmeden soruma geçiyorum. Bugünün tarihi ve öneminin farkında mısın?”

Kaşlarım çatıldı ikimizin de doğum günü değildi. Ne tarihiydi o zaman?

“Bu suskunluk değilsin anlamına geliyor olsa gerek. Biz ne yapacağız senin bu sorumsuzluğunla!”

Bağırmasıyla gözlerim fal taşı gibi açıldı. Neyi unutmuştum ben?

“Dolunay bugün benim toplantım var güzelim. Hani senin benim yerime katılman gereken. Nasıl unutursun ya?”

Onun sitemli konuşmasıyla susmaya devam ettim.

"Hatanı biliyorsun ondan susuyorsun değil mi bayan sorumsuz?”

Bana sorumsuz demesinden nefret ediyordum her ne kadar öyle olsam da.

“Aslında unutmadım ben hatırlıyor musun diye seni denedim. Hem daha kaç saat var yani ben sorumsuz falan değilim.”

Büyük ihtimalle bana inanmamıştı ama yine de boğazını temizleyip konuştu.

“Dolunay adamları aldır havaalanından ve o anlaşmayı ne yap ne et imzalat. Toplantıda senden kaynaklanan bir pürüz istemiyorum. Ben şoförü ayarlamıştım sen ona hatırlatsan yeterli olacaktır.”

Ofladım sıkıntıyla.

“Tamam, halledeceğim.”

“Dolunay bir de kargoya gitmen gerekiyor. Zack’in bana yolladığı kargo gelmiş olmalı onları da alsana.”

Yüzümde beliren şeytani gülümsemeye engel olmadan konuştum.

“Bunun karşılığını isterim.”

İç çekti.

“Benim varlığım bile sana hediyeyken sen hala karşılığını mı istiyorsun?”

Masadaki içeceğime uzanırken konuştum.

“Elbette senin varlığın benim için bir hediye ama benim varlığım da senin için bir hediye bunu unutma. Unutmaman gereken bir şey daha var ki bir Dolunay Gürbüz herkesin hayatına girmez.”

Olduğum ortamı unutmuş Emir’le neşeli bir şekilde konuşuyordum bana olduğum ortamı hatırlatan ise yanımdaki Anıl’ın ceketinin cebinden hızlı hareketlerle sigara paketini çıkartıp içinden bir tanesini ağzına yerleştirirken masaya paketi fırlatması olmuştu. Hareketlerindeki agresiflik beni ürkütmeye yetmişti. Karşımdaki Esin’in bakışlarından anladığım kadarıyla tek ürken ben değildim.

“Abi burada içemezsin kapalı alandayız. Onu yerine koy.”

Kağan’ın konuşmasını çokta önemsemişe benzemiyordu ceplerini karıştırarak çakmağını arıyordu. Emir’in konuşmasıyla gülümsemeye çalıştım.

“Tamam, başımın belası karşılığında ne istiyorsun? Söyle hadi.”

Anıl sonunda cebinden çakmağını çıkarttı. Sigarasına yaklaştırırken elini engellemek için manevra yaptım. Gözlerini benim mavi gözlerime dikti.

“Onu sen gelene kadar düşünürüm.”

Bir yandan da Emir’le hiçbir şey yokmuş gibi konuşmaya çalışıyordum. Anıl tekrar çakmağını sigarasına yaklaştırırken elimle tekrar engellemek istedim. İşaret parmağıma değen ateşin bana verdiği can acısıyla ağzımdan tuhaf bir ses çıktı. Parmağımı refleksle iki dudağımın arasına yerleştirip acısını geçirmeye çalıştım.

“Bu arada içinde araba parçası var onu da halletsene sana zahmet.”

Hay Emir başlayacağım kargona da parçana da ya. Anıl dudaklarım arasındaki parmağımı alıp yanığa baktı.

“Tamam, onu da hallederim. Ben kapatayım, artık dikkat et kendine.”

“Hakkını helal et.”

Duyduğumla yutkundum bunu her söylediğinde ister istemez tuhaf oluyordum. Parmağımı Anıl’dan kurtardım.

“Bunu söylemenden nefret ediyorum ama helal olsun sen de helal et.”

Kıkırdadı ama bu kıkırdama beni rahatlatmak içindi.

“Helal olsun güzelim.”

Telefonu kapatmıştı. Elimdeki telefonu masaya koydum. Anıl tekrardan parmağımı alıp baktı.

“Suya tutmalıyız bunu.”

Tekrar parmağımı ondan kurtarıp hala ağzında tuttuğu sigarayı çıkartıp masaya fırlattım.

“Bir şey olmaz.”

Parmağım sızlıyordu ve kesinlikle suya tutmalı ve ardından da soğuk bir press uygulamalıydım ama sırf o dedi diye yapasım gelmemişti.

“Neden ateşe elini atarsın ki? Sana ne benim içtiğim sigaradan!”

Bana birden parlamıştı. Zaten çok yakındık bir de bana çıkışmasıyla sesi kulaklarımda çınlamıştı.

“Yanımda sigara içilmesinden nefret ederim Anıl bey. Yani davranışımdaki asıl konu sizin sigara içip içmemeniz değildi. Eğer içmek istiyorsanız dışarı çıkın ve için.”

Gözlerini gözlerimden çekip garsonu çağırdı. Ondan buz torbası istedi. Parmağıma baktım kesinlikle su toplayacaktı. Üzüntüyle dudaklarımı büzmüştüm Buğra masadan benim telefonumu bana uzattı.

“Yenge hadi numaramı veriyorum kaydet.”

Sonunda geldiğimden beri özellikle Buğra’ya karşı kullandığım sabrım bitmişti ona döndüm ve itekleyerek masadan düşmesini sağladım. Bununla birlikte diğer masadaki birkaç göz bize dönmüştü.

“Yenge, yenge off geldin tam dibime oturdun senin yüzünden adama yapıştım bir de bu yetmezmiş gibi yanımda sürekli yenge de yenge diye ötüp duruyorsun ya. Hayatında hiç mi yengen olmadı senin? Salak mısın nesin ya?”

Buğra yerden kalkarken ben de sinirle arkama yaslandım. Kendine bir sandalye çekip oturdu.

“Tamam yenge kızma bu kadar ya. Hem bana kızıyorsun senin yüzünden adama yapıştım diye ama benim oradan kalkmama rağmen hala adama yapışık oturuyorsun.”

Onun cümlesiyle birlikte fark etmiştim hala Anıl’a yapışık olduğumu hemen uzaklaşmaya çalıştım ama Anıl koltuğun tepesinde bulunan kolunu omzuma koyarak buna engel oldu. Boşta kalan eliyle de masadaki sigara paketini Buğra’ya fırlattı. Kendimi ondan kurtarıp aramıza mesafe koydum. Garsonun getirdiği buz torbasını alıp parmağıma tuttum. Buğra bir elini omzuma koydu.

“Yenge kendini feda ettin ha Anılcığımız zehirlemesin kendini diye. Şu saatten sonra benim için sen de bir gazi sayılırsın.”

“Bak hala yenge diyor ya. Anıl arkadaşın falan demem ben bunu öldürürüm.”

Anıl’ın gergin hali yok olmuştu.

“Ne demesini bekliyordun güzelim?”

Güzelim kelimesinin iticiliğine takılmamaya çalıştım. Haklıydı durum ne olursa olsun onun yengesi oluyordum bu detayın gerçekçiliği daha da sinir bozucuydu.

“Dolunay desin, benim bir adım var.”

Buz torbasını tutan elim artık soğuktan kızarmıştı. Buz torbasını masaya koydum. Anıl torbayı koyduğumu fark etmesiyle eline aldı. Elime uzanıp buzu parmağıma tutmaya başladı. Bana doğru oturuyor gözleriyle parmağıma bakıyordu ama bir yandan da Kağan’la konuşmaya devam ediyordu. Ben ise ona bakıyordum. Bizim bu etkileşimimiz masadaki konuşmaları kesmişti. Üzerimizdeki bakışları hissediyordum ve bundan son derece rahatsız oluyordum. Elimi çektim.

“Yeterli bu kadar.”

Elime geri uzandı.

“Eğer tutmazsak sızlamaya devam edecek. Biraz daha buz tutalım sonra eczaneden yanık kremi alırız.”

Elimi ondan tekrar kurtardım.

“Gerek yok Anıl bey, öldürmez beni.”

Sıkıntıyla elindeki buzu masaya bıraktı. Gözlerime bakıp ayağa kalktı.

“Geçebilir miyim Dolunay hanım? Dışarı sigara içmeye gideceğim.”

Geçmesi için ben de yerimden kalktım. O kafeden çıkarken yerime oturdum.

“Dolunay nelerden hoşlanırsın?”

Soruyu soran Esin’e boş gözlerle baktım. Cevap vermeye niyetim yoktu. Esin’e bakmayı kesip camdan dışarıyı izlemeye başladım. Dışarıda gördüğüm kişiyle kaşlarım çatıldı. Telefonu elime alıp baktığımda daha saatin öğlen iki buçuk olduğunu görmüştüm.

“Bak anlıyorum olduğun durumdan memnun değilsin, kimse de memnun olmaz zaten. İnan bana biz de senin adına memnun değiliz. Evet, Anıl’a davranışlarını da anlıyorum sonuna kadar haklısın ama bana olan bu tavırlarını anlamıyorum. Geldiğinden beri sana sıcak davranmaya seninle ortak bir yerde buluşmaya çalışıyorum. Bana bu şekilde davranman beni üzüyor çünkü biliyorum ki normalde Dolunay böyle davranmaz.”

Esin sesine yansıyan tüm kırgınlığıyla konuşuyordu o konuşmasına devam etmesin diye hemen lafa atladım. Uzatmaya gerek yoktu.

“Normal bir zamanda değiliz. Burada olan hiçbir şey de normal akışında ilerlemiyor. Farkında mısın hiç tanımadığım biriyle evleneceğim çünkü beni kumar masasında kazandı. Bunun ağırlığını nasıl ifade edebilirim ki sana? Üzgünüm ama benden her şey normalmiş gibi davranmamı, sizlerle tanışır tanışmaz samimi olmamı bekleyemezsiniz. Muhtemelen ortak arkadaşlarımız beni sorduğun zaman sana insanlarla çabuk kaynaştığımı söylediler ama dediğim gibi Esin biz normal bir şekilde tanışmadık seninle.”

Esin’in gözleri dolmuştu. İnsanları kırmaktan nefret ediyordum. Yutkundum. Göz ucuyla Anıl’a baktım hala dışarıda sigarasını içiyordu. İnsanları kırmaktan nefret ediyordum özellikle de onların bir suçları olmadığında. Esin de kendince benimle konuşmaya ve ortamdaki gerginliği kırmaya çalışıyordu. Masanın üzerinde duran eline uzandım.

“Amacım seni üzmek ya da sana kötü davranmak değil. Lütfen beni de anla.”

Bana bakarken tekrar konuştum. Bu sefer sesimi biraz daha samimi tutmaya çalıştım.

“Hem biz başka bir zamanda tanışmış olsaydık çok yakın arkadaş olabilirdik.”

Yalan söylemiştim olmazdık. Gülümsedi. Gözlerindeki düşmek için sabırsızlanan yaşları görmek vicdanımın devreye girmesine neden olmuştu o yüzden ona bu şekilde yalan söylemiştim.

“O zaman neden yarın yeni bir başlangıç yapmıyoruz?”

Anlık afallamayla birlikte gözlerine baktım. Al sana vicdan Dolunay aferin sıçmıştın bir de kafeye girerken kendine ne demiştin? Yok kesinlikle arkadaşlarıyla tanışmalıyım ama iyi bir tanışma olmamalıydı. Aferin Dolunay sana kocaman bir aferin. Çaresizce onu kafamla onayladım. O sevinçle arkasına yaslanırken ben de elime telefonu alıp Caner’i aradım. Telefonumu reddetmişti. Caner’in geri dönmesini beklerken Emir’in ayarladığı şoföre ulaştım. Allahtan şoför benden daha sorumluydu. Havaalanında adamları beklemeye başlamıştı bile. Caner ise beni geri aramak yerine bana mesaj atmıştı.

KİMDEN: CANER

Abla dersteyim o yüzden açamadım telefonu. Ders bitsin ben seni arayacağım. Önemli bir şey yok değil mi?

Gelen mesajı gözlerimi devirerek okudum. Ona okulu asma demiştim o ise hem beni dinlememiş hem de bana yalan söylüyordu. Ben de ona mesaj yazdım.

 KİME: CANER

Önemli bir şey yok. Sadece karşındaki kafedeyim dedim bir hal hatır sorayım sana.

Mesajı ona yollayıp çantamdan bir miktar para alıp elime katladım. Caner eli ayağı birbirine dolanmış bir şekilde kafeden çıktı. Tedirginliği buradan bile belli oluyordu.

“Hemen geri döneceğim.”

Ayağa kalktım.

“Tamam yenge. Sen merak etme buralar bana emanet.”

Buğra yine boş boş konuşmuştu. Kafeden dışarı çıktım. Anıl sigarasını bitirmiş telefonla konuşuyordu. Beni görünce niye çıktın demek istercesine bir hareket yaptı.

“Ablacığım, ablam benim.”

Caner yanağımı öperek beni yumuşatmaya çalışıyordu onun bana yaklaşmasını fırsat bilerek elime katladığım parayı ceketinin cebine attım. Daha sonra hızla omzuna yumruğu geçirdim.

“Ben sabah sana ne dedim?”

Omzunu tutarken cevap verdi.

“Elini çabuk tut servisin gelmek üzere dedin canım ablam.”

Kızgın kızgın ona baktım dediği doğruydu sadece bunu demiştim ama o kastettiğimi köpek gibi anlamıştı. Bu sırada Anıl bize bakarak telefonuyla konuşmaya devam ediyordu.

“Bana bak it, o okul asılmayacak. Bir daha seni yakalarsam ki biliyorsun yakalarım işte o zaman yanıma gelme saklanacak delik ara kendine.”

Bana bakabileceği en masum surat ifadesiyle bakıyordu. Gözleri suçluluk doluydu ama hemen o bakışları değişti yerini mutlu bir ifade aldı.

“Bugün iki sınavım daha açıklandı her zamanki gibi ikisi de yüz ve arkadaşlarımla bunu kutlamak için kafeye gelmiştik. Hem kaçtığımız dersler de beden.”

Yine yanağımı öptü. Yumuşamıştım kesinlikle ama bunu ona belli etmeden devam ettim.

“Ben beden falan bilmem çocuk. O okul asılmayacak.”

“Ama abla.”

Daha konuşmaya devam edecekti ki söze ben girdim.

“Hadi git arkadaşlarının yanına akşam altıdaki dersini de unutma.”

Omuzlarını indirip arkasını döndü bir iki adım attığında gülümseyerek konuştum.

“Bana unutturma bir ara bu sınav sonuçlarını kutlayalım.”

Hızla bana döndü.

"Oh bee çok kızgınsın diye aklım çıkmıştı.”

Önümde hafifçe eğildi.

“Ne zaman isterseniz sizinim leydim.”

Kahkaha attım.

“Hadi kes şaklabanlığı da git arkadaşlarının yanına.”

Yolun karşısındaki kafeye koşarak gitti. Kapıdan girmek üzereyken cebindeki parayı fark etti ve bana dönüp teşekkür etmek için öpücük atıp içeriye girdi. Anıl bana çatık kaşlarıyla bakıyordu. Kaşlarının bu hali kızgınlıktan değil de aramızdaki bağı anlayamadığı içindi sanırsam. Çünkü kızgınlık ifadesinin aksine yüzünde tuhaf bir ifade vardı. Hoş kızgınlık olsa kaç yazardı. Kimdi ki o? Kendi kendimi düşüncelerimle sinirlendirip hemen içeriye geçtim. Arkamdan o da geldi. Esinle olan olaydan sonra ona o kadar da sert davranmamaya başlamıştım ama Buğra ve Kağan’a olan tavrım hala aynıydı. Fakat nafileydi Anıl hiç umursamıyordu bu davranışlarımı. Yani biri benim yanımda Emir’e bu kadar ters davransa ağzının payını verirdim ama Anıl hiç oralı değilmiş gibi davranıyordu. ‘Nasıl arkadaşsın oğlum sen azıcık arkadaşlarını korusana. Tamam, maalesef ki senin eşin olacağım ama yine de insan arkadaşlarını bu kadar ezdirmez ya.’ Demek istesem de sustum.

“Ee, Dolunay hangi okullara gittin?”

Kağan sırf muhabbet olsun diye sormuştu bu soruyu o kadar belliydi ki ayrıca bu ne biçim bir muhabbet açma cümlesiydi? Cümleden sıkıcılık akıyordu.

“Yurt dışında okudum ben.”

“Hangi ülkede okudun? Okulların ismi neydi?”

Neredeydim ben bir mülakatta mı? Adam tam bir salon beyefendisi gibi nazikçe konuşmuştu. Bu yola hepsini çıldırtacağım diye çıkmıştım. Amacıma uygun olarak gıcık edici bir tonda konuştum.

“CV’me detaylı olarak ekleyeceğim Kağan bey. Fakat sizden bir ricam olacak ben kapalı şirket ortamında yapamam, daralırım bana bir kıyak yapıp ona göre bir iş ayarlarsanız çok mutlu olurum.”

Esin bu söylediklerime bozulup bana laf atacağına gülmeye başlamıştı. ‘Kız sevgilini korusana, laf atsana bana! Bir şey yapsanıza!’ yine onlara bir şey demeden çığlıklarımı içimden attım. Hayır sadece küçük bir laf dalaşı çıkartmak istemiştim. Hepinizi delirteceğim diye çıktığım şu yolda ben çıldırmazsam iyiydi. Kağan hiç bozuntuya vermedi ve gülümseyerek devam etti.

“Tamamdır sana ona göre bir pozisyon ayarlayacağım.”

Ardından da Anıl konuştu.

“Çalışmana gerek yok bence, çalışıp da ne yapacaksın ki? Sana boşuna yorulmaktan başka bir getirisi olmayacak. Sen keyfine bak ben ikimizin yerine de çalışırım hayatım.”

Bu sözleri duyduktan sonra gelen kusma refleksimi zor da olsa geri ittim.

“Ah Anıl beyciğim ne kadar da düşüncelisiniz. Ben de evimde oturur çocuklarımın anası olurum. Zaten en büyük hayalim kendini bilmezin tekinin gelip hayatımı altüst etmesi bir de bununla yetinmeyip kararlarıma da karışmasıydı. Ne iyi ettin de tam hayatımın ortasına pat diye düştün.”

Rahat oturma pozisyonunu değiştirdi. Gerilmişti. Sakinleşmek için gözlerini kısa bir süreliğine kapattı ve açtığında hiçbir şey yokmuş gibi bana bakmaya devam etti. Bir insan nasıl bu kadar kolay sakinleşebilirdi? Nasıl bu kadar kısa sürede eski moduna dönmüştü?


Hiç mi bunların işi gücü yoktu? Saatlerdir bu kafede oturuyorduk. Biraz da olsa Anıl’la konuşmuştum. Genel olarak masada iş konusu dönüyordu. Şirket muhabbetleri beni o kadar sıkmıştı ki baygınlık geçirecektim burada. Esin de onların muhabbetine dahil oluyordu. Anladığım kadarıyla o da şirkette söz sahibiydi. Buğra bile tüm ciddiyetiyle konuşmalara katılıyordu. Elime kendi telefonumu alıp Emir’in toplantısının detaylarına bakmıştım ben de. Emir bu halimi görse gözleri yaşarırdı. Can sıkıntısıyla çalışma isteğim artmıştı ve toplantının detaylarının üzerinden üç kere geçmiştim. Anıl birden ayağa kalkıp elimden tutarak beni de kaldırdı.

“Temas yok adam çek elini benden.”

Masadaki eşyalarını eline aldı.

“Hadi gidiyoruz.”

Allah Allah benim bundan haberim var mıydı acaba?

“Nereye?”

Sorduğum soruyu es geçip benim eşyalarımı da eline alıp beni hafif hafif itekleyerek dışarıya çıkarttı. Eşyalarımı ondan alıp çantamdan arabamın anahtarını çıkarttım. Anahtarı elimden hızla kaptı. Ben daha ne olduğunu anlayamadan ona boş gözlerle bakarken o ise aracın kilidini açıp şoför koltuğuna doğru adımlamıştı. Hemen aracın kapısıyla onun arasına girdim. Kapıya sırtımı yasladım. Bir yandan da elimle kapı açma kolunu kullanmasını engelledim.

“Ne yapıyorsun ya?”

Diye cırladığımda gülümsedi. Nefret ettiklerim top 10 listesinin ikinci sırasını onun gülüşüyle doldurdum aslında birinci sıraya eklemek isterdim ama birinci sırada zaten kendisi vardı.

“Hani sen en son benim arabamı parçaladın ya o yüzden senin arabanla gideceğiz. Hoş kaç saattir kafeyi nasıl kafama yıkmadın merak etmiyor değilim.”

Elindeki anahtarı onun yaptığı gibi elinden kaptım.

“Yok yaa! Benim arabamı kullanacağını mı sandın?”

Sonra arabama döndüm.

“Seni kimselere vermem annem. Korkma ben buradayım.”

Arabamın dikiz aynasını okşadım. Bu halime güldü.

“Hadi ver şu anahtarı da gidelim.”

Kaşlarımı çattım.

“Ne münasebet asla vermem arabamı.”

Omuz silkip konuşmaya devam ettim.

“Git yolcu koltuğuna otur ama sürdürmem arabamı herkese.”

“Uzatma da ver şu anahtarı!”

Sesini yükseltmesi ister istemez araca biraz daha yapışmama sebep olmuştu. Az buçuk korkmuş olabilirdim yüz hatları sanki ondan biraz daha korkmam için gerilmişti. Hemen üzerimdeki bu pısırıklığı attım. Geri adım atar mıydım ben? Asla! Geri adım benim kitabımda yoktu. Bir şeye Nuh dediysem kolay kolay hiçbir şey ya da hiç kimse bana peygamber dedirtemezdi. Elbette bu huyum zamanında bana çok pahalıya patlamıştı ama ne yapayım huyum buydu.

“Valla sen bilirsin. O zaman ben kafeye dönerim gitmeyiz hiçbir yere.”

Bana bak sanki üç yaşındaki çocuğu tehdit ediyordum. Yüzüme sakin kalmaya çalışır bir ifadeyle baktı. Umarım sakin kalmayı becerirdi çünkü gözlerinin içindeki alevler bana ulaşırsa benim külümü bile bulamazlardı. Bir hışımla yolcu koltuğuna doğru ilerledi. Sertçe arabanın kapısını açtı içine girip aynı sertlikle kapattı. Biran yerimde sıçrasam da kendime çabuk geldim. En son görüştüğümüzde ben sinirden çatlarken bugün onun sinirden çatlaması bana eşsiz bir zevk veriyordu bunu inkar edemezdim. Ayrıca bunda bu kadar kızacak ne vardı ki? Araba benim arabamdı onun sürmesini istememem de en doğal hakkımdı ama Anıl beyimizin insanların özel sınırları hakkında bir bilgisi olduğunu sanmıyordum. Zira şu an tanımadığım bir adamla evlenmek zorunda kalmazdım. Elimi dikiz aynasına koyup okşayarak konuştum.

“Sen ona aldırma birtanem.”

Benim hala arabaya binmemem onu daha da sinirlendirmiş kornaya sinirle basmıştı. Arabama bindim. Aracım sarı renkli bir Juke’tu ve ben ona kesinlikle aşıktım. Anıl’a zafer kazanmış komutan edasıyla baktım.

“Çalıştırmayı düşünüyor musun?”

Sinirli ses tonunu duymak beni daha da keyiflendirdi. Yüzüme büyükçe bir gülümseme yerleştirdim. Gerçek anlamda onun bu şekilde sinirlenmesi benim için eşsiz bir hazdı. Aracı yavaş hareketlerle çalıştırdım.

“Artık gideceğimiz yeri söyleyecek misin?”

Telefonundan navigasyonu açıp araca sabitledi.

“300 metre sonra sağa dönün.”

Telefonundan gelen kadının sesiyle sürmeye başladım. Yol üzerinde Emir’in gitmemi istediği kargo şirketini görünce kargoyu da alıp yola devam etmiştim ki bu yaptığım Anıl’ı daha da sinirlendirmişti. Bense sanki zorla evlendirilmeyecekmişim, o kadar sinirden midesine kramplar giren, hasta olup yatağa düşen ben değilmişim gibi keyifli bir şekilde şarkıya eşlik ediyordum. Bu keyfim radyoda ki parça değişene kadar sürmüştü. Yeni parça Murat Boz’dandı. Anıl kendi kendine bir şey mırıldanmıştı ilk ne dediğini anlamasam da sonradan fark etmiştim ki

“İyi dinle.” 

Demişti kulak kabartıp ‘Üzüleceksin’ şarkısını dinlemeye başladım.

“Öğreneceksin beni sevmeyi Unutmasan da geçmişi Yaşanmışı ve bitmişi Duyacaksın sesini senin için çarpan yüreğimin Üzüleceksin işte o zaman Boşa oyaladığın zamana beni Görmeye yeni yeni başladın Anlatınca ben kendimi”

Şarkının sözleriyle dikkatim ona kaymıştı. Gerçekten öğrenecek miydim onu sevmeyi? Yutkundum.

“Güzelim eğer ikimizi de öldürmeyi istiyorsan bana bakmaya devam et. Yanlış anlama asla şikayetçi değilim senin gözlerine bakarak ölmekten ama bil istedim.”

Gözlerim sonuna kadar şaşkınlıkla birlikte açıldı. Kızarmış yanaklarımla yola döndüm. Kızardığımı fark etmesin diye kafamı hafifçe eğerek saçlarımın yüzüme düşmesin, sağladım. Aracın içi mi ısınmıştı yoksa ben fazla mı sıcaklanmıştım? Bilemedim. Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı.

“Ne olursa olsun bu yüzü benden esirgeme. Ben bu kadar yakından görebilmek için çok bekledim.”

Bu hareketi sayesinde sıcaklığım biraz daha artmıştı. Birden kendimi geri çektim. Eline vurarak konuştum.

“Dokunma adam bana, temasta buluma!”

“Hah! Ben de diyorum ki ne zaman çirkefleşecek. Bunca saattir sakin kalmana şaşırdığımı dile getirmiştim zaten.”

Bana çirkef mi demişti o yoksa ben mi yanlış anlamıştım. Yok yok bana çirkef demişti. Bir elimle direksiyonu sıkıca kavradım diğerini de belime koydum.

“Ben mi çirkefim! Sen daha çirkef görmemişsin be!”

Eliyle beni işaret etti.

“Haklısın canım sen çirkef falan değilsin. Şu haline bir bak mahalle kadınları gibisin!”

“Seni parçalamak istiyorum şu anda ama arabam batar diye ellemeyeceğim!”

Güldü.

“Senden beklenir daha geçen arabamı parçalara ayıran sendin ne de olsa. Sonra da gel ben çirkef değilim de.”

Arabanın içindeki ortam iyice gerilmişti.

“Üzgünüm Anıl bey zorla evlendirilirken gelip kucağınıza atlamadığım için.”

Takılı olan emniyet kemerini gevşetti ve kulağıma yaklaştı.

“O kadar kişi var ki bu dediğini yapacak.”

Tek elimle onu hırsla ittim.

“Ne güzel işte git o zaman onlara adam! Ne diye benim gibi bir çirkefle uğraşıyorsun ki! Sen yoluna git ben de yoluma gideyim!”

“Kadın bağırıp durma!”

Ağzımdan alaylı bir ses çıkarttım. Alayla konuşmaya devam ettim.

“Ne oldu Anıl bey size bağırmama gibi bir kural mı var?”

“Evet, Dolunay hanım! Kimse bana sesini yükseltemez. Bu kimsenin haddi değil!”

Konuştu paşa torunu. Sen kimsin ki sana kimse bağıramayacak salak herif. Tamam, iş dünyasının önde gelen isimlerinden olabilirdi ama ben bağırırdım. Hiç de sevmem zaten bu ‘ben çok önemli biriyim bana saygı duyun.’ olayını. Yola baktı yol bomboştu ardından çenemden tutarak ona bakmamı sağladı. Yumuşak bir tonla konuştu.

“Sen hariç kimsenin haddi değil. Sen ise bana hayatımın sonuna kadar bağırabilirsin. Sana söz senin bana bağırmalarını dünyanın en güzel melodisiymiş gibi dinleyeceğim.”

Adam biz on dakikadır sesimizle arabayı sallıyorduk nasıl böyle sakince konuşmaya geri döndün? Elini çenemden çekti. Hemen kafamı yola çevirdim. Şükür ki bu konuşmayı bitiren şey Anıl’ın telefonunun çalması olmuştu. Telefonuyla konuştuktan sonra navigasyonu açmayı unuttu.

“Anıl bey navigasyonu açmayı unuttunuz.”

Sıkıntıyla nefes aldı.

“Anıl sadece Anıl. Bey yok beyi unut kadın!”

Bana bir tuhaf bakıyordu. Sinirlenmişti yine bir insanın ruh halinin bu kadar değişmesi normal değildi. Zaten adamı tanımıyordum ya psikopat herif beni öldürecekse diye düşünmedim değil. Tamam, biraz bu adamı araştırmıştım ve ona teklif ettiğim hiçbir rakamın onun için önemli olmadığını öğrenmiştim. Dev bir şirket zincirinin başındaydı. Otel zincirleri de vardı. Belki de birçok kızın hayalindeki adamdı. Ama bana neden bulaşmıştı hiçbir fikrim yoktu.

“Ay ışığı.”

Dediğinde anlamsızca ona baktım. Ne diyordu bu dengesiz kesinlikle bu adamı kolundan tutup zorla bir psikoloğa götürecektim belki onu hastaneye yatırırlardı da ben de ondan kurtulurdum. Salak salak baktığımı fark etmiş olmalı ki konuştu.

“Yani şifrem Ay ışığı.”

Anladım anlamında kafa salladım telefonu açıp navigasyonu devam ettirdim. Adam bana şifresini söylüyormuş ben de onu akıl hastanesine kapatmayı düşünüyordum. Kendi kendime omuz silktim olsun yine de akıl hastanesine kapattırmalıydım bu adamı. Navigasyondaki adrese geldiğimizde aracı durdurdum. Kocaman bir evin önünde duruyorduk. O kemerini çıkartırken ben de çıkarttım.

“Hadi, Ay ışığım evimizi inceleyelim.”

Neyim demişti neyim Ay ışığım mı? İsmim Dolunay olabilirdi ama ben kimsenin ışığı değildim. Bulutların arkasına bir girmeme bakardı onu karanlığa boğmam. Araçtan indik. Evin kendisi gibi kocaman bir bahçesi de vardı. Bahçeyi geçip içeriye girdik ve tüm odaları gezmeye başladık. Boş gözlerle odalara bakıyordum. Şu an müstakbel kocamla birlikte yaşayacağımız evin içini geziyorduk. Bu gerçeklik kanatlanıp bir yumru olarak boğazıma oturmuştu. Bir diğer odaya geçtiğimizde cama doğru ilerledim. Temiz havaya ihtiyacım vardı. Camı açtım.

“Düğüne istediğin kadar arkadaşını çağırabilirsin. Biliyorum arkadaşlarının çoğu yurtdışında ama geliş gidişleri ve konaklamaları bana ait olacak.”

Sinir bozukluğuyla güldüm ardından da kısık sesle konuştum.

“Gelmezler ki.”

“Ne demek gelmezler? Niye gelmesinler ki?”

Sesi şaşkınlık doluydu.

“Yani, ben çok evlenecek bir insan değilim. İnanmazlar evleneceğime, hele bu kadar hızlı evleneceğime hiç inanmazlar o yüzden geleceklerini düşünmüyorum. Onlarla dalga geçiyorum sanacaklar.”

Birkaç adım attı. Adım sesleri bomboş odada yankılandı.

“Ben de çok evlenecek bir insan değildim ama bak benim arkadaşlarım gelecek.”

Topuklarım üzerinde hızla ona döndüm.

“O zaman biz niye evleniyoruz adam?!”

“Başka türlü seni yanımda tutamam. Ayrıca ‘değildim’ dedim sana ‘değilim’ demedim.”

Sustum. Onun yanından geçip odadan çıktım. Sanki evlenince beni yanında tutabilecekti. Koca evi gezmiştik ama o konuşmanın ardından bir kelime daha etmemiştik. Evin kapısından çıktığımızda bana baktı. Sanki ev hakkında konuşmamı bekliyor gibiydi.

“Başka ev yok muydu?”

Ev güzeldi ama çok büyüktü. O kadar büyüktü ki bu ev beni yutardı.

“Eğer beğenmediysen başka bir eve bakabiliriz. Hatta sen hayalindeki evin özelliklerini söyle ona göre bir ev bulalım.”

Gözlerine baktım. Yüzüme acımasız bir gülüş yerleştirdim.

“Hayalimdeki evde siz yoksunuz Anıl bey en önemli kriterim bu. Eve bakarken lütfen buna dikkat edin.”

Size yemin ederim ki birkaç saniyeliğine de olsa gözlerindeki o kırgınlığı gördüm ama çok sürmedi yerini sinirli bir hal aldı.

“Ev burası olacak! Sana da bensiz ne ev var ne de şehir bunu aklından çıkartma sakın. Hatta hayallerine de bu şekilde yerleştir.”

Arkasını dönüp gitti. Ev de senin olsun şehir de Anıl bey ben köpeğimi alıp ülkeden defolayım da sen ne yaparsan yap. Yerdeki taşa sinirimi çıkartmak için tekme attım. Yerdeki kuş, taşa vurmamla korkup uçtu. Onu izledim bir yandan da onu kıskandım. Özgürdü benim olmadığım kadar hem de. Hayallerime de hükmedemezdi değil mi? Bu düşünce bile beni korkutmaya yetmişti. Kendimi toparlayıp arkasından arabaya gittim. Arabama yaslanmış sigarasını içiyordu. Gözleri kapalıydı. Acaba çok sessiz hareketlerle arabaya binip birden buradan kaçsam mı? Diye düşünmeye başladım. Ama bu beni kurtaramazdı ki benim köpeğimi almam için bu herifle evlenmem gerekiyordu. Sahte bir öksürükle orada olduğumu belli ettim. Daha bitmemiş olan sigarasını yere attı ve ayakkabısıyla onu ezdi. Bu adam doğaya bile zarardı. Arabaya bindik. Sürmeye başladım. Nereye gitmem gerektiğini bilmiyordum geldiğimiz yoldan geri dönmeye başladım. Ara ara bakışlarım ona kayıyordu. Hala sinirliydi ama bu seferki siniri beni keyiflendirmemiş tam tersi korkutmuştu. Arabaya bindiğimizden beri bana hiç bakmamıştı. Sadece yola bakıyordu.

“Bu ay içinde istediğin özel bir tarih var mı?”

Evlilik tarihinden bahsediyordu. Olayın ciddiyeti bir kez daha boğazıma yumru bırakmıştı. Kurtuluşum yoktu.

“En yakın tarih ne zamansa o zaman olsun.”

“Ne?”

Şaşırmıştı.

“Duydun işte.”

Benim Barney’i almam gerekiyordu o yüzden en iyi zaman en yakın olandı. Aslında iki hafta sonrası da güzel olurdu o zaman Emir izine gelecekti. Elinden bir şey gelmese bile yanımda olurdu. O kadar ihtiyacım vardı ki burada olmasına, yanımda durmasına. Anıl onaylamak için kafa salladı.

“Beni şirkete bırakır mısın?”

Ben de onun gibi kafa salladım o da navigasyonu tekrar açtı. Yola odaklanamıyordum iki kere aynı dönüşü kaçırmıştım çünkü gözlerim doluyordu ve kendimi ağlamamak için zor tutuyordum. Onun yanında ağlamaya niyetim yoktu. Görmemeliydi bu kadar savunmasız olduğumu. Canımın bu kadar yandığını görmemeliydi kimse ve bundan zevk almamalıydı. Boğazımdaki kuruluk gitsin diye ardı ardına yutkundum. Ne radyo açıktı ne de bizim ağzımız arabaya ölüm sessizliği hakimdi.

Şirkete geldiğimizde aracı önüne çektim ve inmesini bekledim. Bir süre bana baktı ve ardında da bir şey demeden araçtan indi. Onun inmesiyle gözyaşlarım birbiriyle yarışa girmiş gibi akmaya başladı. Emir’in ayarladığı şoförün aramasıyla kendimi zor da olsa susturdum. Telefonu açtım.

“Dolunay hanım, misafirlerinizi aldım. Kalacakları otele götürüyorum.”

Gözümdeki yaşı sildim.

“Tamamdır.”

Telefon kapanınca aracımı hareket ettirdim. Kendimi zor da olsa toplamam lazımdı akşam Emir için önemli bir toplantı vardı ve o bana güveniyordu. Bu güvenini boşa çıkartmamalıydım. Yakınlardaki bir butikten akşama uyacak bir elbise, ayakkabı ve çanta aldım ardından da saç ve makyaj işini hallettim.

Toplantı saati geldiğinde tamamen toplantı için hazırdım. Zihnimdeki tüm düşünceleri de bu toplantı için bir kenara attım. Toplantının olacağı restorandın park yerine aracımı park ettim. Ben araçtan inerken toplantı yapacağım adamlar da gelmişti. Onlara eşlik ederek restoranda doğru adımladım. Bir yandan da onlara yolculuklarının nasıl geçtiğini soruyordum. Restorandın girişinde görevli bizi karşıladı.

“Hoş geldiniz efendim, randevunuz var mı?”

“Emir Arkın olarak randevu ayarlanmıştı.”

Elindeki tablete baktı.

“Evet efendim Emir Arkın olarak randevu mevcut. Bilgi notunda da Dolunay Gürbüz yazıyor. Sizi daha fazla bekletmeden masanıza götüreyim.”

Memnuniyetle görevliyi onayladım. O önden giderken biz de onu takip ettik. Masamıza geldiğimizde toplantı yapacağım adam yani Martin nazikçe sandalyemi çekip oturmama yardımcı oldu. Aynı naziklikle ona gülümseyerek sandalyeye oturdum.

“Teşekkür ederim.”

Adam yerine geçerken arkamızdaki masada olan Anıl’la göz göze geldik. Ne işi vardı onun da burada? O da beni gördüğüne şaşırmış gibiydi. Tek değil yanında Esin de vardı ve tanımadığım birkaç iyi giyinimli adam da masasındaydı. Şansa bak ki onun da toplantısı vardı hem de burada. Esin bana elini hafifçe kaldırarak selam verdi ben de hafifçe gülümseyerek cevap verdim. Daha sonra Martin’e ve asistanına döndüm.

“Geldiğiniz için tekrar teşekkür ederim. Sizlere Emir eşlik etmeyi çok istiyordu ama bildiğiniz gibi kendisi şuan askerde bu yüzden size ben eşlik edeceğim.”

“Evet, Emir bey bize bunu daha önceden bildirmişti ama Dolunay hanım şunu size sormadan toplantıya geçemeyeceğim. Toplantıya ne kadar hakim olabileceksiniz? Yanlış anlamayın bizim çalışma alanımızın sizinkiyle farklı olduğunu da biliyoruz bu yüzden bu soruyu size soruyorum. Biz çalışacağımız kişiyi sorularımızla köşeye sıkıştırmayı çok severiz. Siz bizim tüm sorularımıza cevap verebilecek misiniz?”

Arkasındaki Anıl’ın bakışları hala benim üzerimdeydi onu görmezden gelmeye çalışarak adama döndüm. Evet, Emir bu adamların ne kadar titizlikte olduğunu, sürekli soru soracaklarını söylemişti. Hatta bana sorabilecekleri tüm soruları ve cevapları da gitmeden bırakmıştı. Akıl küpüm benim. Özgüvenle gülümsedim.

“Evet, dediğiniz gibi benim alanım değil ama bu toplantı için bu alanda iş yapan insanlardan bile daha fazla bilgiye sahip olduğumu düşünüyorum. Hem öyle olmasaydım Emir beni sizin karşınıza çıkartmazdı. Emir işinde sizlerden bile daha titizdir.”

Bu özgüvenli konuşmam adamın hoşuna gitmişti ki bana memnuniyetle baktı. Yanımıza gelen garsona döndük. Ahmet’i görmemle gülümsedim. Ahmet Sabri babaların mahallesinde oturuyordu.

“Hoş geldiniz Dolunay hanım. Ne alısınız?”

Onun sorduğu soruyu İngilizce olarak adamlara yöneltim. Siparişlerimizi verdikten sonra Martin konuştu.

“O zaman başlayabiliriz Dolunay hanım.”

Emir bir siber güvenlik şirketinde üst düzeyde çalışıyordu. Daha sonra bu işten ayrılmış ve kendi kurduğu güvenlik sistemini pazarlamaya başlamıştı. Aslında bu işte de ortak olarak gözüküyorduk ama her şeyiyle Emir ilgileniyordu. Onun dediğine göre piyasadaki en iyi güvenlik sistemi ona aitti. Bu dediği bir yandan da doğruydu. Çalıştığı şirketler büyük saldırıları hiçbir sıkıntı yaşamadan atlatmıştı. Onlara sistemin işleyişini anlatmaya başladım. Bu sırada yemeğimiz gelmişti. Yemeğimizi yerken Martin ve asistanı sistemle ilgili akıllarına gelebilecek her soruyu sormaya başladılar. Adamlar gerçekten en başta dediklerini yapmışlardı her sordukları soruyla beni köşeye sıkıştırmışlardı ama ben her köşeden başarıyla çıkmıştım. Sonunda soru faslı bitmişti Martin ikna olmuş bir şekilde elindeki verilere bakıyordu.

“Artık sözleşme kısmına geçebiliriz Dolunay hanım.”

Dosyandan sözleşmeyi çıkarttım. Onlara uzatırken göz ucuyla Anıl’a baktım. Karşısındaki adamlara ciddiyetle bir şeyler anlatıyordu. Ona baktığımı fark edince bana göz kırpıp adamlara geri döndü. Ben de hemen bakışlarımı çektim. Ne diye baktıysam zaten?

“Bu anlaşmayı imzalayamayız.”

Martin’in dedikleriyle kalakaldım. Emir beni öldürecekti neyi yanlış yapmıştım? Soğukkanlılıkla sordum.

“Sözleşmemizde hoşunuza gitmeyen nedir?”

Martin gülümsedi.

“Sizin sözleşme için hazırladığınız miktar çok düşük. Emir bey ve sizin gibi işine bu kadar hakim, donanımlı ve sorumluluk sahibi kişiler için bu miktar az kalacaktır. Her şey bir yana sorularımıza verdiğiniz cevaplarla yaptığınız işe olan güvenimizi de artırdınız. Açık konuşalım biz buraya gelirken anlaşma yapmaya çok da sıcak bakmıyorduk. Bunda Emir beyin burada olmayışı ve sizin gibi alan dışından birinin bize eşlik etmesi büyük bir etkendi. Fakat toplantıya başlamadan önce dediklerinizde haklıydınız. Siz bu alanda çalışan birine göre çok daha donanımlısınız. Tüm bunları göz önünde bulundurarak sözleşme miktarını yüzde otuz artırmayı uygun görüyoruz.”

Derin bir nefes aldım adamın dedikleriyle rahatlamıştım.

“Teşekkür ederiz, o zaman ben hemen yeni sözleşmeyi ayarlıyorum.”

Beni onaylarken asistanı ona şirketle ilgili başka bir sorun olduğundan bahsetti. Onlar kendi sorunlarını konuşmak için masadan ayrılırken ben sözleşmenin miktarını artırmıştım. Fakat şimdi bir sorun daha vardı bu sözleşmeyi çıkartmak gibi. Ahmet masadaki boş tabakları toplamak için gelmişti.

“Neyin var? İşler istediğin gibi gitmedi mi? Çatık kaşlarınla düşünüyorsun.”

Ahmet’e döndüm.

“Hayır, istediğimden daha iyi durumda ama yeni bir sözleşme gerekiyor şu an. Adamları bırakıp çıktı almaya da gidemem hoş olmaz.”

Sıkıntıyla konuştum. Ahmet rahatlatıcı bir tonda cevap verdi.

“Hallederiz kızım onu hemen. Dert etme. Sen bana at sözleşmeyi ben patronun odasından çıkartıp geliyorum hemen.”

Heyecanla ona baktım.

“Sen var ya sen mükemmelsin. Hemen atıyorum sana.”

Servis arabasıyla yanımdan uzaklaşırken ona belgeyi atmıştım. Martin ve asistanı yüzlerinde hoş olmayan bir ifadeyle geri döndüler.

“Kusura bakmayın Dolunay hanım. Sizi de beklettik ama durumumuz biraz acildi.”

Onlara sorun olmadığını belirttim ardından da onları oyalamaya başladım yaklaşık on dakika olmuştu ve Ahmet hala geri dönmemişti ve benim daha fazla muhabbet açacak konum kalmamıştı. Adamlar sözleşmeyi bekliyorlardı. Artık sıkıntıyla bana bakmaya başladılar.

Yanımda beliren Ahmet’e beklentiyle baktım. Elindeki kağıtları bana uzattı.

“Patronunki bozulmuş aşağıdaki kırtasiyeye gittim.”

Kağıdın tekini Martin’e uzatırken Ahmet’e teşekkür ettim. O giderken Martin anlaşmayı imzaladı ve bana uzattı. Ben de imzalamıştım. Sonunda imza faslı da bitmişti. Hep birlikte restorandın çıkışına kadar ilerledik. Şoförün gelmesini beklerken Martin bana döndü.

“Sizinle tanışmak büyük bir zevkti Dolunay hanım. Umarım bir gün sizinle de çalışabiliriz. Arkadaşınızın işi için bu kadar iyi hazırlanmanız bizi çok etkiledi kendi işinizde yapacaklarınızı düşünemiyoruz bile. Sizinle çalışmak için her zaman kapımız açık olacaktır.”

Duyduklarıma memnuniyetle gülümsedim.

“Çok isterdim ama bizim sektörlerimiz çok farklı bu yüzden çok da mümkün olmayacaktır.”

Adamlarla biraz daha konuştuktan sonra gelen araca binip gittiler. Valenin aracımı getirmesini beklerken Esin ile Anıl da dışarıya çıktılar. Arkam onlara dönüktü ama seslerini tanımıştım.

“Yarım saat önce taksiyle uğraşmamak için Kağan’ı çağırdım yorgunluktan ölüyorum ya!”

Hemen önümde duran siyah araca baktım. İçinde ki Kağan da bana şaşkınlıkla bakıyordu. Beni burada görmeyi beklemediği açıktı. Esin bana iyi akşamlar dileyip araca binerken Anıl’a seslendi.

“Hadi Anıl gel seni de bırakalım.”

“Siz gidin.”

Anıl’ın dediğinden sonra onlar gitmişti. Bir kenarda beklemeye başladı sanırsam taksi bekliyordu. Olmamız gereken gibiydik yani iki yabancı gibi. Bu beni çok mutlu etmişti.

“Yetiştim mi? İşin görüldü değil mi?”

Benimle birlikte Anıl’da sesin geldiği yöne döndü Ahmet’e gülümsedim.

“Off hem de öyle bir yetiştin ki iyiki buradaydın.”

Ahmet aramızda bulunan mesafeyi biraz daha kapattı.

“Aslında yapacağımız sözleşme falan hazırdı ama adam böyle bir güzelliği karşısında görünce ‘Dolunay hanım ne kadar güzelsiniz sizin güzelliğinizin şerefine sözleşme miktarını yüzde otuz artıralım.’ Dedi.”

Kahkaha attım Ahmet de şaka yaptığımı anlamıştı ve o da benle birlikte güldü ama galiba şakayı anlamayan biri vardı arkadan gelen

“Ne!?”

Sesi bunu kanıtlayan nitelikteydi. Konuşmaya devam ettim.

“Şaka bir yana adamlar profesyonelliğe çok önem veriyorlardı. Toplantıda da beklediklerinin üzerinde bir sunum yapınca ve iş hakkında ki soru işaretlerini de verdiğim cevaplarımla ortadan kaldırınca sözleşme miktarını az buldular. Hal böyle olunca da yeni bir sözleşmeye ihtiyacım oldu. Allahtan sen yardım ettin teşekkür ederim.”

Sırf Anıl olay çıkartıp beni delirtmesin diye olayı onun da duyabileceği bir ses tonunda açıkladım. Bugün onunla bir sözlü münakaşaya daha girecek çene kalmamıştı bende.

“Rica ederim. Senin işin görüldü ya önemli olan o. Kızım bu arada neredesin sen ya okeye de gelmedin.”

Arabam gelmiştim.

“Gelirim bir fırsat bulunca.”

Aracıma doğru yürürken Ahmet’te restoranda geri döndü.

“Gel mutlaka. Bak gelirim diye geçiştirme siz olmayınca tadı tuzu olmuyor.”

Benim konuşmamı beklemeden restoranda girdi. Valeye bahşiş verdim. Daha ben şoför koltuğuna oturmamıştım ki Anıl yolcu koltuğuna geçmişti bile. Şaşkınca ona baktım. Aracıma binerken konuştum.

“Anıl bey bu bir taksi değil sizi de anlıyorum rengi sarı olunca karıştırdınız herhalde ama lütfen inin arabamdan.”

Bana döndü.

“Cıkk karıştırmadan. Beni sen götürürsün diye düşündüm malum arabamı parçaladın ya.”

Parçalamaz olsaydım arabanı onun yerine keşke seni parçalasaydım. Dudaklarımı ıslattım.

“Biliyor musunuz? Ben pinti insan hiç semem Anıl bey. Lütfen kendinize bir araç temin edin.”

Oturduğu koltuğu geriye çekip biraz da yatırdı. İyice yerleşmişti aracın içine.

“Alırım almasına da bu kadar rahat olmaz. Lütfen ilerle artık, arkamızda araç bekliyor zaten.”

Yüzsüzlüğüne öylece bakakalmıştım arkadaki araç kornaya basınca hareketlendim.

“Hem ben pinti değilim emin ol senin bir sözüne tüm servetimin gözünün yaşına bile bakmam.”

Duyduklarım karşısında gözlerimi devirdim. Anıl evini tarif ediyordu ama şehirden baya bir uzaklaşmıştık.

“Anıl bey doğru yolda olduğumuzdan emin misiniz?”

Beni onaylayan bir mırıltı çıkarttı. Bir kez daha sabır çektim. Bu adam benim hayatımdan çıkana kadar ben sabır çekmekten ermiş olacaktım sanırsam.

“Geldik sayılır hızını düşür.”

Dediğini yaptım hızımı azalttım. Ürkütücü bir yerdi özellikle tanımadığınız bir adamla gelmek için. İlerideki evi işaret etti.

“Geldik.”

Arabam evin büyük kapısının önüne geldiğinde durdum. Telefonunu çıkartıp bir tuşa bastığında otomatik kapı açıldı.

“Saat geç oldu şehir buraya uzak geceyi burada geçir geri dönme.”

Oldu canım ya bir de geceyi seninle burada geçirecektim. Arabamı evin bahçesine sokarken konuştum.

“Size iyi geceler Anıl bey ben gitsem iyi olur.”

Bana baktı.

“Anıl bey yerine kocam demek istedin herhalde.”

“Anca rüyanızda görürsünüz Anıl bey. İyi geceler size.”

Arabayı bahçeye sokmuştum. Birden sol arka tekerin patladığını fark ettim. Benimle birlikte bu durumu o da fark etmişti.

“Ya ne olurdu bahçe kapısında inseydiniz. Gitti tekerim ya!”

Ben ona söylenirken kapısını açıp aşağıya indi.

“Demek ki geceyi birlikte geçireceğiz. Malum ben teker değiştirmeyi bilmiyorum.”

Ben de arabadan aşağıya indim.

“Sizden yardım istemedim zaten. Ben hallederim.”

“Bilmediğin işlere bulaşma. Yarın sabahtan yaptırırız.”

Bagajı açıp kriko takımını ve yedek lastiği çıkarttım.

“Bilmediğimi size kim söyledi Anıl bey? Liseye giderken araba tamircisinde çalışıyordum yani merak etmeyin en iyi bildiğim iş bu.”

Bana hayrete düşmüş gibi bakıyordu. Tekeri değiştiremeyeceğimi düşünmüştü. Fakat ummadık taş baş yarardı. Anıl bey heyt be sen daha Dolunay’ın neler yapabileceğini bilmiyorsun. Onun tuhaf bakışları altında tekerimi değiştirdim. İşim bittiğinde patlak tekeri ve aletleri bagaja koydum.

“İyi geceler Anıl bey.”

Cevabını bekletmeden arabama bindim ve bahçeye hangi yoldan girdiysem oradan uzak durmaya dikkat ederek arabamı bahçeden çıkartmaya çalışırken ön iki lastiğim aynı anda patladı. Lütfen bu bir kabus olsun ya bu kadar da değil. Bu evren miydi yoksa başka bir şey miydi bilmiyorum ama bu yaptığı baya bir acımasızlıktı. Sinirle arabadan inerken o da arabaya yaklaştı.

“İki tane daha yedek lastiğin olduğunu sanmıyorum.”

Alayla söylediği sözlerden sonra kaşlarım çatık bir şekilde ona baktım. Ellerini teslim olurcasına kaldırdı.

“Sadece bir tahmindi.”

Bu heriften nefret ediyordum.

“Halt vardı da tee buradaki eve geldin değil mi? Sanki şehirde başka evin yoktu?”

Benim cırlamalarıma bağışıklık kazanmış gibi gülümsedi.

“Geceyi burada geçirmek istedim fena mı oldu birlikte ilk gecemizi geçireceğiz.”

Onun bu pişkinliğine boş boş bakarken arkasını döndü ve konuşmaya devam etti.

“Hadi yürü eve girelim. Gece gece burası soğuk.”

Şehirle kıyasladığımızda cidden soğuktu arkasından yürümeye başladım. Başım yere eğik dikkatle yürüyordum.

“Yavaşla sen nereye basarsan ben de oraya basacağım mayın falan vardır ne lazım şu gencecik yaşımda havaya uçarım.”

Cümlemi bitirir bitirmez sırtına çarpmıştım çarpmamın etkisiyle birkaç adım geriye gitmiş dengemi zor sağlamıştım.

“Yavaşla demedin mi ne diye önüne bakmıyorsun?”

Omuz silktim.

“Ben daha cümlemi bitirmeden dediğimi yapacağını düşünmemiştim. Hoş bitince de yapacağını düşünmüyordum ama neyse.”

“Senin ağzından çıkan her şey benim için bir emirdir güzelim.”

Şeytani bir gülümseme bahşettim. Ağzımı aralayıp konuşmaya hazırlanmıştım kii hemen konuştu.

“İçerisinde beni senden uzaklaştıracak şeyler hariç.”

Anında somurtup onu arkamda bırakarak evin kapısına gittim. Gelip kapıyı açtı.

“Buyurun Dolunay hanım. Ne güzel sizi burada görmek.”

Alayla dediğine hiç aldırış etmedim. Biraz ilerleyip onun ışıkları açmasını bekledim. Işıkları açtı ve yürümeye devam etmem için beni yönlendirdi. Gülümserken konuştu.

“Evet, Dolunay hanım burası salonumuz. Salonumuz geniş olmakla birlikte dört koltuk, bir televizyon, bir şömine yemek masası ve bir içki standına sahiptir ve de en önemlisi daha önce hiç bu kadar güzel bir kadını içerisinde barındırmamıştır.”

Ortamı yumuşatmak adına yaptıklarını es geçip konuştum.

“Nerede yatacağım ben?”

Biraz bozulmuştu sanırsam.

“Yatak odaları yukarıda. Salonda biraz vakit geçirdikten sonra çıkarız birazdan.”

“Anıl bey odamı bana gösterin ve lütfen odamın anahtarını bana verin.”

Anlam verememişçesine bana baktı.

“Sana senin isteğin dışında bir şey yapacak değilim Dolunay saçmalama. Ben seni gözümden bile kıskanırken sana zarar veremem.”

Yumuşak bakışları içerisinde üzüntü barındırıyordu. Ben hatalı bir şey mi demiştim? Hayır dememiştim. Bu adam benimle normal bir evlilik yapmak istememişti. O gelmiş ve istediğini almıştı resmen, şimdi de sanki ben ona abartı yaklaşıyormuşum gibi davranamazdı.

“Bilemem Anıl bey. Bana da hak verin kumar alışkanlığı olan birinin daha ne kadar kötü huyları olduğunu bilemem.”

Dediklerimden sonra sadece baktı hiçbir şey demedi ya da tepki vermedi yutkunup merdivenlere doğru ilerledi.

“Odana götüreyim seni. Merak etme kilidi arkasında”

Sessizce onu takip ettim. Merdivende durup bana gülümseyerek döndü sanki iki saniye önce bozulan adam o değilmiş gibi.

“Ha bu arada malum ev baya eski, ormanın da ortasında. Babaannemler evde bir yatırın olduğundan bahsediyordu eğer korkarsan benim kapım kilitli olmaz istediğin zaman gel güvenli kollarıma.”

Merdivenlere çıkıp ona yaklaştım. Onun gibi gülümsedim hala benden iki merdiven yukarıdaydı ve aramızda olan boy farkını da göz önüne aldığımızda mecburen kafamı kaldırarak ona baktım.

“Anıl bey hiç dua biliyor musunuz? Eğer yatır sizi korkutuyorsa dua edin size zarar vermeyecektir o zaman.”

Merdivende önüne geçtim ve konuşmaya devam ettim.

“Ha bu arda kapınızı kilitleseniz iyi olur. Yatır size ne yapar bilemiyorum ama ben sizi gecenin karanlığında ansızın öldürebilirim.”

“Ölümüm senin elinden olması ne güzel. Eğer unutmazsam yatmadan vasiyetime önce ölümümün senin elinden olması durumunda ceza almaman için bir madde ekliyeyim tabi bu mümkünse. Sen cezaevinde yapamazsın sıkılırsın, mutsuz olursun ve sen mutsuz olursan ben mezarımda bile rahat yatamam.”

“Ben mutsuz olunca mezarında rahat yatamıyorsun ama şimdi yatağında rahat yatacaksın öyle mi?”

Dediğimi tamamen yok saydı. Yanağımdan makas almaya çalıştı. Her zaman yaptığım gibi eline vurarak cırladım.

“Dokunma adam bana!”

Kulağında yankılanan sesimle yüzünü buruşturdu.

“Sen başka cümle bilmez misin kadın?”

O merdivenleri çıkarken ben de önceki cümlesine atıfta bulundum.

“Bu arada Anıl bey çok düşüncelisiniz. Eğer öyle bir maddeyi eklemeyi başarırsanız lütfen bana haber verin ki sizi ortadan biran önce kaldırabileyim.”

“Seve seve hayatım.”

Hayatım mı? Ne hayatı adam ben sana seni öldüreceğimi diyordum sen bana hayatım diyorsun. Ben olsam olsam senin ecelin olurdum. Merdivenleri çıkmıştı odanın kapısının önünde beni bekliyordu. Hemen arkasından gittim. Odaya girip konuştu.

“Burada uyuyabilirsin. Bir şeye ihtiyacın olursa ben karşı odada olacağım.”

Odadan çıkmak için yürüyordu ama aniden bana geri döndü

“Yanlış anlama sakın illa bir şeye ihtiyacın olması gerekmez yanıma gelmen için. Şimdi bahane bulmaya falan çalışırsın gece gece oyalanma diye diyorum. Direkt gel yanıma.”

Gözünü kırptı. Yanına ilerleyip onu kapıdan dışarıya doğru itekledim. Bu hareketime gülmeye başladı ve bana karşı koymadı. Kapıyı kapatıp arkasındaki anahtarla kapıyı kilitledim. Ardından da kapı açılacak mı acaba diye kolunu zorladım.

“Kilitledin kapıyı kilitledin! Merak etme açılmaz gece seni yemem!”

Bağırmasıyla yerimde sıçramıştım.

“Bağırma be! Ne bağırıyorsun?”

Yatağa doğru ilerlerken tekrar sesini duydum.

“Evlendiğimizde de iyi kilitle o kapıyı olur mu?”

Dudaklarımı ıslattım. Kapıya doğru dönüp konuştum.

“Merak etme sen, o iş bende.”

“Yat uyu kadın yat uyu!”

Kapıdan uzaklaştığına dair adım sesleri duydum hemen gidip elbisemi çıkardım ve yatağa yattım. Daha sonra telefonumu alıp Emir’e toplantıda olanları mesaj atıp uyudum.


Loading...
0%