Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@mi.mundo

Uzun zaman sonra rahatlamış hissediyordum. Üzerimdeki yükün biraz olsa da hafiflemiş olduğunu hissediyordum. Tabi bu kanıma karışan alkolün etkisiyle oluyordu. Fakat bu kadar rahatlamış hissetmeme rağmen aklım hala Barney’deydi. Önce Anıl ile evlenmeli ve onu yanıma almalıydım. Sonrasında ise Anıl’la bir an önce boşanıp Türkiye’den ışık hızıyla gitmeyi planlıyordum. Bir yandan da Barney’i bulabilmek için dedektif arıyordum ama Türkiye’deki çevrem çok geniş olmadığı için dedektif bulma konusunda zorlanıyordum. Elbette burada da çevrem vardı ama yurtdışındaki çevremle kıyasladığımızda yok denebilecek kadar azdı. Ah Anıl ah! Nerden bulaştın bana. Odasına girdiğimde bana attığı bakışlar gözümün önüne geldi. Ardında da asansörün önündeki pişman bakışları gözümün önünde canlandı. Aklıma gelen görüntüyle istemeden de olsa dudağımın bir kenarı kıvrıldı.

“Ay Dolunay durgunlaştın birden ne oldu?”

Hemen ayağa kalkıp Esin’i de kaldırdım hiçbir şey yokmuş gibi eğlenmeme kaldığım yerden devam ettim.

Geleli yaklaşık bir buçuk saat oluyordu. Çalan şarkılara eşlik ediyor, dans ediyor arada da insanlar hakkında yorum yapıyor kısaca kendi halimizde eğleniyorduk. Esin kulağıma yaklaştı.

“Artık ayrılalım mı buradan?”

Bir şeyden rahatsız olmuştu bunu anlamak zor değildi.

“Ne oldu?”

Göz ucuyla köşedeki iki adamı işaret etti.

“Fark etmedin mi bu ikisini? Çok rahatsız ediciler biraz önce de bize içki yolladılar ben geri gönderdim ya.”

Doğrusunu söylemek gerekirse fark etmemiştim. Eğlenirken olduğum yerden uzaklaşıyordum sanki. Etrafımda olan biteni çok göremiyordum.

“Off Dolunay! Sen zaten Anıl’ı da hiç fark etmedin.”

Dediğiyle aklım karışmıştı ama üstünde durmadım.

“Boş ver onları sen eğlenmene bak. Gelip bize bulaşırlarsa o zaman bakarız bir çaresine.”

Sıkıntıyla ofladı.

“Dolunay gerçekten rahatsız oldum. Gidelim.”

Elime çantamı aldım. Her ne kadar ben eğlenmeye devam etmek istesem de kız kendini rahat hissetmiyordu bu belliydi onun huzursuz olduğunu bile bile de eğlenmeye devam edemezdim.

“Eee, hadi o zaman gidelim.”

Bardağımı kafama dikip hemen Esin ile çıkışa yöneldik. İkimiz de içmiştik bu yüzden aracımı burada bırakmaya karar verdim fakat içinden almam gereken eşyalar vardı o yüzden otoparka doğru ilerledim. Eşyalarımı alıp taksi çağıracaktım. Ben önden ilerlerken Esin iki adım arkamdan geliyordu.

“Ne oluyor, buradan gider misiniz?”

Esin’in konuşmasıyla arkamı döndüm. Barda gösterdiği adamlar arkamızdan gelmişti. Biri Esin’in bileğini tutuyordu.

“Sorun çıkmasın beyler.”

Dediğime güldüler derin bir nefes aldım. Cidden sorun çıksın istemiyordum. Belliydi onlar da sarhoştu. Esin bileğini, çekiştirerek cırladı.

“Yavşak herif, bıraksana bileğimi.”

Bu dediğiyle adamın eli ona vurmak için havaya kalktı. Ben sorun çıkmasını istemezken adamın bu hareketi beni sorunun içine çekiyordu onun elini havada yakalayıp diğer elimle yumruk yaparak karın boşluğuna doğru vurdum. O nefesinin kesilmesiyle iki büklüm olurken ensesine indirdiğim darbeyle yeri boylamıştı bile.

“Size sorun çıkmasın demiştim.”

Diğer adam hamle yapmak için üzerime doğru gelirken onun hamlesini bekledim. Attığı yumruktan sıyrılmam zor olmamıştı. Allahtan sarhoşlardı bırakın vurmayı yürümeye bile mecalleri yoktu. Yumruğumu sıkıp hiç vakit kaybetmeden onun suratıyla buluşturdum. O bir kenara savrulurken tekme attım. Tekmemle birlikte neredeyse yere düşüyordu son anda dengesini sağladı ve düşmekten kurtuldu. O daha doğrulmadan gidip saçını kavradım ve kendi aracımın ön kaputuna birkaç kere kafasını vurdum. Daha sonra onu bırakıp yeren kalkmak üzere olan adama döndüm ve karnına bir tekme savurdum adam acıyla kıvranırken olduğumuz yere gelen polislerle kalakaldım.

Araçtan inen polis yerdeki adamlara bakarak,

“Kades’e kim bastı?”

Diye sordu. Adamların yerde kıvranmalarına bakınca soru mantıklıydı. Esin’e döndüm.

“Kades’e mi bastın?”

Korku dolu gözlerle bana baktı.

“Bizim için kadese basmak iyi olur diye düşünmüştüm. Adamların ihtiyacı olacağını nerden bilebilirdim ki?”


ANIL’DAN

Saatlerdir önümüzdeki lanet dosyalarla boğuşuyorduk. Kafama giren ağrıyı geçirmesini umarak elimle kafamı ovuşturdum. Tüm günümü Dolunay ile doya doya geçirmeyi planlarken şirkette çıkan bir pürüz buna engel olmuştu. Ben de bunun siniriyle tüm gün sorunun ana kaynaklarına parlayıp durmuştum. Sorunumuzun ana kaynakları Esin ve Buğra’ydı pastanın büyük dilimi de Buğra’ya aitti. Bir de bu yetmezmiş gibi Esin hanım Dolunay’ımla eğlenmeye gitmişti. Ben değil Esin gitmişti ne işin var senin Dolunayla değil mi? Ben bile onunla eğlenmeye gitmedim daha alçak Esin. Dolunay nefes kesici olmuştu. İlk odama gediğinde biran için ciddi manada nefesim kesilmişti.

“Abi, sen burayı dinliyor musun? Bak sorun buradan başlıyor. Burayı düzeltirsek geri kalan da hallolur.”

Kağan’ın gösterdiğine baktım. Doğru söylüyordu sorun oradan başlıyordu ona kafamı salladım.

“Abi buraya Dolunay geldi gitti senin kafa da onunla birlikte gitti. Sana üçüncü seslenişim.”

Haklıydı onun gelmesiyle birlikte dağılmıştım. Sorunun başlangıcının bulunmasıyla birlikte gelen rahatlamayla kendimi koltuğuma bıraktım. Kafamı arkaya atıp gözlerimi kapattım Dolunay’ın arabasında her yerim tutulmuştu ve hala ağrıyordu. Kağan’ın telefonu çaldı.

“Kızların eğlencesi bitmiş olmalı. Esin arıyor.”

Çok beklemeden telefonunu açtı.

“Efendim hayatım.”

Biraz duraksamanın ardından konuştu. Kaşları çatılmış ve telefonu açarken yüzündeki rahat ifade anında yok olmuştu.

“Ne! Ne karakolu iyi misiniz siz?”

Duyduklarımla gözlerimi hemen açmıştım. Çatık kaşlarımla ona bakmaya başladım. Buğra’da benim gibi Kağan’a dikkat kesilmişti.

“Tamam, geliyoruz biz.”

Telefonu kapatır kapatmaz bana döndü.

“Abi kızları karakola götürmüşler. Esin’in dediğine göre Dolunay’ı tutuklamışlar.”

Yerimden fırladım. Odamdan çıkarken konuştum.

“Avukatlara haber verin.”

Yine ne yaptın be kadın! Dolunay’ın sakin bir yapısı yoktu eğer onun olduğu yerde bir olay çıktıysa yüzde doksan ihtimalle olayın içerisinde o da oluyordu. Onu uzaktan izlediğim zamanlarda ilk dikkatimi çeken şeydi. Çoğu zaman düşünmeden hareket ediyordu, onun için olayın sonunun ya da ona bir şey olup olmayacağının çok bir önemi yok gibi gözüküyordu dışarıdan. Arabalara atlayıp hemen karakola gittik. Bizimle birlikte avukatlarda gelmişti.

“Efendim, merak etmeyin Dolunay hanımı bir yarım saate kalmadan çıkartacağız buradan”

Konuşan avukata döndüm.

“Çıkartırsanız iyi olur.”

Bekleme koltuğunda oturan Esin’e doğru gittim çok korkmuştu gözündeki korkuyu buradan görebiliyordum. Kağan korkusunu azaltmak için ona sarıldı.

“Güzelim, ne oldu? Anlat hadi.”

Esin’in anlatmasını beklerken yanıma gelen avukata döndüm.

“Efendim, Dolunay hanımı beş dakikalığına görebilirsiniz.”

Hemen vakit kaybetmeden avukatla Dolunay’ın yanına gitmek için hareketlendim. Olduğu yere yaklaşırken sesini duydum.

“Avukatımı aramak istiyorum.”

“Merak etmeyin sevgiliniz bir yığın avukatla geldi zaten.”

“Sevgilim? Anıl mı geldi?”

Sevinmeli miyim şu esnada bilmiyorum ama ‘sevgilim’ ifadesinden sonra aklına ilk gelen kişi olmak beni mutlu etmişti. Yanımızda bize eşlik eden polis

“Sadece beş dakika.”

Derken demir parmaklıklar ardındaki ay ışığımı görmüştüm. Kollarını parmaklıklardan dışarıya sarkıtmış dışarıya bakıyordu. Bu görüntüyle gelen sinir bozukluğuyla ister istemez gülmüştüm. Adım seslerimi duyunca bana döndü. Hemen yanına gidip ben de kollarımı parmaklıklardan onun bulunduğu kısma sarkıttım. Her bana bakışında boğulduğum mavileriyle gözlerimin içine baktı. Daha sonra içeriye sarkıttığım kollarıma baktı. Apar topar buraya geldiğimiz için üstümü başımı düzeltmemiştim. Gömleğimin kolunun teki açık ve yukarıya kıvrıkken bir diğeri olması gerektiği gibiydi. Hiç konuşmadan kıvrık olan kısmı yavaşça açtı. Onun parmağının ucundaki elektrikler her dokunuşunda damarlarımdan kalbime kadar ulaşıyordu. Kolumu düzeltip ilikledi. Yutkundum.

“Kusura bakmayın Anıl beyciğim sizi de gece gece buraya kadar yorduk ama evinize gidebilirsiniz boşuna zaman kaybetmeyin burada.”

Bey kelimesi ne kadar sinirimi bozsa da üzerinde durmadım.

“Şoförüm demir parmaklıklar ardındayken gidemem. Sonra taksi çağırmama kırılıyor.”

Güldü onun gülümsemesine bakarken derin bir nefes alıp sordum.

“Neden buradasın kadın?”

Nedenini merak ediyordum gerçekten.

“Ben dedim onlara ‘sorun çıkmasın’ diye ama dinlemediler ben de sorun öyle çıkartılmaz böyle çıkartılır dedim.”

Yumuşak bir tınıyla dediklerinden hiçbir şey anlamamıştım.

“Ne diyorsun kadın? Düzgünce anlatsana.”

Yanıma avukatlardan teki geldi.

“Efendim, bir sorunumuz var.”

Dolunay’dan gelen gülme sesine benim gibi avukat da şaşırmıştı. Onu biran önce buradan çıkartalım diye uğraşıyorduk ve gelen avukat bir sorundan bahsediyordu ama bu deli kadın gülüyordu.

“Şikayetlerini geri çekmeyecekler değil mi?”

Avukat ona döndü.

“Hayır efendim, çekmeyeceklerini belirtiler.”

Avukatı bir iki adım uzaklaştırdım. Dolunay’ın duyamayacağı bir tonda konuştum.

“Para teklif edin. Miktarın önemi yok yeter ki bir daha şikayetçi olmayacaklarından emin olun.”

O giderken Dolunay’a yaklaştım.

“En son neden burada olduğunu anlatıyordun. Hikayeni gerçekten merak ediyorum.”

Gülümsedi, demir parmaklıkların ardında olmasına rağmen neşesi bir hayli yerindeydi. Belki de sarhoş olduğu için olayın ciddiyetinin çok da farkında değildi. Bulunduğu ortamın ciddiyetini aksine gülümsemesi onun sarhoş olduğunu düşünmemi sağlamıştı değilse başka hiçbir belirtisi yoktu sarhoş olduğuna dair bir de bana gülmesi dışında… Malum kendisi benden pek haz etmiyor genelde nefret dolu bakışlarını ve sürekli bağıran ses tonuyla benimle iletişime geçiyordu tabi bağırmadığı zamanlar da oluyordu yalan değil. Bağırmadığında ise iğneleyici bir ses tonuyla bana laf sokmakla meşgul oluyordu. Ben dikkatle ona bakarken o olayı anlatmak için hiçbir çaba sarf etmemişti ve benim yüzümden gözlerini bir an olsun ayırmamıştı. Bize eşlik eden polisin sesi odada yankılandı.

“Süreniz doldu lütfen dışarıya çıkın.”

“Artık başka bir zaman anlatırım Anılcığım.”

Anılcığım. Onun dudaklarından dökülen tek bir kelime beni olduğum yerden bağımsız bir yere götürmüştü bile. Gülümseyerek konuştum.

“Dinlemek için sabırsızlanıyorum Dolunaycığım.”

Sanki ‘Anılcığım’ dediğini yeni fark etmiş gibi birden gözleri sonuna kadar açıldı. Onun bu afallamış suratını zihnimin en güzel köşesine sabitlerken yüzümdeki gülümsemeyle oradan çıktım. Deli kadın benim de dengemle oynuyordu. Aşık olduğum kadın tutuklanmıştı ve ben onun yanından gülümseyerek çıkıyordum. Kağanların olduğu yere gittim.

“Abi, çıkıyor mu?”

Olumsuz anlamda kafa salladım.

“Daha değil.”

“Sen niye keyiflisin o zaman?”

Buğra’nın sorusuyla yüzümde yer edinen gülüşü silmeye çalışsam da başaramadım. Esin’e olayı öğrenmek için döndüm.

“Esin olayı anlatsana, nasıl oldu?”

“Eğleniyorduk, başta her şey normal ve sakindi ama sonra iki adam sürekli bize bakmaya, dikkatimizi çekmeye çalıştılar. Daha sonra bize içki yolladılar.”

Esin’in her kelimesinde biraz önceki aptal keyfim bedenimi terk ediyordu. Sinirim ise o aptal keyfimin yerini çoktan doldurmuştu bile. Esin anlatmaya devam etti.

“Dolunay onları da içki yolladıklarını da fark etmemişti. Ona gidelim dedim. Durumu anlatınca mekandan çıktık daha sonra adam kolumu tuttu bana vuracakken de Dolunay engel oldu ve adamları birazcık hırpaladı. Onu hiç böyle görmemiştim.”

“Ne! Adamları mı hırpaladı?”

Esin’e şüpheyle baktım. Hırpaladı kısmına kafam pek basmamıştı Dolunay’ın iki adamı hırpalamasını beklemiyordum. Zayıf ve çelimsiz duruşu bu düşüncemde büyük bir etkendi.

“Efendim, şikayetlerini geri çekiyorlar karşılığında üç yüzer bin istediler. Sözleşme imzalandı, bir daha şikayetçi olamayacaklar. Dolunay hanımı çıkartıyorlar şimdi.”

Elindeki flaşı uzattı.

“Bu da olay görüntüsünün kopyası. Bir de Esin hanımın da şikayetini geri çekmesi lazım.”

Elindekini aldım. Esin de ayaklanıp şikayetini geri çekmeye gitti.

“Tamamdır, teşekkürler. Sizlik bir şey kalmadıysa gidebilirsiniz.”

Kafasıyla beni onaylayıp yanımızdan uzaklaştı.

“Çıksınlar bakalım, o iki piç bende.”

Kağan’a baktım. Benim gibi değildi o. Ben birden parlarken Kağan öfkesini içinde yaşardı ama asla öfkesini unutmazdı yeri geldiğinde acısını çıkartırdı. Esin’e el kaldırmış olan birinin elini kolunu sallayarak gitmesine asla izin vermezdi.

Dolunay yanında bir polisle birlikte yanımıza geldi. Hemen ardından da Esin geldi ve ona sarıldı.

“Çıkamayacaksın diye çok korktum.”

Korku dolu sesiyle konuşmuştu. Adım kadar emindim ki Esin’in korktuğu kadar bu deli kadın korkmamıştı.

“Korkacak bir şey yok Esin. En fazla gecenin kalanını burada geçirirdim.”

Konuşması beni destekler nitelikteydi.

“Hadi gidelim artık buradan.”

Buğra’nın dediğiyle hep birlikte hareketlendik. Dolunay’ın elini çekeceğini bile bile elini tuttum. Birkaç adım atmamıza rağmen elini çekmemesi ya da bana cırlamaması tuhaftı. Sanırsam gerçekten sarhoştu değilse oktan ‘çek adam elini kolunu!’ diye bağırması gerekiyordu. Biraz daha ilerledikten sonra elimi bırakıp polisin masasına gitti o oradan eşyalarını alırken ben de elime baktım. Elim titriyordu. Sırf onun elini tuttuğum için elim titriyordu... Bendeki etkisinin bu denli güçlü olmasından nefret ediyordum. Onun yanındayken vücudumun ve kalbimin sürekli bana ihanet etmesinden de nefret ediyordum ama en çok da onun bunu fark etmemesinden nefret ediyordum. Derin bir nefesi içime çekip elimin titremesini geçirmek için elimi sıktım. O geri geldikten sonra hep birlikte çıkıp araçlara bindik. Kağan Esin ile aynı araca binerken. Biz Buğra’nın aracına binmiştik. Yolculuğumuzu da hiç konuşmadan tamamlamıştık. Esin’in evine geldiğimizde araçtan indik.

“Burası neresi?”

Dolunay’ın sorusuyla ona döndüm.

“Esin’in evi.”

Anladığını belli etmek istercesine kafasını salladı. Yine birden kendini benden çekmişti. En azından biraz da olsa bana yakınlaşıyordu. Buna bile şükrediyordum. Herkesle birlikte apartmana girip asansöre bindik. Asansörün aynasından bana olan bakışlarını fark edince ona gülümseyerek göz kırptım. Bunu yapmamdan çok hoşlanmıyordu. Hemen aynaya sırtını döndü. Onun bu hareketiyle gülmemi tutamamıştım. Asansördekiler garip garip bana baktıktan sonra kendimi ifadesiz tutmaya çalışmıştım. Asansör sonunda kata gelmişti. Biz Esin’in kapısının önüne giderken Dolunay hala ortada yoktu. Olduğum yerde durup arkamı dönmemle bana çarpması bir oldu. Kafasını elindeki telefondan kaldırıp bana baktı.

“Manyak mısın sen adam. Niye aniden duruyorsun?”

“Önüne baksaydın kadın sen de.”

Biz birbirimizle uğraşırken Esin ikimize de kızdı.

“Apartmanda ses yapmayın da içeriye geçin.”

Dolunay beni arkasında bırakıp içeriye geçti. Ben de onun arkasından içeri geçip kapıyı kapattım. Herkes salona geçmişti. Dolunay meraklı gözlerle evi inceliyordu. Cebimdeki flaşı çıkartıp Kağan’a uzattım.

“Şunu tak da gece neler olduğunu izleyelim.”

O elimden flaşı alırken Dolunay heyecanlı bir ses tonuyla konuştu.

“Olayın görüntüleri mi?”

Onu onayladım. Kağan televizyona flaşı takmış ve videoyu oynatmaya başlamıştı. Videonun her bir saniyesinde şaşkınlığım ve öfkem aynı anda artıyordu. Videoda Dolunay ikinci adama doğru hamle yaparken Buğra konuştu.

“Esin yengeciğim, canım benim, sana ufak bir bilgi vereceğim beni iyi dinle olur mu? Bu görüntülerde gerçekleşen şey hırpalama değil. Bu görüntülerde şiddet var şiddet! Kadın adamları basbayağı dövmüş!”

Esin bize olayı anlatırken ‘birazcık hırpaladı’ demişti ama Buğra haklıydı burada hırpalama söz konusu bile değildi. Video polislerin gelmesiyle bitti. Biten videoyla birlikte içimdeki sinire daha fazla engel olamadım.

“Neyine güvendin aklım almıyor!”

Bağırmamla irkildi.

“Ne?”

“Dolunay adamlara saldırırken neyine güvendin!?”

Kafayı yiyecektim. Hiddetle bana baktı.

“Ne yapmamı isterdin? Kıza vurmasını mı beklemeliydim?!”

Benim gibi bağırdı.

“Yok! Öyle de yapmamalıydım. Adamlara boyun eğip onlara eşlik etseydik en iyisi!”

Vücudumdaki öfke tüm bedenimi yakıyordu.

“Sana adamlara eşlik et mi dedim?! Ya da kıza vursunlar mı dedim lafı çarpıtma!”

Ona karşı sesimi hiç bu kadar yükseltmemiştim. Fakat bu sefer gerçekten öfkeme engel olamıyordum. Ona bir şey olabileceği düşüncesi bile beni mahvediyordu. Nasıl kendini hiç düşünmezdi, ya adamların yanında silah olsaydı? O zaman ne yapabilecekti?

“Ne yapmamı beklerdiniz Anıl bey?”

Sakince sordu. Sesi o kadar sakindi ki sanki çocuğunu uyutmak isteyen annenin sakince ninni söyleyişi gibiydi.

“Eğer beklemiş olsaydın adamlarım müdahale edeceklerdi!”

Onun sakinliğine rağmen yine bağırmıştım. Birden yerinden fırladı.

“Ne! Sen peşimize adam mı taktın?!”

Nasıl becerdiyse benden bile daha gür bir şekilde bağırmıştı.

“Sizi tek başınıza yollamamızı beklemiyordunuz değil mi?”

Ağzını açıp bir şey söyleyecekken durdu. Fırladığı yere geri oturdu. Sadece yere bakıyordu. Hiçbir şey demeden öylece bakıyordu.

“Yani yenge, bazı mekanlara takılan tiplerin ne yapacağı belli olmuyor Anıl’ın niyeti kötü değildi.”

Buğra’nın konuşmasıyla ona baktı yine bir şey dememişti. Aklında neler dönüyordu da bu kadar susmuştu. Yavaşça bana baktı ardından da Esin’e döndü.

“Müsait bir oda var mı? Bu konuşmaya burada devam etmek istemiyorum orada konuşalım Anıl’la”

“Koridorun sonundaki oda müsait.”

Ayağa kalkıp odaya doğru yavaşça yürüdü ben de arkasından gittim. Odaya girince kapıyı kapattı. Ellerini saçlarının arasından hiddetle geçirip konuştu.

“Anıl beni takip ettiriyor musun? Bu çok korkunç Anıl! Hayatımı bu şekilde kontrol edemezsin ya da beni bu şekilde koruyamazsın. Bak ben senin avucun içerisinde tutabileceğin, kontrol edebileceğin birisi değilim. Benim dikenlerim var avucuna batıp avucunu parçalar. Yapma sonunda sen de ben de zarar görürüz.”

Dediklerinde haklıydı o kontrol edebileceğim birisi değildi ama ben de onu kontrol etmeye çalışmıyordum sadece onu korumak istemiştim. Sorduğu soruya da şaşırmıştım kafamı olumsuz anlamında sağa sola salladım.

“Hayır, bu gece dışında hiç yapmadım böyle bir şeyi. Bu gece içindi sadece. Orada olamayacağımız için korumak istemiştim.”

Gözlerini gözlerime dikmiş doğru söylediğimden emin olmak istiyordu.

“Umarım doğru söylüyorsundur ve umarım ki bir daha böyle bir şey yapmazsın. Ne olursa olsun beni bir kere daha takip ettirirsen ve ben bunu fark edersem yapacaklarımdan kork olur mu?”

Sustu. Başka bir şeyler daha söylemek istiyor ama sürekli kendini durduruyor gibiydi. Yine ağzını araladı ama konuşmadı. Daha sonrasında oflayıp konuşmaya başladı.

“Bak Anıl ben sokakta büyüdüm. Hani öyle saatlerce sokakta oyun oynayıp da sokakta büyüdüm demiyorum. Yeri geldi ben sokakta uyudum. Yani kendimi savunmayı iyi bilirim. Bilmek de zorundaydım çünkü eğer sokakta kendini savunmayı bilmezsen o sokak seni yutar ardından da bir kenara tükürür. Sabahın ilk ışıklarıyla gelen polisler de sana ne olduğuyla bile ilgilenmezler. Beni korumaya çalışma ben buna alışık değilim.”

Durdu. Söyledikleriyle büyük bir şok geçirmiştim. Nasıl sokakta büyümüştü aklım almıyordu. Daha önce de tamircide hem paraya hem de kalacak yere ihtiyacı olduğu için çalıştığını söylemişti. Babası ona neler yaşatmıştı, nasıl bu hallere düşmüştü hem de çocukken. Onun yanına yaklaştım. Elim ile çenesini hafifçe kaldırıp bana bakmasını sağladım. Gözleri dolmuştu. Onun içindeki yaralı çocuğa sımsıkı sarılmak yaşadığı tüm zorlukları unutturmak istiyordum. Elim hala çenesindeydi ama bu sefer ne elime vurup elimi çekmişti ne de ‘dokunma adam bana’ diye cırlamıştı. Tüm öfkem bedenimi terk ederken sakince konuştum.

“Özür dilerim güzelim. Niyetim asla kötü değildi. Sadece sana ve Esin’e zarar gelsin istememiştim. Kendini bu şekilde koruyacağını bilemezdim. Bu kadar kızacağını da bilemezdim affet.”

Mavileriyle gözlerime bakmaya devam etti. Gözlerim arada istemeden de olsa dudaklarına kayıyordu. Yutkundum elimi çenesinden çekmeden yavaşça dudaklarımı onun dudaklarına yaklaştırdım. Tepki vermeden hala gözlerime bakıyordu. Fakat ben bu işin sonunu tahmin edebiliyordum beni parçalarıma ayıracaktı. Yine de ona yaklaşmaya devam ettim. Neredeyse dudaklarımız birbirine değecekken Dolunay’ın telefonu çaldı. Ne olduğunu yeni fark etmiş gibi elini hızla omzuma koyup beni sertçe arkaya ittirdi. Onun bu hareketiyle birkaç adım geriye gittim.

“Ne yapıyoruz biz ya!? Uzak dur demiyor muyum adam sana her seferinde?!”

O arayanı bir bulsam yedi ceddini sikecektim. Elimden kimse alamayacaktı onu. Milim kalmıştı lan milim kalmıştı. Kapıya dönerken cebinden telefonunu çıkarttı.

“Hola qué poso?” (Alo, ne vardı?)

İspanyolca mı konuşmuştu o. Onun arkasından şaşkınca bakarken o İspanyolca konuşmaya devam ederek mutfağa gitti. Ben de bulunduğum lanet odadan çıkıp salona geri döndüm. Kendimi sıkıntıyla koltuğa bıraktım.

“Ne oldu Anıl? Ne yaptı sana? O kadar sakindi ki ben öldürmeye götürdüğünü düşünmüştüm.”

Buğra’ya baktım.

“Bilmen gerekseydi seni de benimle birlikte götürürdü değil mi Buğra?”

Kafasını kapıya doğru uzattı. Kısık sesle konuştu.

“Gel deseydi de ben gitmezdim ki canıma mı susadım ben? Yok abi, ben bu gördüğüm videodan sonra Dolunay yengeme karşı son derece saygılı hatta gerekirse son derece ciddi davranacağım.”

Güldüm, kesinlikle öyle davranmalıydı çünkü Dolunay onun hareketlerinden çok haz etmiyordu. Telefonla konuşan Dolunay’ın sesi biraz yükseldi.

“İspanyolca mı konuşuyor o?”

Kağan da benim gibi şaşırmıştı. Onu onayladım. Sıkıntıyla kafamı koltukta geriye atıp gözlerimi kapattım. Gözümün önüne gelen tek şey ise yakınlaşmamız olmuştu. Gecenin bu saatinde bok vardı sanki telefon çalmıştı. Aslında İspanyolca konuşmasına bakılırsa arayan tarafın saati bizimki kadar geç olmayabilirdi. Telefonda tartışıyordu. Hiç birimiz ne dediğini anlayamasak da onun hızlı ve sinirli konuşması tartıştığını anlamamıza yetiyordu. Çok geçmeden telefonu kapatıp yanımıza geldi. O da benim gibi kendini koltuğa bıraktı.

“İspanyolca konuştuğunu bilmiyordum.”

Esin’e gülümsedi. Her halini zihnime kazımış bir ben için bu gülümsemenin zorlama olduğunu anlamak zor değildi.

“Patronum İspanyol ben de zaman içerisinde öğrendim.”

Sikeyim senin patronunu. Gece gece ağzıma sıçtı patronun desem ne yapardı ki?

“Sen patronunla bağırarak mı konuşuyorsun?”

Esin şaşırmıştı.

“Yok, bu patronum değildi onun büyük oğluydu. Bizim anlaşma şeklimiz böyle senelerdir.”

O zaman patronunu değil onun oğlunu sikeyim Dolunaycığım. Bu kadın beni iyice küfürbaz yapmıştı. Ben kendi kendime çıldırırken Dolunay ise bana bakmamak için üstün bir savaş halindeydi. Benden utanmış mıydı o? Bu fikrime dışarıdan gülmeye başladığımda Kağan bana döndü.

“Abi sen iyi misin? Bir sıkıntı yok değil mi?”

Dolunay hala bana bakmamıştı.

“Yok yok her şey gayet iyi daha da iyi olabilirdi ama neyse”

Dolunay cümlemin ardından hafifçe boğazını temizledi. Eline çantasını telefonunu alıp ayağa kalktı. Odadaki olaydan sonra gerçekten utanıyordu.

“Her şey için teşekkür ederim. Ben artık gitsem iyi olur. İyi geceler.”

“Dolunay saçmalama şu saatte nereye gideceksin. Gece burada kal.”

“Yok Esin daha fazla rahatsızlık vermeyeyim ben. Gece için teşekkür ederim ben baya eğlendim dışarıda, sonra yine tekrarlarız.”

Yerimden bile kıpırdamadım çünkü Esin’in onu kolay kolay bırakmayacağını biliyordum.

“Dolunay saçmalama ne rahatsızlığı yollamam seni hiç kusura bakma. Bak iki odamda tadilat var ama odanın teki müsait sen orada uyursun Anıl’la Buğra da salonda yatar”

Esin beni yaktın niye ben Buğrayla yatıyorsam? Dolunay pes etmişti elinden çantasını bıraktı. Hala bana doğru bakmaması büyük bir başarıydı.

“Hadi gel sana rahat bir kıyafet vereyim.”

“Odasının anahtarını da ver ona.”

Onlar odadan çıkarken Kağan bana döndü.

“Emin misin iyi olduğuna? Bu kız senin ayarlarınla iyi oynuyor, bir dengesizleşiyorsun benden demesi.”

Gülümsedim.

“Şu içinde bulunduğum dengesiz halim en iyi dengem benim, sen merak etme kardeşim.”

“Ben senin birine bu kadar aşık olacağını hiç tahmin etmezdim .”

O ayağa kalkıp odadan çıkarken ayıcıklı pijamalarıyla odaya Dolunay geldi. Keşke onun bu halini çekebilseydim. O kadar tatlı gözüküyordu ki.

“Buğra salağı çoktan odaya gitmiş yatmış bile. Kaldıramadım da. Bu yüzden siz burada uyuyun.”

Buğra aslanım benim dile benden ne dilersen. Esin bize yorgan yastık getirip karşılıklı olan iki koltuğu ayarladı. Ardından da Kağan’la odadan çıktılar. Dolunaya baktım.

“Tüh kapıyı da kilitleyemeyeceksin şimdi sen. Aman dikkat et gece gece sana saldırmayayım.”

Uzun süre sonra ilk defa bana baktı.

“Hele bir dene bak o zaman ne oluyor. Seni mahvederim o videoda gördüklerin senin yaşayacaklarının yanında bir fragman kalır”

Işığı kapatıp koltuğa yattı.

“Rahat uyu güzelim ben bugün yeterince sen dozumu aldım sanırsam”

Hızla kafasını kaldırıp bana baktı. Hiçbir şey demeden de geri yattı ben de tüm keyfimle birlikte üzerimdeki gömleği çıkartıp yattım.

Günün yorgunluğuyla birlikte uyumaya çalışıyordum ama Dolunay’ın telefonuna art arda gelen bildirimler yüzünden bunu yapamıyordum.

“Allah aşkına, ya bak şu telefonuna ya da sessize al kapat ne yapıyorsan yap ama sustur şunu”

Kalkıp masadan telefonunu eline aldı. Ben demesem telefona bakmayacaktı resmen. Ayağa kalkıp yanımdan geçerek balkona çıktı. Kafamı kaldırıp ne yapıyor diye göz ucuyla baktığımda telefonla konuştuğunu gördüm. Bir süre sonra balkonun kapısını açıp içeriye geçti. Tam yanımdan geçip yatmaya gidecekken onu bileğinden yakalayıp kendime doğru asıldım. Bu hareketimle birlikte yanıma düşmüştü. Kollarımı ona sardım.

Dolunay’dan

Birden neye uğradığımı şaşırmıştım. Kollarını bana sardı. Elimi göğsüne koyarak onu iteklemeye çalıştım ama kılı bile kıpırdamadı.

“Anıl ne yapıyorsun bıraksana beni!”

Fısıldayarak konuşmuştum. Hiç bozuntuya vermeden gözlerini kapattı.

“Bak beni bırakman için beş saniyen var çabuk bırak beni değilse diğerlerinin uyumasının bir önemi olmayacak yıkacağım burayı başına”

Ofladı.

“Dolunay hiç söylenme tam yedi buçuk ay sonra ilk defa bu kadar huzurlu uyuyacağım”

Hala ondan kurtulmaya çalışıyordum.

“Bana ne adam git yedi buçuk ay öncesine öyle uyu, benim yanımdan git de nerede uyursan uyu”

Kulağımın dibindeki sesli gülüşü yankı yaptı.

“Eğer yedi buçuk ay öncesine dönmeyi becerirsem biz yine sarmaş dolaş olmuş olacağız”

Anlamıyordum ben bu adamı valla hiç anlamıyordum. Ne saçmalıyordu kafam almıyordu.

“Anıl ne yaşıyorsun sen acaba?”

Gözlerini açıp karanlıkta gözlerimle buluşturdu.

“Nasıl yani, hatırlamıyor musun minik koala?”

Ciddi miydi, beni mi kandırıyordu anlamıyordum. Hemen kendi zihnimi zorladım acaba hatırlamam gereken ne vardı da ben hatırlamıyordum?

“Sen gerçekten hatırlamıyorsun”

Anıl ciddiydi sanırsam dediklerinde ama ben onunla sarmaş dolaş olduğumu falan hatırlamıyordum. Hatta ben o dönemde Anıl’la tanıştığımı bile hatırlamıyorum bırakın onunla sarılmayı... Bahsettiği zaman dilimiyle alakalı aklıma gelen tek şey Amerika’ya apar topar gidişim olmuştu. Emir’le ortak evimizin su boruları patlamıştı ben de acilen oraya gitmek zorunda kalmıştım. Emir o dönemde daha askere gitmemişti ama askere gitmeden önce halletmesi gereken işler vardı o yüzden Türkiye’de kalmıştı. Ben ise orada perişan olmuştum hatta tabiri caizse anamdan emdiğim süt burnumdan gelmişti. Ustalarla ayrı ayrı uğraşmış ve tüm evi tek başıma temizlemek zorunda kalmıştım. Tabi akıllı ben gitmeden geri dönüş biletini de almıştım ve bileti ertelemek yerine işler hemen bitsin diye doğru düzgün uyumamıştım bile.

“Hatırlayacağım bir şey olmadığı için olabilir mi?”

Kolunu ortadaki masaya uzattı bu hareketiyle yüzüm göğsüne iyice yaklaşmıştı. Vücudundan yayılan koku ise ciğerlerimin her milimetresine işlemişti. Telefonunu alıp eski haline geri döndü. Bir video açıp izlemem için telefonunu bana tuttu. Uçaktaydı ve bir kız ona sıkıca sarılmış uyuyordu. Daha sonra Buğra’nın sesi duyuldu.

‘Anıl kız adeta bir koalanın ağaca sarılması gibi sana sarıldı ha, sen tanımadığına emin misin?”

Gülerek telefonu kıza yaklaştırdı. Gördüğüm tanıdık simayla birlikte kalakaldım. O kız bendim ve adama sımsıkı sarılmış dünyadan bir haber uyuyordum. Anıl elini kameraya uzatarak Buğraya kızdı.

“Kapatsana şu kamerayı zevzek herif. Kız uyanmadı zaten belli ki yorgun”

Buğra birkaç saniye daha kayda almış ardından kapatmıştı. Anıl’ın elinden telefonu alıp videoyu birkaç kere daha izledim. Nasıl hiç tanımadığım bir adama bu şekilde sarılıp uyuyabilmiştim? Bunu tamamen bilinçsiz yapmıştım çünkü ne Anıl’ı ne de Buğra’yı hatırlamıyordum.

“Anın güzelliğine mi sarıp sarıp bakıyorsun? Eğer öyleyse çekinme ben de bazen açıp izliyorum bu videoları. İstersen sana da atayım canın sıkıldıkça açar izlersin”

Elimdeki telefonu pat diye karnının üzerine bıraktım.

“İnanamıyorum ya”

Kendime olan serzenişimle birlikte bir yandan da bu olayın nasıl gerçekleştiğini düşünüyordum. Büyük ihtimalle geri dönüş yolculuğunda olmuştu çünkü giderken hiç uyumamıştım. Geri dönüşümde ise yorgunluktan ölmek üzereydim. Uçağa biner binmez uyuyakalmıştım. Sanırsam uyku sersemliğiyle de Anıl’ı Emir sanmıştım. O cam kenarına geçince de aradaki kol dayama yerini kaldırıp ona sarılmışım. Demek bu belayı kendime bu şekilde çekmiştim. Aferin sana Dolunay bela bulmada senin üstüne yok kızım. Karnının üzerine koyduğum telefonu alıp başka bir video daha açtı. Bu sefer o da bana sarılmıştı. Videoyu çeken Buğra konuştu.

“On dakikadır söylenen sanki kendisi değilmiş gibi o da kıza sarıldı huzurla uyuyor. Adamdaki şansa bak güzelim kız kollarında uyuyor benim omzuma ise yaşlı teyzenin başı düşüyor!”

Sitemle konuştuktan sonra omzundaki yaşlı kadını gösterdi. Bu video da bu şekilde bitmişti.

“Bir on seferde bunu izlemek ister misin?”

Utançla kafamı çevirdim.

“Bak üç gün boyunca düzgün uyuyamamıştım. Aşırı yorgundum ve seni de arkadaşım sanmışım.”

Hızla açıklamalarımı sıraladım ama bilin bakalım o nereye takıldı?

“Ne yani sen arkadaşlarına bu şekilde sarılıp uyuyor musun?”

Telefonunu elime alıp havada salladım.

“Hiç tanımadığım adama sımsıkı sarılıp uyumuşum sence arkadaşıma sarılıp uyumam mı sorun burada?”

Telefonu elimden alıp masaya bıraktı.

“Elbette buradaki sorun arkadaşına sarılman. Tanımadığın adam ben olduğum sürece onda sıkıntı yok hayatım.”

Gözümü devirdim.

“Sen niye beni uyandırmadın ki?”

“Uyanmadın ki! Silkeledim olmadı, seslendim olmadı, dürttüm olmadı kendimden uzaklaştırayım dedim daha da yapıştın. Daha ne yapacaktım ki?”

Haklıydı adam daha ne yapacaktı. Diyecek bir şey bulamadım. Kalkmak için yeltendiğimde izin vermedi. Dirseğimi karnına doğru sert olmayacak şekilde geçirdim. Amacım canını acıtmak değildi sadece beni bırakması için küçük bir uyarıydı. O kollarını gevşetince hemen kalkıp kendi yerime yattım. Uyumak üzereyken bana seslendi.

“Dolunay”

Gözlerimi açıp ona baktım.

“Ne var?”

“Kibar ol azıcık. İnsan kocasına ne var der mi hiç? Ayıp vallahi”

“Ne söyleyeceksen söyle uyuyacağım artık. Ayrıca şu kocam olacağın gerçeğini hatırlatıp durmasana sinirimi bozuyor.”

Eliyle yüzüne gelen saçını arkaya ittirdi.

“üzgünüm müstakbel karıcığım o gerçek beni çok mutlu ediyor o yüzden hep hatırlatacağım. Düğün tarihini bir ay sonraya aldım.”

Keşke o uçakta başka koltukta oturmuş olsaydım ya da keşke o uçağa hiç binmemiş olsaydım.

“Daha erkene yok muydu?”

“Ne?!”

Söylediğime şaşırmıştı ama bana en yakın tarih lazımdı bir an önce evlenmeliydik. Köpeğimi geri istiyordum.

“Duydun işte bir an önce evlenelim bitsin bu iş.”

“Yoktu Dolunay en yakın tarih buydu”

Bana kızmış gibi konuşmuştu. Ben ne yapmıştım ki şimdi bana kızmıştı. Daha fazla ona ve tavırlarına kafa yormak istemiyordum. Konuşmaya devam etmek yerine gözlerimi kapatıp uyudum.


Sabahın ilk ışıklarında gözlerimi araladım. Yattığım yerden hafifçe doğruldum. Herkesin uyuduğunu anlamak benim için zor olmadı. Sessiz olmaya özen göstererek banyoya gidip üzerimi değiştirdim ardından da aynı sessizlikle evden ayrılmaya karar verdim. Tam kapıyı açıp çıkacağım sırada gözüm komodinin üzerindeki yapışkanlı kağıda ve kaleme takıldı. Gidip kalemi elime aldım.

‘Her şey için teşekkür ederim D.’ Yazıp hemen evden ayrıldım.

Aracımı dünkü mekanda bırakmıştım ilk önce gidip onu aldım sonra da hiç vakit kaybetmeden Sabri babanın dükkanına gittim.

Dükkanı açıp geceden kalma dağınıklığı topladım. Çayı da demlemiştim. Sokak okul saatinin yaklaşmasıyla birlikte hareketlenmişti. Kapının önüne çıkıp bakkaldan ekmek alan küçük kıza seslendim.

“Sıla şunu Ayşe hatuna götürür müsün?”

Elimdeki çay termosunu ona uzattım.

“Götürürüm Dolunay abla”

Elimden termosu alıp hızla ortadan kayboldu. Onların kahvaltısına çayı yolladıktan sonra mutfağa geçip kendime bir tost yapmıştım. Ben onu yerken mutfak çalışanları gelmişti. Çalan telefonumu lokmamı yutup açtım. Arayan Anıldı.

“Efendim?”

“Neredesin?”

Bu hep böyle hesap soracak mıydı?

“Size ne Anıl bey?”

O sıkıntıyla nefes alırken Esin konuştu.

“Dolunay niye gittin birlikte kahvaltı ederdik?”

“Esin uyandığımda saat çok erkendi. Ondan dolayı evden çıktım.”

“Öğleden sonra boşluğum var alışverişe gidelim mi?”

Esin’in sorduğu soruyla yukarı doğru bıkkınlıkla baktım. Eğer onu biraz bile tanımışsam bana kabul ettirmeden telefonu kapatmazdı o yüzden kaderime razı oldum.

“Olabilir”

Sevinçle konuştu.

“Tamam, o zaman ben sana saati ve yeri mesaj atarım”

Sabri baba dükkana girdi.

“Günaydın deli kız nerelerdesin sen eve de gelmedin?”

Kızgın bir şekilde konuşmuştu benimle. Sabri baba bize kolay kolay kızmazdı. Ona şirince gülümseyerek cevap verdim.

“Günaydın babacığım arkadaşımdaydım onda kaldım zaten”

Bana sinirli bir şekilde bakıyordu.

“Kimmiş bu arkadaş, o it mi?”

“O it?”

Anıl’la aynı anda aynı soruyu sormuştuk.

“Yok mu şu seninle evlenecek olan it ondan bahsediyorum”

Duyduğumla gülmeye başladım çünkü bunu Anıl’da duymuştu.

“Yok, baba kız arkadaşımlaydım Esin diye onun evinde kaldım valla”

Yani yalan değildi sonuçta.

“Bak kızım akşam saat sekiz oldu mu yanımda olacaksın yok öyle kafana göre takılmak. O iti de getir bir gün tanışalım bakalım kimmiş neyin nesiymiş. Bilsin bizim kızımız sahipsiz değil. Ben senin o salak babana da benzemem seni üzeni alırım ayağımın altına kim olduğu beni ilgilendirmez.”

Sabri baba tüm dediklerini sinirle söylemişti. Biz bu adama boşuna baba demiyorduk. Kendi babamdan daha çok endişeleniyordu hatta kendi babamdan daha çok seviyordu beni.

“Tamam baba getiririm bir gün tanışırsın”

Anıl telefondaydı hala.

“O kim bana niye it deyip duruyor?”

“Dolunay kızım hadi eve git üstünü değiştir çabuk gel. Şu menüleri bir değiştirelim bahara giriyoruz müşteri yeni şeyler bekler”

“Tamam baba”

deyip hemen ayaklandım. Kıyafetimin dekoltesi çok hoşuna gitmemiş olacaktı ki beni eve yolluyordu.

“Esinciğim ben seni sonra arayayım olur mu?”

Anıl’ın yanıtını beklemeden hemen telefonu kapatıp eve fırladım. Sabri baba patlamaya hazır bir barut gibiydi. Anıl’dan mesaj gelmişti.

- Kimdi o?

Ben de ona yazdım çünkü belliydi öğrenene kadar asla durmayacaktı.

- Sabri babamdı. Manevi babam tanıştırırım bir gün.

Ona mesaj yazıp hemen eve girdim. Ayşe hatunu öpüp hemen üzerimi değiştirdim. Anıl’dan yeni mesaj gelmişti sadece ‘tamam’ diye büyük ihtimalle kendisinden ‘it’ diye bahsedilmesi hoşuna gitmemişti. Ona görüldü atıp hemen dükkana geri fırladım.


Sabri babayla bir kaç saatimizi sadece yeni menüyü ayarlamak için harcamıştık. Bahara ve yaza uygun yeni tatlar eklemiştik. Esin’le sözleştiğimiz saat yaklaştığında yerimden kalktım.

“Baba ben çıkıyorum akşam dediğin saatte burada olurum”

Mutfaktan kafasını uzatıp bana baktı.

“Tamam, telefonun yanında olsun ki sana ulaşabileyim”

Hayırlı işler Sabri babanın sıkıyönetimi başlamıştı. Onu kafamla onaylayıp arabama atladım. Bir fırsatını bulup sarı kızımın lastiklerini de değiştirsem iyi olacaktı. Altımdaki Audi ona göre çok daha fazla dikkat çekiyordu.

Alışveriş merkezine gelmiş arabamı park etmiştim. Hatta biraz yamuk park etmiştim ki Esin geldiğinde yanıma park edebilsin.

Bunu da Esin’e mesaj olarak atmıştım. Sonunda gelmiş arabasını park etmeye çalışıyordu. Onun her bir çabasında benim yüreğim ağzıma geliyordu. Birden arabama o kadar hızla yaklaştı ki gözlerim fal taşı gibi açılmış ve çığlık atmıştım aniden frene bastı Allah’tan. Elimi kalbimin üzerine koydum.

Ya Dolunay sen el alemin hakkına girip yer ayırırsan arkadaşına, Allah’ta senin belanı böyle verirdi işte. Esin’in camını tıklattım.

“İstersen ben park edeyim mi aracını? Ne dersin? Hem böylesi benim aracım için de çok sağlıklı olur”

Beni hemen onaylayıp arabasından indi. Rahatlamanın verdiği hisle derin bir nefes aldım. Arabaya binip çabucak park ettim. Oyalanmadan el frenini çekip aşağıya indim. Elimi kendi arabamın üzerine koyup konuştum.

“Merak etme oğlum geçti. Sapasağlam atlattın bu belayı da”

Esin aracımla konuşmama gülmüştü.

“Dolunay alemsin ya”

 Ona döndüm.

“Esin sus konuşma hiç. Kalbime iniyordu ya”

Onunla gülüşerek alışveriş yapmaya başladık.

Esin’le bir daha alışveriş merkezinin kapısından bile geçmeyi düşünmüyordum. İpini koparmış dana gibi sürekli oradan oraya koşuşturuyordu. Ben ise onun peşinde oradan oraya sürükleniyordum sadece. O elbiselere bakarken ben de boş boş elbiseleri incelemeye başladım. Benim tasarımlarını yaptığım Elegant’ın Türkiye mağazasındaydık şu an. İncelediğim her bir elbiseyle birlikte gururlanıyordum. Kendimi o kadar zor tutuyordum ki ‘hanım hanım onlar benim yavrularım’ dememek için.

Esin elbiselere bakarken onun yanına gittim.

“Esin ben çok acıktım”

Elindeki iki elbiseyle bana döndü.

“Tamam, gidelim ama sence bunlardan hangisini almalıyım.”

Elindeki elbiselere baktım. İnsan hiç evlatları arasında seçim yapabilir miydi? Evlat ayrımı yapmak günahtı.

“Bilemedim Esin ya her ikisini de denesene”

O kabine elindeki elbiselerle giderken ben de mağazada dolanıp evlatlarıma gururla bakmaya devam ettim. Karnımdan gelen guruldamayla elimi karnımın üzerine koydum.

“Dayan bebeğim yemek yiyeceğiz”

Arkamdan gelen

“Ne?”

Sesiyle irkildim. Arkamı döndüğümde şaşkın şaşkın bana bakan Anıl’la karşılaşmıştım. Yanımdaki elbiselere bakan kadın da elini karnına koyup bana döndü.

“Siz de mi hamilesiniz?”

Etrafımdaki her şeyle konuşma huyum yüzünden düştüğüm bu durum içler acısıydı. Kadına yavaşça kafamı salladım. Bana tüm tecrübelerini heyecanla aktarmaya başladı. Ben de bu yoldan dönüş yok diyerek onunla hiç bozuntuya vermeden konuşmaya başladım kadın yanımızdan ayrılırken Anıl konuştu. Düşünceli ve durgundu.

“Neden söylemedin hamile olduğunu?”

Ben ona bu olayı nasıl açıklayacağımı düşünürken tekrar konuştu.

“İnanamıyorum sana dün akşam alkol aldın sen bir de bu yetmezmiş gibi kavgaya giriştin ya bebeğine bir şey olsaydı nasıl bu kadar düşüncesiz olabilirsin?”

Olmayan bebek için mi endişelenmişti o.

“Evet Anılcığım, dün alkol aldım ve kavga da ettim çünkü hamile falan değilim”

Kafası iyice karışmıştı bu o kadar belliydi ki. Bir yandan da rahatlamıştı sanki.

“Neden kadınla hamileymiş gibi konuştun o zaman?”

Güldüm.                                                             

“Kendi kendimle konuştuğumu söylemektense hamile gibi davranmak daha çok işime geldi”

Cümlemi bitirir bitirmez yaptığım salaklığın farkına vardım.

“Hayır ya sen de beni hamile sanmıştın senden kurtulabilirdim.”

Aklıma gelenleri bir bir sıralamıştım yine.

O gülüp konuştu.

“Artık çok geç güzelim”

Arkasını dönüp giderken omuzuna dokunup bana dönmesini sağladım.

“Biliyor musun Anılcığım aslında hamileyim hatta bugünden itibaren hamile olacağım o yüzden sen yoluna ben yoluma adam hadi eyvallah”

Ben son çırpınışlarımı gerçekleştirirken gülümsemesi derinleşti. Kulağıma eğilip sadece benim duyabileceğim bir tonda konuştu.

“Elimden gelen tüm yardımı sana yapacağımdan emin olabilirsin güzelim. Bu ‘Anılcığın’ sana kurban olsun”

Ben onun dediğiyle olduğum yerde kalakalırken yanağıma bir öpücük kondurup arkasını dönüp yanımdan uzaklaştı. Yanaklarımdan alev topları yükseliyordu. Salak salak konuşursam bu olurdu işte. Konuşmadan önce bazen düşünmeyi öğrenmem gerekiyordu. Yanağımdaki alevlerin yatışmasını beklerken elbiselere geri döndüm. Ama çokta fayda etmemişti. Şu anki düştüğüm durum yetmezmiş gibi bir de gözümün önüne dün geceki yakınlaşmamız gelmişti. Karnımdaki garip his de bana hiç yardım etmiyordu. Ne oluyordu bana böyle? Biraz daha oyalanıp Anılların yanına bekleme alanına gittim. Ona hiç bakmadan Kağan’ın yanındaki boş koltuğa oturdum. Esin’in kabinden çıkmasıyla Kağan’la aynı anda aynı kelimeydi telaffuz ettik.

“Siktir”

Her ikimizde büyülenmiş gibi bebeklerimize bakıyorduk. O Esin’in büyüsüne ben ise elbisenin büyüsüne kapılmıştım. Esin ikimizden gelen tepkiyle birlikte utanmıştı.

Sanki elbiseyi onun için tasarlamış ve dikmiştim. Lansmanındaki manken bile bu kadar güzel taşıyamamıştı. Elbise Esin’e biraz büyük olmasına rağmen muhteşem gözüküyordu. Hemen elbisenin fotoğrafını çektim. Yanına gidip elbisenin duruşunu düzelttim.

“Çok beğendim ama biraz büyük oldu başka bedeni de kalmamış bu sınırlı üretim. Sence terziye biraz daraltabilir miyim?”

Elimi kalbimin üzerine koydum. Bu kızın derdi neydi bugün. Sürekli evlatlarıma zarar vermeye çalışıyordu. İlk önce arabam şimdi de elbisem.. Elbisenin bol gelen kısmını elimle biraz daralttım. Onu aynaya döndürüp konuştum

“Bak eğer işlem yaptırırsan modelini öldürüyorsun. Emin ol tasarımcısı bunu öğrenirse seni gelip öldürür”

Kesinlikle onu öldürürdüm. Umarım bu sevdadan vazgeçerdi.

“Ama çok güzel oldu üstümden çıkartmak bile istemiyorum. 36 bedeni tamamen tükenmiş. Yurtdışındaki sitelerine bile baktım kabindeyken.”

Aynadaki yansımasına mutlu bir şekilde baktı vazgeçmeyecek gibiydi.

“Off Dolunay ben bunu alıp terziye vereceğim”

Birden ona çıkıştım.

“Hayır! Şimdi kabine gidiyorsun ve üstünü değiştiriyorsun sonra da bunu almadan buradan çıkıyoruz. Ben sana bunun 36’sını bulabilirim”

Bugün kendime söz vermiştim Esin’in hiçbir evladıma zarar vermesine izin vermeyecektim. Benim ani çıkışımla birlikte ağzını bile açmadan kabine geri döndü. Elbiseler satışa çıkmadan önce her birinden bana ayrılıyordu. Ve benim bedenimle Esin’in bedeni uyuşuyordu. Büyük ihtimalle evimde bu elbisenin istediği bedeni vardı. Olmasa bile şirketi arar bulurdum bu elbiseyi. Kararlıydım elbisemi katlettirmeyecektim. Üstünü değiştirip somurtarak yanıma geldi.

“Nasıl bulacaksın?”

Kollarını göğsünün altında birleştirmişti.

“Şimdi buradan ayrılacağız ve elbisenin yanına gideceğiz olur mu?”

“Sen gerçekten bana bulabilir misin bu elbiseyi? Dolunay bu markanın birçok elbisesi ilk çıktığı dakikada daha ön satıştan tükeniyor mağazalarına bile ulaşamıyor”

Tabi ki de tükenecekti çünkü onları ben yapıyordum.

“Biliyorum Esinciğim hadi gidelim”

Esin aldığı birkaç parçayı ödemek için kasaya geçerken Anıl yanıma yaklaştı.

“Sen bir şey almayacak mısın?”

Kafamı hızla sağa sola salladım.

“Sadece karnımı doyurmak istiyorum.”

Esin yanımıza gelince hemen otoparka doğru gittik. Anıl otoparkın başka bir yerine doğru giderken şaşkınca konuştum.

“Arabasıyla mı geldi?”

Kağan güldü.

“Yok, ben Esin’e eşlik edeceğim o da benim arabamla gelecek.”

“Kendi arabasıyla gelseydi şaşar kalırdım zaten.”

Aniden Esin’e döndüm.

“Bana bak arabanı arabamdan uzak tut. Valla elbiseyi rüyanda bile göremezsin ona göre.”

Bana dudak büktü.

“Off Dolunay arabana bir şey olmadı. Zaten Kağan kullanacak şimdi merak etme”

Kağan’ın kullanacağını duymak beni rahatlatmıştı hemen arabalara binip otoparktan ayrıldık. İlk kırmızı ışıkta üç arabada yan yana sıralanmıştı. Işığı beklerken telefondan atölyeye pizza siparişi verdim. Yan arabadan Anıl seslendi.

“Bırak o telefonu elinden araç kullanıyorsun”

“Işıkta bekliyoruz değil mi?”

Işık yeşile dönerken telefonu yan koltuğa bırakıp gaza yüklendim. Altımdaki arabanın tadını çıkartmayı çok seviyordum. Dikiz aynasından gördüğüm kadarıyla Anıl’la Kağan da gaza yüklenmişti. Diğer ışığa yaklaşırken hızımı düşürdüm.

“Senin kendi canına kastın mı var? Deli misin sen yavaş kullan şu aracı!”

Bıkkınlıkla Anıl’a baktım. Ona cevap vermedim ama onun dediğini yapıp yavaşladım. Her ikisi de yolu bilmiyordu bu yüzden yavaşlamak en iyisi olacaktı. Anıl bir kere gelmişti atölyeme ama yol boyunca uyumuştu.

Atölyenin sokağına girdiğimde aracımı kenara park ettim. Ardından da garajı açıp araçtan indim. Onlarda araçtan indiklerinde konuştum.

“Siz garaja geçin. Anıl arka tarafta sandalyeler var onları çıkart sen. Ben de elbiseye bakıp geliyorum.”

“Tamam güzelim.”

O ve Kağan garaja giderken Esin benimle kaldı.

“Ben de seninle elbiseye bakmaya geleyim.”

Her ne kadar onu reddetmek istemesem de reddettim.

“Esin hayatım sen de onların yanına geç yukarıya kimseyi çıkartamam. Orası biraz özel”

Katılacağım yarışma için olan çizimlerim ve iki elbisenin taslağı ortadaydı onu kesinlikle yukarıya alamazdım. Biraz suratı düşse de ısrar etmeden garaja geçti. Ben de yukarıya çıkıp elbiseye bakmaya gittim. Elbiselerin hepsi koruma kılıfındaydı ve kılıfların üzerinde model isimleri yazıyordu. Aradığım modeli bulunca sevinçle korumasını açtım 36 beden elbise tüm ihtişamıyla bana el sallıyordu.

“Sen var ya sen bir başka elbisenin hayatını kurtaracaksın şu an”

Kesinlikle elimdeki elbise diğer elbisenin kahramanı olacaktı. Çünkü Esin kafasına koymuştu eğer ben ona elbiseyi bulamazsam hemen gidip mağazadakini alacaktı. Elimdeki elbiseyle garaja indim.

“Bak sana dedim bulurum diye”

Esin oturduğu sandalyeden koşarak yanıma geldi elimdeki elbiseyi alıp koruma kılıfının fermuarını açtı.

“İnanamıyorum nasıl buldun? Hem de 36 beden!”

“Ben ilk çıktığında almıştım.”

Hemen modu düştü.

“Dolunay, bu senin bunu alamam”

Elindeki elbiseyi bana uzattı. Elbiseyi ona geri ittirirken konuştum.

“Alabilirsin Esin. Bak yukarıda bomboş duruyordu. Aldığımdan beri bir kere bile üzerime takmadım. Büyük ihtimalle de giymem ben bu elbiseyi çünkü bunu giyebileceğim bir ortamım yok ve bu elbise sana o kadar yakışmıştı ki mutlaka bunu benden almalı ve giymelisin. Çok iyi hatırlıyorum lansmanındaki manken bile bu kadar iyi taşımamıştı bu elbiseyi.”

Bana hızla sarıldı.

“Dolunay çok teşekkür ederim. Bana hesap numaranı ver parasını atayım sana.”

Ondan ayrılıp kaşlarımı çatarak ona baktım.

“Saçmalama Esin ben sana satmıyorum, hediye ediyorum.”

Hemen itiraz etti.

“Hayır, Dolunay bu elbise gerçekten çok pahalı kabul edemem.”

Omuz silkip elinden elbiseyi aldım.

“İyi o zaman bende satılık elbise yok. Elbisesiz kalırsın benden demesi.”

Bunu beklemiyordu. Bana bakarken elbiseyi tekrar ona uzattım.

“Ya şimdi hediye olarak alırsın ya da elbiseyi yerine çıkartırım bir daha da hediye olarak bile indirmem haberin olsun.”

Utangaç bir tavırla elimden elbiseyi aldı.

“Teşekkür ederim gerçekten.”

O arabasına elbiseyi götürürken ben Anılların yanına gittim. Telefonumdan gelen sesle cebimden çıkartım. Sabri babaydı arayan.

“Efendim baba?”

“Ne yaptın merak ettim ondan aradım.”

Asıl merak ettiği şey benim ne yaptığım değil Anıl yanımda olup olmadığıydı.

“Arkadaşlarla birlikte bizim garajdayım baba”

Sabri baba bugün beni gerçekten geriyordu. O konuşurken kendimi hazır ola geçecek gibi hissediyordum.

“Kim o arkadaşlar? O it orada mı?”

Yüzümde ki gülümsemeyle Anıl’a baktım.

“Evet, baba burada.”

Yaşlı sesi kulağıma doldu.

“Tek değilsin değil mi onunla?”

“Yok baba, iki arkadaş daha var yanımızda.”

Anıl’la birlikte koca evde tek başımıza kaldığımızı öğrenirse Anıl’ın yanında beni de vururdu herhalde.

“Tamam, hadi dikkat et kendine.”

Telefonu kapatmıştı. Anıl gelen pizzacıya parasını ödeyip pizzaları teslim aldı. Hemen pizzaları yemeğe başladık.

“Baban biraz huysuz sanırsam?”

Elimdeki pizza dilimine bakarken konuştum.

“Sabri baba dünya üzerinde görülebilecek en şeker insanlardandır ama Anıl’la olan durumumuzu biliyor elinden bir şey gelmediğinin de farkında benim için endişeleniyor ve bu şekilde beni korumaya çalışıyor.”

Lafımı bitirir bitirmez Sabri baba tekrar aramıştı.

“Dolunay kızım gel artık yeni menüleri reklamcıya ver de yapsın biran önce.”

“Baba biz belirledikten hemen sonra verdim ben reklamcıya yarın bize bir örneğini yollayacak.”

Benim cevabımdan sonra durdu.

“İyi yapmışsın kızım geç kalmasın. Peki, şeyi yaptın mı sen?”

Yine duraksadı sanırsam bana iş çıkartıp biran önce yanına gitmemi istiyordu.

“Neyi baba?”

Bir yandan gülmemi engellemeye çalışıyordum. Eğer gülersem gerçekten kızardı.

“Yeni bardaklar alınacaktı ya kızım hadi sen gel onları al.”

Elimdeki dilimi kartona geri koydum.

“Baba ben bardakları aldım hatta yanında servis tabağı da aldım elimizin altında bulunsun diye hepsini depoya koydum.”

“İyi yapmışsın dikkat et kendine o itten de uzak dur.”

Anıl’a baktım. Durmuş konuşmamı dinliyordu.

“Merak etme baba uzak dururum o itten”

Anıl bana sinirle bakarken Esin kahkahayı basmıştı. Sabri baba telefonu kapattı.

“Anılcığım hiç bana sinirle bakma adam sana it diyor yapacak bir şey yok”

Birden keyiflendi.

“Sen bana böyle Anılcığım dediğin sürece başkalarının ne dediği önemli değil güzelim”

Hay ağzıma takılmıştı ya bu ‘Anılcığım’ lafı düşünmeden kullanıyordum. Sabri baba tekrar aradığında bıkkınlıkla telefona baktım. Açmadan Anıl’a döndüm.

“Senin yüzünden adam beni sıkıyönetime aldı ya.”

Hemen telefonu açtım.

“Efendim babacığım”

“Dolunay sen erken gel kızım bak müşteri çok fazla bu akşam yetişemiyor çocuklar. Sen gel en azından okey kısmında durursun.”

Sabri babanın dükkanı iki kısımdan oluşuyordu ön tarafı normal kafe varken arka tarafında ise okey masaları vardı.

“Baba sen bana okey kısmına bakmamı yasaklamıştın en son kavga ettim diye.”

“Şimdi de gel orada dur diyorum kızım uzatma gel diyorsam gel!”

Birden bağırmıştı, sinirle Anıl’a baktım. Belki Anıl’la tanışırsa biraz da olsa yumuşardı diye düşünmeden kendimi alamadım sonuçta efendi bir çocuktu dışarıdan bakıldığında. Ağır başlı da duruyordu.

“Tamam, baba ben gelirim hatta gelirken Anıl’ı da getireyim tanışın olur mu?”

Anıl bana baktı. Gözlerinde değişik bir parıltı vardı.

“Anıl o it mi oluyor?”

Hemen onu onayladım.

“Evet, baba o it oluyor.”

“Müsait mi o çocuk işi gücü yok mu? Sen gel deyince gelecek mi?”

Anıl’a baktım ben bunu hiç düşünmemiştim belki de adamın işi vardı akşam. Ya gelmezse diye düşünmekten kendimi alamadım. Eğer gelmezse Sabri baba beni daha çok sıkardı. ‘Bak çocuk bizle tanışmaya bile gelmedi’ diye söylenir dururdu. Konuşmaya Anıl’ı gazlayarak devam etmeye karar verdim ki akşam itirazsız gelsin.

“Yoktur işi herhalde baba. Aman olsa da bundan önemli işi mi olacak ben kaç kişiyi gelip senle tanıştırdım. Ben gel desem gelir o merak etme sen.”

Anıl gözündeki parıltıyla birlikte kafasıyla beni onayladı. En azından yaptığım şey işe yaramıştı.

“Tamam, akşam al gel onu da”

Telefonu tekrar kapattığında Anıl’a döndüm.

“Bak sakın ama sakın senle senin evinde tek kaldığımızı ve Esin’in evinde aynı odada uyuduğumuzu falan söyleme.”

Güldü.

“Merak etme söylemem.”

Esin konuşmaya dahil oldu.

“Dolunay Anıl’la baban tanışmamış mıydı zaten?”

Sağımda duran Esin’e doğru hafifçe döndüm.

“Bu benim öz babam değil ama öz babamdan daha değerli benim için. Sanırsam biz Sabri babayla tanıştığımızda 9 yaşında falandım”

Minnetle gülümsedim.

“Onun ve eşinin çocuğu olmuyordu. O bize babalık yaptı biz de ona evlatlık yaptık kısacası”

 “Siz?”

Esin ve bitmek bilmeyen merakı.

“Ben ve en yakın arkadaşım o şu an şehir dışında yakında gelecek”

Anıl teyit etmek istercesine konuştu.

“Arabaların sahibi değil mi?”

“Evet, arabaların sahibi”

Sonunda Sabri babanın aramaları kesilmişti. Bizim de pizza faslımız bitmişti. Kağan’la Esin buradan ayrılırken biz de Anıl’la Sabri babanın dükkanına doğru gitmek için hareketlendik.

“Giderken ne almalıyım? Öyle elim boş gidemem.”

Anıl’ın gerginliği sesine yansımıştı.

“Ne bileyim Anıl ben. Bir şey almana gerek yok zaten”

“Dolunay öyle şey olur mu? Bir şey götürmek gerek”

Omuz silktim.

“Ben anlamam ki hiç böyle şeylerden”

Arabaya binerken konuştu.

“Bir pastane gibi bir dükkan görürsen dur bari.”

Arabayı çalıştırırken konuştum.

“Anıl adamın kendi kafesi var zaten”

Sol eliyle kafasını kaşıdı bir yandan da düşünüyordu. Gerçekten şu an heyecanlanmıştı.

“Tamam, o zaman sen çok hızlı sürme yolda bir şey buluruz elbet.”

Onu onaylayıp sürmeye başladım. Sabri babayı bu kadar düşünmesi hoşuma gitmişti açıkçası. Hatta düşünmenin yanı sıra onunla tanışacağı için gergin ve heyecanlıydı. Benim Emir’in toplantısına katıldığım gün Anıl’ı bir toplantısında görmüştüm orada bile rahat gözüküyordu ama şu anki gerginliği beş yüz metre ilerden bile fark ediliyordu. Burukça gülümsedim. Keşke gerçek babam Sabri babanın yaptığı babalığın onda birini bile yapmış olsaydı da Anıl onun karşısında böyle olsaydı diye düşünmeden kendimi alamadım. Anıl kendi babamın karşısında bile rahat davranmıştı. Çünkü benim babam onun gücünün karşısında el pençe divan olmuştu.

“Güzelim durdursana aracı.”

Hemen dediğini yapıp kenara yaklaştım.

“İki dakikaya geliyorum.”

Araçtan hızla inip dükkanlardan tekine girmişti. Hangisine girdiğini çok görememiştim. Derin bir nefes alıp zihnimdeki düşüncelerin kasvetinden kurtulmaya çalıştım. En azından hayatımda Sabri babam vardı o bize yeterdi.

Anıl’ın geri dönmesiyle hareketlendim. Kırmızı ışıkta durduğumda elindeki gösterişli paketi açtı. İçinden çok güzel bir tesbih çıkarttı.

“Sence beğenir mi?”

Küçük bir gülümsemeyle kafamı salladım. Sabri babanın gençlik zamanından beri biriktirdiği bir tesbih koleksiyonu vardı.

“Çok beğenecek emin ol.”

Paketine özenle geri koyarken konuştu.

“Bak eğer beğenmeyeceği bir şey ise söyle gitmeden başka bir şey alalım.”

Dediklerinden sonra sadece ona bakmıştım. Bu kadar düşünceli davranması beni gerçekten etkilemişti yalan söylemeyeceğim bu konuda. Sonunda tesbihi güzelce paketine koymuştu. Kafasını kaldırıp bana baktı.

“Güzelim istersen ilerle ben inip arkadaki adamlarla kavga etmeden”

Elini camdan çıkartıp arkadan kornaya basan adamlara işaret etti. Hemen kendimi toparlayıp ilerledim.

Sabri babanın kafesine gelmiştik ama Anıl’ın arabadan inmeye niyeti yok gibiydi.

“Ee hadi Anıl inelim artık”

“Bekle”

Elini cebine attı gözlerime bakarak cebinden küçük kadife bir kutu çıkarttı. Ne olduğunu anlamak zor değildi. Gözlerimi ondan kaçırdım. Boğazımdaki acıyı geçirmek için sakince yutkundum.

“Bunu sana böyle vermek istemezdim”

Sağ elime yavaşça uzandı. Garipti ki elleri titriyordu. Beceriksizce yüzüğü parmağıma taktı. Elimi hızla ondan çekip yamuk taktığı yüzüğü düzelttim sonrada hiçbir şey söylemeden araçtan indim. Kafeye önde ben arkada o olmak üzere giriş yaptık. Gergin bakışlarını kafede gezdirdi. Onunla birlikte ben de etrafa bakmıştım. Sabri babanın dediği gibi bir kalabalık yoktu. Sabri baba da burada değildi. Büyük ihtimalle eve akşam yemeği için gitmişti.

“Sabri baba daha yok. Sen şöyle geç istersen”

Diyerek elimle boş masayı işaret ettim. O hala içeriyi inceleyerek masaya geçti. Ben de mutfağa geçip garson önlüğünü taktım. Önlüğümün önünü düzeltirken gözüm elimdeki yabancı nesneye takıldı. İncelemeye başladım. Büyük bir taşa sahipti herhangi bir yerden alınacak gibi sıradan bir şeye de benzemiyordu. Sanki özel tasarlanmış gibiydi. Taşının büyüklüğüne rağmen çok zarif duruyordu. Yanımdan geçen garsonla birlikte hemen elimi cebime koydum bir bardak çay alıp Anıl’ın yanına döndüm. Çayı onun önüne koydum.

“Buyurun Anıl bey müessesemizin ikramıdır.”

Gülerek önlüğe baktı.

“Yakışmış.”

Onu sinir etmek için ağzımı araladım

“Anıl beyciğim bana yakışmayan çok az şey var bunlardan teki ne bilin bakalım?”

Sinirle soludu. Hemen bileğime uzanıp oturduğu koltuktaki boş yere beni oturttu. Sessiz ama tehditkar bir tonda konuştu.

“Sabri bey geldiğinde iki günü kiminle nasıl geçirdiğini konuşalım istersen ne dersin?”

Yediğim tehditle birlikte hemen ona baktım.

“Anılcığım bana kapri hiç yakışmıyor biliyor musun? Yok olmuyor hangi şekilde kombinlersem kombinleyeyim hoş durmuyor. Ben bunu kastetmiştim sen başka bir şey mi anladım yoksa?”

Güldü.

“Anılcığın kurban sana. Ben de öyle anlamıştım zaten”

Ona zoraki bir gülümseme yolladım.

“Bakar mısınız?”

Müşterinin seslenmesiyle hemen yanından kalktım. Müşteriyle ilgilendikten hemen sonra Sabri baba dükkana giriş yapmıştı. Bana işaretleriyle nerede diye sormuştu. Ona Anıl’ı işaret etmek için döndüğümde Anıl’ın çoktan oturduğu yerde ayağa kalmış olduğunu gördüm. Niye bu kadar kasıyordu çok anlayamıyordum. Sabri baba Anıl’ın yanına giderken bende onunla birlikte ilerledim.

“Dolunay kızım, dışarıya masa ayarla sen, biz orada oturalım.”

Ben onu kafamla onaylarken Anıl’a baktı.

“Üşümezsin değil mi?”

Anıl konuşmadan önce boğazını temizledi.

“Y-yok efendim üşümem”

Sesinin titremesine gülmemek için kendimi zor tutmuştum. O bana ters ters bakarken masayı ayarlamak için arka tarafa doğru yürüdüm. Sabri baba benimle birlikte geldi. Arkamı döndüğümde ise Anıl hala aynı pozisyonda ayakta durmaya devam ediyordu.

“Ne dedin kızım sen bu çocuğa benim hakkımda? İstanbul’un son kabadayısı falan mı dedin? Ne diye bu çocuk korkuyor benden? Maşallah kalıplı da bir delikanlı herkesten korkacak bir tipe benzemiyor.”

“Valla bir şey demedim baba neden böyle ben de anlamadım”

Sabri baba uzaktan onu inceledi.

“Desene saygısından böyle davranıyor o zaman”

Ona bilmiyorum anlamında omuz silkip masayı kaldırdım. Çıkış kapısına doğru ilerlerken masa birden elimden alındı. Ne ara yanıma gelmişti de almıştı masayı? O dışarıya masayı götürürken iki sandalye çıkarttım ben de. Onlar birlikte masaya geçerken hemen bir sandalye de kendime kapıp yanlarına oturdum. Sabri baba delici bakışlarını üzerime sabitlemişti. Her ne kadar yok saymaya çalışsam da yapamamıştım zaten ben oradayım diye hiç konuşmamışlardı. Sabri babaya baktığım ilk anda gözleriyle içeri girmemi işaret etti ben de paşa paşa sandalyemi alıp içeriye geçtim.

Müşterilerle ilgilenirken bulduğum her fırsatta onları izledim. Bir kaç dakikanın ardından Anıl’ın üzerindeki gerginlik biraz da olsa azalmıştı. Sadece izleyerek anladığım kadarıyla Sabri baba ona sorular soruyor o ise yanıtlıyordu. Bazen konuşurken camdan içeriye bakıp gözleriyle beni arıyordu. Yine içeriye baktığında Sabri baba da onun bakışlarını takip ederek bana bakmıştı. Hemen ardından da eliyle iki çay diye işaret etmişti. İki çay alıp onlara götürdüm. Sabri babanın kararlılıkla yaydığı o sert auradan eser bile kalmamıştı. Anıl’ın gerginlikten patlayacak gibi olan göğüs kafesi ise rahat nefesler almanın mutluluğunu yaşıyordu. Ne konuşmuş olabilirlerdi ki bu kadar ortamı gevşetecek? Orada oyalanmadan içeriye geçtim çünkü yine ben oradayım diye konuşmamışlardı. Dersten gelen Caner’de ilk başta onların yanında dikilmiş ama Sabri baba onu da içeriye postalamıştı.

“Bu kim abla?”

Elimde ki yüzüğü göstererek konuştum.

“Anıl.”

İlk yüzüğe sonra Anıl’a baktı. Yüzüne düşen bulutların karartısı dağılacak gibi değildi. Nitekim de öyle oldu. İçeride geçirdiğimiz yarım saat boyunca Caner hiç gülmedi sadece Anıl’a kötü kötü bakışlar atmaya devam etti. Hatta bir ara Anıl da bu bakışlarını fark etmişti.

“Bu geçen senle karşılaştığımız da kafenin önünde biz konuşurken bize tip tip bakan elaman değil mi abla?”

Cümlesi beni gülümsetmişti.

“Elaman?”

“Hee eleman.”

Onu taklit ettim.

“Hee Caner o eleman”

Omuzuna şakayla vurup mutfağa doğru ilerledim. Kalan çaya baktıktan sonra bulaşıkları halledip geri içeriye döndüm. Sabri baba ve Anıl içerideki bir masaya geçmişlerdi.

“Dolunay kızım Anıl oğlumla bana bir tavla getir oradan. Bakalım tavlada da konuşmada olduğu kadar yetenekli mi?”

Anıl oğlu? Neyin oğlu? Kimin oğlu? Nasıl efsunlamıştı adamı bir saat içerisinde aklım şaşmıştı. Sabri baba tüm gün boyunca beni darlamıştı ama şu an bal kaymak gibi bir hale gelmişti. Ne yapmıştı bu adam benim babama böyle? Onlara tavlayı götürürken Sabri babanın elinde sıkı sıkı tuttuğu tesbih dikkatimden kaçmamıştı.

“Buyur baba.”

Diye önüne tavlayı koydum. Kapıdan giren müşteriye bir anlığına dikkatim kaymıştı benimle birlikte geleni Sabri baba da görmüştü. Sabri baba gelen müşteriyi görünce diğer garsona ilgilenmesi için işaret verdi. Bu müşteri yaklaşık bir buçuk hafta önce kafasına okey takozunu geçirdiğim müşteriydi.

“Kızım sen geç arka tarafa. Durma burada belli ki gelmesi pek hayır değil.”

Onu kafamla onayladım. Gideceğim sırada adam sesini yükselterek garsonla konuştu.

“Cık sen değil Dolunay isimli garson ilgilensin bizimle”

Sabri baba haklıydı gelmesi hayır değildi kesinlikle olay çıkartmaya gelmişti. Sabri baba masaya doğru ilerledi hemen onu elimle durdurdum.

“Hallederim ben.”

Sabri baba bana baktı.

“Olay çıkmasın Dolunay dikkatli ol.”

Anıl ne olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydi. Adamın bulunduğu masaya gidip elimdeki adisyonla beklemeye başladım.

“Ne alırdınız?”

Sakin sakin sormuştum.

“Hah şöyle ya. İşte müşteriye bu şekilde davranılır ama bunu size öğretmemiz için illa olay çıkartmak gerekiyormuş”

Aklınca damarıma ufaktan ufaktan basmaya çalışıyordu. Belliydi ki isteği beni kışkırtmaktı. Hiç uzatmaya gerek yoktu.

“Bana bak edebinle otur sorun çıkartmaya çalışma bu sefer o okey takozunu kafana çakmam bilesin şimdi buradan kalk git.”

Diğer müşterileri rahatsız etmemek adına bağırmadan konuştum.

“Yok, öğretememişiz müşteriye nasıl davranılacağını. Ama aklıma koydum öğreteceğim sana nasıl davranman gerektiğini.

Arkama baktı. Onun baktığı yere döndüğümde Anıl’ı gördüm. Ne ara kalkmıştı yerinden. Elimdeki adisyonla kalemi aldı.

“Dur güzelim sen neymiş bu öğreteceği, bana bir öğretsin bakalım”

Siniri gözle görülür şekildeydi. Bir insanın bedeninden ateşler çıkar mıydı? Her nefes alışıyla birlikte hareketlenen göğüs kafesinden alevler dışarıya doğru hareketleniyordu. Orada Sabri babayla sakin sakin konuşan adam nasıl birden bu denli sinirlenmiş olabilirdi ki daha olayı bile bilmiyordu. Konuşması bile yakıcı bir etkiye sahipti. Onunla sürekli takışıyordum her şeyde birbirimizle ters düşüyorduk ama benimle bir kere bile bu şekilde konuşsaydı arkama bile bakmadan kaçar giderdim. Hafifçe kenara kaydım. Onun bu halinden tek korkan ben değildim karşımdaki adamda olduğu yere sinmişti.

“Evet, sizi bekliyorum.”

Israrla adama bakıyordu.

“Bir çay alabilir miyim?”

Adam sesini zorla bulmuştu. Anıl arkasını dönüp giderken bileğimden nazikçe tutup beni de götürdü. Neye bu kadar kızdığını bilmesem de gergin olduğu belliydi ama buna rağmen bileğimi tutuşu bir o kadar yumuşaktı. Mutfağa girdiğimizde kenara geçti. Onun bu halinden hafifçe tırsmamdan dolayı sesimi bile çıkartmadan çayı doldurdum. Elime alıp gitmek istediğimde elimden çayı aldı ama elini elimden çekmedi.

“Niye bu kadar korktun benden?”

Elimi elinden çektim.

“Senden korktuğum falan yok Anıl.”

Yalan öyle bir korkmuştum ki bu halinden ama bunu ona söylememe gerek yoktu. Aramızdan çayı çekti. Boşta olan eliyle beni belimden kendine çekip sarıldı. Kafama öpücük kondururken konuştu.

“Sen korkma zaten benden kadın.”

Ondan uzaklaştım. Gözleri biraz önceki sinirinin aksine yumuşamış gibi bakıyordu. Bileğimi tutup çayı masaya götürdü. Bana bakarken ki yumuşamış hali gitmiş o korkutucu hali geri gelmişti adamın önüne sertçe çayı koydu. Adam çaya bakarken Anıl adama bakıyordu.

“İç çayını.”

Sertçe söyledi. Adam kafasını salladı ama çay sıcak olduğu için içemedi.

“İç çayını!”

Tekrar ettiğinde adam çaydan çok az da olsa içmişti. Sabri babaya baktığımda o da burayı izliyordu.

“Bitir onu seni bekleyemem burada.”

Adam benim gözlerime baktı yardım istercesine. Tamam, bu ne olursa olsun fazlaydı. Çay cidden sıcaktı hepsini içmeye kalksa adam haşlanacaktı. Ağzımı açıp durumu engelleyecekken Anıl ters bir bakışta bana attı. Yutkundum.

“Hadisene.”

Adam tüm umudunu kesip çay bardağını eline aldı. Tek dikişte çayı içti.


“Hadi aslanım çıkışı biliyorsun. Bir daha da buranın kapısından dahi geçme.”

Adam kafa sallayıp hızla kafeyi terk etti. Ben hala önümdeki boş çay bardağına bakıyordum. Sabri babanın yanına geçerken hafifçe beni de yönlendirdi. Sabri baba kendi çayından yudum alıp konuştu.

“O adamın niye öyle davrandığını biliyor musun?”

Anıl hızla kafasını sağa sola salladı.

“Bilmiyorum efendim.”

“Bu olayın evveliyatında ya haksız taraf Dolunaysa ya adam haklıysa?”

Anıl ilk bana sonra Sabri babaya baktı.

“Dolunay haklı da olabilir haksız da olabilir biz bunu baş başa kaldığımızda konuşuruz ama toplum içerisinde onun haklı ya da haksız olması beni bağlamaz kimse benim eşime, sevgilime, sevdiğim kadına bu şekilde davranamaz buna izin vermem. Başta da dediğim gibi haklı da olsa haksız da olsa ben onun arkasında bir kale gibi sağlam durur ve onu her şeyden korurum.”

Dedikleriyle birlikte ne Sabri babadan ne de benden ses çıkmamıştı. Benim arkamda bu şekilde dimdik durması bana güven vermişti. Bunu hem adamın karşısında belli etmişti hem de şimdi sözlü olarak dile getirmişti. Sabri baba bir süre elindeki tesbihe baktı sonra kafasını kaldırdı.

“Aferin doğru olanda bu zaten.”

Masada daha fazla durmak istemedim. Evet, Anıl’ın dedikleri kötü değil hatta tam tersi çok güzeldi ama davranışının ve cümlesinin bende bıraktığı o tuhaf etkiyi sevmemiştim. Masadan kalkıp işe geri döndüm. Telefonuma gelen bildirim sesiyle birlikte elime telefonumu aldım. Geçen günkü ertelenen toplantının 10 dakika içinde başlayacağının maili gelmişti. Şu an bu toplantıyı gerçekleştirebileceğim en sağlıklı ortam Sabri babanın odasıydı. Mutfağa gidip önlüğümü çıkartım. Ardından arabamdan bilgisayarımı ve tabletimi alıp Sabri babanın odasına geçtim.

Toplantıyı açtım. Ben açana kadar başlamıştı bile. Beni bekliyorlardı. Beni beklemekten sıkılan David sitemle konuştu.

“Online toplantıya da geç kalamamalısın biraz dikkat et!”

“Eğer bana son 10 dakika kala haber vermeseydiniz geç kalmazdım zaten.”

Kardeşi Jose’ye döndü.

“Jose haber vermeyi mi unuttun?”

Jose ona unutmasının bahanelerini sıralarken David iyice sinirlendi.

“Sizi üçünüzün sorumsuzluklarınızdan bıktım artık. Doly, sen ve Maria beni delirtiyorsunuz.”

Ben bu şirkete girdiğimde 17 yaşına daha yeni girmiştim. Her üç kardeşle birlikte büyümüştüm ve daha ilk andan itibaren David ile yıldızımız asla barışmamıştı. Aramızda hep bir ego savaşı vardı. Ama Jose ve Maria ile çok iyi anlaşıyorduk. Bu David’i daha da sinirlendiriyordu.

“Yapma David toplantıyı neden ertelediğimizi sana hatırlatırım. Sen Doly’nin istediği kumaşları ayarlamamıştın ya”

Maria’nın savunması çok iyiydi en azından günü kurtarır nitelikteydi. Fakat geçmiş senelerdeki sorumsuzluklarımıza bakarsak David’in bu yaptığı bizimkilerin yanında solda sıfır kalırdı.

Babaları Antonio’nun katılımıyla toplantımız başladı. Kendi aramızda her ne kadar sürtüşsek ya da kavga etsek de Antonio gelince her birimiz saygıda kusur etmezdik. Antonio aramızdaki her şeyin farkındaydı ama onun önünde birbirimize girmediğimiz sürece asla bize ses etmezdi çünkü biliyordu ki bu sürtüşmelerimiz ortaya çok iyi işler çıkartıyordu ve şirket her işimizde bir adım daha ileriye gidiyordu.

Yarım saat içinde toplantı hızlıca bitmişti. Bende eşyalarımı toplayıp Anıl’ın yanına geri döndüm. Masada tek başına kalmış sessizce elindeki çaya bakıyordu. Kafasını kaldırıp gözlerini kafede gezdirince bakışları beni buldu. Bununla birlikte yüzünde bir tebessüm oluştu. Yavaş adımlarla masasına gidip karşısına oturdum.

“Pek bir düşüncelisiniz Anıl bey, hayırdır inşallah?”

Saatin akşam on olmasıyla birlikte çok fazla müşteri kalmamıştı.

“Müstakbel eşimin nereye kaybolduğunu düşünüyordum.”

Sıkıntıyla omuzlarımı düşürdüm.

“Online toplantım vardı.”

Birden ciddileşti elindeki bardağı kenara bırakıp bakışlarını bana sabitledi.

“Toplantıda sorun mu çıktı?”

Derin bir nefes aldım. Onun ciddi tavrının tam zıttı bir tutumla kollarımı masaya koydum ve kafamı da kollarımın üzerine koyup ona bakarak konuştum.

“Yani sorun değil de yetiştirmem gereken iş var ama sürem kısıtlı, iş yükü büyük ve benim kendi mazeretlerimde zaten kısıtlı olan süreyi daha da kısaltıyor”

O düşünceyle bana bakarken kafamı masadan kaldırdım.

“Aslında yetiştirebilirim ama bunun için belli bir süre dış dünyayla bağlantımı kesmeli ve sıkı bir tempoda çalışmalıyım. Fakat buradaki en büyük sıkıntı ben birazcık sorumsuz bir insanım ve bu kadar sıkı çalışmayı sevmiyorum”

Düşünceyle bana baktı. Aklında gezen düşüncelerin ışıltıları gözlerinden fark edilebiliyordu.

“O zaman şöyle yaparız ben her akşam altıda yanına gelmiş olurum ve birlikte çalışırız. Hangi alanda çalıştığını bilmiyorum ama bana yapmam gerekenleri söylemen yeterli olacaktır. Birlikte kolayca bitiririz. Hatta birlikte olduğumuzda da yetişemezsek birilerini ayarlarım. Sen dert etme. Küçük bir kahkaha attım.

“Anıl bu sanırsam senin yapabileceğin bir iş değil.”

“Elbet yapan birileri bulunur değil mi?”

Neden bunu bu kadar kendine dert etmişti.

“Anılcığım bunları tek başıma yapmam gerekiyor. Emin ol herhangi bir kaytaracak noktam olsaydı çoktan o noktaya doğru emin adımlarla koşardım.”

Dertli bir nefes aldı. Bu adamın dert edinecek başka bir şeyi kalmamış mıydı gece gece?

“Yok kadın bir yolu elbet vardır bulmalıyız. Ne demek kendini dış dünyaya kapatmak ben seninle karşı karşıya oturmak için kafayı yiyordum bundan birkaç ay öncesine kadar sen gelmiş bana diyorsun ki kendimi dış dünyaya kapatacağım işleri yetiştireceğim.”

Bu sefer kahkaham pek de küçük olmamıştı.

“Ben de kendi kendime diyorum ki bu adam niye kendine bu kadar dert etti benim işimi.”

O da güldü.

“Ben ciddiyim bir yolunu bulmalıyım kadın. Olmadı benim odama senin için bir masa koyarız karşılıklı çalışırız. Bak bu gayet mantıklı ama.”

Ben onun benimle dalga geçtiğini sanırken o eline telefonunu aldı birini aramak için rehberine girdi ciddiydi bu dediğinde. Masanın karşı tarafına uzanıp elinden telefonu aldım.

“Anıl saçmalama sen nasıl inanıyorsun ikimizin aynı odada çalışabileceğine?”

Eliyle saçını düzeltti.

“Doğru söylüyorsun kadın sen orada tüm güzelliğinle dururken ben çalışamam, dikkatim dağılır.”

Gözlerimi kaçırdım.

“En başta biz ikimiz kavga etmekten çalışamayız ayrıca senin odanda yapabileceğim bir iş değil.”

Güldü.

“O kadar doğru ki. Sen duramazsın beni çıldırtmadan.”

Hemen oturuşunu düzeltip ciddileşti. Çatık kaşlarımla onun birden ciddiyete bürünmesini izledim.

“Peki, sen ne işle uğraşıyorsun kadın?”

“Bunu açıklamak istemiyorum şu anlık”

“Niye seri katil misin?”

Elimi yavaşça alnıma vurup yakalanmışım gibi hayıflandım.

“Eyvah! Nerden anladın?”

“Sürekli bana seni öldüreceğim ya da seni parçalayacağım diyorsun şimdi de işimi açıklamak istemiyorum dedin parçalar birbirine oturuyor.”

Bana göz kırptı. Muhabbetimiz Caner’in aniden masaya oturmasıyla bitti. Ben toplantım sırasında Caner’in onunla konuştuğunu ve biraz daha yumuşadığını düşünüyordum fakat Caner’in yanı sıra artık Anıl’da Caner’e kötü bakışlar atıyordu.

“Abla şu soruya bakar mısın ya kafayı yiyeceğim?”

Ben elindeki test kitabına bakarken Caner hala ona bakmaya devam ediyordu. Bakışlarını kesmesi için bacağına vurdum. Hemen test kitabına döndü. Sorduğu sorunun konusu trigonometriydi. Bir süre soruya baktıktan sonra elime kalemi ve silgiyi aldım. İlk olarak onun yanlışını sildim. Ardından da anlatarak çözmeye başladım. Ben çözmemi bitirdiğimde Anıl kitabı kendine çekti.

“Niye bu kadar karmaşık yoldan gittin ki? Daha basit bir yolu var.”

Caner Anıl’a ters ters bakarak konuştu.

“Gerek yok Anıl bey, ben anladım zaten.”

Bey kelimesini duyan Anıl bana kilitlendi. Büyük ihtimalle benim söylettiğimi düşünmüştü. Elimdeki kalemi alıp benim yaptığım işlemi kutucuk içine aldı ve gerçekten daha basit bir yolla birlikte soruyu çözdü.

“Anıl seni bıraktığım ev oraya da uzak zaten.”

Bir an duraksadı.

“Doğru sen beni diğer eve götürmüştün.”

“Evet Anılcığım seni Allah’ın unuttuğu yerdeki evine götürdüm sonra da tekerlerim patladı senin yüzünden.”

Etraftaki evleri inceleyerek sakince konuştu.

“Olur bakalım öyle şeyler.”

Sinirle ona döndüm.

“Anılcığım olmasın öyle şeyler bir daha.”

Anılcığım kısmını ekstradan vurgulamıştım.

“Bazen ‘Anılcığım’ kelimesini küfür yerine kullandığını düşünüyorum ama yine de Anılcığım demen çok güzel.”

Gülümsedim.

“Aynen öyle yapıyorum zaten.”

“Böylesi daha iyi hayatım. Çünkü önceki ettiğin küfürler hala kulağımda yankılanıyor emin ol.”

Şaşkınlıkla ona döndüm. Ben ona hiç küfür etmemiştim ki.

“Anıl ben sana küfür etmedim ki.”

Bana yüzünde ‘emin misin?’ diye soran bir ifadeyle baktı.

“Yooo etmedim.”

“Haklısın hayatım sen küfür etmedin. Sen küfürden oluşan bir show yaptın bana. Benim için işitsel bir şölen gibiydi. Hayatımda hiç duymadığım küfürleri bile duymuştum.”

Ona garip garip baktım. Yüz ifadesinden anladığım kadarıyla söyledikleri doğruydu.

“Sen ne yaptın bana da beni o seviyeye getirdin asıl önemli olan bu.”

Güldü. Sokak lambasının altında öylece dikilmiştik. Yüzüne sokak lambasının sarı ışıkları düşüyordu.

“Uçak yolculuğundan bir sonraki aydı sanırsam belki de iki ay sonraydı. Seninle bir kaç kere tamamen tesadüfü karşılaşmıştık. O gün de bunlardan biriydi. Kırmızı ışıkta sarı aracınla tam yanımda duruyordun. Buğra aracının renginin güzel durduğundan bahsederken senin içinde olduğunu gördüm.”

Göğüs kafesi aldığı nefesle hafifçe kalkıp geri indi. Ona devam etmesi için işaret yaptım.

“Yolda çok araç yoktu ben de tanışmak için aklıma ilk geleni uygulamaya karar verdim. Aracımla seni arkadan sıkıştırmaya başladım amacım kimsenin yaralanmayacağı küçük bir kazaydı tam arabana çarpacakken sen ani bir manevrayla sağdaki boşluğa geçtin ardından benim arkamda kalan sen oldun. Bu sefer de sen bana çarp diye aniden frene bastım ama sen de hızlıca frene bastın ve bizim araçlarımızın arasında minnacık bir boşluk kaldı. Maalesef ki istediğim kaza gerçekleşmedi. Tüm bunların sonucunda sen aracını aracımın yanına çekip camını açtın ve o muhteşem küfür showun başlamış oldu.”

Gözlerim sonuna kadar açılmış ona bakıyordum. Deli adamın hiç normal bir tanışma düşüncesi olmamış mıydı? Hep bir entrika hep bir dolambaç oysaki sadece yanıma gelip ‘Merhaba’ deseydi de tanışabilirdik.

“Anıl yani biz insanlar normal bir şekilde tanışabiliyoruz. Bunu dene olur mu? Hem ben sana az bile yapmışım. Hak etmişsin hepsini.”

“Güzelim ben de biliyorum normal tanışmayı onu da denedim sonrasında. Bir eğlence düzenledim Esin’le ortak olan arkadaşların aracılığıyla seni de davet ettim. Sen geç geldin. Sırf seninle tanışmak için salak saçma insanlarla bomboş iki saat geçirdim. Ardından ortamda beş dakika bile durmadın bu da yetmezmiş gibi arkadaşına ‘bu takım elbiseli insanlarla eğlenilir mi? Buranın tadı olmaz.’ Deyip gittin. Bil bakalım orada ki takım elbiseli insanlar kimdi?”

Gülmeye başladım o günü de hatırlamıştım.

“Gülme Dolunay gülme. Hatırladıkça hala sinirleniyorum. Kalabalığın içinde bir tek Kağan, Buğra ve benim takım elbisem vardı. Biz toplantıdan gelmiştik oraya.”

Gülmemi durdurmaya çalışsam da mümkün olmuyordu.

“Gülme kadın gülme. Daha ne hallerde karşılaştık bir bilsen. Sanki kader bizim için ağlarını örmüştü de sen kadere karşı çıkıyor gibiydin.”

Zor da olsa gülmemi durdurdum.

“Hadi gidelim artık bizi beklerler” dememle hareketlendik.

“Ayıp olmaz değil mi ilk günden onlarda kalmam. Eğer ayıp olursa sen beni evime götür oradan da kendi evine geçersin buraya dönmek zorunda kalmazsın.”

Kafamı kaldırıp ona baktım.

“Rahat edemezsen seni götüreyim evine, ben geri dönerim. Ayrıca ayıp olmaz merak etme.”

Kaşlarını çattı.

“Neden kendi evinde kalmıyorsun?”

Yutkundum.

“Orası benim evim değil de ondan Anıl. Senden öncesinde de çok fazla kullanmıyordum zaten ama senden sonrasında hiç kullanmadım onları görmek bile istemiyorum. Zaten gitsem büyük ihtimalle o evi onların başına yıkarım.”

Derin bir nefes aldı. Kafa sallayarak konuştu

“Biliyorum yıkarsın.”

İkimizde sokağın sessizliğine eşlik ederek yürümeye devam ettik sonunda eve gelmiştik. Kapıyı anahtarımla açacağım sırada Anıl tekrar konuştu.

“İstersen sana geçici bir ev ayarlayabilirim.”

Kapıyı açtım.

“Gerek yok”

İçeri geçtiğimizde Ayşe hatun çoktan iki yatağı da salona hazırlamıştı. Anıl onu da selamladı.

“Caner oğlum sen Anıl abinle salonda yat Dolunay ablan senin odanda yatsın.”

Caner hemen Sabri babayı onayladı. Ayşe hatunun beni çağırmasıyla yanına gittim.

“Bu mu çocuk? Ne işle uğraşıyor? Seni rahat yaşatabilir mi? Efendi bir çocuğa da benziyor.”

Ayşe hatun nefes bile almadan sorularını sıralamıştı. Elime de Emir’in pijamalarından tekini tutuşturdu.

“Ayşe hatun nefes al. Bir fırsatını bulunca sen sorarsın bunları olur mu?”

Yanağını öpüp yanından ayrıldım. Salona geçtiğimde Sabri baba da kendi odasına gidiyordu.

“Hadi Allah rahatlık versin gençler size.”

Anıl’a pijamayı verdiğimde Caner yanıma geldi.

“Abla dükkanda çantamı unutmuşum ya ben bir koşu gidip alıp geleyim”

“Çabuk gel ama.”

Hemen kapıdan çıktı. Ben de onun odasına gidip üstümü değiştirdim ardından da banyoda dişlerimi fırçaladım. Caner’in odasına geri gideceğim sırada Anıl seslendi.

“Dolunay su getirir misin?”

Sesini olabildiğince kısık tutmuştu. Hemen mutfağa gidip su ve sürahiyi aldım. Malum su aygırına bir bardak yetmez. Yanına gidip bardağa su döküp ona verdim sürahiyi de zigon sehpaya bıraktım. Emir’in pijamasını giymişti bile. Pijamayı görmem bile Emir’i ne kadar özlediğimi anlamama yetmişti.

“Niye öyle bakıyorsun kadın?”

Elindeki bardağı sehpaya bıraktı. Ona cevap verecekken. Olduğumuz odanın camı dışardan tıklatıldı. Perdeyi kaldırıp baktım. Burak dışarıda dikiliyordu. Eliyle dışarı gel diye işaret etti. Birden perdeyi Anıl da kaldırdı.

“Kim bu eleman?”

“Eleman?”

“Hee eleman?”

Benim için dejevu yaşamak gibiydi bu konuşmayı yapmak. Demek ki bu erkeklerin hepsi aynıydı.

“Ben geliyorum hemen”

Deyip evin kapısına gittim. Kapıyı açıp dışarı çıktım.

“Birilerinin bana bir kahve borcu vardı?”

Burak’ı dinlerken kapıyı kapatmak istesem de kapatamamıştım Anıl engel olmuştu ardından da dışarı çıkmıştı. Kaşlarını çatmış Burak’ı inceliyordu.

“Buralarda değildim bir boşluk bulduğumuzda kahveyi içeriz”

O da Anıla bakıyordu. Bana döndü.

“Boş ver kahveyi onu elbet içeriz. Sen nasıl oldun merak ettim. Ateşin düştü mü?”

Elini alnıma doğru yaklaştırırken başka bir el ondan önce alnımı kaplamıştı. Anıl alnımdaki eliyle beni kendine doğru çekti. Bir iki adım onun yanına geriledim ve sırtı göğsüne yapıştı.

“Yok kardeşim ateşi sağ ol ilgin için”

Anıl’ın sertçe söylediği cümleyle Burak da kaşlarını çatmıştı.

“Bu seninle telefonda konuşurken duyduğum eleman değil mi?”

Anıl kulağıma doğru fısıldadı. Hafifçe kafamı salladım.

“Kovala bunu yoksa ben yedi mahalle kovalarım benden demesi.”

Tekrar fısıldamıştı. Yapardı bu da benim kadar deliydi. Yutkundum.

“Dolunay bizi tanıştırmayacak mısın?”

Burak’ın konuşması orada olduğunu hatırlatmak içindi.

“Elbette.”

Yüzük olan elimi dikkat çekmesi için Anıl’ın hala alnımda duran elinden kurtulmak için kullandım bir yandan da konuştum.

“Anıl nişanlım. Hayatım bu da Burak karşı komşumuzun oğlu.”

Anıl yüzündeki zafer kazandığını belli eden gülümsemesiyle Burak’ın elini sıktı. Burak şaşkın bir biçimde bize bakıyordu. Aniden gülmeye başladı.

“Güzel şaka Dolunay. Ama senin kolay kolay evlenmeye niyetin olmadığını biliyorum. O yüzden yemedim bu numarayı.”

Anıl sinirle gerilirken tekrar konuştum. Olası bir olayın çıkmasıyla birlikte Sabri babalara ayıp olurdu.

“Doğru söylüyorsun kolay kolay evlenmeye niyetim yoktu. Ama Allah insanın karşısına bazen hiç aklında olmayan bir şeyi çıkartabiliyor. Ondan sonra da senin niyetinin çok bir önemi kalmıyor ve zamanın geldiğini anlıyorsun”

Anıl ben konuşurken elini belime dolamıştı ben de onun beni sarmasına karşılık verdim.

“Bir ay sonrasında düğünümüz var mutlaka gel kardeşim.”

Anıl yine dişlerinin arasından konuştu. Burak bize bakarken, beni eve doğru yönlendirdi.

“İyi geceler sana.”

Deyip içeri geçti. Beni de kendiyle sürüklemeyi ihmal etmedi. Biz eve girdiğimizde Burak hala orada dikiliyordu.

Salona geçtik.

“Sen az önce bana hayatım mı dedin? Bu adamın hayatı sana feda olsun.”

Ona göz devirdim.

“Kes sesini Anıl olay çıkartma diye yaptım.”

“Demek evlenmen için zamanın geldiğini anladın beni gördüğünde.”

Derin bir nefes aldım.

“Evet Anılcılğım anladım. Sen ailemle kumar masasına oturduğun için anlamaktan başka çarem kalmamıştı.”

Yatacağı yere gidip oturdu.

“Bak yine küfür yerine kullandın ismimi hissettim.”

Yine konuyu alakasız yerinden yakalamıştı.

“İyi yaptın Anıl hissetmekle. Yat uyu hadi.”

Işığı kapatıp Caner’in odasına geçtim ve direk uyudum.


Loading...
0%