Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@mi.mundo

Uyanıp bir süre tavanla bakıştıktan sonra yataktan kalkıp banyoya gittim yüzümü yıkadığım sırada çalan telefonumun sesini duydum. Dün gece telefonumu Anıl’ın yattığı odada unutmuştum. Fark ettiğimde ise uyandırmamak için gidip almamıştım. Sessiz olmaya özen göstererek salonun kapısını açtım. Fakat çabam boşunaydı telefonumun sesine her ikisi de uyanmıştı. Telefonumu alıp odadan çıkmaya yeltendim.

“Önemli bir şey mi oldu acaba sabahın bu saatinde kim arıyor?”

Anıl uykulu sesiyle konuştu.

“Yok, öylesine aramıştır büyük ihtimalle. Hadi siz uyumaya devam edin.”

Odadan çıkıp mutfağın bahçeye açılan kapısından çıktım. Bahçe masasına oturup Emir’i geri aradım.

“Nasılsınız Dolunay hanım? Unuttunuz beni buralarda ya”

Yani unutmak değildi ama arayamamıştım onu bir fırsatını bulup. Normalde o fırsatı ne yapar ne eder oluştururdum ama neredeyse tüm günlerim Anıl’la geçtiği için arayamamıştım. Bir de Emir’in sesimden bir şeylerin yolunda gitmediğini anlaması zor olamazdı. Biz birbirimizi nefes alışımızdan bile tanırdık. Bu yüzden aramaktan da kaçınmıştım.

“Yok, Emir ya seni nasıl unuturum? Geçen gün benim toplantı oldu ya ondan sonra çok sıkı çakışmaya başladım. Sen izine gelene kadar büyük kısmını bitirmek istiyorum.”

Yalan söylemiştim. İçimde pişmanlık tohumları filizlenirken kendime doğru olanın bu olduğunu hatırlatmaya çalıştım.

“Oo sen bu kadar sıkı çalışır mıydın ya? Gözlerim yaşardı. Kızım çok da sıkma kendini bak sen gelemezsin o kadar çalışmaya.”

Yalanıma inanmıştı ve bu benim içimde filizlenen tohumların birden kocaman bir ormana dönüşmesine sebep oldu ama mecburen yalanıma devam ettim.

“Normalde asla yapamam ama birileri gelecek diye kendimizin sınırlarını zorluyoruz işte. Ama yalan yok şimdiden çok sıkıldım. Patlamak üzereyim.”

Anıl yavaş adımlarla bahçeye çıktı.

“Sakın çalışmayı bırakma. Ben gelene kadar planına sadık kal. Ben gelince birlikte acısını çıkarırız emin ol sen. Seninle deli gibi eğlenmeyi özledim burada herkes çok ciddi.”

Bir yandan gözlerimle Anıl’ı takip ederken diğer yandan Emir’e cevap verdim.

“Sen gel emin ol çıkarırız acısını neyse ki az kaldı.”

“Evet güzelim az kaldı. Şimdi kapatmam lazım herkes uyanacak birazdan kendine iyi bak.”

Anıl yanıma gelip sandalyeye kendini bıraktı.

“Sen de kendime iyi bak hatta kendine çok dikkat et aklım sende.”

Telefonu kapattım.

“Gerçekten sabahın şu saatinde arayan kişi öylesine mi aramış?”

Onun yüzündeki yastık izine baktım.

“Evet Anıl. Bu saatlerde uyanık olacağımı bildiği için bence bir sorun yok.”

“Yani güzelim, benim kafam almıyor ya. Bir insan nasıl şu saate kendi isteğiyle ayakta olur? Bak saat daha sabahın beşi bile değil hadi gel gidip uyuyalım. Hem Caner de kendi odasına geçti birlikte salonda uyuruz.”

Onun bana sürekli ‘güzelim’ diye hitap etmesini sevmiyordum ve bu beni cidden rahatsız ediyordu. Aslında onunla konuşmak bile beni rahatsız ediyordu sanırsam. Rahatsızca sandalyeden kalktım.

“Sen git yat ben bir daha uyuyamam zaten.”

Bu rahatsızlığımı belli etmek istediğim için sesimi de olabildiğince soğuk tutmaya çalıştım. Onunla tanışmam üzerinden çok bir vakit geçmemişti ve ona karşı yumuşak davranmaya başlamak istemiyordum ama karakterim gereği insanlarla çok çabuk kaynaşabiliyor ve samimiyet kurabiliyordum bu yüzden kendime sürekli onunla iletişimimi soğuk tutmak için hatırlatma geçiyordum. Bıkkınlıkla bir nefes aldı. Ardından da oturduğu sandalyede gözlerini kapatmış bir şekilde uyumaya çalıştı. Benim yüzümden ne kadar rahatsız hal varsa adam hepsinde uyumak zorunda kalmıştı bir kaç gündür. Şu anki hali de onlardan biriydi. Plastik sandalyede rahatsız olduğu çok belliydi ama yine de gidip içeriye yatmıyordu.

“Neden orada öyle bakıyorsun?”

Gözlerini araladı.

“Sana enjekte ettiğim zehrin etkisini göstermesini bekliyorum.”

Daha yeni uyanmanın verdiği ses çatallaşmasıyla kahkaha attı. Bununla birlikte kafası arkaya doğru gitti ve adem elması bu hareketle ortaya çıkmıştı.

“Senden gelen zehre bile eyvallahı var bu bedenin.”

“Anıl sen deli misin?”

“Sanırım en az senin kadar deliyim güzelim.”

Deli deliyi görünce çomağını saklardı ama bizim çomaklar asla saklanmıyordu demek ki ya içimizden biri tam deli değildi ya da yeni yeni deliriyordu.

Onu orada bırakarak ekili fidelerin başına gittim. Arka tarafta kendimizce küçük bir sera kurmuştuk. Ben olgunlaşan domatesleri toplarken o da yanıma geldi olgunlaşan domatesin tekini tutup dalından asılarak kopardı gözlerim sonuna kadar açılmıştı. Hızla omzuna bir tane vurdum. Benden böyle bir hareketi beklemiyordu. Aslında ben de kendimden böyle bir hareketi beklemiyordum ama düşünmeden birden gerçekleştirmiştim. Omzunu ovuştururken bana döndü.

“Yine niye belertin o boncuk gözlerini güzelim?”

“Hayvan mısın oğlum sen? Öyle mi toplanır o, kökünden asılsaydın keşke yavrum daha az acı çekerdi.”

“Oğlum mu? Senin benim kadar oğlun olduğunu hiç sanmıyorum.”

Al işte yine koskoca cümlede takılmaması gereken kısma takılmıştı. Adam ben sana hayvan dedim hayvan git de oralara takıl değil mi?

“Nasıl toplanır ki bu? Asılınca toplanıyor işte.”

Sanki bana çeyrek altın gösterir gibi elindeki domatesi sallıyordu. Hızla elinden domatesi aldım.

“Bırak yavrucağı, şu hayatta yaşamaması gereken tüm travmaları yaşattın zaten.”

Kopardığı dalı tutarak okşadım.

“Acıttı mı bu hayvan adam senin canını? Merak etme sen ben buradayım bir daha izin vermem sana zarar vermesine.”

Bana tuhafça baktı.

“Sırf meraktan soruyorum onlar da sana cevap veriyor mu?”

Kaşlarımı çattım.

“Hayır.”

Yalandan rahatlamış gibi bir nefes aldı.

“İyi o zaman çok da geç kalmamışız demektir. Çünkü psikologlar, onların cevap vermeye başladığında asıl endişelenmemiz gereken yer olduğunu söylüyorlar.”

Yok artık daha neler bir de bana deli mi demişti?

“Sen bana deli mi dedin?”

Ellerini teslim olurcasına kaldırdı.

“Ne münasebet sana deli der miyim hiç? Hem sen ne yapıyorsun ki deli diyeyim? Arabanla mı konuşuyorsun? Sebzelerle mi konuşuyorsun? Ya da acıkan karnınla mı konuşuyorsun?”

Ona sinirle bakarken konuştu.

“Ama itiraf etmeliyim ki favorim acıkan karnınla konuşmandı. Bu arada en son hamileyim bundan sonrasında diyordun biliyorsun değil mi yardım lazımsa ben hep buralarda olacağım.”

Sinir bozucu şekilde gülüyordu. Zaten onun varlığı bile benim sinirimin bozulması için bir nedenken onun böyle gülmesi beni çileden çıkartıyordu.

“Evet, çevremdeki birçok şeyle konuşuyorum. Bak şimdi de senin gibi bir hayvanla konuşuyorum Anılcığım”

“Bak yine sonuna küfrü ekledin. Ama nasılda yakışıyor ağzına Anılcığım demek kızamıyorum.”

Sabah sabah benle uğraşası tutmuştu. Konuyu değiştirmek için domatesin tekini tuttum.

“Bak böyle toplayacaksın.”

Başka bir domatesi alıp özenle kopardı.

“Oldu mu ay ışığım?”

“Yanii daha iyi olabilirdi elbet ama insan aygır olunca bu kadarı bile yeterli bence.”

Bana tip tip bakmaya başladı. Hafif de sinirlenmiş gibiydi. Hafifçe yutkundum ve tekrar konuşmaya başladım bir önceki cümlemle kıyasla daha candan bir ifade takıldım.

“Bekle bir daha baktım da efsane oldu. Bak bu yaşımdayım daha iyisini görmedim. Bırak sen bu şirket işlerini git bir tarla al. Bu yetenek boşa gitmemeli.”

Sanki imkanı olsa bakışlarıyla beni sarmalayacak gibi bana bakıyordu. Kahverengi gözlerinin içinde olan mutluluk parıltılarını görmek zor değildi. İstemeden de olsa ona adım atıyormuşum gibi hissediyorum. Hemen ona olan eski soğuk tavrıma geri dönmeliydim. Domateslere geri döndüm. Toplama işlemi bitmişti. Anıl uykusuzlukla esnedi.

“Anıl bey gidin içeriye yatın siz. Belli ki uykunuzu alamadınız. Ben de dükkana gideceğim zaten.”

“Hayatım yine niye çıktı şu bey kelimesi? Bak ne güzel Anıl diyorsun ya da Anılcığım diyorsun sen onları kullanmaya devam et boş ver şu Allah’ın cezası bey kelimesini artık.”

“Gerçekten sinirleniyorsun değil mi ben bey dediğimde?”

Kafasıyla beni onayladı.

“Heh iyi o zaman bak boşuna kullanmıyorum o bey kelimesini”

Ben gülerken o sabır çekiyordu.

“Hadi sen git yat ben de gideyim artık.”

Ben yürümeye başladığımda beni kolunun altına alıp benimle birlikte yürümeye başladı. Kolunun altından kurtulmaya çalışsam da izin vermedi.

“Bıraksana adam beni. Ben yürümeyi biliyorum merak etme sen, bir de tüm ağırlığını veriyorsun mübarek eşek ölüsü gibi.”

Tamam, son kısmı abartıydı. Asla bana yükünü vermemişti. Onun kolunun altından çıktım ve iki adım atmamla yerdeki demire takılmam bir oldu. Zeminle yüz yüze geldiğime yemin edebilirim. Ama herhangi bir çarpışma olmamıştı. Çünkü Anıl beni son anda yakalamıştı. Eğer beni yakalamasaydı yeni bir buruna ve yeni dişlere ihtiyacım olması muhtemeldi. Allah’ın sopası yoktu işte iki dakika bile sürmemişti belamı vermesi.

“Gördün mü yürümeyi bilmiyormuşsun güzelim.”

Gülmesi beni sinirlendirirken haklı olduğu için ona hiçbir şey diyemedim. Birlikte dükkana geldik. Masanın tekine oturup kafasını da masaya koydu.

“Sabahın köründe ne bok işimiz var acaba bizim şu dükkanda?”

Sesi boğuk çıkmıştı. Mutfağa doğru giderken konuştum.

“Sana gel diyen mi oldu? Kendin geldin şimdi de bana söylenemezsin.”

Hemen çayı demleyip kafeyi toparlamaya başladım. Gece tüm dağınıklığıyla bırakmıştık. Ben bunları yaparken Anıl hiç istifini bozmadan masanın üzerinde yatmaya devam etti. Her ne kadar şu rezil haline sevinsem de bir yandan da garipsemiştim. Madem o kadar uykum var niye benim peşimde dolanıyorsun be adam git yat değil mi?

Sonunda içeriyi toplamıştım. Arka taraftan hortumu ve süpürgeyi çıkartıp dükkanın önünü yıkamaya gittim. Sabri baba hep derdi ki dükkanın önü hep temiz olmalı ki müşterine saygın belli olsun. Yeri ıslatmaya başladım.

“Dolunay kızım çayın var mı?”

“Daha çökmemiştir Mümtaz amca sen geç dükkanına ben getiririm çökünce.”

Anıl kafasını kaldırmış tek gözünü açıp bana bakıyordu. Büyük ihtimalle Mümtaz amcanın sesine kalkmıştı. Ben elimdeki süpürgeyle yeri süpürürken gelip elimden hızla aldı.

“Ver şunu Allah aşkına ya millet gelip geçiyor sen burada eğilmiş yeri yıkıyorsun. Ben yaparım.”

Cırladım.

“Sana ne adam deli misin sen ya?!”

Gerçekten bizim birlikte olmamız bizim ruh sağlığımızı geçtim toplum ruh sağlığı için bile zarar ziyandı. Elindeki fırçayı beceriksizce yere sürtüyordu hayatında daha önce hiç mi yeri süpürmemişti? Sabırla ona baktım.

“Ya anlamıyorum ki ben bizi hangi köyün delisi si- yani kovaladı da biz sabahın köründe dükkanın önünü yıkıyoruz be kadın?”

“Terbiyesizleşme Anıl ver bana ben yaparım sana yap diyen olmadı.”

Elini uzattığımda fırçayı geri çekti.

“Küfür etmedim durdum, cümlemi başka bir kelimeyle tamamladım güzelim. Ayrıca ben yaparım sen geç içeriye.”

Omuz silktim.

“Yap o zaman.”

Hemen içeriye geçtim ben de. Termosa demlenen çayı koydum. Anıl da işini bitirmiş yanıma gelmişti. Pantolonunun paçaları ıslanmıştı. Elindeki hortumu ve fırçayı gösterdi.

“Bunları nereye koyayım?”

“Ver bana.”

Elinden alıp yerlerine koydum. Onun eline termosu tutuştururken ben de bir bardak çayı alıp Mümtaz amcaya verdim. Ardından dükkanı kilitleyip eve doğru yürümeye başladık. Eve girdiğimiz gibi içeriye neşeyle bağırdım.

“Günaydınnn herkeseee!”

Anıl bana kızarak baktı.

“Bağırmasana. İnsanlar ya uyuyorlarsa herkes deli mi senin gibi sabahın köründe kalksın. Zaten yeterince rahatsızlık verdik insanlara.”

“Off Anıl saat yedi oldu ya! Emin ol Caner hariç herkes çoktan kalkmıştır. Ee onunda okula gitmesi lazım zaten. Ben bir sıkıntı göremiyorum.”

Ayşe hatun mutfaktan çıktı.

“Günaydın kızım.”

Elimdeki termosu ona uzattım. Ayakkabılarımızı çıkarttık ben mutfağa giderken Anıl da salona girdi. Ayşe hatunla konuşa konuşa kahvaltıyı hazırlıyorduk. Onun doğradığı domateslerden bir parça kaptım. Tezgaha belimi yaslayıp kapıya doğru dönmüştüm. Gözlerimi kapatıp koklaya koklaya domatesten bir ısırık aldım. Sabah birbirimizle uğraşa uğraşa topladığımız domateslerdendi ve tadı da kokusu da enfesti. Gülümseyerek gözlerimi açtığımda kapının dışında gülümseyerek beni izleyen Anıl’ı gördüm. Yüzünde gülümsemenin dışında bir duygu daha vardı huzur gibiydi. Bir insan bir insanda huzuru bulabilir miydi? Ben ona bakarken o geri içeriye döndü. Sabri baba da mutfağa yanımıza gelmişti.

“Bak kızım, iyi dinle beni bu çocuktan sana zarar gelmez bu çocuğun kalbinden, yüreğinden, gözlerinden, dilinden aşk damlıyor. Onunla evlen ya da evlenme orasına ben karışmam ama bu çocuğu da üzme aşığı üzmek günahtır bilesin. İstemiyorsan onu engelle ben sana demiyorum ki onu üzmemek için git evlen onunla diye sakın sözlerimi yanlış algılama.”

İçeriden duyulmayacak bir tınıyla uyarısını yapıp mutfaktan çıktı. Ben de onun arkasından kendimi toparlayıp elime sofra altını aldım. İçeriye geçip onun yere serdim. Onunla gözlerimiz kesiştiğinde aklımda Sabri babanın sözleri dolaşmaya başladı. Ne yapacağımı bilemeyip hemen mutfağa geri döndüm. Ayşe hatunun hazırladığı kahvaltı tepsisini aldım. Daha ben mutfaktan çıkmadan Anıl gelip tepsiyi elimden almıştı bile ona minnetle gülümsedim. Bu gülümseyişimin altında Sabri babanın konuşmasından kaynaklı bir afallama yatıyordu. Anıl şaşkınca yüzüme baktı. Tabi çocuk da alışık değil ki normal bir şekilde gülümsememe. Çay bardaklarıyla termosu alıp içeriye geçtim. Herkesle birlikte sofraya oturmuştum. Çayları doldurup dağıttım.

“Erkenden dükkana gittin değil mi?”

Sabri baba kızarak sormuştu. Ona gülümseyerek kafamı salladım.

“Abla nasıl bu kadar erkenden kalkıyorsun ya? Uyku var be orada sıcacık yatağın var yazık değil mi onlara?”

Caner’in sorduğu soruyla birlikte Anıl da merakla bana döndü.

“Erken kalkmayana ekmek yoktu bizim oralarda”

Deyip Caner’e göz kırptım. Biz Emirle yurt dışına gittiğimizde yeterince zorluk çekmiştik. Tam burslu gitmemize rağmen ailelerimizin varlık durumlarımdan dolayı kalacak yerimiz ayarlanmamıştı bizden ayarlamamız beklenmişti ek olarak burs parası da alamamıştık. Ailelerimiz ise bizi hatırladıkça para yolluyorlardı. Hatta ailelerimiz değil genel olarak Emir’in ailesi hatırladıkça para yolluyordu. Babam ise en fazla beş kere para yollamıştır. Kendi başımıza ayarladığımız yurttan da parayı ödeyemediğimiz için atılmamız çok uzun sürmemişti. Parkta yattığımız bile olmuştu o zamanlar. Burslu öğrenciler denetleniyor ve kaldıkları yerler sıkı takibe alınıyordu ama bizim yurttan atıldığımız resmi kayıtlara geçmemişti çünkü burslu öğrenciyi yurttan atmak yasaktı bununla birlikte okula düzenli olarak gitmemiz notlarımızın çok iyi olması bizim zor durumda olabileceğimizi yetkililerin aklına bile getirmemişti. Bizim de işimize gelen buydu değilse geri Türkiye’ye yollanmamız kaçınılmaz olabilirdi ve o zamanlar ne Emir’in ne de benim geri dönmeye niyetimiz yoktu. Orada yaşadığımız tüm rezillik bizim için katlanabilir bir şeydi.

Anıl Caner’e dediğimi anlamamış olacak ki gözlerime boş boş bakıyordu. Kahvaltıma devam ettim. Çayımı içerken gözüm ona takıldı. Bana bakarak domatesten aldı daha sonra ise benim yaptığım gibi gözlerini kapatıp koklaya koklaya ağzına götürdü. Gözlerini açıp tam bir pislik gibi güldüğünde hem utançtan hem de sinirden domates gibi olmuştum.

“Domatesleri nereden alıyorsunuz çok güzelmiş?”

Çay termosunu kafasından aşağıya döktüğümü hayal etmem bile modumu yükseltmeye yetmişti acaba gerçekten yapsam ne kadar rahatlardım. Bir de Sabri baba diyordu ki üzme bu çocuğu günah. Yok, her yerinden aşk damlıyormuş. Damlayan aşkı da onun olsun damlamayan aşkı da onun olsun. Su aygırının sorusunu Sabri baba yanıtladı.

“Dolunaygil arka bahçede yetiştiriyor.”

Hala keyifli olması beni çıldırtmaya yetiyordu. Elimdeki çatalla salatalığı işaret edip konuştum.

“Hıyardan da al yadırgamazsın türdeşini!”

Sabri baba bana onaylamaz bir bakışla bakarken o ise keyifli keyifli salatalığa uzandı.

Sonunda kahvaltı fazlı bitmişti. Caner okuluna giderken biz Sabri babayla dükkana gittik gece arabam orada kalmıştı. Hiç vakit kaybetmeden Anıl’ı şirketine götürmeye başladım.

“Bugün ev için eşya bakmaya gidelim. Sabah bir tane toplantım var ondan sonra bakmaya geçelim ne dersin?”

“Anıl gitmemize ne gerek var al işte rastgele bir şeyler. Boşuna dolaşmayalım zaten kim kullanacak ki o eşyaları?”

“Ne demek kim kullanacak?”

Derin bir nefes aldım.

“Bayağı Anıl kim kullanacak? Sence biz evlendik diye illa aynı evde mi yaşayacağız? Biz sadece kağıt üzerinde evli olacağız. Ne sen benim hayatıma müdahil olacaksın ne de ben senin.”

Sinir bozukluğuyla güldü. Yüz hatları gerilmişti.

“Sana kim dedi bu şekilde olacağını güzelim? Kim inandırdı seni bu yalana bilmiyorum ama biz gerçek bir karı koca olacağız ben seninle sahte bir evlilik yapmıyorum.”

“Kimse demedi ben diyorum yetmez mi? Hadi girmiyorum o eve ne yapacaksın?”

Ona çıkışmamla arabanın içinde tansiyon iyice gerilmişti.

“Öyle bir girersin ki o eve, sen bile şaşıp kalırsın. Bırak eve girmeyi yatağıma bile girersin işte o zaman görürsün ne yapacağımı!”

Öfkeyle dediği şeyle birlikte arabayı hızla sağa çekip durdurdum.

“İn aşağıya!”

“Dolunay burada araçtan inemem farkında mısın?”

“Beni ilgilendirmez in araçtan!”

“Kadın sür şu aracı delirtme beni!”

“İn dedim Anıl sana in!”

Sinirle araçtan inip kapısını sertçe çarptı ben de arkama bile bakmadan hızla oradan uzaklaştım. Aferin Dolunay sana, sen de bu adama karşı yumuşuyorsun yavaş yavaş. Pislik adam tüm sinirimi tepeme çıkartmıştı dediğiyle. Yatağına girecekmişim çok beklerdi o.

Telefonla beni arıyordu.

“Ne var?”

Sinirle sordum.

“Beni burada bırakmayacaksın değil mi? Gel al beni buradan kadın!”

Emir veren bir ses tonuyla konuşması beni daha fazla sinir etmişti.

“Kal orada Anıl”

Telefonu suratına kapattım. Umarım bir araç ona çarpardı.

Yarım saatlik yolculuğun ardından atölyeme gelmiştim. Gerekli olan kumaşların gelmesini beklerken yapabileceğim ufak tefek işleri halletmiştim. İşlerimi yaparken biraz da olsa sakinleşmiştim.

Atölyemde uğraşırken Barney’in bulunması için önemli bir adımı atmaya başarmış bir dedektif bulmuştum ona gerekli bilgileri vermiştim. Umarım en kısa zamanda bulabilecekti onu. Barney’i aldığım gibi arkama bile bakmadan buralardan gidecektim. Buralardan bir anda kaybolabilmek için neredeyse her şeyi de hazırlamıştım. Amacım arkamda tek bir iz bile bırakmadan kayıplara karışmaktı.

Çalan telefonumun yanına gittim. Esin’in aramasına bıkkınlıkla baktım. Anıl beyimiz kendisi yetmezmiş gibi bir de arkadaşları sürpriz yumurtadan çıkmıştı. Her ne kadar Esin’e kanım ısınsa bile sürekli onunla görüşmek istemiyordum çünkü biliyordum ki onunla görüşmem demek Anıl’ın her an bir yerden çıkması demek. Mesela birlikte elbiseye bakarken birden gelmişti olduğumuz yeri Esin’den başka kim söyleyebilirdi ki?

Aramayı yanıtladım.

“Efendim Esin?”

“Napıyorsun Dolunay iyi misin?”

Camın önündeki sandalyeye oturdum.

“Çalışıyorum Esin sen napıyorsun?”

“Ben de çalışıyorum da akşam birlikte bir şeyler mi yapsak?”

Neşeyle sordu.

“Akşam için bir arkadaşıma kahve sözüm var kusura bakma.”

Sırf Anıl’a gideceğini bildiğim için böyle söylemiştim. O zaten biliyordu hangi arkadaş olduğunu.

“Öyleyse başka bir zaman buluşuruz biz de.”

“Elbette, başka bir zaman buluşuruz şimdi kapatmalıyım akşama ne giyeceğime bakacağım görüşürüz.”

Hemen onu kapattığım gibi Burak’a akşam buluşmak için mesaj attım ondan mesaj gelmesi ise çok sürmemişti bile. Telefonu elimden bıraktığım gibi Anıl beyimizin araması gelmişti.

“Dünkü it mi o kahve içeceğin kişi?”

Açar açmaz sinirli bir şekilde konuştu.

“Size ne Anıl bey?”

“Dolunay beni deli etme! Neredesin sen söyle geleyim alayım seni madem kahve içmek istiyorsun birlikte gideriz.”

Onun agresif tavrına karşılık ben çok sakindim. Bu sakinliğim onun çileden çıktığını bilmemden kaynaklanıyordu.

“Teşekkür ederim Anıl bey ama ben sizinle kahve içmek istemiyorum.”

Telefondan nefes alış sesini duyuyordum. Kendini sakinleştirmeye çalışır gibi bir hali vardı.

“Tamam, hayatım Esinle git iç kahveni onu da istemezsen Buğra var Kağan var onlarla da gidebilirsin.”

Ses tonu diğer konuşmalarına göre kısılmıştı.

“Ayy Anıl ne kadar iyisin gerçekten onlarla gitmeme izin var mı?”

Olabildiğince mutlu gibi konuşmaya çalışmıştım. Salak herif bana dışarıya çıkabileceğim insanlarım listesini veriyordu resmen.

“Bana bak Anıl asıl sen beni delirtme! Kimle istersem onunla dışarı çıkarım, istersem gezerim de kahve mi de içerim! Hatta bak gör nasıl içiyorum o kahveyi!”

Sinirle bağırarak konuşmuştum ve birden o da benim gibi sinirle bağırarak konuşmaya başladı. Eğer imkanımız olsa telefondan birbirimizi boğazlardık yani onu bilemem ama benim imkanım olsa net onu boğazlardım şu an.

“Hadi bakalım sen o it ile git kahve iç ben de çocukla bir denk geleyim elimden alabilecek misin onu?!”

Bir kahve içmeyi bu kadar büyütemezdi. Alt tarafı bir kahveydi. Ama ben kaşınmıştım onun meseleyi buraya getireceğinden adım gibi emindim ve bile bile yapmıştım. Sırf onu delirtmek içindi.

“Göreceğiz Anıl bey”

Telefonu kapattım. Üzerimi değiştirmek için hareketlendim. Kahve için akşama değil bir saat sonrasına sözleşmiştik. Burak akşama İstanbul’dan ayrılıp çalıştığı şehir olan Burdur’a gideceğini söylemişti. Normalde bir hafta daha burada olacağını söylemişti ama birden gitmeye karar vermişti. Hazırlandıktan sonra buluşacağımız kafeye gittim ve onu beklemeye başladım.

“Çok bekletmedim umarım?”

Mahcupça sorduğu soruya gülümsedim.

“Yok, ben de yeni geldim sayılır.”

Ceketini çıkarıp karşıma oturdu.

“Ee nasıl gidiyor düğün hazırlıkları?”

Kırgınlıkla sormuştu bu soruyu. Nasıl gitsin işte düğünden önce cenazemiz olacak ya damat beni ya da ben damadı öldüreceğim demek yerine

“İyi gidiyor”

Demekle yetindim. Gelen garsona birer kahve ve tatlı siparişi verdik. Ardından da koyu bir muhabbete daldık. İkimizin fotoğrafını kahvelerde görünecek şekilde çekmeyi ihmal etmemiştim.

Kahve ve tatlılarımızın bitikten sonra biraz daha oturup birlikte kafeden çıktık. Atölyeme dönmeden önce WhatsApp durumuma çekindiğimiz fotoğrafı koyup altına da ‘Hiçbir kahveden bu kadar keyif almamıştım’ yazdım ve arkama yaslanıp Anıl’ın daha da çileden çıkmasını bekledim.

Atölyeme geri dönmüş yapabileceğim işleri yapmaya devam etmiştim. Aradan geçen süreye rağmen hala Anıl’dan bir tepki alamamıştım. Durumuma baktı mı diye bakmak için uygulamaya girdiğimde ne onun ne de arkadaşlarının görmediğini fark ettim. Sonradan aklıma dank etmişti ki ben ilk tanıştığımız zaman onlara durumumu gizlemiştim. Hemen onlara da açıp beklemeye başladım çok geçmeden Buğra görmüştü hikayeyi. Hemen ardından da Anıl’ın araması geldi.

Aramayı cevapladım.

“Ne yaptın sen yemin mi ettin beni çileden çıkartmak için?”

“Yoo valla öyle bir yemin etmedim.”

“Hala onunla mısın? Versene ona telefonu ona bir şey diyeceğim.”

Sinirine rağmen sakin konuşmaya çalışıyordu ama bu iyi bir şey değildi bir yerde patlayacaktı ama nerede?

“Bir saat geçti ya biz ayrılalı siz ne diyecekseniz söyleyin ben ona iletirim Anıl bey.”

Sinirle soludu. Ahanda patlayacağı yer burasıydı sanırsam. Heyecanla onun patlamasını bekledim.

“Yok, güzelim ben söylerim ona sen bana numarasını bir at.”

Hala sakin sakin konuşuyordu. Konuşmasına devam etti.

“Sana da söyleyeceklerim var bekle sen bir mesaiyi tamamlayayım yanına geleceğim neredesin sen?”

Sanırsam patlayacağı noktayı bu sefer bulmuştum.

“İyi günler dilerim Anıl bey.”

Deyip telefonu yüzüne kapattım. Bir kaç kere daha aramıştı ama asla açmamıştım. Telefonumu tamamen sessize alıp garaja indim. Artık sarı kızımın lastiklerini değiştirmeliydim. Elimdeki yüzüğü çıkartıp kenara koymakla işe başladım. Ardından da bir müzik açtım.

Lastikleri değiştirmem çok uzun sürmemişti. Hemen ortalıktaki fazla aletleri toparlayıp bu sefer de aracın altına doğru girdim. Alt takımlarını kontrol etmeyeli uzun zaman oluyordu. Bir kaç gevşeyen yeri sıkmıştım kalan kısımlarda da sorun var mı diye iyice kontrol edip dikkatli olarak aracın altından çıktım. Kafamı dışarıya çıkartmamla Anıl’ı görmem bir oldu. Bir elinde kahveciden alınmış bir poşet diğer elinde de benim çıkarttığım yüzüğüm vardı. Yüzüğü kaşları çatık bir şekilde inceliyordu.

“Neden çıktı bu? O itin yanına giderken mi çıkartın?”

Ya sabır başlamıştı yine. Ellerimi ona gösterdim.

“Elimin halini görüyor musun? Batmasın diye çıkartım.”

Ellerime baktı. Ellerim yağ içindeydi.

“İyi, yıka ellerini tak geri bunu. Ayrıca sen ne diye aracını tamir etmeye çalışıyorsun ki? Götürsene bir tamirciye kendine iş çıkartıyorsun.”

Arka taraftaki lavaboya ellerimi yıkamak için giderken konuştum.

“Emriniz olur Anıl bey siz nasıl isterseniz!”

“Ben sana emir mi verdim? Yorulma diye söyledim bunda bile yaranamıyoruz ki sana!”

Ellerimi yıkarken gözlerimi devirdim. Ona hiç bir şey demeden güzelce ellerimi yıkayıp yanına döndüm.

“Neden geldin?”

Elime yüzüğü uzattı.

“İlk önce şunu bir tak göreyim ben.”

Bu adam gerçekten kafama ağrı sokuyordu. Elinden sinirle alıp taktım.

“Hah şöyle ne de güzel yakıştı eline.”

Ben ona tip tip bakarken tekrar konuştu.

“Müstakbel karım itin tekiyle kahve içmiş bir de en keyif aldığı kahve oymuş da geleyim benimle de içsin bakalım en çok kiminle içmekten keyif alacak diye geldim.”

Tüm cümlesini dişlerini sıka sıka sinirle sarf etmişti. Yani ben daha agresif bir tepki bekliyordum kendisinden bu şekilde olması benim açımdan iyiydi. Uzattığı kahveyi elinden aldım aracıma yaslanıp bir yudum içtim. Kahveyi yutmamla öğürmem bir olmuştu hemen kahveyi onun eline verip lavaboya gidip midemde ne varsa çıkarttım. Kahvenin sütü ekşimişti ve ben de içerken küçük bir yudum almak yerine koca bir yudumu hemen yutmuştum.

“İnanamıyorum sana Dolunay sırf benimle kahve içtiğin için şu tepkiyi verdiğine gerçekten inanamıyorum!”

Bana doğru bağırmıştı. Salak herif numara yaptığımı falan sanıyordu. Yüzümü yıkayıp yanına gittim.

“Pes sana kadın valla pes!”

Bir de gittikçe sinirleniyordu.

“Anıl kahveni içtin mi?”

Kafasını olumsuz anlamda salladı. Elinden kendiminkini aldım.

“İç kahveni.”

Gözlerime bakıp kahveden bir yudum aldı almasıyla birlikte o da lavaboya koşmuştu.

“İnanamıyorum sana Anıl sırf benimle kahve içtiğin için şu tepkiyi verdiğine gerçekten inanamıyorum!”

Aynı şekilde ona bağırmıştım. Yüzünü yıkayıp yanıma geri geldi.

“Gittin bozuk kahve mi aldın Anıl? Çok aradın mı cidden bunu bulabilmek için?”

Yüzünü ekşiterek bana baktı.

“Dur bir Dolunay cidden midem mahvoldu ya. Deli miyim ben niye gidip bozuk kahve alayım?”

Eline kahvesini tutuşturup ben de kendi kahvemi elime aldım.

“İçmeyeceğiz değil mi?”

Korkuyla sordu. Elime telefonu alıp hemen bir fotoğrafımızı çektim onu da durumuma “Hayatımda içtiğim en iğrenç kahveydi” diye ekledim. Sıkıntıyla bana baktı.

“Ben nereden bilebilirdim ki ya bozuk olacağını.”

Sonra birden bana çıkıştı.

“Al işte hepsi senin suçun gittin elin itiyle kahve içmeye senin yüzünden biz burada bozuk kahve içmek zorunda kaldık!”

“Ben mi dedim sana git kahve al gel diye? Ayrıca o elin iti değil küçüklüğümden beri tanıyorum onu.”

Arabaya yaslandı.

“Ne konuştunuz kahve içerken sana olan aşkından bahsetti mi? Açıldı mı sana? Dedi mi gel ayrıl o adamdan biz birlikte daha iyi oluruz?”

Yutkundum. Nereden anlamıştı bana olan ilgisini. Öfkesiyle sesi git gide yükselmişti. Elindeki kahveyi yere bıraktı.

“Evet Dolunay hanım cevap vermeyecek misiniz? Ne konuştunuz?!”

“Ne saçmalıyorsun Anıl? Bu dediklerinden bir tanesi bile konu başlığımız değildi! Normal iki arkadaş olarak oturduk konuştuk.”

Yerinden fırlayıp karşıma geçti.

“Siktirtme arkadaşını Dolunay! Herifin sana bakışları hiç arkadaş gibi değildi dün akşam, üstelik yanında ben vardım!”

Şaşkınca onun bu çıkışlarına bakıyordum. Evet, o beklediğim patlama anı gerçekleşiyordu. Benim suskunluğum onun daha da sinirlendirdi.

“Ben dünkü çocuk değilim! Ne konuştunuz anlat bakalım. O kadar keyif aldığın şey kahve değildir diye düşünüyorum!”

Biraz daha bağırırsa yumruğu yüzünün ortasına yiyecekti umarım bunu da düşünüyordur.

“O sesini kıs bana bağırıp duramazsın! Tekrar ediyorum ki senin aklında olanları konuşmadık. Normal hayattan bahsettik. Hastalarından bahsetti.”

Benim de sabrımın son noktalarına geliyorduk.

“Görürüz akşam ben o it ile konuştuğumda öter elbet bana her şeyi!”

Ya sabır ya bir de ona yalan söylediğimi düşünüyordu. Telefonumdan saate baktım. Burak yola çıkalı yaklaşık bir saat olmuştu.

“Birazcık zor konuşursun. Kendisi şu an çalıştığı şehre geri dönüyor. Ayrıca ben sana niye yalan söyleyeyim! Senden mi korkacağım?”

Gözlerime sertçe baktı.

“Korksan iyi olur”

Arkasını dönüp hızla uzaklaştı. Gerizekâlı herif. Ondan korkacağını bekliyorsa daha çok beklerdi. Yerdeki kahvesine sinirle baktım bir de çöpünü de burada bırakmıştı. Derin nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum.

Beklediğim kumaşlar iki güne kadar gelecekti onlar gelmeden bu akşam kafa dağıtmaya çıkma fikri karanlığın içindeki cılız bir lamba edasıyla yandı. Bu sefer yanıma Esin’i de almayacaktım. Bu düşünceyle garajı toparlayıp atölyeye çıktım. Hızlı bir duşun ardından üzerimi giyindim. Şık bir gömlek giymiştim içime de her an gömlekten sıkılabilirim diye dantel işlemeli bir büstiyer giydim. Altıma da bir pantolon giyip makyajımı yaptım. Saat neredeyse akşam dokuz olmak üzereydi. Sarı kızıma binip Emirle en son gittiğimiz mekana doğru sürdüm.

Mekandan içeriye adımlamamla birlikte sol köşe masadaki Anıl’ı ve arkadaşlarını görmem bir oldu. Bu bir kamera şakası mıydı? Koskoca İstanbul’da aynı mekanda nasıl denk gelebildik.

“Yürümeyi dene bence!”

Beni ittirerek yürüyen çocuk sinirle konuşmuştu. Anıl’ı hiç görmemiş gibi yaparak onların olduğu yerin en uzağına geçtim.

Normalde kolay kolay sarhoş olmayan bedenim bugün dağıtmak istiyordu. Fakat zihnim ise Anıl’ın böyle bir şeye kolay kolay izin vermeyeceğini biliyordu. O yüzden onlardan uzak durarak eğlenmem en iyi fikirdi.


Anıl’dan

Dolunayla her zamanki gibi birbirimize girmiştik. Bu sefer benim de sabırım taşmış kafayı yeme boyutunu geçmiştim bile. Elimdeki telefondan paylaştığı ikimizin fotoğrafına baktım. Kaçıncı kez baktığımı bilmesem de her seferinde ilk kez görüyormuş gibi dudağımın kenarı yukarı doğru kalkıyordu. Her ne kadar sinirlenirsem sinirleneyim onu görmek anında sakinleşmemi sağlıyordu. Telefonumu kapatıp masaya koyarken barmenden içki alıp uzak köşeye doğru giden tanıdık simayı görmemle durdum.

“Şuradaki Dolunay mı?”

Bizimkiler de benimle birlikte aynı noktaya döndü.

“Evet o. İnanamıyorum ya akşam benimle çıkar mısın dediğimde bahane bulmuştu.”

Esin sitemle konuştu. Dolunay’ın Esin’e karşı tutumunun farkındaydım. Her ne kadar onu sevse de sürekli onunla takılmak istemediği çok açıktı. Gittiği noktada yanında kimse yoktu demek ki tek başına gelmişti. Bu gece ikimizin de sinirleri yeterince gerilmişti. Ona karışmamaya ve istediği gibi eğlenmesine müsaade etmeye karar verdim. Sonuçta Dolunay onun üzerinde kurmaya çalıştığım baskıya alışık değildi.

“Ben onun yanına gideceğim.”

Gözümle Dolunay’ı takip ederken Esin’i durdurdum.

“Hayır. Bırakalım tek başına eğlensin. Eğer yanında birilerini isteseydi tek başına gelmezdi.”

Esin yerine oturdu. Ben de Dolunay’ı izlemeye devam ettim. Sanki bizim burada olduğumuzun farkındaydı. Özellikle bizden uzak kısımda duruyordu.

Kalabalıkta müziğe dansıyla eşlik ediyordu. Ona dönen birkaç gözü buradan ben fark etmiştim ama o ise hiç fark etmeden dansına devam etmişti. Bu kadın ne kadar çekici olduğunun farkında değil miydi?

Ne olursa olsun kararımın arkasında duracaktım ve onun eğlencesine karışmayacaktım. Dolunay’ın kendisini benim onu koruyacağımdan daha iyi koruyacağını o gün videoda görmüştüm. Emindim ki o videoda gördüklerim daha hiçbir şeydi. Kendi içkimden bir yudum daha aldım. O ise gidip kendine bir içki daha aldı. Ne ara içmişti öncekini?

“Abi ya sen git ya da o gelsin buraya. Sen tamamen oraya bakmaya devam edeceksen ne anlamı kalıyor birlikte dışarı çıkmamızın?”

Buğra haklıydı.

“Tamam, aranıza geri dönüyorum.”

Bakışlarımı Dolunay’dan çekip bizimkilere döndüm. Muhabbete katılmaya çalıştım her ne kadar aklım Dolunay’da olsa da. Esin bana surat asıyordu sırf onun yanına gitmesini istemediğim için. Bu haline gülümsedim. Normalde Esin benim konuştuğum kızlarla anlaşamazdı hatta onlara karşı tırnaklarını çıkartmaktan geri kalmazdı ama Dolunay’a karşı hiç böyle olmamıştı. İlk ona gösterdiğimde tanımamasına rağmen hep sıcak davranmıştı. Hatta Dolunay’ı bir evliliğe zorlamama en çok o karşı çıkmış ve benimle sayısız kavga etmişti.

Esin bana bakarken ona göz kırptım. O ise omuz silkip arkasında ki Dolunay’a döndü.

“Kağan kız arkadaşını sevgilimden uzak tut mümkünse. Elimden alacak diye korkmuyor değilim.”

Bana geri döndü.

“Onu senin elinden alabilmem için ilk önce sende olması lazım. Eminim ki beni senden daha çok seviyordur.”

Muhtemelen dediklerinde haklıydı. Beni kızdırmak için böyle söylediğini bildiğimden hiç üstünde durmadım. Dolunay’a göz attığımda yine içki aldığını gördüm. Ne yapıyordu bu deli yere falan mı döküyordu? O kadar hızlı içiyor olamazdı.

Uzak köşeden pistin ortalarına doğru gelmişti artık. Sarhoş olmuş olsa gerekti. Yanına gelen bir kişiyi hızla kendi yanından postaladığında memnuniyetle gülümsedim. Geri masaya döndüm ama bu sefer iyice ortalara geldiği için daha sık aralıklarla onu kontrol ettim.

“Reklam çekimleri için her şey hazır mı?”

Buğra bana yan bir bakış attı.

“Abi sen dön Dolunay’a bakmaya devam et Allah aşkına ya. Biz buraya kafa dağıtmaya geldik sen iş diyorsun.”

Göz ucuyla Dolunay’a baktım. Dansına devam ediyordu. Fakat bu sefer yanında bir iki kız daha vardı bir yandan onlarla konuşuyordu. Esin lavaboya giderken bilerek Dolunay’a yakın geçmişti ama Dolunay onu bile görmemişti. İyice sarhoş olmuştu buradan bile belliydi bu.

İçtiği içki sayısını saymayı bırakalı çok olmuştu. Takip edemiyordum artık. Onun burada oluşunu fark etmemin üzerine yaklaşık iki saat geçmişti. Her ne kadar bu ortamdan çıkmak istesem de onun çıkmasını bekliyordum.

Tüm hallerini zihnimin en ücra köşelerinde saklamak için ona durmadan bakmak her halinin zihnimde fotoğraflarını çekmek istiyordum. Şu an çok keyifliydi mesela bu halleri hep saklı kalmalıydı bende. Ona tüm dikkatimle bakarken yanından geçen adam yanlışlıkla ona çarpmış ve elindeki içkiyi üzerine dökmüştü. Sakin kalıp müdahale etmemek için kendimle savaş veriyordum. Fakat Dolunay hanım bana bu konuda hiç yardımcı olmuyordu. Üzerindeki ıslanan gömleğinin düğmelerini açmaya başlaması benim için son nokta olmuştu. Ne zaman elime aldığımı bilemediğim ceketimle onun yanına hızla gittim o üzerinden gömleğini çıkartırken hemen onun üzerine kendi ceketimi giydirip fermuarını çektim.

“Anıl?”

Sakin kalmalıyım. Bağırmamalıyım. Susmalıyım. Kendime sürekli bunları hatırlatıyordum. Dolunay ise şaşırtıcıdır ki asla bana cırlamamış ya da ceketi çıkartmaya çalışmamıştı. Elindeki gömleği alıp onunla birlikte mekandan hızla çıktım.

“Aaa arabam!”

Arabasını görmesiyle bağırdı. Sanki ilk defa görüyordu. Onu kendi aracımın yanına götürdüm.

“Anıl bırak beni kendi aracım var zaten onla giderim ben.”

“Dolunay çok sarhoşsun kendi aracınla gidemezsin.”

Ceketimin cebine ellerini soktu. Şu haliyle her ne kadar öyle olmasa da çok masum duruyordu. Omuzlarını çaresizlikle bulunduğu durumu kabullenmiş gibi hafifçe yukarı kaldırıp indirdi.

“Doğru gidemem bu halimle o zaman gitmem ben de. Aracın içinde uyurum.”

Kedi mırıldanması gibi konuşuyordu. Alışık olmadığım bir haldeydi. Her ne dersem diyeyim sakince karşılayacak gibiydi.

“Hadi sen bin benim aracıma, ben eşyalarımızı alıp geliyorum”

Mavi gözlerini bana dikti. Dudak bükerek konuştu.

“Ama arabam burada kalamaz”

“Arabanı aldırtırım ben kalmaz merak etme.”

Silkelenip kendine geldi. Kaşları hemen çatılmış ve koruma iç güdüsüyle bağırmıştı.

“Olmaz! Kullanamaz kimse benim aracımı!”

Bağırmasını beklemiyordum. Onun bağırmasıyla birden irktim.

“Tamam, güzelim kullanmaz kimse aracını merak etme sen. Çekiciyle aldırırız aracı. Hadi sen bin beni bekle.”

Bana bakıp dediğimi yaptı. Demek ki uysallaşması için sarhoş olması gerekiyordu. Bunu bilmem iyi olmuştu. O araca binerken ben hemen eşyalarımızı alıp geri döndüm. Arka koltukta neredeyse uyur bir vaziyette duruyordu. Yanına bindim.

“Nereye gidiyoruz?”

Mesut’un sorduğu soruyla Dolunay’a baktım. Sabri beyin evine bu halde gidemezdi. Kendi babasının evine de gitmek isteyeceğini sanmıyordum. Elimde kalan iki seçenek vardı. Biri otel diğerini ise kendi evim.

“Eve gidelim.”

Mesut aracı hareketlendirirken Dolunay’ın kafası omzuma düştü. Alkol kokusuna rağmen gelen kokusunu ciğerlerime doldurdum.

“Sarhoş oldum değil mi?”

Ağzımdan çıkan mırıldanmayla onu onayladım konuşarak anın büyüsünü bozmak istemiyordum. Dikiz aynasından omuzumdaki yüzünü inceledim. Yanakları sarhoş olmasıyla birlikte kızarmıştı, masmavi olan gözlerini zorla açık tutuyordu.

“Ben kolay kolay sarhoş olmam ki. Sarhoş olmam için çok hızlı arka arkaya içmem gerekiyor.”

Demek ki o yüzden çok hızlı bitirmişti içkilerini. Kıkırdadı.

“Bir de sarhoş olunca çok konuşurum kafa ağrıtırım..”

Güldüm bu hallerini hiçbir şeye değişmezdim. Ağrıt kafamı kadın hep böyle konuş benimle hiç susma.

Nefes alış verişi düzene binmişti. Omzumdaki kafası yavaşça öne doğru gitmişti bunun üzerine gözlerini açmadan dizlerime yattı. Yutkunurken yavaşça yüzündeki saçları çektim. Elimle saçlarını okşamaya başladım. Yumuşacık görünen saçları göründüğünden bile yumuşaktı.

“Mesut o sarı aracı evin önüne çekiciyle getirt olur mu?”

“Tabi efendim.”

Araç durduğunda Mesut kapımızı açtı Dolunay’ı kucakladım ve araçtan indik.

“Abi anahtarı ver bana, ben açayım evin kapısını da”

Zor da olsa ona anahtarı verdim. Açtığı kapıdan geçtiğimizde anahtarı içeri bırakıp kapıyı çekip gitti. Ben de hiç vakit kaybetmeden merdivenlerden yukarıya çıkıp kendi yatak odama doğru adımladım.

Hoş geldin güzelim evime, yuvama ama en çokta yüreğime. Dışarıdan söylemeyi istediğim ama Dolunay uyanacak ve olay çıkartacak diye korktuğum cümleyi içimden söyledim. Onu yatağa bıraktığımda gözlerini açtı.

“Çok sıcak burası.”

Mırıldanıp ceketi üzerinden çıkarttı ve hemen ardından kendini yatağa bıraktı. Kendime hakim olmam lazımdı. Ama Dolunay’ın yatağımda bembeyaz vücudunu sergilemesi bana hiç yardımcı olmuyordu. İçimde yanan alevi bastırmaya çalışmak için yutkundum. Üzerine bir örtü örtüp kendi üstümü hızla değiştirdim.

“Anıl, çok sıcak burası”

Örtüyü üzerinden attı. Allah’ım sen bana güç ver ya rabbim. Elbette ki sarhoş bir kadından faydalanmayacaktım fakat deli gibi arzuladığım kadını kendi yatağımda bu şekilde görmek beni gerçekten çok zorluyordu. Beyaz vücuduna çok bakmamaya çalışarak üzerini geri örttüm. Ben de yatağa girip yattım. O ise üzerinden örtüyü yine atmıştı. Yanıma doğru sokulup kafasını göğsüme koydu. Vücudunun ısısı benim vücudumun ısısıyla harmanlanıyordu sanki. Kalbim dışarıya çıkmak ister gibi atmaya başlamıştı. Allah’ım eğer yakın zamanda yanına geleceksem beni şimdi al yanına. Eğer bu bir rüyaysa hiç uyanmayayım. Elimle belini sardım. Onun kokusuyla uyumak dünyanın en konforlu uykusuydu benim için. Yüzük olan elini göğsümün ortasına koydu. Boşta kalan sol elimle elini oradan çekmeden sıkıca kavradım. Kafasına bir öpücük bıraktım. Ardından ben de uykunun huzurlu kollarına kendimi teslim ettim.

Gözlerimi açtığımda Dolunay yatakta değildi. Nasıl bu kadar erken kalkabiliyordu? Ne yapacaktık biz bu kadının erkenden kalkmasıyla? Bu böyle gitmezdi ya ben ona ayak uyduracaktım ya da o bana. İçimde ki ses kuvvetlice benim ona ayak uyduracağımı haykırıyordu.

Yataktan doğruldum. Giysi dolabımın kapağı açıktı. Dolunay’ın kendine giyecek bir şeyler aldığını düşünmek beni ister istemez gülümsetmişti. Banyoda yüzümü yıkayıp merdivenlere doğru gitmeye başladım.

“Ayy yok. Uzun zamandır hiç bu kadar sarhoş olmamıştım ya. Ama sırf bu kadar sarhoş olabilmek için arka arkaya çok hızlı içmek zorunda kaldım.”

Ben onun gittiğini düşünürken o salonda koltuğa oturmuş bir eliyle kafasını ovuşturuyordu bir yandan da telefonla konuşuyordu. Üzerinde benim tişörtüm vardı.

“Yok, bir sıkıntı yoktu sadece biraz sarhoş olmak istemiştim ama bir noktada ipin ucunu kaçıracağım düşünmemiştim.”

Merdivenin başında onu izliyordum. Kıkırdadı.

“Ee tabi alışmışım senin beni durdurmana sen olmayınca böyle oldu. Ama o kadar iyi oldu ki.”

Kiminle konuşuyordu her sabah erken saatlerde?

“Aracın içine girer girmez sızdım ya. İlaç alacağım ama önce bir kahvaltı etmem gerekiyor.”

Onu daha fazla dinlememek için yukarıya geri döndüm. Kendi üzerimi değiştirip geri aşağıya indim. Konuşması bitmişti ama hala o koltuktaydı. Evimin içerisinde olması çok güzeldi.

“Hayret Dolunay hanım siz bu saate kadar buralarda kalır mıydınız?”

Bana döndü daha yeni kalkmışa benziyordu. Boncuk gözleri şişmişti.

“Kafam ağrıdan çatlıyor. Kapını açmaya cesaret edemedim alarm öterse olduğum yerde ağlarım valla.”

Güldüm. Bir kaç adımda yanına gittim. Kötü gözüküyordu. Önünde yere doğru çömelip ellerini tuttum. Ellerini hemen çekti. Derin bir nefes alıp bozuntuya vermeden gözlerine bakarak konuştum.

“O gün de dedim sana o eve özel bir şeydi.”

Kafasını koltuğun arkasına yaslarken mırıldandı.

“Doğru demiştin.”

Yerden doğruldum.

“Hadi gel kahvaltıya gidelim ardından da sen ilaç atarsın.”

Hemen onaylayıp ayaklandı.

“Bizimkiler de gelsin mi?”

Esin, Dolunayla birlikte kahvaltıya gittiğimizi duyarsa onu çağırmadık diye iyice kızardı muhtemelen. Malum kendisi kumam oluyordu ya.

“Fark etmez. Sadece sahil kenarında bir yere gidelim lütfen.”

Şu sakin halleri dün gece ilk başlarda hoşuma gitse de şimdi garipsiyorum yalan değil. Alışık değilim ben onun her şeyi onaylamasına ya da sürekli mırıldanmasına. Fakat sürekli cırladığında onun sarhoş olmasını sağlama fikrini de aklımın bir köşesine not etmeyi ihmal etmedim. Evden çıkmamızla aracını görüp bana döndü.

“Aracım niye burada? Ben senin aracına bindim diye hatırlıyorum.”

Ne araçmış ya. Bir gün aracını kaçırıp detaylı inceleyecektim içinde ne vardı bu kadar değerli.

“Güzelim, gece tutturdun aracımı bırakmayacağım diye.”

“Kim sürdü?”

Ona bıkkınlıkla baktım. Keşke şu araca verdiği değerin onda birini bana verseydi.

“Kimse, hayatımın anlamı kimse. Çekici getirdi.”

Rahatlamış gibi nefes aldı. Ardından da aracına doğru yürüdü. Ben Kağan’ı arayıp kahvaltıyı söyleyene kadar araca binmişti bile. Ben de yanına bindim.

“Dün gece en son bir araca sahiptin.”

“Ben her zaman araca sahiptim güzelim. Hadi sür gidelim.”

İkilemeden aracı çalıştırdı. Hoş ne kadar mantıklıydı onun aracına binip yola çıkmak bilemiyorum. Malum kendisi dün akan trafikte beni otoban kenarına bırakıp arkasına bile bakmadan çekip gitmişti. Hiç bir araç ve taksi beni almamıştı, üstelik Mesut’un gelmesi de trafik yüzünden iki saati bulmuştu.

İtiraf etmeliyim ki yaptığını sonuna kadar hak etmiştim. Kullandığım cümle hoş değildi bunu anlamak için otoban kenarında bol bol vaktim olmuştu. O cümleyi kullanmak istememiştim fakat birden dedikleriyle kendime engel olamamıştım. Ne olursa olsun onu bu kadar severken ona o cümleyi sarf etmem yakışmamıştı. Hem evli bile olsak o istemediği sürece ona asla dokunmazdım. Ona kıyamazdım.

Evim sahile yakındı. O yüzden kahvaltı edeceğimiz yere gelmemiz çok sürmemişti. Serin bahar havasına rağmen dışarıdaki denizi en iyi gören masaya geçti. Masaya oturur oturmaz gözlerini kapadı.

“Efendim içeride yerimiz var isterseniz sizi içeriye alalım”

Gelen garsona rağmen Dolunay hiç istifini bozmadı.

“Yok, burası iyi. Sadece hanımefendinin üzerine bir örtü alabilir miyiz?”

“Tabi efendim. Peki sipariş olarak ne istersiniz?”

Dolunay’a döndüm hala gözleri kapalıydı.

“5 kişilik kahvaltı alalım biz ortaya”

Adam siparişi aldıktan sonra gitti. Hemen ardından ise elinde bir örtüyle geldi. Elinden örtüyü alıp Dolunayın yanına gittim. Yavaş hareketlerle üzerine örtüyü örtüp kenarlarını açılmasın diye sandalyeye sıkıştırmaya başladım. Birden eliyle bileğimi yakalayıp gözlerini açtı. Gözlerindeki korku iki saniye içerisinde yok oldu.

“Anıl sen miydin?”

Derin nefes alırken konuştu. Niye bu kadar korkmuştu?

“Üzerini örtüyordum güzelim niye bu kadar korktun?”

“Teşekkür ederim”

Örtüye iyice sarmalanırken mırıldandı.

“Niye bu kadar korktun güzelim?”

Yerime geçerken sorumu tekrar etmeyi ihmal etmemiştim. Onu korkutan her neyse bunu öğrenip ortadan kaldırmakta kararlıydım.

“Hiçbir şeyden, sadece dalmışım birden hareketlilik olunca korktum.”

Daha fazla üstelemedim.

“Günaydın herkese.”

Esin neşeyle konuştu. Hemen gelip Dolunay’ın yanındaki sandalyeye oturdu.

“İçeriye mi geçsek ya burası serin değil mi?”

Buğra’nın haklı serzenişine kesinlikle katılıyordum. Onlar gelene kadar yeterince üşümüştüm.

“Kafam yerinden çıkıyor Buğra benim geçmeye niyetim yok istiyorsanız geçin içeriye”

“Hayır, geçmeyelim ya iyi burası.”

Esin’in de Dolunay’a katılmasıyla birlikte kimse yerinden kımıldamadı.

“Tabi kafan yerinden çıkar yengem. O kadar içilir mi? O içmeye kafa da dayanmaz mide de dayanmaz benden demesi.”

Buğra’ya ters ters baktı. Ama bir şey demedi. Fakat şaşırtıcıdır ki Buğra yine haklıydı. O kadar içmesi asla iyi değildi. Telefonu çalmasıyla telefonunu açtı. Karşı tarafın konuşmasını bekledikten sonra konuştu.

“Ne demek küçük bir sıkıntı var?”

İngilizce konuşuyordu. Bir yandan telefonla konuşurken bir yandan da gözlerini bana dikti.

“Ee ne yapmayı planlıyoruz.”

Masadaki herkes susmuştu onun telefonla konuşmasını bekliyordu.

“Tamam, bakıyorum sesini dışarıya alacağım İspanyolca konuş”

Sesi dışarıya alıp bir şeyi incelemeye başladı. Buğra ise ne olduğunu merak etmiş kafasını telefona doğru uzatmıştı.

“Yengem bu da kim? Tanıştırsana beni.”

Bu tepkisiyle hepimiz birden telefona dönmüştük. Ekrandaki kadın fotoğrafıyla gözlerimi geri çektim. Dolunay onu umursamadan telefonla konuşmasına devam etti sonra da telefonu kapattı. Bu sefer de benim telefonumun çalmasıyla masadan kalktım.


Dolunay’dan

Telefonu çalan Anıl masadan kalkmıştı. Ben de telefonla konuşurken kalkmalıydım ama kafamın ağrısından dolayı kıpırdamak bile istemiyordum. Anıl’ın gitmesiyle Buğra bana döndü.

“Yenge şaka yaptım hee. Sakın bak yanlış yerde falan dersin gel Buğra seni tanıştırayım o kızla falan diye yakarsın beni.”

Fotoğrafına baktığım mankenden bahsediyordu.

“Nasıl yani?”

“Yengem benim sevgilimin yanında falan dersin oyar beni demek istiyorum.”

Arkasını dönüp Anıl’a baktı. Daha sonra bana yaklaşıp kısık sesle konuştu.

“Aman yengem sevgilim olduğunu Anıl bilmiyor.”

Sıkıntıyla derin bir nefes aldım. Kafamın ağrısı yetmezmiş gibi Buğra’nın saçma sapan şeylerini dinliyordum. Esin bana yaklaştı.

“Sevgilisi Anıl’ın kız kardeşi. Anıl şüphelenmesin diye Anıl’ın yanındayken bu şekilde gördüğü kızlara yürüyormuş gibi yapıyor.”

Duyduğum şeyle gözlerim sonuna kadar açılmıştı. Bir an için kafamdaki ağrıyı unuttum. Gözümle Anıl’ı takip ettim.

“Ee Anıl elbet öğrenecek o zaman her gördüğün kişiye yavşıyormuş gibi yapman daha büyük sıkıntı olmayacak mı?”

Düşünceli bir ifadeyle bana baktı.

“Yani öğrendiğinde bu adam demeyecek mi sen benim kardeşimi üzersin her gördüğün kadına yürüyen iradesiz şerefsizin tekisin diye?”

“Teşekkür ederim yengeciğim laf arasında bana iradesiz şerefsiz dediğin için”

Güldüm benimle birlikte Kağan ve Esin de gülmüştü.

“Ama haklı bir noktaya değindin. Daha ne kadar saklayabiliriz ki bunu? Anıl öğrenince beni zaten öldürecekken bu davranışlarım yüzünden öldürmekten beter edecek”

Duyduğum bilgiyle keyiflenmiştim.

“Buğracığım benimle iyi geçin olur mu yengem?”

Sıkıntıyla arkasına yaslanırken Anıl da yanımıza geldi.

“Ne oldu, niye sustunuz?

“Dolunay yengem dedi ki gel seni tanıştırayım o kızla. Ben de ona dedim ki yok yenge benim işim olmaz sor bir Anıl’a en son ne zaman beni bir kızla gördü?”

Anıl ona döndü. Bu çocuk salaktı kesinlikle, durduk yere eşeğin aklına karpuz kabuğunu getiriyordu.

“Hakikaten lan biz en son senin yanında ne zaman kız gördük. Bir sene oldu mu?”

“Yok abi geçti bir seneyi ya. Yaklaşık iki sene oldu.”

Salak, resmen adama tarih veriyordu. Anıl iyice ona dönmüştü. Bu meseleyi kaşıyacak gibiydi. Kahvaltı servisinin ileriden bize doğru gelmesiyle dikkati üzerime çekmek için neşeyle konuştum.

“Kahvaltı geliyor!”

Anıl gülerek bana döndü.

“Bu kadar sevineceğini bilseydim hızlı olmalarını söylerdim güzelim.”

Yanındaki Buğra ise bana minnettar bakışlarını atıyordu. Bunların hiç biri karşılıksız olmayacak Buğracığım bilesin.

“Hemen karnımı doyurup ilaç atmak istiyorum ya ondan sevindim.”

Kahvaltıya başladığımızda onlar kendi aralarında konuştular ben ise onlara tamamen kendimi kapatıp kendimi kahvaltıya odakladım.

“Değil mi Dolunay?”

Esin’in ne dediği hakkında hiçbir fikrim yoktu ama hızlıca onu onayladım.

“Hı hı kesinlikle dediğin gibi.”

Çatalımla zeytinden almaya çalışıyordum ama sürekli kaçıyordu. Esinle uğraşacak vaktim yoktu şu an.

“Anıl’a gerçekten aşıksın değil mi Dolunay?”

“Hı hı kesinlikle ben de aynı şeyi düşünüyorum”

Masadan gelen gülme sesleriyle kafamda konuşmayı tekrar gözden geçirdim. Algılamamla gözlerimi sonuna kadar açarak Anıl’a bakmam aynı anda olmuştu. Hoşuna gitmiş gibi gülümsüyordu.

“Kızım bir saattir konuşulanların hiçbirini mi dinlemedin ya?”

Sitem eden Esin’e döndüm. Elimdeki çatalı bıraktım.

“Yani dinledim diyemem şimdi.”

“Dolunay ben senin söylediklerine göre internetten sipariş verdim biraz önce”

O bana kızarken duraksadım. Ben hiç böyle bir şey hatırlamıyordum. Eline telefonunu alıp siparişini gösterdi.

“Bak bunları sipariş verdim kendime düğün için.”

“Düğün için?”

Bana şoka uğramış ifadesiyle baktı ardından da Anıl’a baktı. Ben de Anıl’a döndüğümde onun biraz önceki keyifli halinden eser kalmadığını gördüm. Parmağımı Anıl’la kendim arasında gezdirirken konuştum.

“Hee düğün için. Bizim düğünümüz.”

“Bizim düğünümüz”

Anıl benim ardımdan aynı ifadeyi kullandı.

“Esin bunları iptal et ya. Güzel değiller.”

“Off Dolunay ya. Peki, sana gösterdiğim Elegantın elbisesi nasıldı.”

Hangisi olduğunu hatırlamıyorum ama hepsinin iyi olduğunu biliyorum. Telefondan benim en son çıkarttığım koleksiyondan mint yeşili yere kadar uzanan derin yırtmaçlı elbiseyi gösterdi.

“Kesinlikle çok güzel bayıldım ama bu modelin saks mavisi sana daha çok yakışır ona baksana”

“Benimle dalga mı geçiyorsun sen? O elbiseden sadece 4 adet satışa koyuldu. Sence kalmış mıdır?”

Tabi ben elbiselere kolay ulaştığım için bu ihtimali değerlendirmeyi unutmuştum. Saks mavisinin kumaşı mint yeşiline göre daha özeldi ve dört elbisenin dördünü de kendi ellerimle dikmiştim. Esin sitesine baktı.

“Kalmamış baksana. Adamlar açıklamasına dört elbisenin de tasarımcısı tarafından özenle dikildiğini söylemişler”

Onu kafamla onayladım.

“Esin neden bu kadar abartıyorsun hayatım. Elbet istediğin gibi bir elbise bulursun. Bak Dolunay gelinliğe bile bakmamıştır daha sen ise düğüne elbise arıyorsun yana yakıla”

Anıl’a döndüm.

“Eğlence olacak mı? Ne gerek var?”

Derin bir nefes aldı dünkü tüm sinirlerin gerilmeye başladığı konu da buna benzer bir konuydu.

“Sabri bey, müsait bir zamanda ailenle gel formaliteden de olsa kızımı benden iste dedi. Ne olursa olsun kızım benim evimden gelinliğiyle çıkacak bir düğünde neler oluyorsa kat ve kat fazlasını yapacaksın benim kızımı kimsesiz gibi elinden tutup alamazsın diye sert bir dille uyardı.”

Sabri babamın bu şekilde düşünmesi beni içten içe mutlu etmişti. Evet, ben düğünmüş adetmiş onlardan pek anlamam ama o kızının her şeyinin tam olarak evlendiğini görmek istiyordu. O beni gerçekten evladı olarak görüyordu. Sabri babamın isteklerinin üzerine karşı çıkmamaya karar verdim. Zaten olan olacaktı bari onların içi rahat olsun.

“Zaten Sabri bey demeseydi bile her şeyin en iyisini ve en fazlasını yapacaktım.”

Kafamla sessizce onu onayladım.

“Kağan haklı bir an önce şu gelinlik işini halledelim hatta kahvaltıdan sonra gidip bakalım.”

“Hayır! Manyak mısın sen nerede görülmüş damadın gelini düğünden önce gelinlikle gördüğü!”

Esin’in çıkışmasıyla hepimiz irkilmiştik. Buğra söze girdi.

“Tamam, yengem merak etme sen, gelmez Anıl ama Allah aşkına devlet meselesi gibi bağırma.”

“Ne olacak ki görse. Biz zaten anlaşamıyoruz belki o uğursuzluk bizde tersine etki eder”

Gülerek konuşmuştum.

“Olmaz dedim Dolunay. Birlikte gider bakarız kahvaltıdan sonra.”

Hayır ya. Esinle alışveriş bir işkenceydi.

“Sen çalışıyorsun Esinciğim hiç işini aksatma ben uygun bir zamanda kendim giderim.”

Oturduğum yerden kalkmak için sandalyemi geriye ittirdim.

“Nereye?”

“Arabadan ilaç alacağım.”

Hemen aracıma gidip ilacı aldım. Masaya dönüp hemen ilacımı içtim. Şu anki tek dileğim bir an önce kafamdaki ağrının gitmesiydi.

“Programıma baktım bugün çok bir işim yok üstelik canım patronlarım izin de verdi yani bu da demek oluyor ki birlikte gelinlik bakmaya gidebiliriz.”

Gerçekten mi dercesine Anıl’a baktım. Esinle gitmekten başka çaremin olmadığını onun gözlerinde net bir şekilde görüyordum. Kaderime razı oldum ben de.

“İyi o zaman gün içinde gider bakarız”

Hemen yerinden kalktı. İnşallah şu an kalkıp gitmezdik.

“Bekle ben bir kaç yerle telefonda konuşacağım. Onların verdikleri saate göre gideriz”

Allah’ım lütfen bugün dolu olsunlar lütfen.

“Yengem bugün sana bitmez benden demesi. Bütün mağazaları gezmeye şimdiden hazırla kendini.”

Ağlayacaktım artık ya. Hayatım kısa sürede nasıl da bu noktaya verilmişti böyle? Her şeyin sorumlusu olan adama kötü kötü baktım ama o bakışlarımı hiç umursamadı bile.

“Sadece iki yerde boşluk varmış onlara bugün gideriz eğer içine sinen bir şeyi bulamazsak diğerlerine öyle bakarız.”

Gelip sandalyesine geri oturdu.

“Şu sevdiğiniz markadan özel tasarım olarak yaptırsak nasıl olur?”

Anıl’ın dediğiyle ona baktım. Ne yani kendi gelinliğimi kendim mi dikeceğim? Aslında güzel bir fikirdi.

“Elegant’tan mı?”

Anıl Esin’i kafasıyla onayladı.

“Onun iki tasarımcısı özel tasarım gelinlik yapıyor ama baş tasarımcısı yapmıyor diye biliyorum. Diğer iki tasarımcısının yaptığı gelinlikler de çok güzel değil ya.”

“O zaman baş tasarımcısını ayarlarız. Alacakları paranın fazlasını teklif ederiz.”

Ne yani şimdi kendi tasarımımı kendim yapacaktım ve bir de üzerine fazlasıyla para mı alacaktım? Şok içinde Anıl’a baktım. Ama böyle bir şeye vaktim yoktu. Elbette kendi gelinliğimi kendim tasarlamayı isterdim ama yarışma için hazırlanırken onu yapmam çok zordu.

“Anıl o imkansız ya. Parayı ne kadar teklif edersen et kabul etmeyi düşünmezler bile. Baş tasarımcıyı senelerdir gizli tutuyorlar. Şimdi kişiye özel tasarımı yapabilmesi için Dolunay’ın onu görmesi gerekir. Ee şirkette tasarımcısının deşifre olmasını göze almaz.”

Yoo alırlardı. Bu konuda David’le az kavga etmemiştik. O artık kendimi açıklamamı ve bu tip gelen özel tasarımları da yapmamı istiyorken ben ise kendimi gizli tutmayı istiyordum. Bu konuda fazlasıyla baskılanmış olmama rağmen hiç kendimi açıklamamıştım.

“Zaten o kadar abartılı ve pahalı bir şeye gerek yok bence. Normal bir gelinlik alsak yetmez mi?”

Konuşmamla Esin bana döndü.

“Yetmez Dolunay yetmez! O gün kendini prenses gibi hissetmelisin. Her şeyin en özeli ve en güzeli senin olmalı.”

Esin yine yerinden kalkıp telefonuyla konuşmaya gitmişti.

“Beni yaktın Anıl.”

Bana gülümsedi.

“Üzgünüm güzelim dün sen tek başına eğlenirken yanına gelmek istediğinde engel olmuştum. Bugün de engel olursam benimle tüm hafta boyunca kavga ederdi.”

Kağan da onu onayladı.

“Kesinlikle ederdi. Ben dün geceden beri Esin’in söylenmesini dinliyorum. Bir hafta da gelinlik seçmeye gidemeyişinizi dinleyemem bana da yazık.”

Kağan’a baktım.

“Yani bu hikayede yanan ben oldum öyle mi?”

“Üzgünüm, öyle oldu sanırsam.”

“Ohoo yenge, şimdi dükkanın tekinde en az yüz tane gelinlik olsa iki dükkan gezseniz beğenmediklerinizi totalden çıkartsak en az altmış yetmiş tane gelinlik denersin.”

“Abartma Buğra!”

Sitemle konuştum.

“Denemezsen Esin senin kafanın etini yer. Bence sen ölü taklidi yap bir umut kurtulursun.”

Bulunduğum içler acısı duruma güldüm. Biraz daha orada vakit geçirdikten sonra hep birlikte kalktık. Erkekler şirkete doğru yol alırken bizde Esin ile gelinlik bakmaya gidiyorduk.

Geldiğimiz üç katlı gelinlik mağazasına kafamı kaldırarak baktım. Eğer Buğranın dediği gibi olurda tüm her şeyi denemek zorunda kalırsam ben buradan canlı çıkamazdım. O gelinlikleri denerken canım çıkardı büyük ihtimalle.

“Hadi Dolunay içeriye girelim”

Birlikte içeriye doğru adımladık. Bir sürü gelinlik cansız mankenlerde ve askılarda sergileniyordu.

“Hoş geldiniz Esin hanım, sizi üst kata alalım.”

Esin adama selam verip onu onayladı. Adamın arkasından asansöre doğru ilerledik.

“Esin hanım sizin beğenebileceğiniz gelinlikleri siz aradıktan sonra ayarladık ilk önce onlara bakmakla başlayalım.”

Üçüncü kata çıkmak için tuşa bastı.

“Gelin ben değilim. Dolunay hanıma göre bir gelinliğe bakacağız. Anıl beyin nişanlısı.”

Adam kafasını bana çevirip beni baştan aşağıya süzdü. Bu hareketi karşısında rahatsız olmuştum. Saçımı rastgele toplamış ve üzerimde bana büyük olan Anıl’ın tişörtüyle adamın karşısında duruyordum. Halim dilenciden halliceydi kısacası.

“Şimdiden mutluluklar dilerim efendim. Size uygun çok güzel modellerimiz var, siz beni bekleme alanında beklerken ben onları yanınıza getireyim”

Asansörden inip koltuklara doğru ilerledik o ise hemen ortadan kayboldu.

“Adam gelince onu öldürecekmiş gibi bakma Dolunay”

Onu kafamla onayladım. Saçımı açıp elimle düzelttim. Şükür ki içtiğim ilaç işe yaramış kafamın ağrısını geçirmişti. Esin bana döndü eliyle saçlarımı o da düzeltti. Sonra hiç beklemediğim anda bana sıkıca sarıldı.

“Ayy Dolunay çok heyecanlı.”

Onun heyecanının aksine ben aşırı sakindim. Ben de yalandan ona sarıldım.

“Off biz seninle ne yapacağız ya? Dolunay çok soğuksun aynı buzdolabı gibisin.”

Yine tüm kırgınlığıyla konuşmuştu. Esin çok çabuk kırılabilen çok çabuk tepki alabilen bir insandı. Fakat bu huyuna rağmen çok çabuk geri toplamayı da başarıyordu.

“Esin tüm bu olaylar benim için bir kabus gibi. Emin ol gerçek beni tanısan anlarsın ne demek istediğimi. Yapmacık davranmakta istemiyorum.”

Bana döndü.

“Ama ben Anıl değilim ki. Anıl’ın ağzına tükür, ona soğuk yap, istersen işkence et ben hep senin arkandayım. Ama bana niye böylesin?”

Derin bir nefes aldım.

“Sana değil bu tavrım. İçinde bulunduğum bu duruma. Bak al benim telefonumu istediğin kişiyi arayalım arkadaşlarım arasından evleneceğimi ve gelinlik seçtiğimi söyleyeyim onlara ne tepki verecekler gör. Belki o zaman anlarsın.”

Onu geçiştirmek için öylesine yaptığım öneriyi ciddiye almış ve telefonumu eline almıştı. Bu kıza bazen laf anlatmak imkansız olabiliyordu demek. Allah Kağan’a sabır versin cidden. Şifresini açmam için bana uzattı. Rehberimden rastgele bir arkadaşımı aradı hem de görüntülü olarak.

Aradığı arkadaşım Emmaydı.

“Ne oldu? Bir sorun mu var?”

Diyerek telefonu açtı. Bu tepkisinde o kadar haklıydı ki çünkü Türkiye de saat sabah 11 olabilirdi ama orada gecenin 4’üydü.

“Sana bir şey demek istiyorum.”

“Bu saatte mi Dolunay? Korktum sana bir şey oldu sandım ya.”

Saçı başı dağınık bir şekilde benimle konuşuyordu. Gözlerini bile açacak hali yoktu kızın.

“Hadi söylesene”

Esin’in dürtmesiyle elimdeki yüzüğü kameraya gösterip konuşmaya başladım.

“Ben evleniyorum. Hatta şu an bir gelinlik mağazasındayım. Sana giydiklerimi atarım seçeriz birlikte diye aradım seni”

“Off Dolunay şu saate sırf benimle dalga geçmek için mi aradın ya?”

Yatağındaki sevgilisi de kalkıp telefona baktı. Ardından konuşmaya başladı.

“Bari dalga geçeceksin daha inandırıcı bir konu bulsana”

“Sizinle dalga geçmiyorum çok ciddiyim”

Deyip kamerayı gelinliklere çevirdim.

“Bakın hatta gelinlik deneyeceğim şimdi. Bu ayın sonunda da düğünüm var.”

Ben onlara gelinlikleri gösterirken sadece baktılar. Sonra Emma sinirle konuştu.

“Off Dolunay siktir git şuradan ya. Bir de inandırıcı olsun diye gerçekten mağazaya gitmiş. Senin evlenme ihtimalin benim Amerika başkanı olmamla aynı oranda yani sıfır. Git başkasını kandır.”

Telefonu yüzüme kapattı. Esin’e döndüm.

“Gördün mü sana demiştim. Umarım anlamışsındır.”

Esin bana şaşkınca baktı. Adam yanımıza gelinliklerle birlikte geri döndü.

“Dolunay hanım ilk hangisini denemekle başlamak istersiniz?”

Esinle birlikte sıralı olan gelinliklere doğru ilerledik. Hepsi birbirinden güzel ve şatafatlı görünüyordu. Esin bir tanesini eline aldı.

“İlk bunu denesene.”

“Çok güzel bir tercih. Sayılı üretim olan bir gelinlik. Sizi kabine doğru yönlendireyim orada arkadaşlar giyinmenize yardım edecek.”

Kabine doğru gittik içerideki iki kişi gelinliği giymeme yardım etti. Zor da olsa giydim. Kadınlardan teki arkasındaki ipleri düzeltmeye başladı. Ben de kendimi aynadan incelemeye başladım. Gelinlik üzerime çok güzel oturmuştu. Bel kısmı incelerek geliyor ve belimi olduğundan da ince gösteriyordu. Kadınların işlemi bitince yavaş adımlarla kabinden çıktım. Gelinlik güzeldi ama çok ağırdı. Düğün boyunca giyeceğim bir şeyin bu kadar ağır olmasını istemezdim. Dışarıya çıkmamla Esin büyülenmiş gibi bana baktı.

“Çok güzel oldu Dolunay inanmıyorum.”

O bana bakarken utançla gülümsedim. Aynaya dönüp kendime bakmaya devam ettim. Sanki başka birisi gibi olmuştum. Gelinlikli halimi o kadar yabancıymış gibi inceliyordum ki sanki ilk defa gördüğüm birisiydi aynadaki yansımam. Esin’in elinden telefonumu alıp kendimi çektim yanındaki adam konuştu.

“Normalde çekim yapmaya izin vermiyoruz ama siz Anıl beyin eşi olduğunuz için çekebilirsiniz”

Çok sağ ol canım ya ne iyisin dercesine ona ters ters baktım. Bu bakışlarımdan adam da rahatsız olmuş boğanızı rahatsızlığı gidermek için temizlemişti. Diğer gelinliklerden de denemek için kabine geri döndüm.

Yaklaşık ona yakın gelinlik denemiştim ve itiraf etmeliyim ki denerken çok keyif almıştım. Neredeyse hepsiyle fotoğraf ve video çekmiştim. Sonunda oradan çıkıp yakınlardaki bir kafeye geçmiştik. Biz kahvelerimizi içip konuşurken masaya bir kız yaklaştı. Kızın yürüyüşünden dahi kendini beğenmişlik akıyordu. Esinle selamlaşıp konuşurlarken hiç oralı olmadım. Esin de çok samimi davranmıyordu kıza karşı.

“Arkadaşın kim?”

“Dolunay, Anıl’ın nişanlısı. Biz de birlikte ona gelinliğe bakmaya çıkmıştık.”

Kızın beni inceleyen bakışlarıyla ben de ona baktım.

“Anıl beni unutamaz diyordum. Belki de haklı çıkarım ne dersiniz?”

Ne diyormuş ne diyormuş onu unutamaz mı? Vücuduma gelen sinir dalgasına engel olmaya çalıştım. Ben niye sinirlenmiştim ki? Acaba alayla konuşması mı beni sinirlendirmişti. Kesinlikle alaylı konuşmaydı beni sinirlendiren şey. Ben de gıcık edici şekilde onu baştan aşağıya süzdüm.

“Tüh desene senin şansızlığın Anıl’ın karşısına benim çıkmam oldu. Malum benim olduğum yerde senin silinmen uzun sürmez.”

Ben kendini beğenmiş birisi değildim ama bu kendini beğenmişin karşısında onun gibi olmak lazımdı. İfadesini korumaya çalışıyordu ama bunu çok da başaramamıştı. Ne bekliyordu onun lafı karşısında susmamı mı?

“Kendine ne kadar da güveniyorsun öyle.”

Tüm gıcıklığımı yanıma yoldaş olarak alıp gülümsedim. İstediğim zaman yeterince gıcık ve sinir bozucu birine dönüşebiliyordum.

“Ben kendime güvenmiyorum ben Anıl’ın bana olan aşkına güveniyorum. Anıl’ın bir an olsun yanımdan ayrılmamak istemesine, onu ne kadar sinirlendirirsem sinirlendireyim beni kırmamaya çalışmasına ve bana baktığında anında sakinleşip huzur bulan yüreğine güveniyorum. Peki, sen neyine güveniyorsun?”

Esin gözlerini sonuna kadar açmış bizi izliyordu. Bir yandan da eliyle telefonunu kulağına tutuyordu. Ne ara telefonu çalmıştı? Ben kızın gıcıklığıyla uğraşırken hiç de fark etmemiştim Allah’ım lütfen diğer uçtaki Anıl olmasın ya. Bir kere de şans bana gülsün bir kere ya çok değil.

Kız verdiğim cevapla dumura uğramış gibi bir ifadeyle yanımızdan hızla ayrıldı. Esin’e kimle konuşuyorsun diye işaret ettim. Cevabı çok da gecikmedi. Ağzını oynatarak ‘Anıl’ dedi. Başımdan kaynar sular dökülmüştü resmen. Esin’e ‘duydu mu?’ Diye ağzımı kıpırdatarak sorduğumda hızla kafasını aşağıya yukarıya salladı.

Allah’ım yer yarılsın ben direkt atlayacağım oraya lütfen. Utancımdan yanaklarım alev almaya başlamıştı bile. Adam kesinlikle beni yanlış anlayacaktı. Ben Anıl’a asla neden bu şekilde konuştuğumu anlatamazdım. Zaten verebileceğim cevabı düşününce ben bile tatmin olmuyordum ya neyse. Esin telefonunu masanın üstüne koydu.

“Esin ya niye burada açıyorsun ki telefonunu git ilerde konuş. Ne kadarını duydu?”

“En başından sonuna kadar hepsini duydu. Çocuk dediklerinle öyle bir afalladı ki beni neden aradığını unuttu. Telefonda öylece kalakaldı. Sonrada telefon kapandı zaten”

Benim bu duruma olan üzüntümün aksine Esin gayet neşeliydi. Benim suratıma baka baka kahkaha atıyordu. Kendimi tebrik etmek istiyordum hatta gidip kendime plaket yaptırmayı düşünüyordum. Her seferinde adama soğuk davranayım, kendimden uzaklaştırayım derken tam tersini yapıyormuşum gibi geliyordu. Şu an sanki üzerime en kuvvetli yapıştırıcıyı döküp adama sımsıkı sarılmış gibi hissediyordum.

“Bu arada sen sormadan söyleyeyim. O kızla Anıl’ın arasında kızın abarttığı gibi bir durum olmadı. Sadece bir kaç kere Anıl’ın büyükannesinin zorlamasıyla buluştular ama bu salak kendi kendine gelin güvey oldu. Sonra Anıl bir bahane bulup büyükannesinin bu işin peşini bırakmasını sağladı”

Ofladım. Kafamı masaya koydum. İsterlerse düğün masasında ayrılmış olsaydılar şu anki konum o kızla olan ilişkisi değildi, Anıl’ın tüm dediklerimi duymuş olmasıydı. Karnımda cirit atan garip his beni daha da huzursuz ediyordu.

“Esin hadi ayrılalım ben gideyim yapmam gereken işler var.”

“Kahvemiz daha bitmedi”

Ona baktım.

“İçecek hal kalmadı bende Esin kalmadı. Ben bir daha nasıl bakacağım adamın yüzüne. Çok utanıyorum şu an”

Esin bana gülerek ayağa kalktı. Ardından da hesabı ödeyip kafeden çıktık.

Çok geçmeden atölyeye geldim. Kumaşlarım sonunda bana ulaşmıştı. Bir an önce işe başlamalıydım değilse yetişecek gibi değildi. Telefonuma gelen bildirime baktım. Tuttuğum dedektif mesaj atmıştı.

“Efendim, yengeniz köpek ısırığı yüzünden şu anda hastanede. Köpeğin sağ olduğunu biliyoruz en azından. Kısa sürede size yerini bulmuş olacağım.”

Yengemin gizlice çekilmiş fotoğrafını da atmıştı. Eli ısırılmıştı ve ağlamaktan helak olmuş bir durumdaydı. Barney’nin ısırma huyu yoktu ama çocuğuma ne yaptılarsa ısırmıştı. Dertli bir nefes aldım. Dedektifin dediği gibi en azından yaşadığını biliyorduk çünkü öldürme gibi ihtimalleri de vardı bu cani insanların. Dedektife yanıt yazdım.

“Lütfen süreci hızlandırmak için elinizden geleni yapın.”

Sıkıntıyla sandalyeme oturdum. Bir süre yeri izledikten sonra hemen kalkıp işimin başına geçtim. Kumaşlarla bir an önce kabataslak olarak elbiseleri hazırlamam gerekiyordu. Daha sonra da mankenler dörderli grup olarak Türkiye’ye gelecekti ve üzerlerinde ölçülerini alıp son rötuşlarını yapacaktım. Yarışmada on iki elbise olacaktı. Yetiştirmekte çok zorlanacağımı biliyordum ama başaracağımı da biliyordum.


Ertesi gün olmuştu bile ben neredeyse hiç uyumadan çalışmıştım. Zaten sırf uyumamam için atölyeye ne yatak ne de koltuk hiçbir şey almamıştık. Çünkü çalışmaktan çabuk sıkılıp gidip yatacağımı biliyordum. Sabri baba beni aramış dükkana çağırmıştı. Her ne kadar uykulu olsam da dünden beri üzerimde olan Anıl’ın tişörtünü çıkartıp kendi kıyafetlerimden giydim ardından da dükkana gittim.

Sabri baba dükkanda değildi, dışarıya gitmişti. Onun gelmesini beklerken biraz da olsa uyumaya karar verdim ve onun arka taraftaki odasında bulunan koltuğa yattım üzerime de orada bulunan örtüyü çektim.

Anıl’dan

Mutluluk sarhoş eder miydi? Sanırsam mutluluktan zil zurna sarhoş olmuştum. Dünkü telefonda duyduklarımdan sonra yüzümde aptal bir gülümsemeyle etrafta dolaşıyordum. Denilenleri çok iyi algılayamıyor işime de çok odaklanamıyordum. İçimde tarifsiz bir ferahlama vardı. Dün akşam onu birkaç kere aramıştım ama açmamıştı hatta geri dönmemişti bile. Esin ise utandığını yüzüme nasıl bakacağını bilemediğini söylemişti. Bu duyduğum beni daha da mutlu etmişti çünkü Dolunay kolay kolay utanıp, çekinmezdi. Eğer bu şekilde düşünüyorsa bunun bir temeli olması gerekirdi. Mesela bana karşı bir his beslemeye başlaması gibi.

“Ben Sabri beyin dükkanına gideceğim”

Mesai bitmişti. Belki Dolunay oradadır diye oraya gitmek istiyordum.

“Biz de gelelim hem tanışmış oluruz.”

Kağanı onayladım.

“Hadi gidelim o zaman”

Hep birlikte kafeye doğru yol aldık. Kafeye geldiğimizde Dolunay yoktu. Sabri bey bizi boş bir masaya oturttu.

“Dolunay da gelecekti çağırmıştım. Gelir herhalde o da birazdan.”

Yanımıza oturdu. Diğerleriyle tanışıp koyu bir muhabbete başladı. Konuşması insanı rahatlatıyordu. Çok bilgili ve donanımlı bir insandı. Onunla konuşmak kesinlikle keyif veriyordu. Fakat ilk tanıştığımızda bu şekilde değildi. Bana karşı çok sert bir tutumu vardı ta ki ben bendeki Dolunay’ı ona apaçık anlatana kadar sonradan yumuşamıştı.

Gelen iş telefonuyla kafenin önüne kalktım. Ama sokakta oynayan çocuklar yüzünden telefondaki konuşmayı çok anlayamadım. Kafe de kalabalıktı. Aksilik bu ya telefon çok önemli bir iş adamından gelmişti.

“Oğlum arkada benim odam var orası daha sakin olur git orada konuş telefonunla.”

Ona teşekkür edip dediği odaya gittim. Odaya girmemle koltukta yatan Dolunay’ı görmem bir oldu. Yüzümde oluşan gülümsemeyle yanına adımladım. Koltuğun yanına çömelip kokusunu içime çektim. Üzeri açılmıştı yavaş hareketlerle üzerini örttüm. Ve hiç beklemediğim bir anda gözümün üzerine bir yumruk yedim. Gelen yumrukla arkama doğru düşmüştüm. Neye uğradığıma şaşırmış canımın acısıyla ona bakıyordum. O da neye uğradığına şaşırmış gibiydi. Ne olduğunu çözmeye çalışıyordu sanki.


Dolunay’dan

“Hih! Anıl, Anıl özür dilerim. Bir şeyin var mı?”

Yattığım yerden kalkıp ona bakmak isterken bir de yanlışlıkla üzerine düşmüştüm.

“Ahh! Bir şeyim yoktu ama sanırsam şimdi bir kaç kaburgamda kırık var.”

Acıyla konuşmuştu. Onun üzerinden kalkıp ona kızdım.

“Abartma be ben o kadar ağır değilim.”

Yüzüne doğru yaklaştım. Yumruk attığım gözüne baktım.

“Ayy bu moraracak gibi.”

Acımasından korka korka parmağımı kızarık alana uzattım. Ama acımasın diye dokunamadım. Hemen yerden kalkıp onun elini tutup onu da kaldırdım.

“Gel buz koyalım oraya.”

Elinden asıla asıla mutfağa götürdüm. Ben önde o arkada mutfağa girmiştik. Onu sandalyeye oturtup elini bıraktım buz torbasını dolaptan aldım.

“Elimi tutabilir misin? Canım hala acıyor da.”

Ona sinirle baktım. Benimle uğraşmasa olmazdı. Elimdeki buz torbasını yavaş yavaş gözüne doğru yaklaştırdım. Cildine değen soğuklukla birden kafasını geriye çekti.

“Anıl dur bak moraracak.”

“Zaten canım acıyor üstüne bir de buz eklenince daha kötü oluyor.”

Yere çömelerek buzu yüzüne tutmaya devam ettim.

“Bir şey olmaz biraz sık dişini. Buzu çekip krem süreceğim oraya.”

“Benimle ne güzel ilgileniyorsun sen öyle. Yok canım acıyacak diye korkmalar, elimden asılıp getirmeler, buzu tutmalar, krem sürmeler güzelim sen arada bana bir tane yapıştır ya valla.”

Açık olan gözüne baktım. Ayaklarım ağrımıştı çömelerek oturmaktan. Bir kolumu dizine koydum düşmemek için. O da eliyle hemen kolumu tuttu.

“Anıl sus istersen burada vicdanımı rahatlatıyorum zaten.”

Güldü. Fakat gülmesinin hemen ardından yüzünü ekşitmişti. Canı cidden acıyordu. Bu haline içim cız etmedi değil ama ne işin vardı be adam uyuyan insanın tepesinde. Sabri baba mutfağa girdi.

“Ne oldu? Kavga mı ettin sen?”

“Yok Sabri bey. Telefonla konuşmak için sizin odanıza girdiğimde Dolunay orada uyuyordu. Uyanır uyanmaz da sağlamından bir tane yapıştırdı.”

Sabri baba kaşlarını çattı. Sanırım azarım yolda bana koşa koşa geliyordu.

“Ne işin vardı uyuyan kızımın o kadar yakınında?”

Ben beni azarlayacak diye düşünürken Sabri baba Anıl’a çıkışmıştı. Hadi bakalım cevap ver Anılcığım ne işin vardı o kadar yakınımda? Keyifle ona baktım. Onun suratı ise gerilmişti.

“Üzerindeki örtü açılmıştı. Üşümesin diye üzerini örtüyordum o anda oldu tüm her şey”

Sabri baba çatık kaşlarıyla ona bakmaya devam etti.

“Öyle olsun bakalım”

Deyip mutfaktan çıkmıştı. Ben ise daha fazla kendimi tutamamış kahkahayı patlamıştım. Güleceğim derken bir de götümün üzerine düşmüştüm.

“Ne gülüyorsun kadın? Kalk da şu buzu tut.”

Hemen yerden kalkıp buzu onun eline verdim. Ellerim soğuktan kıpkırmızı olmuştu.

“Al buzunu kendin tut ben de arabadan kremi getireyim.”

O buzu alırken ben de mutfaktan çıktım. Cam kenarında ki masada oturan Buğra bana el salladı. Ona gülümseyip hemen arabama gittim. Arka tarafındaki acil durum çantamdan kremi buldum. Bu çantayı yanımızdan ayırmıyorduk çünkü Emirle benim ne zaman başımıza dert açacağımız belli olmuyordu. Hemen yanına geri döndüm. Elimden buzu bırakmış. Telefonunun kamerasıyla gözüne bakıyordu. Beni yine bir gülme tutmuştu.

“Çok kötü olacak gibi baksana.”

Kremin kapağını açıp yanına yaklaştım.

“Merak etme bu krem çok iyi gelecek bir şeyin kalmaz.”

Gözünün etrafındaki ıslaklığı bir peçeteyle aldım. Peçeteyi değirmekten korkuyordum ama yapacak bir şey yoktu. İşaret parmağıma kremden sıktım.

“Gözünü kapat da krem içine girmesin.”

Hemen dediğimi yaptı. Yavaş ve dikkatli olmaya özen göstererek kremi sürmeye başladım. Canı acıyor ama asla kendini geri çekmiyordu. Sürme işlemini bitirdiğimde konuştum.

“Bu krem sende kalsın uyumadan önce de sürersin.”

Acıyla karışık güldü.

“Sen böyle durumlarda nasıl tepki verirsin ‘ayy çok iyisin çok teşekkür ederim uyumadan önce sürerim artık’.”

Benim sesime benzetmek için erkeksi sesini inceltmişti. Güldüm ardından üzüntüyle konuştum.

“Özür dilerim. Sana vurmak istemezdim. Ama ne olduğunu bile anlayamadım birden gözümü açtığımda olan olmuştu zaten.”

Gülümseyerek bana baktı. Gerçekten yaptığım şey için üzgündüm. Adamın gözü gerçekten kötü moraracaktı ve Anıl sıradan bir insan değildi herkes tarafından bilinen sayılan önemli bir iş adamıydı. Gözlerimdeki üzüntüyle ona bakıyordum. Yerinden kalktı bir koluyla beni kavrayıp hemen kendine asıldı. O beni sarmalarken ben onun göğsüne yapışmıştım tüm kokusunu çok net bir şekilde alıyordum asla ağır ve rahatsız edici bir kokusu yoktu.

“Ben sana ne dedim güzelim. Senden gelen her şeye eyvallahı var bu bedenin demedim mi? Üzülme geçer elbet yüzümdeki morluk sonsuza kadar benle kalacak değil ama sen sonsuza kadar benim yüreğimde saklı kalacaksın.”

Bazen o kadar güzel laflar söylüyordu ki taşlarla örülmüş kalbimde bazı taşlar yerinden kıpırdıyordu. Beni kendinden ayırdı.

“Hem ne güzel işte sen uyuyor olsan bile kendini koruyabiliyorsun. Bu beni rahatlattı emin ol.”

Ona bilmiş bilmiş bakıp ellerimi göğsümün altında birleştirdim.

“Ben her zaman her şekilde kendimi korurum hayatım sen merak etme”

Gözleri ışıldadı.

“Hayatım mı?”

“Lafın gelişi dedim Anıl ya off!”

Bana bir adım yaklaşırken ben de bir adım geri gittim. Arkamdaki tezgaha yaslanmamdan dolayı bu hamlem gereksiz olmuştu çünkü bir adım daha atıp dibime girmişti. Kollarını tezgaha koyup beni iyice çevreledi.

“O laf hep öyle gelsin hatta ipini koparsın koşsun gelsin.”

Beni tezgahla kendi arasına sıkıştırmıştı resmen. Yutkundum ve konuştum.

“Diğer gözündeki morluk için pişman olmayacağım bil istedim.”

Sabri babanın konuşma sesi gelmesiyle Anıl’ı ittirerek uzaklaştım. Ardından da mutfaktan dışarı çıktım. Anıl da yanıma yetişmişti.

“Umarım telefon aracılığıyla işittiğim o şeyleri bir de telefonsuz işitmem nasip olur diye düşünüyorum ne dersin?”

Hatırlattığı konuşmayla olduğum yerde durdum. Yanaklarım hemen ısınmaya başlamıştı bile. Yumuşak bir tonda konuştum.

“Anıl”

“Söyle güzelim”

“Bak kız-“

Durdum söyleyeceğim laflar beni bile ikna etmiyordu ki onu ikna etsin. Kızın kendini beğenmiş olması ya da bana üsten üsten bakarak yaptığı Anıl beni unutamaz imasının yüzünden yaptığımı desem Anıl daha çok mutlu olacaktı duyduklarıyla.

“Devam et hayatımın anlamı dinliyorum”

Gözlerine bakmayı bile istemiyordum.

“Aman boş ver dediysem dedim ohh iyi oldu delirdi defoldu gitti.”

Keyifli kahkahası eşliğinde bana baktı. Sanırsam ona karşı yelkenleri bu kadar suya indirmemeliyim zira hepsinin suya batmasına çok az kalmıştı.

“Dolunay abla kasada müşteri var bir ilgilensene”

Garsonun yanımdan geçerken sarf ettiği sözlerle onu arkamda bırakıp kasaya ilerledim. Kasanın yanındaki vitrinden müşterinin istediği kurabiyeleri doldurmaya başladım. Bir yandan da Anıl’ın oturduğu masayı takip ediyordum. Gözünün halini fark etmeleri çok uzun sürmemişti. Müşterinin isteklerini hazırlayıp ödemesini aldım. Kasanın olduğu yerdeki sandalyeye oturup ödeme yapacak müşterilerle ilgilenmeye devam ettim.

“Kızım”

“Efendim baba”

Sabri baba iyice yaklaştı.

“Seni gelir gideri hesaplayalım diye çağırmıştım. Ama bak arkadaşların gelmiş sonra yaparız biz işimizi sen hadi onların yanına git.”

Gitmeyi istemiyordum.

“Yok baba gel odana geçip yapalım aradan çıksın o”

“Arkadaşlarınla ilgilen kızım onu yarın bir gün yaparız. Hatta şimdi de bırak kasayı falan geç yanlarına biz hallederiz”

Onu kafamla onaylayıp kasanın arkasından çıktım.

“Tamam baba ama gece çıkmadan ben hesaplar öyle çıkarım. Bu aralar yoğun çalışmam lazım buralara uğrayamam.”

“Tamam kızım sen bilirsin”

Anılların yanına gidip onun yanına oturdum. Elimi oturduğumuz koltuktaki boş olan yere koymuştum. O ise yavaş yavaş elini yaklaştırıp elimi kavramıştı. Başparmağıyla elimin üzerini okşuyordu. İlk başta tepkisiz kalsam da ona karşı olan bu yumuşamamın onda uyandıracağı beklentiyi aklıma getirip elimi hızla çektim.

“Yengem eline sağlık nur topu gibi bir morluğu olmuş Anıl’ın”

“Bu ne sevinç canım kardeşim Buğra”

Anıl ona karşı sert bir dille konuşmuştu. Birden bu kadar sinirlenip konuşması beni germişti. Fakat Buğra çok oralı olmamıştı.

“Yengem nasıl oldu sen anlatsana bu adam anlatmıyor”

Göz ucuyla yanımdaki Anıl’a baktım.

“Ben de anlamadım ki nasıl olduğunu uyuyordum, uyandığımda ise Anıl çoktan yumruğu yemişti.”

Sinir bozukluğuyla güldüm.

“Dolunay bana da kendimi savunmayı göstersene bir gün”

Esin’e baktım bunun için çok narin ve kırılgandı.

“Sana Kağan gösterir ya. Benden daha iyi anlatır.”

“Merak etme ben sana gösteririm”

Kağan da beni onaylamıştı.

“Dolunay kızım seni rahatsız etmeyecektim ama köşedeki masa senin ilgilenmeni bekliyor. Onlara bak geri gel arkadaşlarının yanına olur mu?”

Sabri baba konuşmasının sonunda kafamın üzerine babacan bir öpücük kondurmuştu. Onu onayladım hemen. Anıl ise hangi masa olduğuna bakıp masadaki kadınları görmesiyle kafasını çevirdi. Kadınların masasına gittim.

“Buyurun nasıl yardımcı olabilirim?”

“Özel yapım pasta siparişi vermek istiyoruz. On kişilik olacak.”

Elime hemen kâğıt kalem aldım yanlarına geri döndüm kendi aralarında konuşuyorlardı. Benim gelmemle susup bana döndüler nasıl bir pasta istediklerini anlattılar. Tüm isteklerini not aldım.

“Başka bir isteğiniz var mı?”

Kadın çekingen bir ifadeyle konuştu.

“Aslında var”

Kafasıyla Anıl’ı işaret edip bana geri döndü.

“Beyefendiyle yakınsınız sanırsam. İletişim numarasını alabilir miyiz?”

Arkamı dönüp Anıl’a baktım ardından da kadına geri dönmüştüm. Kadınların içimdeki sinir yüklenmesini gözlerimden görebildiklerini düşünüyordum. Sakin bir ifade takınmaya ve sesimi alçak tutmaya özen gösterdim.

“Evet, yakınız hatta kendisi benim nişanlım oluyor.”

Neydi şu günlerde olan Anıl aşkları bu kadınların? Dün o salak kız bugün bunlar.

“Biz-biz özür dileriz. Bilmiyorduk öyle olduğunu”

Telaşla konuştu. Elimdeki kağıdı ona uzattım.

“Özel sipariş pasta almıyoruz bu günlerde hanımlar. Size iyi akşamlar dilerim.”

Anıl’ın yanına geri döndüm. Tamamen ona dönüp onu baştan sona süzmeye başladım. Ben mi göremiyordum bu kadınların gördüğü cevheri, benim niye o kadar ilgimi çekmiyordu bu adam. Ya da gerçekten ilgimi çekmiyor muydu? İki de iki gidiyordum ona olan ilgiyi fark edip tırnaklarımı çıkartmakta. Sanırsam kendimi kandırıyordum. İlgimi çekmemesi imkansızdı böyle bir adamın. Bunu fark etmem beni sinirlendirmişti Anıl’a bakarken kaşlarım çatılmıştı. O ise ne yaptığıma bakıyordu. İlk önce kafeye hızlı bir bakış attı ardından da gülümseyerek kulağıma doğru yaklaştı. Boyun girintime öpücük kondururken fısıldadı.

“Senden başkasına haram bu gözler. Sinirli sinirli bakma.”

Benden uzaklaşırken duyduklarım karşısında öylece kalakalmıştım. Nasıl anlamıştı ne olduğunu? Kahverengi gözlerine bakmaya başladım. Bu adam benim düşündüğümden daha iyi bir gözlemciydi ve yine benim düşündüğümden daha zeki bir adamdı. Çalan telefonumla gözlerimi ondan çektim. Kendi babam arıyordu. Aramayı reddettim. Bir iki kere daha aramıştı yine açmamıştım. Ardından Anıl’ın telefonu çaldı. Gördüğüm isimle gözlerimi devirdim.

“Buyurun?”

Anıl soğuk bir sesle konuşmuştu. Ona yaklaşıp telefonu duymaya çalıştım.

“Dolunay’a ulaşamıyorum. Dikkat et kaçıp gitmesin. Fırsatını bulduğu ilk anda kaçar ve onun kaçması benim sorunum değil.”

“Yanımda”

Tek kelimeyle yanıtlamıştı.

“İyi söyle ona bir delilik yapmaya kalkmasın. Bilsin ki o sandalye hala sallanıyor”

Kastettiği şeyle telefondan uzaklaştım. Elim titremeye başlamıştı. Nefes almak bile zor geliyordu. O kadar vicdansız bir insandı ki o, ondan hep nefret edecektim. Ellerimi yumruk yapıp sakinleşmemi sağladım.

“Beni bu şekilde uygunsuz saatlerde arayıp rahatsız edemezsiniz. Her şeyin bir saati var. Ben sizin her aklınıza geldiğinde arayacağınız birisi değilim.”

Anıl benim halimi fark etmişti. Konuşmasının ardından telefonu hiç beklemeden kapattı.

“Dolunay iyi misin yüzün bembeyaz oldu?”

Esin’e gülümsedim.

“İyiyim”

“Ne demek oluyor, o sandalye hala sallanıyor bilsin demek?”

Derin bir nefes aldım. Anıl ben söylemesem bile ne yapar eder bunu öğrenirdi. Dudaklarımı ıslatıp masanın üzerinde ellerimle oynamaya başladım.

“Küçükken beni döverken kırdığı sandalye ayağından bahsediyor. O ayağı yerine takmıştı. Daha sonrasında her beni döveceğinde o ayağı kullandı. Hastanelik edene kadar durmadan döverdi. Onu diyor yani”

Buruk gülümsememle cümlemi bitirdim.

“Nasıl küçücük bir çocuğa kıyabilir?”

Esin hayretler içinde sordu.

“Benden nefret eden hep ölmemi isteyen birisiydi. Onun için vicdanın önemi yoktu. Her darbesini belki ölürüm diye indiriyordu. Suçumun olması ya da olmaması da önemli değildi, işte canı sıkılsın gelir benden çıkarırdı acısını. Sadece bir keresinde suçluydum toplantıda hediye edeceği çok pahalı bir vazoyu kırmıştım. O kadar korkmuştum ki cam parçalarını ağzıma doldurmaya çalışmıştım sırf saklayabilmek için. Tüm ağzımın içi, dilim kesiklerle doluydu. Ağzımdan akan kanları görmesine rağmen yine hiç acımamıştı. Bu olayın sonunda ise ben bir buçuk aydan fazla bir süre hastanede yattım. Zaten bu olayın etkileri hala da devam ediyor. Cam kırığı görünce dayanamıyorum. Nefesim kesiliyor, midem bulanıyor ağzımda o kanın tadını hissediyorum ardından da camları ağzıma koymaya çalışıyorum.”

Acıyla güldüm. Hepsi duyduklarının şokuyla bana bakıyorlardı.

“Ne zamana kadar sürdü bu şiddet?”

Kağan durgunca sordu.

“Yaklaşık ortaokula gidene kadar falan sürdü. Zaten ortaokulu ve geri kalan okul hayatımı yurtdışında ondan uzakta geçirdim. Benim için orada yaşadığım zorlu hayat bir kurtuluş ve özgürlüktü.”

Her şeyi dökülmüştüm. Hiçbir şey elbet sır değildi ama hepsini birden söylemek beni rahatsız hissettirmişti.

“Yenge orada nasıl zorlandın ki?”

Buğraya baktım.

“Şöyle Buğracığım, ben ve arkadaşım tam burslu kazandık okulu ama ailemizin maddi durumumdan dolayı kalacak yer ve maddi destek alamadık. Bursumuz sadece orada okumamızı sağladı kısacası. Her ikimizin ailesi de bizimle ilgilenmedi. Zar zor kalacak bir yer bulduk ama iki ayın sonunda parayı ödeyemediğimiz için kapının önüne koyulduk.”

Durdum. Esin tüm dikkatiyle bana bakıyordu.

“Sonra ne yaptınız, nerede kaldınız?”

Gülümsedim kız seneler geçmesine rağmen paniklemişti.

“Parklarda, dışarlarda yattık. Nöbetleşerek uyuyorduk zaten. Hava soğuk ve yağmurlu olduğunda ise okulun içinde saklanıp geceyi orada geçirmeye çalışıyorduk. Para kazanmak için köpek gezdiriyorduk. Sonrasında köpeklerini gezdirdiğimiz yaşlıların evlerini temizledik, yemeklerini yaptık, bahçelerini temizledik derken elimizde biraz da olsa para olmaya başlamıştı.”

Durdum onlar bana beklentiyle bakarlarken nefes alıp konuşmaya devam ettim.

“Evini temizlediğim Lydia isimli bir kadın vardı tek başına yaşıyordu. Bizim durumuzu öğrenince evin bir odasını bize verdi. Orada kazan kazan durumu oldu. Yani biz onun işleri için para almadık o da bize kalacak yer verdi. O ölene kadarki olan sürede daha da rahatlamıştık. Para bile biriktirmiştik. Ama biz liseye geçtiğimizde o vefat etti. Her ne kadar çocukları evde kalmamızı isteselerdi kabul etmedik ve sokaklara geri döndük. Her şeyin üzerine bir de tüm birikimimizi çaldırdık. Yine sersefil ortada kalmıştık sizin anlayacağınız.”

“Şaka yapıyorsun değil mi?”

Kafamı hızla sağa sola salladım.

“Keşke ama hepsi gerçek. Bir gün önümüze bir cüzdan düştü. İçini açtığımızda sahibinin Türk olduğunu gördük. Araba tamircisiydi. Cüzdandaki paraya hiç dokunmadan içinde kartta yazan dükkana gittik. Adam bizimde Türk olduğumuzu duyunca ve cüzdanını geri alınca çok sevinmişti. Onunla konuşurken durumumuzu ona da anlattık. Bize dükkanın arkasında bir yer verdi. Kalmamız için orası iyiydi. Bir yandan da onun çıraklığını yaptık orada. Geceleri orada olduğumuz için sıkıldıkça araçların tamirini yapıyorduk vakit geçiriyorduk. Yani hayatım bu şekilde geçti şimdide buradayım.”

Anıl bana döndü duydukları canını sıkmış gibiydi üzerinde kara bulutlar dolaşıyor yüzüne gölgesi düşüyordu.

“Ama senin ailenden gelmeyen bir variyetin var. Kumarda kaybedilmiş olan paranın üç dört katını verebilecek bir durumun var?”

Kafamla onu onayladım.

“Evet. 17 yaşımda her şey bitti benim için dediğim bir anda rastgele yarışmaya katılmış ardından da yarışmayı düzenleyen şirketle çalışmaya başlamıştım. Ondan sonra hayatım düzene girdi zaten şu an bile hala o şirketle çalışıyorum.”

Bu sefer Kağan bana döndü.

“Sormaya korkuyorum ama her şey benim için bitti dediğin an neydi?”

Bir an söyleyip söylememek arasında kalsam da zaten her şeyi döküldüğümü onu da söylesem bir şey olmayacağını bildiğimden söylemeye karar verdim.

“İntihar etmiştim. Son anda arkadaşımın fark etmesiyle kurtuldum. Biricik babam bunu duyunca hastanenin telefonundan bana ulaşıp ’bir ölmeyi bile beceremedin’ diye kızmıştı ”

Onlar tüm dediklerimi şaşkınlıkla dinlerlerken güldüm.

“O kadar da kötü değil be. Abartmayın hayatım eğlenceli geçti en azından. Her istediğimi hiçbir kısıtlama olmadan aklıma geldiği gibi yaptım. Neyle uğraşırsam uğraşayım o işin en iyisi oldum. Çünkü bir ailem olmadığı için zaman ya da mekan kısıtlamam olmadı. Kendime yetmeyi öğrendim. Kendi ayaklarım üzerinde durmayı öğrendim. Bir daha olsa aynı hayatı tüm zorluklarına rağmen seçerdim.”

Anıl bana yaklaşıp kolları arasına beni aldı. Bıkkınlıkla konuştum.

“Her şeyi aştım, her zorluğun üstesinden geldim ama bu adamın temasta bulunmasına engel olamıyorum yok anlatamıyorum ben bu adama dokunma adam bana!”

Kollarını kendimden uzaklaştırdım. Diğerleri gülerken Anıl bu durumdan her zamanki gibi çok da memnun değildi.

Dükkan boşalmaya başlamıştı. Sabri baba iki tane defteri alıp yanıma geldi.

“Hadi kızım hesaplayalım ben de eve gideceğim”

Defterleri önüme çektim.

“Baba sen git eve ben hesaplar bırakırım senin odana. Dükkanı da kapatırım merak etme sen”

Gözlerime baktı.

“Yok kızım ikimiz hallederiz şimdi tek başına yapma”

“Bir şey olmaz baba hallederim ben sen hadi geç eve”

Bugün yeterince yorulmuşa benziyordu. Daha fazla ısrar etmedi.

“Tamam o zaman sen hesapla dükkanı kapat eve gel”

“Baba beni şu bir iki hafta çok beklemeyin aralıksız çalışmam lazım. Şimdi gider gitmez de çalışmaya devam edeceğim işler yetişmeyecek değilse”

Kafasıyla beni onayladı. Sonrada dükkandan çıktı.

“Ne güzel gerçek bir baba kız gibisiniz.”

Güldüm.

“Kesinlikle öyle”

Kağan eline eşyalarını aldı.

“İyice geç oluyor hadi biz kalkalım”

Buğra ve Esin de onunla birlikte hareketlendi. Yerinden kımıldamayan tek kişi ise Anıl’dı. Onların gitmesiyle birlikte dükkanda bir tek Anıl’la ben kalmıştık. Başka müşteri gelmesin diye kapıyı arkadan kilitledim. Fazla olan ışıkları da kapatıp Anıl’ın yanına geri gittim. Masaya oturmamla yanıma yaklaşıp beni kollarının arasına aldı.

“Sen temas bağımlısı falan mısın be adam?”

Kafasını saçlarıma yaklaştırırken konuştu.

“Aslında temastan nefret ederim. Ama sen benim tüm ayarlarımı bozdun kadın.”

Dediği bir anlık boşluğuma geldi ve gülümsedim. O ise gülümsememi fark etmemiş saçlarımın kokusunu içine çekiyordu. Belimdeki kollarıyla imkanı varmışçasına beni daha da yakınına çekti.

“Yaşadığın her bir şeyin bedeli olacak o şerefsize, sen hiç merak etme. Başına öyle şeyler gelecek ki sana yaptıklarından dolayı olduğunu hep bilecek. Hayatını kaydıracağım onun.”

Dedikleriyle kahkaha attım olanları bu kadar benimsemesi komikti. Ondan kendimi uzaklaştırdım.

“Hiçbir şey yapmayacaksın Anıl. Bu benim davam. Elbette bir bedel ödeyecek ama bunu ben yapacağım sen değil. O altın harflerle yazan ismini ayaklar altına aldıracağım. Bedel ödeyecek kişi tek o olmayacak liste kalabalık Anıl bey.”

Kafamı ona çevirdi. Gözlerindeki üzüntü bulutlarıyla gözlerime baktı.

“Her kim olursa olsun hatta bu listeye ben de dahilsem bile sana yardımcı olmaktan geri durmayacağım bunu bil”

Ona cevap vermedim. Önüme dönüp defterleri açtım ve hesap kitap işleriyle uğraşmaya başladım. O ise yine bana yaklaşmış kollarını etrafıma sarmıştı bile. Nasıl yaptığımı anladığında ise hemen yardım etmeye başlamıştı.

Birlikte işimizi bitirdikten sonra dükkanı kilitleyip onu evine bırakmak için araca bindik. Evine geldiğimizde arabadan inmeden önce beni öpmek için hamle yaptığında kendimi geriye doğru çekip ona engel oldum.

“İyi geceler kadın. Dikkatli git.”

O arabadan inerken konuştum.

“İyi geceler adam”

Evine doğru ilerlerken bende aracımı hareketlendirdim. Bir yandan da David’i aradım. Ama aramamı yanıtlamadı ben de ona ses kaydı atmaya başladım.

“Yarışmada kimliğimi açıklamak istiyorum artık zamanı geldi. Çalınan tasarımlarım için işlem yapmamız lazım ben sana kanıtları atacağım sen yarışmanın olduğu akşam bu işlemi başlatacaksın tüm evraklar hazır olsun. Yarışmanın ön elemesinde bile çalınan tasarımlarım var. İlk yarışmanınkileri açıklayacağız ardından da diğer çalınan tasarımları açıklayacağız. Sen her şeyi hazırla”

Şimdi tam sırasıydı kendimi açıklamamın. Bu kadar prestijli bir yarışmada kendimi açıklamak çok iyi reklam olacaktı. Emir’in gelmesiyle kendi şirketimizi kurmak için işlemlere başlayacaktık. Normalde yurtdışında açmak istediğimiz şirketi Türkiye de açmaya karar vermiştim. Fakat bu kararımı daha Emir’le paylaşmamıştım. Geldiğinde olanı biteni anlatınca buna karşı çıkacağını sanmıyordum çünkü her şeyin bir bedeli olmalıydı.

Canım kuzenim Pelin ise bana intikam basamaklarını hazırlamamda öyle güzel yardımcı oluyordu ki, kendisi benim tasarımcı olduğumu gayet iyi biliyordu ve tasarımlarımı aşırmaktan da asla geri durmuyordu. Odama kurduğum gizli kamera sistemi ise elimdeki en iyi kanıtlardan biri olacaktı. Onun çalması için yem olarak kullandığım tasarımlarımın hepsini kendi odamda kameraya göstere göstere yapmıştım. Tasarım bittikten sonra ise tam halini net görünsün diye kameraya tutmuş ve Pelin’in alması için odamda bir kenara koymuştum.

Yarışmanın ön elemesini benim tasarımlarım sayesinde geçmişti. Adım gibi emindim ki yarışmaya katılacağı 12 elbise içinde de benim tasarımlarım olacaktı.

Babamın evine gelmiştim sessiz olmaya özen göstererek kapıyı açıp içeriye girdim. Uyuyor olmalıydı. Yavaş adımlarla kendi odama çıkıp kameranın kayıtlarını aldım. Ardından da odamda bırakmak istemediğim eşyalarımı ve kıyafetlerimi valize doldurdum. Olabildiğince ses çıkartmamaya özen gösteriyordum. Valizleri hazırladıktan sonra aşağıya indirip arabama yerleştirdim. Ardından da hızla oradan uzaklaştım. Atölyeme gidip çalışmama kaldığım yerden devam ettim.


Loading...
0%