Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@mi.mundo

Neredeyse 3 gün olmuştu ve ben hala atölyede çalışıyordum. 3 gündür akşam altı gibi Anıl geliyordu onunla biraz garajda oturduktan sonra çalışmaya geri dönüyordum. Çalışmaktan çok sıkılmış ve bunalmıştım ama bir yandan da değmişti bu kadar çalışmama. İki elbise cansız mankenlerin üzerinde neredeyse hazır bir durumdaydı ve elimdeki elbise ise bitmek üzereydi bu tempoda çalışmaya devam etmem lazımdı ama daha fazla düzgün bir şekilde uyuyamazsam bayılıp kalacaktım. Evet, ara ara uyuyordum ama çok verimli uyuyamamıştım. Yanıma cüzdanımı ve çantamı alıp yakınlarda ki otele gitmek için bir taksi çağırdım. Kendi aracımla gitmeyi gözüm kesmemişti. Atölyenin önünde bekleyen taksiye binmek için kapısını açtığımda taksinin kapısını arkamdan biri geri kapattı.

“Nereye gidiyorsun?”

Anıl gelmişti.

“Biraz uyumaya gidiyorum ileride bir otel var.”

Tekrar taksinin kapısını açacağımda yine engel oldu.

“Burada uyusana.”

Taksici bekletildiği için sinirlenmişti kornaya sinirle bastı. Anıl cama doğru eğildi ve cüzdanından bir miktar para çıkartıp taksiciye uzattı.

“Sen devam et kardeşim bekleme bizi. Biz hallederiz.”

Adam daha fazla durmadan hemen hareketlendi.

“Burada uyuyacağım yatak ya da koltuk yok. O yüzden otele gideceğim.”

Gerçekten artık uyumak istiyordum. Elini belime koydu beni kendi aracına doğru yöneltti. Ona engel olmadım.

“Gel güzelim, ben seni götürürüm otele”

Ona itiraz etmedim önemli olan otele gitmemdi nasıl gitmem değildi. Yolcu koltuğunun kapısını açıp benim binmemi bekledi. Ardından kendisi de yanıma yani sürücü koltuğuna oturdu.

“Dolunay bu şekilde çalışman çok sağlıklı değil biliyorsun değil mi? Düzgün bir çalışma programı oluştur kendine o şekilde çalış. Şu haline bir bak neredeyse ayakta uyuyorsun.”

Onu birkaç mırıldanmayla geçiştirmiştim. O aracı sürerken ben ise çoktan gözlerimi kapatmıştım.

Anıl’dan

Araca biner binmez uyumuştu. Ne işiydi bu kadar yetişmesi gereken bir türlü çözememiştim. Ona ne işle uğraştığını sorduğumda yanıtlamıyordu. Öğrenmek için araştırsam da asla bulamamıştım ne işle uğraştığını. Geçen akşam garajın üstündeki kısma ben Dolunayı oyalarken bakması için bir adam yollamıştım ama takılı olan alarm yüzünden bakamamıştı.

Onu biraz ileride olan kendi otellerimden tekine getirdim. Arabadan inip onun kapısı açtım.

“Dolunay, hayatım hadi kalk.”

Hiç kıpırdanmadan yatmaya devam etti. Ona biraz daha yaklaştım.

“Hadi güzelim kalk geldik otele. Odada uyursun.”

Kıpırdandı ve gözlerini bile açmadan kollarını boynuma doladı. Bu haline gülümseyip onu kucağıma aldım. Yanıma yaklaşan vale bana selam verip aracı park etmeye götürdü. Otelden içeriye adımımı atmamla birçok çalışan bizi fark etmişti.

“Hoş geldiniz efendim.”

Kucağımdaki Dolunay’a ve onu taşıyan bana tuhaf bir şekilde bakıyorlardı.

“Bize bir oda ayarlayın.”

Çalışan tabletine bakıp hemen bana döndü.

“Efendim kral dairesi boş sizi oraya alalım.”

Kafamla onu onayladım. Normalde Dolunay’la kalmayı planlamıyordum ama neden kalmayaydım ki? Ayağıma gelen bu fırsatı geri çevirmemeye karar vermiştim. Hem uyanacağa da benzemiyordu. O uyanana kadar bir sıkıntı yoktu ama uyanınca beni öldürebilirdi. Bunu göze alarak asansöre gittim. Görevliyle birlikte asansöre binmiştik.

“Anıl?”

Uyku haliyle konuştu.

“Efendim güzelim.”

Bir daha cevap vermemişti. Rüyasında beni mi görüyordu acaba? Kendi kendime gülümserken bunu ona sorduğumu düşündüm. Bana cevap olarak “rüya değildir o olsa olsa kabustur” derdi herhalde.

Kata geldiğimizde görevli bizden önce indi asansörden, o kapımızı açarken ben Dolunay’ı içeri soktum. Görevli ışıkları ayarlayıp odadan çıkmıştı. Dolunay’ı yatağa yatırdım ben de oradaki koltuğa oturup beklemeye başladım saat daha akşam yedi bile değildi. Hiç uykum da yoktu.

Biraz onu izledikten sonra görevlilere odadaki telefon aracılığıyla ulaşıp arabamdaki evraklarımı istedim. Boş durmak yerine çalışmam daha iyi olacaktı.

Odadaki içki standından kendime bir şeyler doldurup çalışmaya başladım. Ben evraklara boğulmuş uğraşıyorken Dolunay yine benim adımı telaffuz etti.

“Anıl.”

Bulunduğum yerden ona bakmaya başladım bana seslenmesine rağmen hala uyuyordu. Bir kaç saattir evraklarla uğraşıyordum ister istemez mental olarak yorulmuştum. Kalkıp onun yanına ilerledim. Ona yaklaşırken fark etmiştim ki üzerindeki tişört benim dolabımdan aldığı tişörtü. Kafa karışıklığı ve mutlulukla ona baktım. Onun tarafından mutlu edilmem bu kadar kolaydı işte. Ondan çok fazla bir şey beklemiyordum sadece beni sevsin istiyordum.

Işıkları kapatıp yanına gidip yattım. Ben benim yanına yattığımı fark edip yanıma yaklaşacağını düşünmüştüm ama öyle olmamıştı. Çok yorgun olduğu için uyandırmayı göze almayıp ben de ona yaklaşmamıştım. Gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım. Yataktaki hareketlilikle gözlerimi açmadan ne yapacağını bekledim. Uyanmıştı bana doğru yaklaştı. Bir süre bekledikten sonra ise elleri saçımla buluştu. Gözlerimi açmamak için kendimle adeta savaş vermiştim. Dağılan saçımı düzeltmişti.

“Senden nefret ediyorum adam.”

Fısıldadı. Deli kadın uyuyan insana olan nefretini söylüyordu hem de ben onun beni sevmesini beklerken.

“Ama en çok neyden nefret ediyorum bilmiyor musun? Senden gerçekten nefret etmemekten nefret ediyorum.”

Cümlesini anlamaya çalışıyordum. Benden nefret edemiyordu demek ki. Cümlesi bende ağır bir etki bırakırken durdu kısa bir sürenin ardından konuşmasına devam etti.

“Bana iyi gelmiyorsun Anıl. Hep bana diyorsun ki dengemi bozuyorsun diye ama asıl bende denge kalmadı. Şuna bak rüyamda bile seni görüyorum. Beni bir başıma bırakıp koyup gidiyordun rüyamda. Hoş rüya demeye bin şahit isterdi ya kabus gibiydi.”

Demiştim beni gördüğü rüyaya kabus diyeceğini. Fakat bir yandan yanılmıştım ben beni gördüğü için kabus diyeceğini sanırken o onu bırakıp gittiğim için kabus diye nitelendirmişti. Çarpan kalbime rağmen hala uyuyormuş gibi yapıyordum.

“Uzak dur adam benden sevme beni. Yanında tutmaya çalışma beni. Eğer sen de beni tek başıma bırakacaksan biran önce git. Ben artık bu sevilmeme hissiyle başa çıkamıyorum çünkü. Ben annesinin babasının sevmediği, istemediği kişiyim sen beni niye seveceksin ki?”

Sonlara doğru sesi ağlamaklı çıkmıştı. Sustu konuşmasına biraz daha fazla ara vermişti bu sefer. Sonra tekrar konuşmaya başladı.

“Bu böyle olmayacak biran önce evlenelim. Ertesi günü ise boşanır ben buralardan giderim. En iyisi bu olacak.”

Biri ona söylemeliydi ki bu olayı rüyasında bile göremezdi.

“Sen gerçekten seni sevecek birine layıksın adam. Ben sevmeyi bilmiyorum. Sen sevmeyi bilen birini sev. Acı çekme. Koşma bu kadar peşinden. Sana da yazık.”

Konuşması iyice sinir bozucu oluyordu. O sevmeyi öğreniyordu öğrenmese bile ben sadece onu istiyordum. Her ne kadar onu şu an susturmak istesem de yapmadım. Ben onun cümlelerini kafamda nereye koyacağıma şaşıp kalmışken o yeni cümleleriyle beni dumura uğratmaya devam ediyordu.

“Ben- ben sevmeyi öğrenebilir miyim hiç bilmiyorum ama kaçmayı çok iyi biliyorum. Tüm ilişkilerimde ki ilişki demeye bin şahit isterler ya neyse. Tüm flörtlerimde demek daha doğru olur sanırsam işlerin ciddiye bindiğini anlayan ben ortadan kaybolurdum. Gariptir ki senden kaçmayı bırak aramıza mesafe bile doğru düzgün koyamıyorum. Her seferinde kendimi sana karşı yelkenleri indirmiş bir vaziyette buluyorum. Fakat poyrazın çıkması çok yakın bunu da hissediyorum.”

Bu konuşmasını bir itiraf olarak nitelendirmem doğru muydu? Bana karşı bir şeyler hissetmeye başladığını mı söylüyordu ben mi yanlış anlıyordum? Acaba uyumayayım derken uyumuştum da tüm bunlar bir rüyanın parçası mıydı? Yatakta tekrar hareketlilik olmuştu. Yanıma doğru sokulup ilk önce yanağıma çok küçük bir buse koyup ardından da yatmıştı. Nefesini hissedebiliyordum. Bir süre sonra ise beni o cümleler ile bir başıma bırakıp uykusuna geri döndü. Onun uyuduğundan emin olup gözlerimi açtım. Kolumla onu sarmalayıp kendime doğru iyice yaklaştırdım. Onun busesinin aynısından ben de ona bıraktım.

Hala yanağımın o kısmında hissedebiliyordum dudaklarını ve hala kalbimin üzerinde hissedebiliyordum o cümlelerinin etkisini. Gecenin geri kalanında hiç uyuyamamış kollarımda o zihnimde düşünceler bir başıma kalmıştım. Deli kadın dedikleriyle altüst etmişti beni.

Bana eğer onu bırakacaksam git demişti. Benim onu bırakmaya niyetim yoktu. İki cihan bir araya gelse kimse beni ondan ayrı bırakamazdı.

Ayrıca ben beni sevecek birine layık değildim ben sadece ama sadece ona layıktım. O beni isterse sevmesin ben ikimizin yerine de severdim bizi. Diğer ilişkilerinde kaçtığından bahsetmişti, ama bana karşı ise bırak kaçmayı mesafe bile koyamadığından bahsetti. Bu iyi bir şeydi bana karşı farklı hissediyordu. Beni rahatlatan cümlesi bu olmuştu, bana karşı bir şeyler hissetmeye başladığının en büyük kanıtıydı bu cümle ama şunu anlamamıştım poyrazın çıkması yakın ne demekti? Bir türlü kafamda bir yere oturtamamıştım bu cümleyi. Bilmece gibi bir kadındı. Kafamın içinde sürekli bu cümleleri geçirmekten kafam kazan gibi olmuştu. Artık uyumaya karar verdim kollarımı ona iyice sardım sanki kaçmasını engellemek ister gibi, o da buna karşılık kafasını boynumun girintisine koymuştu. Nefes alışverişleri boynumu tatlı bir edayla okşarken gözlerimi uyumak için kapattım.


Yataktaki hareketlilikle gözlerimi açtım. Yataktan kalkmak üzereydi hemen bileğinden yakalayıp yanıma asıldım.


“Az daha uyuyalım kadın.”


Bileğini benden kurtardı.

“Anıl bırak beni. Hem niye sen benim yanımda yattın ki yine? Sadece otele getirecektin. Çok alışma benimle uyumaya.”

Sanki gece dibime bilerek giren o değilmiş gibi konuşuyordu.

“O dediğin için çok geç güzelim. Ben o zehri bir uçak yolculuğunda aldım bile. Vücut hep istiyor.”

Bana ters ters baktı. Yataktan kalkmasıyla ben de doğruldum. Şaşırtıcıdır ki saat yedi olmuştu.

“Sen bu kadar uyur muydun hatun?”

Kaşlarını çattı.

“Uyuyormuşum demek ki bey gördün mü?”

Aynaya dönüp kendi saçını başını düzeltmeye başladı. Ben de yataktan kalkıp onun yanına ayna önüne gittim.

“Güzelim istiyorsan sana tişörtlerimden bir kaç tane daha getireyim. Değiş değiş giyersin.”

Boncuk gözleri büyürken gıcık edici bir ifadeyle bana döndü.

“Aa bu senin miydi? Ben senin olduğunu unutmuşum ya. Karışmış tişörtler desene.”

Ona doğru bir kaç adım atmamla o da yatağa doğru gerilemişti. Gözlerimi bir an olsun boncuk gözlerinden ayırmıyordum. Gidecek yeri kalmadığında onu yatağa doğru ittirdim. O şaşkınlıkla bana bakarken ağırlığımı vermeden üzerine çıktım.

“Benim tişörtüm kimin tişörtüyle karıştı güzelim?”

Sert bir üslupla sormuştum. Bir kaç kere gözünü kırpıştırdı.

“Anıl kalk üstümden.”

“Kimin tişörtüyle karıştı kadın!”

Derin bir nefes alıp kendini sakinleştirmeye çalıştı. Kıpırdanarak benden kurtulmak için hamle yapıyordu. Neredeyse kurtulacakken bacaklarından tutup geri eski haline getirdim.

“Sana soru sordum.”

“Bana bak Anıl sabrım kalmıyor kalk üzerimden!”

Biraz da olsa ağırlığımı ona verdim kıpırdanmasına tamamen engel olmak için. Bir yandan da yanıtımı almadan kalkmayacağımın sinyalini vermiştim.

“Anıl son uyarım kalk üzerimden!”

O bağırırken ben sakince kendi sorumu yineledim.

“Kimin tişörtü?”

Hızlı bir hamleyle daha ben ne olduğunu anlamadan beni alaşağı etmişti. Hatta üzerime çıkmıştı bile. Nasıl tek hamlede cılız bir kadın benim gibi bir adamı devirebilirdi? Hem de hiç zorlanmadan…

“Sizi ilgilendirdiğini sanmıyorum Anıl bey. Kimin ya da kimlerin tişörtüyse size ne?”

“Beni öyle bir ilgilendirir ki kadın. Hatta bekle seninle geleceğim dolabındaki kıyafetleri eleyelim birlikte. Merak etme bir saate boşalan dolabını yenileriyle doldururuz.”

Dediğime kahkaha atmaya başladı. Yataktaki telefona hızlıca uzanıp onun bu halinin fotoğrafını çektim. Elimdeki telefona manevra yaptığında hızla telefonu kafamın üzerine doğru kaldırdım. Bunu beklemiyordu zaten üzerimde olan bedeni hafifçe öne doğru düştü. Dudaklarımız arasında kalan boşluğu doldurmak isterken o hemen kendini geri çekti ama üzerimden de kalkmadı.

“Dolunay hanım sizinle saatlerce bu şekilde kalabilirim benim için problem yok eğer ki sizde rahatsanız.”

Bu şekilde konuşmalarım onu hemen utandırıyordu. Bunu bildiğim için ona karşı hep böyle konuşmak çok hoşuma gidiyordu. Yanakları hafifçe kızarırken hemen üzerimden kalktı. Ben de onun kalkmasıyla yataktan doğruldum. Kapıya doğru giderken tişörtünün ensesinden kedi gibi kendime çektim sırtını göğsüme yasladım.

“O tişörtleri unuttum sanma. Konu burada kapanmadı.”

Derin bir nefes aldı.

“Kapanmasın Anıl bey ne fark eder?”

Bazen üstün yetenekleriyle çok fazla gıcık olabiliyordu. Bu beni hafif hafif delirtmiyor değildi ve o da sırf delirmem için yapıyordu.

“Kadın beni delirtiyorsun.”

Hızla benden uzaklaşıp kapıyı açtı ve çıktı. Asansöre bindiğimizde onunla uğraşma sırası bendeydi.

“Hayatım sen benden nefret mi ediyorsun? Rüyamda seni gördüm bana senden nefret edememekten nefret ediyorum gibi bir şey dedin.”

Hızla bana döndü gözleri sonuna kadar açılmıştı. Ya Dolunay hanım benimle uğraşma diye boşuna demiyorum sana. Keyifle ona baktım. Bu şekilde karşımda kalakalması büyük bir zevkti benim için. Boğazını temizleyip konuştu.

“Ben-ben mi?”

Yüzümdeki keyifli gülüş iyice büyürken konuştum.

“Hı hı sen hayatım”

Birden çıkıştı.

“Off Anıl niye senden nefret edeyim? Sen benim hayatımda nefret edebileceğim bir öneme sahip değilsin.”

Sabır Anıl sabır. Her şeyin anahtarıdır sabır. Sakin ol. En azından şu an beni delirtmek için bu şekilde konuştuğunu biliyorum o yüzden kendimi sakinleştirmem gerekiyordu. Hem dün gece tüm dediklerini duymuştum üstüne bir de beni yanağımdan öpmüştü. Düşününce bile sinirim kaybolmuş keyfim yerine gelmişti bile. Duran asansörden indi. Onun ardından ben de ilerlemeye başladım.

“Günaydın Anıl bey.”

Görevliye yaklaştım.

“Kaldığımız odayı kullanıma kapatın sadece bize özel olacak. Bir araç ayarlayın Dolunay hanımı istediği yere bırakın. Dolunay hanıma da iletişim numarası verin aradığı zaman onu bıraktığınız yerden alıp getirirsiniz buraya.”

Dolunay beni dinledi.

“Ne gerek var Anıl?”

Ters bir bakış attım ona. Daha da üstelemeyip dışarıya doğru gitmeye başladı. Onun gitmesini fırsat bildim.

“Dolunay hanım buraya gelmek için sizi aradığında bana mutlaka haber verin.”

“Tabi efendim, siz nasıl isterseniz.”

Dolunay’ın ardından gittim.

“Güzelim benim toplantım var ben oraya geçeceğim seni bırakacaklar istediğin yere”

“Taksiyle giderdim ben.”

Onu götürmek için araç gelmişti.

“Geldi aracın hadi bin sen.”

Bana bakıp sesini çıkartmadan onayladı. Ardından da araca bindi. Şoför koltuğundaki sürücüye eğilip baktım. Anında kaşlarım çatılmıştı. Bu çocuk niye bu kadar yakışıklıydı başka adam mı kalmamıştı bu deliyi götürecek.

“İyi günler efendim.”

“Sana da iyi günler. Yengeni istediği yere bırak. Dikkatli git.”

Çocuk beni kafasıyla onayladı. Dolunay ise arka koltukta telefonla uğraşıyordu. Acaba ben mi bıraksaydım onu diye düşünmeden edemedim. Onlar arabayla uzaklaşırken benim aracımda gelmişti. İçine binip aracımı hareketlendirirken onu aradım.

“Efendim?”

En azından ‘ne var?’ diye açmamıştı telefonu.

“Sen nereye gideceksin?”

Sırf soru sormak için sormuştum.

“Anıl beni nereden aldıysan oraya gideceğim. İşlerimi yetiştirmeye çalışıyorum biliyorsun.”

Sakince konuşmuştu.

“Tamamdır güzelim. Ben yine akşam altıda orada olurum.”

“Ayy lütfen ol Anıl, sen gelmezsen ben ne yaparım”

Alayla benimle konuşmuştu.

“Boş konuşmaya devam edeceksen kapatıyorum.”

Kapatmasın diye konuşmaya devam ettim.

“Ben boş mu konuşuyorum Dolunay? Şurada sana bir iki soru sordum sadece”

Bir süre hiçbir şey demedi. Ardından konuştu.

“Görüşürüz hayatım”

Ne yapmaya çalıştığımı anlamıştı demek ki benim zeki sevgilim. Hayatım kısmını ise vurgulayarak söylemişti.

“Hayatım sen çok zeki bir kadınsın. Hep böyle ol bu adam sana kurban olsun”

Yeterince sinirlenmiş olmalıydı ki telefonu yüzüme kapatmıştı. Bir daha aramadım çünkü açmayacağını da iyi biliyordum.

Şirkete gelmiş art arda iki toplantımı da yapmıştım. Yorgunlukla odama geçtim. Kendimi koltuğuma bırakıp yorgun gözlerle etrafa baktım. Tatil sezonu açılmak üzereydi ve bizim otellerimizin reklam çekimi daha hazır bile değildi. Telefonumun çalmasıyla telefona baktım.

“Efendim Buğra.”

“Abi Dolunay yengemin paylaştıklarını gördün mü?”

Buğra’nın beni arayıp haber vereceği kadar önemli ne paylaşmıştı ki bu kadın? Korkmadım değil.

“Görmedim kardeşim.”

“Abi kapatalım telefonu sen bak en iyisi paylaştıklarına. Sonra konuşuruz.”

Hemen telefonu kapattı. Dolunay sosyal medyalardan attığımız hiçbir isteğimizi kabul etmemişti sadece WhatsApp da paylaştıklarını görebiliyorduk daha fazla vakit kaybetmeden durumuna baktım.

Nefesim kesilmiş, büyüsüne kapılmış bir şekilde onun attıklarına bakmaya başladım. Denediği gelinliklerle çekinmiş olduğu fotoğraf ve videoları editlemiş ve onu paylaşmıştı. Gelinliklerin hepsi ona çok yakışmış onu içerisinde bir tanrıça gibi göstermişti. Kalbim yine hızla atmaya başlamıştı. Bu kadın benim hayatımda olduğu süre içerisinde bende kalp ritim bozukluğuna sebep olacak gibi duruyordu. Onun her bir haline, her bir hareketine bu kalp deliriyordu çünkü.

Paylaştığını defalarca izlemiştim. Hatta silinir diye ekran kaydı bile almıştım. Galerimde çok fazla fotoğraf ya da video bulundurmayan ben, deli kadını tanıdıktan sonra onun fotoğrafları ve videolarıyla doldurmuştum. Sabah çektiğim fotoğrafını da ana ekran fotoğrafı olarak ayarladım.

Attığı videoyu bir kere daha izlerken durumuna başka bir şey daha eklemişti. Yeni videoya geçiş yaptım. Altında ‘bu video daha güzel teşekkürler T.’ yazıyordu. Videoyu izlemeye başladım. Yine gelinlikli hali vardı ama çok süre geçmeden arkadaki müziğin ritmine uygun bir şekilde bir geçiş ayarlanmış Dolunay bir yarış aracının içine binmişti. Yarış başlamış araçla yaptığı hareketleriyle ve araç içindeki halleriyle video devam etmişti. Ardından bitiş kısmında aracını kaydırarak durdurup araçtan inmesiyle bitmişti. Kaşlarım çatılmıştı, videoyu bir kere daha izlemiştim. İllegal bir yarışa benziyordu. Bu deli kadın korkmadan nasıl böyle bir ortama girmişti. Bu tip yarışlarda olay eksik olmazdı ve polisler tarafından aniden basılabilirdi. Videodaki rahat ve özgüvenli duruşuna bakılırsa ilk kez yarışmıyordu böyle bir yarışta ve yarışı da kazanmıştı. Odamın kapısı tıklanmadan içeriye bizimkiler girdi.

“Gelin tabi müsaittim.”

“Off Anıl bakmadın değil mi Dolunay’ın paylaştıklarına. Ona defalarca dedim ya, damadın gelinlikli bir şekilde gelini görmesi uğursuzluk getirir diye ama yok dinlemedi. Açsa bir telefonunu sildireceğim de açmadı ki.”

Esin her zamanki gibi söyleniyordu.

“Siz asıl ikinci videoyu gördünüz mü? Off yengeme bak pisti duman etmiş”

Buğra’ya döndüm.

“Gördüm Buğra onu da gördüm”

Elimdeki telefonu bıraktım.

“Hiç anlamıyorum ki canını nasıl hiçe sayabiliyor? Olduğu yere bak hep it kopuk kaynıyor.”

Kağan karşıma oturdu.

“Anıl o kız kendini koruyabilecek biri. Ayrıca o kız şatolarda, saraylarda ya da yalılarda büyümemiş o zaten öyle ortamlara ait.”

Doğru diyordu. Ona hak vermem uzun sürmemişti. Dolunay beni odaya çekip konuştuğu zamanda demişti ben sokaklarda büyüdüm diye.

“Dolunay, sana demedim mi Anıl’ın seni gelinlikle görmemesi lazım diye?”

Sonunda ona ulaşmıştı.

“Dedin Esin.”

Bunu derken göz devirdiğine kalıbımı basabilirdim.

“Ee o zaman niye paylaştın?”

“Ama beni canlı olarak görmedi ki. Bir şey olmaz internetten görmesinden”

Esin iyice deliriyordu.

“Ayy Dolunay sen insanı öldürürsün ha benden demesi! Kızım ne fark eder ya canlı görmüş ya da internetten görmüş! Düğünden önce uğursuzluk olacak ya.”

“Off Esin boş ver artık olan oldu. Bakmış bile durumuma. Uğursuzluk olsa ne olacak ki?”

Dolunay’ın rahat tavrına güldüm. Bana göre haklı olan oydu, Esin gereksiz yere abartıyordu.

“Uğursuzluk yüzünden ya düğününüz olmazsa?”

Dediği şey de zaten Dolunay’ı üzüntüden kahrederdi.

“Ayy deme! Hadi inşallah Esinciğim ağzından bal damlıyor. Sen ne yap biliyor musun? Git Anıl’ın yanına bir kaç kere daha izlet videoyu.”

Esin duyduklarıyla bana bakmıştı. Ona omuz silktim.

“Ne bekliyordun ki?”

Diye Dolunay’ın duymayacağı tonda fısıldadım. Böyle bir şey söyleyeceğini biliyordum ama yine de üzülmüştüm. Esin derin bir nefes aldı.

“Dolunay diğer gelinlikçilerden randevu alacağım birlikte gideriz saatlerini sana atarım.”

Dolunay ofladı.

“Tamam gideriz.”

Sonunda telefon kapanmıştı.

“Sana laf sokmak için hiçbir boşluğu kaçırmaması çok özel”

Buğra koltuğa otururken konuştu.

“Ya çok özel kardeşim çok özel”

Bıkkınlığım sesime de yansımıştı. Masamın üzerindeki evraklara uzanıp incelemeye başladım.

Dolunay’dan

Elimdeki makası yere bıraktım. Kestiğim kumaşı alıp cansız mankenin üzerine iğnelemeye başladım. Artık gözlerim ağrımaya başlamıştı. Otelden döndüğümden beri yine düzgün bir uyku çekmemiştim ve aradan koskoca dört gün geçmişti. Arada uyumak için bir yere kıvrılıyordum ama yetmiyordu. Telefonumun çalmasıyla saate baktım akşam altı buçuk olmuştu. Anıl’ın aramasını reddedip elimdeki kumaşı hızla sabitleyip garaja indim. Elinde pastaneden aldığı bir paketle birlikte beni bekliyordu.

“Sana tatlı aldım.”

Garajı açtım.

“Teşekkür ederim Anıl bey.”

Dört gün içerisinde ona olan soğuk tavrımı korumayı başarmıştım. O da buna alışmış bir tepki vermiyordu. İçeri girip kendimi koltuğa bıraktım.

“Eline ne oldu?”

Elimdeki kesiğe baktım. Makasla ince iş yapayım derken kendimi kesmeyi başarmıştım. Yara bandının kenarlarını düzelttim.

“Yanlışlıkla kestim.”

Elindeki poşetten tatlıyı ve bir çatalı çıkartıp bana uzattı. Kendisine almamıştı.

“Sana yok mu?”

“Benim canım istemiyor. Sen doğru düzgün bir şey yiyor musun bilemediğim için en azından tatlı ye enerji verir diye aldım.”

Elimdeki tatlıya baktım. En sevdiklerimden biriydi. Kahve aromalı.

“Teşekkür ederim.”

“Başka bir şey istersen onu da getirtebilirim ama bunu sevdiğini bildiğim için riske girmek istemedim.”

Tatlı kutusunun şeffaf kapağını açarken kaşlarım çatıldı.

“Nerden biliyorsun ki?”

“Bunu yerken birkaç kere seni görmüştüm. Tek başına olmana rağmen o kadar mutlu oluyordun ki bu tatlıyla sanki biri sana almışta haberin yokmuş gibi.”

Tatlıdan çatalıma alırken gülümsedim.

“Aynen böyle bir mutlu ifade oluyordu yüzünde.”

Yanımdaki sandalyeye otururken onun gözlerine baktım.

“Ne güzel Dolunay hanım gülümsemeyi unutmamışsınız.”

Birkaç gündür işle uğraşmadığım sürelerde yorgunluğun verdiği etkiyle bomboş etrafı izliyordum. Anıl’ın burada olduğu sürelerde de kafam sürekli elbiselerde olduğu için robot gibi duruyordum sadece.

“Güzelim sen en son ne zaman düzgün bir uyku çektin? Bırak yetişmesin her neyse. Yetişmese en fazla ne olur ki?”

Ağzımdaki tatlımı yuttum.

“Şirket ayrı para cezası alır, ben ayrı. Ayrıca isim olarak çok zedeleniriz hem şirket hem de ben olarak. Bunun yanı sıra bir daha bu kadar prestijli programın yanından yakınından geçemeyiz.”

“Cezaları ben karşılarım da diğerleri sıkıntı sen neye bulaştın hatun? Ne iş yaptığını da söylemiyorsun”

Tatlıma geri döndüm. Şu an sadece tatlımı yemek istiyordum. Ben tatlımı yerken o başka bir şey demedi sadece beni izledi. Baya ilerlemiştim altı elbise cansız mankenlerde hazırdı. Kalan son altıydı. Ama Emir’in gelmesine de iki gün gibi kısa süre kalmıştı. Onunla daha fazla vakit geçirmek için kendi sınırlarımı daha da zorlamam gerekiyordu. Tatlımı bitirip çöpünü atmak için ayağa kalkarken elimden aldı.

“Ben atarım.”

Garajı kendi garajı gibi benimsemişti maşallah hiç izin almadan birçok yeri karıştırıyordu. Arka odalara giriyor istediğini yapıyordu paşamız. Çöpü atıp yanıma geri geldi.

“Hadi gel seni otele götüreyim, biraz uyu.”

Aslında çok iyi olurdu ama kafamı olumsuz anlamında sağa sola salladım.

“İstemezsen yanında kalmam. Arabada uyumuş olsan bile seni bırakır çıkar giderim.”

Kahvelerini beklentiyle yorgunluk akan mavilerime dikti. İstediği cevabı alamayınca da bıkkınlıkla kendini sandalyeye bıraktı.

“Bu arada Esin dedi ki yarın öğlen üç gibi gelinlikçide olacakmışsınız. Bir gibi şirkete gelse iyi olur diyordu. Telefonlarını açmıyormuşsun benim iletmemi istedi.”

Tek Esin’in değil Emir hariç kimsenin telefonunu açmıyordum. Anıl hariçte Kimseyle iletişimde bulunmuyordum. Kendimi tamamen kapatmıştım.

“Off Anıl iptal ettir lütfen.”

“Güzelim iptal ettirmeyi ben de isterim ne kadar sıkı çalıştığının ne kadar yorulduğunun farkındayım ama düğüne iki buçuk hafta kaldı. Bizim hiçbir şeyimiz tam değil Dolunay”

Ağlamak istiyordum artık. Daha neyimiz vardı eksik olan?

“Başka neyimiz eksik ki?”

“Evimizin eşyaları yok, düğün mekanı belli değil, davetiyeler basılıp dağıtılmadı hatta seçmedik bile, organizasyon şirketiyle anlaşmadık, Sabri beyden seni istemedik, aileler tanışmadı, sen benim ailemle tanışmadın daha sayayım mı?”

Ayy kalbim sıkışmıştı.

“Bari eşyaları, mekanı, davetiyeleri, organizasyonu sen hallet. Sen benden daha heveslisin evlenmek için.”

Bana sertçe baktı. Gözlerindeki siniri görebiliyordum.

“Beni çıldırtma istersen.”

“Ayy tamam ne sinirleniyorsun hemen. Sen yapsan onları en azından onlar aklından çıkacak. Senin için dedim ben. Bak benim aklımda bile yoktu hiçbiri.”

Kaşını çatıp bakmaya başladı bu seferde.

“Tamam, birlikte yaparız onları da. Elbet online siteleri vardır. Seçeriz onlinedan.”

“Bu arada senden bir şey isteyeceğim.”

Tavrı yumuşamıştı.

“Söyle Anıl”

Söyleyeceği her neyse benim onaylamayacağımı biliyormuş gibi bir ifadesi vardı.

“Yarından sonra bir davet var. Ben seninle katılmak istiyorum o davete gelir misin?”

Konuşurken yavaşça konuşmuştu. Kendisini o kadar hazırlamıştı ki hayır cevabına onun adına biraz üzülmüştüm.

“Kaç saat sürecek davet?”

“İki saat. Akşam sekizden ona kadar. Öyle ortamları sevmediğini biliyorum o yüzden sıkıldığın ilk an çıkar gideriz hiç sıkıntı değil sadece yarım saat gözüksek bile yeter.”

Düşük bir beklentiyle gözlerime baktı. O gün akşam Emir gelecekti ama yine de bu haline üzüldüğümden olsa gerek içimdeki ses kabul etmemi haykırıyordu.

“Olur. Senin giyeceğin takımın hazırsa bana atarsın ben de onunla uyumlu bir kıyafet bulurum kendime.”

Oflayarak arkasına yaslandı. Bu yaptığına anlam verememiştim. Sonra konuşmaya başladı.

“Biliyordum kabul etmeyeceğini. Etsen şaşardım zaten. Sadece yarım saat beni-“

Ben ona bakarken durdu. Hızla doğrulup bana baktı.

“Sen az önce kabul mü ettin?”

Kafamla yavaşça onu onayladım.

“Etmemeli miydim?”

“Yok kadın etmeni beklemiyordum sadece. Teşekkür ederim.”

Mutlulukla konuştu. Bu kadar mutlu olmasını beklemiyordum. Bu adam benim tarafımdan çok çabuk mutlu olabiliyordu. Benden tek beklediği biraz sevgiydi. Bende ise o sevgiyi verecek cesaret çok yoktu.

“Seni akşam altı buçuk gibi gelir alırım o zaman. Birlikte geçeriz.”

“Anıl o gün burada çalışıyor olmayabilirim. Ayrı ayrı gideriz davete birbirimizi bekler birlikte giriş yaparız. Çünkü benim o gün içerisinde ne yapacağım çok belli değil.”

Ben ne yapacağımı, nerede olacağımı sorgulayacağını düşünürken o öyle yapmamıştı.

“Tamam güzelim o da olur. Bana eşlik et yeter.”

Yüzündeki kocaman gülümsemeyle bana baktı.

“O zaman ben sana giyeceğim takımı ve cebime koyacağım mendilin rengini atarım. Ama sen uygun kıyafet bulamazsan çok arama giyeceğini bana at ben ona uyumlu takımımı giyerim”

Onu kafamla onayladım. Benimle biraz daha vakit geçirip yanımdan ayrıldı. Bende atölyeme geri çıkıp işime devam ettim. Tatlı getirmesi çok iyi olmuştu. Biraz da olsa enerjim yükselmişti.


Sabah saat ona kadar çalışmıştım. Yorgunluktan iyice sallanıyordum artık. Sonunda yedinci elbisede cansız mankenin üzerinde tüm hatlarıyla birlikte bana bakıyordu. Küçük odadaki giyinme dolabımdan birkaç parça kıyafet alıp çantama koydum. Çantamın içerisine şampuan saç kurutma makinesi falanda koymayı ihmal etmemiştim. Esin ile gelinlik bakmaya gidecektik gitmeden önce biraz toparlanmak ve uyumak için en son kaldığımız otele gitmeye karar verdim. Arabama atlayıp otele doğru sürdüm.


Aracımı valeye verirken kendimi rahatsız hissediyordum. Aracımı başkasının kullanmasından hoşlanmayan bir ben için çok sinir bozucuydu bu tip yerlerde valeye vermek. Otelden içeriye adımımı atar atmaz birkaç çalışan yanıma üşüşmüştü.


“Dolunay hanım hoş geldiniz.”

Kafamla ilk kez gördüğüme emin olduğum çalışanı selamladım.

“Keşke bizi arasaydınız sizi istediğiniz yerden alırdık.”

Doğru, Anıl çalışanları tembihlemişti o gün çıkış yaparken.

“Çıkışta gitmem gereken bir yer var kendi aracımla geldim o yüzden.”

“Siz nasıl isterseniz efendim. Odanız yukarıda kullanıma hazır, isterseniz size eşlik edeyim.”

“Olur, teşekkür ederim.”

Çalışan beni Anıl’la kaldığımız odaya kadar çıkartmıştı. Ben odaya giriş yaparken o geri dönmüştü. Hemen bir duşa girip çıktım. Saçımı bile kurutmadan yatağa gitmiştim. Şu an saçımı kurutacak enerjiye sahip değildim. Saat on buçuk olmuştu bile. Elime telefonu alıp saati öğlen bir buçuğa kurdum. Ardından da Anıl’dan gelen bildirime gözüm ilişti.

‘İyi dinlenmeler hayatım’

Sadece bunu yazmıştı. Tabii ki adama otele giriş yaptığım haberi direkt uçmuştu. Ona teşekkür edip hemen uykuya daldım.


Çalan alarmla yataktan kalktım hala uykum vardı ama kalkmazsam Esin beni gelir yastıkla boğardı. Hemen kalkıp hazırlandım. Saçım ben uyurken neredeyse kurumuştu. Kalan kısmı kurutmuş ardından da saçıma fön çekmiştim. Biraz da makyaj yapıp otelden ayrıldım. Anıl’ın şirketine doğru sürmeye başladım.


Kısa bir yolculuğun ardından şirkete gelmiştim. Asansör durduğunda indim. Bulunduğum kata bir telaş hakimdi. Oldum olası sevmezdim şirket ortamlarını bana çok kasıntı boğucu gelirdi. Kalabalığın arasında Esin’i gördüm hararetle yanındaki kişilere bir şeyler anlatıyor bir yandan da elindeki dosyaya bakıyordu. Yavaş adımlarla ona gitmeye başladım ama yanına gidemedim. Biri kolumu tutup beni başka bir tarafa yönlendirdi. Neye uğradığımı şaşırmıştım.


“Gel canım sen böyle. Uğur mankenlerden teki erkenden damladı al bunu, başla bir an önce.”

Karşıdaki adama doğru konuştu beni itelerken. Beni manken mi sanmıştı? Ayy biraz götüm kalktı yalan yok. Ben manken değilim yanlış anladınız gibi bir cümleyi kurmaya niyetim yoktu. Hemen ortama ayak uydurdum.

“Gel güzelim böyle.”

Uğur denen adama doğru ilerliyordum ki kızdı.

“Ohoo burada seni bekleyemeyiz biz, ne uyuşuk çıktın çabuk ol hadi!”

Manyak mıydı be bunlar? Yürüyorum işte ne diye kızıyor. Neyse kimin şirketiydi burası akıllı aramak hata olurdu zaten. Adamın yanına gittik.

“Kız sen hangi ajansta çalışıyorsun? Katalogda seni görmemiştim ben.”

Cevap vermeme fırsat vermedi iyi ki de vermedi çünkü bir ajansım yoktu malum.

“Kızım demedik mi biz saçınız makyajınız hazır gelin bizi burada uğraştırmayın diye?”

Mahcup bir gülümsemeyle ona baktım. Her ne kadar mahcup olmasam da. Şu an mankenmiş gibi davranmak daha çok ilgimi çekiyordu ortamı bozacak davranışlardan kaçınmalıydım.

“Neyse Allahtan çok güzelsin, bebek gibisin aşkım, çok bir işimiz yok seninle. Buse koş gel buraya şuna bir renk gelsin.”

Buse dediği kız hemen gelmiş makyajımı yapmıştı saçımı da iki yandan alıp arkamda tutturdu kalan saçımı da serbest bıraktı. Aynada kendime bakarken Uğur bağırdı.

“Hadi kızım oturma orada acele et kaç kişiyi çekeceğim bugün ben senin haberin var mı?”

Stüdyo ışıklarının karşısına geçtim.

“Kızım koş bir kıyafet giyinsene bu şekilde mi çekeceğim seni? Buse al şunu giydir.”

Adam birde çıldırmış gibi bağırdı. Aslında kızmakta haklıydı arka temam oteldi ve ben pantolon tişört duruyordum orada. Buse bana bir mayo ve pareo verdi giyinme kabininden çıkıp üstümdeki pareoyu düzelttim. Hemen heyecanla çekim alanına döndüm. Yerdeki deniz topunu elime aldım. Uğur’un yönlendirmeleriyle poz vermeye başladım.

“Evet güzelim şimdi mutlulukla uzaklara bak…. Aferin çok güzel bozma. Şimdi kollarını açarak mutlu bir şekilde yavaşça etrafında dön…. Aferin güzelim şimdi kumu hafifçe atarak yürü…. Aferin aşkım sana, mükemmel…. Denizde üstüne su sıçrıyor gibi yap”

Arkasındaki sinirden patlamak üzere olan Anıl’la göz göze geldim. Adamın ten rengi sinirinin etkisiyle kızarmaya başlamıştı aynı domates gibi kızarıyordu. Yutkundum. Eğlencem buraya kadardı sanırsam.

“Aşkım benim, korkuyla bakma buraya üzerine su sıçrıyor volkan değil.”

Keşke volkan sıçrıyor olsaydı.

“Kız sen beni delirtmek mi istiyorsun! Bak güzelim, ne güzeldi biraz öncekiler bunda sana bir kal geldi su sıçrıyor gibi yapacaksın bu kadar basit. Hadi bebeğim tekrar edelim”

Anıl arkasına yaklaştı.

“Neyin neyin ben duyamadım? Aşkım, bebeğim, güzelim falan mı diyorsun sen benim karıma!”

Çocuğun beti benzi atmıştı. Bana bakmaya başladı. Gülümsedim.

“Eee oldu o zaman sen fotoğrafları bana atarsın ben gideyim.”

Arkaya doğru ilerledim hemen üstümü değiştirmek istiyordum burası kalabalıklaşmaya başlamıştı.

“Dur orada!”

Dediğini yaptım ve tam olduğum yerde durdum. Arkamı dönüp kollarımı göğsümün altında birleştirirdim.

“Anıl bey, bana manken dediler kendi de bana bir şey demedi ben manken diye öyle konuşuyordum. Hani tüm mankenlerle öyle konuşurum zaten. Nerden bilebilirdim sizin eşiniz olduğunu?”

Sanki olanların içerinde ben yokmuşum gibi söze girdim.

“Bilemezdin çünkü eşi değilim daha”

Anıl sinirle bana baktı. Korkuyla yutkundum.

“Yani teknik olarak değilim düğüne var daha ondan bilgi geçeyim dedim”

Sesim sonlara gittikçe hafif hafif kısılmıştı. Anıl adama geri döndüğünde arkaya gidip üstümü değiştirdim. Sanırsam ben üstümü değiştirirken fırtına kopmuştu. Geri stüdyoya döndüm. Olduğu yere çakılmış olan Uğur’a ilerledim.

“Fotoğrafları alayım mı ben?”

Uğur neye uğradığını şaşırmıştı sanırsam. Hayretler içerisinde bana bakıyordu. Eliyle Anıl’ı işaret etti.

“A-Anıl beyde kart”

Anıl sinirle elini kafasına koydu.

“Sen bana aklımı kaçırtacaksın ya bir gün!”

Ben mi dedim beni hayatına dahil et diye herife bak ya. Ona cırlayacakken Esin olacakları önlemek istercesine koluma girip beni uzaklaştırdı. Hemen ardımızdan Anıl sinirle odasına ilerledi. Esin de durur mu bizi de onun arkasından sürükledi.

“Ne yapıyorsun sen ya? Burası benim şirketim ve sen benim eşim olacaksın orada mankencilik mi oynuyorsun!?”

Yine bağırıyordu bu alışık olduğum bir şeydi artık. Anıl hoşuna gitmeyen her şeye bağırırdı. Elindeki fotoğraf kartını masaya doğru fırlattı. Odaya en son Buğra’yla Kağan da girip kapıyı kapattılar.

“Abi az sessiz ol herkesin dikkati burada zaten.”

Anıl hışımla Buğraya döndü.

“Burada olsun zaten! Kimse benim karıma aşkım, bebeğim demesin!”

Deli deli bağırıyordu onu görmezden gelerek masaya fırlattığı kartı almaya gittim. Kartı alıp çantama koydum ardından da çantamın fermuarını tüm sakinliğimle çektim. Kafamı kaldırdığımda hepsi bana bakıyordu.

“Ne var?”

Bana bakmakta ısrarcılardı.

“Off ben asansörden indim. Esin’e gidecekken biri beni fotoğrafçıya götürdü. Benim de hoşuma gitti sesimi çıkartmadım olan bu ya ne abarttınız sanki adam kestik orada. Eğlenin biraz şu hayatta. Bu holdingde sizin kafanız sadece çalışmak için mi ayarlandı? Hayat size fotoğrafçı veriyorsa sizde manken olun bu kadar basit!”

Gamsızca koltuğa oturdum.

“Biz gitsek iyi olur. Burası bizi aşar gençler.”

Buğra kısık sesle konuştu. Hemen ardından üçü de odayı terk etti. Anıl ise karşımda ilk halinden daha sinirli bir şekilde bana bakıyordu. Yavaşça oturduğum koltuktan kalktım.

“Ben de onların yanına gitsem iyi olur.”

Yavaşça konuşup hareketlenmiştim.

“Geri otur oraya beni çıldırtma!”

Yerime geri oturdum. Bir süre onun gözlerine baktım normalde hemen yumuşardı ama hala bir değişme olmamıştı. Yapacak bir şey yoktu o sakinleşene kadar başka şeylerle oyalanmaya karar vermiştim. Hafif bir gülümseme yollayıp elime telefonumu alıp oyunumu açtım. Ne yapacaktım yani onun bu kızgın halinin geçmesini mi öylece oturup bekleyecek miydim? Elimden birden telefonum alındı. Karşımdaki koltuğa fırlatmıştı. Ortadaki masaya da o oturdu ve bana bakmaya başladı. Tüm kızgınlığıyla gözlerime bakıyordu. İlk başta ben de onun bakışlarına karşılık ona bakıyordum ama sonradan ona bakmayı kestim tırnaklarımla uğraşmaya başladım. Sanırsam bir maniküre gitsem iyi olacaktı yarışmaya hazırlanayım derken mahvolmuştu ellerim. Anıl birden masadan kalkıp masayı ayağıyla sertçe itekledi Anıl’ın büyük masasına çarpan masanın camı çatlamıştı.

“Nasıl bu kadar umursamaz olabiliyorsun aklım almıyor Dolunay? Ben burada sinirden çatlamak üzereyim ama sen benim bu şekilde olmama bile tepki vermiyorsun”

Gözlerimi masanın çatlağından ayıramıyorum zihnimde sürekli parçalandığını hissediyordum. Sanki kırıklar her tarafa dağılmış gibi geliyordu. Anıl ise daha da sinirlenip masaya daha sert vurdu ve bu sefer her tarafa cam parçaları yayıldı. Camlar her yerdeydi nefes almam gerekiyordu oraya bakmamam gerekiyordu.

“Kadın bir şey desene! Normalde yıkmaz mısın burayı? Niye böyle susup delirtiyorsun beni?”

Anıl’a dönmek istiyordum ama bakışlarımı cam kırıklarından alamıyordum. Gözlerim doluyordu elim titriyordu ve cidden nefes almam gerekiyordu elimle yavaş yavaş göğüs kafesime vurmaya başladım. Aldığım nefes bana yetmiyordu ağımdaki kanın metalik tadını alabiliyordum ama ağzımda kan yoktu ki. Ayağa kalkmak istesem de bir şey yapamadım. Anıl şaşkınlıkla bana bakıyordu.

“Dolunay ne oluyor? İyi misin? Nefes al güzelim”

Korkulu bir sesle konuşmaya başladı. Odada telefonumun sesi yankılandı. Bu ses bakışlarımı oraya çekmişti. Aramanın Emir’den geldiğini hissediyordum. Gelen anlık güçle koltuktan kalkıp telefonu aldım. Arayan Emir’di ama o telefonu şu an açamazdım. Aramasını reddettim. Ağzımdan bir hıçkırık kaçtı. Nefesi çok az az alıyordum bundan dolayı da hırıltılı ses odada yankılanıyordu. Ağlamam şiddetlenirken gözlerim sürekli cam parçalarındaydı. Emir tekrar aradığında telefonu açtım. Titreyen elimle telefonu kulağıma koydum.

“Güzelim ne yapıyorsun?”

Emir’in yumuşak sesini duymamla ağlamam daha da artmıştı.

“Dolunay? Neler oluyor orada? İyi misin?”

Telaşla sordu. Tek kelimeyle cevap verdim.

“Cam”

Anıl dediğimi duyunca hızla cam kırıklarına bakmıştı. Sonra gözlerime baktı. Gözlerindeki pişmanlığı ve korkuyu görebiliyordum ama onunla ilgilenecek durumda asla değildim.

“Sakin ol güzelim. Derin derin nefes al. Biliyorsun ki o cam sana zarar veremez değil mi? Havan yanında mı?”

Emir beni rahatlatmak için sakin sakin konuşuyordu ama panik olduğunu biliyordum. Sanki beni görebilecekmiş gibi kafa salladım.

“Çantamda”

Anıl hemen çantamı açıp bana uzattı. Titreyen elimle havayı elime aldım. Ama onu elimden düşürdüm. Bulunduğum yere çökmüştüm. Anıl da yanıma çöküp onu bana vermeye çalıştı.

“Dolunay bebeğim o havayı alman gerekiyor sakin ol. Düşün ki okyanustayız deli gibi eğleniyoruz akşam büyük bir parti var. Hadi güzelim bak biz çok ilerleme kaydettik toparlan kendine gel hadi.”

Ona yanıt verecek konumda değildim. Anıl havayı vermişti biraz olsun nefesim açılsa da hala çok kötüydüm. Emir’in ağlamaklı sesi geldi.

“Dolunay yapma böyle. Orayı terk et uzak dur o cam parçalarından hadi. “

Nefes almam düzelmişti ama istemsizce ellerim cam parçalarına gidiyordu onları ağzıma atmak istiyordum. Aynı küçükken yaptığım gibi.

“Dolunay orada değilim yanında değilim yapma güzelim seni koruyamam. Hadi uzaklaş camlardan. Bunu kendin için değil benim için yap.”

Elimdeki cam parçasını ağzıma götürüyordum Anıl ne yapacağını bilmez bir halde sadece şaşkınlıkla izliyordu ama camı ağzıma götürdüğümü görünce hemen elimi engelledi. Duran ağlamam geri başladı. Elimi ondan kurtarmaya çalışsam da izin vermedi. Kafamı göğsüne yaslayıp ağlamaya devam ettim.

“Çıkart beni buradan”

Kurabildiğim tek cümle buydu hemen beni kucağına alıp odadan çıkarttı ben de zor da olsa elimdeki camı yere bıraktım. O beni oradan uzaklaştırırken Emir hala telefondaydı.

“Lütfen güzelim lütfen. Uzak dur oradan.”

Anıl beni başka bir odaya getirmişti. Gözlerimi gezdirdiğimde şaşkınca bize bakan Kağan Buğra ve Esin’i gördüm. Midem bulanıyordu hem de fazlasıyla. Ağzımda olmayan kan neredeyse beni boğabilecek güçteydi. Bunun hepsinin zihnimin bir oyunu olduğunu çok iyi biliyordum ama yine de olduğum şu durumdan sıyrılamıyordum.

“Ne oluyor?”

Onlar şaşkınca sorarken hemen Anıl’ın kucağından atladım. Odanın kenarında gördüğüm çöp kutusuna kusmaya başladım. Elimdeki telefonu da yere bırakmıştım. Anıl yanıma gelip saçlarımı tutmaya başladı. Midemdekilerden kurtulduktan sonra yere oturmuştum. Nefesimi düzene sokup telefonu elime aldım. Emir hala oradaydı.

“Kırıkların yanında değilim merak etme beni. Biraz sonra arayayım mı seni?”

“Ağzına attın mı? Bir yerin yaralandı mı?”

Gözlerimden birkaç damla yaş akarken cevap verdim.

“Yok, ağzıma hiç atmadım. Elimde küçük bir kesik var sadece o kadar.”

“Tamam güzelim çok bekletme beni”

Telefonu kapattı. Bende elimden bıraktım telefonu. Anıl yanıma eğildi yüzümü elleri arasına aldı.

“Özür dilerim güzelim. Ben- ben birden düşünemedim. Affet.”

Onun gözlerinde de yaş vardı bir yandan da korkuyla bana bakıyordu.

“Çok korktum, ne olduğunu anlayamadım. Sana nasıl yardım etmem gerektiğini asla bilemedim. Affet.”

Beni kollarıyla sararken pişmanlıkla konuştu.

“Aptal kafam düşünmedim onun kırılacağını. Senin kırılan parçalara olan hassasiyetini de düşünemedim.”

Elimle onu zor da olsa kendimden uzaklaştırdım.

“Anıl zaten zor nefes alıyorum.”

Hemen benden uzaklaştı. Yerden kalkıp odada bulunan terasa çıktım. Terasın korkuluğuna ellerimi dayayıp bir süre öylece durdum. Arkamdan hiçbiri çıkmamıştı beni sakinleşmem için bir başıma bırakmışlardı. Bu çok iyiydi. Gözyaşlarım akmayı kesmişti ve nefesimde düzene girmişti. Yavaş adımlarla odaya geri dönüp telefonumu aldım. Hepsi korkuyla bana bakıyorlardı.

“İyiyim. Bir şeyim yok. Sadece bir telefon görüşmesi yapacağım”

Terasa geri çıktım ve Emir’i aradım.

“Nasıl oldun, daha iyisin değil mi?”

Sesindeki endişeyi buradan hissedebiliyordum.

“Daha iyiyim senin sayende merak etme. Aklım bende kalmasın.”

“Çok şükür ya. Tam zamanımda aradım desene”

Güldüm.

“Kesinlikle öyle oldu. Yine bana tam zamanında müdahale ettin.”

Sıkıntılı bir şekilde nefes aldı.

“Tedavine gitmedin değil mi benden sonra?”

“Senelerdir gidiyorum da ne oldu geldiğimiz durum hep aynı”

Bıkmıştım artık tedavi saçmalığından hiçbir işe yaramıyordu bende.

“Bu seferki doktorun çok iyiydi Dolunay. Randevu al ve git!”

Hem yurtdışında hem de yurt içinde bir sürü doktorla görüşmüştüm ve artık ne tedaviye devam etmek ne de onlardan birini bile görmek istemiyordum.

“Tamam giderim. Sen beni niye aramıştın?”

Bir süre cevap vermedi.

“İzinim iptal oldu onu söylemek için aramıştım.”

Gözlerim tekrardan dolmaya başlamıştı.

“Nasıl ya? Gelemeyecek misin şimdi?”

İçeriye baktığımda Anıl koltuğa oturmuş bana bakıyordu. Hemen bakışlarımı ondan çektim.

“Üzgünüm güzelim. Zaten az kaldı askerliğimin bitmesine.”

Derin bir nefes aldım. Ağlamaya tekrar başlamamak için kendimle mücadele ediyordum. Çatallaşan sesimle konuştum.

“Tamam. O zaman senin yanına ben gelirim. Çarşı iznine çıkmadan birkaç gün önce bana haber verirsin ben de yanına gelirim olmaz mı?”

Biz hiç bu kadar ayrı kalmamıştık ve ben o olmadan hiç bu kadar şeyle tek başıma mücadele etmemiştim.

“Olur güzelim haber veririm sana. Şimdi kapatmam lazım kendine dikkat et.”

Telefonu kapattı. Kendimi o kadar inandırmıştım ki onun geleceğine şu an duyduğum şeyi kabullenmek istemiyordum. Olduğum yerde yere çöküp küçük bir kız çocuğu gibi ağlamaya başladım. Sanki ailesi tarafından verilen sözün tutulmayacağını öğrenen küçük bir kız çocuğu gibi… Onun da elinden bir şey gelmediğini biliyordum. Değilse ne yapar ne eder yanıma gelirdi. Terasın kapısı açıldı ve hemen geri kapandı.

“Yengem iyi misin?”

Buğra benim gibi yere çöktü. Gözlerime bakıyordu. Kafamı onu onaylamak için salladım.

“İyiyim Buğra”

Yanıma oturdu.

“Telefonda duydukların iyi değildi sanırsam.”

Burnumu çektim.

“Arkadaşımdı. Normalde yarın yanıma gelecekti ama işleri çıkmış ve ben onun geleceğine çok inanmıştım.”

Beni kolunun altına aldı.

“Olsun yengem, sen gidersin ona ağlama bu kadar. Söz gidiş geliş hatta konaklama masrafın bile benden.”

Dediğine gülmüştüm.

“Hah ya sen şöyle gül ben sana harcaman için harçlık bile ateşlerim. Bak bunları kimseye yapmam kıymetini bil”

Benimle birlikte o da güldü. Eliyle yüzümdeki yaşları sildi. Sonrasında ise Buğra’nın yüzünde hiç görmediğim bir ciddiyet oluştu.

“Yengem, Anıl bilerek, isteyerek yapmamıştır. İçerde kendini yedi üzüntüden. Anıl asla ama asla sana zarar verecek bir davranışı bilinçle yapmaz bunu bil olur mu?”

Derin bir nefes aldım.

“Bak sen bizim hayatımıza gireli yedi belki de sekiz ay oldu. Malum sen bizi bilmeden öncesinde de bizim hayatımızın merkezindeydin. Her neyse bu süre içinde biz Anıl’ı hiç görmediğimiz şekillerde gördük. Normalde hep patlamaya hazır bir bomba olan çocuğu hemen sakinleşirken gördük. Sırf sen onu fark ettin ona baktın diye çocuk gibi sevinirken gördük. Biraz önce ise onu korkuyla ağlarken gördük. Ne olduğunu anlamamış, ne yapacağını bilememişti. Bir de bunun üzerine sana zarar vermenin pişmanlığıyla yanıp kavruluyor. Kendileri kolay kolay pişmanda olmaz haa bil yani. Demem o ki, onun seni ne kadar sevdiğini ve zarar vermeyeceğini bil olur mu?”

“Biliyorum zaten.”

“Kız madem biliyorsun ne diye beni burada iki saat konuşturdun desene Buğra kes sesini zaten biliyorum ben! Götüm dondu benim soğuk yere oturmaktan. Ya çocuğum olmazsa.”

Hemen ayağa kalktı. Beni de elimden tutup kaldırdı. Dediklerine kahkaha atıyordum hala. Kolları arasına beni alıp şefkatle kafamı okşadı.

“Yengem sana gülmek yakışıyor. Sevmedim ben senin bu ağlamaklı hallerini. Sen hep gül.”

Burnumu çektim.

“Buğra iyi ki varsın.”

“Sümüklerini üzerime silme haa. Bak sevgilimle buluşmaya gideceğim.”

Dediğiyle ondan ayrıldım.

“Bir şey olmaz üzerini değiştirir gidersin sende”

Güldü.

“Tabi abisi beni öldürmezse üzerimi değiştirir giderim.”

İçeriye baktım. Anıl pür dikkat bizi izliyordu. Biz de içeriye geçtik artık.

“Daha iyisin değil mi?”

Kafamla Esin’i onayladım.

“Eşyalarını getirdim buraya.”

Çantamı alıp içine baktım. Kameranın kartı içinde değildi.

“Kameranın kartı içindeydi. Nerede?”

Anıl elindekini bana gösterdi.

“Burada.”

Onun ardından Kağan konuştu.

“Gerçekten mi? Onun yüzünden kıyamet koptu burada.”

Omuz silktim.

“Ver onu bana Anıl.”

Anıl ise bıkkınlıkla elindekini bana uzattı. Elindekini almak için eline uzandım. Elinden kartı aldıktan sonra elini kavrayıp onu oturduğu yerden kalksın diye asıldım. Hemen yerinden kalktı. Ne için kalktığı hakkında en ufak fikri yoktu ama sorgulamadan yapmıştı.

“Beni geri götürür müsün?”

Ağlamaktan gözlerim acıyordu. Araba kullanmam çok sağlıklı olmayacaktı. Aslında bu bahaneydi kendimi kandırmaya gerek yoktu. Buğra’nın dediklerinden sonra Anıl’la başka bir ortamda vakit geçirmek için kullandığım bahaneydi. Elimden elini çekmeden yürümeye başladı. Odadan çıktığımızda birkaç meraklı göz bize dönse de hemen bakışlarını çevirmişlerdi. Birlikte otoparka gittik. Kendi aracının yanına beni yönlendirdi. Ben benim sarı kızımla bırakır diye düşünüyordum ama ona bir şey demedim. Yolcu koltuğunu açıp benim oturmamı bekledi. Kapımı kapatmadan emniyet kemerimi bağlamak için üzerime doğru eğildi. Bağladıktan sonra gözlerime baktı.

“Özür dilerim kadın. Gerçekten çok özür dilerim. Nasıl aklımdan çıktı böyle bir şey bilemiyorum.”

Buğra’nın dediği gibiydi o da ağlamıştı. Kırmızı gözlerine baktım ve yavaşça konuştum.

“Bilerek yapmadığını hatta yapmayacağını da biliyorum Anıl kendini suçlama.”

Küçük bir öpücük alnımdaki yerini aldı. Ardından da sürücü koltuğuna oturdu. O aracı otoparktan çıkartırken ben elimde sıkı sıkı tuttuğum karta bakıyordum.

“Yok et şunu kadın ya. Sinirimi bozuyor o kartı görmek.”

Ona baktım.

“Neden? Ben çok eğlendim çekimlerini yaparken. Hem sadece bende var görüntüler. Almışsın adamın kamerasından kartı daha ne istiyorsun?”

“Ya sabır! Kadın biz birbirimize girdik onun yüzünden. Ben senin travmanı tetikledim yanlışlıkla. Sen çok kötü oldun. Ben çok kötü oldum. Hala onu nasıl isteyebiliyorsun anlamıyorum?!”

Yine bağırmaya başlamıştı.

“Bağırma be bana! Ne yapayım bu kadar olay olduysa! Hatıra kalır işte ileride bakar bakar güleriz”

Bana baktı. Fakat sinirli değildi.

“Olur hayatım ileride çocuğumuzla, torunumuzla bakar güleriz sen iste yeter ki.”

Ne yani bu olayı büyütmemesi için sadece bunu demem yetecek miydi? Bilseydim o çileden çıktığında bunu der kurtulurdum. Bunca şey olmamış olurdu. Benim tek üzüldüğüm şey ise sadece Emir’in gelemeyişi olurdu.

“Buğra sana ne dedi?”

“Öyle konuştu işte”

Yola baktı.

“Seni topladı ama. Biz senin yanına gelmeye cesaret edemezken yanına geldi ve seni nasıl yaptıysa sakinleştirdi.”

Dertli bir nefes aldı. Direksiyonu tutan parmakları direksiyonu sıkmaktan bembeyaz olmuştu.

“Yanına gelip ne diyeceğimi bilemedim. Beni yanında ister misin bilemedim. Elimden sadece izlemek geldi. Tüm çaresizliğimle birlikte öyle kalakaldım. Buğra iyi ki oradaydı.”

Kafamı ona çevirdim.

“Anıl artık kendini suçlama. Hem çocukluk arkadaşım bile bazen bana müdahale ederken zorlanıyor. Öyle bir durumda bana yapacağın en büyük iyilik beni oradan uzaklaştırmak olacaktır.”

Kafasını salladı.

“Seni oradan uzaklaştırmak, bunu yapmak kolay.”

Araç atölyemin önünde durmuştu. Ben hala ona dönüktüm o da bana döndü. Yüzündeki şefkatle bana baktı. Eliyle yanağımı okşarken elini çekmedim. Gözleri dudaklarıma kaymıştı. Hızlanan kalbimle birlikte bende onun dudaklarına baktım. O hiçbir hamle yapmamışken onun dudaklarına dudaklarımı kapatmıştım. Yaşadığı şaşkınlıkla öylece kalmıştı. Hemen kendine gelip öpüşüme karşılık verdi. Öpüşmemiz derinleşmeye başlamıştı. Çok geçmemişti ki yaptığım aptallığı fark edebilmiştim. Hemen onu ittirdim.

“Ben-ben özür dilerim.”

El çabukluğuyla emniyet kemerimi çıkartıp kapıyı açıp kendimi araçtan attım. O araçtan inerken ben çoktan atölyenin kapısına gitmiştim. Kendimi hemen içeriye attım. Salak Dolunay salak! Kendime kızıyordum. Kızmalıydım da. Nasıl böyle bir şey yapabilmiştim? Kapının arkasına kendimi yere bıraktım. Kapı çaldı ama kapıyı da açmadım. Ne diyecektim adama?

“Güzelim aç kapıyı.”

Sesini duyduğumda kalbim yine hızlanmıştı. Kapıyı birkaç kere daha çalmış ardından da gitmişti. Elim ister istemez dudağıma gitti. Kendi dudaklarımı sert olmayacak şekilde birkaç kere vurdum tüm suçu onlara yüklemek istercesine. Bedenimi yerden kaldırdım. Yavaşça canım önüne gidip arabası orada mı diye bakmaya başladım ama şükür ki arabası da sokakta gözükmüyordu. Bir an önce üzerimdeki salak ruh halini atıp çalışmama devam etmeliydim.

Çalışmaya devam etmiş ama asla üzerimdeki salak ruh halinden kurtulamamıştım. Birkaç kere kumaştan yanlış ölçü almıştım hatta. Dışarıdan gelen sesle camdan aşağıya baktım. Saat akşam yedi olmuştu ve Anıl gelmişti. Fakat tek gelmemiş benim aracımı da çekiciye bağlamış getirmişti. Sarı kızım Anıl’la tanıştığımdan beri ne çok çekici tarafından taşınmıştı. Beni görmeyeceği bir açıda durmaya başladım. Telefonum çaldı arayanı bildiğim için bakma gereksinimi duymadım kendi kendine susmasını bekledim. Şu an onun yanına inecek yüzüm yoktu. Adamı uzaktan görmem bile kalbimin hızlanmasına ve yanaklarımın kızarmasına neden oluyordu. Salaklığım yüzünden düşüncesiz hareketimin bedeli olarak vicdan azabı çekiyordum sırf adamı öptüm diye. Anıl ise aşağıda yarım saat kadar beni beklemiş ardından da koyup gitmişti. Onun gitmesiyle işime geri döndüm. Bana mesaj atmıştı.

Anıl: Kendini benden bu kadar çekmene gerek yok. Yapma bunu bize.

Al işte adam ‘bana’ değil ‘bize’ demişti. Biz olduğumuzu düşünüyordu. Mesajına görüldü atıp telefonu elimden bıraktım. Çalışmaya geri döndüm. Zor da olsa odaklanıp işimi yapmaya devam ettim.

Yine tüm geceyi çalışarak geçirmiştim. Akşama Anıl’a davette eşlik edeceğimi demiştim her ne kadar istemesem de bunu yapacaktım. Onun attığı takımına uygun bir elbise seçtim. Hazırlanmam için gerekli olan tüm eşyalarımı alıp yine onun oteline gittim. Biraz uyuyup zinde bir şekilde davete katılmak istiyordum. Hemen alarmımı kurup yattım. Geç kalıp Anıl’ı orada mağdur etmek istemiyordum o yüzden saat üçe kurmuştum.

Her gözümü kapattığımda gözümün önüne gelen sahneyle kafayı yeme boyutuna gelmiştim ama yine de pes etmeyip uyumaya çalıştım. Bir süre sonra uykuya dalmıştım bile.

Gözlerimi alarmın gıcık edici sesine açtım. Hemen yataktan kalkıp duşa girdim. Duştan çıkıp bakımımı yaptım. Ardından da hemen hazırlanmaya başladım. Lacivert strapless elbisemi kılıfından çıkartıp giydim. Makyajımı ve saçımı da yapıp ayakkabımı giydim. Kullanacağım çantamı aracımdan almamıştım. Eşyalarımı toparladım ve odadan çıktım. Saat akşam altı buçuk olmuştu bile. Aracıma binip davetin olacağı mekana doğru sürmeye başlamıştım. Trafik olduğu için yoldaki sürem can sıkıcı şekilde uzamıştı. Sıkıntıdan patlamak üzereydim bu elbise ve ayakkabılarla araç sürmem çok zorlaşmıştı. Elbisenin bel kısmı belimi sarmalıyor biraz da sıkıyordu. Keşke Anıl beni alsaydı diye düşündüğümde bunun yanlış bir fikir olduğu aklıma gelmişti.

Davetin yapılacağı yere sonunda gelmiştim. Park alanında bizimkileri görmemle yakınlarında boş olan yere arabamı koymak için yanaştım. Aracı park edip hızlı bir şekilde makyajımın üzerinden geçtim. Anıl kapımı açıp centilmence elini uzattı. Elini tutup dikkatli olarak araçtan indim.

“Gelmemenden çok korktum. Teşekkür ederim.”

Elbisemi düzeltirken onu yanıtladım.

“Sana geleceğimi söylemiştim.”

Elini belime koyup beni ilerletti.

“Yengem hoş geldin. Ağaç olduk burada”

Buğra’ya gülümsedim. Diğerlerini de kafamla selamladım.

“Trafik vardı anca gelebildim.”

Buğra’nın yanındaki kız yanıma gelip elini uzattı.

“Arya ben. Tanıştığıma memnun oldum”

Onun elini yavaşça sıktım.

“Arya kız kardeşim. Bu gece Buğra abisine eşlik edecekmiş.”

Anıl bu durumdan hoşnut değilmiş gibi konuştu. Buğra ise onun görmeyeceği şekilde bana göz kırpmıştı.

“Dolunay sence saçımın şu kısmı düzgün olmuş mu ya? Bir türlü düzeltemedik Arya’yla.”

Konuşan Esin’e yaklaştım. Saçının eliyle gösterdiği yeri bir garip duruyordu.

“Bir garip duruyor cidden”

Elimdeki çanta ve telefonu yanımdaki Buğra’ya uzatıp Esin’in saçını düzeltmeye çalıştım. Erkeklerin bu kadar bekletilmekten hoşlanmadıklarının farkındaydık ama yapacak bir şey yoktu. Düzeltebildiğim kadar düzelttim.

“Daha iyi oldu sanki bir baksana”

Buğra’nın elindeki telefonum çaldı.

“Yenge ‘Allah’ın Emri’ diye biri arıyor. ‘Peygamberin kavlini’ beklemeye alayım mı?”

Yaptığı saçma şakayı duymamış gibi yapmak için kendimle savaş verdim. Hemen elinden alıp telefonu açtım.

“Neredesin?”

Şaşırmıştım.

“Nerde miyim? Bir davet var ona katılacağım”

“Iyy ne sıkıcı. Bende bir boşluk bulmuştum telefonda konuşuruz diye aramıştım seni malum gelemedim ya. Neyse kapatıyorum.”

Hemen telefonu kapatmıştı. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Bu da iyice salaklaşmıştı herhalde. Anıl’ın uzattığı koluna girip onunla birlikte hareket etmeye başladım.

“Çok güzel olmuşsun.”

“Teşekkür ederim”

Sakince konuşmuştum.

“Dün hiçbir telefonuma cevap vermedin. Garaja da inmedin.”

Dünü kurcalayacağını biliyordum. Daha salona girmemiştik adımlarımı durdurdum.

“Anıl yapmamalıydım. Özür dilerim bir anda oldu her şey.”

Benimle birlikte o da durdu. Diğerleri ilerlemeye devam ediyorlardı.

“Güzelim özür dileyeceğin bir şey yok ortada. Ben o an için canımı veririm.”

Gözleri mutlulukla parlıyordu.

“Hayır, var Anıl. Ben sana umut vermek istemem. Benim için aşk hep ikinci planda kalmalı hatta hiç olmamalı. Ben senin benden beklediğin aşkı sana veremem. Eğer sende bir yerlerde böyle bir şey için umut ışıkları yandıysa daha fazla acı çekmeden lütfen onları biran önce söndür.”

Gözlerindeki mutluluk parıltıları birden sönmüştü umarım yüreğindeki umut ışıkları da aynı şekilde sönerdi. Açık konuşmam şu an onu üzse bile ileride onun daha az üzülmesine neden olacaktı.

“İlerleyelim”

İfadesizce bunu söyledi sadece. Onunla birlikte salona girmiştik artık. Bize dönen gözlerin arasından kendi babamı ve diğerlerini görmem çok uzun sürmemişti. Hemen onlardan bakışlarımı geri çektim. Fakat onlar hala Anıl’la bana bakıyorlardı. Bakışlarından rahatsız olmuştum ve huzursuzca Anıl’ın kolunda biraz kıpırdandım. Anıl beni Kağanların bulunduğu yere yönlendirirken konuştu.

“Bir sıkıntı mı var güzelim? Seni ne rahatsız etti?”

Biraz önceki ifadesiz tavrının aksine sesindeki merakla sormuştu.

“Babamlar da burada onları gördüm sadece”

“İstemiyorsan onlarla iletişime geçmek zorunda değiliz. Zaten kendisini öldürmemek için kendimle savaşıyorum.”

Dediğiyle kafamı ona doğru çevirdim. Kaşları çatılmış bakışları sertleşmişti.

“Neden? Sana ne yaptı ki?”

Bana buruk bir gülümsemeyle döndü.

“Bana bir şey yapmasına gerek yok güzelim. Sana yaptıkları benim için yeterli bir sebep. Bir de seni telefonda tehdit edişi var, aklıma geldikçe kendimi zor tutuyorum.”

“Unut gitsin o dediğini Anıl.”

Bana bakarken Kağan seslendi.

“Timur beylerin masasına gidip gelelim”

Onların masadan ayrılmasıyla masada sadece Aryayla ben kalmıştık. Ona gülümsedim. Bana bakıyordu o da, tatlı bir siması vardı.

“Demek abimin gözünü morartan sendin”

O kadar ciddi bir ifadeyle söylemişti ki kalakalmıştım. Biraz önceki tatlı kız nereye gitmişti?

“Onun canına okuyormuşsun da.”

Aynı ciddiyetle devam etti. Ona açıklama yapmak zorunda olduğumu düşünmüyordum. Bu yüzden dediklerini yok saydım. Gözlerimi mekanda gezdirmeye başladım.

“Bunların yanı sıra sürekli onla ters düşüyormuşsun”

Kaşlarımı çatıp sert bir ifadeyle ona bakmaya başladım. Bunların hangi biri onu ilgilendiriyordu ki? Kalbini kırmamak için kendimi tutuyordum. Onu terslemek istemiyordum. Birden ifadesi neşeli bir hal aldı.

“Tüm detaylarıyla anlatsana abimi nasıl delirttiğini.”

Ban ona hala aynı ifadeyle bakarken güldü.

“Dolunay sadece sana şaka yaptım. Bana ne abime istediğini yap. O da hak etmiş zaten bu olanları.”

Güldüm.

“Ama lütfen tüm detaylarıyla anlat bana olur mu? Buğra ve Esin’in anlattıkları yetmiyor.”

Bunlar Anıl’ın acı çekmesinden niye bu kadar mutlu oluyorlardı. Esin’in de buna benzer bir tepki verdiğini hatırlıyordum.

“Abini ne kadar da çok seviyorsun Arya”

“Yani, abimi seviyorum elbet ama bazen sinir bozucu olabiliyor. Bak ilişkim neredeyse iki yıl olacak ama hala ondan saklayarak ilişkimi yaşıyorum. Hayır, pis domuz bazen şüpheleniyor da bir de o şüphelerini ortadan kaldırmakla uğraşıyorum.”

Ona gülümsedim. Bu şekilde devam etmeleri zordu. Söylemelilerdi artık en fazla ne yapabilirdi ki.

“Niye saklıyorsunuz ki? Söyleyin bitsin gitsin siz de rahat bir şekilde yaşarsınız ilişkinizi.”

Sıkıntıyla nefes aldı. Belliydi bu konu hakkında dolu olduğu.

“Buğra da söylemeyi çok istiyor. Ben de çok istiyorum ama abim yıkar ortalığı.”

Kafamı arkama çevirip nerede olduğuna baktım. Gözlerimiz kesiştiğinde gülümseyip önüme döndüm.

“Yıksın, elbet bir noktada yıkacak bir şey kalmayacak ve o andan sonra rahatlamış olacaksınız.”

“Bizimkiler demişti, sana karşı çok çabuk sakinleşiyormuş Dolunay ama abim o kadar kolay sakinleşen birisi değil. Yıkacak bir şey bulamayınca daha da delirir öfkesi bize döner bu sefer. Benimle elbet konuşmak zorunda kalır ben onun kardeşiyim ama Buğra’nın yüzüne bile bakmaz. Onlar çocukluk arkadaşı her şeyi birlikte yaptılar. Arkadaşlıklarının bitmesini istemem.”

Durdu. Arkama bakıp konuşmasına devam etti.

“Sırf bu yüzden defalarca ayrılmaya çalıştım Buğra’dan.”

Sanmıyordum bu kadar sert bir süreç olacağını. Elbet her şey bir noktada durulacaktı.

“Abin aşkı anlayan biri kendisi de işin içinde çünkü. Bu fırsatı kaçırmayın hazır o da aşıkken git ve anlat. Kendisini sizin yerinize koyması uzun sürmez. Düşün bunu.”

“Haklı olabilirsin bunun üzerine düşüneceğim. Geliyorlar.”

Hemen susup kendimize çeki düzen verdik. Belime konan elle birlikte irkildim.

“Temas etme adam çek elini ayağını.”

Belimdeki tutuşu hafifçe sertleşti.

“Dünden sonra böyle bir şey demeye hakkın olduğunu sanmıyorum.”

Kulağıma fısıldamıştı.

“Unut o anı. Olmadı say.”

Masadaki kokteyllerden tekini eline aldı.

“Unutmak mı? Asla. Hafızamı kaybetsem bile unutmam.”

Ona göz devirdim. Bu konuda daha fazla konuşmamıza gerek yoktu. Elinden geldiğince uzatacaktı belliydi.

“Dolunay nasılsın tatlım?”

Masamıza doğru yaklaşan Meral teyzeye baktım. Annemin en yakın arkadaşıydı. Hatta hala da en yakın arkadaşı diye biliyordum.

“İyiyim Meral teyze sen nasılsın?”

Bana içtenlikle gülümsedi.

“Ben de iyiyim kızım. Siz yurtdışından kesin dönüş mü yaptınız?”

“Yok, tam belli değil orası. Her an geri gidebiliriz.”

“Nasıl mutluysanız öyle yapın kızım. Gel Haluk amcanda burada onunla görüş”

“Tabi, gidelim”

Hemen Meral teyzeyle birlikte masadan ayrıldık. Haluk amca beni gördüğünde gözleri sevinçle parladı.

“Dolunay ne güzel bir tesadüf seninle burada karşılaşmak. Emir nerede?”

Haluk amca da zamanında babamın en yakın arkadaşıydı. Fakat babamın bana uyguladığı şiddeti hiç onaylamazdı. Defalarca onunla bu yüzden kavga etmişti. En sonunda ben hastanelik olduğum zaman da tüm bağını kopartıp atmıştı onunla.

“Emir askerde Haluk amca. Az kaldı bitirmesine.”

Gülümsedi. Sonra bakışları arkama kaydı.

“Ne iş Sarıkan Holdingin masasındasın?”

Gülümsedim. Ağzımı açıp cevap verecekken Anıl’ın kokusu tüm çevremi sarmaladı.

“İyi akşamlar Haluk bey rahatsız etmiyorum umarım?”

Haluk amca sıkıntı yok dercesine ona gülümsedi.

“Anıl’la biz nişanlıyız. Ay sonunda da düğünümüz var.”

“Aşk olsun Dolunay bizim davetiyemiz nerede?”

Meral teyze kırıldığı belli olan bir tonda konuşmuştu.

“Daha bastırmadık. Bastıralım ilk size getireceğim.”

“Az kalmış bir an önce davetiye işini halledin kızım.”

Onu onayladım.

“Diğer şeyler hazır mı peki? Tek eksiğin davetiyedir umarım.”

Güldüm. Baya bir eksik vardı Anıl’ın dediğine göre.

“Aslında baya bir eksik var ama halledilir ya.”

Meral teyze bana biraz yaklaştı. Elini elimin üzerine koyup anaç bir tavırla okşadı.

“Bak kızım biliyorsun rahmetli annen ile benim bir dostluğum var. Ne zaman annene ihtiyaç duyarsan beni ara ben yanındayım.”

Kendimi kahkaha atmamak için sıkıyordum resmen. Rahmetli annen demişti daha dört ay önce tatile gittiği kadına.

“Kızım beni de bir baba gibi görebilirsin her zaman yanındayız biz senin.”

Sahte bir mutluluk maskesinin arkasına gizlendim.

“Teşekkür ederim. İyi ki varsınız.”

Konuşmamız burada bitmiş ardından da Anıl ve Haluk amca şirket meselesi konuşmaya başlamışlardı. Bir süre sonra kendi masamıza geri döndük.

Çok sıkıcı ve bunaltıcıydı. Sürekli iş konuşuluyordu ya biz onların masasına gidiyorduk ya da onlar bizim masamıza geliyordu. Yine birileri bizim masamıza gelmişti. Kağanlar başkalarıyla görüşmeye gitmiş Anıl’la ben ise masada kalmıştık.

“Evet görüşme ayarlamıştık sizinle ama bir türlü gerçekleştiremedik. Sizinle ortak bir iş yapmayı istiyorduk.”

Dedi adama. Sıkıntıyla hafifçe oflayıp yere baktım. Anıl’ın giydiği ayakkabının ipi çözülmüştü. Ayağımla çözülen iple oynamaya başladım. Bir o tarafa bir bu tarafa çekiştiriyordum.

“Rahat dur istersen”

Anıl adamın duymayacağı bir şekilde konuştu. Hafifçe omuz silkip oynamaya devam ettim. Benim yüzümden dikkati dağılmıştı. Adamla konuşurken duraksayıp bir önceki cümlesini tekrar etmesini istedi. Adam cümlesini tekrar ettikten sonra benim ayağımı kendi ayakları arasında sıkıştırdı. Böylece ipiyle oynamamı engellemiş oldu.

Bir süre sonra adam masamızdan ayrıldı. Anıl ayağımı serbest bıraktı ben de hemen ondan uzaklaştım.

“Bir durmadın kadın. Zaten burada olman bile benim için dikkat dağıtıcı bir unsurken sen daha da dikkatimi dağıtıyorsun.”

Dudaklarımı büzdüm.

“Ee gideyim ben o zaman.”

“Sana git demedim kadın lafı çarptırma”

Omuz silktim diğer masalara bakmaya başladım.

“Buradan ayrılma ben hemen şu ayakkabımı bağlayıp geliyorum.”

Yine ona bakmadan konuştum.

“Ay git ne yaparsan yap.”

Masadan ayrıldığında tek başıma kalmıştım. Benimle gram ilgisi olmayan bir ortamda tek başıma sap gibi dikiliyordum.

“Merhaba ben Güney.”

Yanıma gelen kişiye baktım.

“Dolunay.”

“Sizi daha önce böyle etkinliklerde görmemiştim. Hatta sizi daha önce hiç görmemiştim. Görseydim hatırlardım.”

Anıl bunu duyarsa tek görmediğin ben olmayacağım canım hayatının geri kalanını göremeyeceksin. Anıl bunu zevkle yapar sana.

“Göremezsin zaten. Sevmem ben böyle yerleri.”

Yanıma biraz daha yaklaşırken konuştu. Bense çaktırmadan mesafeyi yine açtım.

“Haklısın ben de sevmiyorum böyle yerleri. Gel seninle kaçalım buradan.”

Elini elime uzatmıştı.

“Nişanlımı bekliyorum. Siz kendiniz gidin.”

Cümlemi bitirmemle arkamdan iri bir el Güney’in elini kavradı. Diğer eli de benim belime yerleşmişti bile. Anıl’a biraz daha sokuldum.

“Benim eşime uzattığın o eli kırarım Güney. Buradan kaçmak için tek sebebin böyle yerleri sevmemen olmaz.”

Etrafa sorun yokmuşçasına gülerek söylemişti ama gülmesine rağmen sesindeki o soğukluk bana bile işlemişti. Hala çocuğun elini tutmayı bırakmamış sıkıyordu. Çocuk ise canının acıdığını belli etmemeye çalışıyordu. Anıl’ın koluna dokundum.

“Tamam hayatım bırak gitsin artık.”

Benim uyarımdan sonra bıraktı ve çocuk hemen masadan ayrıldı. Onun yerine bizimkiler masaya dönmüştü. Anıl’dan uzaklaşmak için hamle yaptım ama buna izin vermedi.

“Çek adam elini ayağını.”

“Biraz önce bana yanaşan sendin hatırlatırım kadın.”

Ondan ayrıldım.

“Adama dalma diye yaptım. Senlik bir şey yoktu ortada çocuğun güzelim suratı dağılmasın diyeydi.”

Duyduğuyla anında sinirlenmişti. Etrafta bakışlarıyla çocuğu aramaya bile başlamıştı.

“Bekle bir bulayım onu güzel suratına güzellik katacağım.”

Gözlerimi devirdim. Şaşkınca bizi izleyen Arya’ya gülümsedim. Bir tek o şaşkınca bakıyordu diğerleri bize alışmıştı. Anıl hedefini bulunca masadan ayrılmak için adım attı direkt elini tutup kendi yanıma asıldım.

“Sakın bir delilik yapma yemin ederim ki senin yaptığının daha fazlasını yaparım.”

Büyük bir ustalıkla bileğindeki saati çıkarttım bunu ruhu bile duymamıştı.

“Ne yapacağını umarım düşünmüşsündür güzelim çünkü ben gidiyorum.”

Gülümseyip elini sıkıca tuttum.

“Tabii ki düşündüm Anıl bey. Size küçük bir spoiler vereyim ona göre gitmek isterseniz gidersiniz.”

Kendimden emin bir şekilde konuştum. Yönünü bana çevirdi.

“Bekliyorum kadın. Senin sesindeki kararlılığı hiç sevmedim.”

Saatinin olduğu boş bileğine baktım.

“Saatin nerde Anıl?”

O da bileğine baktı. Sonra etrafına baktı.

“Saatim nerede cidden?”

Elimdeki saati masanın altında sıkıca tutmaya devam ettim.

“Kocaman adamsın bir saate mi sahip çıkamadın? Bir de kavgaya gideceksin.”

Kızarak konuşmuştum.

“Abi lavaboya falan gittin de orada mı çıkarttın.”

Kağan’a döndü.

“Hayır, hiç gitmedim. Biraz önce Güney itinin elini sıkarken de bileğimdeydi.”

Elimdeki saati masaya koydum. İlk bana sonra saatine baktı. Saati masadan alıp taktı.

“Sen beni neyle tehdit ediyorsun şimdi kadın?”

Derin bir nefes aldım.

“Anıl bey diyorum ki eğer olay çıkart ben de her kimle görüştüysen hepsinden bir şeyleri ruhları duymayacak şekilde alırım ardından da bu masada çıkmasını sağlarım. İstiyorsan hodri meydan.”

Gözlerime gerçekten yapar mıyım diye ölçmek istercesine baktı. Arya bizim durumumuza kahkaha atıyordu.

“Abi lütfen ben bundan sonra sizin yanınızdan ayrılmayayım lütfen”

Sinirle Arya’ya döndü. Esin de aynı keyifle konuştu.

“Sana demiştim onları izlemek eğlenceli diye”

“Bizi izlemek eğlenceli değildir Esin. Eğlenceli olan Dolunay’ın beni delirtmesidir değil mi?”

Esin gülüşünü biraz daha büyüttü.

“Haklısın, aynen öyle.”

“Yengem bunu nasıl yaptın?”

Elimi dudaklarıma götürdüm. Gülerek konuştum.

“Şşş meslek sırrı.”

“Dolunay bir lavaboya gidelim hadi”

Esin’i onaylayıp onu takip ettim. Yanımda da Arya vardı.

“Yenge sen Anıl abimle beraberken bana konum at yeter ben hemen damlarım. Hatta biz abimle birbirimize girdiğimizde ben sana konum atayım sen damla yanımıza.”

Esin’le birlikte gülmeye başladık.

“Şaka yapmıyorum ciddiyim bu konuda. Ben senin okuduğun meydanı abime okusam beni mahvederdi sana ise bir şey bile demedi.”

“Tamam Arya sen konum atarsın ben oraya damlarım artık.”

Onlar tuvalete girerken ben aynada kendime çeki düzen vermeye başladım.

“Oo Dolunay hanım bakıyorum da keyfiniz yerinde.”

Aynadan Pelin’e baktım.

“Ne oldu evlenmeyeceğim naralarına? Tabi baktın çocuk yakışıklı, zengin hemen sustun.”

Kendimi sakinliğe davet ediyorum. Kesinlikle sakin olup kuzenimi burada yolmamalıydım.

“Pelin kes sesini canımı sıkma.”

Yanıma yaklaştı.

“Niye canın sıkıldı Dolunay? Yeterince sevmiyor mu seni? Yoksa sen mi onu istemiyor musun?”

Yaya yaya konuştuğu ağzına bir tane patlatmamak için kendimi zor tutuyordum.

“Eğer istemiyorsan onu alabilirim. Tavlamam bir günümü almaz. Ha o zaman sen köpeğine kavuşur musun onu bilemem?”

“Pelin seni elime alırsam burada kimse benim elimden seni alamaz, sen onu bil yeter.”

Esin tuvaletten çıkmıştı. Pelin saçımı kulağımın arkasına yavaş hareketlerle sıkıştırdı.

“Canım kuzenim benim bana hiç bir şey yapamazsın bunu unutma.”

Sinir etmek için güldüm.

“Öyle mi? En basitinden seni basına veririm Pelin. Sevgilini aldatmandan tut da sırf para harcamamak için markalardan ürün dilenmene kadar her şeyini hatta daha da fazlasını bir telefonumla basına yayarım. Sakın benimle uğraşma.”

Kaşları çatıldı bunu yapacağımı çok iyi biliyordu.

“Benim elimde senin için çok kıymetli bir şey varken bunu yapmaya cesaret edemezsin boşuna ötme bana burada. Onu öldürürüm sonra da olduğu yeri sana atarım. Gidersin ve cenazeni alırsın.”

Sakin kalmam lazımdı kesinlikle saçına yapışmamam lazımdı. Dur Dolunay elinde Barney var. Sakin ol Dolunay. Barney’i aldığımda bu kadar sakin kalmama gerek kalmayacaktı. Sinirimi o zamana saklamalıydım. Omzuma çarparak yanımdan geçti gitti. Onun gitmesiyle gözlerimi kapatıp sakinleşmeyi bekledim ama koluma dokunan el ile sinirle gözlerimi açmam bir oldu. Esin yanıma gelmişti.

“Dokunma bana!”

Sesim lavabonun içerisinde yankılanmıştı. Hem Arya hem de Esin endişeyle bana bakıyordu.

“Seni neyle tehdit etti?”

Sinirle, hala konuşan Esin’e baktım. Yüzüme yerleşen alaylı ifadeyi engelleyemedim.

“Sana ne Esin? Uzaklaş benden sen de, Anıl da uzaklaşın benden!”

Sinirle lavabodan kendimi dışarı attım. Hızla gidip çantamı masadan aldım. Anıl’a sertçe baktım ve tüm zehrimi dökmek istercesine konuştum

“Hepsi senin yüzünden senden gerçekten nefret ediyorum”

Onu arkamda bırakıp hızla çıkışa doğru sert adımlarla gitmeye başladım. Bulunduğumuz yerden dışarı çıktığımda kolumdan tutularak durduruldum.

“Ne oldu yine?”

Ona döndüm. Yaşlı mavilerimle gözlerine baktım. Kolumu ondan kurtarıp göğsünden onu itekledim.

“Anlık bir şey olmasına gerek mi var Anıl?

Geldin hayatımın içinden geçtin. Bana sormadın bile bir kez olsun istiyor musun diye? Sen sadece geldin hayatımın merkezine yerleştin.”

Gözlerimden akan yaşları elimle sildim. Çatık kaşlarıyla bana bakarken konuşmaya devam ettim.

“Bu mu senin aşkın Anıl? Bu mu senin sevgin? İstemediği şeylere zorlamak mı karşındakini? Onun rızasını almadan ona sormadan hayatının merkezine gelmek mi senin sevgin?”

Birden bağırdı.

“Sen benim sevgimi sorgulayacak son insan bile değilsin Dolunay! Evet, benim sevgim de aşkım da bu! Ama senin yüzünden bu şekilde, bana başka bir çıkış bırakmadığın için bu şekilde! Bir kere gerçekten sadece bir kere beni tanımaya çalıştın mı? Çok değil ya sadece bir kere!”

Hala sinirle bana bakıyordu. Konuşmak istedim ama tekrar konuşmaya başladı.

“O kadar dengesizsin ki bazen anlayamıyorum ne yapmam gerektiğini. Bir bakıyorum ki bana karşı yakınlık gösteriyorsun geçen günkü öpmen gibi ama hemen ardından bak çok geçmeden o dakikaların içerisinde sen kılıcını ve kalkanını çekiyorsun. Benden hızla uzaklaşıyorsun sana nasıl davranacağımı bilmiyorum. Dolunay ben seninle ne yapacağımı bilmiyorum. Sadece tek bir bildiğim şey var seni deli gibi sevdiğim!”

Onun gözleri de dolmuş ve birkaç damla yaş firar etmişti.

“Ben.”

Sadece ‘ben’ diyebilmiştim. Aklımda cümleler vardı ama dile getiremedim. Diyemedim ona Anıl ben senden hoşlanıyorum. Ben senin rüzgarına kapıldım ondan dolayı bu dengesiz davranışlarım, kaçmam. Bunu anlamam üzerinden zaman geçmişti ama kendime asla itiraf etmemiştim. Onu öptüğüm gün ise kendime zor da olsa itiraf edebilmiştim.

“Sen ne Dolunay?”

Kalbim göğüs kafesimi parçalayacak şekilde atıyor sanki ona söylemem için beni ikna etmeye çalışıyordu. Fakat aklım onunla aynı fikirde değildi zaten hiçbir zaman da olmamıştı.

“Sen ne Dolunay!?”

Benim suskunluğum onu iyice sinirlendirmişti. Aklımı dinlemeye karar verdim.

“Ben gitsem iyi olacak”

Mırıldanmıştım hemen arabama bindim onu arkamda bırakarak oradan ayrıldım. Aynadan gördüğüm kadarıyla hala orada dikiliyordu. Sinirle oradaki araçlardan tekine tekme attı. Diğerleri de yanına gelmişti bile gaza daha fazla basıp o alandan kendimi kurtardım. Hep gittiğim bana iyi gelen sahile doğru sürdüm. Orada her zaman oturduğum banka oturup denizi izlemeye sakinleşmeye çalıştım ama ne fayda.


Anıl’dan


Kaçar gibi giden arabasına baktım. Sinirle ellimi kendi saçıma götürüp biraz asıldım. Bu kadın ve dengesiz halleri beni çıldırtıyordu. Ne olmuştu yine? Gayet iyiydik.

“Genelde böyleler mi?”

Arya benim duymayacağımı düşündüğü ses tonuyla konuştu.

“Arya, abicim bir taksi ayarla sen git istersen ne dersin?”

Dişlerimin arasından konuştum. Öfkemi ona yansıtmak istemiyordum ama her şeyin üzerine onun boş konuşmasını da çekemem.

“Kıza öfkeni yansıtma. Ne yaptı şimdi?”

Her zamanki olduğu gibi Buğra onu bana karşı korumaya çalıştı. Ona da öfkeyle baktım. Ağzımı açıp kalbini kırmak istemediğim için susmayı tercih ettim. Çünkü tüm sinirim Dolunay’a ve dengesiz hallerineydi. Onları kırıp üzme hakkım yoktu.

“Abi benim evim yakın hadi oraya geçelim biraz otururuz.”

Tekrar konuşan Buğra’yı onayladım. Zaten içeriye geri dönecek kafam kalmamıştı. Herkes arabalara yönelirken Arya Buğra’nın arabasına doğru ilerlemeye başladı.

“Abicim benim arabam bu tarafta!”

Ona kızarak söylediğim cümleyle hemen olduğu yerden yanıma geldi.

“Tamam abi ya ne kızıyorsun.”

Arabama binip kapıyı sertçe çektim. Arya’nın da binmesiyle park alanından çıkıp Buğra’nın evine ilerlemeye başladım. Buğra’nın evi sahile bakıyordu. Dolunay’ın sürekli gittiği sahile hem de. Daha o benimle tanışmamışken Buğra’nın balkonundan saatlerce arkasından onu izlerdim. O kendi manzarasına bakardı ben de kendi manzarama. Bu sinirle oraya gitmiş olma ihtimali vardı.

Buğra’nın yaşadığı yere geldiğimde karşı yolda sarı aracı görmem çokta uzun sürmemişti. İlk başta yanına gitmeyi düşünsem de bunu yapmadım. İkimizde çok kızgındık ve birbirimizi daha da kırabilirdik ona karşı her zaman sussam da bu sefer susabileceğimi hiç sanmıyordum. Onu kırmak da yapmak istediğim son şey bile değildi. Fakat benim sevgimi sorgulaması beni çileden çıkartmıştı. Onu bu kadar severken benim sevgimi sorgulayamazdı.

Aracımı park edip hiç ona bakmadan hızla Buğra’nın yaşadığı binaya girdim. Orada oyalanırsam biliyordum ki yanına giderdim. Birlikte balkona geçtik onu izlemeye başladım. Olduğum yerde sadece onu izledim. Sonra bir anlığına durdum ve aklımda dolaşıp kalbimi sıkan cümleyi dışıma yansıttım.

“Asla beni sevmeyecek”

Yenilgiyle balkondaki sandalyeye oturdum. Kafamı ellerim arasına alırken konuştum.

“Beni neden durdurmadınız. Neden demediniz Anıl bu böyle olmaz diye. Önceden beni tanımıyordu şimdi ise benden nefret ediyor. Sanırım tanımaması daha iyiydi.”

Bana acıyan gözlerle bakıyorlardı. Kendimi ne kadar daha küçük düşürebilirdim ki. Bir kadını deli gibi sevmiş onun aşkıyla gözlerimi kör etmiştim. Amacım sadece o olmuştu bu süreçte asla yapmayacağım şeyleri yapmıştım. Resmen kendimi kaybetmiştim. Neydi onda beni bu kadar delirten şey? Sanki o kırmızıydı ben de bir boğa kendimi kaybediyordum onu görünce hiçbir şeyi görmüyor sadece ona doğru koşuyordum.

“Anıl sana dedik ama bizi dinlemedin ki.”

Esin kısık bir ses tonuyla cevap verdi. Haklıydı demişlerdi ama ben bende değildim ki. Arya üzüntüyle bana bakıyordu. Yanıma oturdu. Onun bu bakışları beni daha da yıkmıştı.

“Abi biri kamera ayarladı Dolunay’ın arkasına.”

Buğra’nın konuşmasıyla kafamı Dolunay’ın oturduğu sahile çevirdim. Doğru söylüyordu birisi kamerayı kurmuştu. Elindeki çantayı sıkı sıkı tutmuş arkasından Dolunay’a yaklaşıyordu. Hemen ayağa kalkıp ellerimi balkonun demirine koydum. Çocuğun elindeki çanta asker çantasına benziyordu. Olduğu yerde durup çantayı Dolunay’ın önüne doğru fırlattı. Dolunay bu hareketle yerinde sıçramıştı. Daha sonra tüm alanda çocuğun sesi yankılandı.

“Emir Arkın emrinize amadedir komutanım!”

Yutkundum. Kalbim uyuşuyordu sanırsam.

“Emir!”

Dolunay’ın neşeyle bağırması da çocuğun sesi gibi etrafta yankılandı daha sonrasında ise uyuşan kalbime diken gibi battı.

“Allah’ın Emri diye sürekli onu arayan demek ki bu çocukmuş..”

Buğra’nın konuşmasıyla hepimiz aydınlanmıştık sağ olsun. Dolunay koşarak yanına gitmiş ve kollarına atlamıştı çocuğun. Nefes alış verişim hızlanmıştı. Bizden kimsenin sesi dahi çıkmıyordu yani durum o kadar kötüydü. Çocuk onu kollarında çevirirken sadece ikisinin mutlu sesi yankılanıyordu. Ben iğrenç bir insandım. Bir askerin sevgilisini zorla kendimle evlendirmeye çalışmıştım. Hoş sevgilisi asker olsun olmasın ya da sevgilisi olsun olmasın ben birini benimle evlendirmeye zorlamıştım ben zaten iğrenç bir insandım en başından beri şu an ise iğrençlik seviyem artmıştı. Gözümden akan yabancı sıvıyla onları izlemeye devam ettim.

“Bu ne güzellik?!”

Çocuk Dolunay’ın elini tutup etrafında döndürdü. Daha sonra ise bankta birbirlerine dönük oturdular. Konuşmaya başlamışlardı ama bağırmadıkları için seslerini duyamıyorduk. Dolunayın vücudu hafif hafif sarsılıyordu. Ağlıyor muydu o? Sana ne Anıl sana ne onun ağlayıp ağlamamasından? Dolunay çocuğa bir şeyler anlatıyordu anlattıklarını tahmin etmek çok da zor olmasa gerekti. Gözlerimi bir saniye bile oradan ayırmadım. Bir süre sonra çocuk yerinden birden fırladı.

“Kim lan bu! Kim bu Dolunay nasıl bana anlatmazsın bunca süredir kafayı yiyeceğim!”

Dolunay da onunla birlikte yerinden fırladı.

“Nasıl anlatabilirdim Emir askerdeydin! Anlatsam ne yapabilecektin oradan! Bu sadece senin dikkatini dağıtmaktan başka bir işe yaramayacaktı. Bak şu an buradasın her şeyi biliyorsun işte ama yine elinden bir şey gelmeyecek ben o adamla evlenmek zorunda kalacağım! Barney’i nerede tuttuklarını bilmiyorum! Durumunu bilmiyorum! Barney’i geri almak için o adamla evlenmek zorundayım!”

Dolunay’ın konuşmasıyla soğuk bir tokat yüzüme çarpmıştı. Onu en başından beri Barneyle tehdit ediyorlardı demek. Nasıl bu aklıma gelmezdi? Uzun zamandır köpek ortada yoktu ama ben bunu bile göremeyecek kadar kör olmuştum. Bir şeyle onu evlenmeye ikna ettiklerini biliyordum ama ne olduğunu hiç kurcalamamıştım. İşime gelmemişti çünkü. Dolunay öyle ya da böyle benim yanımdaydı ya başka şeyleri göz ardı etmiştim. Kısık sesle bir şeyler konuştular daha sonra banka geri oturdular. Dolunay anlatmaya devam ediyordu. Banktan yine ayağa fırladılar Dolunay çocuktan biraz uzaklaşmaya başladı. Eliyle de yapma gibisinden bir işaret yapıyordu. Eğer ona vurmayı denerse kim olduğunu umursamaz gider o çocuğu gebertirdim. Çocuk ayağındaki ayakkabısını çıkarttı ve Dolunay’a doğru fırlattı.

“Geri zekâlı! Ne demek elin adamıyla şehrin dışında evde kalmak! Salak! Ya adam katil falan çıksaydı da seni doğrasaydı!”

Dolunay gülmeye başladı.

“Ben bu gülüşü biliyorum! Hayır Dolunay! Sadece bu kadar bir aptallık yaptığını söyle!”

Dolunay’ın gülmesi şiddetlenmişti hatta sesi buraya kadar geliyordu. Hepimiz şaşkınlıkla onları izlemeye devam ediyorduk. Çocuk diğer ayakkabısını da ona fırlattı.

“Gel buraya ve dökül başka ne yaptın!”

Gerginlikleri bitmişti. Buradan anlamamız zor olmamıştı. Onun yanına gidip konuşmaya devam etti. Biraz önce birbirine bağıranlar onlar değilmiş gibi konuşup gülüyorlardı. Anlattıklarına karşı Emir denilen çocuk aşırı sinirlenmişse benzemiyordu. Oğlum ben senin sevgilinle aynı yatakta yattım gevşek misin sen? Dolunay’la biri aynı yatakta yatsa ben onu iki saniye içerisinde bulur ve öldürürdüm.

Canımın acısıyla onları izlemeye devam ettim. Dolunay konuşurken mutlu gözüküyordu. Hem de benim yanımda hiç olmadığı kadar mutluydu. Ben ise sanki bir heykel gibi yerimden hiç kıpırdamadan onlara bakıyordum. Bir süre sonra ayaklandılar. Çocuk kamerayı ve çantasını dolunayın aracına koydu. Dolunay elindeki anahtarı ona fırlatıp yolcu koltuğuna geçti. Dolunay hiç kimseye aracını vermezken o çocuk sürücü koltuğuna oturmuş aracı sürüyordu. Kendimi sandalyeye bıraktım. Herkes suspus olmuştu. Sadece etrafa bakıyorduk telefonuma gelen bildirimle ekranda beliren fotoğrafımıza gözüm ilişti. Ekran kararana kadar gözümü fotoğraftan çekmemiştim. Daha sonra kendimi kontrol edememiş telefonu duvarla buluşturmuştum. Telefon yere düşerken ayağa kalktım.

“Ben gideyim”

“Seni ben bırakayım bu halde araç sürme”

Kağan’ı duymazdan gelip kapıya hemen ilerledim. Hızlı adımlarlar merdivenlerden inip aracımın yanına gitmiştim bile. Kendimi sürücü koltuğuna atıp ellerimi direksiyonun üstüne koydum kafamı da ellerimin üstüne koyup bir çocuk gibi aracın içinde ağlamaya başladım. Tek başına olmamın verdiği rahatlıkla oturup halime ağlamıştım. Koca bir adam ufacık bir kıza böyle yenilmişti işte.

Bir süre sonra ağlamamı durdurup babaannemin yanına gelmiştim. Gece biraz geç olmuştu ama yine de buraya gelmekten kendimi ala koyamamıştım. Odasına girdiğimde uyanmıştı.

“Anıl oğlum ne oldu sana böyle”

Yatağında doğrulmuştu yatağının kenarında diz çöküp kafamı onun dizlerine koydum. Biraz da böyle ağladım.

“Ben çok kötü bencil bir insanım. Ben böyle değildim ne oldu bana böyle?”

Kafamı kaldırıp ona bakmamı sağladı.

“Ne diyorsun oğlum sen? Ne yaptın bu kadar kötü?”

Ona olanları anlattım. Daha sonra ekledim.

“Ben inanmıştım Anıl dedemle seninki gibi bir aşkı bulduğuma ama ben aşkı buldum sanırken kendimi kaybetmişim.”

Bana bir cevap bile verememişti işte olduğum durum bu kadar kötüydü. Ellerini elimin üstüne koydu.

“Peki, sence bunca zaman bu kız sana neden demedi benim bir sevgilim var askerde diye.”

Yaşlı gözlerimle ona baktım. Neden dememişti böyle bir şeyi cidden? Aklıma gelen ilk cevabı dillendirdim.

“Köpeğini kurtarabilmek için dememiştir. Benle evlenmezse vermeyeceklerini bildiği için olabilir.”

Babaannem derin bir iç çekti.

“Ahh Anıl’ım ahh! Nasıl böyle bir şey yapabildin sen? Topla kendini olan olmuş. Çek elini o kızın üzerinden bir daha ne adını diline al ne de görüntüsünü gözüne al. Ne yap ne et o köpeği buldur. Kıza teslim ettir köpeğini ve hayatından çık git kızcağızın.”

Haklıydı yapmam gerekenler aynen bunlardı. Dediklerini yapmak her gün beni ölmekten beter edecekti ama yapacaktım. Nasıl dayanacaktım onsuzluğa hiç bilmiyordum. Onun beni tanımadığı sürede defalarca kendimi tutmaya çalışmıştım ama her defasında kendimi onun etrafında bulmuştum yapamamıştım ama şimdi yapmak zorundaydım gerekirse ülkeden gidecektim ama yapacaktım bunu, kafamla onu onayladım.

“Öyle yapacağım”

Ağlamaktan çatallaşmış sesimle yanıt verdim. Babaannemin dizlerine kafamı geri koyup gözümün önündeki o görüntüleri gitsin diye kendimle savaşmaya başladım. Umarım bunu yapmayı başarabilirim değilse bu şekilde yaşamaya devam etmem zor olacaktı benim için.

Loading...
0%