Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm

@mi.mundo

Sabaha kadar uyuyamamıştım. Yorgun gözlerimi geceden beri oturduğum koltukta kapattım.

“Anıl bey istediğiniz başka bir şey var mı?”

Gelen hizmetçiye baktım.

“Yok”

Vardı tek istediğim kalbimdeki deli kadının yanımda olmasıydı, sadece benim olmasıydı. Hizmetçi yanımdan uzaklaşırken elimdeki acı kahvenin kalanını bitirdim o kadar uzun süre elimde kalmıştı ki buz gibi olmuştu bile. Duvardaki saate baktım sabah yedi buçuk olmuştu. Kalkıp şirkete gitmek için hareketlendim. Kendimi meşgul etmem lazımdı. Tüm planım şu an için buydu.

Şirkete gelmiş hatta gelir gelmez elime dosyaları alıp incelemeye başlamıştım. Bir sayfayı bir kere okumam asla bana yetmiyordu. Anlamam için iki-üç kere okumam gerekiyordu çoğu zaman çünkü bir süre sonra sayfalara boş boş bakıyordum. Önüme uzatılan telefonla kafamı dosyadan kaldırdım. Buğra odama gelmişti ve ben onu bile fark ermemiştim.

“Abi telefon aldım sana diğerinde olan tüm her şeyi de buna aktardım.”

Elime telefonu alırken konuştum.

“Teşekkür ederim kardeşim.”

Telefonu cebime koyup ayaklandım.

“Hadi toplantı salonuna geçelim.”

“Sen kal biz hallederiz.”

Derin bir nefes aldım.

“Yok, ben de geleyim.”

Toplantı salonuna geçip hemen toplantıyı başlatmıştım. Bu sefer de toplantıyı algılayamıyordum. Sürekli bana sorulan soruların tekrar edilmesini istiyordum ya da öneri sunan kişiyi dinleyemiyordum. Sandalyemde geri arkamı yaslanıp boynumdaki kravatı gevşettim boğulacağımı hissediyordum. Gözlerim yanmaya başlarken beni inceleyen bakışlar arasında ayağa kalkıp odada bulunan terasa çıktım. Terasın kapısını çekerken Esin’in konuşması kulağıma ilişmişti.

“Evet, biz devam edelim ne diyorduk?”

Ellerimi terasın korkuluklarına dayadım. Gözlerimi kapatıp aklımda dolanan şarkının o can alıcı sözlerini kendi kendime mırıldandım.

“Üstüm başım, altüst olmuşum Bana verilen candan hesap sormuşum Bir varmışım bir yokmuşum Acı çekerek ölmek için doğmuşum Ömrümün en güzel yıllarında Bi' deli kara sevdaya tutulmuşum Haberin yok mu, zalim? Ben, sen diye kalbimi mahvedip durmuşum”

Gözümden burnuma doğru akan o sıvı artık yabancı gelmiyordu bana. Alışmıştım onun varlığına da. Ciğerlerimi patlatmak istercesine derin bir nefes aldım. Bir süre daha orada dikilip toplantı salonuna geri döndüm bizimkiler hariç kimse kalmamıştı. Bir elimle alnımı ovuşturup odama doğru ilerledim. Ayakta dikilip camdan dışarıyı izliyordum.

“Abi sen git evine yat uyu. Senlik bir şey yok zaten burada”

Kağan’ın söylediği yapmam gereken bir şey olsa da teklifini geri çevirdim.

“Yok, en azından burada kafam dağılıyor. Uyuyamıyorum zaten.”

“İşe de odaklanamıyorsun Anıl.”

Esin’e döndüm. Haklıydı.

“Haklısın Esin ama hiçbir yere de sığamıyorum. Evde olmak ruhumu daha da daraltıyor.”

Onlar bana bakarken odamın açık kapısından bir erkek sesi geldi.

“Anıl bey odasında mı?”

“Evet efendim odasında. Randevunuz var mı? Kim geldi diyeyim?”

O ses tekrar konuştu.

“Var randevum canım benim. Emir Arkın geldi de sen. O benim geldiğimi duyunca tüm randevularını bana özel iptal bile eder.”

Gözlerimi kapattım. O çocuğun hiçbir şey yapmamasına şaşırırdım zaten. Ne yapsa onun hakkıydı. Ağzımı bile açmayacaktım ona karşı.

“Hatta dur ben derim geldiğimi”

Birden odaya daldı. Gözüyle odadakilere baktı.

“Hanginiz Anıl? Onunla tanışıp dövüşmemiz gereken bir konu var da?”

Ciddiyetsiz bir ifadeyle konuşmuştu. Gözlerine bakıp kafamla benim diye işaret etmiştim. Yüzüne gülüşü yayıldı.

“Çok zevkli olacak.”

Konuşmasının ardından hızla üzerime gelip hiç beklemeden yumruğunu yüzümle buluşturdu. Yumruğunun etkisiyle yere düşmüştüm. Kağan ve Buğra hareketlenirken elimle onları durdurdum.

“Karışmayın!”

Emir yerdeki bedenime baktı. Onun da mavi gözleri vardı ve bana karşı ateş saçıyordu. Beni bekledi. Bana ateş saçarak bakan mavi gözler son zamanlarda hayatımın vazgeçilmezi haline gelmişti…

“Kalksana lan!”

Bağırmasıyla kalkıp karşısında dikildim. Hiçbir hamlede bulunmadan sadece durdum. Tekrar yumruk attığında arkaya doğru sendeleyip dengemi koruyamamış ve yine yere düşmüştüm. Yakamdan tutup beni asıldı ve kaldırdı.

“Karşılık versene! Durma öyle!”

Tekrar vurdu. Bu sefer ayakta kalmıştım. Yanıma yaklaşıp arka arkaya iki yumruk birden indirdi. Canım ne kadar acısa da ona karşı bir şey yapmamakta kararlıydım. Karın boşluğuma gelen darbeyle iki büklüm oldum. Bir tane daha vurmasıyla yine yere düşmüştüm. O ise nefes nefese kalmıştı tekrar beni yerden kaldırıp vurdu. Gözlerime delici şekilde bakıp masamın önünde ki koltuklardan birine kendini attı. Yorulmuşa benziyordu nefesini düzene sokarken konuştu.

“Seni öldürürdüm ama dua et sen Dolunay’a!”

Ona baktım.

“Gel ve ne yapacaksan yap durma öyle hadi!”

Alayla güldü.

“Kışkırtma beni sakın! Dolunay’ın sana olan ilgisini fark etmeseydim zaten seni yaşatmazdım.”

Ne? Dolunay’ın bana olan bir ilgisi mi vardı? Bunu duymak canımın acısına rağmen kalbimi nasıl hızlandırabilirdi?

“Nasıl yani sevgilin bir adama ilgi duyuyor ve sen sırf o ilgi duyuyor diye kendini mi durduracaksın?”

Buğra doğru bir noktaya değinmişti. Emir ona bakmak için kafasını çevirdi.

“Neyim dedin sen?”

Kahkaha attı.

“Sevgilim mi? Yok artık! Biz onunla sevgili falan değiliz!”

Tekrar kahkaha attığında hepimiz ona bakıyorduk.

“Ben o kadar kafayı yemedim. Iyyy düşününce bile sinir bozucu bir olay bu.”

“Ne dedin sen, siz sevgili değil misiniz yani?”

Esin sormuştu.

“Güzelim benim, çok güzel bir kadınsın maşallah da ama biraz da alıksın herhalde?”

Kağan sinirle bana baktı gözlerinde ‘abi ben buna dalarım’ bakışını görebiliyordum.

“Ovv ovv ovv! Bu bakışları yakalamam iyi oldu sen kızın sevgilisisin değil mi?”

Ciddiyetsiz şekilde konuşuyordu hala. Sonra hemen kaşlarını çatıp bana baktı. Ruh halindeki değişim hızlı olmuştu.

“Bana bak Anıl! O evlilik falan yok aslanım! Unut onu! Kardeşim istemeden onunla o masaya oturamazsın bunu bil ona göre davran. İptal edeceksin o düğünü!”

Kardeşi? Dolunay tek çocuktu. Karşısına geçip ben de oturdum. Üstünü düzeltiyordu. Ciddiyetsizliği ise sinir bozucuydu.

“Bana bak duymasın buraya geldiğimi haberi yok. Beni öldürür.”

Bana karşı üstten üsten konuşması iyice sinirimi bozmaya başlamıştı zaten canım da acıyordu onun için hiç iyi şeyler olmayacağa benziyordu. Madem onun sevgilisi falan değildi beni tutan bir şey kalmamıştı bu noktada.

“Bana bak aslan.”

Cümleye onun bana kullandığı ifadeyle başlamıştım. Bakışlarını bana sabitlediğinde de konuşmama devam ettim.

“Şimdi, öncelikle bana karşı o tavrını düzeltiyorsun. Sonrasında ise sen onun neyi oluyorsun güzelce anlatıyorsun.”

Sertçe konuşmam onu keyiflendirmişti. Bu da başka bir deliydi demek ki. Ne bekliyorsam ben de o deli kadının etrafında akıllı ne gezerdi? Esin elindeki peçeteyi bana uzattı. Ben de yüzümde kanayan yerlere tuttum. Şerefsiz çocuk ağzımı yüzümü dağıtmıştı.

“Ben Dolunay’ın her şeyiyim. Yeri gelir babası olurum yeri gelir kardeşi olurum ve yeri gelir abisi olurum. Dolunay da benim her şeyim yeri gelir annem olur yeri gelir ablam ve yine yeri gelir kardeşim olur ama biz birbirimizin ne sevgilisiyiz ne eşi ne de aşığıyız.”

Derin bir nefes aldım. Rahatlamıştım gerçekten rahatlamıştım.

“Biz Dolunay’la beraber büyüdük. Her şeyi tek başımıza beraber yaptık. Bir an bile birbirimizden ayrılmadık.”

Demek ki en başından beri arkadaşım diye bahsettiği kişi Emirmiş. Eline baktı. Onun da elinin üstü kanıyordu.

“Abi sen ne yaptın ya? Ne demek kumar masasına oturup kızı evliliğe zorlamak?”

Sanki bir arkadaşımmış gibi konuşmuştu. Hepimiz onu garipsiyorduk. Buğra çocuğun arkasından ‘Ne ayak bu?’ Gibisinden işaret ettiğinde anlamadığımı işaret ettim.

“Keşke ilk bana gelseydin. Ben Dolunay’la seni tanıştırırdım be!”

Sinir bozukluğuyla güldüm. Geceden beri uyumamak bende halüsinasyon gösteriyor olmalıydı. Artık bu kadın bana gerçekten kafayı yedirtmişti ve ben salak saçma şeyleri etrafımda görüyordum. Mesela bu çocuk gibi... Elini gözümün önünde salladı.

“Alo! Oğlum ciddiyim lan ben! Dolunay bana neredeyse tüm yaşananları anlattı. Onun anlatmasına göre bile onu çok sevdiğin belli. Dolunay’ın böyle birine sahip olması beni çok mutlu eder.”

Bizimkiler de diğer koltuklara oturmuş uzaylıymış gibi çocuğu inceliyorlardı.

“Kafayı yedim ben herhalde.”

Bana güldü.

“Yok, kafayı yemedin ama Dolunay’dan vazgeçmezsen o sana kafayı yedirir sen merak etme.”

Bizden kimse ağzını bile açmıyordu. Telefonu çaldı.

“Dolunay arıyor.”

Aramasını açmadı. Koltukta arkasına yaslanıp bana baktı tekrar ciddileşmişti.

“Anlat hadi.”

“Ne anlatayım?”

Elimle ağrıyan kafamı ovuşturdum.

“Sabri babama ne anlattıysan onu anlat. Kısacası sendeki Dolunay’ı anlat bana.”

Esin acil durum kutusunu alıp Kağan’a verdi. Kağan da yanıma yaklaşıp yüzümdeki yaralarımla ilgilendi. Ben de o süreden yararlanıp ona ne anlatmam gerektiğini düşündüm. Ona nasıl anlatacağımı bilemiyordum. Değişik bir çocuktu ne zaman ne yapacağı belli değildi. Aynı Dolunay gibiydi. Kağan işini bitirdiğinde konuştu.

“Hadi Anıl bey, ben sizi bekleyip duramam.”

Bey kelimesini duyunca istemsizce güldüm. Sonra ise her şeyi anlatmaya başladım. Anlattığım birçok şeyi bizimkiler de yeni duyuyorlardı mesela Dolunay’ın beni öpmesi gibi.

“Seni öptü mü?”

Emir şaşkınlıkla sordu. Kafamı salladım. Yüzünde keyifli bir gülüş vardı. Kamera şakası gibi bir çocuktu.

“Bundan bahsetmemişti.”

Onun susmasıyla anlatmaya devam ettim. Konuşmamı bitirdiğimde keyfi daha da artmıştı.

“Anılcığım keşke ben sana bir liste verseydim Dolunay’a bu listedekileri yap o nefret eder diye daha az zorlanırdın.”

Güldü onunla birlikte ben de güldüm, bu seferde Dolunayla aynı tonda Anılcığım demişti. Resmen onun erkek versiyonuydu.

“Nasıl başardın ya onun nefret ettiği her şeyi yapmayı? Tüm samimiyetimle soruyorum.”

Telefonu tekrar çaldı yine açmadı.

“Ne olursa olsun onunla evliliği unut. Git paranı al bizimkilerden.”

“Paranın Allah belasını versin, istemiyorum.”

Kaşları çatıldı mavi gözlerini sinirle bana dikti.

“Hala onunla evlenebileceğini düşünmüyorsun değil mi? Bak Anıl sakın beni hafife alma Dolunay’ın istemediği hiç bir şey olmayacak!”

Biraz daha bana bağırmasına izin vermeyecektim ama ona zarar vermemin de Dolunay’ı tamamen kendimden uzaklaştırmak olduğunu anlamak zor değildi.

“Düğünü iptal edeceğim zaten merak etme.”

“O zaman paranı alsana adam!”

Karşımda Dolunay varmış gibi hissediyordum.

“Benzerlikleri korkutucu”

Diye fısıldadı Esin. Bunu fark eden tek kişi olmamak beni rahatlatmıştı.

“İstemiyorum parayı. Ben onlarla Dolunay için o masaya oturdum zaten.”

Güldü.

“Dolunay’ı istiyorsan onlardan o parayı alacaksın aklını kullan azcık. Sen zeki bir adamsın konu Dolunay olunca saçma salak davranma.”

Kaşlarımı çattım.

“Ne demek istiyorsun?”

“Dolunay şu anda intikam ateşini yakmak için her şeyi hazırlamış. Barney’i geri almamızla harekete geçecek. Babasına ve diğerlerine hiç acımayacak. Sen de parayı isteyerek onları köşeye sıkıştırıp Dolunay’a alan açacaksın. Dolunay bu hamleni çok çabuk fark eder. Biliyor o rakamın senin için gram önemi olmadığını. Sonuçta sana teşekkür edecektir. Bu hamle sana Dolunay’ı yakınlaştıracak.”

Dediklerini kafamda tarttım. Sanki satranç oyununda taktik veriyordu. Ama mantıklıydı dedikleri de. Parayı istemeyi aklıma not ettim. Ama ilk önce Dolunay’ın köpeğini bulmalıydım. Telefonu yine çalmıştı. Açmadan konuşmaya devam etti.

“Bak, Dolunay’ın sana karşı bir ilgisi varken mantıklı davranmalısın. Dolunay aşktan, sevgiden korkar kendini geri çekmek için elinden geleni yapar. Şanslısın ki senden kendini çok geri çekemediğini itiraf etti bana. Onun kalbini kazanmak çok zor Anıl. Babasının yaşattıkları yüzünden aşkla onun arasında koca koca duvarlar var ama sen bu duvarı geçmek üzeresin eğer onu gerçekten seviyorsan beni dinle. Tek paranı almak konusunda değil, sen sana ne dersem onu yap.”

Bana neden yardım edecekti ki? Aklımı kurcalayan soru tam olarak buydu. Bu sefer telefonuna arka arkaya bildirimler gelmeye başladı. Telefonuna bakmak yerine gülerek bana baktı.

“Bak çok ciddiyim ben Dolunay’ın tüm anahtarlarını sana verebilirim.”

“Neden bunu yapacaksın? Hadi yaptın diyelim ben senin samimiyetine nasıl güveneceğim? Deli adamın tekisin Emir. Bir halin bir halini tutmuyor.”

Dediklerime kahkaha attı.

“Aslında bunu senin için değil Dolunay için yapacağım. Uzun vadeli yatırım gibi düşün.”

Dediklerinin ardından kendimce anlam çıkartmaktan gerçekten yorulmuştum. Bıkkınlıkla ona baktım.

“Açık konuşsana.”

Boğazını temizledi.

“Dolunay çok acı çekti, çok üzüldü. Yaşadıkları hiç kolay şeyler değildi. Evet, birçoğunu birlikte yaşadık. Birlikte sokakta kaldık, birlikte çalışıp para kazandık. Ama Dolunay’ın benden ayrı olarak yaşadığı sıkıntılar da vardı. Babası gibi ya da annesi gibi. Onun mutlu olmasını istiyorum ve şunu biliyorum ki sen onu çok mutlu edersin. Senin onu ne kadar güzel sevdiğini hem ondan hem de senden dinledim.”

Durdu. Sonra tekrar devam etti.

“Yani şimdi ben sana yardım edeceğim ki ilerideki Dolunay mutlu olsun. Kelebek etkisi gibi de düşünebilirsin.”

Dedikleriyle ona güvenmemek için bir nedenim kalmamıştı. Her ikimiz için de önemli nokta Dolunay’dı bu yüzden ona güvenecek ve kendimi tamamen ona teslim edecektim. Yolun sonunda ben Dolunay’a kavuşacaksam uçurumdan atla dese atlardım.

“Tamam, sen ne dersen o.”

Kahkahayı yine bastı. Kaşlarım istemsizce çatılmış ona bakıyordum. Dengesiz çocuğun tekiydi.

“Sen Allah’tan belanı bulmak için arama timiyle falan arıyorsun enişte benden demesi. Bir insan Dolunay için bu kadar delirmiş olamaz ya. Tamam, çok güzel, çok çekici bir kız, kardeşim diye demiyorum ama ateş ediyor kendisi.”

Bizimkiler de onla birlikte gülerken ben hala aynı ifadeyle ona bakıyordum.

“Fakat insanı delirtir benden demesi. Ömür törpüsüdür. Ne zaman ne yapacağı da belli olmaz kafasına essin burayı bile basar benden demesi.”

Dediğine bende güldüm Dolunay aynen öyle birisiydi. Ne zaman ne yapacağı da belli değildi. Karşımdaki iki numaralı deli yine ciddileşti. Bir numaralı deli zaten Dolunay’dı.

“Şunu çok iyi bil ki onun bir damla yaşına ben burayı basmaz havaya uçururum. Sakın onu üzmeyeceksin. Öyle bir durumda sana yapacağım yardımları unutursun. Hatta seni baltalamak için elimden geleni yaparım.”

Ben de onun gibi ciddileştim.

“Eğer ki onu üzersem bunların daha fazlasını bana yap ağzımı açmam. Bugün olduğu gibi sadece karşında dururum.”

Kaşlarını çattı.

“Hakikaten lan sen niye bana karşılık vermedin?”

Geceden beri beni mahveden şeyi dillendirdim.

“Gece sizi sahilde gördüm onun arkasına kamerayı yerleştirdiğin ilk andan itibaren hem de. Seni onun sevgilisi sanmıştım. Sen askerdeyken onu zorla aldığımı düşündüm. Bu yüzden ne yapsan hakkın diye durdum.”

Bana iri iri açtığı mavi gözleriyle baktı. Daha sonra da kahkahası yine kulağıma doldu. Telefonunu eline aldı.

“Biraz daha Dolunay’a cevap vermezsem beni öldürebilir.”

Baktığı şeyle yüzündeki o ciddiyetsiz ifade ortadan kalktı ve kaşları çatıldı.

“Ne oluyor?”

Endişelenmiştim. Telefonunu bana çevirdi. Fotoğraf vardı. Dolunay’ın sarı aracı bir kulübe gibi yere çarpmıştı. Hemen telefonumu alıp onu aradım. İlk çalışta açtı.

“Anıl?”

Ağlamaklı sesiyle yutkundum.

“Güzelim neredesin, iyi misin?”

“Şarjım çok az. Konum atacağım sana.”

Bunu der demez telefonu kapandı.

Emir telefonuna gelen ses kaydını açtı.

“Emir… Emir.. Barney’i buldum… Arabam çalışmıyor. Sana konumu atacağım oraya git bir an önce al arabayı çabuk… Barney’in durumu çok kötü. Ben yol üstünde ilerliyor olacağım… Lütfen yetiş.”

Konuşması sürekli olarak ağlamaktan kesiliyordu. Emir hemen yerinden fırlarken biz de onunla birlikte fırladık.

“Konum atmış bana. Gelmek istiyorsanız beni takip edin.”

Odamdan ağzım yüzüm dağılmış bir şekilde çıkmam ve koşturarak asansöre ilerlemem çalışanların hemen dikkatini çekmişti. Onları görmezden gelip hemen asansöre bindim. Emir birkaç kere Dolunay’ı aramaya çalışmıştı ama hep kapalı çalıyordu. Zaten bana da konum atamamıştı.

Hemen araçlara binip dört araç konvoy halinde konumun olduğu yere gitmeye başladık. Umarım Dolunay’ın ve köpeğinin önemli bir şeyi yoktur. Eğer onlara zarar gelirse kendimi affetmezdim. Geldiğimiz yer yol üzerinde küçük bir kulübeydi. Emir’in aracını durdurup inmesiyle biz de ona uyduk. Dolunay kulübenin arkasından araçla çarpmıştı. Emir hemen oraya gidip içeriye girdi. İçerisi çok kötü kokuyordu. İstemsizce yüzümü ekşittim. Emir zincirin olduğu yere gidip yerden bir şey aldı ve cebine koydu.

“Köpeği bağladıkları zincir mi?”

Esin’e cevap verecek durumda değildik.

“Büyük ihtimalle öyle hayatım.”

Emir etrafa biraz daha bakındı.

“Enişte hadi gidelim. Yol üstündeyim demişti ses kaydında.”

Emir’in konuşmasıyla kulübeden çıktım. Aracıma doğru gitmeye başladım.

“Ben aracı aldırtayım buradan siz gidin.”

Buğra’nın omzuna Emir elini koydu.

“Tamamdır teşekkürler.”

Araca binip hızla yola çıktım. Dikkatli olmaya çalışarak Dolunay’ı arıyordum. Çok geçmeden onu kucağında bir köpekle yürürken buldum. Tam dibinde durdum ve araçtan indim.

“Anıl?”

Mavi gözlerinden akan yaşlarla bana bakıyordu. Onu bu şekilde görmek içimdeki acıyı daha da arttırdı. Kafasında bir yara vardı. Kucağındaki köpeği almak için hareket etsem de köpek havlayarak beni engelledi. Emir de gelmişti.

“Güzelim iyi misin?”

Hemen Emir’e döndü. Emir köpeği ondan aldı. Kendi aracına götürecekken ben arabamın kapısını açtım.

“Koy buraya.”

Köpeği arka koltuğa koyup Dolunay’a sarıldı. Ayrılıp kafasındaki yaraya baktı.

“Nasıl oldu? Çok önemli bir şey yok gibi?”

“Arabayla kulübeye çarptığımda oldu. Önemli bir şey değil. Barney’i acil veterinere götürelim hadi.”

Ona yaklaşıp sarılmak istiyordum. Gözündeki yaşları silmek istiyordum ama buraya mıhlamış gibi kalmıştım. Emir ona tekrar sarıldı ve belinden bize çaktırmamaya çalışarak bir şey aldı. Ne olduğunu tam çözememiştim ama şu an sorgulamak için iyi bir zaman da değildi. Dolunay köpeğin yanına bindiğinde Esin konuştu.

“Benim evim buraya yakın. Altında bir veteriner var oraya gidelim.”

Emir onu onaylayınca sürücü koltuğuna geçtim. Aracımı hareketlendirdim ama sürekli dikkatim dağılıyor arka koltukta ağlayan Dolunay’a bakmak istiyordum.

“Yetişeceğiz annecim lütfen dayan.”

Köpeğin kafasına öpücük kondurdu. Kafamı yola çevirip gaza biraz daha bastım. Köpeğin durumu cidden çok kötü duruyordu. Dolunay’ın ağlamasının yanı sıra köpekte can acısıyla ağlıyordu. Ben neye sebep olmuştum böyle. Boğazımdaki acı hiç geçmeyecekmiş gibi oraya oturdu ve ben ağzımı bile açamadım.

“Affet beni… Koruyamadım seni affet…”

Kısık sesiyle ağlamaları arasından konuşuyordu. Sol gözümden bir damla yaş kayıp giderken direksiyonu daha da sıkı tuttum. Arabayı Esin’in yaşadığı rezistanstın önünde durdurduğumda Dolunay beklemeden kapıyı açıp köpeği kucakladı. Yine köpeği kucağından almak için yaklaştığımda köpek acı acı havlamaya başladı.

Dolunay beklemeden kapıyı açıp köpeği kucakladı. Yine köpeği kucağından almak için yaklaştığımda köpek acı acı havlamaya başladı.

“Anıl yaklaşma.. Çok korkuyor.”

Birkaç adım geriledim. Veterinerin kapısını açıp onun geçebileceği alan bıraktım. Hemen müdahale odasına doğru köpeği götürdü. İçeriye giren Emir de onun yanına giderken Esin, Kağan ve ben bekleme koltuklarına kendimizi bıraktık. İçeriye bir koşuşturma hakimdi. Kafamı ellerimin arasına aldım.

“Hepsi benim yüzümden oldu.”

“Abi nereden bilebilirdin?”

Kağan’ın dediğine katılmıyordum. Kendimi kandırmaya hiç gerek yoktu. Hepsi benim yüzümdendi. Vicdanımı rahatlatacak ucuz düşüncelerin peşinden koşamazdım. Dolunay ve Emir’de bizim yanımıza çıktı. Boş koltuklar olmasına rağmen kendilerini yere bıraktılar.

“Nasıl buldun?”

Emir’in sorusuyla dikkatlice oldukları yere baktım. Dolunay kafasını Emir’in omzuna koymuştu.

“Tuttuğum dedektif Pelin’i takip etmiş. O buldu.”

“Sen oradayken Pelin var mıydı?”

Emir kaşlarını çatmıştı yine.

“Hayır. Bana haber vermeden önce onun gitmesini beklemiş. Bir de Pelin’i videoya almış.”

Genel olarak Emir’e bakıyordum. Dolunay’a bakacak yüzüm yoktu. Ağlamaklı sesiyle tekrar konuştu.

“Pelin sinirle kulübeye gitmiş. Birden eline sopa alıp Barney’e vurmaya başlamış.”

Bu kadar kötü olamazlardı ya. Küçücük bir hayvandan sinirini nasıl çıkartabilirdin ki? Emir bakışlarını yerden kaldırdığı gibi benimle buluşturdu. Bilerek yaptığı bir şey değildi sanırsam. Ayağa kalkıp sigara içmek için veterinerden dışarıya çıktım. Kenardaki ağacın yanına gidip sırtımı ağaca verdim ve bir sigara yaktım. Gözlerimi kapatıp sigarayı ciğerime çekmeye başladım. Ben kendimi nasıl affettirebilecektim ki bu olaydan sonra. Ben bile affetmezdim kendimi. Elimdeki sigaranın ne zaman bittiğini bile anlayamamıştım. İkincisini yakıp yine gözlerimi kapattım.

Araba kapısının açılma sesine gözlerimi açtım. Emir dışarıya çıkmıştı. Sürücü koltuğunun altına doğru eğildi. Belinden siyah bir metal çıkarttı. Kaşlarım çatılmıştı. Dolunay’dan aldığı şey bir silahmış. O deli kadında silahın işi neydi? Emir’in kulübede yerden aldığı şeyde bir mermiydi o zaman. Aracına silahı sakladıktan sonra aracı kilitledi. Benim burada olduğumun farkında değildi, hemen içeriye geri döndü. Telefonum çalmasıyla cebimden çıkardım.

“Efendim Arya?”

“Abi annem akşam yemeğe gelmeyi unutmasın dedi.”

Sırtımı yasladığım ağaçtan doğrulttum.

“Beklemeyin beni. Gelemem bugün.”

Arya ofladı.

“Abi gelmen lazımmış. Büyükannem de burada olacak. Annem kaç haftadır gelmiyorsun diye laf söylüyor zaten.”

Sinirle konuştum.

“Abicim gelemem diyorum uzatma”

“Bana niye kızıyorsun? Ara annemi sen söyle!”

Bağırıp telefonu kapatmıştı. Bir sen eksiktin Arya zaten. İçeriye geri döndüm. Dolunay hala bıraktığım haldeydi. Adım seslerime kafasını kaldırıp baktı. Gözleri ve burnu kıpkırmızı olmuştu ağlamaktan. Geri eski haline dönerken ben de yerime geçtim. Kağan yanımda oturuyordu bana doğru döndü.

“Abi, köpeğe ilaç vermişler tedavi etmek için uyutacaklarmış. Patisinde kırık varmış onu da alçıya alacaklar.”

Kafamla onu onayladım. Sıkıntıyla bir nefes aldım. Telefonuma gelen mesajla telefonuma döndüm.

Annem: Akşam yemekte ol lütfen.

Ona sadece tamam diye mesaj attım.

“Abi biz bir eve çıkalım geri geliriz.”

“Tamam kardeşim.”

Sıkıntıyla kafamı eğip ellerimi izlemeye başladım. Bir süre sonra omzuma konan bir kafayla irkildim. Burnuma dolan o kokuyla gözlerimi kapattım.

“Ne oldu sana?”

Yumuşak bir ses tonuyla sormuştu.

“Emir ile tanıştık.”

Yeterli bir cevaptı bence.

“Onda niye bir şey yok? Tek taraflı bir tanışmaydı sanırsam. Sana verdiğim kremi sür o iyi gelir.”

Gözlerimi açtım. Bekleme alanında sadece o ve ben kalmıştık.

“Akşam sizi görmüştüm. Sevgilin sandım. O yüzden ben bir şey yapmadım.”

Kıkırdadı. Ağlamasından dolayı sesi bir garip çıkmıştı. Sesinin bu halde olmasının da sorumlusu bendim.

“Sen bizi nereden gördün ki?”

Omzumdaki kafasını sarsmamaya çalışarak bir nefes aldım. Gerçeği bilsem bile geceyi düşünmek kalbimi acıtıyordu.

“Buğra’nın oturduğu evin balkonu senin sürekli olduğun sahile bakıyor.”

Sadece kafasını salladı. Sonra öylece durdu. Ne o konuştu ne de ben. Zaten benim ona diyecek bir şeyim de yoktu. Omzuma değen saçlarından gelen o kokuyla orada durmak bana keyif vermek yerine acı veriyordu. Arada ağlamaktan dolayı titrek nefes alıyordu. Bu da canımı acıtan bir başka şeydi. Müdahale odasının kapısı açıldı.

“Dolunay hanım.”

Hemen ayağa kalkıp veterinerin yanıma gitti.

“Gece boyunca da onu uyutup ilaç takviyesine devam edeceğiz geceyi uyuyarak burada geçirecek. Sizlik bir şey yok isterseniz evinize gidin zaten bizde kapatacağız.”

“Ne yani bir başına mı bırakacaksınız burada ya bir şey olursa?”

Endişeyle sormuştu.

“Dolunay hanım biz gece boyunca ara ara gelip kontrol edeceğiz. Zaten verdiğimiz ilaçlardan dolayı gözünü bile açamaz. Endişelenecek bir şey yok.”

Dolunay sadece dinlemişti.

“Yarınki durumuna bağlı olarak ameliyata alabiliriz.”

“Anladım. Teşekkür ederim.”

Mırıldanarak konuşmuştu. Veterinerin odaya geri dönmesiyle kalktığı yere yanıma geri oturdu.

“Senin bencilliğin yüzünden bu durumdayız bunu biliyorsun değil mi?”

Bağırmadan sakin bir tonla sormuştu ama bağırsa daha iyiydi. Yutkundum.

“Ben sana önceki akşam boşuna demedim bu mu senin sevgin diye. Bu sevgi değil Anıl bu bencillik. İyi bak şu karşımızdaki kapıya, içeride acı içinde yatan canın sorumlusu sensin.”

Her kelimesi birer diken gibi batarken dediklerinin doğru olması daha çok can yakıcıydı.

“Özür dilerim.”

Ona söyleyebildiğim tek şey kısık sesli bir özürdü. Gururumdan değil içimdeki acıdan dolayı sesim kısık çıkmıştı.

“Git Anıl. Niye burada bekliyorsun hala? Git.”

Cevap verecek cesaretim yoktu zaten verecekte bir cevabım da yoktu. Hepsi benim bencilliğimin suçuydu. Deli gibi onu sevmem beni kör bir bencil haline getirmişti. Yavaşça yanından kalktım ve oradan çıktım.

“Nereye?”

Dışarıda bekleyen Emir’e baktım.

“Ben gitsem iyi olacak.”

Onun cevabını beklemeden arabama binip oradan uzaklaştım. Araca sığamıyordum resmen bir süre sonra arabamı sağa çekip içinden indim. Derin derin nefesler almaya çalışsam da bana yetmiyordu. Ben neye sebep olmuştum böyle?

Arya’nın aramasıyla telefonu açtım.

“Ne var yine!?”

Her ne kadar sinirimi ondan çıkartmak istemesem bile hep ona denk geliyordu.

“Bana kızıp durma ya! Annem geç kalmasın dedi!”

“Arya! Geleceğim dedim ya anneme. Ne diye ikide bir arıyorsunuz abicim!”

Bana cevap vermeden telefonu yine suratıma kapattı. Yemek saatine yaklaşıyorduk. Arabama binip o önemli yemeklerine gitmek için sürdüm. Arada arabayı bir yere çarpmak istesem de bunu yapmadım.

Eve gelmiş ve yemeğe oturmuştum.

“Oğlum ne oldu yüzüne kavga mı ettin sen?”

Annemin endişeyle konuşmasıyla elimdeki kaşığı bıraktım. Diğerleri de yüzümdeki yaraları incelemiş ama sormamışlardı.

“Önemli bir şey değil.”

Arya bana baktı ne olduğunu anlamıştı sanırsam. Ağzını açıp konuşacakken bakışımla onu susturdum.

“Oğlunu bilmiyor musun anne? Delirmiştir yine bağırıp çağırmıştır ama bu sefer sert kayaya çarpmış dövmüşler onu.”

Ablamın konuşmasıyla ona baktım.

“Sana ne Aslı sen yemeğini ye”

Sertçe konuştum. Masada sessizlik olurken yemeğime geri döndüm.

“Dayıı! Sen herkesten daha güçlüsün üzülme.”

Doruk’a gülümseyerek baktım.

“Haklısın dayıcım üzülmeyeceğim biz daha güçlüyüz.”

Ahh bir görsen dayının sıska bir kıza yenilmiş halini sen de kahrolurdun dayıcım.

“Evet, bizim dayımız güçlü. Her ikimizi de aynı anda kolalarına alabiliyor.”

İkiz kardeşi Duru da konuşmuştu.

“Yemeğinizi yerseniz ikinizi de kollarıma alabilirim.”

Hemen yemeklerine döndüler.

“Dünkü kız yüzünden mi bu haldesin?”

Bu sefer konuşan babaannemdi. Sanırsam dün onun yanına gitmem çok da iyi bir fikir değildi. Suskunluğumu bir evet olarak algılamıştı.

“Ne oldu sevgilisi mi geldi?”

Sert bir mizaçla konuşmaya devam ediyordu. Masada herkes susmuş yemek yemeği bırakmıştı. Sadece ikizler yemeğe devam ediyordu.

“Sevgilisi değil kardeşiymiş.”

Bana baktı. Babaannem çoğu zaman huysuz bir kadındı.

“Ne fark eder sen sana dediğimi yap bul o kızın köpeğini çık hayatından öyle zorla evlenmek ne demek?”

Kızarak konuşmasına devam etmişti onun konuşmasıyla masada kafa karışıklığı olmuştu.

“Evlendin mi?”

Babamın sorusunu Arya yanıtladı.

“Hayır baba ama ay sonu evlenecekti.”

“Bizi de düğüne bir saat kala davet etseydin oğlum. Ancak o zaman öğrensek yeterdi bize.”

Annem kahırla konuşup masadan kalkmıştı.

“Otur masaya gelin! Kumar masasında kazandığı kızcağızın düğünü olmazdı zaten!”

Babaannemin konuşmasıyla annem masaya geri oturdu.

“Kumar?”

İşler hiç olmadığı kadar karışmaya başlamıştı bile. Babam tüm siniriyle bana bakıyordu.

“Ne kumarı oğlum?! Nerden çıktı şu yaşından sonra bu alışkanlık!?”

Bağırması ikizleri korkutmuştu.

“Hadi siz yemeğinizi mutfakta yiyin.”

Aslı onları yollarken durdum ve gitmelerini bekledim.

“Kumar alışkanlığım yok. Kızın ailesi oynuyor diye gittim. Kızı elde edebilmek için.”

Konuşmamla annemin suratıma tükürmesi bir oldu.

“Ben seni kumar masalarından kız elde et de onunla evlen diye mi doğurdum?”

Ne derlerse haklılardı. Bugünlerde ben hariç herkes haklıydı zaten.

“Kıza çok aşık olmuştum. Ne yaparsam yapayım dikkatini çekemedim.”

“Sende kumarda mı elde etmeye gittin?”

Aslı’nın iğneleyici konuşmasıyla ona döndüm.

“Sus da anlatayım.”

O önüne dönerken devam ettim.

“Ne aşka, ne de evliliğe yakın bir kız. Kendi halindeydi. Fakat ben ne yaparsam yapayım kendimi ondan uzaklaştıramıyor ve onun etrafında kalıyordum. Artık iyice kendimi kaybetmiştim. Ailesinin gittiği yere gidip onlarla masaya oturmaya başladım ilk başta yüklü miktarları kazanmalarını sağladım sonra ise her şeylerini ve daha fazlasını kaybettiler. Ödeyemeyeceklerini biliyordum. Ben de kızınızla evlenirsem ödeme yapmak zorunda kalmazsınız dedim.”

Herkes nefesini tutmuş beni dinliyordu.

“Ne yani onlarda kızı sana verdiler mi?”

Kafamı salladım.

“Nasıl bir aile bu ya?”

Aslı şaşkınlıkla sormuştu.

“Kız ne yaptı peki? Tabi gördü seni, zenginliğini yapıştı sana değil mi benim salak oğlum?”

Annemin konuşmasıyla burukça gülümsedim.

“Hayır, yıktı ortalığı. Arabamı parçaladı. Benim yüzüme bile bakmadı. Baktığı süreçlerde ise sürekli benimle kavga edip benden nefret ettiğini gözleriyle haykırdı.”

Derin bir nefes aldım Dolunay aynen böyle yapmıştı.

“Sen bu kadar düştün mü? Nasıl bu şekilde davranabilirsin Anıl? Biz seni hiç böyle görmemiştik.”

Sinirleniyordum.

“Ben sanki kendimi bu şekilde gördüm! Kör oldum kızın aşkıyla. Sadece onu istedim yanımda. Benimle olsun istedim. Bir an bile yanımdan ayrılmasın istedim. Onu yanımda tutmak için mantığımı da gururumu da kenara koydum. Onun beni sevmesi her şeye bedel dedim.”

Sonlara doğru sesim kısılmıştı. Hepsi bana acıyan gözlerle bakıyordu. Masa derin bir sessizliğe bürünmüştü resmen. Annem Arya’ya döndü.

“Kızı sen gördün mü? Nasıl bir kız?”

Sessizce sormuştu. Onun sessizliğinin aksine Arya daha yüksek bir sesle masaya hitap etmek için konuştu.

“Kız çok güzel. Bebek gibi. Boncuk boncuk gözleri var. Bir bakıyor sanki içini delip geçiyor. Çok tatlı bir kız ama tersi çok fena. Kızdığı anda karşıdaki dağı bile deler geçer.”

O kadar doğru tarif etmişti ki Dolunay’ı gülümsedim. Sadece Arya’nın anlatması bile kalbimi hızlandırmıştı. Ben akıllanmazdım sanırsam.

“Eee ne güzel. Anıl’ın hakkından da o gelir zaten.”

Aslı sinir bozucu şekilde konuştu ama haklıydı. Dolunay hakkımdan gelmeyi bırak ağzıma bile ediyordu.

“Yani biricik yengem zaten öyle de yapıyormuş. Abime kök söktürüyormuş ama biricik abim ise ona karşı sinirlense bile hemen iki bakışına sakinleşiyormuş hatta kolay kolay sinirlenmiyormuş bile.”

Arya iğneleyici şekilde konuşmuştu.

“Yok mu kızın fotoğrafı falan?”

Arya benim telefonumu kapıp galerime girdi.

“Tabi abicim al telefonumu izne gerek mi var?”

Ona laf söylesem bile o yüzsüzce bana öpücük atıp galeriden fotoğrafı açtı. Bizimkiler Dolunay’ın fotoğraflarını incelediler.

“Ne zaman bizimle tanıştıracaksın. Düğünden önce getir kızı.”

Anneme baktım.

“Düğün falan yok iptal. Kızı köpeğiyle tehdit ediyorlarmış o da köpeğini buldu bugün. Kardeşi gelmemiş olsa bile Dolunay benimle o masaya oturmazdı koyar giderdi.”

Dediğim doğruydu eğer Emir olayı patlak vermemiş olsaydı da Dolunay Barney’i bulduğu dakika onu alır kaçar giderdi. O masaya oturmazdı bile çünkü onu tutacak bir şey kalmamış oluyordu.

“O kız bize uymazdı zaten. Onunla evlenmek için beni ezip geçmen gerekirdi.”

Babaannem yine üst notadan konuştu. Ben neleri göze almıştım. Eğer ki evlenmem için senin sözünü ezmem gerekseydi onu da yapardım. Buğra’nın aramasıyla telefonu elime aldım.

“Efendim Buğra.”

Buğra’nın ismini duyan Arya gözlerindeki parıltıyla bana baktı. Bu kızın Buğra’ya olan yakınlığı beni delirtiyordu.

“Abi yarınki toplantı için küçük sayılacak sorunlarımız var. Dosyalar Esin’deymiş oraya geçiyoruz gel sende.”

“Tamam geliyorum.”

Telefonumu kapattım.

“Yarınki toplantıyla ilgili sorun varmış. Gitmem lazım.”

Ayağa kalkarken babam dikkatlice bana baktı.

“Eğer kafanı işe veremiyorsan senin yerine bir süreliğine birileri baksın. Başka bir yere git kafanı topla gel. O şirket bu günlerine kolay gelmedi.”

Tüm sinirini cümleleriyle bana kusmuştu.

“Biliyorum kolay gelmediğini. Senin batırdığın yerden geri çıkartmak kolay olmadı. Sen şirket adına endişelenme.”

Evi terk edip Esin’in evine sürdüm. Kliniğin olduğu yere baktığımda kimse yoktu. Emir’in arabası da gitmişti. Evin olduğu kata çıkmak için asansöre bindim. Zile basıp beklemeye başladım. Şu gece bir bitseydi kafam gerçekten biraz da olsa rahatlayacaktı.

“Hoş geldin.”

Esin’e selam verip salona geçtim. Çok sürmeden balkonda tek başına sandalyede oturan Dolunay’ı görmüştüm bile. Duştan yeni çıkmış saçları hala ıslaktı. Üzerinde Esin’in ona geçen gün de verdiği pijaması vardı. Beni fark etmemiş öylece dışarıyı izliyordu.

“Zorla yukarı çıkarttım. Kliniğin önünde tek başına oturuyordu.”

“Teşekkür ederim Esin.”

Güldü.

“Senin için yapmadım ki. Dolunay’ı sevdiğim için yaptım.”

Ben de onun gibi güldüm.

“Olsun yine de teşekkür ederim.”

Kağan’ın yanına geçip elime bilgisayarı aldım. Dolunay’ı görebildiğim bir konumdaydım.

“Çok söyledim ama saçını bir türlü kurutturamadım. Kollarım ağrıyor onunla uğraşamam dedi. Ben kurutayım dedim onu da kabul etmedi. Şimdi de balkonda duruyor hasta olacak. Sen de bir desene.”

Alayla Esin’e baktım.

“Sen deli misin Esin? Ben dersem kız saçını kökünden kazır.”

Dolunay benden zaten nefret ediyordu. Şu an ise nefretinin boyut atladığına emindim.

“O kadar da değil ya”

Kağan’a emin misin anlamında baktım.

“Onu tanımıyormuş gibi davranmayın. Hadi biz işimize bakalım. Kocaman kız bilir elbet ıslak saçla hastalanacağını.”

Elime kenardaki evrakı alıp hem bilgisayardan hem de evraktan incelemeye devam ettim. İlgi odağımı iş olarak tutmaya çalışıyordum. Bunu yapmayı başarmıştım da, neredeyse yarım saat olmuştu bile ben evraklardan kafamı kaldırmayalı. Ama kalbim sürekli benimle ve aklımla savaşıyordu. Deli kadın kesinlikle hasta olacaktı. Lavaboya gitmek için ayağa kalktım. İçeriye girip yüzüme bir su çarptım. Kendime beni ilgilendirmediği anlatmam gerekiyordu. Onu bu kadar önemsememeliydim.

Kapıyı açmamla bir çift mavi gözle karşılaşmam bir oldu. Elinde saç kurutma makinesi vardı. Esin kollarının ağrıdığını söylemişti büyük ihtimalle köpeği taşımaktan ağrımıştı. Elinden makineyi alıp yanıma gelebilmesi için ona yer açtım.

“Gel, ben kurutayım.”

Hiç sesini bile çıkartmadan aynanın önünde durdu. Elimdeki fişi takıp yavaş yavaş saçlarını kurutmaya başladım. Gözünü bile ayırmadan aynadan bana bakıyordu. Bakışlarını üzerimde çok net hissedebiliyordum. Ayna aracılığıyla bakışlarımızı buluşturdum. Çok kısa bir süre daha bakıp hemen gözlerini yere indirdi. Saçlarını kurutmuştum kenardaki tarakla acıtmamaya dikkat ederek saçlarını taradım. Daha sonra da elindeki tokaya uzanıp saçlarını arkadan tutturdum.

“Anıl bey saç konusunda ne kadar da iyisiniz böyle?”

Hafif sitemle söylediği sözle gülümsedim.

“Bir ablam, bir kız kardeşim var ve yeğenlerimden teki de kız oradan biliyorum.”

Omuz silkti.

“Teşekkür ederim.”

Hemen içeriye geri döndü. Biraz önceki sitemli sorusunun kıskançlıkla bir bağlantısı var mıydı tam çözememiştim. Daha fazla orada dikilmemek için lavabodan çıktım. İçeriye geri döndüğümde yine balkona çıktığını gördüm. Yerime oturup elime evrakları aldım. İşime geri dönmem lazımdı. Değilse bu deli kadının elinde kendimi kaybedecektim. Biz çalışmaya iyice gömülmüşken içeriye girdi.

“Esin ben gitsem iyi olacak. Sonra haberleşiriz.”

Dedi ve hemen kapıdan çıktı. Derin bir nefes aldım. Gece on ikiyi geçmişti saat, nereye gidecekti bu vakitte ayrıca altında arabası da yoktu. Elimdeki dosyayı sıkıntıyla birlikte sertçe kapatıp masanın üzerine attım.

“Ben de gideyim zaten hallettik sayılır.”

Aynı onun gibi hemen kapıdan çıktım. Binadan çıkmamla veterinerin kapısının önünde yerde oturan Dolunay’ı görmem eş zamanlı olmuştu. Üzerinde Esin’den aldığı pijamalarıyla öylece duruyordu. Gecenin esintisi hafifti ama yine de üşütürdü. Ceketimi çıkartıp yanına gittim. Beni fark etmemişti. Omuzlarına koyduğum ceketle sıçradı. Mavi gözlerini bana doğrulttu.

“Teşekkür ederim.”

Yanına oturdum. Deli kadın balkonda da böyle durmuştu itiraz etmediğine göre üşümüş olmalıydı.

“Esin’in evinde kalmak istemiyorsan otele götürebilirim.”

Kafasını sağa sola salladı.

“Yok, iyi böyle.”

Kilitli olan veteriner kapısına bakıyordu. Onun sessizliğine eşlik ettim.

“Beni bırakmaz değil mi?”

Küçük harflerle sorduğu soruya nasıl cevap vereceğimi şaşırmıştım. Yutkundum.

“Seni bırakmaz. Sen bırakılıp gidilecek birisi değilsin Dolunay. Yaşamak ve seninle zaman geçirmek için savaşacaktır.”

Sol gözünden bir damla yaş akıp gitti.

“Umarım.”

Sadece bunu demiş ve tekrar susmuştu. Ona bakarken elindeki yüzüğü görmek yüzümde hafif bir gülümseme oluşturdu. Daha çıkartmamıştı. Büyük ihtimalle aklına gelmemişti ama yine de çıkartmaması beni mutlu etti. Bir dakika! Bu deli kadın duşa girmişti. O zaman çıkartmış olmalıydı yani bile isteye geri takmıştı. Aklıma gelen düşünceyle tekrar gülümsedim.

“Anıl yanımda neden deli deli gülümsüyorsun?”

Kızmıştı. Beni gülümseten şeyi söylesem parmağından direkt olarak çıkartır atardı o yüzüğü.

“Sadece seninle geçirdiğimiz şu üç haftayı düşündüm.”

Gözlerini kızgınlıkla bana dikti.

“İyi o zaman şimdi de bir daha seninle öyle vakit geçirmeyeceğimi ya da seninle evlenmeyeceğimi düşünebilirsin.”

Duyduklarımla bu sefer kızan taraf ben olmuştum. Dolunay’ı yanımda tutamayacağını çok iyi biliyordum zaten fakat bu kızmama engel değildi.

“Beni deli ettiğin gibi ben de seni deli edeceğim. Ahtım olsun kadın seni deli gibi kendime aşık edeceğim! İşte o zaman görüşeceğiz seninle.”

Bana yandan bir bakış attı.

“Defol git buradan.”

Yerime iyice yerleştim.

“Yolla yollayabiliyorsan.”

Yanımdan uzaklaştı ben de inadına yanına yaklaştım.

“Senin sabah toplantın yok mu? Git evine yat uyu yallah!”

“Sana ne benim toplantımdan varsa var.”

Bana baktı ama bir şey demedi sonra hemen önüne döndü. Bak gör Dolunay hanım gitti o her dediğini anında yapan Anıl bundan sonra böyle davranacaktım ona. Ne derse tam tersini yapacaktım belki o zaman yola gelirdi çünkü diğer türlü her dediğini yaptığımda hiçbir işe yaramamıştı. Sigaramdan bir tane çıkartıp yaktım. Nefret ediyordu sigaranın kokusundan. Normalde onun yanında içmemeye dikkat ediyordum ama bundan sonra buna da dikkat etmeyecektim. Hemen yanımdan uzaklaşıp karşıma geçti. Sırtını veterinerin kapısına yaslamıştı.

“Senden nefret ediyorum. Eğer unuttuysan diye hatırlatmak istedim.”

Sigaramdan bir nefesi daha içime çekip güldüm.

“Benden mi nefret ediyorsun yoksa benden nefret edememekten mi nefret ediyorsun?”

Kocaman açtığı gözlerle bana baktı.

“Bakma öyle Dolunay. Otelde kaldığımız gece böyle diyordun.”

Hafifçe yanakları kızarırken gözleri imkanı varmışçasına daha da açıldı. Salak sevgilim benim köşeye sıkışmıştı.

“Ne kadarını duydun?”

Sakince sordu. Gülüşüm yüzüme yayıldı.

“Başından sonuna kadar hepsini ama poyrazın çıkması yakındır ne demek hala anlamlandıramıyorum bana açıklarsan çok sevinirim hayatım.”

Karşımdaki haline gözlerimi bir saniye bile ayırmadan bakıyordum. Ne söyleyeceğini şaşırmış gibiydi. Onu sıkıştığı köşeye iyice hapsetmek için tekrar konuştum.

“Haa bu arada lütfen açıkladıktan sonra yanıma gel ve o günkü busenin aynısından bana bahşet.”

Sıkıntıyla derin bir nefes aldı. Sonra kafasını dizlerine yasladı. Onun konuşmamasıyla ben tekrar konuştum durmaya niyetim yoktu.

“Bu arada güzelim iki cihan bir araya gelse seni bırakıp gitmeye niyetim yok benim. Yani böyle bir şey için endişelenme sonra rüyanda falan görüyorsun uykuların kaçıyor diye söylüyorum ben.”

Kafasını kaldırıp bana baktı yanakları iyice kızarmıştı.

“Allah kahretsin seni Anıl!”

Kahkaha attım.

“Gerçekten Allah kahretsin seni.”

“Aaa deme öyle sonra bensiz ne yaparsın.”

Alayla konuşmam onu daha da çıldırtıyordu.

“Üç gün üç gece şenlik düzenlerim.”

Yanına gidip ben de sırtımı veterinerin kapısına dayadım.

“Son gece haber ver bana olur mu? Ansızın odana geleyim senin de gecen şenlik olsun.”

Söylediğimle bana döndü alayla dudağının bir kenarı yukarı kalktı.

“Senin odama gelmenle şenlik yeri değil matem yeri olur odam. Odamda şenlik istesem haber vereceğim son insan bile olmazsın.”

Yüzüm sinirle kaskatı kesilmişti. Deli kadın nereden damarıma basıp beni delirteceğini çok iyi biliyordu. Bu halime daha da sevinmiş gülüşü yüzüne yayılmıştı. Ama Dolunay hanım ben de sana bu lafları yedirmezsem Anıl değildim. Gözlerimi onun gözlerine kilitledim ve ansızın onu kendime çektim ikimizin yüzü arasında çok az boşluk kalmışken gözümü dudaklarına indirdim. Hızla atan kalbimi yavaşlatmam lazımdı. Şimdi hızlanmanın sırası değildi. Bakışlarımı gözlerine çıkarttığımda gözlerini kapattığını görmem keyfimi artırmıştı. Onu öpmemi bekliyordu daha da çok beklerdi. Kendimi zor da olsa durdurdum. Yavaşça gözlerini açtı. Alaylı gülümsememle onu izliyordum. Kulağına yaklaşıp fısıldadım.

“Ne oldu Dolunay hanım? Dudağınızın beklediği şenliği alamadınız.”

Elini omzuma koyup beni sertçe ittirdi. Keyiften dört köşe olmuştum.

“Gerizekâlı.”

Sırf onunla uğraşacağım diye benim dudaklarımın şenliği de olmamıştı ama olsun onu böyle böyle yola getirecektim bunda çok kararlıydım ne pahasına olursa olsun yapacaktım bunu. Bu kararımda etkili olan aptal cesaretim tamamen Emir’den ve dediklerinden geliyordu. Bana ilgisinin olduğunu söylemişti bunun yanı sıra bana yardım edeceğini de söylemişti. Umarım yolun sonu mutlu biterdi çünkü Dolunay’ı azıcık bile tanıdıysam bu hamlemin bedelini ağır ödetecekti bana. Ayaklarını kıvırıp kendine doğru çekti ve kafasını da ayakları üzerine koydu.

“Kafanı omzuma koyabilirsin hiç sıkıntı değil çekinme.”

“Kes sesini artık!”

Boğuk çıkan sesiyle cırlamıştı. Keyifle kahkaha attım. Onu delirtmenin bu kadar keyifli bir şey olduğunu keşke en başından bilseydim. O öyle dururken bende elime telefonumu alıp onunla ilgilenmeye başladım. Çok geçmeden Dolunay’ın kafası bana doğru düştü uyumuştu bile.

“Anıl sen gitmedin mi?”

Şaşkınlıkla bana bakan Buğra’ya baktım.

“Sence kardeşim gitmiş gibi mi duruyorum? Arabamın arka kapısını açsana.”

Yavaşça Dolunay’ı kucağıma aldım. Biraz daha yerde oturursak hasta olacaktık. Allahtan Dolunay hareket ettirince çok çabuk uyanmıyordu. Onu arabamın arka tarafına yerleştirdim.

“Sağ olasın Buğra.”

Kapıyı yavaşça kapattım.

“Oğlum git uyu be sende. Dünden beri uyumadığın belli.”

Evet, benim de uyumam lazımdı ama Dolunay buradan ayrılmak istemiyordu bu yüzden eve ya da başka bir yere gidemezdim.

“Ben de uyuyacağım birazdan.”

Buğra omzuma arkadaşça vurup arabasına binip gitti. Sürücü koltuğuna oturup gözlerimi kapattım. O kadar otelim vardı ama bir kadının aşkından dolayı göt kadar arabada uyuyordum.


Arabanın camının ısrarla çalınmasıyla gözlerimi araladım. Her tarafım tutulmuştu. Cama zor da olsa döndüm.


“Hadi abi kalksana toplantıya geç kalacağız.”

Kağan’a boş boş baktım. Saat kaç olmuştu ki? Arabanın kapısını açtım.

“Saat kaç?”

“Saat sekiz kırk geçiyor Anıl. Neden benim evimde uyumadın? Kağan da evdeydi.”

O kadar olmuş muydu ya? Kafamı çevirip arka koltuğa baktım ama sadece benim ceketim vardı.

“Dolunay nerede?”

“Onlar veterinerin yanındalar. Hadi geç kalacağız.”

Arabanın kapısını kapatıp arabayı çalıştırdım. Şirkete doğru yola koyulmaya başladım.

Dolunay’dan

Müdahale odasında kucağımda Barney ile bekliyordum. Gözlerini açmıştı ama çok halsiz bir şeklinde yatıyordu. Benim yüzümden bu halde olması beni kahrediyordu. Sabah veterinerin dediğine göre ameliyata girmesine gerek yoktu. İlaç tedavisiyle devam etmek yeterli olacaktı.

Gece bir anda uyanmıştım Anıl’ın arabasındaydım o da ön koltukta uyuyordu. Araçtan inmiştim ve veteriner kliniğinin arka tarafında olan tuvalet camından içeriye girmiş Barney’in yanında durmuştum. Sabah da kliniği açmaya gelen veterinere yakalanmıştım. Derin bir nefes alıp Barneyi okşamaya devam ettim.

“Gece içeri girdiğin için şikayetçi olmayacaklarmış.”

Emir’e omuz silktim.

“Bir şey olmazdı etse de zaten.”

Kafa salladı.

“Yani sonuçta bir şey çalmadın sadece haneye tecavüz.”

Yanıma oturup o da Barney ile ilgilenmeye başladı.

“Şimdi yine ilaç verecekler ve uyuyacakmış. Bize yemek söyledim bir şeyler yemeliyiz artık.”

Onun cümlesini bitirmesiyle odaya asistan girdi ve yeni bir serum taktı.

“O videoyu ne yapacağız? Öylece görmezden gelemeyiz.”

Pelin’in Barney’e uyguladığı şiddetten bahsediyordu. Gözlerinde ki siniri ve yanmaya başlayan intikam arzusunu görebiliyordum.

“Sırası gelecek ama önce başka şeyler var. Her şey adım adım gerçekleşecek.”

Gülümsedi.

“Güzel, senin kafanda bir şeyler varsa sıkıntı yok.”

Barney ilacın etkisiyle yine uyumuştu. Rahat yatsın diye kucağımdan onu bıraktım. Ayağa kalkıp üzerimde ki tişörtü düzeltim. Allahtan Emir sabah gelirken bana bir iki parça bir şey getirmişti.

“Hadi yemeğimiz gelmek üzeredir kapının önüne çıkalım.”

Bunu dedikten sonra Barney’in kafasını öptü. Ben de arkasından onu takip etmiştim. Onun yanında kendimi güvende hissediyordum ama artık tek onun yanında değil Anıl’ın yanında da kendimi güvende hissediyordum. Aklıma ister istemez dün gece geldi. Otel odasında ona dediğim her şeyi duymuştu ve ben bile ne dediğimi tam hatırlayamazken o her şeyi en ince ayrıntısına kadar hatırlıyordu. Hepsini bana karşı söylemekten de çekinmemişti pislik herif. Madem duydun beni ona rağmen uyuma numarana devam ettin sonrasında niye diyorsun her şeyi duyduğunu pislik. Her şeyi geçtim onu yanağından öptüğümü bilmeseydi iyiydi. Salak Dolunay elin adamını uyurken niye öpüyorsun ki? Hoş artık benim için elin adamı mıydı işte orası karışıktı. Bir de yanağından öpmem yetmezmiş gibi arabada da adamın dudaklarına yapıştım. Hatırladıkça bile kafayı yiyordum. Anıl ise bunlardan yüz bulmuştu. Haklıydı da bulmakta bu salaklıklarım karşısında ben de olsam yüz bulurdum. Bir de bu kadar gerizekalılığımın üzerine gece adamın beni öpmesini beklemiştim. O an ise ayrı sinir bozucuydu pislik herif inadına beni öpmemiş beni mal gibi öylece bırakmıştı ama benim de adım Dolunaysa onun intikamını ağır alırdım ondan. Derin bir nefes alıp Emir’e döndüm.

Birlikte kapının önüne çıkmış konuşa konuşa yemeğimizi yemiştik. Şimdi de biraz kafamız dağılsın diye bir iddia ya girmiştik birbirimize gösterdiğimiz kişilerden üç dakika içinde numara almaya çalışıyorduk. Üç kişiden numara alan kazanıyordu. Kaybeden ise kazananın online alışveriş sepetinde ne varsa onları alacaktı. Önümüzde araba durması ikimizin de caddeyi görmemiz engel oldu. Arabadan Esin ve Kağan inmişti.

“Abi şu aracı önümüzden çekin ya. Gelip önümüze niye park ettiniz o kadar yer var!”

Emir oyunumuzun engellenmesiyle sinirlenip onlara çıkışmıştı. Kağan aracı kenara çekerken Emir eliyle ilerideki çocuğu gösterdi.

“Yeni hedefin o. Ondan numarayı bok alırsın işte.”

Eliyle de bana nah hareketi çekmişti. Emirle kendi aramızda bile iddiaya girsek çok hırslanıyorduk. Her zaman için bu böyleydi. Gösterdiği çocuğa baktım. Gülümseyerek Emir’e döndüm.

“Ben alırım sen de benim sepetimi alırsın.”

Ben iki kişinin de numarasını almıştım ama Emir iki kişiden sadece bir tanesini alabilmişti. Sinirle bana baktı.

“Bok alırsın kendine güvenme bu kadar.”

Ayağa kalkıp üzerimi silktim. İddiaya girdiğimiz çoğu zaman birbirimize giriyorduk.

“Bana beş dakika ver onu otele bir götürürüm.”

İlk bana sonra çocuğa baktı.

“Üç dakika, sadece numara yeter. Nasılsa onu bile yapamayacaksın.”

Yanımızda olan Esin anlamadığı belli olan gözlerle bize bakıyordu. Kağan arabasını park edip yaklaşırken onun yanından geçip çocuğa doğru ilerledim. İyi ki Anıl burada değildi ve dediklerimizi duymamıştı değilse olay çıkartırdı. Çocuk arabasına giderken adımlarımı hızlandırdım.

“Merhaba.”

Sesimi duymasıyla bana döndü. Hafifçe beniz süzüp konuştu.

“Nasıl yardımcı olabilirim?”

Yumuşak bir tonda sordu. Emir’in uzaktan görmesiyle bile numarayı alamayacağımı söylemesi normaldi çünkü çocuk dergiden fırlamış gibiydi. Derin bir nefes aldım.

“Konuyu uzatmayı sevmem ben o yüzden direkt sadede geliyorum. Uzaktan seni gördüm çok güzel bir auran var ve ben güzel auraya sahip insanlarla vakit geçirmeyi çok seviyorum. Yani demem o ki numaranı alabilir miyim?”

Yüzünde bir gülümseme belirdi. Gözlerindeki beğenilmenin verdiği memnuniyet ışığıyla bana baktı.

“Normalde böyle bir şeyi asla yapmam ama neden olmasın.”

Hafif utangaç bir ifadeyle güldüm. Bir buçuk dakikam bitmişti bile.

“Ben de asla yapmam ama neden olmasın.”

Aynı onun gibi konuştum. Bu hoşuna gitmiş olmalı ki güldü ve cebinden bir kalem çıkarttı.

“Kağıdın var mı?”

Yanımda hiç kağıt yoktu diğer iki kişinin kâğıdı vardı o şekilde vermişlerdi numaralarını. Bir yandan da sürem akıyordu. Ona yazması için kolumu uzattım. Emin miyim diye gözlerime baktı ona kafamı sallayarak emin olduğumu belirttim. Numarasını koluma yazdı altına da kendi adını yazdı. Can diye.

“Senin ismin ne?”

Gülümsedim.

“Ceren ben.”

Elbette kendi ismimi vermeyecektim.

“O zaman aramanı bekliyor olacağım Ceren.”

Gülümseyip onun yanından ayrıldım. Kendi halimde iddiayı kazanmanın verdiği mutlulukla dans ederek Emir’e doğru ilerliyordum. Yaklaştıkça fark etmiştim ki Emir’in yanında oturan Anıl’ın gözlerinden ateşler çıkıyordu. Birden koluma birinin dokunmasıyla durdum. Can gelmişti.

“Aslında şu an boş vaktin varsa bir şeyler mi içsek?”

“Şu an halletmem gereken işler var sonra haberleşiriz.”

Ben onu yanımdan postalarken Anıl birden yanımda bitti.

“Bak güzel kardeşim kendimi gerçekten zor tutuyorum hadi sen buradan ikile.”

Ters ters ona baktım. Kendini zor tutuyormuş bize ne kardeşim yallah buradan iki muhabbet edeceğiz belki Can’la. Can Anıl’ın agresif tavrı karşısında ilk başta dursa da sonra bana geri döndü.

“Ceren, o zaman senden haber bekliyorum. Çok bekletme.”

Ona gülümseyip kafamla onu onayladım.

“Ben bekletmeyeceğim seni merak etme sen! Kaybol buradan benim sınırlarım daha da zorlanmadan çünkü kendimi daha fazla tutamayacağım. O zaman da senin için iyi şeyler olmayacak!”

Can arkasını dönüp giderken ben de Emir’e doğru gittim. Kolumdaki numarayı gösterdim.

“Emirciğim üçte üç! Kaybettin. Şimdi siparişi ver.”

“İkiniz! Başka iddiaya girecek konu mu bulamadınız?!”

Anıl’ın bağırtısıyla Emir benim gözlerime baktı. Bu bağırmayı işitmek hoşuna gitmemişti. Ona gözlerimle sakin kalmasını işaret ettim. Ardından da yanımıza gelen Anıl’a döndüm.

“Bulamadık Anıl bey!”

Aynı onun gibi bağırmıştım. Geri Emir’e dönüp telefonumu ona uzattım.

“Hadi bakalım ver siparişimi”

Keyifli bir şekilde ona bakıyordum.

“Son bir şans versen?”

Yenilen pehlivan güreşe doymazmış.

“Öde Emir son şans falan yok hadi.”

Anıl kolumu hızla tutup numaraya baktı. Sinirli gözlerini gözlerime kenetledi.

“Ne bu şimdi? Böyle mi dolaşacaksın tüm gün?”

Yüzüme onun sinirini artıracak bir gülüş ekledim.

“Yok tabi ki de öyle dolaşmayacağım Anıl bey. Numarayı kaydedince yıkayacağım.”

Siniri daha da artmıştı. Öfkeyle aldığı nefeslerden dolayı göğüs kafesi hızla inip kalkıyordu. Birden kolumdan beni asılarak veteriner kliniğine soktu. İçerideki lavaboya kadar götürmüş suyu sonuna kadar açmıştı. Kolumu ondan çekmek istesem de daha da sıkı tuttu.

“Çekme kolunu!”

Suyun altına tutup yıkamaya başladı. Bu sefer sinirlenen taraf bendim. Ondan kaçmamam için beni kendisiyle lavabo çeşmesinin arasına sıkıştırdı.

“İyi yıkayın Anıl bey! Numara zaten ezberimde oradan nasıl sileceksiniz?”

Numarayı gerçekten ezberlemiştim bile. Kolumdaki yazı ve numara silinmişti ama ovuşturmasından dolayı kolum kızarmıştı.

“O çocukla iletişime geçmeyeceksin Dolunay!”

Hala bana bağırıyordu. Suyu kapattı ve beni serbest bıraktı ona döndüm.

“Geçersem ne olur?”

İş inada binecekti neredeyse.

“O zaman o çocuğu si-“

Kendini tuttu ve cümlesini tamamlamadı.

“Sen anladın ne demek istediğimi.”

Gülümsedim.

“Sana zevkle fotoğraf atacağım Anılcığım.”

Lavabodan çıkıp gitmek için adım atsam da hızla beni kendine çekip lavabonun kapısını kapattı. Küçücük lavaboda çok yakın duruyorduk ve gözlerinden çıkan ateşler beni korkutmaya yetiyordu. Sanırsam büyük bir kavga edecektik çünkü ne onun ne de benim durmaya niyetimiz yoktu. Her ne kadar birazdan olacaklar için kendimi hazır hissetmiyor olsam da buradan geri dönüş yoktu. Ben aklımdan onun bana diyeceklerine nasıl cevap vereceğimi düşünürken birden bana sarıldı.

“Seni çok seviyorum. Kimsenin sana benim baktığım gibi bakmasını istemiyorum. Kimsenin seninle benden daha çok vakit geçirmesini de istemiyorum. Seni kimseyle ama hiç kimseyle paylaşmaya niyetim de tahammülüm de yok kadın. Sakın bu olayı inada bindirme. Lütfen.”

Biraz önceki bağırışlarımızın aksine çok sakin bir tonda konuşmuştu. Konuşmasına ara verirken elimi kavrayıp kalbinin üzerine koydu.

“Burası zaten acı çekmekten bitap düştü daha da canını acıtma lütfen.”

Kalbi elimin altında bir kuş gibi çırpınıyordu. Peki, benimki niye bu kadar çırpınıyordu? Onu kendimden uzaklaştırıp hemen dışarıya döndüm.

“Ne oldu?”

Emir merakla sormuştu.

“Onların normal anlaşma şekli bu Emir. Normal konuşmayı bilmiyorlar böyle bağrışıp duruyorlar. Kafana takma hiç yoklarmış gibi devam et.”

Buğra benim yerime yanıtlamıştı. Ben de Emir’e gözlerimle sorun olmadığını anlattım. Sinirle arkamdan gelen Anıl’a bakıyordu. Gözleri koluma döndü.

“Kızarmış.”

Omuz silktim.

“Numara çıksın diye ovuştururken kızardı. Boş ver sen onu da verdin mi siparişimi?”

Ofladı.

“Kızım sepetine ne ekledin ya? Yirmi dört binlik ne var orada? Ödemem ben onu”

“Kaybettin ödeyeceksin onu, ben bilmem.”

“Çoğu ürünü öylesine sepetine eklemişsindir sen ya aldırtma boşuna.”

“Emir ne ağladın ya tamam ödeme bir daha da seninle bir iddiaya girersem bak gör.”

Güldü.

“Neyse siz içeride birbirinize girerken ödemiştim zaten. Sadece belki insafa gelirsin diye şansımı denemek istedim.”

Esin yanıma yaklaştı.

“Neler aldın?”

Güldüm.

“Ben de bilmiyorum ki. Genelde önüme gelen her şeyi ekliyorum sepetime.”

Emir yerden kalktı.

“Demiştim ben ya! Bir ara yine iddiaya girdiğimizde eve kocaman şişme botla bir tane göktaşı almıştık düşündükçe bile kafayı yiyorum. Bir insan neden göktaşı alır beş yüz bin dolar ödedim ben ona ya!”

Kahkaha attım.

“Orada suçlu tek ben miyim? Madem gördün o rakamı ödemeseydin.”

O da güldü.

“Rakamı yanlış okumuşum ben sipariş gelince fark etmiştim. Ama bizden daha da geri zekalıları varmış ki biz onu yedi yüz bin dolara sattık.”

Yaptığımız salaklığa gülmeye başladık.

“Gerçekten satabildiniz mi o rakama?”

Gülmeye zor da olsa ara verdik.

“Evet, alan adam koleksiyoncuydu. Zaten biz almamış olsaydık o alacakmış.”

“Dolunay hanım”

Veteriner yanımıza yaklaşmaya başladı.

“Gece olan olay yüzünden sizden şikayetçi olmayacağım bunu biliyorsunuz zaten. Anlıyorum köpeğinizin yanından ayrılmak istemiyorsunuz ama bir daha da içeriye o şekilde girmenize müsaade edemem.”

Duraksadı. Haklıydı adam yaptığım resmen haneye tecavüzdü.

“Bunun için size şöyle bir öneriyle geldim. Eğer eviniz yakınlardaysa Barney’in tedavisine evde devam edebiliriz.”

Genelde Sabri babanın evinde ya da kendi babalarımızın evinde kalıyorduk onların dışında bir evimiz yoktu. Sadece atölye ile garaj vardı ve ikisi de yer de tedavi için uygun değildi. Ne yapacağız diye Emir’e baktığımda o da aynı ifadeyle bana bakıyordu.

“Benim evim bu binada tedaviyi orada yapabiliriz.”

Esin ikimize de fırsat vermeden konuya atlamıştı. Minnetle ona gülümsedim.

“Tamam, o zaman birazdan verdiğimiz ilaç bitince çıkartabilirsiniz.”

Yanımızdan ayrılıp gitti.

“Gece kapının önünde durmamız mı rahatsız etmiş onları? Çok durmadık zaten. Sen uyuyunca arabaya geçtik.”

Anıl’ın konuşmasına suçlu bir ifadeyle gülümsedim.

“Bir saat kadar uyudum ben sonrada arkadaki camdan içeriye girdim.”

Bana baktı sadece baktı hiçbir şey demedi. Diğerleri de şaşkın bir ifadeyle bana bakıyorlardı. En azından Anıl şaşırmamıştı.

“Ne yapsaydım? Barney’in orada tek başına olması beni huzursuz ediyordu. Zaten içeride hiçbir şeye dokunmadım sadece Barney’in yanına gittim.”

Anıl beni dinledikten sonra sıkıntıyla konuştu.

“Daha iyi avukatlar bulmalıyım. Değilse bu deli kadını bir gün içeriye tıkacaklar.”

“Sana ne beni tıkacaklar seni değil.”

Ters ters ona baktım. Ofladı.

“Kim kurtaracak seni oradan? O gece ben olmasaydım o kadar kolay çıkamayacaktın hatırlatırım.”

Dedikleriyle ona döndüm.

“Ben mi dedim sana gel beni kurtar diye? Esin’i alıp gitseydiniz ben kendi başımın çaresine bakardım.”

Zıttına gitmekten geri kalmaya niyetim yoktu.

“Adamların canına okumuşsun. Şikayetlerini geri çekmeye niyetleri yoktu. Nasıl bakacaktın kendi başının çaresine?”

Emir olduğu yerden ayağa kalktı.

“Biriniz bana olayı anlatabilir mi?”

Gözlerine baktım.

“Önemli bir şey değil abartıyor. Küçük bir bar kavgası olarak düşünebilirsin. Videosu var sana izletirim.”

Kaşları çatıldı.

“Bak gördün mü Emir de kızdı sana.”

Anıl, Emir’in kızgın ifadesine atıfta bulunmuştu.

“Ya sen cidden salak mısın kızım? Nasıl yakalanırsın? Nasıl kaçamazsın?”

Emir’in kızdığı şey Anıl’ın düşündüğü şey değildi tabii ki de. O benim yakalanmama kızmıştı.

“Esin kades’e basmış. Polisler olay yerine geldiğinde adamlar yerdeydi. Polis de şaşırıp kades’e kim bastı diye sordu hatta.”

Ona durumu açıklayıp gülmeye başladım. O da bana eşlik etmişti.

“Siz cidden garipsiniz. Kızdığın şey kaçamaması mı cidden?”

Kağan şaşkınlık dolu sesiyle konuştu.

“Yok, tek o değil.”

“Biz de öyle tahmin etmiştik.”

Emir’in bana kızması Anıl’ın hoşuna gidiyor gibiydi. Bunu ses tonundan çok net anlayabiliyordum.

“Asıl kızdığım şey sen nasıl böyle bir şeyin videosunu bana izletmezsin?”

Güldüm.

“Vakit olmadı ki sana izleteyim.”

“Siz kamera şakası mısınız?”

Denileni duymazlıktan geldik. Biz birlikte olduğumuz zaman genelde olayın en saçma tarafına bakardık çünkü orası diğer kısımlardan daha eğlenceli olurdu.

“Barney uyandı çıkartabilirsiniz.”

Emir Barney’in yanına gidip onu kucağına alırken ben de çıkış işlemlerini halletmek için veterinerin yanına gittim. Ben ve Anıl hariç herkes Esin’in evine gitmişti. Çıkış evraklarına imza attım.

“Ödememiz ne kadar?”

Aslında şimdi mi ödesem yoksa tüm tedavi bittikten sonra mı ödesem kararsız kalmıştım? Sonra ise şimdi ödemenin daha iyi olacağına karar verip miktarı sormuştum.

“Anıl bey hem şu ana kadar olanı hem de şu andan sonraki olan ödemeyi gerçekleştirdi efendim.”

Duyduğumla birlikte Anıl’a baktım. Bunu ne zaman yapmıştı. Aklıma gelen şey benim gece içeriye gizlice girdiğimi duyduğunda şaşırmaması olmuştu. Şaşırmamasının nedeni her şeyden haberdar olmasıydı demek. Anıl benim salak salak bakmamın ardından ayaklandı beni de elimden tutup kaldırdı.

“Kolay gelsin size.”

Ben hala salaklığımla öylece dururken beni dışarıya yönlendirdi. Adımımızı dışarıya atmamızla ona döndüm.

“Şikayetçi olmamasını sen sağladın değil mi?”

“Evet güzelim.”

Adam ne ara buna haber vermişti de bu olaya el atmıştı? Bir de bana haberi yokmuş gibi ‘gece kapının önünde durmamız mı rahatsız etmiş?’ diye sormuştu. Şeytan diyordu ki git tüm veteriner kliniğini yık bak şikayetçi nasıl oluyorlar benden.

“Sakın Dolunay aklından geçeni yapmıyorsun.”

Kaşlarımı çatıp ona baktım nerden anlamıştı ne yapmayı düşündüğümü?

“Nerden biliyorsun ne yapacağımı?”

“Seni tanıyorum da ondan biliyorum.”

Kolunu omzuma atıp beni yönlendirdi. Asıl amacı beni oradan uzak tutmaktı anladığım kadarıyla.

“Sana ne zaman haber verdi?”

“Boş versene orasını. Sonuçta şikayetçi olmadılar ve Barney’in tedavisi devam ediyor. Eğer aklındaki salaklığı yaparsan yine şikayetçi olmazlar ama Barney’in tedavisini de yapmazlar. Ben araştırdım İstanbul’daki en iyi veteriner burası o yüzden hiçbir salaklık yapmıyorsun.”

Onun kolunun altından kurtuldum. Haklıydı şikayetçi olmasalar bile tedaviyi yapmayabilirlerdi. Asansöre bindim sırtımı aynaya yasladım. İçeriye Anıl’da girip 17. kata bastı. Ben ona o da bana dönük bir şekilde duruyorduk. Derin bir nefes aldım. Şimdi dünün intikamını almanın zamanıydı.

“Anıl?”

Yumuşak bir sesle ona seslendim. Aynadaki bakışlarını bana çevirdi.

“Söyle güzelim.”

Ellerimi deri ceketinin iki kenarına koyup onu kendime doğru çektim. Direk elleri belimi bulmuştu bile. Yavaşça parmak uçlarımda yükseldim. Durdu hiçbir şey yapmadan gözlerime beklentiyle bakmaya başladı. Yavaşça dudaklarımı ona yaklaştırdım. Tam birbirine değecekleri anda ise kulağına yöneldim. Fısıldayarak konuşmaya başladım.

“Ne demiştin sen? Şöyle bir şeydi sanırsam. Dudağınızın beklediği şenliği alamadınız mı Anıl bey?”

Onu itsem bile ellerini belimden çekmedi aksine tutuşu sertleşti. Sinirle bana bakıyordu. Ohh olsun sana! Asansörün kapısı açılmasıyla ondan kurtuldum. Kendimi dışarıya attım. Zile basmama engel oldu.

“Şimdi kadın gel konuşalım.”

Ona döndüm.

“Dün gece ben yaptım şimdi de sen bana aynı şeyi yaptın yani ödeştik. Gel tekrar binelim asansöre alınması gereken şenliği alalım.”

Hemen onu onayladım.

“Haklısın.”

İlk başta afallasa da hemen kendini toparlayıp yürümeye başladı. Asansöre bindik sıfıra basıp kapının kapanacağı anı beklemeye başladım. O ise yüzündeki salak bir sırıtışla birlikte bana bakıyordu. Görecekti şimdi şenliği o. Asansörün kapası kapanacakken hemen kendimi dışarıya attım.

“Şenliğiniz bol olsun Anıl bey.”

Elini kapıya uzatmış ama kapı yine de kapanmıştı. Ben gülerken onun kızgın sesini duydum.

“Siktir ya!”

Hemen gidip Esin’in zilini çaldım. Açılan kapıdan da içeriye girdim.

“Anıl nerede?”

Bilmiyormuşum gibi davrandım.

“Bilmem herhalde aşağıda bir eşyasını unuttu.”

Barney’in yanına gittim. Esin salonundaki koltuğun tekine örtü örtüp Barney’e yer yapmıştı. Kapı tekrar çaldı. Gelen kişiyi tahmin etmek zor değildi. Savaş meydanından zaferle ayrılan bir komutan edasıyla yüzüme büyükçe bir gülüş kondurup onun içeriye girmesini bekledim. Çatık kaşlarıyla bana bakarak içeri girdi.

“Gülüp durma oradan!”

Sinirle konuşmuştu. Diğerleri ne olduğunu anlamak için bana baktıklarımda bilmiyorum anlamında omuz silkip Barney’in yanına oturdum. Hemen kafasını kucağıma koymuş bir patisini de elimin üzerine yerleştirmişti. Emir yanıma oturdu. Diğerleri ise balkona çıktı.

“Ne yaptın adama da çıldırdı yine?”

Sorduğu soruya gülümsedim. Ardından da ona olanı İspanyolca konuşarak anlattım. Duyduklarından sonra güldü.

“Sen bu adamı kaç güne tımarhaneye yatırmayı planlıyorsun?”

“Ben ne yapıyorum be ona? O zaten deliydi bana ilk geldiğinde de.”

Gözlerime emin olup olmadığımı anlamak için baktı.

“Bu adam iyi sabrediyor sana. Benden demesi bir noktada patlarsa fena patlar.”

Neden böyle dediğini anlamamıştım. Fısıltıyla konuşuyorduk diğerlerine ses gitmesin diye.

“Kızım dengesizin tekisin. Bir gün adamın yanına yatıp diğer gün adama karşı buz gibi davranıyorsun. Bir anda adamı öpüp ardından da kaçıyorsun. Adamın devrelerini yakmayı mı planlıyorsun sen?”

Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Bunları ona ben anlatmamıştım.

“Senin anlatmadığın kısımları Anıl’la tanışıp dövüştükten sonra ondan dinledim. Senin de ağzına edeceğim eksik anlattıkların için zaten ama şimdi değil.”

Birbirimizden hiçbir şey saklamazdık ve bu Anıl olayı ikimizin arasındaki en büyük saklanmış olay olmuştu. Aslında bunu da saklamazdım ama malum o askerdeydi. Detaylara girmemem ise tamamen utandığımdan kaynaklanıyordu.

“Ayy tamam be anlatırım her detayıyla sana ama şimdi değil.”

“Bak bu adama ilgin varken bu şekilde yapma. Seni senden iyi tanıyorum Dolunay bunun basit bir ilgi duymak olmadığının da farkındayım.”

Sıkıntıyla derin bir nefes aldım.

“Off Emir ucuza ilişki psikologluğu yapanlar gibi gelip salak salak konuşma ya.”

Benim ona çıkışmamdan sonra saçımı tutup canımı acıtmayacak şekilde asıldı.

“Yolacağım seni az kaldı ha!”

Bende onun saçını asılmaya başladım.

“Yanımda salak salak konuşmaya devam edersen asıl ben seni yolacağım!”

Biz birbirimizin saçına yapışmışken balkondan bizi görmüş olmalılar ki hızla içeriye girdiler. Evet, kavga ediyor gibi görünüyorduk onlara göre ama bu bizim normalimizdi. Bir yandan onların şaşkın suratlarına bakıyor bir yandan da birbirimizin saçını tutmaya devam ediyorduk.

“Üç dediğimiz de aynı anda bırakıyoruz.”

Onu onayladım.

“Bir, iki, üç.”

Son kez birbirimizin saçını çekiştirip bıraktık.

“Her şey yolunda mı yengem?”

Buğra şaşkınlık barındıran sesiyle konuştu. Ona kafa salladım. Saçımı düzeltmeye başladım. Ama karıştırdığı için çok iyi düzeltememiştim.

“Dur ben yapayım.”

Emir bana acımış hemen saçımı düzeltmişti.

“Ayy kim yoldu bu kızın saçını yazık günah değil mi? Bebek gibi bir kız kime ne zararı vardı komşularrrr!”

Emir’in çığırmasıyla herkes gülmeye başladı kafasına bir tane indirdim.

“Hep kıskançlık aşkım bunlar. Ben biliyorum ondan yoldular senin saçını başını.”

Bu çocuk tam bir salaktı. Telefonu çalmasıyla ciddi bir ifade yüzünde belirdi. Arayana göz ucuyla baktım. ‘Öğretmen hanım’ yazıyordu. Eli ayağına dolaşmış hemen telefonu açmıştı. Tabii ki de bu konuşmasını baltalayacaktım. Ağzımı açmamla birlikte korku dolu gözleriyle bana döndü hemen bir eliyle ağzımı kapattı.

“Buyurun öğretmen hanım size nasıl yardımcı olabilirim?”

Elini açmaya çalışsam da izin vermiyordu. Bacağını da ayaklarımın üzerine attı. Telefonu kendinden uzaklaştırdı.

“Sakın Dolunay atarım seni balkondan.”

Diğerleri de koltuklara oturmuş bizim salak halimizi gülerek izliyordu.

“Evet buradayım. Ee tabi o gün bana yaptığınız hareket beni üzdü. Ayıp oldu bana hissettiniz mi sizde? Ben olsam telafi etmek için bir şeyler yapardım.”

O kadar pislik bir insandı ki kadına vicdan yaptırıyordu. Eline dişlerimi geçirdim. İlk başta dirense de sonunda elini çekti.

“Emir! Hayatım gelmiyor musun?”

Bağırmamla sinirden kızarmış yüzüyle bana döndü. Hemen yanından kalkıp uzaklaştım.

Karşı tarafta telefonu vakit kaybetmeden kapatmıştı.

“Yemin ederim sana yolarım seni! Gerizekalı!”

Masanın üzerindeki dergiyi alıp bana fırlattı.

“Kızım ben buradan nasıl çevireceğim lan!”

Omuz silktim.

“Benim sorunum değil sanırsam Emirciğim.”

O ayağa sinirle kalkarken ben bilinçsiz olarak Anıl’ın oturduğu koltuğun arkasına geçtim.

“Eniştem bile seni benden kurtaramayacak senin derini yüzeceğim. Gel boşuna kaçma.”

Sinirle ona baktım.

“Anıl senin enişten falan değil.”

Bu dediğimle Anıl bileğimden beni asılıp koltuğun arkasından çıkartmış Emir’e doğru hiç düşünmeden iteklemişti. İtalya’nın hainlik yaptığı ittifak devletleri gibi ortada kalmıştım. Emir hemen kolumdan tutup asıldı.

“Seni yolmadan önce sana son bir şans vereceğim. Arayacağız kadını ve sen ona diyeceksin ki ben onun kardeşiyim ve sana şaka yaptım.”

Elini saçıma tehdit vari bir şekilde koymuştu.

“Anlaştık mı?”

“Dediğini yapmazsam?”

“Bak vallahi binlahii yolarım seni! Bu gemiyi iyice batırmadan kurtar buradan Dolunay!”

Ofladım!

“Tamam be! Ara hadi.”

Kızı görüntülü aramıştı. İkinci çalışta açtı.

“Ne oldu? Müsait değilsen kapatalım.”

Kız sinirle konuşmuştu.

“Kız kardeşim bir şaka yapmak istemiş sadece.”

Kameraya ikimizi de aldı. Gülümseyip el salladım. Emir ile birbirimize benziyorduk o yüzden çoğu zaman bizi ikiz sanıyorlardı.

“Selam. Ben sadece Emir’i kızdırmak istemiştim sonrasında açıklayacaktım ama siz telefonu kapattınız.”

Kız gerçekten çok güzeldi. Emir’in bu kadar delirmesi çok doğaldı. İlk başta şaşırsa da sonra kardeş olduğumuza inanmıştı sanırsam. Emir telefonuyla birlikte balkona çıktı ben de koltuklardan tekine oturup kötü kötü Anıl’a bakmaya başladım. Nasıl da satmıştı hemen pislik herif? O da gözlerini ayırmadan bana bakıyordu. Yanıma Buğra oturdu.

“Gördün mü yengem nasıl da sattı hemen seni? Bir saniye bile düşünmedi hemen tuttu ve seni ateşe attı.”

“Gördüm Buğra gördüm! Bana da hala yenge deyip durma köpeğimi almamla bitti o yengelik.”

Elimdeki takılı olan yüzüğü bana gösterdi.

“Ne bileyim yengem sen hala yüzüğü takıyor olunca hala yengemsin sanmıştım.”

Elimdeki yüzüğe baktım. Neden hala takıyordum hakikaten? Çıkartmam gerekiyordu artık.

“Hala yengen oluyor çünkü Buğra.”

Anıl sert bir şekilde konuşup konunun kapanması istediğini açıkça belirtmişti.

“Yenge deyip durma Buğra. Dolunay de.”

“Yenge demeye devam edebilirsin Buğra sen beni dinle.”

İkimizde kılıçlarımızı çekmiştik. Buğra yavaşça olduğu yerden kalktı.

“Bu kısım beni aşıyor gençler siz aranızda halledin ben ortak kararınıza uyacağım sizin şüpheniz olmasın.”

Ayaklanıp mutfağa su içmek için gittim. Anıl’la daha fazla tartışmayacaktım çünkü ortada tartışmamız gereken bir konu yoktu bana göre. Bir bardağa su doldurup tezgaha yaslanıp içmeye başladım. İçtikten sonra bardağı kenara koydum ve elimdeki yüzüğe baktım. Şu kısacık zamanda onun varlığına bu kadar alışmam normal değildi. Bazen çıkartınca parmağımda bir boşluk oluşuyordu ve geri takma ihtiyacı duyuyordum.

“Seninle İstanbul’daki ilk karşılaşmanızdan sonra yaptırdı. Sanırsam seni trafikte görmüştü. Çok mutlu ve heyecanlıydı seninle tekrar karşılaştığı için.”

Esin mutfağa yanıma gelip yüzüğe baktığımı fark etmişti ve detaylarını vermeye başlamıştı. Yutkundum ve gözlerimi yüzükten ayırmadım.

“Sadece sana özel olarak yaptırmıştı. Adama zarif ama ağır olsun dediğini hatırlıyorum. Yapıldıktan sonra ise sürekli cebinde taşımıştı. Daha senin ismini bile bilmiyorduk.”

Elimde olmadan gülümsedim. Ben yüzüğü bana verdiği zaman aldığını düşünmüştüm.

Yüzüğü yavaşça çıkarttım. Esin bana bakıyordu.

“Ona geri verirsen çok üzülecek. Senin için her şey bitmiş olsa bile o sende kalsın. Takma ama ona da verme.”

Gözlerimi yüzükten Esin’e doğru kaldırdım. Bende durmasındaki mana neydi ki? Sonuçta ona aitti geri vermem gerekiyordu ama içimde bir yer vermemi istemiyordu.

“Zaten çok üzülüyor daha fazla üzme onu.”

Bunu deyip mutfaktan çıktı. Arkasında öylece kaldım. Ne yapacaktım ben bu yüzükle? Asıl konu ben Anıl ile ne yapacaktım? Gerçekten onu yanımda istemiyor muydum? Bunu iyice kafamda tartmalıydım. Ona göre kendime bir yol belirlemeliydim. Boşta kalan parmağıma yüzüğü geri takıp içeriye geri döndüm. Esin odaya girer girmez elime baktı ve bana içten bir gülümseme yolladı.

“Bayan sorumsuz. Çalışman gerekiyor. Yetiştirmen gereken işler var hatırlatırım.”

Emir’e baktım. Yapmam gereken işlerimi hatırlatmasıyla içim sıkılmıştı.

“Hallederim ya.”

Halledemezdim ama canım hiç gitmek ve çalışmak istemiyordu. Emir bana sorumsuz demekte haklıydı.

“Nereye halledeceksin! Haftaya David gelecek.”

Al işte onu da unutmuştum. Haftaya David ve mankenler gelecekti. Mankenlerin üzerinde ölçü alıp son ayarlamaları yapmam için geliyorlardı ama eksik olan elbiseler vardı bazılarına daha hiç başlamamıştım bile.

“Emir çalışmak istemiyorum ya.”

Sıkıntıyla kendimi boş koltuğa attım. Ağlamak istiyordum. Yumurta kapıya dayanınca iş yapmaktan nefret ediyordum ama tüm işlerimi yapmak için de yumurtanın kapıya dayanmasını bekliyordum.

“Bak şöyle yapacağız. Sen şimdi defolup gidiyorsun buradan ve çalışmaya başlıyorsun. Gece geliyorsun Barney’in başında kalıyorsun o sırada da ben gitmiş oluyorum. Sabah olunca da ilk ışıklarla tekrar çalışmaya gidiyorsun ve ben geliyorum. Nasıl fikir? Bizi vardiya sistemine bağladım.”

Gerçekten ama gerçekten ağlayacaktım. Dudaklarımı büzdüm ve boynumu büktüm.

“Ee biz ne zaman vakit geçireceğiz seninle? Ben hiç böyle planlamamıştım.”

Emir askere gittiğinden beri onun izne gelmesini beklemiştim ve sonuç buydu.

“Onu bindiğin uçakta elin adamına sarılıp uyumadan önce düşünecektin güzelim.”

Emir’in dediğinden sonra sinirle Anıl’a baktım. Gözlerimle ona küfür etmeye çalışıyordum umarım o küfürlerimi anlayabilirdi.

“Hatta Anıl’da gidiyormuş seni o bıraksın.”

Anıl şaşkınlıkla Emir’e baktı. Ardından da ayaklandı. Sanki gideceğinden yeni haberi olmuş gibiydi. Emir gözlerime kalk ve defol anlamında bakarken sıkıntıyla kalktım. Esin kapıdan bizi geçirmek için kalkmıştı. Kapının kenarındaki dolabı açıp bana bir kask uzattı. Kaşlarımı çatıp ona baktım.

“Merak etme birbirimizin kafasını kırmayız ya.”

Anıl elinden kaskı alıp teşekkür etti ve beklemeden kapıdan çıktı.

“Kasksız motora binemezsin Dolunay.”

Ne motoru?

“Hatta dur sana dizliklerimi ve ceketimi de vereyim.”

Elime dediklerini tutuşturdu. Sinirle güldüm.

“Anıl motorla mı geldi?”

Kafasını salladı. Bu ruh hastası adam motor mu kullanıyordu? Hayır ya!

“Ben binmem motora falan. Emir ver arabanın anahtarını.”

Motor şu hayatta en çok nefret ettiğim taşıtların başında geliyordu. Emir salondan kafasını bana uzattı yüzünde intikam gülümsemesi vardı.

“Tüh! Anıl motorla mı gelmişti? Neyse gidersiniz birlikte bir şey olmaz.”

Kafamı sağa sola salladım.

“Ben binmem ya. Taksiyle giderim ben.”

Elimdekileri geri dolaba bıraktım. Anıl sıkıntıyla nefes alıp bıraktıklarımı eline aldı. Asansöre doğru gitmeye başladım. O motora binmeyecektim. Benimle birlikte asansöre bindi. Kaskı kafama geçirdi. Hemen geri çıkarttım.

“Çek şunu benden ya. Binmem motora falan. Hele senin sürdüğün motora hiç binmem.”

“Sabır ya!”

Sıkıntıyla konuşmuştu.

“Bana bak kadın! Bugün sabrımla çok uğraşma çünkü çok az bir sabrım kaldı.”

Niye bu kadar kızmıştı ki? Ne yaptım sanki ona? Asansör durur durmaz beni çekiştirerek veterinerin önündeki motorun yanına götürdü. Kocaman ve ürkütücü bir motordu. Seri hareketlerle hemen kaskımı taktı ardından da ceketi giydirmeye çalıştı.

“Uzat kolunu kadın.”

Agresif haline boyun eğip kolumu uzattım. Onu giydirip yere çöktü ve diz kapaklarıma dizlikleri takmaya başladı.

“Ceren sabahtan beri senin bana dönmeni bekliyorum.”

Sabahki çocuğun yanımıza yaklaşarak konuşmasıyla Anıl kafasını kaldırıp ateş eden gözlerle bana baktı. Hemen doğrulup çocuğa döndü.

“Siktir git lan şuradan!”

Can’a doğru bağırdı acayip şekilde sinirli gözüküyordu manken olarak poz verdiğim zaman bile bu kadar sinirli değildi. Can adımları durdurup Anıl’ın korkutucu haline baktı. Emir haklı çıkmıştı. Anıl sonunda benim onu delirtmelerime dayanamamış ve patlamıştı hem de tam patlamıştı.

“Hala duruyor! Siktir git!”

Anıl’ın arkasından Can’a gitmesi için el hareketi yaptım o da kaçar gibi uzaklaşıp gitti.

“Elin ayağın rahat dursun kadın!”

Ağzımı bile açmamıştım. Sesini kaybetmiş denizkızı gibi onun çıldırdığı andan itibaren susuyordum. Diğer dizliği eline alıp eğildi ve onu da taktı. Kollarıma da aynı işlemi yaptıktan sonra kendi kaskını ve dizliklerini de takıp motora bindi. Ben olduğum yerde dikilirken motoru çalıştırmış ama gitmemişti.

“Daha ne kadar orada dikileceksin? Arkama binsene.”

Yutkundum.

“Ben binmesem?”

Çok az çıkan sesimle konuştum. Sinirle motordan indi. Belimden tutup beni hızla motora bindirdi ve kendisi de önümdeki yerini aldı.

“Dolunay ellerini belime yerleştir.”

Dediğini yapıp ürkek bir şekilde ellerimi belinin yanına koydum. Tekrardan sıkıntıyla nefes alıp ellerimi kendisine çekiştirip ona sarılmamı sağladı. Bu hareketiyle sırtına yapışmıştım. Korkudan kalbim çıkacak gibiydi. O kadar tekneden atlayan, uçurumdan ve uçaktan paraşütle atlayan ben şu motordan deli gibi korkuyordum. Ayaklığı kaldırıp motora gaz verdi. Motorun hareket etmesiyle kollarımı daha da sıkı ona sardım. Gözlerimi de sımsıkı kapatıp ineceğimiz anı beklemeye başladım.

“Dolunay! Güzelim kaburgalarımı kırmak mı istiyorsun?”

Onu duymam için bağırmıştı. Ellerimi biraz da olsa gevşettim.

“Anıl! Durdur şunu! Ben taksiyle gideceğim!”

Beni duydu ama hiç oralı olmadı.

“Bak yürüsem de olur bana hiç sıkıntı değil!”

Hızını arttırdığını hissediyordum. Beni burada öldürmeyi mi istiyordu? Eğer öyleyse başarmak üzereydi çünkü birazdan korkudan kalbim duracaktı. Gözümün tekini açıp kaskın içinden baktım. Yanından hızla geçtiğimiz araçları görmemle diğeri de otomatik olarak açılmıştı hatta ikisi de korkudan kocaman olmuştu bile.

“Anıl!”

“Söyle!”

Bir aracın daha yanından hızla geçmiştik.

“Yalvarırım durdur şunu!”

Daha da hızlandı. Bu motor daha ne kadar hızlanacaktı böyle. Arabada olduğu zaman hızı çok severdim ama motorda değil.

“Anıl! Bayılacağım burada!”

Ne bana yanıt verdi ne de hızını azalttı. Ben gerçekten kendimi iyi hissetmiyordum.

“Bak vallahi çok kötü oldum! Durdur artık şunu!”

Sonunda sağa çekmiş ve motoru durdurmuştu. Hemen motordan indim. Kaskı çıkartıp kaldırıma oturdum.

“Yüzün bembeyaz olmuş sen gerçekten fenalaşmışsın.”

Salak bana inanmamış ve ondan yavaşlamamıştı.

“Bir saattir sana boşuna mı bağırdım ben! Kalbim duracaktı benim orada!”

Yanımdan ayrıldı. Kısa bir süre içinde elinde suyla yanıma geri döndü. Suyu elinden alıp kapağını açtım birkaç yudum aldıktan sonra eline tutuşturup avucuma döksün diye ellerimi açtım. O da hemen suyu döktü. Yüzümü suyla buluşturup biraz olsun rahatlamaya çalıştım.

“Daha iyi misin?”

Dikkatlice yüzüme bakıyordu.

“Değilim Anıl!”

Kalktığım yere geri oturdum. Önümde duran motora düşmanımmış gibi bakmaya başladım.

“Ben binmem bir daha buna. Bana bir taksi durdur.”

Güldü. Ben burada fenalaşmıştım resmen adam ise bu duruma keyifle gülüyordu.

“Tamam, söz daha yavaş gideceğim. Ben korktuğunu bilmiyordum. Emir bana motorla hızlı gitmeyi sevdiğini söylemişti.”

Ulen Emir! Seni bir elime geçireyim bak o zaman sana neler yapacaktım.

“Binmek istemiyorum.”

Yerden kalktım.

“Gerçekten çok yavaş ve dikkatli gideceğim. Sana söz veriyorum. Zaten bu kadar korktuğunu bilseydim asla bu şekilde kullanmazdım.”

Yüzümü elleri arasına aldı.

“Daha iyisin değil mi?”

Ses tonu endişe barındırıyordu. Kafamı evet anlamında salladım. Yavaşça kaskımı geri taktı.

“Hadi o zaman gidelim.”

Sıkıntıyla nefes alan bu sefer bendim. Motora binip benim de binmemi bekledi. Yavaşça arkasına bindim ve ellerimi beline sardım. Dediğini yapmış ve daha yavaş bir şekilde motoru sürmeye başlamıştı. Sakince yolu izliyordum. Yine motorda olmak beni gerse de bu sefer daha iyi hissediyordum. Motoru yine sağa çekti.

“Ne oldu?”

Daha atölyeye gelmemiştik.

“Senin sevdiğin tatlıdan almamı ister misin?”

Sanırsam biraz önceki hale gelmemden dolayı pişmanlık duyuyordu. Kafamı aşağı yukarı salladım. Kaskını çıkartıp motorun üzerine koydu. O kafeye giderken bende motora yaslanıp onun gelmesini bekledim. Bir süre sonra elindeki tatlı paketiyle dışarıya çıktı. Bana doğru gelirken önünü bir kız kesti.

“Aa Anıl! Ne güzel tesadüf böyle.”

Sesin geldiği yere döndü ve yüzündeki mutlu ifadeyle kıza bakmaya başladı. Hemen birbirlerine sarılmışlardı bile. Kızın beline kadar gelen siyah ve kıvırcık saçları vardı. Sadece arkasından görebildiğim buydu. Onlar samimi bir şekilde konuşurken bense içimde büyüyen sinirle birlikte onlara bakıyordum.

Ee adamı artık salsan da gelse bizim de gideceğimiz yerler yapacağımız işler var değil mi? Hoş adamın da gelmeye pek niyeti yoktu ya neyse. Şerefsiz herif sen evleneceksin evlenecek! Ne diye elin kadınlarıyla samimi samimi konuşuyorsun! Ne diyordum ben? Ne evliliği ya? Kafayı yiyen tek Anıl değildi ben de kafayı yemiştim. Neredeyse buradan oraya uçacak ve kızın kıvırcık saçlarını yolacaktım. Bunu yapmamak için kendimi zor tutuyordum.

Beş dakikanın sonunda nihayet Anıl beyimizin aklıma gelebilmiştik motora doğru adımladı. Hala yüzünde kızı görünce oluşan mutlu ifadesi vardı. Emir’in yüzünde oluşturduğu yara ve morluklara bir yenisini de ben eklemek istiyordum. Yanıma gelmiş ve hemen kaskını takmıştı. Motora binmesiyle ben de arkasına bindim. Kollarımı ona sarmadan ceketinin kenarlarına tutundum. Belki de benim sarılmamı değil de kıvırcığın sarılmasını isterdi ne malum. Yüzük olan elimi ceketinin cebine sokup elimdeki yüzüğü cebine çıkarttım ardından da hemen cebinden elimi çektim. Alsın bunu da kıvırcığa versin. Motoru tekrar sürmeye başladı. Yine yavaş sürüyordu. Sonunda atölyeye varınca hemen motordan indim.

“Teşekkür ederim.”

Mırıldanıp ona bakmadan yürümeye başladım.

“Güzelim, tatlını unuttun!”

Zıkkım Anıl zıkkım!

“Sen ye!”

Sinirle bağırıp yürümeye devam ettim. Atölyenin kapısından girer girmez kapıyı sinirle çarpmıştım.

“Dolunay güzelim?”

Arkamdan gelmiş ve gülerek konuşmuştu. Kapı deliğinden ona baktım. Yüzünde keyifli bir ifade vardı.

“Tatlını al bari!”

Hala gülmeye devam ediyordu. İnanmıyorum ya adamın hoşuna gidiyordu resmen. Cebinden bir kalem çıkartıp tatlının olduğu kartona bir şey yazdı. Tatlıyı da kapı deliğine göstererek karşıya bıraktı. Adi herif burada olduğumu da biliyordu.

“Ben gidiyorum sen de çık ve al tatlını.”

O arkasını dönüp giderken ben de cama geçip beni göremeyeceği bir şekilde onun gidişini izledim. Motora binmeden önce elini cebine attı. Elini geri çıkarttığında yüzük elinde olmalıydı ki eline bakıyordu.

“Kafayı yedirteceksin bana! Kafayı!”

Bağırması sokakta yankılanmıştı. Hemen geri atölyemin kapısına doğru yürürdü. Kırmak istercesine kapıyı yumrukladı.

“Al şu yüzüğünü tak parmağına!”

Görmeyeceğini bilsem de omuz silktim.

“Dolunay! Aç şu kapıyı ve al şunu elimden!”

Kapıyı yumruklamaya devam ediyordu. Delikten ona bakmaya başladım. Birkaç adım geriledi.

“Sana son uyarım. Ya açarsın kapıyı ve elimden alırsın yüzüğü ya da kapıyı kırarım yüzüğü sana ben veririm. Tercihini yap!”

Bunu yapmakta kararlı gözüküyordu. Bir omzunu kapıya vurmak için öne çıkarttı.

“Tamam, alacağım senden ama biraz daha geriye git.”

İçeriyi görmemesi lazımdı. O biraz daha gerilerken yavaşça kapıyı açıp sadece kendi bedenimin çıkacağı bir boşluk bıraktım ve hemen dışarıya çıktım. Başparmağı ve işaret parmağı arasındaki tuttuğu yüzüğü sinirle elinden aldım. Yüzüne bile bakmadan hemen arkamı döndüm. Ceketin yakasından beni tutup asıldı.

“Tatlını da al.”

Omuz silktim.

“İstemiyorum sen ye!”

Kafamdaki kaskın üzerine elini koydu ve beni kendisine döndürdü.

“Ya tatlını da alırsın ya da ben içeriye bırakırım o tatlıyı seçim senin.”

Sinirle tatlıyı bıraktığı yerden alıp içeriye geri geçtim. Kapı deliğine yine uzanıp ne yaptığına baktım. Yüzündeki keyifli gülüşle kapanan kapıya bakıyordu.

“Sen seni seviyorum demesen de olur kadın!”

Loading...
0%