Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@mi.mundo

Dikiş makinesini kapattım. Emir Sabri babanın dükkanına gitmek için beni bekliyordu ve bu yüzden de bir saattir düzenli aralıklarla arayıp gelmemi söyleyip duruyordu artık onu daha fazla bekletemeyeceğim için elimdeki işi bırakıp ayağa kalktım. Telefonumu ve Esin’in motora binmem için verdiği eşyaları yanıma aldım, gitmişken onun eşyalarını da vermeliydim değilse burada kalır giderdi. Kapıyı çekip çıkacağım sırada Anıl’ın aldığı tatlının paketine gözüm ilişmişti. Acıktığımı hissettiğim zaman inat etmeyi kesip yemiştim. Paketi çöpe atmak için elime aldım. Onun tatlıyı bırakırken yazdığı yazıya istemsizce tekrar baktım.

‘Bir tek sana deli, sana divane bu adam <3’

Elimdekini atmaktan vazgeçmiş ve kenara bırakmıştım. Biran için atmak istememiştim. Bir çöp parçası birden özel hissettirmişti. Atölyemden çıkıp garaja ilerledim diğer arabamı alıp gidecektim malum sarı kızım mahvolmuştu. Garajın otomatik kapısı yukarı kalkarken sarı kızımın haline baktım. O gün duvara çarpmamla birlikte ön camı da kırılmıştı ama o an cam kırıkları beni çok fazla etkileyememişti çünkü Barney’i oradan bir an önce kurtarmaya çalıştığım için etrafımda olan şeylerin çok farkında değildim. Araca baktığımda Emir’in tüm cam kırıklarından arındırdığını fark etmiştim. Audime yönelip kilidini açtım. Aracımı garajdan çıkarttım ama mahalleden gidemedim. Hala parmağımda duran o yüzüğe baktım. Ondan aldıktan sonra geri takmıştım. Ben yüzüğe baktıkça yüzük parmağıma ağırlık vermeye başlamıştı hemen çıkartıp arabanın torpidosuna rastgele şekilde fırlattım. Arabayı durdurup hızlı adımlarla atölyeme geri gittim ve tatlı kutusunu da alıp çöpe attım. Ardından da yola çıktım. İlk önce kendime karşı net bir duruş sergilemeliydim değilse ona karşı net bir duruş asla sergileyemeyecektim. Zaten bu zamana kadar da asla sergileyememiştim. Bunun en büyük nedeni kendi içimdeki verdiğim tavizlerden kaynaklanıyordu. İçimde o kadar çok taviz veriyordum ki ona bu tavizler dışıma da yansıyordu. Anıl ise zaten yelkenleri açmış harekete geçmek için benim en ufak bir esintimi bekliyordu. Denizde onun yelkenlisine çok fazla yol kat ettirmiştim. Artık buna son vermek gerekiyordu. Eğer yelkenini batırmak gerekiyorsa bunu yapmalıydım. Fakat bunu ilk önce kendi içimde yapmalıydım. Bu denizde ya onun gemisi batacaktı ya da benim. Ona dediğim doğruydu hissediyordum poyraz yakındı ama bu poyraz her ikimizin de suyun üzerinde kalmasına izin vermeyecekti ve poyraz dindiğinde ikimizden biri suyun dibinde olacaktı benim ise hiç batmaya niyetim yoktu.

Esin’in evine gelince arabamı park ettim. Ben daha aşağıya inmeden o korkutucu motor aracımın yanına geldi. Aşağıya inip Anıl’a bakmadan hızla ilerledim. Asansörün tuşuna basıp gelmesini bekledim. Bu sırada Anıl da yanıma gelmişti.

“Yediniz mi tatlınızı Dolunay hanım?”

Açılan asansöre bindim.

“Evet, teşekkür ederim.”

O da yanımdaki yerini alıp kat tuşuna bastı. Asansör yukarıya doğru çıkarken o benim yanıma doğru yaklaşmaya başladı. Yüzümün önündeki saçımı gözlerimin içine baka baka yavaş harekelerle kulağımın arkasına sıkıştırdı.

“Ee, Dolunay hanım malum buradayken alalım mı şu şenliğimizi?”

Hala yüzümde duran eline vurdum.

“Anıl bey, bizim aramızda bir şey kalmadı zaten yoktu da. Lütfen sınırımızı bilelim.”

Dediklerimden sonra ciddi miyim diye bana baktı. Kalbime ne oluyorsa hızlanmıştı. Hayır kalbim şu an bana ihanet edemezsin! Hala gözümün içine bakarken gözlerimi ondan kaçırdım. Asansörün durmasıyla hemen kendimi dışarı attım. Ardından da zile basıp kapının açılmasını bekledim. Kapı açılınca da içeriye geçtim Anıl da arkamdan geliyordu. İçeride gördüğün kıvırcık saçlarla Anıl’a döndüm.

“Aa senin kıvırcık da burada.”

Fısıldamıştım. İçeri gireceğim sırada kolumu tutup kendine asıldı.

“Beni kıskanıyor musun ya da görmezden mi geliyorsun karar ver. Benim devrelerim yanmak üzere haberin olsun.”

Resmen dişlerinin arasından sertçe tıslamıştı. Yutkundum kolumu ondan kurtardım.

“Ne kıskanacağım seni be! Hadi yallah ne yaparsan yap.”

Kıza kötü kötü bakarak içeriye girdim.

“Aa Anıl hoş geldin.”

Kafasıyla kıza selam verdi. Hemen Barney’in yanına gittim.

“Emir biraz önce çıktı.”

Esin’in verdiği bilgiye gülümsedim eşek beni beklememişti motora onun yüzünden bindiğim için ağzına tüküreceğimi biliyordu tabii. Barney benim geldiğimi anlamış gibi gözlerini açtı ve hemen kucağıma çıktı. Kafasını öptüm.

“Anıl işlerin bitmiş, bugün çok yoğunum diyordun.”

Konuşan kızla birlikte gözlerimi Barney’den çekip kıza baktım. Az daha ağzını yaya yaya konuşursa benim onun ağzını toplamam uzun sürmeyecekti.

“Erken bitti.”

Anıl ona bakmadan geçiştirmek için konuşmuştu. Aferin len sana tam puanı kaptın benden. Allah’ım ben neden kendime engel olamıyorum ya hayır hayır Dolunay kendini törpülemen gerekiyor değilse poyrazda batan taraf sen olacaksın. Barney onunla ilgilenmem için patisini bana vurdu. Aferin oğlum anneyi hep böyle oyala değilse durum vahim.

“Aşkım, canım, bir tanem, güzel oğlum.”

Barney’e sevgi sözcüklerimi sıralayıp onu arka arkaya öptüm.

“Iyy öpüp durma şunu ya!”

Konuşan kıza ters ters baktım.

“Canım benim işine bak canımı sıkma canına sı-.”

Cümlemi tamamlamadım hoş olmayacaktı Esin’in evindeydik ve o da burada olduğuna göre arkadaşıydı boğazımı temizledim.

“Yani sen işine bak güzelim.”

Barney kuyruğunu sallayarak iyice üzerime çıktı.

“Ayy hiç anlamıyorum zaten bu kedisini köpeğini çocuğu gibi sevenleri.”

Hala üzerime oynuyordu derin bir nefes aldım.

“Tuğçe seni ilgilendirmiyor kimin ne yaptığı.”

Anıl sert bir tonda cevabını vermişti. Ben de geri kucağımdaki oğluma geri döndüm. Tüyleri iyice karışmıştı ama tarayamıyorduk daha yaraları iyileşmediği için. Sıkıntıyla onu okşamaya devam ettim, ben onu sevdikçe onun kuyruğunun sallanması hızlanıyordu.

“Dolunay sen yemek yedin mi?”

Kafamı hayır anlamında sağa sola salladım. Esin yerinden kalktı. Kız da yerinden kalkmış Anıl’ın yanına geçmişti. Sadece bir kere Anıl’a bakmıştım ne yapacak diye. Kız ona daha da yaklaşırken yerinden kalktı ve mutfağa doğru yürüdü.

“Dur sana bir şeyler getireyim.”

“Gerek yok Esin iştahım yok şu an.”

“Ayy kucağındakiyle yemesin zaten.”

Ya sabır Allah’ım sen bana sabır ver. Sakin kalacaktım ben kendime inanıyordum bu kızı yolmadan bu geceyi bitirebilirdim. Hiçbir şey demedim. Esin ona susması için bir işaret yaptı. Bu sırada Anıl geri salona gelmiş yanıma oturmuştu. Ne yani mutfağa sadece kızın yanından kalkıp yanıma oturmak için mi gitmişti? Bu yaptığı hoşuma gitse de kendimi frenledim. Barney onun yanıma oturmasından rahatsız olmuştu olduğu yerden kalkıp Anıl’la benim arama geçti. Kuyruğunu onun üzerine koyarken geri kalan tüm vücudunu benim üzerime koymuştu.

“Annen zaten yaklaştırmıyor sen de böyle bana düşman olacaksan ne yapacağım ben?”

Fısıldayarak Barney’e söylendi. Eliyle onun kuyruğunu okşamaya başladı ama Barney buna da izin vermedi ve kuyruğunu onun elinden kurtarıp hızla onun kucağına kuyruğuyla vurdu.

“Anasının oğlu ya.”

Canım oğlum benim aynı benim yapacağım hareketlerdi bunlar.

“Anıl buraya gelsene. Bak orada köpek var zaten.”

Anıl da yanıma gelirken kocaman köpeği görmemişti ya zaten. Kulağıma doğru yaklaştı.

“Odaya girmeden önce bana dediklerinin arkasında mısın? Ona göre seni çıldırtmayı planlıyorum da.”

Bahsettiği cümlemi düşündüm ona kıskanmayacağımı demiştim bir de ne yaparsan yap diye eklemiştim. Maalesef ki asla dediklerimin arkasında falan değildim. Yutkundum ona omuz silktim. Tükürdüğümü yalamaya niyetim yoktu.

“Ne yaparsan yap.”

Gözlerime baktı kafasıyla bana sen görürsün diye işaret yaptı. Kararlı duruyordu hem de fazlasıyla. Sanırsam beni pişman edecekti ama bunu yapması için çok fazla çaba harcamasına gerek yoktu çünkü ben cümlemi söylerken bile pişman olmuştum ama geri dönmeye niyetim yoktu.

“Haklısın Tuğçe, ben köpeği fark etmemişim.”

Yanımdan kalkıp kızın yanına oturdu. Bunu ben istemiştim o yüzden şimdi üzülmeye yüzüm yoktu. Barney’in ilaç saatinin gelmesiyle ona ilacını verdim. Normalde ilaç yutmaktan nefret eden oğlum hiç zorlamadan anında yutmuştu. İlacın etkisiyle birlikte hemen gözlerini kapattı.

“Birlikte tatile mi gitsek?”

Anıl ona döndü eliyle kızın saçını omzundan alıp arkasına attı.

“Aslında küçük bir kaçamak fena olmaz.”

Dediklerine ve daha sonrasında diyeceklerine kulaklarımı kapatmak en iyisi olacaktı.

“Seni ikna etmek için çok uğraşırım diye düşünüyordum, şu an çok mutlu oldum.”

Elime telefonumu alıp onunla uğraşmaya başladım kendi dikkatimi başka yönlere çekmem lazımdı değilse ortalık fena karışacaktı.

“Siz de gelinsenize”

Esin ve Kağan’a dönmüştü. Esin ne cevap vereceğini bilememiş gibi bana baktı. Ben de ona omuz silktim.

“Duruma göre bakarız.”

Diye geçiştirdi kızı. Modum düşmüştü yalan değildi bu. Hatta sinirlenmiştim içimde bir yangın yavaş yavaş büyüyordu bu Anıl’ı kıskandığım için mi oluyordu bilmiyordum ama bir an önce sönmeliydi. Uyuyan Barney’i yavaşça kucağımdan indirip balkona doğru çıktım. Temiz hava bana iyi gelecekti. İçeride boğulmak üzereydim. Biran önce modumu yükseltmeli ve ikisinin yakınlaşmasının benim umurumda olmadığını göstermeliydim. Zaten Anıl’ın istediği kızla yakınlaşıp beni çıldırtmaktı ve ben onun isteğine ulaşmasına yardımcı oluyordum. Hemen geri içeriye döndüm. Zor da olsa modumu yükselttim. Anıl kolunu koltuğun tepesine koymuş kızda bunu fırsat bilerek iyice ona sokulmuştu. Bana bakan Anıl’a gülümsedim. Benim gülümsememi asla beklemiyordu kaşlarını çattı. Bu hali daha da keyfimi yerine getirmişti. Kız ona fısıldayarak bir şeyler söyledi. Keşke ne dediğini duyabilseydim. Onlar fısıldaşırken bana bakan Esin’e sorun olmadığını işaret ettim. Esin gözlerime üzüntüyle bakıyordu. Üzülecek bir şey yoktu ortada bunu ben istemiştim. Resmen adamı kolundan tutup kızın üzerine atmıştım. Onlar gülüşürken ben de önüme döndüm ve elime telefonumu geri aldım.

“Sen sabah Anıl’la birlikte değil miydin?”

Sadece kafamı salladım.

“O kucağındakini bırakıp sen de bizimle tatile gelsene.”

Gözlerimi ona diktim. Sabır diliyordum. Anıl ise ne yapacağıma korkuyla bakıyordu. Beklediğini ve istediğini ona vermeyecektim. Olay çıkartmayacaktım. Ben konuşmadan Anıl konuştu.

“Bizim aramızda olmaktan çok mutlu olacağını sanmıyorum.”

Gülümsedim. Madem benimle uğraşacaktı o zaman bunun karşılığını vermekten geri kalmayacaktım.

“Neden Anıl bey? Ben de katılmak isterim aslında. Fena mı olur eğleniriz. Belki yeni tanıştığım bir arkadaşımı da davet ederim biz de bu vesileyle kaynaşmış oluruz onunla.”

Kastettiğim kişiyle birlikte bana sinirle baktı. Can’ı tanımıyordum ama çağırsam geleceğinden adım kadar emindim.

“Sana o çocukla iletişime geçme dedim! Benim olduğum yere gelemez o çocuk!”

Bağırmasıyla yanındaki Tuğçe korkuyla yerinden sıçramıştı.

“Bu kadar sinirlenmeyin Anıl bey. Sizin olduğunuz yerde olmayız biz, sizden uzakta baş başa vakit geçiririz merak etmeyin.”

Onun damarını bulmuşken daha da sinirlensin diye damarına basmak için yavaş yavaş konuşmuştum.

“Benim olduğum yere gelemez, senin de yanına bile yaklaşamaz!”

“Anıl neler oluyor?”

Kız merakla sormuştu. Onu görmezden geldim. Anıl da ona cevap vermemişti sadece sinirle bana bakıyordu daha sonra da kolunu kızın omzuna atıp kendine yaklaştırdı. Bu yaptığıyla ilk şaşırsam da hemen kendimi toparladım. Karşımda oturan Esin’e baktım. O benden daha çok sinir olmuşa benziyordu.

“Dolunay sen bu çocuğun numarasını hatırlıyor musun? Eğer hatırlamıyorsan sana bulabilirim. Sanırsam o çocuğun kuzenini tanıyorum.”

Esin’in dediklerine gülümsedim. Bu kıza bayılıyordum. Anıl ona da sinirle dönmüştü. Kağandan ise ses dahi çıkmıyordu.

“Ezberimde hala.”

“Ezberindedir tabii!”

Gittikçe daha da sinirlenmesi bende mezdeke açıp oynama isteği uyandırıyordu. Ona gülümseyip arkama yaslandım. Bugün de itinayla Anıl’ı delirttiğime göre rahat bir nefes alabilirdim. Vakit geçsin diye arkadaşlarımdan gelen mesajları cevaplandırmaya başladım. Bazen arkadaşlarımın mesajlarına dönmeyi unutuyordum. Elimden hızla telefon alındı.

“Kimle yazışıyorsun? Ona mı yazdın?”

O benim mesajlarıma bakarken ben şaşkınlıkla ona bakıyordum.

“Telefonumu ver Anıl!”

Herkes şaşkınlıkla bizi izliyordu. Bu kadar çıldıracağını gerçekten kimse beklemiyordu. Ayağa kalktım ve elinden telefonumu kaptım. Hala sinirle bana bakıyordu.

“Dolunay hanım isterseniz tatile gitmeye kadar beklemeyin çocuğa haber verin ben size otel ayarlarım. Gecenizi şenlik eder mi bilemiyorum ama?”

Dediğiyle birlikte sinirlerime hakim olamamış ve tokadımı yüzüyle buluşturmuştum.

“Laflarına dikkat et!”

İkimiz de öfkeyle birbirimize bakıyorduk. Kağan onu hızlıca benim yanımdan uzaklaştırmış ve balkona çıkartmıştı. Bu yaptığı kesinlikle en sağlıklı olandı aynı ortamda bulunmamamız gerekiyordu. Kalktığım yere geri oturdum.

“Sen ne basit bir insansın ya! Al köpeğini de git buradan!”

Sinirle salak kıza baktım. Ben yeterince gerginken onun bu şekilde bilerek üzerime gelmesi tüm sinirimi onun üzerine boşaltmam için beni teşvik ediyordu.

“Bir kere daha bana laf atarsan seni balkondan atarım yemin ederim bunu yaparım.”

Hemen Esin’e döndü.

“Ayy Esin sen evine nasıl insanları alıyorsun ya? Anıl’a tokat atıyor, beni de balkondan atmakla tehdit ediyor. Sen nereden tanıştın bununla?”

Esin gözlerime baktı ardından da ona döndü.

“Özür dilerim Tuğçe.”

Duyduğumla birlikte üzülmüştüm en başından beri kız bana sataşmıştı ve Esin her şeyi görmesine rağmen burada olduğum için ondan özür diliyordu.

“Ama gitsen iyi olur.”

Diye konuşmaya devam etti. Kızı evinden kovmuştu. Birden gözlerimdeki zafer kazanmış ifadeyle Tuğçe’nin mort olan suratıma baktım. O defolup giderken balkondaki Anıl’a baktım. Sigarasını içiyordu kaşları hala çatıktı yüzünde ise tokat attığım yer kızarmıştı ohh olsun sana keşke daha hızlı vurmuş olsaydım. İçeriye baktığında gözlerimiz kesişmişti. Hemen sinirle içeriye girdi. Sigarasını tuttuğu elini bana sallayarak konuşmaya başladı.

“Bana bak! O çocuğu unut, yok ona ulaşmak falan!”

Salak mıydı bu adam? Sakince ona baktım ve ona bu sorumu yöneltmeye karar verdim.

“Sen salak mısın? Kollarındaki kadınla az önce tatil planı yapıyordun. Sana ne benim kiminle ne yaptığımdan?”

“Dolunay! Kızla neden yakınlaştığımı biliyorsun! Onunla tatile falan gitmeyeceğimi de biliyorsun!”

Derin bir nefes aldım. Sürekli bağırmasından nefret ediyordum.

“Yakınlaşmasaydınız Anıl bey. Ben mi dedim size yakınlaşın diye?”

Sakin sakin konuştum.

“Ne yaparsan yap demedin mi? Kıskanmıyorum seni demedin mi?!”

Gülümsedim.

“Ve siz de gidip kızın saçını oynayıp bir de kızı kolunuzun altına aldınız. Çok merak ediyorum kıskanıyorum deseydim ne yapacaktınız? Herhalde o zaman size otel ayarlamakla bile vakit kaybetmememiz gerekirdi hatta hızla evi boşaltmamız daha iyi olurdu.”

“Lütfen, artık sakinleşebilir misiniz? Daha fazla uzatmaya gerek yok”

Kağan’ın dediğiyle omuz silktim. Ben zaten sakindim asıl sakinleşmesi gereken kişi aygır arkadaşıydı. Herkes koltuklara oturduğunda içeride ölüm sessizliği olmuştu.

“Tuğçe nerede?”

Bu sessizliği bozan Anıl beyimizin sorusu oldu. Sinir bozukluğuyla güldüm. Sıçayım sana da Tuğçe’ne de göt herif.

“Evden kovdum.”

Her ikisi de Esin’e tuhaf tuhaf baktılar.

“Bakmayın öyle hak etti. Geldiğinden beri durduk yere Dolunay’a sataşıyordu en son da kıza al git köpeğini buradan dedi.”

Çalan telefonumu alıp konuşmak için balkona çıktım. Arayan David’di geleceğini hatırlatıyordu. Biraz onunla iş konuştuktan sonra daha sakin bir ruh haliyle içeriye geri döndüm. Telefon konuşmasıyla birlikte durgunlaşmıştım çünkü yapmam gerekenler aklıma gelmişti. Sürem gittikçe azalıyordu ve iki elbise için seçtiğim kumaş beni çok zorluyordu. Kumaşlar hem zor kesiliyor hem de zor şekil alıyordu bunlara ek olarak dikimi de çok zordu. O iki elbiseye diğerlerine kıyasla daha çok vakit harcamam gerekiyordu.

“Ne oldu yeni arkadaşın tatile gelemem mi dedi?”

Anıl’a baktım. Beni deli ediyordu şu tavırlarıyla o böyle yapınca ben de onu delirtmek istiyordum ama o delirince de ortaya çok iyi bir manzara çıkmıyordu.

“Anıl bey, telefonumu elimden aldığınızda çocukla iletişime geçmediğimi gördünüz zaten. Ne diye hala uzatıyorsunuz?”

“Evet Anıl çok uzattın yeter artık. Biz konuyu kapatalım diye uğraştıkça durup durup konuyu açıyorsun.”

Esin’in bana hak vermesiyle ortamda yine bir sessizlik olmuştu. Barney’in uyuduğu koltuğun tepesine kafamı koyup Barney’i izlemeye başladım. Bir süre sonra Esin ile Kağan odadan çıktı. Anıl da ayaklandı umarım ki defolup evine gidecekti. Daha fazla onun suratını görmek istemiyorum. Yanıma gelip önümde dikilmeye başladı. Kafamı kaldırıp ona baktığımda ortadaki masaya yavaşça oturdu ve bana yakınlaştı.

“Özür dilerim, ilk başta sadece seni dediğine pişman etmek için kızın yanına yaklaşmıştım fakat seni sakin görmek beni sinirlendirirken sonrasında ise sen de benimle uğraşınca ipin ucu iyice koptu.”

Onu dinledikten sonra ona hiçbir tepki vermedim geri eski pozisyonuma döndüm ve telefonumla ilgilenmeye devam ettim.

“Bir şey demeyecek misin?”

“Ne demeliyim Anıl bey? Her seferinde bağırıp çağırıp ya da bir şeyleri yıkıp döküp özür diliyorsunuz.”

Derin bir nefes alıp eliyle alnını ovuşturdu.

“Her seferinde beni o raddeye bilerek ve isteyerek getiriyorsun Dolunay!”

Doğruydu bilerek onu o hale getiriyordum yalan değil şimdi.

“Off bıktım artık senin sürekli her şeye bağırmandan. Hep bağırıyorsun Anıl ya normal bir şekilde tartışmayı bilmiyor musun?”

Bizim seslerimize Esin ve Kağan da odaya geri gelmişti. Her ikisi de bıkkınlıkla bize bakıyordu.

“Kadın beni bilerek delirtiyorsun sonra ben bağırınca suçlu mu oluyorum?”

Bu sefer sakince sormuştu.

“Bak akşam sen de beni delirttin ben sana bağırdım mı?”

Ben ona bağırmamıştım ama onu delirtip bağırtmıştım onunla farkımız buydu. Yüzünü kocaman bir gülüş esir aldı. Gözlerindeki parıldamalarla bana baktı.

“Yani akşam beni kıskandığını ve kıskançlıktan delirdiğini kabul ediyorsun?”

Yutkundum hemen bir önceki cümlemi düşündüm ve ben de Anıl’ın çıkardığı anlamı çıkartmakta zorlanmadım. Salak ben, adama resmen kıskandığım için delirdiğimi itiraf etmiştim.

“Defol Anıl şuradan”

Onu itekledim.

“Yani kabul ediyorsun?”

Otuz iki diş gülerek sorusunu yineledi. Etmiyorum desem de buradan dönemezdim o yüzden hiçbir cevap vermedim.

“Bak, biliyor musun? Geceden beri olan tüm gerginliğim bitti gitti. Kuş gibi hafifledim resmen.”

Yine bir şey demedim ama Anıl’ın durmaya niyeti yoktu.

“Kadın akşamdan beri sadece kıskandığını belli etseydin ben kalkıp zaten senin yanına geri oturacaktım. Bu kadar olay yaşamamış olacaktık. Sen de sinirlenmeyecektin ben de.”

Ben hala susarken tokat attığım yanağını ovuşturdu.

“Elin de ağırmış ama olsun sen kıskandığını itiraf ettin ya bir şeyim kalmadı üzülme diye söylüyorum.”

Sinirle ona baktım.

“Anıl kalk git yanımdan delirtme beni!”

“Aa hayatım sen o kadar kıskandığın zaman bile bağırmadın şimdi niye bağırıyorsun?”

Ben iyice sinirlenirken o keyifleniyordu. Esin de kahkaha attı ardından da konuştu.

“Anıl kızı sinirlendirme kalk oradan.”

“Sen sus hain!”

Önümde oturduğu yerden kalktı ve ilerideki koltuğa ilerledi.

“İstersen numarasını bulurum diyordun akşam.”

Esin ona baktı kollarını göğsünün altında birleştirdi.

“Derim tabi istesin anında da bulurum.”

Ona bir öpücük attım. Barney huzursuzca yerinde kımıldandı. Tek gözünü açıp bana baktı ardından da kucağıma kafasını koydu ve geri uyumaya döndü. Burada olup olmadığımı kontrol etmişti resmen. Günlerce kapalı alanda yalnız kalmaktan dolayı bu şekilde davrandığını bilmek kalbimin üzerine bir ağırlık veriyordu. Emir’in dediğine göre uyanık olduğu zamanlarda Emir yanından kalkınca ağlıyormuş. Bunu bildiğimden onun uyanık olduğu zamanlarda yanından kımıldamamıştım.

“Hadi ben size odalarınızı göstereyim.”

Esin’in konuşması Anıl’ı olduğu yerden kaldırmıştı. Bu herif burada mı kalacaktı?

“Bir tane oda yeter ikinciye gerek yok.”

Esin onay almak için bana baktı. Kafamı sallarken yanıtladım.

“Haklı ikinci odaya gerek yok.”

Anıl heyecanla bana döndü onunla yatacağımı düşünmüştü.

“Yani, ben burada Barney ile kalacağım Anıl’a da tek oda yeter.”

Deyip gülümsedim. Anıl’ın yüzü düştü.

“Ben de birlikte uyuyacağız diye düşünmüştüm.”

“Sen burada rahat yatacak mısın?”

Kafamla Esin’i onayladım. Eline bir battaniye alıp bana uzattı. Elindeki battaniyeyi alıp karşı koltuğa geçmek için ayağa kalktım. Fakat Barney benim kalkmamla gözlerini açıp havlamaya başlamıştı. İlacın etkisi geçtiği için uykusu hafiflemişti. Hemen yerime geri oturdum.

“İyi madem o oradan bile kalkamıyor, Esin sen bana da bir battaniye ver karşı koltukta da ben yatarım.”

Ona göz devirdim. Esin ona istediğini verip Kağan’la birlikte odadan çıktı. Barney’in yanına onu çok rahatsız etmeyecek şekilde kıvrıldım ve uyumak için gözlerimi kapattım.

“Dolunay.”

Anıl yattığı yerden bana seslenmişti.

“Ne?”

Gözümü açıp ona baktım o da karşımdaki koltukta yatıyordu bana doğru döndü.

“Biz ne olacağız? Yani bundan öncesinde önümüzdeki hafta evlenmiş olacaktık.”

Dudaklarımı ıslattım.

“Bilmiyorum Anıl, sana yemin ederim ki bilmiyorum.”

Gerçekten bilmiyordum her seferinde kendi kendime her şeyin nasıl olması gerektiğiyle ilgili büyük kararlar alıyordum hatta onunla geçirdiğim vaktin ilk yarım saati ya da bir saatinde bunları çok güzel uyguluyordum ama sonra tüm kararlarım birden yok oluyordu. Onu istemiyordum ama istiyordum da. Garipti benim aklımla kalbim arasında hiç bu kadar büyük bir savaş çıkmamıştı. Önceden de birilerine bir şeyler hissetmeye başlamıştım ama aklım kalbim karşısında hiç bu kadar hasar almamıştı. Bu yüzdendi ki aklımla aldığım her kararım kalbim tarafından yok ediliyordu. Ondan yanıt gelmeyince ben de uyumak için gözlerimi kapattım.

Sabah erkenden kalkıp Barney’in alması gereken ilaçları vermiştim. Sessiz olmaya özen göstererek kahvaltıyı hazırladım. Artık saat sabah sekiz olurken Esin ile Kağan da uyanmıştı Anıl ise hala uyuyordu. Emir yolda olduğunu mesaj atınca Barney’in uyumasını fırsat bilip evden çıkmak için hareketlendim. Gerçekten acıkmıştım ama kahvaltı ederek vakit kaybetmek istemiyordum. Eğer onlarla kahvaltıya kalırsam konuşmaktan kahvaltı süresünin uzuyacağını biliyordu ve benim işlerimin yetişmesi gerekiyordu sonunda sorumluluk bilincim biraz da olsa oluşmuştu. İlerideki pastaneden poğaça almaya karar vermiştim. Evden çıkıp asansörle aşağıya indim. Pastaneye gitmeden veterinere gidip Barney’in durumu hakkında bilgi aldım ve kalan sürecimizi sordum. Hekim korktuğumun aksine güzel şeyler söylemişti. Oradan da çıkıp pastaneye doğru ilerledim.

“Ceren!”

Bu çocuk buraya kazık mı çakmıştı ne yapmıştı? Sürekli buradaydı resmen. Yanıma geldi. Anıl delirmekle haklıydı sanırsam. Çocuğu defalarca kovalamasına rağmen çocuk bumerang gibi geri geliyordu.

“Bak, ilk olarak benim ismim Ceren değil. İkinci olarak senin numaranı iddiaya girdiğimiz için almıştım. Yani seninle iletişime geçmeyeceğiz zaten numarayı senden sonra hemen sildim.”

Ondan cevap almadan hızla yürümeye başladım. Anıl iyi ki uyuyordu değilse dün geceden sonra bu sefer büyük olay çıkartırdı. Hala arkamdan gelen çocuğun adım seslerini duyabiliyordum. Pastaneye girdiğimde benimle birlikte içeriye girdi.

“O zaman yeni bir başlangıç yaparız. Düzgün bir şekilde tanışırız.”

Bıkkınlığımla nefes aldım.

“O yanımda gördüğün kişi sevgilimdi bu da demek oluyor ki tanışmaya ya da daha iyi bir başlangıç yapmaya gerek yok zaten iddia yüzünden yeterince birbirimize girdik. Şimdi lütfen benden uzaklaş.”

Anıl için sevgilim demek ne kadar doğruydu gerçekten bilmiyordum ama bu çocuğu kendimden uzaklaştırmak için aklıma başka bir yol gelmemişti. Çalışana iki tane poğaça gösterip onları ısıtmasını istedim.

“Senin için biraz agresif birisi değil mi? Senin daha narin bir yapın var. Senin gibi birisi daha güzel sevilmeye layık.”

Ters ters ona baktım.

“Merak etme beni dünya üzerinde en güzel sevecek tek kişi o. Ondan daha güzel kimse sevemez.”

Dediğim cümle sadece çocuğu yanımdan uzaklaştırmak için değildi tüm kalbimle biliyordum ki beni ondan daha güzel kimse sevemezdi. Sorun zaten onun sevgisinde değil benim sevgimdeydi. Poğaçamı alıp dışarıya çıktım. Çocuk hala benimle birlikte ilerliyordu. Kolumdan tutarak beni durdurdu.

“Nerden biliyorsun seni ondan daha çok sevemeyeceğimi? Hiç ben tarafından sevilmedin ki.”

Gülümsedim.

“Onun sevgisinin büyüklüğünden emin olmak için kimse tarafından sevilmeye ihtiyacım yok. Sen bana burada iki saat boyunca dil dök ama o bana sadece iki saniye baksın emin ol bu bile yeter onun sevgisinin büyüklüğünü görmeme.”

Anıl gerçekten güzel seviyordu. Adamın bakışlarından bana karşı sevgi akıyordu bunu ilk arabasının önünü kestiğimde de gözlerinde görmüştüm, endişeli sesinde hissetmiştim bana olan sevgisini. Gözleriyle beni sarmalamak istiyordu. O yumuşacık bakışları içimi ısıtıyordu. Birden ben ne olduğunu bile anlamadan çocuk yere düşmüştü. Nereden çıktığını bilmediğim Anıl ise çocuğun tepesindeydi.

“Sana benim sınırlarımı zorlama dedim! Kendimi daha fazla tutamayacağım dedim!”

Altındaki çocuğa arka arkaya vuruyordu. Kolunu tutup onu çocuğun üstünden kaldırmak istedim ama sertçe kolunu benden kurtardı. Hemen çocuğa bir darbe daha indirdi. Çocuk ondan kurtulmak için hamle yapsa da buna izin vermedi.

“Senin için iyi şeyler olmaz da dedim!”

Bağırışıyla caddeyi yıkıyordu. İnsanlar etrafımıza toplanmaya başlamıştı bile.

“Anıl bırak!”

Beni duymazlıktan geldi. Allahtan Kağan gelmiş zor da olsa Anıl’ı çocuğun üzerinden alabilmişti. Onu biraz uzağa götürdü.

“Kalk yerden! Kaybol buradan!”

Çocuk yerden zorlanarak da olsa kalktı. Ağzından akan kanı eliyle silip bana baktı.

“Sana demiştim senin için agresif birisi diye.”

Bana doğru konuşması Anıl’ı daha da sinirlendirmişti ve Kağan’ın onu tutması zorlaşmıştı. Çocuk hemen ortadan kaybolurken kalabalık da dağılmaya başladı.

“Sana iletişime geçme dedim. Yapma Dolunay dedim. Benim tahammülüm yok seni başkasıyla görmeye dedim. Benim canım acıyor daha da acıtma canımı dedim.”

Anıl neredeyse ilk defa bir kavga esnasında sakin konuşuyordu. Ağzımı açıp savunmaya geçecektim ki tekrar konuştu.

“Ama sen ne yaptın? Sabahtan herifle buluştun. Beni sinirlendirmek için mi yaptın yoksa gerçekten onunla görüşmek istediğin için mi?”

Ben bir şey yapmamıştım ki. Bu sefer tamamen suçsuzdum. Çocuğu yanımdan uzaklaştırmaya çalışmıştım. Hatta Anıl’ın bana olan sevgisini savunmuştum.

“Niye cevap vermiyorsun? İkincisi değil mi doğru olan?”

“Anıl ben..”

Konuşmama izin vermedi yanımdan hızlı adımlarla ilerleyip gitti. Ne olduğunu bile anlayamamış arkasından baka kalmıştım. Kağan da onun arkasından gitti. Ben hiçbir şey yapmadım ki. Evet, onu birçok kere bilerek sinirlendirmiştim hatta sinirlendirirken büyük keyif alıyordum ama bu sefer öyle değildi. Zaten dün akşamki çıldırışından sonra onu Can’la kışkırtmazdım çünkü dün onun adının geçmesi bile adamı gerçek manada delirtmişti. Ben onu o kadar sinirlendirmekten ziyade daha küçük çaplı sinirlendirmeyi seviyordum. Engel olamadığım üzüntümle arabama doğru gidip bindim. Normalde olan olaya üzülmezdim ama bu sefer Anıl’ın tamamen beni yanlış anlaması hatta beni suçlaması zoruma gitmişti hem de ben onun aşkını çocuğa anlatırken yere göğe sığdıramamıştım ama o beni dinlememişti bile. Atölyeme doğru sürerken Esin bana mesaj attı.

Esin: Dolunay ne yaptın sen ya? Anıl bir süre buralarda olmayacağım işler sizde demiş Kağan’a.

Okuduğum mesajla derin bir nefes aldım. Kafayı yiyecektim. Esin’e ses kaydı atmaya başladım.

“Ya yemin ederim bu sefer hiçbir şey yapmadım, her şey benim dışımda gelişti. Zaten o çocuk yüzünden dün yeterince delirmişti bir daha onu o çocukla asla sinirlendirmezdim bile.”

Bunu yolladım hemen ardından da bir ses kaydı daha alıp Can’la olanı biteni en ince ayrıntısına kadar cümlesi cümlesine Esin’e anlatım.

Esin: Oha, bu sefer gerçekten suçun yok. Ben bilerek yaptığını sanmıştım.

Esin’in mesajını göz devirerek okudum. Tek sen değil o salak arkadaşınız da öyle sandı sonra da beni dinlemeden ortadan kayboldu. Benim canıma minnetti bu durum, ben zaten ondan uzak durmak için kendimle savaş veriyordum onun bu şekilde defolup gitmesi benim işime gelirdi. Bu sayede ondan uzak durmak çabalamama gerek yoktu. Umarım gittiği yerden de geri dönmezdi.

Atölyeme geçip nefes bile almadan çalışmaya başladım. Çalışırken kafamın içindeki düşüncelerin sesini kısamadığımı fark etmem zor olmamıştı. O sesleri duymamak için kulaklığımı takıp müzik açmıştım ama yine de fayda etmemişti. Telefonu elime alıp Esin’e yazdım

—Nereye gitmiş?

Cevap hemen gelmişti.

Esin: Biz de bilmiyoruz ki. Kağan’ı sıkıştırdım belki o biliyordur diye ama o da bilmediğini söyledi. Telefonu da kapalı.

Aldığım cevapla ruh halim iyice karışmıştı. İlk başlarda yanımdan gitsin diye kavga ettiğim adamın şu an yanımdan gitmesi bende bu şekilde etki etmemeliydi. Şu an benim oyun havası açıp oynamam lazımdı ama ben durmuş üzülüyordum. Kendimi silkeleyip elimden telefonu bıraktım ve çalışmaya geri döndüm.

 

Saatlerdir çalışıyordum neredeyse akşam on olmuştu. Emir ile vardiya değişikliği için arabama bindim. Eve geldiğimde içeriye belki Anıl oradadır diye umutla baktım ama yoktu. Omuzlarımı düşürüp Barney’in yanına oturdum.

“Yemek yedin mi?”

Esin’e baktım. Evde sadece o vardı.

“Hayır, canım istemiyor.”

Barney geldiğimi görmüştü ama kucağıma doğru çıkmamıştı. Onun alçılı patisine dikkat ederek kucağıma doğru asıldım.

“Sanırsam bilmen gereken bir şey var.”

Yorgun gözlerimle, konuşan Esin’e baktım. Elinde telefonuyla birlikte yanıma geldi. Tuğçe’nin Instagramda hikaye olarak attığı fotoğrafı gösterdi. Uçakta çekilmiş bir fotoğraftı. Uçağın camını çekmişti ve fotoğrafta yanında oturan kişinin kolu da çıkmıştı. Anıl’ın kolu olduğunu anlamam zor olmadı onu dövmesinden tanımıştım.

“Ne güzel, gitsinler eğlensinler hatta bir daha da geri dönmesinler.”

Sinirden içten içe kendimi yemeğe başlamıştım bile ama dışarıdan sakin kalmaya gayret gösteriyordum. Esin yerine geçerken ben de elime telefonu alıp Emir’in hesabına girip kızı takibe aldım. Kendimden takip edip de ona bu zevki vermezdim. Sahte hesapla takip etsem de ben olduğumu direkt anlarlardı.

“Aslında arkadaşımın eşi havaalanında yönetici konumunda nereye gittiklerini çok kolay öğrenebilirim. Hemen sana bilet alırız sen de gidersin. Anıl’ı görünce de her şeyi anlatırsın.”

Kahkaha attım.

“Esin benim ona anlatacak hiçbir şeyim yok. Onun arkasından falan da gidemem. Ne yaparlarsa yapsınlar umurumda değiller.”

Beni dinlemeyip gidenin arkasından gitmeye gerek yoktu. Madem dinlemek istememişti o zaman ben de anlatmazdım olanları. Eğer sabah adam akıllı sorsaydı ona her şeyi cümlesi cümlesine anlatırdım ama bu saatten sonra hele ki o kızla gittikten sonra beni öldürse anlatmazdım. Esin bana üzüntüyle bakıyordu.

“Ne yani Tuğçe’yle baş başa vakit geçirmesine izin mi vereceksin? Aptallaşma Dolunay. Bak Anıl şu an sinirli, üzgün ve kırgın onu teselli edecek kişi de Tuğçe. Ya fazlasıyla yakınlaşırlarsa?”

Esin’in dedikleri sanki öküz oturmuş gibi göğüs kafesime ağırlık bırakmıştı. Olması muhtemel hikaye oydu. Emindim ki o kız Anıl’ı elde etmek için elinden geleni de ardına koymazdı zaten.

“Desene Anıl’dan kurtulmuş olacağım.”

“Ondan kurtulmak istiyor musun Dolunay? Dürüst ol lütfen. Gözlerin tam tersini söylerken sakın bana kurtulmak istediğini söyleme.”

Ona cevap vermedim.

“Dışarıdan Anıl’ın sana olan bakışlarını ve sevgisini nasıl fark ediyorsak seninkinin de farkındayız.”

Yutkundum. O kadar belli miydi dışarıdan? Ben poyrazda savaşıyorum sanırken yoksa çoktan batmış mıydım?

“Benim aşka, sevgiye ne inancım ne de ayıracak vaktim var. Umarım Anıl o kıza gerçekten bir şeyler hissetmeye başlar ve birlikte mutlu olurlar.”

Sertçe cümlemi sarf etmiştim çünkü bu konuşmanın burada bitmesini istiyordum. Esin sinirle yerinden kalktı. Odasına gitmek için hareketlenirken konuştu.

“Umarım inadın yüzünden pişman olmazsın. Sana iyi geceler.”

Kalbimde hissettiğim garip ağırlıkla birlikte sabahı sabah etmiştim.

 

Aradan üç gün geçmişti ve hala Anıl ortada yoktu. Esinle olan o konuşmamdan sonra ona da soramamıştım haberleri var mı diye? Tuğçe’nin hikayelerinden gördüğüm kadarıyla hala gelmemişlerdi. Sıkıntıyla milyonuncu kez kızın hesabına girdim. Yeni bir hikaye atmıştı. Açılan fotoğrafa baktım bir eğlence mekanında çekilmişti sadece masa ve bir erkek eli gözüküyordu. O kadar garipti ki kız asla Anıl’la düzgün bir fotoğraf paylaşmamıştı. Ya fotoğrafta Anıl’ın eli, kolu ya da ayağı falan gözüküyordu ya da onu çağrıştıracak bir şeyler gözüküyordu. İçime düşen kurtla birlikte fotoğrafı ekran görüntüsü alıp internette tarattım. Fotoğrafın birebir aynısı ve hatta farklı versiyonları önüme düşünce yüzümdeki gülümsemeye engel olamadım.

“Neden gülüyorsun?”

Esin garipseyerek gülmemin nedenini sormuştu malum yaklaşık üç gündür suratım sirke satıyordu. Ona bir şey demeden kızın diğer attıklarına bakmaya başladım onları da ekran görüntüsü almıştım. Biraz yakınlaştırıp dikkatlice incelemeye başlamıştım ve hepsinin shop olduğunu gördüm. Ne yani Anıl onunla hiç bir yere gitmemiş miydi? Fotoğraflardaki gördüğüm marka, yer, tabela gibi detayları arayarak onların da orijinallerini bulmam zamanımı almamıştı. Gelen rahatlamayla birlikte yüzümdeki gülüş daha da büyümüştü.

“Kızım ne oldu? Bana da söylesene, merakta bırakma.”

Esin iyice meraklanmıştı. Hemen onun olduğu koltuğa gidip ona tüm fotoğrafları ve orijinallerini gösterdim.

“Ne? Her şey sahte miymiş? Şeytana bak sen!”

Aklımı kurcalayan soruyu dillendirdim.

“Asıl sorun şu ki sence nereden Anıl’ın bir süre buralarda olmayacağını öğrendi?”

Yüzüme suçlu bir ifadeyle baktı.

“Ya o gün sabah beni aradı Anıl’ı sordu şirkette mi diye ben de ağzımdan kaçırdım.”

Ona ters ters baktım. Ah Esin ah! En başından bunu anlatmış olsaydı ben fotoğraflara daha dikkatli bakardım zaten.

“Bana şunun numarasını versene.”

Tereddütle gözlerime baktı.

“Esin ver şu numarayı.”

Numarayı zor da olsa ondan alıp aradım. İkinci çalışta açtı. Kızı arayıp ne diyeceğimi bilmiyordum ama onunla uğraşmak istemiştim.

“Merhaba, ben Tuğçe.”

“Merhaba Tuğçeciğim ben de Dolunay.”

Bir süre karşıdan ses gelmedi. Konuşmayı sessize almıştı yaklaşık bir dakika sonra sesi geri açtı.

“Ayy kusura bakma tatlım. Anıl bir şey sordu da ona cevap verdim.”

Güldüm. Esin de duyduğu cümleyle birlikte gözlerini devirdi.

“İyi yapmışsın bekletme çocuğu tabi. Ben seni niye aradım biliyor musun?”

“Niye aradın?”

“Sana paylaşman için daha inandırıcı fotoğraflar hatta videolar atabilirim diye söylemek için aradım. Tabii eğer istersen.”

Telefon hızla suratıma kapandığında keyifle güldüm. Esin suratıma alaylı bir ifadeyle bakıyordu.

“Biliyor musun Dolunay? Benim bir arkadaşım var. Bu arkadaşım bana dedi ki benim aşka, sevgiye ne inancım ne de vaktim var.”

Yutkundum. Sanki annesinin vazosunu kırıp ona yakalanmış çocuk gibi suçlu gözlerle ona bakmaya başladım.

“Hatta bu arkadaşım son üç gündür çok mutsuzdu sırf çocuk başkasıyla tatile gitti diye. Ayy bir görsen ruh gibi olduğu yerde sadece duruyordu. Sonra kızla gitmediğini anlayınca bir gülmeye falan başladı o hallerini görmeliydin.”

Ben ona hala aynı ifadeyle bakarken konuşmasına devam etti.

“Sence bu arkadaşım o çocuğa aşık mı?”

Derin bir nefes aldım.

“Off Esin saçmalama kız demiş sana aşkla işim olmaz diye diğer kızın yalanlarını yakaladığı için mutlu olmuştur.”

Kahkaha atarak bana baktı.

“Öyle olsun bakalım.”

Yerime mutlulukla geri oturdum. Yüzümde ki o aptal sırıtışa engel olamıyordum. Anıl onunla bir yere gitmemiş olabilirdi ama belki de yanımda bir başkası vardı bunu bilemezdim.

“Hiç haber aldınız mı?”

Oldukça sessiz sormuştum.

“Yok, bugün işle ilgili onu aradık ama telefonu hala kapalıydı.”

Kollarımı birleştirdim.

“Dönmez umarım.”

Tükürür gibi konuşmuştum.

“Kızım sen dengesiz misin? Gelsin mi gitsin mi? Seni sevsin mi sevmesin mi? Sen ne istiyorsun Allah aşkına? Yok, bu çocuk haklıymış delirmelerinde! Bir cümlen bir cümleni tutmuyor ya!”

Bana bağırınca olduğum yere hafif hafif sindim. Niye kızmıştı şimdi?

“Ben de bilmiyorum ki ne olmasını istediğimi.”

“Sen bilmeyeceksin ki kalbin bilecek Dolunay sen sadece onun dediğini yapacaksın.”

İşte kalbim bir şeyler diyordu da onu dinlemek benim işime gelmiyordu. Bazen onu dinlesem de hemen aklım olaya müdahale oluyordu bununla birlikte de ben de hatlar karışıyor Esin’in dediği gibi dengesizleşiyor ve bir cümlem diğerini tutmuyordu.

“Sen yine sustuğuna göre ben odama uyumaya gidiyorum. Yarın akşam Kağan’la yıl dönümümüz geç gelirim eve, sana da yedek anahtar bırakırım.”

“İyi geceler.”

O odasına gittiğinde ben de koltuğa kıvrılıp son birkaç günün en iyi uykusunu çekmek için uyudum.

 

Sabah Emir’in gelmesiyle onunla kahvaltı yapmıştık.

“Yarın gidiyorum.”

Diye hatırlattı. Üzüntüyle ona baktım.

“Biliyorum.”

Kahvaltıyı kaldırmaya devam ettim. Mutfağa doğru geçerken o da eline boş bardakları aldı.

“Seninkinden hala haber yok mu?”

Elimdekileri makineye dizerken sıkıntıyla konuştum.

“Şuna seninki demekten ne zaman vazgeçeceksin.”

“Sence dememeli miyim?”

Olduğum durumun vahameti herkesin beni köşeye sıkıştıracağı kadar mı belli oluyordu dışarıdan? Eğer öyleyse ben hala neyin inkarındaydım? Ona verecek bir cevabım yoktu ben de olduğum durumdan kurtulmak için konuştum.

“Ben çalışmaya gidiyorum bugün işimi erken bitiririm ve birlikte vakit geçiririz.”

“Güzel olur.”

Ona sarılıp evden çıktım. Atölyeye doğru giderken iki gündür gördüğüm ve çok beğendiğim eteği denemek için mağazanın önüne arabayı çektim. Vakit kaybetmeden gidip eteğin bana uyacak bedenini alıp kabine girdim. Kabinden çıkıp saten eteğin üzerimdeki duruşuna aynadan memnuniyetle baktım gerçekten çok beğenmiştim. Kabine tekrar dönüp kendi kıyafetimi üzerime giydim ve elimdeki etekle birlikte kasaya gittim. Kasa sırasında kıvırcığı görmeyi asla beklemiyordum. Bir tarafım onunla uğraşıp dalga geçmemi söylerken diğer tarafım ise değmeyeceğini söylüyordu. Benim için her ne kadar zor bir seçim olsa da onu görmezden gelmeye karar verdim. İleride elbet onunla dalga geçecek zamanım olacaktı. Sıranın ilerlemesini beklerken yanındaki arkadaşının söylediğine kulak misafiri oldum.

“Tatilinizin bu kadar erken bitmesi üzücü. Keşke daha fazla vakit geçirseydiniz.”

Sessiz bir şekilde güldüm.

“Anıl’ın işleri çok yoğun biliyorsun sen de. O yüzden erken döndük.”

Hayır Dolunay burada anıra anıra gülemezsin kızım tut kendini.

“Peki, geçenlerde davete katıldığı kız ne oldu? Davette soranlara ay sonunda kızla evleneceğini söylemiş.”

Ne olmuştu acaba bana? Nefesimi tutup Tuğçe’nin vereceği cevabı bekledim.

“Kızı davete gelmesi için ajanstan parayla tutmuş.”

Duyduğum şeyle gözlerim kocaman açılmıştı.

“Ayy kızın fotoğrafını görmüştüm bebek gibiydi. Ama aklıma takılan şu ki Anıl Sarıkan neden ajanstan bir kız ayarlayıp evleneceği yalanını söylemiş?”

İçimden ‘teşekkürler tatlım’ diyerek gülümsedim. Bu sevimsizin arkadaşı olsa bile beni övmüştü.

“Neresi güzel be o şeytan gözlü kızın! Neyse, benim ne tepki vereceğimi merak ettiği için yapmış tatilde bana itiraf etti.”

Daha fazla kendimi tutamayıp kahkahamı serbest bıraktım. İkisi de bana dönerken kendimi zor da olsa toplamaya çalıştım. Tuğçe orada olmamı beklemediği için şaşırmış bir ifadeyle bana bakıyordu. Kahkahalarım arasından konuştum.

“Lütfen sen yalanlarına devam et hayatım ben çok eğleniyorum dinlerken.”

“Ne yalanı? Bu kız Anıl’ın davete götürdüğü kız değil mi?”

Yanındaki kız konuşurken Tuğçe’nin ona verecek cevabı yok gibi duruyordu.

“Sabahtan beri sana söylediği yalanlardan bahsediyorum.”

Kız şok olmuştu. Tuğçe’ye ters bir bakış attı.

“Ama ben sizi bölmemek için çok uğraştım burada, keşke kendimi az daha tutmayı becerebilseydim belki ona shop yaptığın tatil fotoğrafları gösterirdin.”

Ben tekrar gülmeye başladığımda sinirle bana döndü.

“Sus artık!”

Gülmemi durdurmaya çalıştım.

“Tamam, haklısın. Ben susayım ki sen yalanlarına devam et. En son ne diyordun? Hah hatırladım beni ajanstan sırf sen ne tepki vereceksin diye tutmuştu değil mi? Yalnız, hangi ajans olduğunu da belirtirsen çok sevinirim nerede çalıştığımı bilmek benim de hakkım.”

Kız ona alayla bakıyordu.

“Tuğçe sen tam bir zavallısın!”

Kahkaham büyüdü ve bu Tuğçe’nin bana gösterdiği sabrın taşması için son damla olmuştu. Hemen saçımı tutup sertçe çekiştirdi. Şaşkınlıkla birlikte ağzımdan bir çığlık kaçtı ama hemen toparlanıp ben de onun saçını bir elimle tuttum diğer elimle de saçımdaki elinin bileğini kavradım. Bileğini hafifçe çevirterek canının acımasını ve saçımı bırakmasını sağladım.

“Bana bak seni yolarım ben!”

Diye mahalle kadını gibi konuştum. Evet, Anıl bir dediğinde de haklı çıkmıştı adam bana başlarda mahalle kadınları gibisin demişti ve ben şu an bulunduğum hal ile birlikte onu haklı çıkartmıştım. Kıvırcığın elimdeki saçından tutarak onu ileriye doğru savurdum.

“Yalanların ve sen benden uzak dursanız iyi olur.”

Daha fazla rezillik çıkartmaya gerek yoktu. Zaten mağazadaki herkes durmuş bizi izliyordu Tuğçe ilk bizi izleyenlere bakış atıp ardından da üzerime doğru hızla gelmeye başladı. Ben bu kadar rezillik yeter diye düşünürken o öyle düşünmüyordu demek ki. Eli bana vurmak için havaya kalktığında elini tekrar tutup kıvırdım. Acıyla birlikte hafif eğildiğinde de ensesinden onu tuttum. Bir kaç kişi bizi ayırmaya çalışsa da bu boşuna bir çabaydı çünkü artık beni hiç kimse durduramazdı ve onu elimden alamazlardı. Hala olduğu hale rağmen bana tekme atmaya çalışıyordu ayağımı ayağına vurdurarak ona çelme taktım bununla birlikte yere düşmüştü. Ayağımı tutup benimde yere düşmem için asıldığında ayağımı ondan çekmeye çalıştım ama tüm gücüyle tutuyordu bu yüzden ayağımı ondan kurtaramadım. Ben de kendi isteğimle yere oturdum kesinlikle düşmekten daha iyiydi. Hemen onun üzerine çıktım onun bir diğer eli benim saçımı tutmaya çalışırken tekrar saçını kavramıştım.

Biz kavga ederken duyduğum siren sesiyle olduğum yerde kalakaldım. Aynı sesi duyan Tuğçe de benimle aynı haldeydi. İçeriye giren polislerden teki beni kavrayıp onun üzerinden aldı bir diğeri de Tuğçe’yi yerden kaldırmıştı.

“Zorluk çıkartmayın hanımlar!”

Bağıran polise baktım. Her ikimizde zorluk çıkartmamıştık ki.

“Beyefendi biz zaten zorluk çıkartmadık ki.”

Bu düşüncemi sesli dile getirmem polisin hoşuna gitmemişti. Onlar bizi nezarette götürmek için polis aracına ilerletirken mağaza çalışanına döndüm.

“O eteği ayır bana. Gelip alacağım.”

Dediğime şaşkınca bakmaya başlamıştı onunla birlikte beni ilerleten polis de şaşkınca bakıyordu.

“Polis bey, iki saniye eteği alıp çıksam olmaz mı?”

“Polisle dalga mı geçiyorsun sen?”

Arabaya binmek üzereyken durdum.

“Yok, ne haddime polis bey ama etek üzerimde çok güzel durmuştu kesimi falan çok iyiydi. Kalmazsa diye şey ettim ben.”

Adam sabır dileyerek yüzüme baktı.

“Bin arabaya.”

Arabaya binerken konuşmaya devam ettim.

“Eğer o etek kalmazsa benimle aynısını arayacak mısınız? Tabi ki de hayır, ne olurdu eteği alsam da çıksam?”

Yanıma oturdu.

“Seninle eteği aramaz olur muyum? Biz polislerin mesai saati içerisinde yapmayı en çok sevdiği şeylerden teki bu zaten!”

Şoför koltuğundaki polise döndü.

“Devam et.”

“Hemen amirim.”

Yanımdaki adam amir miydi? Amir olmak için genç duruyordu onu incelemeye başladım. En fazla yirmi sekiz ya da otuz yaşında gibi duruyordu bu kadar genç amir olunabiliyor muydu?

“Ne oldu bana hangi etek modeli gider diye mi bakıyorsun?”

Öndeki polis kendini tutamamış bu dediğine gülmüştü.

“Estağfurullah amirim.”

Diye yanıtladım ve hemen önüme döndüm. Çalan telefonumun sesiyle amire baktım.

“Açmama izin var mı?”

Bana sadece ters ters baktı hiç cevap vermemişti. Telefonum tekrar çalarken ona döndüm.

“Ben değil de siz açsanız olmaz mı hoparlöre alırsınız?”

Bıkkınlıkla bana baktı.

“Susacak mısın peki?”

Hemen kafamı salladım. Telefonumu çantamdan çıkartıp açtı ve hoparlöre aldı.

“Dolunay sen atölyeye gittin mi? Barney’in eşyaları senin aracındaydı birazdan alçısını çıkarttıracağım da eğer daha gitmediysen geri dönüp tasmasını falan getirsene dışarıda az yürüteyim.”

Yanımdaki polisin tuttuğu telefona yaklaştım.

“Getirmeyi çok isterdim ama şu an polis beylerle birlikte karakola doğru gidiyoruz.”

“Ne? Yine ne yaptın?!”

Emir’in sesiyle yanımdaki polis bana baktı.

“Yine?”

Diye şaşkınlıkla sormuştu. Emir’e götürüldüğüm karakolun adresini verdikten sonra da telefonu kapattı.

“Teşekkür ederim amirim.”

“Susacaktın hani?”

Elimi ağzıma fermuar çeker gibi yaptım. Bir süre sonra karakola girmiştik. Polisler Tuğçe’yle beni yürütürken konuştu.

“Bunları aynı yere koymayın.”

Ardından da gözleriyle beni işaret ederek devam etti.

“Bunu tek başına duran adamın karşısındaki yere koyun diğer taraf kalabalık bu orada da durmaz orayı karıştırır bu sefer.”

Polis beni ilerletmeye başlamışken kafamı amire doğru çevirip konuştum.

“Amirim siz bana niye taktınız? Ben ne yaptım ki?”

Arkasını dönüp gitmeye başladı.

“Konuşmayacağını söylemiştin!”

Uyarısıyla birlikte önüme döndüm. Beni koyacakları yere gelmişken içeride duran kişiyle gözlerim kocaman açılmıştı. O da benden farklı değildi. Polis beni demir parmaklıkların ardına soktuğunda bulunduğu kısmın parmaklıklarına doğru yaklaştı.

“Ne işin var burada?”

“Asıl sizin ne işiniz var Anıl bey?”

Polis olduğumuz yerden çıkarken biz şaşkınlıkla birbirimize bakmaya devam ediyorduk.

“Biricik arkadaşınız şikayet etmiş Dolunay hanım! Ya siz?”

Sinirle konuşmuştu.

“Ben de sizin biricik arkadaşınız yüzünden buradayım Anıl bey!”

Aynı sinirle ona yanıt verip arkadaki oturma yerine gittim ve oturdum.

“Ne yaptın kıza?”

Sorduğu soruyla ona baktım. Beni mi suçluyordu yine? Beni getiren amir içeriye girerken Anıl’a bakarak konuşmaya başladım.

“Kusura bakmayın Anıl bey biricik arkadaşınızı hırpaladığım için üzgünüm! Nasıl olayı bilmeden yine beni suçluyorsunuz ya? Belki bana saldıran kişi odur hiç bu ihtimali düşündünüz mü? Aa siz öyle bir şey yapar mısınız hiç? Siz olayı bilmeden kendi kafanıza göre bir şeyler düşünür ve ona inanır sonrada arkanıza bile bakmadan gidersiniz.”

Amir olduğum kısma yaklaştı.

“Hani susacaktın sen? İlla ağzını mı bantlayalım senin!”

Ayağa kalkıp amirin olduğu yere gittim.

“Amir bey o anlaşma sizinle konuşmamam için değil miydi? Eğer herkesi kapsıyorsa anlaşmayı iptal edelim ben o kadar susamam.”

Adam duyduğuyla gülmüştü.

“Seni bize parayla mı verdiler ya!”

Omuz silktim ve kaşları çatılmış bir şekilde amirle bana bakan Anıl’a kötü kötü baktım.

“Siz tanışıyor musunuz?”

Diye sordu amir.

“Yok, amirim nerden tanıyacağım ben bu adamı?”

“O zaman adamın kafasını niye şişiriyorsun? Biliyordum seni kalabalık tarafa koysaydık sen oradakilerle de uğraşırdın. Şuna bak sabahtan beri sessizce duran adamı bile canından bezdirmişsin.”

Anıl duyduğuyla keyifle gülmeye başlamıştı.

“Seni en son nezarete aldıkları zamanın üzerinden bir ay bile geçmemiş hem de yine kavga yüzünden alınmışsın içeriye. Şimdi dosyana baktım.”

Omuz silktim.

“İnsanlar konuşmayı bilmiyorlar amirim valla benim suçum yok.”

Adam bana yan bir bakış atarken içeriye bir başka polis geldi.

“Amirim bir bakar mısınız?”

Polisi onaylayıp yanımdan ayrıldı.

“Amirle daha önceden mi tanışıyorsunuz?”

Anıl’a baktım.

“Yoo.”

“Ne bu samimiyet o zaman?”

Sinirle sormuştu.

“Sana ne Anıl!”

“Sen zaten ben hariç herkesle çok kolay samimi oluyorsun ama bana gelince yüzüme bile bakmıyorsun!”

O iyice bağırırken dudağımın kenarı alayla kıvrıldı.

“Sorun belki sizdedir Anıl bey?”

Kaşlarını imkanı varmışçasına daha çok çattı.

“Seni benim karşımdan alsınlar ya! Başka yere koysunlar! Şu üç-dört gündür benim kafam rahattı, huzurluydum ben sensiz ama seni getirdiler benim karşıma koydular.”

Gerçekten bensiz olmayı benimle olmaya tercih mi ediyordu? Yüreğimdeki bir parça çatırdamıştı.

“Buradan çıktıktan sonra beni görmezsiniz Anıl bey merak etmeyin. Burada olduğumuz sürece de bir daha konuşmam sizinle.”

Ne kadar istemesem de tüm üzüntüm sesime yansımıştı. Yerime gidip tekrar oturdum ve ona bakmadan yeri incelemeye başladım.

“Kadın sensizken kafam rahattı kalbim değil aslında kalbim de kafamı çok rahat bırakmadı ki her atışında sürekli seni sayıklayıp durdu.”

Gözlerimi yerden kaldırıp ona baktım ve hemen geri yere indirdim.

“Kadın, seninle huzursuz olmayı, sensiz huzurlu olmaya tercih ederim ben. Bırakalım huzur diğerlerinin olsun sen benim ol bana yeter.”

Tepkisiz kalmak için kendimle savaşmaya başladım ama duyduklarımla birlikte içimde oluşan garip his beni çok zorluyordu. Benim susmamdan sonra derin bir nefes aldı ardından da oturma yerine gidip oturdu.

“Can denen o itle aranızda bir şey var mı?”

Sorduğu soruyla ona baktım. Sözlü yanıt vermesem de kafamı sağa sola salladım.

“O gün onunla beni sinir etmek için mi buluştun?”

Yine kafamı sallamıştım.

“Onunla görüşmek istediğin için mi buluşmuştun?”

Ses tonu bir garip çıkmıştı sinirli değildi ama acı içinde gibiydi. Kafamı yine sağa sola salladım.

“O zaman niye buluştun onunla?”

Gözlerine baktım. Konuşmamakta kararlıydım.

“Cevap versene kadın?”

Ona bakmaya devam ettim. Ayağa kalktı.

“Benimle konuşmayacağını söylediğin için mi cevap vermiyorsun bana?”

Bu sefer de kafamı aşağı yukarı salladım. Ellerimi de göğsümün altında birleştirip arkama yaslanmıştım.

“Tamam, sadece sorumun cevabını ver sonra susmaya devam edersin.”

Omuz silktim.

“Ne inatsın kadın sen!”

Benim bu adamı delirtmeye çalışmam için çok bir çaba sarf etmeme gerek yokmuş aslında. Susmam bile delirmesine yetiyordu çünkü. Tek ben değil bu da dengesizdi.

“Onunla buluştun mu peki?”

Hayır anlamında hızla kafamı salladım.

“O mu yanına geldi?”

Kafamı sallayarak evet yanıtını verdim.

“Onu yanından kovdun mu?”

Sorduğu sorunun yanıtını doğru mu versem diye ona baktım. Sonra da kafamla evet dedim. Aldığı yanıt hoşuna gitmişti keyifle gülümsedi.

“Başka sorum yok. Teşekkürler hayatım.”

Sinirle ona baktım. Sevimsiz herif hala gülerek bana bakıyordu. İçeri giren Emir’le birlikte bakışlarımı ondan çektim.

“Aa enişte senin ne işin var burada?”

“Sizin saçma salak iddianızın yüzünden buradayım.”

Emir’e de sinirle bakıyordu.

“Biz mi dedik sana git çocuğu döv diye?”

Emir’in verdiği cevapla benim konuşmama gerek kalmamıştı. Emir yanıma yaklaşırken ben de ayağa kalktım.

“Eğer ikiniz de birbirinizden şikayetçi olmazsanız çıkacaksınız. Tuğçe’yle konuştum o şikayetçi olmayacak zaten orada ağlamaktan canı çıkmış salağın.”

“Ben de olmam o zaman.”

Anıl’a döndü.

“Kaç gündür buradasın enişte?”

“Adama enişte deyip durmaa!”

Sinirleniyordum o öyle dedikçe.

“Niye? Adam Tuğçe’yle tatile gittiğinden beri suratsız suratsız dolaşmıyor musun etrafta? Canım eniştem benim ben seviyorum Anıl’ı”

“Al o zaman senin olsun!”

Anıl çatılmış kaşlarıyla bize baktı.

“Daha bu sabah buraya geldim. Bu arada ben Tuğçe’yle falan tatile gitmedim.”

Ellerini teslim olur gibi kaldırdı. Ben de çatık kaşlarımla ona baktım.

“Kadın bakma öyle ben üç gündür seninle yaşamak için aldığım evdeydim. Ne Tuğçe’yleydim ne de başkasıyla. Tek başımaydım.”

Yine ona ters ters baktım. Tuğçe’yle olmadığını öğrenmiştim zaten.

“Dolunay sen de çocuğun numarası vardır söyle de adamı da çıkartayım.”

Emir’e döndüm ve ezberimden numarayı söyledim.

“Sen gerçekten o numarayı ezberlemiş miydin?!”

Yine kızmıştı.

“Emir söylesene beyefendiye, çocuğun numarası kolay akılda kalıyor ve ben zaten numaraları çok kolay ezberliyorum yani bilerek ezberlemedim.”

Emir Anıl’a döndü.

“Duydun enişte.”

“Şuna enişte deyip durma! O senin enişten falan değil!”

Her ikisi de bana ters ters bakmaya başladı.

“Sana konuşma dedim sen ise bu sefer bağırışlarınla burayı yıkıyorsun!

Amir kızarak içeriye girmişti. Yanındaki polise döndü.

“Arkadaşı dışarıya çıkartın.”

Emir hemen polisle dışarı çıktı.

“İfadelerinizi alacağız bak sakın yan yana geçerken falan kıza saldırma diye uyarmaya kalktım bizzat ben geldim. Bak seni bir hafta burada tutarım adamda bu vesileyle kafa dinlemiş olur.”

Konuşurken kafasıyla Anıl’ı işaret etti. Anıl’a döndü.

“At nişanı arkana bile bakmadan kaç. Bununla ömür mü geçer?”

Oradan gülen Anıl iyice sinirimi bozuyordu.

“Ayıp oluyor amirim.”

“Susacaktın.”

Yine uyardığında bıkkınlıkla gözlerimi devirdim.

“Birazdan gelecekler ve senin ifadeni almaya götürecekler bak dediğimi unutma.”

Deyip gitti.

“Ne yaptın da delirttin bu adamı da?”

Onu duymazlıktan geldim ve gidip yerime oturdum.

“Dolunay hep böyle susacak mısın?”

Kafa salladım.

“Bu arada vallahi Tuğçe falan yoktu yanımda.”

Onu bu konuda kıvrandırmak çok güzel olacaktı bakalım kendini ne kadar iyi açıklayabilecekti. Ona inanmadığımı belli etmek için ters ters baktım.

“Kadın biraz önce de dedim. Seninle yaşamak için aldığım evdeydim tek başımaydım.”

Omuz silktim.

“Bırak tatile gitmeyi İstanbul’dan çıkmadım bile.”

Tekrar omuz silktim bakışlarımı onun yüzünden çekip yere sabitledim. Değilse onun bu çırpınışına gülmeye başlayacaktım.

“Bak şuradan bir çıkalım sana evin kamera kayıtlarını göstereyim.”

İçeri gelen polis bulunduğum yerin kilidini açtı. Polisle birlikte gidip ifademi verdim. Tuğçe’yle koridorda karşılaşmıştım ama onu görmezden gelmiştim. İfadelerimizden sonra polis gidebileceğimiz söylemişti. Tuğçe kaçar gibi karakoldan giderken ben de Emir’in yanına gittim.

“Can da şikayetini geri çekiyor şimdi.”

“Nasıl başardın?”

Gülümsedi ama gülümsemesi şeytancaydı.

“Konuştum dedim çek kardeşim şikayetini dedi tamam abi.”

Göz kırptı. Çocuğun açığını bulup tehdit etmişti yani. Ben de onun gibi gülümsedim. Biz onunla orada oyalanırken Anıl da çıktı.

“Teşekkürler. Sabahtan beri o kadar avukatın yapamadığını yaptın.”

Emir ona ‘eyvallah’ dercesine bir hareket yaptı. Ardından da hep birlikte karakoldan dışarıya çıktık. Dışarıda sigara içen amire baktım.

“Amirim dua edin etek kalmıştır değilse yarın mesai bitiminizde buraya damlarım.”

Güldü.

“Bana bak alırım seni geri içeriye ha! Yarın gelme işlerim var. Bu adamı senden korumak için dernek açmayı düşünüyorum onun evraklarını ayarlayacağım.”

Dediğine sadece güldüm. Emir’in arabasına bindik.

“Sen içerdeyken konuştuk amirle. Baya kafa adam ha.”

Kafamla onu onayladım. Anıl’ın bakışları ikimiz arasında gitti geldi.

“Ama adamı yarım saat içinde delirtmişsin ya! Anıl’ın nişanlın olduğunu söylediğimde adam resmen acıdı enişteme.”

Gülümserken gözüm dikiz aynasından Anıl’a kaydı. Emir arabayı çalıştırdı.

“Seni Barney’in yanına götüreyim ben de Ayşe hatunla falan vedalaşayım sonra da geri gelirim.”

Kafamla onu onayladım. Anıl’la beni Esin’in evine bıraktıktan sonra yanımızdan ayrıldı. Salona geçip koltuğa oturdum.

“O gün seni dinlemeliydim.”

Karşımda oturan Anıl’a baktım. Birkaç gündür kapalı olan telefonunu açıyordu.

“Benimle hala konuşmuyor musun?”

Kafamı 'evet’ anlamında salladım.

“Nezarethanedeyken ‘burada olduğumuz sürece seninle konuşmam’ demiştin.”

Ona omuz silktim. Açılan telefonuna ardı ardına bildirimler düşmeye başlamıştı. Telefonuna baktı ardından da bakışları beni buldu.

“O kadar bildirim arasında kimden bildirim gelmediğini bil bakalım Dolunay hanım?”

Kaşlarımı çattım aslında bildirim gitmiş olması lazımdı. Yerimden kalkıp yanına gittim. Telefonunun ekranından bildirim panelini açtım. Bildirimler arasında zor da olsa benden giden bildirimi buldum ve gösterdim.

“Pardon hayatım, instagramdan attığım isteği kabul ettiğini ve geri takip yaptığını görmemişim. Ne değerli bir bildirim bu benim için bilemezsin... İnsan bir mesaj atar neredesin der ne bileyim arar!”

Sitemle konuşmuştu. Sanki arasaydım ya da mesaj atsaydım görecekti daha yeni açmıştı telefonunu zaten. Yanından kalkıp yerime doğru yürüdüm. Barney ile ilgilenmeye başlamıştım. Alçısı çıkmıştı ve çok daha iyi durumdaydı. O da telefonuyla ilgilenmeye başlamıştı. Sonra odada benim Esin’e attığım ses kaydından gelen sesim yankılandı. Tüm her şeyi çocuk bana bunu dedi ben de ona böyle dedim diye cümlesi cümlesine olayı anlattığım ses kaydım hem de. Anıl ses kaydını dinlerken gözlerini gözlerime sabitledi. Kayıt ilerledikçe mutluluğu daha da belirgin hale geliyordu. Nefes almayı unutmuş olabilirdim hemen bir nefes aldım. Esin’i kesinlikle ama kesinlikle öldürecektim. Vücudumda hissettiğim utanç dalgasıyla yerimden yavaşça kalktım. Sanırsam aynı odada olmasak daha iyi olacaktı. Anıl da yerinden kalkıp hızla yanıma gelmişti. Sıkıca kollarını bana sardı.

“Seni gerçekten çok seviyorum kadın!”

Hafifçe yerden yükselmiştim. Beni sarmalamasına rağmen ben hala ona sarılmamıştım. O ise bunu sorun etmedi. Boynuma bir öpücük kondurdu ve beni yere indirdi. Kalbimin yerinden çıkmak ister gibi hızlanmasına rağmen sakinliğimi korudum. Yavaşça onun yanından geçip balkona çıktım. Akşam olmuştu bile. O da arkamdan balkona geldi.

“Ben sana sorsaydım bana da bu kadar detaylı anlatır mıydın?”

Onun yüzüne baktım. Yüzünde hala mutlu bir ifade vardı. Kafamı aşağı yukarıya yavaşça salladım. Gülüşü imkanı varmışçasına daha da büyüdü. Onun için mutlu olmak bu kadar kolay mıydı? Onun yumuşak bakışlarının altında yanaklarımın hafifçe ısındığını hissediyordum.

“Keşke seni dinleseydim o zaman o üç gün boyunca bu kadar acı çekmemiş olurdum.”

Pişmanlık dolu bir sesle konuşmuştu. Neden acı çekmişti ki o kadar? Kaşlarım çatılmış anlamadığımı belli eden bir ifadeyle ona bakıyordum. Derin bir nefes aldı.

“O çocuğa karşı bir şeyler hissettiğini düşündüm.”

Kısık bir sesle söylemişti bunu alayla ona baktım. Bu kadar mı salaktı bu adam? Çevremdeki herkes ona olan hislerimin farkındaydı ama ne ben ne de o farkında değildik. Hatta ben de farkına varmıştım ama o hala farkında değildi. Bu beni biraz da olsa rahatlatmıştı çünkü ne yapmam gerektiğini nasıl davranmam gerektiğini asla bilemiyordum. Bakışlarımı ondan kaçırdım. İkimiz de suskunduk. Yaklaşık bir saate yakın bir süre balkonda oturarak geçmişti hem de hiç konuşmadan sadece oturmuştuk. Bize kahve yapmak için yerimden kalkıp mutfağa gittim. Bardak dolabından kahve fincanı almak için tezgaha yaklaştım. Fincanı alacağım sırada arkamdan bana sıkıca sarıldı bu hareketiyle birlikte kaskatı kesilmiş şekilde durdum.

“Beni sevmesen bile en azından seni sevmeme izin ver kadın.”

Yutkundum onunla bu kadar yakın olmak vücudumdan bir elektrik dalgasının geçmesine sebep oluyordu. Beni yavaşça kendine çevirdi ellerini belime koyup tezgaha oturttu. Nefesimi tutmuş ona bakıyordum. Ne olacağını hiç bilmiyordum ama hiç engel olmaya da niyetim yoktu. Bir eli yavaşça yüzümü okşadı.

“Keşke biraz sevsen beni… O kadar muhtacım ki sen tarafından sevilmeye.”

Gözlerimin içine baktı gözleri dolmuştu. Onun aşk dolu bakışları altında eziliyordum. Elimi kolumu nereye koyacağımı bilememiştim rahatsız bir şekilde kıpırdandım.

“Sev beni Dolunay. Az da olsa sev.”

Gözünün tekinden bir damla yaş usulca kayıp giderken elimi yanağına koydum. Gözündeki yaşı sildim. Elimin yüzüne temas etmesiyle gözlerini kapattı. Diğer gözünden de akan yaşı sildim. Elimle sakallarını yavaş yavaş okşarken gözlerini daha da sıkı kapattı. Kalbimin heyecanı aklımın sesini öyle bir bastırmıştı ki aklımın uyuştuğunu hissediyordum. O hala öyle dururken dudaklarımı onun dudaklarıyla buluşturdum. İçimde patlayan havai fişekler eşliğinde onun öpüşüme karşılık vermesini bekliyordum. Dudaklarını hareket ettirmesiyle gözlerimi kapatıp onun hareketlerine uyum sağladım. Belimden beni kendine asıldığında ben de bacaklarımı onun beline sardım. Bizim öpüşmemiz gittikçe derinleşirken mutfağın kapısı aniden açıldı. Şaşkınlıkla Anıl’dan ayrılıp kapıya döndüğümde aynı şaşkınlıkla bize bakan Esin’i görmüştüm.

“Ben özür dilerim kapıyı çalmalıydım.”

Kız hemen kapıyı geri kapatıp çıkmıştı. Anıl sadece gözlerime bakıyordu kapı açıldığında kim geldi diye bakmamıştı bile.

“Bu sefer kaçıp gitmene izin vermem.”

Önceki öpüşümde onu arabada bırakıp gitmemden bahsediyordu. Utançla gülümsedim.

“Biliyorum.”

Sesim bir fısıltı gibi çıkmıştı. Kolları belimdeki yerini alırken ben de kollarımı onun boynuna sarmıştım.

“Sesini duymak güzel sen hiç susma hep konuş benimle hatta kavga et ama bir daha asla susma.”

Titrek bir nefes gözlerime bakan koca adamın göğüs kafesini titretmişti. Onu biraz arkaya ittirerek olduğum yerden indim.

“İçeriye gitmeliyiz.”

Bana kafa sallarken ben de yürümeye başladım. Arkamdan beni takip ediyordu mutfağın kapısını açmamla geri kapatması bir oldu şaşkınca geri ona döndüm. Kafamı kaldırıp şaşkın gözlerimi ona diktim.

“Ne olacak bundan sonra?”

Sorduğu soruyu garipsemiştim.

“Anlamadım?”

“Diyorum ki bundan sonra biz ne olacağız? Yine dengesizleşip yüzüme bile bakmayacak mısın? Yoksa senin sarmaşıkların da benim yüreğimi saracak mı?”

Bakışlarımı ondan çektim ve yere bakmaya başladım. Gerçekten bundan sonra ne olacaktı? Ne olmalıydı bundan sonrasında? Bunun cevabını ben de bilmiyordum. Ofladı, bir eliyle çenemi tutup ona bakmamı sağladı.

“Ne olacağını bilmiyorsun değil mi? Ne istediğini de bilmiyorsun?”

Yutkundum. İşaret parmağıyla kalbimin olduğu yeri işaret etti.

“Burasıyla”

Durdu ve bu sefer parmağıyla kafamı işaret etti.

“Burasının savaşı neden bu kadar üzün sürdü kadın? Yorulmadı mı aklın her defasında kalbine yenilmeye? Neden pes etmiyor hala?”

Hiçbir şey demeden öylece duruyordum. Dudaklarımı ıslattım.

“Kızgın mısın?”

İlk başta öylece bana baktı. Ardından da derin bir nefes aldı.

“Değilim Dolunay ama yoruldum. Sana ve senin bir yaklaşıp iki geri gitmene ayak uyduramıyorum. Dengesiz davranışların benim de dengemi bozuyor. Bazen kalbim mutluluktan deli gibi atıyor ama bazen de acı içinde kavruluyor. Gerçekten yoruldum.”

Suçlulukla ona baktım. Aslında ben de yorulmuştum dengesiz davranışlarımdan ama engel olamıyordum. Kalbim onun için çırpınışırken aklım hayır diyordu.

“Deli kadın, sil şu gözlerindeki suçluluğu.”

Bana sarılmıştı. Onu kendimden uzaklaştırdım.

“Anıl sırnaşıp durma.”

Kaşlarını çatarak bana baktı. Eliyle yüzümü kavramıştı acıtmadan sever gibi yanaklarımı sıkıştırdı.

“Bana bak kadın ısırırım seni! İki dakika önce beni öperken şimdi sırnaşma diyemezsin.”

“Anıl sırnaşma.”

Bana ters ters bakmaya başlamıştı. Ona bir gülümseme yollayıp hemen mutfaktan çıktım. İçeri girdiğimde Arya Buğra ve Kağan’ın da gelmiş olduğunu gördüm.

“Ne güzel sürpriz canım kardeşim Arya da buradaymış.”

Buğrayla yan yana oturan kardeşine sinirle baktı.

“Asıl sürpriz sende abicim kaç gündür ulaşamıyorduk sana nerelerdeydin?”

“Bir arkadaşıyla tatile gitmişti.”

Dedim. Benim cümlemle bana döndü.

“Kadın gitmedim, gitmedim! Kaç kere daha diyeceğim sana. Bizim evimize gitmiştim ve tek başımaydım!”

Ben ona inanmamış gibi bakarken Esin oradan atladı.

“Ee, Dolunay biliyor zaten senin Tuğçe’yle gitmediğini.”

Esin kesinlikle ölmeyi bayılmak sanıyordu az kalmıştı onu ortadan kaldırmama. Zaten ona attığım ses kaydını Anıl’a iletmişti aklıma geldikçe bile sinirleniyordum.

“Ne zamandır biliyor?”

Anıl tek kaşını kaldırıp bana bakarken sormuştu.

“Dün akşam öğrendi.”

Anıl bana kızgınlıkla bakarken ben ona gülerek bakıyordum.

“Sabahtan beri beni ne diye süründürüyorsun o zaman?”

Omuz silktim.

“Kendini nasıl açıklayacaksın diye merak ettim.”

“Bir dakika, ben yanlış mı anladım şimdi yengecim sen gerçeği bilmene rağmen sırf abimle uğraşmak için bilmiyormuş gibi mi yaptın?”

Ona gülerek kafa salladım.

“Yenge ben senden razıyım ya. Ben yengemin böyle mükemmel biri olacağını düşünmemiştim.

“Arya yengen değilim ben senin.”

Bu dediğimle hem Esin hem de Anıl aynı anda bana döndü.

“Dengesiz misin sen ya?”

“Dengesiz misin sen ya?”

İkisinin de ağzından aynı kelimeler çıktığında onlar da bizim gibi şaşırmışlardı. Onları duymamış gibi yapmak işime gelmişti. Arya Anıl’a döndü.

“Abi bu arada ev kıyamet yeri haberin olsun. Tuğçe ve annesi geldi. Anıl’ın yanındaki kız bana mağazada durduk yere saldırdı diye. Babaannem olayı daha da büyüttü seni bekliyorlar.”

“Sen Tuğçe’yi mi dövdün?”

Esin şaşkınlıkla konuştu.

“İlk bana o saldırdı. Ben olay daha fazla uzamasın diye uğraşırken o tekrar saldırdı.”

Esin gülmeye başlamıştı.

“Niye saldırdı sana?”

Anıl merak içinde sordu.

“Ya ben, onun ve arkadaşının arkasındaydım ilk başta beni fark etmemişlerdi arkalarında sessizce durdum ama bir süre sonra kıza senin ve benimle ilgili söylediği yalanlara dayanamayıp gülmeye başlayınca sinirlendi. Bir de arkadaşına yalan söylediğini söyleyince üzerime atladı resmen sonrası malum Anılcığımla nezarethanede karşılıklı olarak demir parmaklıklar ardındaydık.”

Hepsi Anıl’a döndü.

“Can iti şikayet etmiş.”

Kısa ve öz açıklama yapmıştı. Sonunda Emir de gelmişti. Hemen yanıma yerleşti.

“Böyle sıkıcı sıkıcı oturacak mıyız?”

Yanıma iyice sinmiş fısıldayarak konuşmuştu. Bu ortam Emir ile benim için fazla hareketsizdi.

“Çok sıkıcılar bunlarla ömür geçmez benden demesi.”

Gözlerini onların üzerinde gezdirerek konuşmuştu.

“Haklısın. Bunlar bir ara partiye bile takım elbiseyle gelmişlerdi.”

Bana döndü.

“Şaka yapıyorsun?”

“Keşke şaka olsaydı. Hatta o zaman daha biz tanışmıyorduk. Anıl partiyi benimle tanışmak için düzenlemiş.”

Emir kahkaha atmaya başladı.

“Sen de bunları takım elbiseyle görünce ortamda durmadın değil mi?”

“Hiç durur muyum? Hemen kaçtım.”

Biz ikimiz konuşurken Buğra bize yaklaştı.

“Yengem yalnız biz her şeyi duyuyoruz bilginiz olsun.”

Hepsi bize pür dikkat bakıyordu. İkimiz de yüzsüzce gülümsedik.

“Sana demiştim biz oraya toplantıdan geldik diye.”

Anıl sitem dolu konuşmasından sonra eline gelen yastığı bana fırlatmıştı. Bana gelen yastıkla birlikte Barney hemen önüme geçip ona havlamaya başladı.

“Barney otur oğlum.”

Emir’in uyarısıyla tam önümüzde oturdu ama bakışlarını Anıl’dan çekmedi. Her an Anıl’a saldıracak gibi duruyordu.

“Asla böyle yapmazdı.”

Üzüntüyle konuşmuştum. Barney’in bu tip huyları yoktu. Emir de beni onaylamıştı. Yerinden kalkıp beni de kolumdan asıldı.

“Hadi Barney’i yürüyüşe çıkartalım.”

Barney yürüyüş kelimesini duyar duymaz kuyruğunu sallayarak bize dönmüş ardından da koşarak kapıya gitti. Kapıdan çıkacağımız sırada Arya yanıma geldi.

“Dolunay, ben seninle konuşmak için gelmiştim daha doğrusu senden bir konu hakkında yardım isteyecektim.”

Arya beklentiyle bana bakarken ben de Emir’e baktım.

“O zaman siz konuşun ben Barney’i biraz yürütür gelirim.”

Emir ile Barney asansöre giderken ben de evin kapısını kapattım.

“Mutfaktaki balkona mı geçsek?”

Bir şey demeden Arya’yı takip ettim. Mutfağa girince gözüm ister istemez tezgahta olduğum yere kaydı. Ben ne yapmıştım yine? Tüm pişmanlığımla oraya bakıyordum. Hep böyle oluyordu, kalbim bir anlığına tüm bedenime hükmediyordu ve ben onun hükmündeyken aptalca şeyler yapıyordum ama aklım tekrar kontrolü ele geçirince tüm pişmanlığımla kavruluyordum.

“Gelmiyor musun?”

Balkondan seslenen Arya ile kendime geldim. Yanına gidip balkon kapısını kapattım.

“Evet Aryacığım, dinliyorum.”

Derin bir nefes aldı.

“Senin dediklerini çok düşündüm. Haklısın abime söylemek için en iyi zamandayız.”,

Kendimi kenardaki sandalyeye bırakırken kafamla onun onayladım.

“Abim deli gibi aşık. Geçen gün ailemize sana olan aşkını, senden vazgeçemeyişini, seni kazanmak için yaptıklarını ve senin onun yanında olmanın her şeye bedel olduğundan bahsetti.”

Şaşkınlığımı gizleme gereksinimi duymadan ona bakıyordum. Duygularını ailesine neden bu kadar ince ayrıntısına kadar açmıştı? Benim onun yanında olmam her şeye bedel miydi gerçekten? Bu koca adam içinde nasıl bir aşk taşıyordu? Arya’nın dedikleri benim bünyemde ters bir etki yapmıştı. Şu an kendimi olabildiğince suçlu hissediyordum. Onun sevgisinin büyüklüğü karşısında elimde hiçbir şey yoktu. Ben ona bu sevginin karşılığını asla veremezdim. Onun aşkının altında ezildiğimi hissettim.

“Sana olan aşkı beni cesaretlendirdi çünkü dediğin gibi bizi daha kolay anlayacak. Buğra’yla da konuştum o da senin dediklerine katıldı ve biz ona her şeyi açıklamaya karar verdik. Artık ondan gizli saklı aşkımızı yaşamak istemiyoruz.”

Ona baktım. Yüzünde şimdiden bir rahatlama vardı. Abisi öğrenince elbet daha da rahatlayacaktı.

“Ne güzel Arya sizin adınıza sevindim.”

Gülümsedi.

“Ama senin yardımın gerekiyor.”

“Ne yapacağım ki ben?”

Birden bedenini bir sıkıntı ele geçirdi.

“Gerektiği zamanlarda onu sakinleştirmen için.”

Kahkaha attım.

“Oradan sakinleştiriciye mi benziyorum?”

“Hadi ama yenge adam senin adın geçince bile sakinleşiyor, gülümsüyor. Sen Anıl’ın en güçlü sakinleştiricisisin benim de kurtarıcım olacaksın.”

Ofladım. Biz bu adamla zaten kendi çabalarımızla sürekli bir arbede yaratıyoruz başkalarının arbedesinde bulunmamıza gerek yok bence.

“Ne olur bize yardım etsen?”

Yavru köpek gibi bana bakıyordu.

“Off Arya off. Tamam, yardım ederim ama bu aralar olmaz bak çok işim var bir de Anıl’ın delirmeleriyle uğraşamam.”

Hızla bana sarıldı.

“Tamamdır yengem, sen ne zaman dersen o zaman söyleriz.”

Yerimden kalkarken ona baktım.

“Yenge yok unut o kelimeyi.”

“Emin misin? Esin mutfakta olan bir şeyden bahsetmişti ama”

Esin’i kesinlikle öldürecektim ama cesedini nereye saklamam gerektiğine biran önce karar vermeliydim.

“Yürü Arya içeri geçelim.”

Onu arkamda bırakıp içeriye geçtim ve Anıl’ın yanındaki boş yere oturdum.

“Sen gitmemiş miydin?”

Kafamı hayır anlamında salladım.

“Sakın bana benimle yine konuşmadığını söyleme.”

Sitemle söylediği cümle karşısında güldüm.

“Konuşuyorum merak etmeyin Anıl bey.”

Kulağıma eğildi.

“Bey? Emin misin?”

Kafamı salladım.

“Siz her bey dediğiniz kişiyi öpüyor musunuz Dolunay hanım?”

Fısıltılı sesi kulağımı doldururken nefesi boynumu okşamıştı. Ona diyecek bir şey bulamadığım için elimle onu ittirdim. Keyifli gülüşü yüzünü kaplarken sadece onun yüzüne baktım hem de gözlerimi ayırmadan öylece inceledim. Yüreğimdeki titreme hiç iyi değildi ama alışmıştım artık. O da bana bakarken derin bir iç çekti. Hızla yanağıma bir öpücük kondurdu.

“Bana hep böyle bak kadın.”

Dediğiyle kızarsam da hala ona bakıyordum.

“Abi biz çıkalım mı? Ne dersiniz isterseniz hiç gelmeyiz?”

Buğra’nın uyarısıyla koltukta kayarak ikinizin arasına bir mesafe koydum.

“Sen var ya bittin oğlum! Aklın varsa aşık olduğun zaman kızı bizimle tanışmaya getirmezsin! Senin burnundan getirmezsem ben de Anıl değilim!”

Kahkahama engel olamadım. Buğra’nın ve Arya’nın yüzünde ‘şimdi sıçtık’ ifadesini görmek zor değildi. Telefonumun çalmasıyla arayana baktım. Emir’in ismini görmemle hemen açtım.

“Efendim?”

“Dolunay acil aşağı sokağa gel acil!”

Yerimden endişeyle kalkarken konuştum.

“Ne oldu iyi misin? Kavga falan mı ettin birileriyle?”

Kulağıma gülme sesi geldi.

“Yok, kızım endişelenme ama acil gel.”

Telefonu kapatmıştı.

“Ben Emir’in yanına gidiyorum aşağı sokaktaymış.”

Onları beklemeden evden fırladım. Emir’in dediği yere gittiğimde bir basket sahasıyla karşılaştım. Sahanın ortasında Emir duruyordu ve liseli sekiz çocuk onun etrafını sarmıştı.

“Geldi işte.”

Diye beni gösterdi.

“Abi emin misin?”

Emir kafasını salladı ve çocuğun elindeki topu alıp bana fırlattı. Havadaki topu yakalayıp kolumun altına koydum.

“Şimdi bebeler siz hepiniz biz ikimiz. Var mısınız?”

Çocuklar bana baktı sonra da Emir’e döndüler.

“Abi yengeye artistlik yapmak için böyle diyorsan anlarız ama mantıklı ol biz sekiz kişiyiz siz iki kişi. Bize karşı çok bir şansınız yok. Valla yengemin karşısında havan söner demesi.”

En bücürleri konuşmuştu gülerek onların yanına gittim. Emir çocuğun kafasına acımayacak şekilde vurdu.

“Başta o yengeniz değil, benim kardeşim ve evet eminim siz hepiniz biz ikimiz.”

“Tamam, biz varız ama neyine oynayacağız?”

Bücür olan topu elimden almak için yeltendiğinde kafasından onu tutarak kendimden uzaklaştırdım.

“Yarım saatin sonunda oyun bitmiş olacak. Eğer siz kazanırsanız her birinize ikimiz de 200’er tl vereceğiz ama biz kazanırsak top bizim olur.”

Hepsi onayladığında oyuna başlamak için pota seçtik.

“Dolunay ver topu bebelere onlar başlasın.”

Topu çocuklara doğru attım.

“Abi bebe falan ayıp oluyor bizim de bir karizmamız var burada, çiziyorsun yapma.”

Çocuğun dediğine sahanın içindeki herkes gülmüştü.

“Hadi kes boş yapmayı da başlayın.”

İlk on dakika içerisinde çocukların üzerine gitmeden hangisi daha iyi oynuyor hangisi daha kötü onu gözlemledik. Şaşırtıcıydı ki en bücürleri en iyi oynayandı.

“Abi istiyorsan devam etmeyelim ne dersiniz? 20 ye 0 siz verin bizim paramızı daha fazla yorulmayın.”

Bücür bizimle alayla konuşurken diğerleri de onun dediklerine gülmeye başladı. Emir yanıma geldi ve elini omzuma koydu.

“İntikam, intikam istiyor mu yeğen?”

Söylediği dizi repliğiyle dudağımın kenarı yukarıya kıvrıldı.

“İstiyor dayı, her şeyden çok intikam istiyor.”

Repliği devam ettirmiştim. İki elimi birbirine vurdum.

“O zaman bebeleri ezelim Emir.”

Biz hareketlenirken çocuklardan teki sitemle konuştu.

“Abla ayıp oluyor ama bebeler demeyelim lütfen.”

Gülüp kafamla onayladım. Bana hem oyun içinde hem de konuşmalarında daha kibar davranıyorlardı. Oyun hareketlenmişti ben topu elinde tutan çocuğun yanına giderken Emir sahanın en uzak köşesine geçmişti.

“Abla boşuna yorma kendini alamazsın topu.”

Çocuğun güvenle söylediği cümle biter bitmez elinden topu almıştım bile. Emir’e doğru olanca gücümle topu attım. Emir’in potaya atması uzun sürmemişti.

“Evet, bebeler bu gördüğünüze üçlük diyoruz.”

Arkadan gelen tezahürat sesiyle arkamı döndüm. Anıl ve arkadaşları gelmişti. Emir’in gezdirmek için çıkarttığı Barney Esin’in yanına gitmişti bile. Çocuklar daha da hırslanırken önüme döndüm. Emir arkasına geçmemi işaret ettiğinde hemen geçmiştim. Topu bücürden alıp bacak arasından bana fırlattı. Ben de topu potayla buluşturdum.

Çocuklar pire gibiydi ama hataları bizim nereye gittiğimize çok bakmıyorlardı top kimin elindeyse sadece onla ilgileniyorlardı çoğunluk topun etrafında kalıyordu. Yarım saatin sonunda kazanmıştık.

“Oyun burada biter gençler 63’e 24. Geçmiş olsun.”

Çocuklar suratları düşmüş bir şekilde topu bize uzattılar. Bu hallerine üzülmüştüm yalan değildi. Emir topu geri onlara uzattı.

“Sizde kalsın bu iyice çalışın sonra yine oynarız.”

Çocuklar topu ondan aldı.

“Yarın yine bu saatlerde gelin de oynayalım abi.”

Emir çocuğun kafasını okşadı.

“Yarın ben askere geri dönmüş olacağım. Bitsin askerliğim geliriz.”

Çocuklar birden birbirlerine baktılar sonrada hem Emir’in hem de benim koluma girip zıplayarak bağırmaya başladılar.

“Ooo! En büyük asker bizim asker!”

Biz iki deli de hemen onlara ayak uydurduk. Buğra’nın sahanın içine girip bize katılması uzun sürmemişti.

“Tamam, hadi yeter dağılın artık!”

Emir çocukları durdurup onları yollamıştı.

“Bekleyin beni burada hemen geliyorum.”

Emir fırlayıp giderken diğerleri de sahanın için girdi.

“Nereye gitti?”

Yere oturdum.

“Ben de bilmiyorum ki.”

Diye yanıtladım Esin’in sorusunu. Barney yanıma gelmişti.

“Siz geri dönmeyince endişelendik keşke haber verseydin.”

Tepemde dikilip konuşan Anıl’a kafamı kaldırarak baktım.

“Neden?”

Aklıma ilk gelen soruyu dillendirdim. Neden haber verecektim ki?

“Dolunay birden evden fırladın gittin geri gelmeyince de bir şey oldu sandık.”

Sabırla bana cevap vermişti.

“Bu kadar evhamlı olma.”

Bakışlarımı ondan çekip Barney’i sevmeye başladım. Ona her şeyi haber verecek değildim. Her onun yanında olmadığım zaman başım derde girecek de değildi. Girse bile bu benim sorunumdu onun değil sürekli benim koruyucu prensim olamazdı. Diğerleri de ayakta dikilmeyi bırakıp benim gibi yere oturmuşlardı. Anıl yanıma oturduğunda Barney ikimizin arasına girip onu benden uzaklaştırdı. Garip bir şekilde Anıl’dan hoşlanmıyordu ve beni ondan uzak tutmak için elinden geleni yapıyordu.

“Tabi gir aramıza oğlum aman dikkat et de anneni yemeyeyim!”

Anıl ona sitemle konuşurken Barney kafasını ona çevirip havlamıştı. Resmen ‘kapa çeneni’ demişti adama. Gülmemi engelleyemedim. Esin Barney’in kafasını okşarken konuştu.

“Bebeğim sen biraz geç kaldın. Bu adam anneni mutfakta yedi ben her şeyi gördüm.”

“Esin canım benim bak bu böyle olmuyor sen şey yap bir pankart falan hazırlat İstanbul köprüsüne bağlatalım onu ne dersin?”

Sinirle ona bakarken çıkışarak konuşmuştum. Barney ise sanki denileni anlamış gibi ayağa kalkmış Anıl’ın karşısına geçmişti. Ona havlayıp benim de kıyafetimden tutup beni ondan uzaklaştırmaya başladı. Kendince yeterli uzaklığa geldiğinde kıyafetimi bıraktı ve kucağıma yerleşti.

“Abi düşmanın hayırlı olsun ama seni tebrik ederim bir köpeği bu denli kendine nasıl düşman edebildin hayretler içerisindeyim.”

Anıl Kağan’a baktı.

“Deli kadının deli köpeği ne yapsa yeridir!”

Sinirlenmişti. Onun bu haline gülüp kucağımdaki köpeğimi öptüm.

“Az önce seni Anıl’ın yanından mı uzaklaştırdı?”

Emir elinde bir kasa içkiyle gelmişti. Onu onayladım. Herkese birer içki verip yanıma oturdu.

“Garip, Barney senin ilişkilerine bu şekilde müdahil olmazdı.”

Elimdeki içkinin kapağını açarken omuz silktim.

“Birbirimize çok bağırıyoruz belki de ondandır.”

Bana yüzünde hiç hoşuma gitmeyen bir gülümsemeyle döndü ve İspanyolca konuşmaya başladı.

“Belki de senin ona karşı bir şeyler hissettiğinin o da farkındadır. Önceki ilişkilerinde insanlara dalgasına birlikte oluyordun ama bu salak herife karşı bir şeyler hissediyorsun ve Barney bunun farkında olup Anıl’ın seni ondan alacağını düşünüyor olabilir. Artık onu sevmeyeceğini düşünüp kıskanıyordur.”

Emir’in dediklerine gözlerimi büyüterek baktım.

“Yok artık daha neler!”

Benim gibi omuz silkti.

“Bana mantıklı geldi boş vaktinde otur düşün bir.”

Türkçe konuşmaya geri dönmüştük.

“Tabi boş vaktin olursa düşünürsün malum bir yığın iş seni bekliyor bugünü boşa geçirdin ya bayan sorumsuz!”

Emir yine bana kızmaya başlayacak gibi gözüküyordu. Savunacak elimde bir argümanım yoktu.

“Aslında tam boşa geçirdi sayılmaz.”

Esin kısık sesle konuşmuştu. Sinirle ona döndüm.

“Evet, Esinciğim, boşa geçirmedim mutfakta Anıl ile yiyişiyordum.”

Emir kocaman açılmış gözleriyle bana döndü. Ardından da kahkaha atmaya başladı.

“Belki de Barney haksız değildir?”

Kafamı arkaya atıp gökyüzüne baktım.

“Umarım haksızdır.”

 

 

Anıl’dan

Yaklaşık iki saattir basket sahasında yeni yetme ergenler gibi oturuyorduk. Dolunay’la Emir’in keyfi yerindeydi. Kendi aralarında konuşup gülüşüyorlardı bazen konuya bizi de dahil ediyorlardı. Aralarındaki arkadaşlık bağı ise imrenecek kadar güzeldi. Birbirleriyle konuşmasalar bile gözleriyle anlaşıyorlardı. Dolunay’ım konuşurken bazen gözlerini bana çeviriyordu içime işleyen mavi gözleriyle bana bakıyordu. Emir’le çakırkeyif olmuşlardı biz bir tane içki içmekle yetinmiştik ama o ikisi neredeyse kasadaki içkileri bitirmişti. Emir eliyle ileriyi gösterdi.

“Tırmanabilir miyiz sence?”

Hepimiz o gösterdiği yere baktık. Basket sahasını aydınlatan iki direk vardı. Çok uzunlardı. Dolunay omuz silkti.

“Düşmez miyiz? Bunun için fazla sarhoşuz.”

Sanki sarhoş olmasalar tırmanabileceklerdi.

“Haklısın düşeriz.”

“Düşersek ölür müyüz?”

“Sanırsam, ama düştüğümüz mesafeye bağlı sakat da kalabiliriz diye düşünüyorum.”

Biz onların salak konuşmasını dinlerken Dolunay Emir’i kafasıyla onayladı.

“Ben sakat kalsam bana bakar mısın?”

“Tabi ki kızım her zaman yanındayım. Sen de bana bakarsın zaten ama ya ölürsem?”

Kaşlarım çatılmış bu konuşmanın sonunu merakla bekliyordum. İkisi de gözlerini direkten ayırmadan konuşuyorlardı.

“Bir saniye bile düşünmem arkandan gelirim ne yapacağım sensiz dünyada? Sen de aynısını yapardın.”

Sen niye kendini öldürüyorsun benim salak sevgilim? Beni niye sensizliğe durduk yere mahkum ediyorsun?

“Bu ikisi tırmanmaya gidecek gibi benden demesi.”

Kağan’ın usulca dediğini onayladım. İkisi de birden ayağa kalktı.

“O zaman oraya tırmanmamız için bir engel yok.”

“Oturun yerinize!”

Sesimin yükselmesiyle bana baktılar. Emir Dolunay’a döndü.

“Eniştem kızdı gördün mü? Biz bu engeli düşünmemiştik.”

Dolunay sarhoşluğuyla birlikte güldü.

“Atlatılır bir engele benziyor.”

“Atlatabilir miyiz bilemedim.”

Biz yokmuşuz gibi kendi kendilerine konuşuyorlardı. Yerimden kalktım.

“Ahanda eniştem kalktı. İzin vermeyecek gibi.”

“Eniştem deyip durma! Atlatırız en fazla ne yapabilir ki engellemek için.”

Sinirle bir nefes aldım. Kafayı yedirecekti bu sorumsuz halleri. Her ikisi de sakat kalma ihtimalini ve ölme ihtimalini biliyordu ama durmaya niyetleri yok gibiydi.

“Yani, yumruk yumruğa kavga edebiliriz ama şu ikisi de kavgaya girer gibi.”

Kağanla Buğray’ı işaret etmişti.

“Üçünü de hallederiz ama kızlar girer mi araya?”

Emir omuz silkti.

“Girer gibi ama hallederiz. Senin yanında bir şey var mı?”

Bunlar ciddi ciddi bize dalmayı düşünüyorlardı. Allah’ım ben bu delileri nasıl tutacaktım? Dolunay cebinden bir çakı çıkarttı ve açtı. Çakının onda ne işi vardı? Bizimkiler korkuyla bana bakıyordu. Hepsi ayağa kalktı.

“Bu iş görür mü?”

Emir beğeniyle çakıya baktı.

“Görür gibi.”

Birden gülüşmeye başladılar.

“Kızım yazık lan! Tamam şakayı keselim burada şunların tiplerine bak! Gerçekten saldıracağımızı falan düşündüler.”

Biz hala onlara aynı şekilde bakarken daha da fazla gülmeye başladılar.

“Hepsinin ayaklanışı çok komikti.”

“Aklımız çıktı ya! Dedik bunlar ne yapıyorlar?”

Esin birden çıkışmıştı.

“Biraz eğlenelim dedik.”

Emir gülerek konuşmuştu.

“Hepimiz ayaktayken eve gidelim bari.”

Arya’ya herkes hak vermişti. İki deli önden yalpalayarak yürüyorlardı yazık Barney ise Emir’in yere bıraktığı ceketi almış arkalarından gidiyordu. Aferin oğlum sana yanlarında onları toparlayacak akıllı birinin kesinlikle olması lazımdı. O kadar sarhoşlardı ki Emir daha fazla dengesini sağlayamamış yere düşmüştü. Düşerken benim deliyi de düşürmekten geri kalmamıştı. Her ikisi de kalkmak yerine birbirlerine gülüyorlardı.

“Bunlar benden de zıvıtık haberiniz olsun.”

Buğra’yı her birimiz tüm içtenliğimizle onaylamıştık. Adımlarımı hızlandırıp yanlarına gittim. Dolunay’ı kucağıma alıp yerden kaldırdım. Buğra da Emir’e yardım etmişti. Barney önüme geçip ağzındaki ceketi bıraktı ve hırlamaya başladı. Bu köpeğin bana olan düşmanlığı da beni ayrı çıldırtıyordu.

“Boşuna hırlama! Annen yürüyemiyor bak yere düştü! Bir daha mı düşsün ya canı acırsa!”

Deli gibi köpeğe anlamayacağı cümleyi sarf ediyordum burada. O ise sanki anlamış gibi ağzından garip bir ses çıkarttı sonra da yerdeki ceketi geri alıp yürümeye devam etti.

“Bunların köpekleri de bir garip.”

Hayretler içinde köpeğe bakıyorduk. Dolunay kafasını omzuma koydu. Sarhoş olmasıyla birlikte yine uysallaşmıştı. Eve doğru ilerlemeye devam ettim.

“Teşekkür ederim taşıdığın için.”

Fısıldamıştı.

“Eğer yorulursan söyle kucağından inerim.”

Gecenin sessizliğine bir kahkaha bahşettim. Kahkahamla birlikte bizimkiler bana dönmüştü.

“Sen rahatına bak güzelim. Seni bu şekilde ömrümün sonuna kadar taşıyabilirim.”

Kulağımın yakınından gelen kıkırtısı çok güzeldi.

“Abartma Anıl.”

Biz birbirimizle konuşurken herkes ilerlemeye devam etmiş en arkada biz kalmıştık. Bacaklarının altındaki elimi düzeltip ilerlemeye devam ettim. Birden ben ne olduğunu bile anlayamadan boynuma yaklaşıp şah damarımın üzerinden öptü. Bedenim şok dalgasıyla birlikte kaskatı kesilmiş sokak lambasının altında kucağımda Dolunay ile kalakalmıştım. Gözlerim irice açılmış, vücudumu kalbimin atış sesi ele geçirmişti sadece onun sesi çıkıyordu. Bunu sarhoş olduğu için mi yapmıştı yoksa bilerek mi yapmıştı? Kestirememiştim ne olursa olsun benim için çok değerli bir andı. Çoktan eski haline dönmüş olsa bile dudaklarının sıcaklığı şah damarımın üzerinde kalmıştı. Sanki kalbim orada atıyormuş gibi hissediyordum.

“Abi hadi gelsenize!”

Arya sokakta bağırdığında üzerimdeki aptallığı atıp tekrar yürümeye başladım. Asansöre girdiğimde aynadan uyuduğunu görmüştüm. Zaten geri kalan sürede hiç kıpırdanmaması ve konuşmamasından anlamalıydım. Aynadan boynuma bakmaya başladım. Görünürde bir şey yoktu ama hala dudakları oradaydı hissediyordum. Bu kadın bana ne yapıyordu böyle? Eve girdiğimde Esin bana baktı.

“Onu odaya götürüp yatıralım istersen.”

Onu onayladım önden gidip odanın ışığını yaktı. Yorganını açtığı yatağa dikkatlice Dolunay’ı yerleştirdim.

“Sen de onunla yatabilir misin? Salonu Emir ile Buğra’ya ayarlayacağım diğer odada da Arya yatar.”

“Sıkıntı değil. Ben onunla uyurum.”

Seve seve Dolunay ile uyurdum.

“Dolunay.”

Emir odaya doğru geliyordu.

“Dolunay.”

Tekrar seslendiğinde Dolunay bir mırıltıyla cevap verdi. Emir odaya girer girmez kendini Dolunay’ın yanındaki boş yere yüz üstü attı. Bu herif bana yardım etmeyecek olsa şu an ensesine bir tane yapıştırarak onu oradan kaldırır ve yere atardım ama bana yardım edecekti ve benim de onun yardımına gerçekten ihtiyacım vardı. Barney odaya koşarak girip ikisinin arasına atladı.

“Sana Buğra’nın yanı kaldı sanırsam.”

Işığı kapatıp sinirle soluyarak salona gittim.

“Abi sana bir şey itiraf edeceğim.”

Buğra gözlerime suçlu bir ifadeyle bakıyordu. Lütfen Arya ile ilgili bir şey olmasın diye aklımdan geçirdim eğer öyle bir şey derse Buğra’yı silmeye hazırdım. Zaten son zamanlardaki ona karşı agresif halim Arya ile yakınlıklarından kaynaklanıyordu. Birbirlerine olan samimiyetleri ve yakınlıkları canımı fazlasıyla sıkıyordu.

“Söyle.”

Kaşlarım çatık ona bakıyordum.

“Beni öldürebilirsin diye tırsmıyor değilim.”

Gülerek konuştu ona karşı sert duruşumu değiştirmeden bakmaya devam ettim.

“Hadi ne söyleyeceksen söyle seni bekleyip duramam.”

“Abi Emir‘i Dolunay’ın yanına ben yolladım.”

Boğazına yapışmak istiyordum şu an.

“Niye böyle bir şey yaptın şerefsiz!”

Sesim istemsizce yükselmişti.

“Abi kızma ya! Koltuğa yattı sürekli mırıldanıp duruyordu. Ben de Dolunay seni çağırıyor dedim.”

Koltuğa kendimi attım ve yatmak için pozisyon aldım.

“Eğer ki bir horla seni yastıkla boğarım Buğra!”

Gözlerimi kapattım. Adi herif, çocuğu o yollamış. Ne güzel kollarımda Dolunay ile uyuyacaktım ama şimdi Buğrayla aynı odada, göt kadar koltukta uyumak zorunda kalmıştım.

 

 

“Anıl.”

Adımın yavaşça söylenmesiyle yattığım yerde kıpırdandım ama uykumu alamadığım için gözlerimi açmadım.

“Anıl. Hadi kalk.”

Dolunay’ın sesi çok yakınımdan geliyordu. Kendine has kokusunu da alabiliyordum.

“Birazdan kalkarım.”

Üzerime battaniyeyi biraz daha çektim. Yanağıma dokunan el ile birlikte biraz önceye kadar açılmak istemeyen gözlerim aniden açıldı.

“Hadi kahvaltı yapacağız seni bekliyoruz.”

Yanağımdaki elini tutup dudaklarıma götürdüm avucunun içini öpüp yattığım koltuktan doğruldum. Beni kaldırmak için koltuğun yanında dizleri üzerinde duruyordu. Ayağa kalktım onu da elinden tutup yerden kaldırdım.

“Günaydın.”

Diye fısıldadı.

“Günaydın sevgilim.”

Gözlerini kocaman açıp bana baktı sonra da elini elimden çekti. Bir şey dememişti ama hareketlerinden anlayabiliyordum bu onun dilinde ‘biz sevgili değiliz’ demekti. Ne kadar güzel yine güne eksilerde başlamayı başarmıştım. O odadan çıkarken arkasından baktım. Gerçekten yorulmuştum daha dün öpüşmek için ilk hamleyi yapan oydu, benim şah damarımdan öpen de oydu şimdi neden yine kendini geri çekmişti. Kendimi kalktığım koltuğa atıp kafamı ovuşturmaya başladım. Ben bu hallere düşecek adam değilim ama bu kadının beni sokmadığı hal kalmamıştı ve ben ne kadar acı da çeksem ne kadar üzülsem de halimden memnundum bu yüzden en çok da kendime kızıyordum.

“10 dakikadır uyandırmadığım abimi hemen uyandırıp geldiğine inanamıyorum.”

Mutfaktan Arya’nın sesi geliyordu. Yanlarına gitmek için kalktım. Mutfağa girdiğimde herkes masaya oturmuş başlamak için beni bekliyorlardı. Dudaklarımı ıslatıp konuştum.

“Günaydın.”

Onlarda günaydın dediğinde kahvaltımıza başlamıştık. Dolunay ile Emir çok fazla yemiyorlardı. Dolunay ile gözlerimiz kesiştiğinde kahvaltıyı işaret ettim ama sadece omuz silkip çayından bir yudum aldı.

“Seninle gelsem mi? Uçakta boş yer varmış baktım.”

Sesindeki tüm üzgünlükle konuşmuştu. Doğru bugün Emir askere geri dönecekti demek ki ikisinin de durgunluğu bundandı.

“Olmaz Dolunay. Biliyorsun çok çalışman lazım. Hayal ettiğimiz her şey için, alınacak intikamımız için bu işi bitirmelisin.”

Derin bir nefes aldı gözleri dolmuştu.

“Gitmeni istemiyorum.”

Ağlamaklı sesi masadaki tüm sesleri susturmaya yetmişti.

“Az kaldı askerliğimin bitmesine. Hem senin daha yurtdışına gidip halletmen gereken işler var. Ben yokken sen işleri hallet ki ben geri döndüğümde zaman kaybetmeden şirketimizi kuralım.”

Gözünden düşmek için zaman kollayan yaşlar arka arkaya düşmeye başladı.

“Ya başaramazsam. Emir ya hayal ettiğimiz gibi gitmezse. Ben çok riskli bir karar aldım belki de.”

Emir onun yüzündeki yaşları yavaşça sildi.

“Saçmala sen Dolunay Gürbüz’sün neler yapabileceğini benden daha iyi biliyorsun.”

Biz onlara bakarken Emir konuşmasına İspanyolca olarak devam etti. Büyük ihtimalle Dolunay’ın işiyle alakalı şeylerden bahsediyordu. Bu işin ne olduğunu çok merak ediyordum. Devlet sırrı gibi saklıyorlardı. Emir’e de birkaç kere sormuştum ama söyleyebileceği bir şey olmadığını söylemişti. Ayağa kalktılar.

“Hadi beni havaalanına bırak artık.”

“Gitmesen olmaz mı? Sen gidince her şey çok kötü oluyor. Daha fazla yalnız kalmak istemiyorum.”

Dolunay kollarını onun boynuna sarmıştı. Söylediği cümledeki payım çok büyüktü. Cümlenin ben de bıraktığı etkiyle yüzüm düşmüştü Emir ile göz göze geldik.

“Yalnız değilsin ki bak Sabri baba var yanında, Anıl var yanında, onun arkadaşları var. Herkes seni bıraksa bile Anıl bırakmaz o yüzden yalnız kalacağını düşünüp zırlama.”

“Haklısın. Yalnız kalmam.”

Onu kendinden ayırdı ve yüzünü eliyle sildi.

“Hem bayan sorumsuz yalnız kalmaya bile vaktin olmayacak bu süreçte. Beni bırakır bırakmaz işinin başına gitmen gerekiyor. Çok az bir zamanın kaldı biliyorsun. Yetiştirirsen başarmama gibi bir ihtimalin yok ama yetiştiremezsen bizim için çok zor bir döneme girmiş oluruz. Bu işin ceza boyutu da unutma.”

Dudaklarını büzdü. Bu hallerini görmek beni çok üzüyordu. Hep mutlu olsun istiyordum hiç üzülmesin istiyordum. Elimden gelseydi eğer Emir’in gitmemesi için her şeyi yapardım sırf o üzülmesin diye ama elimden bir şey gelmezdi. Onlar Barney’i de alıp giderlerken biz kahvaltı masasında kalmıştık.

“Yengemin kafasını dağıtmak için ne yapabiliriz? Bence akşama birlikte bir şeyler yapalım yengemin kafası biraz dağılır ne dersin abi?”

Sıkıntılı bir nefes alıp Arya’ya döndüm.

“Yengen mi bilmiyorum Arya. Ayrıca da çağırsak da geleceğini sanmıyorum.”

“Hala senden uzak durmaya mı çalışıyor?”

Esin de benim gibi sıkıntıyla konuşmuştu. Birlikte olmamızı ben kadar o da istiyordu.

“Anlamıyorum ki ne yapmaya çalıştığını. Bir öyle bir böyle ya çok yakın davranıyor ya da çok uzak bir ortası yok.”

“Senin Tuğçe’yle tatilde olduğunu sandığımız süre boyunca canı çok sıkkındı. Belli etmemeye çalışıyordu ama dışarıdan ne olduğu çok belliydi. Sonra her şeyin yalan olduğunu öğrenince çok sevindi.”

Tuğçe’yle tatile gittim diye üzülmesinden ne çıkartmalıydım? Ben onun dengesiz hallerinden bir şeyler çıkartmaya çalışmaktan da çıkartmaktan da çok yorulmuştum artık.

“Eminim sana karşı bir şeyler hissediyor ama neden bu kadar kendini engellemeye çalışıyor anlamıyorum.”

“Ben de anlamıyorum ki. Hadi kapatalım bu konuyu da işe geçelim.”

Hep birlikte işe geçmek için hareketlendik. Holdinge girer girmez kendimi olabildiğince işe verdim olmadığım günlerde yeterince işim birikmişti. Birçok şeyi benim yerime çok güzel idare etmişlerdi ama bazılarıyla özel olarak ilgilenmem gerekiyordu. Aslında şirket dört parçadan oluşuyordu. Bir parçası Kağan, Buğra ve benim kendi kurduğumuz işti diğer üç parça ise ailelerimizin şirketleriydi hepsini ayrı ayrı idare etmektense aynı çatı altında idare etmek daha kolaydı bizim için hepimiz diğer şirket parçalarında da söz hakkına sahiptik ama son sözü söyleyen genelde kimin ailesine aitse o oluyordu. Aslında şirketler de bir bakıma birbirini besliyordu. Ben aile şirketini devraldığımda neredeyse batmak üzereydi, Kağan için de aynı durum söz konusuydu. Buğra ailesinin şirketini devraldığında şirketin durumu iyiydi ama bizimkilere kıyasla daha küçük bir şirketti. Dört şirketin birleşmesiyle birlikte Kağan ve benim aile şirketimiz kurtulmuş oldu Buğra’nın aile şirketi ise daha da büyüdü. Kendi emeklerimizle kurduğumuz şirketten bahsetmiyorum bile hepsini besleyen kaynak o olmuştu tüm süreç boyunca. Herkesin kendi sorumluluğu ayrıydı ama benim ailemin şirketi daha büyük olduğu için sorumluluğum daha fazlaydı o yüzden hep onlardan daha fazla çalışmak zorunda kalıyordum.

Odamdan Buğra’nın odasına doğru gittim. Otellerin reklam çekimleri için toplanmamız gerekiyordu. Odaya girdiğimde hepsi oradaydı. Koltuklardan tekine oturdum.

“Başlayalım mı?”

Esin heyecanlı bir ses tonuyla konuşmuştu. Demek ki aklında güzel bir fikir vardı.

“Hadi başlayalım o parlak fikrini ver bakalım hayatım.”

Esin Kağan’a gülümserken onlara imrenerek baktım. Biz asla onlar gibi olmayacaktık bunu çok iyi biliyordum artık.

“Ben diyorum ki televizyon reklamlarına ayıracağımız bütçeyi kısalım ve tüm bütçeyi yabancı fenomen ve mankenlere verelim bu sayede fazlasıyla yabancı turist çekme imkanımız olur. Gelsinler, konaklasınlar ve hesaplarında otellerimizi anlatsınlar. Ne dersiniz?”

Çok güzel bir fikirdi zaten eskisi kadar televizyon kitlesi kalmadığı için bu şekilde ilerlemek daha iyiydi.

“O zaman televizyon reklamını sıfıra indirelim. Kalan kısmı da Türk fenomenlere ayıralım. Böylece yerli turistleri de çekmiş oluruz.”

“Kesinlikle Anıl’ın dediği gibi yapalım. Televizyon reklamları için zaten geç kaldık. Fakat otellere kimleri çağıracağız. Bunu belirlemeli ve yazışmalara başlamalıyız.”

Buğra işi ciddiye alıp konuşmuştu.

“Ben bir kaç isimle iletişime geçtim bile. Sizin kabul edeceğinizi biliyordum. Kişileri ayarlayıp son bir onay için size haber veririm.”

Esin’in çalışma azmi çok güzeldi. Şirkete ilk geldiğinde bir stajyerdi ama azimle buraya kadar yükselmişti. Şimdi ise bizimle birlikte şirkette söz sahibiydi.

“O zaman senden haber bekliyoruz.”

Kağanı kafasıyla onayladı.

“Bu arada Emir gitmiş. Dolunay yengem hikaye atmış”

Buğra telefonunun ekranını bize çevirerek konuşmuştu. Barney, Emir ve o fotoğraf çekinmişlerdi. Her ikisinin de ağlamaktan mavi gözleri kan çanağına dönmüştü resmen.

“Daha öncesinde hiç bu kadar ayrı kalmamışlar öyle demişti Emir.”

Kağan’ı onayladım.

“Aynen öyleymiş. Dolunay geçmişini anlatırken arkadaşım deyip durduğu kişi de oymuş. Birbirlerine aile oldukları için ayrı kalmakta bu kadar zorlanıyorlar.”

Otel reklamı meselesini çözdüğümüz için yerimden kalktım.

“Hadi öğle yemeğine gidelim. Hem arayıp Dolunay’ı da çağıralım.”

“Gelmez ama dene bir şansını Esin.”

Gelmezdi biliyordum. Sanırsam bundan sonra onu görmem çok zorlaşacaktı. Esin telefonunu alıp onu aradı sesi de hoparlöre almıştı.

“Efendim?”

Sesi odayı doldurduğunda gülümsedim.

“Öğlen yemeğine çıkacağız bize eşlik etsene.”

“Off! Çok isterdim gerçekten çok isterdim ama bırak yemek yemeği nefes almaya bile vaktim yok. Size afiyet olsun.”

Telefon hemen kapanmıştı.

“En azından bizimle daha doğrusu seninle aynı ortamda olmayı istiyor gibi duruyordu.”

Bir Esin bir de ben salak gibi Dolunay’ın her hareketinden bana pay çıkartıyorduk.

“Aynen Esin bence bana deli gibi aşık. Ölüyor aşkından diye düşünüyorum. Hadi kalkın da yemeğe gidelim.”

Buğranın odasından çıkıp asansöre doğru ilerledim. Bir an önce yemek yiyip işime geri dönmek istiyordum.

 

 

Aradan geçen dört günün ardından Dolunay’dan hiç ses çıkmamıştı bir kaç kere aramıştım şaşırtıcıdır ki telefonunu açmış ve benimle düzgünce konuşmuştu ama yorgun olduğu sesinden çok belliydi. Son aramalarımda telefonu çalmamıştı bile ben de Emir ile iletişime geçmiştim. Bana doğru düzgün yemek bile yemediğini telefonunun da büyük ihtimalle şarjının bittiğini demişti. Ben de garajın otomatik kapısının şifresini ondan istemiştim. Bir yemek masası kurdurmuş ve garajı birazda süsletmiştim.

“Efendim yemekler de dahil olmak üzere her şey hazır. Bizlik bir şey yoksa biz gidiyoruz.”

“Tamamdır gidebilirsiniz teşekkür ederim.”

Onlar giderken ben de yukarıya çıkan merdivenlere doğru ilerledim. Kapıyı tıklattım.

“Kim o?”

“Benim, Anıl.”

Kapı yavaşça açıldı araladığı kapıdan kafasını usulca uzattı.

“Aaa ne güzel sürpriz Anıl. İçeri gel diyemiyorum o yüzden sen aşağıya git ben de geliyorum.”

İçeriyi görmemem için üstün bir savaş halindeydi bir an için kapıyı ittirip bakmak istesem bile bunun onu deli edeceğini bildiğim için yapmadım.

“Aşağıda bekliyorum seni.”

Deyip hemen arkamı dönüp garaja ilerledim. Çok geçmeden arkamdan o da gelmişti. Şaşkınca garaja bakıyordu. Garajın içerisine girmemişti yanına gidip nazikçe elini tutup masaya doğru yönlendirdim. Onun sandalyeye oturmasına yardım edip sandalyesini ittirdim ve karşısına geçip oturdum. Gözlerinde gördüğüm parıldamalarla bana bakıyordu.

“Teşekkür ederim.”

Kenarda bekleyen yemeklerden her ikimize de servis edip şarabı açtım. Bardağına dolduracakken eliyle bardağı kapattı.

“Ben içmesem. Çok uykum var, onu içersem eğer masada uyuya kalırım.”

“Tamamdır güzelim o zaman su koyayım.”

Kafasıyla beni onayladı. Gülümsemesi yüzünü esir almış ve gözlerindeki parıltılarla bana bakmaya devam ediyordu. Bu bakışların altında olmak çok güzeldi. Buna bu kadar mutlu olacağını bilseydim şu üç gün içerisinde sabah öğle akşam olmak üzere sürekli olarak burada ziyafet verirdim ben. Suyunu özenle bardağına koydum kendime de su doldurmuştum.

“Hadi yemeğimize başlayalım.”

Birlikte yavaşça yemeğimizi yemeye başlamıştık. Bazen yemeğini yerken bana bakmış olsa da konuşmamıştık. Gerçekten çok yorgun gözüküyordu.

“Bitirebildin mi işlerini?”

Kafasını tabağından kaldırdı.

“Büyük kısmını tamamladım. Yarın da kalan kısımlara başlayacağım ama bu akşam dinlenmeliyim senin götürdüğün otele gidip uyumayı planlıyorum.”

Kafamla onu onayladım.

“Kesinlikle dinlenmelisin istersen seni ben götürebilirim.”

Gülümsedi.

“Çok iyi olur ama içeriye Barney’i alırlar mı?”

Sorduğu soruya gülümsedim.

“Sen istersen içeriye ejderha sok güzelim kimse sana bir şey diyemez.”

Kahkahası ilk önce garajı sonra da kalbimi doldurmuştu. Ben iflah olmaz bir aşıktım. Onun bu halini engel olamadığım mutluluğumla izliyordum ağzım neredeyse kulaklarıma değecekti mutluluktan. Bu huzurlu anın bozulmaması için bir yandan da Allah’a içimden dua ediyordum. Yemeğimiz bitmişti cebimden usulca çıkarttığım küçük kumandanın açma tuşuna basıp müziğin garaja dolmasını sağladım. İlk sesi duyunca yerinde irkmişti ama çabuk toparladı. ‘Dilerim ki’ şarkısı başlamışken yanına gidip elimi ona uzattım öylece elime bakıyordu.

“Hadi Dolunay.”

Onu harekete geçirmek için konuştuğumda elini elimin üzerine koydu ve ayağa kalktı. Bir eli elimdeyken diğeri de omzumdaki yerini aldı. Ben de elimi onun beline yerleştirip onunla dans etmeye başladım. Dans ederken kulağına şarkının sözlerini söylüyordum.

“Evim ol

Kurtar beni

Sonum ol

Dilerim ki

Dilerim ki asla caymazsın benim olmaktan

Dursun zaman

Kalsın yerim derinlerinde saklanan

Sönemezsin

İçimi yakan delip geçen

Ateş sensin

Onlar ne bilsin?

Sana çıksa keşke her yolum

Hayalimsin”

Şarkı bittiğinde gözlerimiz birbirine kenetlenmiş bir şekilde kalmıştık. Sanki derin mavileri kahvelerimi parçalayıp geçiyordu. Dudaklarına doğru hamle yaptığımda nereden çıktığını bilemediğim Barney havlamalarıyla garajı inletmişti. Hatta ikimizin arasına girip beni kafasıyla iteklemeye başlamıştı. Dolunay kahkahalarıyla gülerken ben sinirle köpeğe bakıyordum.

“Gerçekten bana karşı hep böyle mi olacaksın?!”

Köpeğe sinirle sormuştum ama köpek duracak gibi değildi. Havlamaya devam etti ta ki Dolunay benim elimi bırakıp benden uzaklaşana kadar. Benden uzaklaşan Dolunay’ın kucağına atlayıp onu taşımasını sağlamıştı. Resmen bana nispet yapıyordu şerefsiz köpek.

Bir hayvan ne kadar gıcık olabilirse bu köpek o kadar gıcıktı. Ben o kadar organizasyon yapmıştım tam yakınlaştık derken gelip içine sıçmıştı her şeyin. Tüm sinirimle köpeğe bakıyordum elimden bir şey de gelmiyordu ki insan olsa şimdiye kadar onu kovalamıştım ama bu bir hayvandı neticede bir şey yapamıyordum. Dolunay hala gülerek bana bakıyordu.

“Gülme Dolunay! Sinirlerim tepemde zaten!”

Bağırmamla köpek kafasını çevirip bana dönüp havlamaya başladı. Bu Dolunay’ın kahkahalarının daha da büyümesini sağlarken ben de gülümsedim.

“Bizi otele bırakır mısın şimdi?”

Kafamla onu onayladım.

“Hadi gelin bırakayım.”

Birlikte garajdan çıkıp arabaya bindik Dolunay onu arkaya bindirip benim yanıma oturmuştu.

“Annen yanıma oturdu buna bir şey demeyecek misin?”

Köpeğe sinirle bakarak konuşmuştum. El alemin rakibi insan olurdu benim rakibim de bir köpekti. Bana bakıp havladı ve kafasını camdan dışarıya çevirdi. Arabayı hareketlendirip onları otele götürdüm. Dolunay Barney’in kapısını açıp inmesine yardımcı oldu daha sonra ön koltuğa geri binip bana yaklaşarak yanağıma küçük bir öpücük kondurdu.

“Her şey için teşekkür ederim.”

Şerefsiz köpek yüzünden yanağıma kondurulan öpücük ile idare etmek zorunda kalmıştım.

“Rica ederim güzelim. Hadi git dinlen artık.”

Onlar otele giriş yaparken bende evime doğru sürdüm. Biraz Barney’in yaptıklarını düşünüp kendi kendimi dellendirdim sonra da çalıştım ve uyumak için odama geçip yatağıma yattım.

 

Bir süre sonra kapının kırılacak şekilde yumruklanmasıyla yatağımdan kalktım. Kapının zil sesi tüm evde yankılanıyordu. Ardından da tekrardan yumruklandı. Yatağımdan kalkıp kenardaki beyzbol sopasını elime aldım saat gecenin iki buçuğuydu gelen kişinin iyi bir niyeti olduğunu sanmıyordum zaten kapıyı da kıracağa benziyordu. Elimdeki sopayı sıkıca kavrayıp kapıyı açtım. Kapıyı açmamla küçük bir bedenin bana sıkıca sarılması bir oldu.

“Seninle uyuyabilir miyim? Saatlerdir uyuyamadım.”

Şaşkınlık bu kadının hayatıma girdiğinden beri en çok yaşadığım duygulardan tekiydi. Asla onun geleceğini, birden bana sarılacağını ve birlikte uyumak isteyeceğini düşünmemiştim zaten düşünemezdim de benim hayal dünyam o kadar geniş değildi. Ben de onu kollarımla sardığımda yanında duran Barney kötü kötü bize bakıyordu ama sesini çıkartmamıştı.

“Tabi güzelim gel içeriye.”

Onu akşam yedi gibi bırakmıştım otele saatlerdir uyuyamaması garipti ki gözlerinden uyku akıyordu. Yavaşça benden ayrılıp içeriye doğru geçti. Elimdeki sopaya bakıp mahcup bir ifadeyle gülümsedi.

“Özür dilerim seni de bu şekilde korkuttum. Aslında seni rahatsız etmemek en doğrusu olacak biz geri gidelim.”

Kapıdan çıkmak için hareketlendiğinde onu durdurdum.

“Saçmalama Dolunay ne rahatsızlığı? Gel odama geçip uyuyalım şu gözlerinin haline bak mahvolmuş uykusuzluktan.”

Aynı mahcup ifadeyle bana bakmaya devam etti. Kenardaki anahtarları astığım yerden evin yedek anahtarını alıp onun ceketinin cebine koydum.

“Bu sende kalsın. Ne zaman istersen içeri gir tamam mı?”

Kafasıyla usulca beni onayladı evin kapısını kapatıp onun elinden tutup yukarıya odama çıkarttım. O gıcık köpekte arkamızdan geliyordu. Odaya girdiğimizde köpek camın önüne geçip yatarken ben de Dolunay’ı yatağa doğru ilerlettim. Ceketini çıkartıp yatağa girmişti ben de onun yanına girdim.

“Sarılabilir miyiz?”

O kadar kısık bir mırıltıyla sormuştu ki bunu, eğer odada başka ses olsa onu duyamazdım. Kolumu açıp gelmesini işaret ettim. Yavaşça kolumun arasına yattı. Bu yakınlaşmamıza rağmen Barney engellemek için hiçbir şey yapmamıştı.

“Kötü bir şey mi oldu güzelim? Bana anlatabilirsin her ne olduysa.”

Kafasını sağa sola salladı.

“Kötü bir şey olmadı sadece kabus görüyorum çok fazla.”

Onun saçları arasına bir öpücük kondurdum. Ben onun saçlarını okşarken o çoktan uyumuştu bile.

Her ne kadar uyuyor olsa bile kaşları sürekli çatılıyor, çok fazla kıpırdanıyordu arada da gözlerini aniden açıyordu. Rüyasında ne gördüğünü bilmiyordum ama arada saçlarını okşayıp onu rahatlatmaya çalışıyordum. Bir süre sonra onun bu hareketleri kesilirken ben de uyumuştum.

Sabah alarm çaldığında uykumu alamamış şekilde gözlerimi açtım. Dolunay hala kollarımın arasında uyuyordu. Sanırsam başarmıştım onu kendime alıştırmıştım. Umarım bir gün beni gerçekten sevdiğini de anlayabilirdim. Eğer bunu anlamayı başarırsam dünya üzerindeki en mutlu adam ben olabilirdim. Şu an bile çok mutluydum ama beni sevdiğini anladığım zaman bu mutluluğumun kat ve kat üstünde bir mutluluk yaşardım. Gözlerini yavaşça açtı.

“Saat kaç oldu?”

Uykulu sesiyle konuşmuştu.

“Sana da günaydın güzelim. Saat ise sabahın sekizi.”

Gözlerini kocaman açılmıştı. Beni itekleyerek yataktan fırladı.

“Şaka yapıyorum de!”

Ceketinin cebinden telefonunu çıkarttı ama hala şarja takmadığı için kapalıydı.

“Barney fırla oğlum gidiyoruz.”

Yerdeki köpeği de hareketlendirdi ve ışık hızıyla odadan hatta evden de çıktı. Ben ise hala yataktaydım. Yatağın boş kısmına baktım acaba bu kadın hiç gelmemişti ve her şey benim hayal ürünüm müydü? Hem o gıcık köpek bu kadar uslu durmazdı ki. Belki de ben gerçekten delirmiştim bu kadın yüzünden. Bir an bu düşüncelerim aklımı bulandırdı. Gerçekten böyle bir şey olmuş olabilir miydi? Yatakta doğrulup boş kısma şüpheyle bakmaya devam ettim. Yastığın üzerinde gördüğüm iki tane saç teli istemsizce rahatlamama sebep oldu. En azından delirmiyordum gerçekten buraya gelmişti ve aniden gitmişti. Saç tellerini özenle yastığın üzerinden aldım kol düğmelerimi koyduğum çekmecemi açıp boş olan kısmına kaybolmayacak şekilde koydum. Yaptığım manasızdı belki ama kaybolup gitmelerini istememiştim hem onlar benim delirmediğimin en büyük kanıtlarıydı. Ardından da ben de hazırlanıp işe gittim.

Loading...
0%