Yeni Üyelik
18.
Bölüm

17. BÖLÜM- MYSİA LEYDİSİ

@miadarknesss

Bölümleri çok uzun tutmamaya çalışıyorum ama bu bölüm epey bir uzun oldu leydiler size iyi okumalar dilerim. Keyif almanız umuduyla...<3

__________

İki gündür saray zırvalıklarıyla uğraşıyordum. Komutan Zalton ve Klasrumun getirdiği bir sürü kağıt zırvalıklarını okuyup onay verdiklerimi imzalayıp mührümü basıyordum. Bu işlerin bu kadar zor olacağını tahmin etmemiştim. Kendimi kağıt yığınlarının arasında kaybetmiştim. Doğru düzgün kimsenin yüzünü bile görmemiştim aşırı yoğun olduğum için kimseyle görüşmeyi kabul etmedim bile. Dikkatimin dağılmasını istemiyordum.

Bunun yanında Hera artık tamamen iyileşmişti. Bugün banyo suyumu yine o hazırlamış saçlarımı özenle dalgalar yapıp ufak bir kısmını topuz yaparak tacımın daha iyi durabilmesini sağlamıştı. Yüzünün tekrardan güldüğünü görebilmek çok güzeldi onu neredeyse kaybedecekken tekrar ona kavuşmak çok güzeldi. Büyük bir şey atlatarak ölümün ucundan kıl payı kurtulmuştu. Darius gelmeden önce onun ölümün kollarına teslim olacağını düşünmeye başlamıştım, iyileşemeyeceğini ve onu tamamen kaybedeceğimi düşünmüştüm. Artık kötü günler geride kaldı şimdi ileriye bakmanın vakti gelmişti. Problemleri tek tek çözecektim.

Annemin çalışma odasında biraz bile dursam sonrasında hemen bunalıyordum. Sıkıcı ve kasvetli geliyordu ama annemin şimdi neden burada bu kadar vakit geçirip yüzünü dahi göremediğimi anlamıştım. Bu kağıtların arasından çıkmak neredeyse imkansızdı. Bir çoğunu da zaten anlamıyordum. Bir sürü zırvalık vardı, bilmediğim bir sürü telaffuz ve kelimeler topluluğundan ibaretti sanki.

Bu durumda anlamadığım işler üzerinde ya Klasrum'dan ya da Zalton'dan yardım alıyordum. Bilmediğim konularda beni aydınlatıyorlar bana yardımcı oluyorlardı. İçeriye girip çayımı tazeleyen kumral kıza baktım oldukça sıskaydı yaşı benden biraz büyük duruyordu gözlerinin koyu kahveleri üzerimde dolandığını hissettim. Çayımı doldururken ellerinin titrediğini gördüm. Yanında başka bir isteğim var mı diye beklerken "Sen iyi misin?" diye sordum.
Başını korkuyla kaldırdı. Konuşmaya başlayacak gibi dudaklarını araladı ama geri kapattı.

Kaşlarım çatılırken "Konuş." dedim sadece. Bu bir rica değil emirdi o da bunu anlamıştı.
"Ben, majesteleri-" duraksayıp yutkundu. "Sizden bir ricada bulunacaktım." Emayenin sapını sıkıca tutuyordu.

"Nedir?" diye sordum koltuğumda geriye yaslanırken. Ellerimle koltuğun iki kısmına yaslanmış konuşmasını bekledim.

"Şey, Majesteleri bunu nasıl söyleyebileceğimi bilmiyorum ama ben biraz zor durumdayım." Para sıkıntısı çekip çekmediğini düşünürken "Babam kumarda iki ay önce borca girmiş ve şimdi tehdit ediyorlar, babam bu borcu ödeyebilecek servete sahip değil bu yüzden babam, karşılığında beni satmak istiyor." dediğinde cümlesi bitmeden gözüne yaşlar anında hücum etmişti. Dudakları ve elleri titrerken gözündeki yaşlar çenesinden yere damlayarak ıslattı.

"Baban kumar borcunu ödemek için seni satmak istiyor? Doğru mu duydum?" diye sordum tekrar. Kulaklarımın duyduğu şeye inanmak istemedim. Öfke bir lav gibi bedenimi sardı. Böyle şeylerin benim diyarımda olduğunu bilmek canımı sıktı. Harvey Vadisinde böyle yerlerin olduğunu bile bilmiyordum, böyle yerler can sıkıcı bok bataklığından beterdi. Ses tonumu sakin tutmaya çalışırken bir yandan da öfkeme hakim olmaya çalışıyordum.
"Lütfen majesteleri bana yardım edin ben bir mal gibi satılmak istemiyorum. Ben sizin hizmetinizdeyim lütfen, lütfen size yalvarıyorum bana yardım edin." diye gözyaşları içerisinde bana yalvardı.

Gözlerimle kızın titreyen bedenine baktım. Çaresizdi. Solgun yüzü ve gözlerinin şiş olması nasıl bir durumda olduğunu ortaya çıkarıyordu. Son çare olarak da benim müdahale etmemi bekliyordu. Ona tabii ki de sahip olacaktım. Halkımın bu şekilde saçma şeylerle uğraşması ve ailelerine eziyet etmesine izin veremezdim.

"Adın nedir?" diye sordum. Kız başını hafifçe kaldırdı ve çekingen bir edayla "Darla, majesteleri." dedi. Sesi ince kısık bir şekilde çıktı.

"Peki Darla, babanın adını nedir?" diye sordum. Kaşlarım gerginlikten kendiliğinde havaya kalkmıştı.

"Hirus."

"Sen çıkabilirsin Darla, gerisiyle ben ilgileneceğim." dedikten sonra başını eğerken utangaç bir edayla "Teşekkür ederim majesteleri." dedi. Kapıdan çıkmadan önce selam verdi, kapıda bekleyen muhafıza elimle gel işareti yaptım. Kızın ardından muhafız girdikten sonra selam durarak söyleyeceğim şeyi bekledi.

"Komutan Zalton odama gelsin." dedim. Muhafız hızlı adımlarla odadan çıktı. Ben evraklarla ilgilenmeye devam ederken bir kaç dakika sonra Zalton odaya girdi. "Beni çağırmışsınız kraliçem." dedi.

"Az önce bir hizmetli benden yardım istedi." diye söze girdim. Komutan kaşları çatık bir şekilde yükselerek konuştu.

"Size hadsizlik mi etti." diye sorguladı. Tek kaşı havalandı.

"Sakin ol. Konuşmasına ben izin verdim ve böylelikle sarayımda hoşuma gitmeyen bazı şeyler olduğunu öğrenmiş oldum." Merakla bekledi. "Kızın babasının kumar borcu varmış kızını satmak istediğini öğrendim. Bunu bir şekilde engelle adamın da o yerlerin de icabına bakın. Vadide böyle şeyler istemiyorum." dedim.

"İcabına bakın derken majesteleri, adamı öldürelim mi?" diye sordu. Gözleri şaşkınlıkla açıldı. İlk ölüm fermanım o adam olmayacaktı tabii ki. Birinin canını almak o kadar basit değildi. Sadece cezalandırılsın istiyordum.

"Hayır, böyle kişilere güvenemem sarayımda istemiyorum ailesi burada kalacak ama kendisini gönderin." Ölüm cezasına çarptırmak ağır olurdu ama böyle birini bir de ödüllendirir gibi sarayımda tutamazdım.

"Emredersiniz majesteleri ben ilgileneceğim."

"Bu arada." diye söze girdim tam kalkmışken. "Bu saraydaki casustan bir haber var mı?" diye sordum. Başını olumsuz anlamda iki yana salladı. "Üzgünüm majesteleri bu konuda bir ilerleme olmadı, hala takipteyiz." dedi.

"Pekala, çıkabilirsin." dedikten sonra odadan çıktı.

Odamda yalnız kalınca arkama yaslanıp bir süre duvarı izledim. Derin düşüncelere dalarken aklımın bir köşesinde hep annem vardı ve babamın kim olduğu. Damarlarımda dolanan kan bir siyah kandı. Ben Sisli Vadinin karanlık gücünü taşıyordum yani Harvey Diyarının lanetli kanını, karanlık ateşini...

Her şeyin böyle bir sarmaşık gibi uzayıp karışması beni iyice çıkmaza sokuyordu.

Önümdeki kağıt yığınını bırakıp saatlerdir oturduğum yerden kalktım. Odadan çıkıp hızlı adımlarla Gölge'nin odasına doğru ilerledim. Ayakkabılarımın koridorda çıkardığı sesler duvarların arasında yankılanıyordu.

Merdivenlerden aşağı hızla inip soldaki koridora saptım. Sağdan üçüncü kapının önüne geldiğimde içeriden ses geliyor mu diye hafif kapıya doğru eğilip kulağımı dayadım. Ses yoktu. Sadece koridordaki meşalelerden çıkan çatırtı sesleri vardı. Odadan herhangi bir tıkırtı duyamamıştım.

Acaba talimde miydi?

Ama sanmıyordum, saat epey geçti ve odasında olma ihtimali daha büyüktü. Belki de uyuyordu. Şansımı denemek için kapıyı yumuşak bir şekilde bir kaç kez yumruk yaptığım elimle tıklattım. İçeriden ses gelmeyince bir kez daha vurdum. Sonrasında kapı yavaşça açıldı. Başını havluyla kurulayan Gölge önüne düşen saç tutamlarının ardından bana bakarken muhteşem pürüzsüz gövdesiyle beni karşıladı. Bu güzel görüntüyle dilim tutuldu. Açmış gibi gözlerim karın kaslarının üstünde gezinirken gözlerimi yukarı kaldırmaya zorladım. Yutkundum.

"Alin?" şaşkınlıkla adım dudaklarının arasından çıktı. Altında siyah bir eşofman vardı ve bol olduğundan dolayı biraz aşağı kaymıştı.

"Rahatsız mı ettim?" diye sordum çekinken bir şekilde. Kızarma, sakın kızarma.

"Yok hayır etmedin, geçsene." dedi kenara çekilirken. İçeriye davet etmişti. Bu odaya uzun bir süredir gelmemiştim. Onu bu şekilde görmek utanmama sebep olmuştu. Kanın yanaklarımı hafif hafif ısıttığını hissedebiliyordum. Esmer teninin mum ışığının altında nasıl altın gibi parladığını seyrettim. İçeriye yavaş adımlarla geçerken saçımla yüzümü saklamak istedim. Kızarma işte!

Onu bu şekilde görmeye alışık değildim. Elbisem hışırdarken iki yandan kavradığım etekleri yumruk yapmıştım. Utancımdan bayılabilirdim.

"Bir sorun mu var?" diye sordu havlusunu çalışma sandalyesinin ucuna koyarken. Eliyle camın önünde duran tekli koltuğu işaret etti. "Otursana." sen karşımda böyle yarı çıplak dururken ben nasıl hareket edip konuşabilirim ki?

İşaret ettiği yere otururken ona hafifçe gülümsedim. Elbisemden biraz rahat edemesem de umursamadım. "Bir sorun yok işten kaçtım." deyiverdim. Gerçekten de öyleydi. Bir de onu görmek istemiştim.

"Sıkıcı mı?"

"Hem de çoook." dedim uzatarak.

Güldü. Onunla birlikte ben de gülümsedim.

"Hem seninle konuşmam gerekiyordu. Bazı şeyleri planlamak için, gece gece iş konuşmak istemezsen anlarım."

"Kraliçem ne derse o." dedi. Kucağımdaki ellerime baktım. Tırnağımla etimi kazımaktan baya kızartmıştım. Karşımda duran diğer koltuğa otururken hala üstüne bir şey giymediğinden dolayı yüzüne bakmak için oldukça çaba sarf ettim.

"Mysia Leydisi için minik bir karşılama töreni hazırlayalım diyorum."

"Evet benim de aklıma geldi, bunu seninle konuşacaktım bende ama işten bir türlü gelemedim yanına." Onun da aynı şeyi düşünüyor olması beni mutlu etti. Saçından yüzüne damlayan suyu bir çırpıda silip yok etti.

"Harika, Efi'ye de mutfakla ilgilenmesini söyleyeceğim. Periler Hayvansal gıdalarla beslenmiyor. Bu yüzden en iyi şekilde takip edeceğinden şüphem yok." Efi bu tarz konularda gerçekten de çok titiz hareket ediyordu. İyi bir planlamacıydı her detayı anı anına düşünen biriydi. Bunu diktiği elbiselerimden de anlayabilirdik hangi iş olursa olsun titiz davranıyordu.

"Efi her şeyi kendi halleder zaten hiç merak etme. Çok zeki ve çevik bir kız. Bir de çok sivri dilli tabii."

"Şüphem bile yok." dediğimde ikimiz de güldük.

"Taht işleri nasıl gidiyor?" diye sordu. Onu fazla incelememeye özen göstererek arada bakışlarımı kaçırdım.

"Oldukça sıkıcı annemin neden saatlerce o odadan çıkmadığını şimdi daha iyi anlıyorum. Okumaktan ve anlamaya çalışmaktan gerçekten yoruldum." başını hafifçe yana eğerek "Eeee" diye bir ses çıkardı. "Bunlara alışmaya çalış." dedi.

"Başım çatladı alışabileceğimi hiç sanmıyorum çok sıkıcı." diye mızmızlanmaya devam ettim.

"Kendimi bildim bileli babam komutan olmam için beni eğitiyor. Küçüklüğümden beri kılıç ve büyülerle uğraşıp duruyorum o zamanlar bende bundan hiç keyif almıyordum çünkü daha çok seninle oyun oynayıp vakit geçirmek istiyordum." dediğinde gözlerini hiç ayırmadan bana bakıyordu. "Bende şimdi babamı daha iyi anlıyorum."

"Yoruldum." omuzlarım düşerken başımı bembeyaz parlayan aya doğru kaldırdım. Kendimi nedense çok savunmasız hissediyordum kalkanlarımın bir bir düştüğünün farkındaydım. Bir yanım hep korkuyordu aşamadığım yenilgiye düştüğüm bir korku vardı içimde.

"Farkındayım." derken elini uzattı, önümde eteğimi kavrayıp yumruk yaptığım elimi avuçlarının içine aldı. Sıcacık eli buz gibi tenimi yaktı. Temas ettiği noktalar elektriklenmiş gibi karıncalanırken onun sıcak teması içimi ısıtıp yumuşatmaya yetti. Bana hep böyle dokunsun istedim masumca, narin, canımı yakmaktan çekinirmiş gibi... Gözleri hep gözlerime baksın istedim. Şu anda olduğu gibi. Bir ömür böyle baksın, kalbimi görüyormuş gibi.

"Unutma ki ben her zaman senin yanındayım Alin, seni korumak için, sana yardım etmek için, sana zarar gelmesin, canın sıkılmasın diye ben hep yanındayım, buradayım. Yeter ki sen benden gitme." önümde yavaşça diz çökerken fark etmediğim göz yaşlarımı parmağıyla yakalayıp sildi. Ağlıyor muydum?

Sessiz iç çekişimle konuşmaya devam etti. "Bu dünyanın nasıl güneşe ihtiyacı varsa benim de sana ihtiyacım var. Sen benim güneşimsin Alin, dünya güneşin etrafında nasıl dönüyorsa ben de senin etrafında dönüyorum. Ne olur beni yörüngenden çıkarma. Sana yanında olmamı istediğin her an yanında olacağıma söz veriyorum. Yeter ki sen beni itme, benden gitme." sözleri her zerremi titretti, kalbimi bir sargı bezi gibi sardı, içim adeta sıcacık oldu. Onun böyle yumuşak sözleri bana her zaman iyi gelmişti ama şimdi, şimdiki çok farklıydı. Konuşmasında farklı bir şey vardı. Sanki bana yalvarıyordu.

Gözleri hüzün ve merakla parlarken "İyi ki yanımdasın." diyerek kollarımı boynuna doladım. O da belimi sıkıca sarınca boynuna gömdüğüm yüzümle sessiz iç çekişlerimle kısa bir süre ağladım. Hiç ses çıkarmadan sıkıca sarmıştı küçük bedenimi. Yumuşacık teninin kokusunu doya doya çektim içime artık biliyordum, yalnız değildim.

Ona olan duygularım yalnız değildi.

Yavaşça kollarımı boynundan çekerken yüzlerimizin yakınlığından öylece kalakaldım. Elleri hala belimdeyken bir eliyle yavaşça çenemi tuttu. Kalbim boğazımda atarken hiçbir şey demeden gözlerinin içinde kayboldum. Dokunuşu sanki kalbimi okşuyormuş da çarpıntısı bu yüzdenmiş gibiydi.

Gözleri dudaklarıma kaydığı an kalbim durdu, nefesimin kesildiğini anladığım an derin bir nefes alarak yavaşça uzaklaştım. Hipnozdan çıkmış gibi sertçe gözlerini kırpıştırmıştı. Uzun kirpiklerinin gölgesi göz altlarına düşmüştü. Bana bakmak yerine yere bakarak ensesini kavramıştı. İkimiz de bu yakınlığın ne anlama geldiğini çok iyi biliyorduk.

"Ben gidip dinlensem iyi olacak. Sen de yorgun görünüyorsun."

"Benim de. Yani evet, benim de dinlenmem gerek yarın talim var." eliyle ensesini kaşıyordu. Nereye koyacağını bilememiş gibiydi.

"O zaman."

"İyi geceler."

"İyi geceler."

_________

Mutlak sessizlik.

Sabahın ilk ışıklarında kuş cıvıltılarının ve rüzgarın hafif uğultusu dışında her yer sessizdi. Günün bu güzel saatini seviyordum ve bizzat bunun tadını çıkarabilmek için erken uyanmayı bile sevebilirdim. Geçen günlerde gördüğüm kuş yine terasımın duvarında öterken onu korkutmamak için terasa çıkmak yerine camdan baktım. Ben şarkısını dinleyerek günümü güzelleştirirken bir yandan da günün geri kalanında yapmam gerekenleri düşündüm. Bugün büyük gün olabilirdi. Mysia Leydisinin gelip gelmeyeceğine dair haber gelecekti ve bu heyecanlanmama sebep oluyordu. Kabul edip etmeyeceğini bilmiyorum ama Marley'in gelmeyeceğine dair şüphesi bile yoktu. Aralarında herhangi bir dostluk olup olmadığını merak ediyordum çünkü mektupta bizzat kendisinin yardım istediğine dair paragraf yazmıştı. O da kendi imzasını benim mührümün yanına atmış ve yüzüğünün mührünü basmıştı.

Meraklıydım.

Ve heyecanlı.

Camlarımı tamamen açarak odaya güneş ışınlarının girmesine izin verdikten sonra ilk işim Hera ve Eftalya'nın gelmesini beklerken odamdaki çalışma masama geçerek Klasrum'un bana verdiği Karanlık Büyü Savunma kitabını incelemek olmuştu. Sisli vadi büyü konusunda oldukça saldırgan olurlardı. Durmadan büyüleriyle size darbe indirirler savunmada geç kalınırsa ölmekten kurtulamazdınız. İşte bu yüzden eğer iyi bir eğitiminiz ve savunma büyülerini bilmemeniz durumunda ya da yanlış savunma da kaybederdiniz. Büyüleri deneyemesem de onları iyi bilip savunmalarını öğrenmem gerekiyordu. Kılıç ve ok kullanmada iyi olsam da büyü kullanan bir karanlık güce karşı her zaman kaybederdim. küçükken almam gereken dersi ben daha yeni almaya başlamış oldum. Güçlerim yokken bir anda var olduğu için bu yaşımda yeni bir eğitim almaya başladım. Gülünecek bir durumdu benim için. Hayatım resmen alt üst olmuştu. Çok değişik bir zamandan geçtiğim asla inkar edilemezdi. Kitabın sayfalarını adeta yalayıp yuttum. Ezberimin iyi olması benim için büyük bir avantajdı.

Hera ve Eftalya kapımı tıklatarak içeriye girseler de benim uyuduğumu düşündükleri için sessiz hareket etmişlerdi beni yatakta göremeyince ufak bir şaşkınlık yaşasalar da kısa sürede toparladılar. Hızlı bir şekilde sabah rutinimizi hallederken ben de onlar gelene kadar öğrendiğim savunma büyülerini kafamın içinde tekrar ettim.

Efi'nin bana giydirdiği toz pembe elbisenin simlerinin ışıkta parlamasına hayran kalırken her seferinde nasıl bu kadar güzel elbiseler çıkardığına hayran kaldım. Benim terzim Eftalya olduğu için Kraliçe olduğumda da terzim olmaya devam etti. Annesi de boşa çıktığı için yükü biraz hafiflemişti ve arada Efi'ye yardım ettiğini biliyordum.

"Bu kırmızı ve siyah elbise istemiştim senden ne durumdalar?" diye sordum. Arkamda elbisemin iplerini bağlarken "Kumaşları bulmak biraz zor oldu ama senin için çok güzel elbise tasarladım şu an son rötuşlarını yapıyorum. Kusursuz olacaklarına emin olabilirsin. Oldukça da asi ve mükemmel görüneceksin." sesindeki ton hiç şüphe etmemem gerektiği sinyali yeterince iyi vermişti. Ona güvenim sonsuzdu kıyafet konusunda beni hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmadı. Her zaman kendine emindi ve bende ondan emindim.

"Vadide neredeyse hiç kırmızı kumaş olmadığını biliyor muydun? Bulana kadar göbeğim çatladı." dedi sırtımdaki ipleri bağlarken.

"Ateşi simgelediği için kırmızı kumaş satmıyorlarmış."

"Siyah peki? Siyah da onların rengi." dediğimde ipleri bağlamayı bitirmişti. Ağzında tuttuğu iğneyi eline aldı.

"Erkeklerin çoğu kıyafette siyah tercih edildiği için onu satıyorlar ama yine kadınlar için yumuşak kumaş bulmak çok zor." İpleri bağlamayı bitirdi ve eliyle eteğimi düzeltti. Herhangi bir yerinde bir hata var mı diye kontrol etti. Bir sorun bulamamış olacak ki memnuniyet ifadesiyle ayaklandı.

"Bu arada bir kaç güne yeni kıyafetlerini dolaplarım. Annem de olunca işim çok hızlandı."

"Fark ettim." dedim gülümseyerek.

"Ben çiziyorum o dikiyor. Eli tabii benimkinden biraz daha hızlı olduğu için iki günde bir elbise bitmiş oluyor. Ölçülerini de ona verdim. Annenden daha zayıf olduğunu söyledi. Bu yüzden işi daha kısa sürüyormuş." dedi gülerek. "Bu arada annem kırmızı kumaşı görünce neden o renkte elbise istediğini sordu bana, bende bilmediğim için cevap veremedim haliyle biraz işkillendi."

Kenarda sessizce oturan Hera'ya baktım. Yüzünde mimik yoktu. Öylece bizi izliyor ve dinliyordu. Bu durgunluğu beni biraz burktu. Oldukça mutsuz görünüyordu.

Efi'ye dönerek. "Sorun olmaz, aklımda bazı şeyler var bu yüzden lazım olacak, elimde olsun istedim." dedim.

"Kırmızı elbiseyi nerede giymeyi düşünüyorsun Alin halk buna büyük tepki verebilir." dediğinde yüzüm soldu. Onlara daha söyleyememiştim. Nasıl tepki vereceklerine dair bir fikrim yoktu. Bu da beni korkutuyordu.

Benden uzaklaşmaları bana tavır takınabileceklerini düşündükçe bu beni korkutuyordu. Onları da kaybedemezdim ama saklarsam bu daha büyük bir sorun olabilirdi ve aramızı daha çok açabilirdi. Şimdilik sessiz kalmak daha iyi olacak gibi. Zorla bir tebessüm ettim ve başımı salladım.

"Sisli Vadi'ye ufak bir ziyaret düşünüyorum. Orada giymeyi düşünüyorum." dediğimde ikisi de "NE!" diye yüksek sesli bir nida da bulundu.

Eftalya'nın gözleri kocaman açılırken "Saçmala Alin! Kendi ayaklarınla ölüme mi gideceksin? Bu intihar!" diye sert bir çıkış yaptı.

Hera'da aynı şekilde "Gerçekten Alin ne saçmalıyorsun?" diye sordu. Yüzünde bu sefer bir mimik oluşmuştu. Korku ve endişe. Sonunda durgunluğu bozulmuştu.

"Korkmanızı gerektirecek bir şey yok minik bir ziyaret sadece."

"Alin annen oradayken oraya gitmeni saldırı olarak algılarlar. Böyle bir şey yapman çok aptalca olur. Hem seni öldürmeye çalışan çatlak bir kadın var orada."

"Merak etmeyin, hiçbir şey olmayacak."

"Nasıl merak etmeyelim? Şu anda düşüncesi bile saçma bir konu üzerinde tartışıyoruz ve sen bize merak etme mi diyorsun? Ciddi bir sorun bu, öyle kapı komşunu ziyaret etmiyorsun. Sisli Vadiden bahsediyoruz."

Gözlerimi devirmemek için gerçekten zor duruyordum. "Tamam tamam artık sakinleşin sadece bir düşünce."

"Aptalca bir düşünce." diyerek kinayeli kinayeli beni düzeltti. Efi her zamanki gibi yine dobralığını konuşturuyordu. Bugün tam modunda olmalıydı hatta.

"Benim Marley'in yanına uğramam gerekiyor hangi odaya yerleştirdiniz Hera?" diye sordum.

"Ben sana eşlik edeyim." diyerek odadan beraber çıktık. Misafir odalarının oraya gittiğimizde orta kapılardan birinde durdu.

"Burasını Marley'e yanında ki odayı da yardımcısı Zeyna'ya hazırladık. Bu odalar biraz daha büyük diye."

"Teşekkürler Hera, sen biraz dinlen olur mu? Kendini yormamaya çalış."

"Yorulmuyorum ki, bende seninle girebilir miyim? Saraydaki bakışlardan bunaldım biraz." dediğinde merakla ona döndüm. Karşımda asık yüzüyle dururken gerçekten de bu donukluğunun bir şeyler olmuş olmasından dolayı olduğunu öğrenmiş oldum.

"Sorun ne?"

"Sormasan." diye diretince aklımın bir köşesinde kendi kendine cevaplar vermeye başlamıştım bile.

"Hera benden bir şey saklamaman gerektiğini biliyorsun değil mi?" diye sordum. O söylemezse de bir şekilde öğrenebilirdim. Ellerini önünde birleştirirken tırnağının yanındaki etleri tırnağıyla yırttı.

"Herkes ölüp dirilmişim de bir ruhmuşum gibi bana bakıyor ve bu beni biraz üzüyor sadece kendimi sanki yaşamayı hak etmiyormuşum gibi hissettirdi."

"Hera..." burnum sızladı. Onu çok yalnız bıraktığımı hissettim.

"Ailem olmadığı için hep dışlandım ama bir tek sen ve Eftalya bana öyle hissettirmediniz. Şimdi büyüdük ve herkes kendi işiyle uğraşıyor ve nedense kendimi yine yalnız hissetmeye başladım. Uyandığımda elimi tutan bir annem ya da babam yoktu. Seren anne vardı ama o da sonuçta öz annem değil."

"Ah Hera...Neden bana daha önce böyle hissettiğini söylemedin?" diye sordum. Onun böyle hissetmesini asla istemiyordum ama yine de engelleyememiştim. Ne kadar çabalasam da demek ki başarılı olamamıştım. Bu son zamanlarda onu çok yalnız bırakmıştım ve onunla hiç ilgilenememiştim. Benim minik kıvırcığım. Efi ve benden bir kaç yaş küçüktü ve bazı sorunların altından tek başına kalkamıyordu.

"Ne değişecekti ki sizin yanınızda yalnız değilim ama yatağa girdiğimde her gece ve uyandığım her sabah bu gerçekle yüz yüzeyim. Bunu sen değiştiremezsin ki. Her şeye gücün yetebilir Alin ama bir anne ve baba olmaya yetmez." gözlerinin dolu dolu olup gözünden bir inci tanesi yanağından süzülürken kollarımla sıkıca sardım onu. "Sen yalnız değilsin, belki annen ya da baban değiliz, olamayız ama kardeşiz. Kardeşi olan biri nasıl yalnız olabilir?" Minik bedeni ağladığından dolayı sarsılıyordu ben de bunu engellemek ister gibi daha sıkı sardım. Sakinleşmesi için sırtını sıvazladım. Yavaş yavaş kendine gelirken dakikalardır önünde durduğumuz kapı hızla açıldı.

"Bu ses de ne?" diye kapı açıldığında Hera ile birbirimizden uzaklaşıp hızla kapıya baktık ama kapıya baktığımız gibi ikimizde öylece donakaldık. Karşımızda gördüğümüz şeyle koca bir şaşkınlık yaşarken Marley bir bana bir de Hera'ya sorgularcasına bakıyordu.

Hera bakmamaya çabalarken ben de karşımda duran çıplak bedene şaşkınlıkla bakmaya devam ederken "Eee, Marley üstüne bir şey alır mısın artık?" dediğimde "AH! Tabii majesteleri." diyerek odanın ortasında duran yatağa doğru ilerledi. Ardından bakarken kıvrımlı ve sıkı kalçalarının sağa ve sola gidişini izlemek durumunda kaldım.

O üstüne uzun beyaz bir sabahlık geçirip önünü kuşağı ile bağlarken yavaş adımlarla içeriye girdim. Şaşkınlığımı saklamak ister gibi ve bu andan kurtulmak için odayı inceledim. Oda oldukça sade, beyaz ve krem tonlarda dekore edilmişti. Sarayın genel dekoru bu şekildeydi zaten. Dolap kulpları altın renklerinden oluşurken mobilyalar her zaman beyaz renkteydi. Güneş ışığı tam odasına vururken açık camdan giren esintiyle beyaz tül hafifçe odanın içine doğru salınıyordu.

Yatak dağınık değildi toplanmıştı. Marley yataktan yeni kalkmamıştı ama neden çıplak olduğuna anlam verememiştim. Bu kadının kıyafetlerle ilgili bir sorunu vardı.

"Günaydın küçük yavrucak." dediğinde gülümsedim.

"Sana da günaydın Marley." dedim onu gibi tatlı bir edayla konuştum.

"Az öncesi için kusura bakmayın ben çıplak dolaşmayı daha çok seviyorum." diyerek açıklama yaptı. Ona gözlerimi belerterek baktım.

"Kalp krizi geçirmemizi istiyorsun sanırım."

Güldü. Bu daha çok seksi bir gülüştü.

"Tabii ki öyle bir şey istemem ama bedenimi sergilemeyi seviyorum."

"Anladım." dedim başımı aşağı yukarı sallarken.

Odanın ortasında öylece dikiliyordum. Hera ise kapının hemen yanında ne olur ne olmaz diye her an kaçacak gibi bir hali vardı. Marley'in tavırlarından biraz çekinmiş görünüyordu.

"Misafirimi bir ziyaret etmek istedim hem de son durumu öğrenmek istiyorum."

Kapının sağına konumlandırılan masaya doğru ilerledi. Masa oldukça dağılmıştı ve bir sürü kitap, kavanoz ve bitkilerle doluydu.

"Senin iksir üzerinde çalışıyorum minik yavru." dedi. Kitabı eline alırken.

Hera merakla yanıma gelirken "Ne iksiri?" diye sordu.

Ona söyleyip söylememek arasında kalırken güçlerim bana geçerken herkes nasılsa öğrenecekti. Bu yüzden bunu saklamak yersiz olduğunu düşündüm.

"Ben doğduğumda güçlerimin bir kısmı Marley'e geçti yani güçlerimi geri verebileceği iksir." dediğimde Hera'nın kaşları havalanarak bana baktı. Bir şey demeden öylece sessiz bir edayla durdu. Marley otları ve şişelerin içindeki sıvıları yavaş ve damla damla karışımına eklerken onu izledik. Çok dikkatli bir şekilde hareket ediyor en değerli yemeğini tek bir hata olmadan yapmaya çalışıyor gibiydi.

"Eğer bir şeyler ters giderse?" dediğimde bana bakmadan "Ölürsün." diye hızlıca cevap verdi.

"Bu ölürsün lafını çok söylüyorsun ağzından güzel bir laf çıkmaz mı senin?"

"Güzel laftan kastının ne olduğuna bağlı." dedi küstahça. Dobralığına diyecek lafım yoktu bu konuda Efi ile iyi kapışırlardı.

"Ölümden bahsetme de ne olursa, yeterince gerginim zaten." tek kaşı havaya kalkarak bana baktı.

"Gerginliğini almak için ağzımın yapabileceği güzel terapiler var elbet minik yavru, istersen." dediğinde ima ettiği şey çok netti. Gözlerim kocaman açılmış bir şekilde ona baktım. Hiç utanması yoktu. Böyle arsızca bir teklif etmesini hiç beklemiyordum. Bir Kraliçeyle bile bu şekilde konuşmaktan çekinmemesine hayret ettim. Gerçekten çok ilginç bir kadındı tabii bu ilginçliği bende onu daha fazla tanıma isteği uyandırıyordu. Oldukça yaşlıydı ama ruhen çok canlı ve genç bir kadındı. Marley'den korkmak yerine onun tam aksine daha çok tanımak ve yakın olmak istiyordum.

"Pekala sen iksir üzerinde çalışmaya devam et. Biz çıkalım." dedim bir an önce içimden kaçmak geliyordu.

"Her zaman beklerim."

Konsantrasyonunu bozmamak için odadan çıktık. Daha çok kaçtık gibi bir şeydi. Yapmam gereken bir kaç iş vardı onları halletmem gerekiyordu böylelikle günün geri kalanında Mysia Leydisi için yapılması gereken işleri yakından takip edebilirdim.

Hera bana eşlik ederken eteğimin yerde sürünme sesleriyle birlikte taht odasına geçtik. Efi de bizi yalnız bırakmamak için sonradan elindeki perşömen yığınıyla birlikte geldi. Kağıtların düşündüğümden fazla olması canımı sıkmaya yetmişti. Şimdiden böyle bir yükün altında kalmak beni yormuştu.

Yanıma çekilen minik masaya mühürlemem gereken perşömen kağıtlarını koydu. Hera ve Eftalya da bana önemli olan belgeleri benim için ayıklıyorlardı. Onlar olmasa ben gerçekten ne yaparım.

Bir süre sonra gelen bunalımla "Çok sıkıldım!" diyerek geriye doğru yaslandım. Koca bir 'OF' çekerken yaslandığım yerden tavandan aşağıya doğru sarkan bol elmaslı avizeleri inceledim. Güneş ışığının elmasların üzerine vurduğundan parıltısı göz alıcıydı. Mumları daha tazelememişlerdi. Her zaman karanlık çökmeden önce avizeler aşağıya doğru salınır ve mumları yenileriyle değiştirilirdi. Dünden kalma mumlar hala üstündeydi. Gözlerimi kapatarak dinlenmeye çalıştım. Kağıt sesleri artık kulaklarımı tırmalıyordu.

Taht odasının kapısı açıldığında içeriye Gölge ve Barlas yan yana girdi. İki ihtişamlı adam. Barlas'ın elinde duran mühürlü kağıt dikkatimi çekti. Bir an gönderdiğimiz mektup geriye mi geldi diye düşünsem de bu bize gelen karşı bir cevaptı.

"Gönderdiğimiz elçiden haber geldi."

Barlas merdivenleri ikişer ikişer çıkıp yanıma gelerek zarfı uzattı bende heyecanla elindeki zarfı kaparak mührü kopardım ve notu açtım.

Sayın Majesteleri...

Mysia Leydisi LEONA ilettiğiniz çağrıyı kabul ettiğini sizlere iletmekten şeref duyarım. Gün içinde yola çıkarak yarın gün batımına kadar varmış oluruz.

-Harvey Vadisi Elçisi

Yüzüm gülerek kağıdı katladım ve Barlas'a geri uzattım. Hera'ya dönerek "Marley'e ilet Mysia Leydisi Yarın akşam üzeri burada olacak." dedim.

"Hemen söylüyorum." diyerek hızlı adımlarla taht odasından çıktı.

"Biz de kalan hazırlıklarla ilgilenelim. Gölge sen Barlas'la birlikte güvenlikle ilgilenin, Efi mutfak ve hazırlıklar da sen ve Hera'da." dedim.

"Emredersiniz majesteleri."

Efi bana dönerek merakla baktı. Ona daha söylemediğim için Mysia Leydisinin buraya neden geldiğini bilmiyordu tabii. "İksir için peri tozu gerekiyordu." dedim.

"Peki iksir ne için?" diye sordu. Tek kaşının seğirdiğini gördüm. Ona söylemediğim için kızmıştı. Sert sözleriyle beni haşlamadan söylemenin en iyisi olacağı kesindi.

"Özetle büyü güçlerimin bir kısmı Marley'de." dedim.

"İksir ne için ben hala onu anlamadım." Kaşı yavaşça havalanmaya devam etti. Daha ne kadar yukarıya çıkabilirdi merak ediyordum açıkçası.

"Güçlerimi geri alabilmek için öncesinde iksir içmem gerekiyor, Marley'in gerçekleştireceği küçük bir ayinle güçlerim bana geri geçecek."

"Öncelikle senin daha ne kadar gücün var ve bu riskli bir şey değil mi?" diye sordu. Bu sefer havalanan tek kaşıyla birlikte diğer kaşı çatıldı ve alnının ortasında küçük bir kırışıklık oluştu. "Biraz riskli ama zamanla annem bunu göze almış ve şimdi de bu riski benim almamı istiyor." Sadece annemin bildiği bir şey vardır diyerek bu riski göze alıyordum. Annem Marley'e güvenmişti ve şimdiyse benim güvenmemi istiyordu.

Beni saklamak için başvurduğu yöntemlerin hepsi hayatımı tehlikeye sokmuştu aslında ama o zamanlar yaşının oldukça genç olmasına bağlamaya çalışıyordum. Gençken verdiği düşüncesiz hareketlerdi. O zaman ne kadar çaresiz ve korku içinde olduğunu düşünmeden edemedim. Kendimi onun yerine koymaya çalışırken ben bu durumun içinde olsam nasıl bir karar verirdim sorusuna bile yanıt bulamıyordum. Her şeyden önce Annem benden bile daha gençti savaşa maruz kaldığında on altı yaşındaydı. Benden daha küçükken tahta geçmek zorunda kalmıştı ve şimdi ben de onun kaderini yaşıyordum.

Onun kaderi bana geçmişti.

"Yani annen Marley'i bulmanı istediğinde bahsettiği şey bu muydu?" diye sordu şaşkınlık yaşarken.

"Evet." diyebildim sadece.

"Savaş gerçekten yaklaşıyor. Güç geçişi olması nasıl mümkün olabilir?"

"Bunu bir tek Marley yapabiliyor." dediğimde kapıdan gelen bir ses duyuldu.

"Bir de ben."

Kapıdan gelen sese baktığımda kapı kolonuna yaslanmış oradan bizi dinleyen Darius'a bakakaldım. Ne zamandır oradaydı hiçbir fikrim yoktu ama bu duyduğum beni oldukça şaşırtmıştı.

"İçeri gel Darius." diyerek onu karşıma çağırdım. Uzun siyah pelerini arkasında hafifçe süzülürken siyah kıyafetinin üstünde uzun gümüş saçları cam gibi parlıyordu. Önden aldığı saç tutamlarının bir kısmını arkasında kuyruk yapmış geri kalanını salınık bırakmıştı. Genelde hep aynı saç şeklini yaptığını fark ettim. Bu onun tarzıydı.

Solgun teninde kiraz rengi dudakları oldukça dikkat çekiyordu.

"Söylemek istediğin bir şey mi var Darius?" diye sordum. Onun gizemini hala çözememiştim ve bu beni rahatsız ediyordu. Bu zamana kadar sarayda hiç olmadığı kadar yabancı vardı ve annem burada olsaydı bu yabancı yüzlerin sarayda olmasından oldukça rahatsızlık duyardı. Tabii sadece bana yansıttığı tarafı, asıl yüzün ardında çok farklı düşünceler döndüğünü artık tahmin etmek zor değildi. Belki de ittifak için tüm vadilere haber gönderirdi. Gündoğumu Vadisi, Leylak Vadisi, Mysia Vadisine savaş çağrısı yapıp ittifak kurardı. Mysia savaşa katılmama konusunda çok netti ama annem ikna etmek için oldukça çaba gösterirdi. Belki de farkında olmadan ittifakımı kuruyor olabilirdim. Tanımadığım kadar dost tanıdım. Dost diyorum çünkü burada bu çatı altında olan büyücülerin hepsi benim yanımdaydı. Benim yanımda olduklarını biliyordum.

Her ne kadar Darius kendi çıkarları için bu sarayda olsa da ve ben bunun sebebini bilmesem de kötü biri olduğunu düşünmemem hakkında içimden bir ses bana güven duymam gerektiğini söylüyordu. Onu tanımıyordum ani bir şekilde bu saraya dahil olmuştu. Gölge ve Barlas kenara geçmiş Darius'un konuşmasını bekliyordu.

"Savaş bu kadar yakınken güçlerini geri alsan da hiçbir işe yaramaz."

"Açık konuş." diye sert bir tonda konuştum.

"Güçlerinizi kullanmayı bilmiyorsunuz, kara büyülere nasıl karşı kendinizi savunacağınızı bilmiyorsunuz. Hızlı değilsiniz ve bu dünyaya ait değilmişsiniz gibi yetiştirildiniz yani kısacası bu savaşı kazanamayacaksınız." dedi.

Arkadan "Kendi adına konuş Darius." diye bir ses geldi.

Marley mermer gibi teni ve kızıl saçlarıyla beyaz taht odasında bir çiçek gibi belirdiğinde Darius hızla arkasını döndü ve Marley'le karşı karşıya geldi. Darius'un gözleri Marley'i yiyip bitirirken Marley tam Darius'un yanında durdu ve ona meydan okurcasına tepeden bakmaya başladı.

"Benim bu savaşı kaybedeceğimize dair hiç şüphem yok CADI!"

"Kendinden bu kadar emin olma GÜMÜŞ KAFA!"

Birbirlerine doğrulttukları savaş okları gözle görülür gibiydi. Birbirlerine öyle bir nefretle bakıyorlardı ki onları gören yüzyıllardır düşman iki kral sanardı. Bu gerginliklerinin, bu öfkenin sebebi neydi? Resmen aralarındaki buz dağını görebiliyordum. Bu nefreti elimle bile tutardım.

Onlar kendi aralarında birbirlerine iğneleyici laflar söylemeye devam ederken kenardan araya girmeden öylece izliyorduk. Hera yanıma gelip solumda durdu. Hafifçe bana doğru eğilerek fısıltı şeklinde "Ne oluyor?" diye sordu.

"Hiçbir fikrim yok." dedim fısıltı halinde.

"Senin diyardan haberin yok cadı kaos yaklaşıyor ve öylece bekliyoruz. Sonucun ne olacağını bile bile de boşuna umutlanıyorsunuz."

"Sanki senin bi bok bildiğin var. Ödlek herif!" dedi Marley tükürürcesine. Art arda bir birlerine saydırılarken bu kavganın ortasında kalmamak için herkes kenara sinmiş onları izliyordu. Bu olay büyümeden bir son vermek lazım.

"Bana bak kızıl cadı sesin bu kadar çıkmasın yoksa-"

"Ne olur çıkarsa? Korkak. Bi sik yapabilecek sanki."

"Yaptığımda görürsün."

"Bacaklarımın arasında miyavladığında gördük." Kulaklarımla duyduğum şeylere inanamazken boğazımı temizledim. Herkesin ağzı yere kadar açıldı. Bu sohbetten duyduklarımla ben utanmıştım. Gölge ve Barlas gülmemek için dudaklarını birbirlerine bastırıyorlardı. Hera Kıpkırmızı kesilmişti ve Eftalya da donakalmış bir şekilde onları izliyordu.

Herkes şoklanmıştı ve öylece kalırken artık hakaretler ve küfürlerin çoğalmasıyla kendimi müdahale etmek zorunda hissettim.

Oturduğum yerden hızla kalktım ve "Kesin artık!" diye yüksek sesle bağırdım. İkisi de oldukları yeri fark etmiş gibi hızla kendilerini toparladılar.

"Afedersiniz Majesteleri." Gözlerimle ateş saçarken elimi kaldırarak konuşmalarını böldüm. "Daha fazla dinlemek istemiyorum herkes işinin başına!" diyerek başımdan herkesi savdım.

___________

Ertesi gün bütün hazırlıklar erkenden tamamlanmıştı. Bu yüzden saatler geçerken ben de yarım kalan işlerimi tamamlamaya çalışıyordum. Bunu gerçekten her gün yapıyor olmam ve yapmaya devam edecek olmam canımı çok sıkıyordu. Tek umudum iyice öğrendikten sonra elimi hızlandırmaktı. Dün bütün gece Darius'un söylediklerinden sonra kendimi zorlamış ve gece geç saate kadar Karanlık Büyü Savunma kitabına çalışmıştım. Hem de gözlerim kuruyana kadar çalışmıştım.

Aslında yanlış hiçbir şey söylememişti. Hazırlıksızdım. İstediğim kadar önlem alsam da savaş malzemeleri ve asker eğitimi istediği kadar iyi olsun orduyu koruyabilecek kişi bendim. Onlardan ben sorumluydum. Güçlerimin ne kadar iyi ve fazla olduğunun bir önemi yoktu. Mühim olan var olan güçleri kullanabilmekti ve ben bunu bilmiyordum.

Ama öğrenecektim. Kararlıydım ve en iyi şekilde çalışacaktım. Annemi ve halkımı yüzüstü bırakmayacaktım. Ne olursa olsun en iyi şekilde hazırlanmam gerekiyordu.
Zaman daralıyordu neyin ne zaman olacağı belli değildi ama hissediyordum. Karanlığın bize yavaşça yaklaştığını iliklerime kadar hissedebiliyordum.

Saatler geçerken sade bir elbiseyle ve başımın üstündeki ağır tacımla birlikte taht odasına gittim ve oturduğum yerde Mysia Leydisinin gelmesini bekledim. Barlas, Reha, Onay ve Eftalya da benimle birlikte taht odasında benimle beraber bekliyorlardı. Hera'yı sabahtan beri hiç görmemiştim. Kapı muhafızlarının verdiği sinyalle birlikte sarayda borozanlar ötmeye başladı.

Leydi yaklaşmış olmalıydı.

Tahttan kalkarak saray kapısının önündeki merdivenlerin oraya ilerledim. Kapıda ben önde diğerleri de arkamdan hizalanmış bir şekilde Leydiyi bekliyordu. Kendimi biraz gergin hissediyordum. İlk defa bir periyle tanışacaktım tam olarak neye benzediklerini bile bilmiyordum. Kanatlı bir peri...

Güzel parıltılı yeşil bir at arabasının saray bahçesine girdiğini gördüğümde arabanın güneşte nasıl parıldadığına hayranlıkla baktım. İki tane at vardı ve kanatlı bir erkek perinin arabayı sürdüğünü gördüm. Ağaç dalları ve yapraklarına benzeyen şekillerle at arabası oldukça ihtişamlıydı. Arabayı süren erkek perinin kanatlarının siyaha yakın bir yeşil renk olduğunu yaklaştığında fark ettim. Uzaktan siyah görünmüştü.
Gönderdiğimiz elçi ve at arabası merdivenlerin aşağısında durdu. Leydinin kapısı açıldığında arabadan inen periye şaşkınlıkla baktım. Kanatları yeşilin en güzel tonuydu. Siyah çizgiler ve parıltılı kanatları kendisinden daha büyüktü. Kısa bombeli su yeşili elbisesiyle merdivenleri uçarak aştığında karşımda ayakları yavaşça yere bastı. Önümde durup selam verirken "Ekselansları." diye de hitap etti.
Bir elli boyunda oldukça minik bir periydi. Siyah saçları beline kadar uzanırken yeşil gözleri pırıl pırıl parıldıyordu.
Dolgun dudaklarına sürdüğü pembe tonlardaki parlatıcısı beyaz tenine renk katmıştı.

"Harvey Vadisine hoşgeldiniz Leydi Leona."
"Hoşbuldum Kraliçem."
"Çağrımıza olumlu cevap verdiğiniz için size minnettarım." yüzümde kolaman bir gülümsemeyle oldukça sıcak ve sevecen yaklaşmıştım.

"Kraliçemiz bizden yardım istediyse bunu geri çeviremezdik. Emir demiri keser."

"Yoldan geldiniz, acıkmış olmalısınız." Elimle kapıyı göstererek "Yemek odasına geçelim, orada daha iyi sohbet edebiliriz."

Minik leydinin yürümek yerine kanatlarını kullanarak havada süzülürken beraber salona ilerledik. Ardımızdan diğerleri de gelirken içeride Hera'nın hizmetlilere emirler vererek sofrayı hazırlatıyordu. Bizi görünce hepsi selam vererek işlerine geri döndüler. Gölge Leydi Leona'nın sandalyesini çekerek oturması gereken yeri ona işaret etmiş oldu. Leydinin karşısına da ben geçerek uzun masada karşılıklı bir şekilde oturduk.
"Cadı Marley'e haber verdiniz mi?" diye soru yönelttim Barlas'a, başıyla beni onaylarken "Evet kraliçem." diye yanıtladı.

"Güzel." dedim ve Leona'ya dönerek gülümsedim.

Marley ve Zeyna kısa bir süre içinde geldi. Leona ve Marley birbirlerini gördüklerinde sıkıca sarıldılar. Yüzü tedirgin olan Leona Marley'i gördüğünde o tedirginliğinin gittiğini görmüştüm.
Marley ile aralarında nasıl bir bağ olduğunu merak ettim.

Zeyna ve Marley de masaya geçtiğinde "Afiyet olsun." diyerek yemeğe başladım. Benim başlamamdan sonra her zaman olduğu gibi onlarda yemeklerini yemeye başladılar.
Ağzımdaki lokma bittikten sonra "Asıl meselemize gelecek olursak." diyerek söze başladım.

Marley çatalını masaya bırakırken ufak bir takırtı çıktı. Ellerimi çenemin altına koyup çenemi yasladım. Marley konuşmaya girerek "Mektupta da belirttiğim gibi iksir için peri tozuna ihtiyacımız var en iyi peri tozu üretimini sen yapabiliyorsun. Bu yüzden senin yardımına ihtiyacımız var Leona."

Leona bir süre ses çıkarmadı. Düşünüyor gibi bir hali vardı. Çok genç ve oldukça narin birine benziyordu. O da erken yaşta başa geçmek zorunda kalanlardandı. Benim gibi...

"Bizim bu mevzulara karışmayacağımız konusunda net bir cevabımız var." dediğinde gerildim. Aynı şekilde Marley'in de sırtı dikleşti. Vermeyecekti. Bize yardım etmeyecekti işte. Güçlerimi geri alamayacaktım.

"Ama Marley'in bana olan iyiliği karşısında bir iyilik yapabilirim." dediğinde Marley'le aynı anda birbirimize baktık. Leydi Leona'ya geri döndüğümüzde yüzünde ufak bir gülümseme vardı. "Sonuçta kurallar biraz esnetilebilir. Öyle değil mi?" dedi. Ve o an az önce kapıldığım olumsuzluk bir anda yok oldu.

"Bu bize yardım edeceğin anlamına mı geliyor?" diye sordum heyecanla.

"Sadece ufak bir iyilik." derken yüzünde sevimli bir gülümseme oluştu. Küçük kızarmış burnunun kanatları gülümserken açılışı bile ona sevimlilik katmıştı.

Sevinçle yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu. Neredeyse sevinçten yerimde zıplayacaktım. Tuttuğum nefesimi bir oh çekerek verdim. işte şimdi Leydi Leona'yı daha çok sevmiştim.

 

_________

Artık hikayemize Leona da dahil olmuş oldu leydiler. Kadro kalabalık malum.

Değerli yorumlarınızı merak ediyorum. Lütfen yorum yapmayı ve yıldızlamayı unutmayın.

Değerli okuyucum seviliyorsun...<3<3<3

 

Loading...
0%