@miadarknesss
|
Leydi Leona dinlenmek için odasına geçti. Marley ve Zeyna ile baş başa kaldığımızda hepimizin üstünden bir yük kalkmış gibi rahatlamıştık. Gerginliğimiz geçince sırada iksiri hazırlamak vardı. Marley İksir konusunda oldukça titiz davranıyordu. Hataya yer yoktu. Herhangi bir hata olduğunda büyük bir hayati tehlike ile karşı karşıyaydık. "Bir an gerçekten bu iş olmayacak sandım." dediğimde Marley bacak bacak üstüne atarak arkasına yaslandı. "İnanır mısın bir an bende öyle sandım. Deli kız yüreğime indiriyordu." Bende onun gibi oturarak arkama yaslandım. Başımın sağ şakağından yavaş yavaş bir ağrı giriyordu. "Leydi Leona'yı kızım gibi severim. Çok narin ve kırılgandır. Anne ve babasının cenazesini ben götürdüm o günden beri bir ihtiyacı olduğunda direk bana gelir. Bende sık sık onu ziyaret ederim yardıma ihtiyacı olursa da yardım ederim. Anne ve babası benim çok yakın dostumdu, karanlık orman yaratıkları tarafından saldırıya uğramışlardı." Yüzünde sanki o zamanı hatırlamış gibi bir ifade oluştu. Kısa bir anlığına uzaklara dalmıştı. "Karanlık Ormanda ne işleri vardı ki?" gözlerini bana dikti. "Orada bir işleri yoktu sadece üstünden geçiyorlardı." diye yanıtladı beni. Onları gerçekten seviyor olmalıydı. Marley'in sert görünüşünün ve umursamaz tavırlarının ardında oldukça, yumuşak ve oldukça büyük bir merhamet yatıyordu. Annemden sonra sevebileceğim tek kadın o olabilirdi. "Anladım. Leona'nın bize yardım edeceğinden nasıl bu kadar emindin?" diye sordum bu sefer. Omuz silkti. Bacağımı diğer bacağımın üzerine atarak oturuşumu değiştirirken baş ağrım git gide şiddetleniyordu. "Emin değildim." dedi. Marley düşündüğümden de daha umursamaz ve akışında yaşayan bir cadıydı. Bu da ona olan hayranlığımı arttırıyor hatta ona benzeme isteği uyandırıyordu bende. Kendine olan özgüveni ve kararlı duruşu muhteşemdi. Ona güzellik tanrıçası bile diyesim geliyordu. Oldukça göz kamaştırıcı biriydi. Barlas ve Onay içeri girip bize doğru yürüdüler. Zeyna'nın Onay'a olan açık bir şekilde bakışlarını gördüm. Baştan aşağı Onay'ı yiyecekmiş gibi bakıyordu. Her şeyi anladım da Onay'ın tam olarak ne yapacağını kestiremiyordum. Ortalık oldukça kızışacaktı. Barlas yanıma gelerek kulağıma eğildi. "Bir sorunumuz var." dediğinde endişeyle ona baktım. "Benimle gel." dedi ve terasa doğru ilerledi. Peşinden eteğimi toplayarak hızlı hızlı onu takip ettim. Uzaklara doğru çatık kaşlarla bakınıyordu. Bir şeyleri görmeye çalışır gibiydi. "Barlas neler oluyor?" diye sordum. "Bir şey görmüyorum ki." dedim sitem ederek. "Dikkatli bak." parmağının tam işaret ettiği yeri anlamaya çalıştım ve güneşin parlaklığından gözlerimi kısarak baktım. Ve havada süzülen siyah noktacıkları en sonunda fark edebildim. Bir kaç saniye ne olduğunu kavramaya çalıştım en sonunda "Morti mi onlar? Yine mi saldırı!" diye korkuyla sordum. Cevabını duymak istemiyordum bile. Tahmin ettiğim şey olmasın lütfen. Başını iki yana salladı. "Sanmıyorum." Başımı ona geri çevirdim. "O zaman ne?" "Daha çok nöbet tutuyor gibiler." Eliyle duvara yaslandı. Gözleri mortileri takip ediyordu. Kendi sınırları dışına çıkmayan yaratıklar şimdi bizim sınırlarımızda dolanıyorlardı. "Mortiler mi? Nöbet tutuyor. Şaka mı yapıyorsun." dedim gözlerimi belerterek. "O zaman ne bu savaş mı? Yoksa yeni bir saldırıya mı hazırlanıyorlar?" "İkisi de değil. Bir süredir takip ediyoruz sınırlarda dolanıyorlar. Oldukça da yüksekten uçuyorlar. Ne olduğunu çözemedik ama sanırım yeni bir şeyler için hazır olmalıyız. Her an bir saldırı olabilir." Duyduğum bu son cümle canımı sıkmaya ve beni telaşlandırmaya yetmişti. Hazır değildim. Lütfen şimdi değil. Elimin titrediğini fark ettim. Mortilerle tekrardan karşı karşıya gelmeye hazır değildim. Son yaşadığımız şeyden sonra değil, şimdi değil. Birini daha kaybetme korkusu yaşamak istemiyordum. Gözlerimin önünde sevdiklerime her an bir şey olacakmış gibi hissetmek istemiyordum. Ne olabileceğini düşünmeye çalıştım. Mortiler neden bizim sınırlarımızda nöbet tutsun ki? "Bir sorun mu var gençler?" diyerek teras kapısından geçti. Marley'in kaşları da çatılmıştı. Bir sorun olduğunu anlamıştı. "Mortiler sınırlarımızda dolanıyor." diye sorusunu cevapladı Barlas. Arkasından Onay ve Zeyna da terasa çıkarak az önce bizim baktığımız yere bakmaya başladılar. "Şaşırmadım." dediğinde hepimiz merakla Marley'e baktık. "Neden şaşırmadın Marley?" diye sordum. Tek kaşım sorgulayıcı bir şekilde havalanmıştı. "İris ve Fasih Karanlık Orman yaratıklarını kontrol edebiliyor. O yüzden de bunu onlar yapıyor. Sınırlarınızı gözetliyorlar ne yaptığınızı takip edebilmek için, yani bu bir saldırı değil sizi ama saldırı olmayacağı da kesin değil." dedi. Umursamazca konuşmuştu. Yüzü her zamanki gibi ifadesiz ve duygusuzca duruyordu. "Yani bunun ardında ki kişi İris." dedi Marley. Barlas'a baktım. Onunda zaten bana baktığını görmüştüm. Yanımda öylece yüzümü inceliyordu. Marley düşünür gibi oldu. "Büyük ihtimal Leona'dan haberi var ve neyin peşinde olduğumuzu da tahmin edebiliyor." ortam iyice gerginleşti. Bir ince pamuk ipliği gibiydi her an kopmaya hazır bir halde aramızda gerginlik ve endişe vardı. Savaş hepimizi korkutuyordu. Başımdaki ağrı yoğunlaşmıştı ve şimdi her tarafa ağrı giriyordu. Elimi göğsümün üstüne koyarak düşünmeye çalıştım. "Marley sen bir an önce şu iksir işini hallet. Onay sen de Gölge'ye haber ver savunmayı hazırlasın. Herhangi havadan gelebilecek saldırıya hazırlıklı olmalıyız. Tedbiri elden bırakmamalıyız. Okçular ve uzmanlar kulelerde yerlerini alsın" dedim. Hepsi beni onaylayarak art arda odadan çıktı. Barlas'a dönerek "Sen benimle gel." dedim ve yemek salonundan peşimde onunla birlikte çıktım. İçimi bir endişe kaplamıştı. Bir kemirgen gibi kemirip duruyordu beni, öyle ki her seferinde bu korku ve endişeyi yaşamak canımı çok sıkıyordu. Ne zaman bitecekti? Diyarın üstünde dolanan bu kara bulutların güneş ışığına kavuşmasına ihtiyacımız vardı. Güneş ışınlarının o bulutları delip gün yüzüne bizi çıkarması gerekiyordu. Güne uyanırken 'acaba savaş bugün mü çıkacak?' gibi bir soruyla uyanmak beni yoruyordu. Duvarların arasında sessizliği bozan ayak seslerimiz bize eşlik ediyordu. Barlas da ben de oldukça gergindik. Çünkü bizi neyin beklediğini bilmiyorduk. Aklıma giren tek bir soru diğerlerini geri planda bırakıyordu. Bu savaşın içinde o bunun neresindeydi? Tamamen bana odaklı bu adamın asıl amacı neydi? Onun hakkında merak ettiğim o kadar çok şey varken hiçbir şey bilmemem çok garip değil miydi? Kapalı kutunun içinde neler saklı olduğunu gerçekten çok merak ediyordum. Bir anda hayatıma giren bu adamın gizemi neydi? Sadece o da değildi Reha ve Onay da vardı. Odama geldiğimde Barlas da arkamdan girip kapıyı kapattı. Meraklı bakışlarla hareketlerimi izliyordu. "Neler oluyor Alin?" diye sordu merakla. Bende aynı şekilde neler olduğunu ve benim bilmediğim daha başka neler olduğunu merak etmemdi. Sırlar sırlar sırlar! Her yerden sırlar fırlayıp duruyordu. Ne boklar döndüğünü artık bilmek istiyordum. "Ne gibi?" diye o da bana soru yönelttiğinde gerçekten anlamadığından mı yoksa anlamamazlığa yatmasından mıydı anlamadım. Ona güveniyordum ama sakladığı bir şeyler vardı, bana söylemediği şeyler ve bu beni çok rahatsız etmeye başlamıştı. Ona gerçekten güvenip güvenmeyeceğimi sordurtuyordu kendime. Ona olan güvenimin sarsılmasını istemiyordum ama gerçekler de ortaya çıkmak ister gibiydi. Dudaklarına doğru "Benden ne saklıyorsun?" diye fısıldadım. Soluk verdiği zaman nefesi yüzümü okşayıp geçip gitti. Nefesi yeni meyve yemiş gibi yumuşak, şekerli ve birazda mayhoş kokuyordu. Gözleri kısıldı. Bana daha dikkatli bakmaya başladı ama gözünün önünden söyleyeceklerini tartar gibi bir ifade de vardı. Sanki çok daha farklı bir şey ima etmişim gibi gözlerinin ardında bir hayal kırıklığı geçip gitti. Onu çözmek neden bu kadar zordu? "Bilmeniz gereken bir şey olsaydı Kraliçem bunu zaten bilirdiniz." dedi. Mesafeli bir cevaptı. İşte bu beni daha da şüphelendirmeye yetmişti. "Emin misin?" diyerek üsteledim. Ne duymak istiyordum? Beklediğim cevap neydi ki bu kadar sorguluyordum. "Oldukça." derken sol kaşı havaya kalkarken başını hafif sağa kırmıştı. Bu hareketi beni sinirlendirse de kasıklarımın hareketlenmesine neden olmuştu. Ona neden bu kadar yakın olduğumda bana bir haller olduğunu bilmiyordum. Ya da bilmek istemiyordum. Sahi neden bu kadar yakınındaydım? Yüzünü bana doğru eğdi. Burunlarımız neredeyse birbirine değecekken yavaşça belimi kavradı. Mideme kramp girerken aldığım nefesi tutmak zorunda kaldım onunsa nefesi bu sefer dudaklarıma çarpmaya başladı. Alnını alnıma değdirdi ve gözlerini kapatarak sessizce bir süre öylece durduk. Başını yukarıya doğru kaldırdığında aldığım nefesi hala tuttuğumu fark ettim. Dudaklarını sertçe birbirine bastırdı. "Bilmesen bile sadece senin iyiliğin için olduğunu bil Prenses, bu yeter. Anlıyor musun?" Öylece baktım yüzüne. Sesimi çıkarmadım. Bir uyarı niteliğinde belimi kavrayan eli sıkılaştı. "Güzel." Başı birden boynum ve omuzlarım arasındaki boşluğu doldurdu. Derin bir nefes aldı ve hızla geri çekilerek beni bir boşluğa atarak arkasını dönüp odadan çıktı.
|
0% |