@miadarknesss
|
Gözlerim devamlı dışarıda gökyüzünü izliyordum. Güneş batmıştı ve gecenin karanlığında hiçbir şey görünmüyordu. İçimde bir tedirginlik almış başını gidiyor ve öylece camın önünde bekliyordum. Mortiler bu sefer saldırmak yerine çevremizi kuşatmışlardı.. Bu normal olmasa da Sisli Vadinin emrindeydiler ve uygun bir an kolluyor olabilirlerdi, saldırmak için gelecek emri bekliyorlardı. Gözüme uyku girmiyordu resmen her an saldırma ihtimalleri varken gözümü bir salise bile kırpmak istemiyordum. Teras kapısından çıkan Efi'yi görünce ona döndüm. Yüzü asık canı sıkkın görünüyordu. Enerjisine dair hiçbir iz yoktu. "Hava serin neden terasta duruyorsun?" diye sordu çektiği sandalyeye otururken. Elbisemin kirlenmiş eteklerini toplayarak ona doğru ilerledim ve yanındaki sandalyeyi çekerek oturdum. "Havayı boşver şimdi, senin neyin var?" diye sordum. Dokunsam ağlayacakmış gibi duruyordu ki dokunmama bile gerek kalmadan boncuk gibi yanağından bir damla yaş süzüldü. Sadece neyi olduğunu sormam bile dolmuş bir bardağın taşmasına yetmişti. Endişeli bir şekilde ona baktım. İki gözünden de durmadan yaşlar süzüldü. Hıçkırıkları aralanan dudaklarından terasta yankılanınca sıkıca sarıldım dostuma. Onu böyle görmeye hiç alışık değildim. "Efi, neler oluyor?" diye sordum sesimi olabildiğince sakin ve yumuşak tutmaya çalıştım. Başını iki yana salladı. "Alin ben hiç iyi değilim." Başını göğsüme yasladı. Göğsüm onun ağlayışıyla sarsılırken sıkıca sarıldım. Sabırla sakinleşmesini ve bana anlatmaya hazır olmasını bekledim. Göz yaşlarını silerek benden uzaklaştı. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. "Alin, benim kalbim çok acıyor." alt dudağı titriyordu. "Kalbin neden acıyor Efi?" diye sordum. Sebebini her ne kadar tahmin ediyor olsam da bunun olmamasını ümit ediyordum. "Ben Onay'a aşık oldum." Kendi kollarıyla zarif bedenini sardı. Dizlerini kendine çekerek sandalyede ufacık bir hal aldı. Onu böyle görmek de benim kalbimi acıtırken aşk acısının kalbi nasıl tuz buz ettiğini iyi biliyordum. Zehirli bir sarmaşık gibi yavaş yavaş sarıyordu bedeni sonrasındaysa kurtulamıyordun o zehirden, kaçmak, unutmak, vazgeçmek kolay olmuyordu sevdiğinden. Acı çekeceğini bile bile sevmek en zor olanındandı işte, aşk kimisinin toz pembe hayallerinin ardında cam parçacıklarının ayağına batmasına rağmen bu yolda yürümekti. Bulutların üstünde yürürken bir anda yere çakılmaktı. Kolay değildi ama bir umut yine de bir umut mutlu olacağını düşünüyordun. Peki ya sonuç? Her zaman hüsran. Yüksek hıçkırıklarla dakikalarca ağladı. Ne olduğunu bilmeden sessizce yanında olduğumu belli etmeye çalıştım. Onu yeterince yalnız bırakmıştım. Arkadaşımın şu anki zor zamanında yanında olmak için her şeyi yapardım. Bir süre sonra ağlaması kesildi. Öylece belli bir noktaya kilitlenmiş göz kırpmadan bakıyordu. "Efi ne olduğunu anlatacak mısın? Yoksa ben kendi imkanlarımla mı öğreneyim?" "Hayır hayır anlatacağım sadece dillendirmek benim için hiç kolay değil." o an yutkunma sesini duydum. Kelimelerin boğaza düğümlenmesi ve dışarıya vurmanın kolay olmadığını biliyordum. "Ben, Onay ve Zeyna'nın öpüştüğünü gördüm. Gözlerimin önünde öptü onu." "Onay mı öptü? Sizin aranızda ne zamandan beri bir şey var ki?" diye sordum merakla. Efi'nin Onay'dan hoşlandığını anlamıştım ama işlerin ciddiye bindiğini bilmiyordum. "Biz takılıyorduk beraber vakit geçiriyorduk ama hiç aramızda bir şey olmadı." Öylece Eftalya'ya baktım. Aralarında bir şey geçmemişti sadece Efi, Onay'dan hoşlanıyor olabilir miydi? "Onay'ın Zeyna'yı öptüğünü görmen kalbini ne kadar kırmış olabiliceğini tahmin edebiliyorum Efi ama-" "Onay öpmedi, Zeyna öptü." dediğinde şaka mı yapyorsun der gibi ona baktım iyice aklım karışmıştı. "Onay'ın Zeyna'dan hoşlandığına dair elimizde bir kanıt yok, Zeyna'nın öptüğünü söylüyorsun o zaman Onay'a karşı bir şeyler hissedenin kendisi olduğunu anlamış olduk. Bizim için önemli olan Onay'ın da ondan hoşlanıp hoşlanmadığı." "Onu itmedi ama karşılık verdi. İstemese öpmez. Öyle değil mi?" Kendisini yeterince ikna etmişti. Bu işin ardını şimdi bende iyice merak etmiştim. "Belki de Onay hazırlıksız yakalanmıştır olamaz mı? Şaşkınlıktan ne yapacağını bilememiştir. Hem Zeyna seni gördü mü?" Efi durdu ve biraz düşündü ağlaması kesilirken benim söylediğim teoriyle kafasında şimşekler çakmış gibi bana baktı. "Aliiiiiin! Sen gerçekten inanılmazsın." "Ne oldu ki?" böyle tepki vermesi onun aydınlandığı anlamına geliyordu. "Zeyna beni gördü, ben onunla göz göze geldim, ondan sonra öptü Onay'ı. Her şey şimdi oturdu kafamda bana inat Onay'ı benden almaya çalışıyor. Bilerek yaptı." "Yani sen şimdi diyorsun ki Zeyna sırf sen Onay'dan uzak dur diye gözlerinin içine baka baka Onay'ı öptü öyle mi? Zeyna'nın Onay'dan bu kadar hızlı etkileneceğini tahmin etmemiştim." Gözündeki yaşları elinin tersiyle sildi. "Alin, zehir gibi zekan var biraz da özgüvenin olsa harika birisin." Özgüvenim hakkında yorum yaptığında göz devirmemek için kendimi zor tuttum. "Teşekkür ederim Eficim, şimdi övdün mü sen beni?" "Gerçekler güzelim gerçekler. Özgüvenin biraz tavan yapsa herkesi hamamböceği gibi ezeceksin ama nerdeee." "Deniyorum Efi." "Evet, yıllardır deniyorsun ama bir arpa yol alamadın be güzelim. Kraliçesin artık sen, şu odana kapanma taht odasında göz dağı ver biraz." Konu nasıl oldu da bir anda bana döndü anlamadım. "Sen ağlamıyor muydun demin niye benimle uğraşıyorsun yine?" Dudaklarını büzdü, gözlerini kıstı. "O Zeyna denilen kızın kara saçlarını ellerime dolamazsam şerefsizim." elini yumruk yaparak yüzünün hizasında kaldırdı ve çenesini sıktı. Efi yine vahşiliğini konuşturacaktı sanırım. "Görüntüyü gözlerimin önünden silmeye çalışıyorum sen niye hatırlattın ki şimdi!" "Bu arada Hera nerde?" Omuz silkti. "Bilmem, bugün hiç görmedim onu." dedi. Arkasına yaslandı ve kollarını göğsünde kavuşturdu. Araları açık mıydı? Efi normalde Hera ile devamlı yan yanaydı. "Bir sorun mu var? İkinizin arasında yani?" Saçlarını geriye attı ve toplar gibi yaptıktan sonra yine omuzlarından aşağı sarkıttı. "Benim bir sorunum yok ama Hera uyandığından beri bir garip. Ortalıklarda pek görünmüyor. Odasına giriyor bir daha çıkmıyor. Eskisi gibi hiç vakit geçirmedik. Pek konuşmuyor da, eski enerjisinden iz yok." dedi. Bu garipliği bende fark etmiştim ama halsizliğine ve ölümden dönmesine vermiştim ama üstünden iki hafta geçmişti ve hala davranışlarında bir gariplik vardı. Onu karşıma alıp konuşsam iyi olacaktı. Başka bir derdi olduğunu düşünmeye başlamıştım artık. "Onay'ın yanına gideceğim onunla konuşmam gerekiyor." Ayağa kalktıktan sonra yanıma geldi ve yanağıma minik bir öpücük kondurdu. "Konuşmak istediğine emin misin?" "Hemde çok, hazır tüm cesaretimi toplamışken bunu yapmam gerekiyor. Sevdiğim adamı Zeyna'ya kaptıracak değilim." diyerek hızlı adımlarla uzaklaştı. Gerçekten Efi'nin bu cesareti ve kendine olan güveninin hastasıydım. Dediğim dedik oluşu ve kafasına koyduğu her şeyi yapacak potansiyeli vardı. Tuttuğunu koparmadan asla bırakmazdı ve şu andan itibaren Zeyna, Efi'nin baş düşmanıydı. İçinde şeytanı çıkaracaktı. Peşinden gitmek istesem de belki bu gece onların başlangıcı olacaktı. Bu yüzden oturmaya bir son vererek yatağıma ilerleme kararı aldım. Uykusuz kalıp konsantrasyonumu kaybedemezdim. Uykuya ve güce ihtiyacım vardı. Bu gece Mortiler saldırmak yerine gözetlemeyi tercih etmişlerdi. ________ Huzursuz bir gecenin ardından uykumu tam alamadan gözlerimi yeni bir sabaha açtım. Dışarıdan yağmur sesi geliyordu ve bulutlar iyice vadiyi sarmış görünüyordu. Gök gürültüsü kuşların korkmasına ve vadide seslerinin yankılanmasına sebep olmuştu. Gök gürültüsünü sevmezdim. Böyle havalarda dışarıda olmaktan hiç hoşlanmazdım. Normal yağmuru severdim ama şimşek ve gök gürültüsünden korkardım. Bu yüzden camdan bile uzak dururdum. Hera sabah sessizce odama girmiş ve banyomu hazırlamıştı. Efi ve ikisinin ağzından tek kelime bile çıkmamıştı. İkisi de ifadesiz bir şekilde işlerini yapmıştı. Efi, Onay'la konuşacaktı acaba konuşabildi mi? Sormak istesem de onunla baş başayken sorsam daha iyi olacaktı bu yüzden hiç konuyu açmadım. Beni hazırladıklarından sonra taht odasına geçtim. Gölge ve Barlas salonda beni bekliyorlardı. Gölge'nin elinde bir kaç kağıt vardı. "Günaydın beyler." diyerek tahta ilerledim. İki yakışıklı bir sanat şaheseri gibi karşımda duruyordu. Barlas her zamanki gibi yüzü ifadesiz bir şekilde bana bakıyordu. Gölge ise geriye doğru taradığı saçları hafif dağılmış tutamları bir kuş tüyü gibi alnına dokunuyordu. Oldukça bitkin görünmesi gözümden kaçmamıştı. İkisi de aynı anda "Günaydın Kraliçem." dediğinde bir koro şeklinde söylediklerinin farkına varınca birbirlerine baktılar. Aralarında görünmez birbirlerine kılıç çekilmiş gibi bir hava vardı. En baştan beri bu ikisi birbirlerine ısınamamıştı. Hala da ısınamadıklarını görebiliyordum. Onların bu gerginliği beni de geriyordu. "Evet, son durumlar nedir beyler?" diye sordum tahta otururken. "Bir kaç imzalanması gereken belgeler ve elçi ile gönderilen bir notunuz var. Bunlar dışında, eğitimleri sıkılaştırdık ve kulelerdeki muhafız sayısını arttırdık. Silahlanmayı da arttırdık. Sadece büyü savunması değil okçuları da nöbet kulelerine yerleştirdik. Komutan Zalton da bizzat eğitim ile ilgileniyor. Ayrıca Saray içi teftişi de arttırdık. Saraydaki köstebeği bulabilmek için güvenilir muhafızlarla birlikte herkes tek tek yakından takip ediliyor. Bir açık bulmamız yakındır." "Güzel, şu imzalanması gereken dosyaları da getir." Hızlı ve büyük adımlarla merdivenleri tırmandı ve dosyaları getirdi. Bir kaç tane ödeme izni, erzak giriş izni ve limandan geçiş izinleri falan filan zırvalığını hızlı bir göz atma sonrası imzaladım. Gündoğumu Vadisinden getirilecek asker onay formunu da son olarak imzaladıktan sonra ona mumlu yüzük mührümü bastım. Bu Gündoğumu Vadisine gidecek belgeydi. "Elçi ile gelen not nedir?" diye sordum. Gölge arkasına dönüp Barlas'a baktı. Barlas sertleşen yüzüyle birlikte elindeki zarfla yanıma geldi. Bana uzatmadan önce tereddütle ikisi birbirine baktı. "Ne o kötü bir haber mi? İkinizin yüzü de bir tuhaf." dedim en sonunda. "Ver artık şunu." dedim sert bir ses tonuyla. Barlas verdiğim emri yerine getirerek elinde tutmaktan buruşturduğu kağıdı bana uzattı. İyice tedirgin olmuştum kağıdı hızla açmaya çalışırken Barlas "Sisli Vadiden, İris sana tehdit mesajı göndermiş." dediğinde kağıdı açmayı bırakarak Barlas'a baktım. "Kendince göz dağı vermeye çalışıyor yani." "Öyle de denilebilir." Kağıdı açtım ve notu okudum.
'Son günlerinin tadını çıkar küçük sıçan, hiç beklemediğin bir anda geleceğim.' -İRİS Ondan gerçekten korkacağımı mı sanıyordu? Güçlerim gerçekten olmasaydı ve ben insan olsaydım evet büyük ihtimal ondan korkardım o da ona karşı koyamayacağımdandı. Şimdi işler farklıydı. Güçlerimin geri kalanını geri alacaktım ve bu benim için büyük bir avantajdı ama sadece güç değil iyi bir plan da gerekiyordu. Bütün gece gökyüzünü izlerken aklıma bir şeyler gelse de işe yarayıp yaramamasından şüphe duyuyordum bu yüzden daha iyi düşünmem gerekiyordu. Onun için güzel sürprizler hazırlamalıydım. Benimle ve vadiyle uğraşmanın bedelini ödeyecekti. "Ne yapacağız?" diye sordu Gölge. "Önce güçlerimi geri alacağım ondan sonra da büyük bir toplantı düzenleyeceğiz." Barlas "Alin bu çok tehlikeli, iksirin yapımı çok zor hayatın söz konusu!" dediğinde duyduğu endişeyi yüzünden okuyabiliyordum. "Barlas haklı Alin, ölebilirsin. O güçler olmadan da yeterince güçlüsün bunu yapma." İkisine de öfkeyle baktım. Bu benim verebileceğim bir karardı nasıl olur da bana karşı çıkarlardı! "Benim verdiğim kararları ne zamandan beri sorgular oldunuz?" "Sen saçma sapan bir işi kalkıştığından beri." Gölge'ye hızla döndüm. "Benimle nasıl böyle konuşursun!" sesim olduğundan yüksek ve kızgın çıkmıştı. Gölge'nin kaşları çatılırken ona bağırmamın üzerine yüzünde büyük bir burukluk oluştu. Ama öfkemin bir durdurağı yoktu. Bedenim alev alev yanıyordu sanki içimdeki o sıcaklığı, o lavın kabardığını sinir uçlarıma kadar hissediyordum. "Bunu yapma." dedi sesi kısılmıştı. Gözleri adeta bana yalvarır gibi bakıyordu. "Gölge de ben de senin iyiliğini düşünüyoruz Alin, ölebilirsin. Eğer bir şeyler planlandığı gibi gitmezse seni kaybederiz ve benim seni kaybetmeye hiç niyetim yok." "Siz beni korumakla bende bu vadiyi, bu diyarı ve sizleri korumakla sorumluyum. Sence hangimizin yükü daha fazla?" diye sordum ikisine de. Sustular. Ve öylece bana baktılar. "Bir daha kararlarımı sorgulamayın." dedikten sonra hızla taht salonundan çıktım. Odama bir hışımla girerken sırtımı kapıya yasladım ve derin bir soluk aldım. Aynanın karşısına geçip başımdaki tacı çıkararak bir kenara koydum. Ayna da kendimle karşı karşıya geldiğimde gözlerimin ateş kırmızısı gibi parıldadığını gördüm. Öfke tekrardan göğüs kafesimi sıkıştırmaya başladı. Kendimi tuttum. Gözlerimi kapattım. Derin nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Kendimi bu kadar zayıf hissediyor olmam beni şaşırtıyordu. Duygularıma yenik düşmem ani hareketlerim herkese zarar veriyordu. Çevremdekileri kırmaya başlamıştım. Vücudumdaki tüm güç çekildi. Bedenimin yanması yavaşça söndü. Kollarım iki yanımda sallanırken gözlerimi sıkıca yumduktan sonra yavaşça geri açtım. Göz rengim eski okyanus mavisine dönerken kendimi ağlamamak için tuttum. Gözlerime dolan yaşları geri püskürtmeye çalıştım. Bir anım bir anımı tutmuyordu ne hissedeceğimi iyice şaşırmıştım. Dengem tamamen alt üst oldu. Kendime bir anda deli gibi güvenirken ufak bir şeyde hemen o güvenim kayboluyordu. Efi haklıydı asla onu gibi özgüvenli değildim. Olamıyordum. Cesaretim ve kendime olan güvenim anlık sürüyordu. Kendimden nefret etmemek için zor tutuyordum. Güçlerimi kullanabilmeyi ve onlara hakim olmayı başarabilirsem geriye kalan şeyler benim için ip söküğü gibi gelecekti. Elimi yüzüme doğru kaldırdım. Ve büyümü kullanmaya çalıştım. Yavaşça elimde bir alev topu oluşmaya başladı. Sanki elimde küçük bir top havada süzülürken elimde çevirip onu hareket ettiriyordum. Alev topunu biraz daha büyüttüm sıcaklığı yüzümü yalayıp geçiyordu ama sıcak bana zarar vermek yerine sanki tenim o sıcaklığı emiyordu. Kapı sertçe açıldı. Gölge kapıyı bile çalmadan odanın içine öylece dalmıştı. Elimdeki alev topunu hızlıca yok ettim. "Ne oluyor Gölge?" diye sordum. Kapıyı çalmadan girmesine sinirlenmiştim. "Bazı şeyler için daha fazla geç olmasına izin vermeyeceğim." "Ne için geç olmadan?" aklım karışmıştı. Neyden bahsettiğini anlamamıştım. "Bunun için." Büyük hızlı adımlarla yanıma geldi ve iki eliyle de yanaklarımdan kavrayarak beni tamamen yakıp kavuracağını bildiğim o hareketi yaptı. Dudakları dudaklarımla birleşip dans ederken kalbim olduğu yerden kanatlanıp uçacakmış gibiydi. Bacaklarım titriyor ellerimi nereye koyacağımı bilemiyordum. Bu sefer sadece benim bedenim yanmıyordu. Gölge'nin de bedeninin yandığını hissedebiliyordum. Sıcaklığı içimi kavururken dokunuşu daha fazlasını istememe neden oluyordu. Yıllarca hayalini kurduğum şey şu anda gerçekleşiyordu. Sadece benim duygularım değil onunda duygularından emindim artık. Ellerimi saçlarının arasına gömdüm. Yumuşak saçlarının arasında parmaklarım kaybolurken sıkıca kavradığı belimle birlikte kendine doğru çekti. Kendini bana bastırırken mideme kramplar girdi. Aradaki engelleri çıkarıp atmamak için kendimi zor tuttum. Bubenim hayal ettiğimden de güzeldi. Yumuşak ve dolgun dudaklarının tadını hep tahmin etmeye çalışmıştım ama şimdi tadının keyfini çıkarıyordum. Nefes almak için dudaklarını ayırdı. Arzu dolu bakışlarla gözlerimin içine bakarken hızlı hızlı nefes alırken inip kalkan göğüslerimiz birbirine çarpıyordu. "Ben, ben üzgünüm. Düşünmeden hareket ettim ben, Gerçekten üzgünüm." Parmağımı dudaklarının üstüne bastırdım. Baş parmağımla dudaklarını yavaşça okşadım. Onlara dokunmaya fırsatım varken bunu kaçıramazdım. Sonra parmak uçlarımda yükseldim ve minik bir öpücük kondurdum. "Özür dileme. Bb-bu çok güzeldi." Gülümsedim. Gerilen kasları elimin altında yavaşça gevşedi. "Alin ben sana bir şey olmasına izin veremem. Seni kaybedemem." Elini tuttum. Şişkin damarları elinin üstünde oldukça belirgindi. "Bana bir şey olmayacak." dedim onu rahatlatmaya çalışarak. "Ben seni kaybetmekten çok korkuyorum Alin, sana bir şey olacak düşüncesi bile beni mahvediyor benden buna izin vermemi bekleme." Yavaşça geri çekildim. Sıcaklığından uzaklaşınca bir soğuk dalgası çarptı bedenime. "Halkımı korumak zorundayım, güçlerimin hepsine sahip olursam bu benim işimi daha da kolaylaştıracak. Sadece benim yanımda olun yeterince kendi başıma bir savaş veriyorum." Başını aşağıya eğdi. Kendi düşünceleriyle bir münakaşa ediyormuş gibi bir hali vardı. Ellerini tutarken baş parmağımla damarlarının üstünde hareket ederek elini okşuyordum. Daha çok damarlarının bana verdiği minik zevkin tadını çıkarıyordum. Onun bana vereceği cevap çok önemliydi. O bana destek olmazsa kanadımın biri kırıkmış gibi hissedecektim. Bana karşı olmaları beni karanlık ormanın ortasında bir başıma bırakmalarına benziyordu. Kaderime terk edilirken çabam sadece halkım içinken bir de yalnız bırakılmak kendimi tamamen yalnız hissettiriyordu. "Bunun çok tehlikeli olduğunun farkındasın değil mi?" son kez beni vazgeçirmeye çalışıyordu ama benim kararım kesindi. Güçlerimin kalanını geri alacaktım. "Her şeyin farkındayım ve ben bunu göze alıyorum." dediğimde anladım der gibi başını salladı. "Pekala." dedi ve durakladı. Bana sarılırken alnıma küçük bir öpücük kondurdu. Çenesini başıma yaslarken burnunu saçlarıma gömerek kokumu içine çekti. "Yanında olacağım. Sen ne karar verirsen ver ben her zaman seni destekleyeceğim." "Teşekkür ederim." İçim işte şimdi sıcacık olmuştu. İkimizin de kasları gevşerken bu anın tadını çıkarmaya karar verdik. Günün geri kalanını onunla geçirdim. Plan yapmaya çalışıyorduk. İris'in gönderdiği not boş bir tehdit mesajı değildi. Bir planı vardı ve fırsat kolluyordu. Mortiler oldukça yüksekten uçuyor olsa da onları görebiliyorduk. İris onları fark ettiğimizi biliyor muydu emin değildim. Sadece tek bildiğim her an bir saldırı yapabileceğiydi. Gölge, İris'in her an saldırma ihtimaline karşı peşimizde bir sürü muhafız dolandırıyordu. Kendisi de yanımdan bir an bile ayrılmayacağını söyleyip duruyordu. İris'ten korkmuyordum. Fazla egoist ve çok hırslı bir kadındı. Marley onun tehlikeli biri olduğunu söylese de Fasih benim babamken İris'in bana dokunmaya cesareti var mıydı bilmiyorum. Lakin gözünü hırs bürüyen birinin gözü hiçbir şeyi görmezdi. Hırs bu evrende herkese her şeyi yaptırabilirdi. Belki de sadece hırs değildi, sevdiklerine zarar gelmesin diye her şeyi yapabilecek biri, daha tehlikeli olabilirdi. "Gözlerin kırmızı olduğunda çok korkutucu görünüyorsun." "Korkutucu görünmem iyi bir şeydir belki." "Ben okyanus mavisi gözlerini tercih ederim." dedi. Yüzümde kocaman bir gülümseme oluşurken utanarak başımı yere eğdim. "Utandın mı sen?" dedi çenemi parmaklarının ucuyla tutup kaldırırken. Gözlerimi kaçırmaya çalışsam da başaramadım. Gülerek bana bakıyordu. "Güldüğünü görmek çok güzel Alin. Seninle vakit geçirmeyi çok özlemişim." Kolunu kıvırarak bana uzattı. Uzattığı koluna girerek yavaş adımlarla bulutlu gökyüzünün altında yürüdük. Havuzun etrafında yürürken yağmur çiselemeye başladı. İkimiz de aynı anda gökyüzüne baktık. Tam başımın üstünde büyük bir şimşek gökyüzünü aydınlattı. Korkuyla çığlık atarak olduğum yere sindim. Başımı dizlerime gömerken ellerimle kafamın üstünü örttüm. Gök yarılırcasına gürlediğinde sese karışan Gölge'nin bana seslenişi araya karışmıştı. "Aliiin! Hadi kalk güzelim, bak hiçbir şey yok. Gel hızlıca içeri girelim." ama sesi boğuk geliyordu. Sanki denizin derinlerinden konuşuyormuş gibiydi. "Çabuk bir şemsiye getirin!" diye seslendiğini duydum. Muhafızların ayak seslerinin yerde yankılanışını duyuyordum. Gözlerimi sıkıca yummuştum. "Alin, hadi güzelim kalk." kollarımdan tutup kaldırmaya çalıştı beni ama kilitlenmiştim. Vücudum titremekten kendini kasmıştı ve hareket etmemi engelliyordu. Ağlıyordum. Bir hıçkırık kaçtı dudaklarımın arasından. Muhafızların içinde gök gürültüsünden korkmak çok rencide ediciydi. Daha gök gürültüsünden korkarken savaşmak mı? Gerçekten mi? Daha savaşın nasıl olduğunu bilmezken halkımı nasıl koruyacaktım? Yağmur vücudumu ıslatırken bir anda kesildi. Merakla başımı gömdüğüm yerden kaldırırken bana tutulan şemsiyenin yağmuru kestiğini gördüm. Gölge elini bana uzatmış endişeli bir şekilde bana bakıyordu. "Gel güzelim." Güzelim. Ne kadar güzel bir kelimeydi. Bana uzattığı eli sıkıca kavradım. Kalktığım gibi koşar adımlarla saraya ilerledim. Elbisemin eteklerini adeta kucaklayarak merdivenleri tırmandım. Gölge bir yandan bana yardımcı olmaya çalışırken bir yandan da ıslanmamam için şemsiyeyi bana tutuyordu. Son anda içeri kendimizi attığımızda ikimizinde çoktan ıslanmış olduğunu gördüm. Saçlarımız banyodan çıkmış gibi ıslanmıştı ve yüzümüzden sular süzülüyordu. Makyajımın aktığına emindim. Gölge'nin saçları yüzüne yapışmıştı. Bana endişeli gözlerle bakıyordu. "İyi misin?" diye sordu. "Evet- evet iyiyim. Küçüklük korkumu bir türlü yenemedim." dedim kekelememeye çalışarak. Etrafına bakındı. "Hasta olmadan üzerimizi değişsek iyi olacak." dedi. Kafamı sallayarak "Bence de."diyerek onayladım. Muhafızlarda ardımızda bezimle ıslak bir şekilde bekliyorlardı. Onlara dönerek "Bana Hera ve Eftalya'yı gönderin. Sonra sizde kurulanın." diye emir verdim. "Emredersiniz majesteleri." selam durup hızla uzaklaştılar. Gölge "Sana odana kadar eşlik edeyim." dedi. Başımı olumsuz anlamda sallarken "Gerek yok. Sende hasta olmadan kurulanmalısın. Ben kendim giderim." dedim. "Seni yalnız bırakamam." diye benimle inatlaşırken ona ters ters baktım. Onun bu inatçı ve karşı çıkma huyunu hiç sevmiyordum. "Gölge ben iyiyim, bak birazdan kızlar da yanıma gelecek. Bir şey olmayacak." dedim onu ikna etmeye çalışarak. Gerçekten onu bir şeye ikna etmek çok zordu. Israrcı yapısı yüzünden her zaman onunla sorun yaşamışımdır. Ne rütbe tanırdı ne de büyük sözü dinlerdi. Kendi doğrusu her zaman onun için doğrudur. "Peki, tamam o zaman ben on dakikaya kalmadan yanına geliyorum." dedi ve aceleci adımlarla koridorun sonuna doğru ilerlemeye başladı. Ardından "Acele etme benim hazırlanmam daha uzun sürer." diye seslendim. Duyduğundan ya da söylediğimi umursayacağından şüpheliydim. Daha fazla ıslak bir halde durmamak için bende odama gittim. Her yerim su gibiydi. Saçlarımın bukleleri düşmüş göz makyajım çok olmasa da akmıştı. Elimin tersiyle çenemden süzülmek üzere olan damlacıkları sildim. Elbisenin etekleri ıslaklıktan birbirine iyice yapışmıştı ve ıslak toz ve çamurlar elbisemi kirletmişti. Kapı aralanıp içeri usulca Efi ve Hera girdi. "Alin bu ne hal?" diye sordu Efi dehşet içinde. İkisinin de gözleri kocaman açılmış şok içinde bana bakıyordu. "Bu havada dışarıda ne işin var Alin? Sen böyle havalarda kafanı bile dışarı çıkarmazdın." diyen Hera çok güzel bir noktaya parmak basmıştı. Evet çıkmazdım ama Gölge ile yapacağım yürüyüşü kaçıramazdım hele ki o öpüşmeden sonra onunla geçirdiğim her an benim için çok değerliydi. Kızlara bunu haykırarak söylemek istesem de sustum. Omuz silkerek geçiştirdim. Söylemek için çok erkendi. İkisinin de sevineceğini biliyordum ama biz sadece minik bir an yaşamıştık. Aramızda herhangi bir şey yoktu bu yüzden şimdilik kızlara söylememe kararı aldım. "Hoşlanmam ama biraz canım sıkkındı yürümek istedim." "Gölge ile kavga mı ettiniz?" diye sordu. Hera bunu nereden biliyordu bilmiyorum ama sorusuna karşılık nasıl bir cevap vereceğimi bilemedim. "Sen nereden biliyorsun?" diye sordum sorusuna karşılık. "Koridordan geçerken bağırış seslerini duydum. İkinizin de. İçeri girip sana bakmak istedim ama belki özel bir şey konuşuyorsunuzdur diye sessizce uzaklaştım." dedi. Efi elinde kahverengi tonlarda bir elbiseyle yanıma geldi. Elbiseyi yatağımın üzerine koyduktan sonra üstümdeki elbiseyi çıkarmaya başladı. Hera elinde tarakla sırasını beklerken kapı açıldı ve hepimiz şokla o tarafa bakarken Efi ve Hera beni kapatmak için önüme geçti. "Ooo! Yanlış bir zamanda mı geldim?" diye sorarken gözünü bile ayırmadan baktı. Marley elinde tuttuğu şişeyi hafifçe sallarken yüzünde hınzır bir gülümseme vardı. İçeriye girip kapıyı kapattıktan sonra kendini yatağıma attı. Elinde iksir şişesini sıkıca tutarken dirseğinden destek alarak hafifçe yan bir şekilde uzanırken gözleriyle beni süzüyordu. "Islakken daha seksiymişsin küçük kraliçe." dedi yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Marley'in her zaman olduğu gibi yine libidosu oldukça yüksekti. Kızlar kendi aralarında kıkırdarken benim tek düşündüğüm iksirin hazır olduğuydu. "Hazır mısın?" diye sordu. Efi elbisemin iplerini sıkarken heyecanla başımı salladım. "Hem de çok." diye yanıtladım onu. "Risklerinden tekrardan bahsetmeme gerek var mı?" diye sordu yattığı yerden doğrulurken. "Hayır yok. Her şeyi çoktan göze aldım ben." dedim. Hera endişeli gözlerle bana bakıyordu. "Alin bunu yapmasan mı?" dedi. Elindeki tarağın uçlarını tırnaklıyordu. O da Gölge gibi beni vazgeçirmeye çalışacaktı sanırım. "Bunu yapmak zorundayım Hera, sizi ve halkımı korumak için daha güçlü olmalıyım." dedim. Bende korkuyordum herhangi bir yanlış şey canıma mal olacaktı. Geri dönüşü olmayacak bir yoldu ama denemeden bilemezdik. "Ama sana bir şey olursa bizi hiç mi düşünmüyorsun?" gözleri dolmuştu. Onun bu masumiyeti benim tüm gardımı indirmeme yetiyordu. Yavru köpek bakışları beni her zaman yenmişti ama bu sefer yenemeyecek kadar kararlıydım. Ona ilerledim ve iki omuzlarından tuttum. "Sizi düşündüğüm için bunu yapıyorum ve sana söz veriyorum bana hiçbir şey olmayacak." sıkıca sarıldım. O da bana sarılırken gözünden akan yaşın omzuma düştüğünü hissettim. Belki de şu an elindeki son kozu kullanıyordu. "Söz verdin." "Sözüm söz." dedim yüzümde ona güven vermek ister gibi gülümserken. Saçlarımı büyü ile kurutup taradıktan sonra tacı başıma taktı. Saçlarımı düz bırakırken akan makyajımı temizleyerek sade hızlı bir makyaj yaptı. Marley ve Efi sessizce bizi izliyordu. Marley ise daha çok heyecanlı gibi duruyordu. İçimde anlamlandıramadığım bir kıpırtı vardı. Korkuyordum ama heyecanlıydım da. Nasıl hissedecektim şu anki hissettiğim histen daha fazlası olacak mıydı? Güçlerime hakim olabilecek miydim? Kontrol edebilecek miydim? Aklımda deli gibi bu sorular cirit atıyordu. Öyle ki kimseyi hayal kırıklığına uğratmak istemiyordum. Gücümün karşısında herkesi korumak düşmanıma korku salmak istiyordum. Tek ihtiyacım olan gücümü kontrol etmekti. "Korkuyor musun?" Marley'in sorusuna karşılık ona baktım. İçimde yaşadığım duyguları açığa çıkarmalı mıydım? Yoksa rol mü yapmalıydım pek emin değildim. "Sanırım evet." Ortamda sessizlik oluştu. Hepimiz birbirimize bakıyorken Marley "Büyük bir alana ihtiyacımız var." Hera "Taht salonu yeterince büyük." dediğinde Marley onu onayladı. Yüreğim göğsümden çıkacakmış gibi atıyordu. Dışarıdan hala yağmur sesleri gelirken koridorda adım seslerimizden başka ses yoktu. Bu gece ya son olacaktı ya da gelecek zamanın tarihini yazacaktık. Koridorun sonuna geldiğimizde Barlas, Gölge ve Onay ile karşılaştık. "Bizde sana bakmaya geliyorduk." Hepsi oldukça gergin görünüyordu. Çünkü herkes ne olacağını tam olarak bilmiyordu. Diken üstünde kendimi Marley'e teslim ediyordum. Koridorda sert bot sesleri yankılanırken Reha elindeki elmayı havaya atarak geri yakaladı. "Ee, başlamıyor muyuz?" diye sordu. Umursamaz haliyle önden taht salonuna geçti. Çektiği sandalyeye otururken elmasından bir ısırık aldı. Şu anda canımın elma çekmesi normal miydi? Ardımızdan sırayla herkes salona doluştu. Gölge her zamankinden daha gergin görünüyordu. Onun gerginliği bana da yansırken Hera ve Eftalya'nın gözlerindeki korkuyu gördüm. Hera neredeyse ağlayacak gibiydi. Marley elimden tuttu ve herkesten beni uzaklaştırarak salonun ortasına doğru çekti. "Nasıl bir etkisi olacağını bilmiyoruz küçüğüm, diğerlerine zarar gelsin istemeyiz." Karanlık bir caddede yolumu kaybetmiş de bir daha eve gidemeyecekmişim gibi hissediyordum. Gölge'ye son bir kez baktım, acı çekiyordu. Tam kavuşmuşken ayrı kalacağımızı düşünmek kendimi jiletlemek gibi bir histi. Ona gülümsedim. Sorun yok der gibi baktım son kez. Marley'in bana uzattığı iksir şişesini aldım. Leona kapının yanında korkuyla bizi izliyordu. Tedirgindi. Minik bedeni kanatları sayesinde biraz havada duruyordu. Sessizce herkesten uzakta bizi izliyordu. Elimdeki iksir şişesine baktım ve sıkıca tutarak tıpasını çıkardım. "İçtikten sonra ellerini bana ver tatlım." başımla onayladım. Marley gözlerini kapattı ve büyünün sözlerini söylemeye başladı. Ne dediğini anlamıyordum ama söylediği kelimeler ağzından çok sert çıkıyordu. Kaba kelimeleri art arda söylerken gözlerimi sıkıca yumdum ve şişeyi bir dikişte içtim. İğrençti. Kıvamı bozulmuş yumurta akı gibiydi ve tadı bataklıktan toplanmış yosun içine kurbağanın organları sarılmış gibi tadı vardı ve bu midemi alt üst etti. Bu zamana kadar içtiğim en berbat şey bu olabilirdi. Midemde değişik bir kıpırtı oluştu. Marley büyünün sözlerini daha hızlı söylemeye başlarken içeride bir anda rüzgar etrafımızı sardı. Saçlarım yüzüme vururken Marley bağı koparmamak için ellerimi sıkıca tutuyordu. Korkuyla etrafıma bakınırken Efi'nin Onay'a sarıldığını gördüm. Gölge her an bana doğru koşacak ve beni durduracakmış gibi duruyordu. Barlas'ın ise yüzünden hiçbir ifade okunmuyordu. Onun yaşadığı duyguların hiçbirini anlayamıyordum. Rüzgar taht salonun çamlarını açıp duvara çarpmasına sebep oldu. Marley deli gibi sözleri söylemeye devam ederken bir ileri bir geri sallanmaya başlamıştı. Marley'in gözleri kaymaya başladı. Bedeni sarsılırken etrafında simsiyah bir duman oluştu. Havada hızla dolaştı. Etrafımızda bir çember oluştu. Duman etrafımızda dönerken rüzgara meydan okuyorduk. İçimde bir şeylerin kıpraştığını hissediyordum. Bir boşluk bir savruluş. Başımdan aşağı siyah bir boya akarmışçasına duman bana doğru yoğunlaştı. Ellerim terliyor iyice kayganlaşıyordu. Gözlerim bulanıklaştı. Her yer kapkaranlıktı. Hiçbir şey göremiyordum. Midem bulanıyor, bedenim yanıyordu. Damarlarımda akan kan sanki hızlanmıştı. Nabızım yükselmiş bedenim cayır cayır yanıyordu. Sıcak. Sıcaklığı her yerimde hissedebiliyordum. Kulaklarım uğulduyor Marley'in söylediği şeyleri artık sadece uzaktan bir kuyunun derinliklerinden duyuyordum. Bağırışlar yükseldi. Birilerinin bana seslendiğini duyuyordum ama artık bir anlamı yoktu. Hiçbir şeyi ayırt edemeyecek kadar kendimde değildim. Ben, benden farklıydım. Ben şu anda burada bile değildim. Bağ koptu. Ellerim ayrıldı. Marley'in bedeninin yere savruluşunu hissettim. Marley'in adını duydum. Ayaklarım yerden kesildi. Rüzgar mıydı beni havalandıran yoksa güç mü? Siyah duman bedenimde damarlarımda sanki bir yere ulaşmak istermiş gibi akıp duruyordu. Damarlarım patlayacak gibiydi. Isıyı avuç içlerimde hissediyordum. Gücü her yerimde hissdiyordum. Sanki bana yalvarıyordu. Dışarı çıkmak, her yeri kasıp kavurmak istiyordu. Adeta yalvarıyordu. Dudaklarım aralandı. Bir çığlık feryat etti. Ve gözlerim fırlayacak gibi kocaman açıldı. Kollarım iki yana kendiliğinden açılırken bedenim alev aldı. Benim çığlığıma başka çığlıklar karıştı. Yanıyordum. Ama yanmıyordum. Ateş bana zarar vermezken etrafımda koca bir ateş kapanı oluştu. Ateş adeta bana itaat ediyordu. Güç. Bu güç benimdi. Bana aitti. Ve şimdi ben ona tamamen sahiptim. Gücümü geri almıştım. Artık eksik yarım tamamlanmıştı. Korku dolu gözlere tek tek baktım ve alevlerin arasından gülümsedim.
|
0% |