Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. Bölüm- SINIRLAR

@miadarknesss

İkinci bölümden herkese merhaba hikayeye adapte oldunuz mu bakalım?

Hadi bölüme geçelim.

___________

Kaderin her zaman gerçek olduğuna inanmıştım. Mümkün olmayacak şeyi yaşamazdınız, kaderiniz her zaman sizi yönlendirirdi. Kim bilir belki de bizim gizem dolu bir hayatımız olacaktı. Belki aklımın ucuna dahi gelmeyen şeyleri yaşayacaktım. Kim bilir.

Şıkır şıkır göz alıcı salonun kahkaha ve sohbet dolu gürültü ile dolup taştığını görmek beni oldukça duygulandırdı. Bu salon her zaman boştu. Ben doğduktan sonra tabii...

Şimdiyse ilk dans açılışını bekleyen insanların meraklı ve şaşkın bakışlarıyla karşı karşıyaydım. En azında çirkin olduğuma dair yayılan dedikodular artık son bulur diye ümit ediyorum. Annem ayağa kalkarak yanıma geldi.

"Sevgili halkım!" diye seslendi. Herkes susup dikkatle annemi izliyordu. "Sevgili kızım Prenses Alin bugün on sekizine girdi ve siz değerli halkım, bugün bu güzel günde bize eşlik ettiğiniz için size minnettarım. Şimdi Prensesin ilk dansı için bir beyefendi gerekli." diyerek hem yanaklarımın kızarmasına sebep oldu hem de kendisi bana imalı bir bakış attı. Ama gözlerinde tedirginlik kol geziyordu. Sanki kim olursa olsun dans etmemi istemiyor gibi bir hali vardı.

Göz göze geldiğim genç adam bana doğru bir adım attı. Kalabalığın arasında yavaş ve sakin adımlarla yürüyordu. Büyücüler ona yer açarak geçmesine izin veriyorlardı. Ondan başka kimse harekete geçmemişti. Annem bu cesareti takdir eder gibi genç büyücüye baktı. İnceliyor ve tartıyordu. Tehlike çanlarının olup olmadığını hissetmeye çalışıyordu. Ben bir insandım, büyücü halkı insan sevmezdi, küçük görür ve tiksinirdi. Bu genç büyücü bir istisna olabilirdi sanırım.

Siyah kıyafetleri ve koyu renk sakalları ve mükemmel bir biçimde şekil verilmiş saçları oldukça hoş görünüyordu. Gözlerim Gölge'yi aradı. Salon girişinin orda muhafızların yanındaydı, yine bir ton emir veriyordu. Bu tarafa bakmıyordu bile...

Genç adam kalabalığı yarıp tam önümde merdivenlerin aşağısında durdu ve dizlerini tam yere değdirmeden bir dirseğini dizine diğer elini de göğsüne koyarak selam verdi.

"Kendini tanıt." diyerek emir verdi Annem. Genç adam bakışlarını anneme çevirdi. "Syram halkından Barbar Majesteleri, Büyükbabam ve babam Toros Savaşında sizlerin yolunda can verdiler efendim."

"Ruhları huzur bulsun." diyen anneme baktım. Başıyla onay verince bir adım öne gittim ve hafifçe dizlerimi kırarak selamladım. Ayağa kalkarak merdivenlerin başında bana doğru elini uzattı ve beni bekledi. Bu elbiseyle düşmemek için oldukça büyük bir çaba sarf ederken yavaş bir şekilde indim ve elimi eline bıraktım. Büyük ve zarif olduğu kadar güçlü olan ellerinin arasında benim ince ve küçük ellerim kaybolmuştu. Yan yana salonun ortasına ilerledik. Dans usulüyle gözlerimizi ayırmadan tam ortaya geldik. Koyu kahverengi olan gözlerinin içinde parlayan sarı saçlarımla kendimi görüyordum. O kadar dikkatli bakıyordu ki yanaklarıma kan akın etti.

Müzik başladığında tekrardan birbirimizi selamladık. Eller değmeden üç kez bir daire çizdik, uzaklaşıp tekrar eller değmeden karşılıklı tuttuk. Üç kez de diğer tarafa doğru döndük ve ayrılıp tekrardan bir araya geldik. Sağ elimi tutarak beni üç kez etrafımda döndürdükten sonra elimi bıraktı ve ben durdum. Bu sefer etrafımda silah kabzasını tutarak etrafımda o döndü. Gözlerini gözlerimden hiçbir şekilde ayırmıyordu. Avına yaklaşan avcı gibi görünüyordu.

Elini uzattı tuttuğumda zarifçe beni kendine çekti ve salonun ortasında döne döne dans etmeye devam ettik. Bir elimden tutarken uzaklaştım ve geri ona yaklaşırken belimin iki yanından beni tuttu ve havaya kaldırarak üç kez de bu şekilde döndük. Eğitmenim değil de gerçekten dans ediyor olmak çok güzeldi. Şıkır şıkır yanan salon ışıklarının altında zarifçe dans ederken yüzümde oluşan gülümsemeye engel olamadım. Kollarımı göğe doğru açtım. Beni indirirken omuzlarına, omuzlarından da ellerine doğru yavaşça okşayarak indim. Tek elimi tuttu ve eğilerek selamladı böylece dansı sonlandırmış oldu.

Müziğin ardından başka bir müzik çalmaya başlayınca diğer bütün büyücüler gülüşler eşliğinde dans etmeye başladılar. İkramlar ardı ardına gelirken adının Barbar olduğunu öğrendiğim adama son kez baktım ve annemin yanındaki tahta oturdum.

Heyecanımı her yerimde hissediyordum resmen bacaklarım titriyor, başım dönüyordu. Annem memnun olmuş bir yüzle bana baktı. Herkes o kadar eğleniyordu ki -buna ben de dahi- ortam çok sıcaktı.

Zalton sağlam ve sert adımlarla kalabalığı yararak yanımıza geldi. Kraliçeye selam verdikten sonra annem gelmesi için işaret verdi. Merdivenleri aşarak annemin kulağına yaklaştı. Gürültüden ne söylediğini anlayamıyordum ama annemin kaşları çatılmıştı.

Bir terslik mi vardı yoksa durum bildirisi miydi emin olamadım. Kalabalık dans edip eğlenirken onların ne kadar mutlu olduklarını anlamıştım. Yıllar sonra saray balosuna katılmışlardı ve bu onlar için yeterince mutluluk vericiydi. Ben doğmadan önce sarayda davetler ve kutlamalar çok fazla olurmuş. İşte beni suçlamaları için bir neden daha, onları bu eğlenceden mahrum bile bırakmıştım. Bunun benim suçum olmaması dışında hiçbir sorun yoktu çünkü kutlamalardan bu yaşıma kadar ben bile mahrum kalmıştım ve ilk balom on sekizinci yaş günümdeydi. Ne kadar içler acısı ama...

Klasrum yanımıza gelip Kraliçenin yanında dikildi. Bana bakıp "Prenses, nasıl eğleniyor musunuz?" ona gülümseyerek "Hem de çok." dedim.

Gölge merdivenlerin sonunda tam bönüm önümde duruyordu. Şık kıyafetinin ona ne kadar yakıştığını ve kaslı vücudunun ortaya nasıl serdiğini büyük bir zevkle izledim. Gözlerim kalçalarına kayarken kırpıştırarak kendimi bu efsunun içinden çekip çıkardım. Duygularımın esiri olmamalıydım. Eftalya mavi ışıltılı elbisesiyle ortama ışık saçarak yanıma geldi. Elimden tuttuğu gibi beni salonun ortasına doğru sürükledi. Hera da olduğu yerde dans ederken bizi bekliyordu. Bana kocaman gülümsedi ve "Bunca hayatımız boyunca sarayda verilen baloların hayalini kuruyordum ve şimdi bu gerçekleşti ve çok güzeel!" diyerek etrafında defalarca döndü. "Çatlak bu kız, valla bak." Efiye bakarak güldüm. El ele tutuştuk ve müziğin ruhumuzun derinliklerine inerek oraya işlemesine izin verdim. Yavaş ve salınarak usulünce dans ederken az önce dans ettiğim adamı gördüm. Simsiyah gözlerini bir saniye olsun üzerimden ayırmıyordu. Yanında koluna dokunan kadına gözüm kaydı. Gece gibi simsiyah dalgalı saçları olan bir kızdı. Siyah taşlı elbisesi kıvrımlı belini sarmış saten eteğiyle yerlere uzanıyordu. Koyu göz makyajı mavi göz rengini ortaya çıkarmıştı ve kan kırmızısı olan ruju da bembeyaz tenini ortaya sermişti. Çok güzeldi. Adamın koluna girdi ve o da aynı şekilde bana baktı. Bir gariplik sezmiştim. Yüzüme akın eden kan sinir miydi? Yoksa kıskançlık mı?

Efi ve Hera ile durmadan dans ettim. Herkes eğleniyordu ve ben de tadını çıkarıyordum. Yapılan bu balo bir daha olacak mı sorusunu da ardından sürüklüyordu ama hiç sanmıyordum. Sadece reşit olma yaşımın bir kutlamasıydı tamamen taht varisi olduğumun ilan edilişiydi. Annemden sonra tahta geçecek tek varis.

Ansızın boynumda bir acı hissettim. Kolyem yine aynı şekil olmaya başlamıştı. Kızlara "Hemen geliyorum." diyerek koşar adımlarla salondan ayrıldım. Merdivenlerden yukarı çıkarak büyük terasa çıktım. Burada en azından beni görebilecek kimse yoktu. Kolyemi boynumdan çıkarmaya çalıştım. Sonrasındaysa Gölgenin kolyeyi boynumdan çıkarmamam gerektiğini söylediği aklıma geldi. Sıcaktı çok sıcaktı. Tenimi yakıyordu. İçimden öfkeyle haykırmak geldi ama yapmadım onun yerine kıracak gibi dişlerimi sıktım.

Arkamdan ayak sesleri duydum. Olduğum yerde yüz seksen derece döndüm. Karşımda o adamı görünce şaşkınlıktan dilim tutuldu. "Partiyi kaçırıyorsunuz prenses." diyerek bana doğru adım attı.

Cesaret ederek "Kimsin sen?" diye sordum.

"Kendimi tanıttığımı çok net hatırlıyorum."

Kaşlarımı kaldırdım. "Çok küstahsınız. Bir Saray mensubuyla konuştuğunuzu hatırlatırım."

Güldü. Bu gülüş daha çok eğlenir gibi bir gülüştü. İçimdeki öfke alevini tetiklenmemesi için kendimi dizginlemeye çalışıyordum. "Kiminle konuştuğumu çok iyi biliyorum az öncekine nazaran. Şayet bir prenses olduğunuz aklımın ucuna dahi gelmemişti."

İlk karşılaşmamızda beni saray hizmetlisi sanmasından bahsediyordu. Demek tüm mesele buydu. "Niye bana kim olduğunuzu söylemediniz?" bana biraz daha yaklaştı.

"Daha fazla yaklaşma." diye uyardım gayet sakin bir tonla.

"Yaklaşırsam?"

"Muhafızları çağırmak zorunda kalırım."

Tekrar güldü.

"Size zarar vermek için burada değilim prenses, aksine sizi korumak için buradayım. Şayet sınırlar oldukça tehlikeli bir hal almaya başladı." dediğinde ciddi olduğunu anladım.

"Anlamadım, sınırlar derken ne gibi tehlikelerden bahsediyorsunuz?" Elbisemin ucundan tutarak bu sefer ona ben yaklaştım. Demin ki siyah saçlı kız kimdi? Neden onunla birlikte değildi? Sakalını eliyle taradı. "Karanlık Orman yaratıkları, sınırlara akın etmeye başladılar. Büyük ihtimal haberiniz yoktur." dedi.

Karanlık orman yaratıklarını biliyordum. Derslerde oldukça ilgimi çekiyorlardı. Bilhassa çok tehlikeliydiler. Kimileri çok hızlı öldürücü zehre sahipti. Klasrum derslerde bu yaratıkları bana anlatırken korkmam gerektiğini yeterince bana aşılamıştı.

"Peki ama neden? Karanlık orman yaratıkları kendi sınırları dışına çıkmaz."

"Derslerde başarılısın demek ki" alaycı ses tonuna karşılık kaşlarımı çattım ve uyarıcı bir şekilde ona baktım. Boğazını temizledi. "Bir şey onları tetikliyor olmalı başka bir açıklaması olamaz."

Ve ben bunu yapacak kişinin kim olduğunu biliyordum. Yeni bir savaş mı çıkarmaya çalışılıyordu?

"Peki ya sen? Sana neden güvenmeliyim?"

"Bana güvenemezsiniz." dediğinde dondum. Böyle bir cevap kesinlikle beklemiyordum. Koyu gözlerinin ardındaki o derinlik insanı içine hapsediyordu. "Gerçekten kimsin sen?" diye sordum tekrardan.

"Syram halkından-"

"Evet evet onu biliyorum Barbar sana sorduğum gerçekten kimsin ve neden buradasın? Bana yaklaşmaya çalıştığın açık açık ortada ne istiyorsun?" büyük bir adım ve tam dibimde.

"Size olabildiğince yakın olmak."

Öylece kaldım. İçimden bir ses bazı şeylerin ters olduğunu bağırıp duruyordu. Bir şey vardı.

Bir anda tenim yanmaya başladı. Kolye tekrardan canımı acıtıyordu. Ve o an Barbar denilen adamın gözleri bir anlığına kolyeme kaydı. Ardından gözlerime baktığında yüzündeki şaşkınlık oldukça fazlaydı. Nedenini biliyordum hatta görebiliyordum. Şaşkınlığının sebebi gözlerimdi.

Simsiyah gözlerinin içinde kıpkırmızı olan gözlerimi görebiliyordum. Bakışlarımı kaçırıp hızla arkamı döndüm.

"Se- sen..." sözünü bitiremeden kapıdan bir ses geldi. "Prenses Alin!"

Gelen Gölge'ydi. O an çok rahatladım. Derin bir nefes aldım ve gözlerimi yumarak sakinleşmeye çalıştım. Çok kötüydü, çok kötüydü, çok kötüydü. Genç adamın gözlerimi görmesi onun şüphelenmesine neden olmuştu. Bu benim için çok tehlikeliydi. Büyücülerin gözleri kırmızı olmazdı.

Ya birine söylerse!

Ona dönüp sessiz ama uyarıcı bir tonda "Hiçbir şey görmedin." diye tısladım.

"Her yerde sizi arıyordum." sonrasında Barbar'a döndü. "Üst kata çıkmak yasak bilmiyor musun? Muhafızları çağırmadan çık."

Barbar kenarın ucuyla güldü ve sonrasında arkasını dönüp terastan çıktı. Onu tanımıyordum ya birine söylerse? Ama beni korumak için burada olduğunu söylemişti. Ona ne kadar güvenebilirdim ki?

Gölge iki yanağımı da avuçladığında gözlerimi gözlerine kenetledim. "Sana bir şey yaptı mı?" diye sordu. Ses tonu tedirgindi. "Her yerde seni aradım, bir şey oldu sandım. Gözümün önünden niye ayrılıyorsun?" kızgındı.

"Kolyem." dedim tutarak. Anında anlamıştı zaten.

"Yine mi oldu?" başımla onayladım.

"Ve-"

"Söyle başka bir şey mi var?" söylemek ve söylememek arasında kaldım.

"Yok bir şey, sadece korktum. Salonda dans ederken bir anda oldu bende kimse görmesin diye terasa çıktım."

"O adam? O gördü mü?"

Ne diyecektim ki ben şimdi, söylesem bana kızacaktı ve o adamı hayatından bile edebilirdi. Hoş o adam da pek kolay lokma gibi durmuyordu.

"Hayır." dedim tek seferde. Kimseye bir şey olmasına göz yumamazdım. Tek çarem beklemekti. Söyleyip söylememek o adama bağlıydı ve benim kaderim de şu an onun ellerinin arasındaydı.

"Gel salona inelim, kraliçe de meraklandı." başımla onayladım ve salona geri döndük.

Annem beni gördüğünde öfkelendi ama rahatladı da sanırım ufak bir azar yiyecektim.

Yanında ki tahta geri oturduğumda öfkeli bakışları beni delip geçiyordu. Yutkunmadan edemedim. Annem kızgın olduğunda gerçekten de çok korkutucu olabiliyordu.

Tam o sırada hizmetli içecekleri getirdi ve önüme yavaşça koydu. Başını eğdikten sonra anneme de verdi ve çekildi. İlk defa alkollü içecek içecektim. Beni biraz da olsa gevşetmesine ihtiyacım vardı. Bardağı alıp yudumlayacakken annem "Hızlı içme sakın, yudum yudum." diyerek beni uyarmayı da es geçmedi.

Gözlerimi devirmemek için zor tuttum kendimi, saygısızlık yapma hakkım yoktu.

"Klasrum nerede?" diye sordum.

"Buralardaydı. Nereye gitti ki bu şimdi?"

Efi ve Hera'nın danslarını izlerken içeceğimi yudumluyordum. En çok eğlenen onlardı. Barbar denilen adamı aradım onu göremedim ama siyah saçlı kızı genç bir adamla dans ederken görmüştüm. Kahve tonlarda bir takım giyen uzun saçlı bir adamdı. Kirli sakallı ve oldukça keskin yüz hatlarına sahipti. Oldukça da kalıplı bir yapısı vardı.

Gölge tekrardan belirdiğinde bu sefer merdivenlerin sonunda değil tahtımın hemen yanında durdu. Ona bakıp gülümsedim. "Yanımda olduğun için teşekkür ederim." dediğimde o da gülümsedi.

Ve o an başım dönmeye baladı. Önüme dönüp gözlerimi kırpıştırarak kendime gelmeye çalıştım ama sanki her yer dönüyordu. Ayağa kalkmak tam bir saçmalıktı ama vücuduma basan ateşle oturmak istemedim. Gözlerim tamamen bulanık görmeye başladığında ayaklarım titreyerek yere yığıldım. Başım yere çarpmadan bir elin beni tuttuğunu hissettim ama kim olduğunu göremeden her yer karardı.

 

Loading...
0%