@miadarknesss
|
Her yer karanlıktı. Ayaklarımın yere bastığını bile hissetmiyordum. Hafif bir rüzgar saçlarımı okşayıp usulca geçti yanımdan. Uzaktan kulağıma çalınan korkunç sesler tüylerimi ürpertti. Ateşin çıtırtısı ve duman kokusu kulaklarımda ve burnumda duyuyor ve kokusunu alabiliyordum. Aynı şey oluyordu sanki. Karanlık ormanın ortasındaymışım gibi hissediyordum ama farklı bir şey vardı. Korku yoktu. Hissetmiyordum. İçimde parıldayan farklı bir duygu kol geziyordu. Neydi bu? Sesler bir camın ardında konuşuluyormuş gibi boğuk geliyordu. Kulaklarım vızıldıyor başım çatlayacak gibi ağrıyordu. Bedenim ise hiç hissetmediğim kadar dinç ve enerjikti. Sanki ben, ben gibi değildim. Bedenimde başka biri daha nefes alıyormuş gibi hissediyordum. Beynimin ise kesinlikle ne olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Kendime gelmek istedim ama bu beni oldukça zorladı. Gözlerimi aralamaya çalıştım. Gözlerimi alan ışık huzmesinden dolayı gözlerimi iyice kıstım. Işık resmen gözlerimden beynime kadar delip geçmişti. "Uyandı sanırım." Diye net bir ses duydum. Odanın derinliklerinde bir köşeden geliyordu. "Alin?" biri adımı seslendi. Tanıdık bir sesti. "Küçük yavru?" bana yavru ve minik şeklinde seslenen tek bir kişi vardı. Marley. Bir kaç ses daha adımı söylerken elimi sıcak bir elin kavradığını hissettim." "Uyandı mı?" Hera’nın tiz çekingen ses tonunu duydum. Hemen ardından "Nihayet." Diye bir ses daha çıktı. Bunun kime ait olduğunu çok iyi biliyordum. Hatta göz devirdiğini tahmin etmek hiç de zor değildi. Gözlerimi açtığımda yüzüne düşen saçların arasından bana bakan bir çift endişeli göz ve ateş gibi saçlarıyla yanımda beni kontrol eden Marley'i gördüm. Gölge sıcacık eliyle tenimi okşarken zorda olsa gülümsemeye çalışıyordu. Ölmediğim için şu anda mutlu olması gerekiyordu. Yüzünün asık olması bir şeylerin ters gittiğini düşünmeme neden oldu. En son ne olduğunu hiçbir şekilde hatırlamıyordum. Orada değildim sanki. Ya da olduğum yerden yarısında bırakıp çekip gitmiştim. Öyle olsa bunu bilirdim. Bense hiçbir şey hatırlamıyordum. En son dumanın etrafımızı bir çember gibi sarıp bizi içine hapsettiğini hatırlıyordum. Ondan sonrası karanlıktı işte. "İyi misin minik yavru?" diye sordu. Marley kehribar gözleriyle benden cevap beklerken Gölge'ye baktı. Hala neler olduğunu idrak edememiştim. Ben ne zaman odama geldim? Nasıl geldim? Ne zamandır baygındım? "Ne oldu?" diye sorabildim zor bela. Eftalya öne çıkarak "Hatırlamıyor musun?" diye sordu. Başımı iki yana salladım. "Bir an seni alevler yutacak sandım." Alevler? Alevleri hatırlamaya çalıştım ama sadece siyah duman vardı. Alevleri hatırlayamamıştım. Görüntüler beynimin içinde birleşmiyordu kocaman bir boşluk vardı. "Biri bana ne olduğunu düzgünce anlatabilir mi çünkü ben gerçekten en son ne olduğunu hatırlamıyorum." Dedim. Zor bela kurumuş boğazımla konuşmuştum. Gölge hızla başını Marley'e çevirdi. "Bu normal mi?" "Aslında normal diyebilirim." bana baktı. "Sen miniğim, sende nasıl bir gücün misafir olduğunu bilsen şaşarsın." "O ne demek yaa" Efi şaşkınca Marley'e bakıyordu. Reha ise yüzünü kırıştırmıştı. “Bu kadın da tam deli çıktı.” Diye mırıldandığını hepimiz duyduk. Marley sanki onu duymamış gibi yaparak benimle ilgilenmeye devam ediyordu. Barlas ayak ucumda kollarını göğsünde kavuşturmuş bize bakıyordu. Onun bu sessizliği oldukça dikkat çekiciydi. Kirli sakalları uzamış birbirine karışmıştı. Koyu kaşları çatılmak ve çatılmamak arası duruyordu ve sanki konuşmak istiyormuş da kendini zor tutuyormuş gibi bir havası vardı. Doğrulmak için hareket ettim. Kalkmam engellendi. "Yatmalısın." "Neden? Kendimi gayet iyi hissediyorum ben." dedim. Marley beni omuzlarımdan tutarak geriye doğru bastırdı ve beni geri yatırdı. "Başını çarptın Klasrum seni muayene edene kadar kıpırdamamalısın." "Ben iyiyim. Gerçekten." Gölge bilmiş bilmiş "Birazdan öğreniriz." Dediğinde Gölge'ye ters ters baktım. Ne var der gibi başını sallarken bir yandan da omuz silkti. "Bana inanmıyor musunuz? İyiyim diyorum hatta hiç olmadığım kadar iyiyim. Hem ben nasıl düştüm de başımı çarptım. Bana anlatacak mısınız artık? Ne bu gizemli tavırlar." Diye sordum sitem ederek. Başımın arka tarafının ufak bir bölgesinde bir sızı hissedebiliyordum ama çok hafifti. Onun dışında kendimi çok iyi hissediyordum. Reha yaslandığı duvardan ayrıldı. Bir anda "Hepimizi az daha cayır cayır yakıyordun, olan bu." dedi sert bir şekilde. Oldukça kızgındı. Kollarını göğsünde kavuşturdu ve çatık kaşlarla bana baktı. "Az daha yakıyor muydum? Nasıl?" Hera sakin bir şekilde konuşmaya başladı. "Büyük ihtimal sen duman sana nüfus ettikten sonrasını hatırlamıyorsun Alin. Şöyle ki duman içine girdikten sonra alev aldın. Yani bedenini alevler sardı. Gücünden dolayı uçmaya başladın ve bize gülümsedikten sonra alevlerini bize savurdun. Kısaca böyle oldu. Gölge ve Barlas güçleriyle alevi durdu ama az daha ejderha gibi ateşinle bizi küle çeviriyordun canım arkadaşım." dedi ve gülümsedi. Gülümsemesinin arkasında bir çekingenlik vardı. Bu daha çok yüzüne takındığı maske gülüşüydü. Benden korkuyor muydu? Ondan böyle bir enerji almak canımı yaktı. Kardeşim dediğim kişi benden korkuyordu. Eftalya'ya baktım. O da başını yere eğmiş düşünceli bir şekilde eteğinden gözüken ayakkabılarının burunlarına bakıyordu. Korkunç birine dönüşmüştüm. Sevdiklerime zarar vermek mi? Asla. Bu ben değildim. Ama az daha bunu yapıyormuşum ama bilinçli bir şekilde değildi. Ben ben değildim, kendimde değildim. Böyle bir şeyin imkanı yoktu. "Ben hepinizi korkuttuğum için özür dilerim. Her şey için özür dilerim." "Bu senin suçun değil küçük yavru. Güçlerin bir anlığına seni ele geçirdi. Onlara artık sen hakimsin bu yüzden tüm kontrol artık sende." "Ben onları nasıl kontrol edeceğimi bilmiyorum." "Bilmene gerek yok ki, senin emrinde olan bir şeyi öğrenmeye gerek yok. Ol dersin ve olur. Sana itaat etmek için varlar." Marley gerçekten sahip olabileceğim en iyi yoldaştı. Görüntüsünün ardında mükemmel bir cadı vardı. Kimseye bunu göstermese de bana olan sıcaklığı çok farklıydı. Onu gerçekten sevmiştim. Bu kısacık sürede sanki yıllardır tanıyor gibiydim. Onun anneme ve bana olan sadakatini hissediyordum. Öyle ki onun sözlerine güvenebilirdim. Kapı çalıp içeri Klasrum girdi. Elinde çantasıyla bana doğru geldi. "Nasılsınız ekselansları, başınızda ağrı var mı?" diye sordu eğilip selam verirken. Öyle ki o gelene kadar başımda ki sızı ağrıya dönüşmüştü. "Çatlayacak kadar." "Darbenin etkisinden ağrı yaşamanız normal ama sizi muayene edeceğim. İzniniz var mı?" "Elbette." Yanıma geldi ve kahverengi çantasını yanı başımdaki komodine koyarak içini açtı. İçerisinde bir sürü krem tüpleri kavanozlarda iksirler ve kendi yaptığı ot karışımları vardı. Elleriyle saçlarımı araladı ve her yeri yavaş ve dikkatli bir şekilde inceledi. Belli bir noktaya dokunduğunda canım yandı ve dudaklarımın arasından bir hırıltı çıktı. "Çarptığınız yerde bir şişlik oluşmuş." Kapının orada duran muhafızlara dönüp "buz getirin." dedi. "Ağrınız için size bir ağrı kesici iksir yaptım. Çabuk tesir eder bunu için lütfen." bana uzatılan ikinci iksir şişesini de kafama diktikten sonra Marley'in iksirine göre çok daha tatlı bir ilaçtı. O iğrenç şeyi içtikten sonra her şeyi yiyip içebilirdim. Hayatımda tattığım en iğrenç şeydi. Bu deneyimlediğim en korkunç şey olabilirdi. "Tadı fena değilmiş." diyerek şişeyi Klasrum'a geri uzattım. Buz geldiğinde Klasrum buzu bana uzattı. "Bir süre bunu başınızda tutun. Ağrı kısa süre içinde geçer. Tekrar başınız ağrırsa bana haber verin sizi tekrar muayene edeceğim. Tekrarlanan baş ağrısı çarpma gibi durumlarda normal değildir." dedi ve eğilerek selam verdi. "Teşekkürler Klasrum, çekilebilirsin." dedim. Gölge elimdeki buzu aldı ve başıma tutmaya başladı. Marley "Biz artık gidelim, Kraliçemiz de dinlensin." dedi. Hepsi birer birer çıkarken Hera "Bir şey olursa bir ihtiyacın olursa bizi çağır hemen geliriz, tamam mı?" ona kocaman gülümsedim. "Tamam." küçük bir kız çocuğu gibi gülümsedi ve Eftalya'nın ardından o da çıktı. Barlas çıkıp çıkmamak arasında kalırken Gölge'ye baktı. "Bir şey olursa haber verin." dedi ve selam verip hızla odadan çıktı. Ardından herkes yavaşça dinlenmem için odadan çıktı. Barlas bize dönüp bakarken Gölge'ye baktığımda ikisi arasındaki gerginliği iliklerime kadar hissettim. Barlas Çatık kaşlarıyla kapının ardından dikilerek bize bakıyordu. "Bir sorun mu var?" diye sordum merakla. Başını iki yana sallamakla yetindi. Kapı çarpma sesinden sonra sessizlik odaya hakim oldu. İkimiz baş başa kalmıştık. Başımın arkasına buz tutarken canımı acıtmamak için oldukça dikkatli davranıyordu. Arada gözlerime kaçamak bakışlar atıyor sonrasında dudaklarıma bakıp gözlerini kaçırıyordu. Şu anda belki ikimiz de aynı şeyi düşünüyor olabilirdik. Yumuşak kadifemsi dudaklarının dudaklarımda bıraktığı o ıslak hissiyatı tekrar hissetmek istedim. Onunla olan bu yakınlığım yanaklarımın ısınmasına sebep oldu. Tüm kan yine yanaklarıma hücum etmişti. Bana dokunmasını her şeyden çok arzuluyordum. Gözlerinin içine baktım. Sonrasında dudaklarına. Artık kendime olan güvenim daha fazlaydı. İçimdeki şeytani içgüdüye karşı koyamıyordum. Tenimin yandığını kasıklarımın hareketlendiğini hissediyordum. Bunca yıl bekledim karşılık göremeden hissetmeden ama şimdi hissediyordum. Onun için ilk adımı kendim atmayı tercih ettim. Onu kolundan yakalayıp hızla kendime doğru çektim. Böyle bir hamle beklemediği için dengesini kaybederek üzerime doğru devrildi. Kollarımı boynuna dolayıp elbisemi umursamadan kucağına yerleştim. Dudaklarım dudaklarını bulduğu gibi kadifemsi dokunuşunun tadını çıkardım. Elleri ince belimi kolaylıkla kavrarken midemdeki kıvılcım alev aldı. Kelimeler duygularımı ifade etmeye bile yetmezdi. Ben yıllarca ona olan hislerimi içime bastırmıştım şimdiyse onun patlamasını yaşıyordum. Artık duygularımı ben değil onlar beni yönetiyordu. İçim alev alev yanıyordu. Kendimi bir masalın içinde pamuk şekerden yapılmış bulutların üzerinde uzanıyormuş gibi hissediyordum. Şu kısacık anda bile o kadar mutlu olmuştum ki bunu kelimelere dökmekte zorlanıyordum. Nefessiz bir şekilde Gölge dudaklarını yavaşça benden ayırdı ve büyülü anı burada bitirmiş oldu. Neden uzaklaştığını merak eder gibi baktım ona. Oysa omuzuma minik bir öpücük kondurdu. "Daha fazlası olmaz." dedi. Kirpiklerim art arda yanaklarıma çarptı. "Neden?" diye sorabildim sadece sesim içime kaçmıştı, bir fısıltı gibi çıktı dudaklarımın arasından. Terlemişti. Alnında oluşan boncuk boncuk terleri elinin tersiyle sildi. Bu hareketine bile yükselmiştim. "Kurallar Alin, daha fazla ileriye gidemeyiz." dedi. Bu sefer de yanağıma buse kondurarak beni sanki hafif bir yastıkmışım gibi yatağa oturttu. "Doğru, kurallar." dedim gülümsemeye çalışarak. Alındığımı belli etmemeye çalıştım. Uçurumdan aşağı atılmış gibi yere çakılmıştım sanki. Utancımdan küçücük deliği olan bir mağaraya girip oradan bir daha çıkmak istemiyordum. Gözlerimi kaçırdım. Ona bakmaya utanıyordum. Eliyle çenemi tutarak beni ona bakmaya zorladı. "Üzülme kraliçem, sen benim kalbimde taht kurdun bir kere. Kolay kolay kimse beni senden uzak tutamaz." Usul usul okşadı yanağımı. Dokunuşu ve içimi sıcacık yapan sözleriyle yüzümde utangaç bir gülümseme oluştu. Bu hayatta iyi ki ona sahiptim. Gözlerim kendiliğinden doldu. "Ağlamak yok. Sen ağlamayı değil mutlu olmayı hak ediyorsun."
|
0% |