@miadarknesss
|
Gönül açılınca gözler kapanır derler, hiçbir şey görmeden sadece duygularla hareket edilir. Kalbin kapıları açıldığında düşüncelerin kapısı kapanırdı. Bende aynı durumdaydım. Düşünmem gereken başka şeyler varken o benim yanımdayken hiçbir şey düşünemez olmuştum. Yanımda, kokusu beni adeta büyülerken onunla sohbet etmek her şeyden daha güzeldi. Konuşurken ki ses tonu, güldüğünde çenesinde ki gamzenin ortaya çıkışı ve gülerken başını eğdiğinde alnına düşen o kahverengi saç tutamları... Kendimden geçiyor sanki ondan başka gözüm hiçbir şeyi görmüyordu. Elimin altında şişkin damarları hissedebiliyordum. Kaslarının sertliğini derisinin gerginliğini, kolum koluna geçirilmiş bir şekilde bahçenin tadını çıkarırken rüzgarın bana doğru getiren kokusunu derin bir nefes alarak içime çektim. Bahar sonuna yaklaşıyorduk. Yaza girmek üzereydik, bu yüzden havalar artık git gide güzelleşmeye başlamıştı. Ağaçlar çiçeklerini dökmüş tamamen yeşillenmişti artık. Yeşil ve mavinin uyumu ve bana verdiği huzuru kelimelere dökmek zordu. Doğanın birbiriyle uyumu ve yaratılışı gerçekten mükemmeldi. Güne yürüyüşle başladık. Gölge Kahvaltı sonrasında bana eşlik ederken birlikte düşüncelerden uzak bambaşka şeyler hakkında konuşuyorduk. Aklımı meşgul etmeye ve beni stresten uzak tutmaya çalıştığının farkındaydım. İşe yaradağını da söyleyebilirdim. Güneş arkamızdan vurduğunda önümüze düşen gölgemizi izledim. Kılıcı sol tarafında sallanırken sağ tarafında da ben koluna girmiş bir şekilde yavaş adımlarla ilerliyorduk. "Günün geri kalanında ne yapmayı planlıyorsunuz peki benim değerli Kraliçem." Değerli kelimesine bastırarak söylemişti. "İncelemem ve imzalamam gereken bir kaç parşömen kağıdı var ve geri kalanında da Klasrum ve Darius'un anlaşamamazlığını çözmem gerek." gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Kibarlığımı bozmam gerekiyordu. "Sürekli kavga edip duruyorlarmış. Bir de Marley gelince tuzu biberi oldu." Anladım der gibi başını salladı. "Benim de gözlemlerime göre Darius ve Marley'in bir geçmişi var. Aralarında tam olarak ne geçti bilmiyorum ama derin bir konuya benziyor." "Bence de öyle lakin Marley ile hala konuşamadım. Bu gerginliğin sebebini en yakın zamanda öğrenmek istiyorum." Sarayın arka kısımlarına doğru ilerledik. Oldukça derinlerde yürüyorduk. Gözlerden uzak muhafızlar peşimizde olmadan sadece ikimiz, baş başa güzel bir vakit geçiriyorduk. Çevremizdeki ağaçlar gitgide sıkılaşmıştı. Bu kısımlara kadar daha önce hiç gelmemiştim. At sürerken ahılın yanında bulunan kısımda sürebiliyordum sadece genelde ön bahçede vakit geçirmiştim. Sık bulunan ağaçlık alanlarda yapabileceğim pek bir şey olmuyordu. Kaybolurum diye de korkuyordum açıkçası. Tabii yolun sonu her halükarda saray duvarlarıydı. Bir de sarayın büyüklüğünü nerde görsem yolu bulabilirdim ama küçüklük aklı işte kendi kendimi korkutuyordum. Annemin de her zaman bir uyarısı vardı. Saray içinde de olsan asla uzaklaşma diye, neden böyle bir şey söylediğini o zamanlar anlamamıştım ama artık biliyordum. Sarayın içinde dahi kaçırılabileceğimi. Annem kendi odasında kaçırılmıştı ve kimsenin haberi dahi olmamıştı. Kuş uçsa dahi haberimiz olacak derken karanlık lord saraydan kraliçeyi kaçırabiliyordu. Oldukça kusursuz. Karşımda duran ağaca gözlerim takıldı. Bir erik ağacıydı. Kocaman olmuş erikleri görünce gözlerim kocaman açıldı. Ekşi erik sevmezdim umarım tatlıdır. O tarafa doğru yürürken" Erik yiyelim mi?" diye sordum gözlerim ışıldayarak. "Erik mi?" diye sordu. "Evet, erik." Omuzlarını kıstı. "Alin eriği nerde bulacağız." diye sordu bu sefer de, yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu. Elini tutarak peşimden çekiştirdim. "Gel benimle." diyerek karşımda duran koca ağaca doğru sürükledim onu. "Alin nereye?" diye aval aval sorduğunda dalga geçer gibi "Ağaca." dedim. "Komik kız seni." dedi yüzünü ekşitirken. Ağacın tam altında durup koparabileceğim erik aradım ama hepsi yukarıdaydı. Can eriğine benziyordu bu yüzden ağaç oldukça büyük ve yaşlı görünüyordu. Kalın dalları görünce hiç tereddüt etmeden yükseğe doğru atıldım. Kabarık elbise giymediğim için kendime teşekkür ettim. "Alin saçmala, düşeceksin bak daha başını yeni çarptın bir şey olacak. Alin kime diyorum!" Onu dinlemedim. Bir ayağımla daha dala basarak kendimi yukarıya çektim. En son küçükken eğitimden kaçtığımda ağaca tırmanmıştım. Oldukça eğlenmiştim açıkçası. Aç kaldığım kısmı saymazsak. Eğitimden kaçtığım için geceye kadar beklemiştim, beni bulamasınlar diye sesimi bile çıkarmamıştım ama sonra karanlık çökünce de bir şey görmediğim için inememiş ve sesim kısılana kadar bağırmıştım. En son yan dala bir baykuş konduğunu hatırlıyordum. Gözlerimi açtığımda annemden bir ton azar işitmiştim. Kaybolduğum için mi yoksa başıma bir şey geldiğini düşündüğü için mi bilmiyorum ama oldukça kızmıştı. Ona bir daha bu korkuyu yaşatmayacağıma dair bana sözler ve yeminler ettirmişti. Gün o gün bir daha ağaca tırmanmamıştım. Tırnaklarımı ağaca batırırken yukarı doğru çekiyordum kendimi. Dalın sağlamlığını kontrol ettikten sonra benim ağırlığı kaldırabileceğine dair karar aldıktan sonra dala oturdum. Ayaklarımı öne arkaya sallayarak etrafımdaki erikleri aç gözlülükle toplamaya başladım. Havanın ve eriklerin tadını çıkarırken Gölge şaşkınlıkla beni izliyordu. Elimle gel işareti yaptım. "Hadi gel." diye seslendim. "Ben daha önce ağaca hiç çıkmadım Alin." "Hiç mi?" "Hiç." "Saçmalıyorsun şu an." dedim gülerek. "Bir ton eğitim alıyorsun kılış sallayıp tam on ikiden ok atabiliyorsun ve sen bana ağaca tırmanamadığını mı söylüyorsun." Bir kahkaha attım. Sinirleri bozulmuştu. Kaşları hafiften çatılırken "Saray Muhafızıyım, tırmanıcı değil." dedi. "Bence eğitimlere tırmanmayı da ekleyin." "Emredersiniz ekselansları belki boş zamanlarımızda sizin için erik toplarız." Aşağı baktım ve ona dil çıkardım. "Sen bana laf mı soktun." diye sordum. "Ne münasebet kellemi yerinde seviyorum." Dalga geçmemek için kendimi zor tuttum. Gülmemeye çalışıyordum. "Tamam ben sana nasıl çıkacağını söyleyeceğim ama sıkı tutun ve dalın sağlam olup olmadığını basmadan önce kontrol et. Dal kırılmasın." "Dal kırılmasın mı? Gerçekten dalı mı düşünüyorsun yoksa beni mi? Burada bir cümle hatası olmalı." dedi. Tutunmaya yer arıyor bir yandan da bana söyleniyordu. Kendi laf yetiştirirken dikkati dağılacak diye korkuyordum. Ama o tahmin ettiğimden iyiydi. "Tabii ki seni düşünüyorum ama dal da önemli yani." Aşağıdan dik dik bana baktı. Güldüm. Bana bakarken dengesini kaybeder gibi olsa da hemen toparladı. Yüreğim ağzıma geldi. "Oraya değil, biraz daha sağdakine bas." hep yanlış yere basmaya çalışınca her adımını nereye basması gerektiğini söyledim. İçimden ona nazar değdirdiğimi düşünmeden edemedim. Aşağı bakmıyor sadece önüne ve basacağı yere bakmaya çalışıyordu. "Bunun hıncını senden alırım. Beni uğraştırdığın şeylere bak." hala söylenmeye devam ediyordu. Kıkırdadım. Şu anda keyfim olduğundan fazla yerindeydi. Dala oturmuş onu izlerken eriği kütürdetiyordum. Gölge yüzünü ekşitti. Ağacın diğer tarafındaki dala otururken bana dik dik bakmaya devam etti. "Neee?" diye sordum. "Lütfen düzgün yer misin?" "Rahatsız mı oldun.?" dedim ve inadına diğer eriği de kütürdeterek yedim. Yüzü yine ekşidi. "Aliiiin." güldüm. "Ha bir de hoşuna gidiyor." dedi kendi kendine. "Evet seninle uğraşmak hoşuma gidiyor." şu anda beş yaşında şımarık bir çocuk gibiydim. Kafamda dolanan her şeye bir ara vermiştim bile. Sadece bu anın tadını çıkarıyordum. Belki de bir daha böyle bir anımız olmayacaktı. Gözlerimin içine baktı. Hatta çok derin baktı. Yüzümdeki gülümsemeyle bende ona baktım. "Çok güzelsin." Tutunmaya özen gösterirken diğer eliyle ona yakın olan yanağımı okşadı. Yukarıya doğru kıvrılan dudaklarına takılı kaldım. Onun bu pürüzsüz cildinde oluşan kirli sakalında parmak uçlarımı gezdirme isteğim git gide kabarmıştı. Elimi ona doğru uzattım. Bana söylediği cümle adeta büyülemişti beni. Sihir mi yapmıştı acaba? Böyle bir sihir var mıydı onu bile bilmiyordum. Çok güzelsin. Bana güzel olduğumu söylemişti. Kasıklarım hareketleniyordu. Ona olan bu çekime neden engel olamıyordum? Onu seviyordum. Hep sevmiştim. Küçüklüğümden beri ona aşıktım ve hep onu kaybetmenin korkusunu yaşamıştım. Bir gün benden gidecek diye korkuyordum. Ona olan aşkımı doğru düzgün söyleyememiştim bile. "Gerçekten güzel miyim?" diye sordum. Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırırken yüzümü inceledi. Eli sıcacıktı. Tenimi yavaşça okşarken her bir detayımı ezberliyordu sanki. Hayran bakışlarının arasında bir dondurma gibi eridim. "Güneşin ve okyanusun bile kıskanacağı saçlara ve gözlere sahipsin. Rüzgarın bile kıskandığı yumuşacık tene ve dokunuşa sahipsin. Bu diyarın en güzeli sensin. Kendimi bildim bile o sıcacık güzel yüreğinde bir kelebek saklıyorsun sanki. Sadece yanında olmak istiyorum." Kalbim hızla çarptı. Ne diyeceğimi bilemeden öylece gözlerinin içine baktım. "Sen bana böyle şeyler söylemeye devam edersen ben kalpten giderim." dedim. Başını dalların arasında göğe doğru kaldırarak kahkaha attı. "Utanınca da çok tatlı oluyorsun. Küçüklüğünden beri beyaz teninle oluşan kızarıklığa bayılıyorum." diye itirafta bulununca yüzümün daha da kızardığını hissettim. "Bilerek yapıyorsun ama." diye sitem edince gözlerini kıstı ve bana doğru hafifçe eğildi. "Evet yapıyorum." dedi ve dudağıma buse kondurdu. Geri çekilmek yerine yüzümün yakınında durarak bana bakmaya devam etti. Düşmemek için tutunmuyor olsam ve ağacın tepesinde olmamış olsaydım şimdiye kucağına atlamıştım. Bana arzu dolu bakması beni çileden çıkarıyordu. "Biri görecek." "Babam görmediği sürece sorun olacağını düşünmüyorum." dedi küstahça. "Dedikodu olur." "Kimin umurunda." diyerek bir kez daha öptü. Bu sefer diğerinden daha uzun bir öpücüktü bu. Eteğimin üstünde bir baskı hissettim. Bir eliyle bacağımı sıkıp bıraktı. Yavaşça eteğimi yukarıya doğru çekerken çırpının kırılma sesini duyduğumuzda ikimizde birbirimizden uzaklaştık. Adım sesleri yaklaşırken silah kabzasının tıkırtısı yürüdükçe çıkıyordu. Biri bu tarafa doğru yaklaşıyordu.
|
0% |