Yeni Üyelik
23.
Bölüm

22. BÖLÜM- KARA PLAN

@miadarknesss

Kalbim bir anlığına boğazımda attı. Herhangi biri olma ihtimali de olabilirdi. Kendimi geri attım. Bir anlığına düşecek gibi oldum. Dala sıkıca tutundum. Yeşil yaprakların arasından gelen kişi görüş açıma girdi.

Gelen kişi Barlas'tı. Bizi arıyordu.

"Alin!" diye seslendi çevresine bakınırken. Burada olduğumuzu nereden biliyordu?

Son zamanlarda Barlas'ın gözlerinin çok fazla üstümde olduğunu düşünmeye başlamıştım. Sürekli beni takip ediyordu. Gözlerini üstümden bir an bile olsa çekmiyordu. Çok sessizdi. Karanlık düşüncelerinin arasında kaybolmuş gibi bir yerlere dalıp sadece düşünüyordu. O gizli satırlarda ne yazdığını gerçekten merak ediyordum. Beni elini koymuş gibi bulması tuhafıma gitti. Gözetim altında olmaktan nefret ediyordum. Derin bir soluk aldım. Bu anın bozulmasından dolayı canım sıkılmıştı.

"Buradayım. diye cevap verdim. Beni anında duydu ama olduğum tarafa baksa da beni görmedi. "Ağaçtayım." dedim bu sefer. Yukarıya baktığı gibi beni gördü. Sonrasında yanımda ki dalda duran Gölge'yi gördü. Kaşlarının çatmaktan birbirine girdiğini olduğum yerden bile görebildim.

"Orada ne yapıyorsunuz?" diye sordu tok bir sesle. Öfkeyi hissedebilmiştim.

"Erik." dedim elimi öne uzatırken.

Gözlerini devirdi.

"Konuşmamız gerek, aşağıya inin." dedi. Keyfi yoktu ve sabırsızdı. İlk zamanlardaki halleri yoktu artık. Onunla vakit geçirirken,sihir dersleri verirken geçirdiğimiz zamanlarda keyif alırdım. Ama artık o halleri yoktu. Buda beni şüpheye düşürüyordu.

Bir sebepten ötürü bizi arıyordu belli ki aklıma ilk mortiler geldi. Kesin bir sorun vardı.

Bir anlığına da olsa onları unutmuştum.

Dikkatli bir şekilde ağaçtan indik. Erik yemekten mideme kramp girmişti ama bunu düşünecek zamanım yoktu.

"Bir sorun mu var?" diye sordum ona yaklaşırken. Gölge'nin keyfi kaçmış yüzü donuklaşmıştı. Barlas ise hala kaşları çatıktı. Oldukça öfkeli görünüyordu.

"Kuledeki nöbetçilerden haber geldi. Mortiler git gide çoğaldı. Saldırı için hazırlandıklarını düşünüyoruz. Sende kırmızı alarmdayken burada keyif çatıyorsun" dedi sonda Gölge'ye dönerek. Gölge ona hesap sorulmasına karşı sinirlenirken bir adım öne atıldı. Onu elimle durdurdum. İkisi burun buruna gelirken "Şimdi sırası değil." dedim. "Birbirinizi yemeyi kesin artık."

Başımı göğe kaldırdım. Güneş batmaya başlamıştı. Bulutlar pembeleşmiş güneşin battığı taraf kızıllaşmıştı. Gökyüzü çok güzel görünüyordu lakin mortilerin sıklığı bu güzelliği dehşet sahnesine çeviriyordu.

Başlıyorduk.

Başımın tepesinden başlayan bir sıcaklık bedenimi ele geçirdi resmen. Stres vücudumda ki hakimiyetini kurmuştu. Barlas'a dönerek "On dakika içinde herkes toplansın." dedim ve hızlı adımlarla saraya yürüdüm. Onları ardımda bırakırken Barlas ve Gölge'nin birbirine kötü bakışlar attığını göz ucuyla görebilmiştim.

Büyük masanın başına geçtim. Masanın üstüne resmedilen harvey diyarının haritasını inceledim. Üzerinde atlar silahşörler ve kral taşları bulunmaktaydı. Bir de karanlık ormanın üstünde canavar taşları bulunuyordu. Diyarın üç bölgesi denizlerle çevriliydi. Diğer bölgesi de karasal bölgeydi ve yüksek dağların bulunduğu bölgeydi. O taraf da sisli vadi bölgesiydi.

Gerçekten de on dakika dolmadan herkes masanın başında yerlerini almıştı. En son Reha olduğunca sakin bir tavırla içeriye girdi ve sandalyesini uyuz uyuz çektikten sonra oturdu. Kollarını önünde kavuştururken kısık gözleriyle oldukça delici bakışlar atıyordu. Ona aldırmadım. Bu tavırlarına artık alışmıştım.

Gözlerimi masanın başında bulunan herkesin üstünde gezdirdim. Yüz ifadelerini, ciddiyetlerini olabildiğince inceledim. Klasrum, Darius, Zalton, Onay, Barlas, Reha, Gölge, Hera, Eftalya, Marley, ve Zeyna herkes buradaydı. Aklımda bulunan tek şey de, hainin şu anda bu masada oturduğuydu. Kim? diye geçirdim içimden. Bu güne dek kendini bu kadar mükemmel bir şekilde gizleyen kişi kimdi? İçimdeki nefret duygusu yükseldi. Zehirli bir ok misali kelimelerimi saplamak, kalbini göğsünden söküp parmaklarımla un ufak etmek istiyordum.

Ona kendi ellerimle ölümü tattıracaktım.

Bu yapacaktım. Kim olursa olsun canını kendim alacaktım. O kişi her kimse gazabımdan kaçamayacaktı.

"Neler oluyor Alin?" diye sordu Hera. Gözlerinde ufak bir tedirginlik vardı. Mortilerin çevrede dolanması onu korkutuyordu. Aynı şeyleri yaşamak istemediğini biliyordum. Çünkü bende yaşamak istemiyordum. O görüntüleri tekrar görmeyi ve yaşamayı kaldıramazdım.

"Mortiler git gide çoğalıyor. Bir saldırıya hazırlandıkları çok belli. Bu yüzden burada bir plan yapmak için toplanmış bulunmaktayız. Sizden ricam herkesin ortaya bir fikir sunması." Önce bir sessizlik oldu. Herkes birbirine bakmaya başladığında kimsenin bir fikri olmadığını düşündüm.

Zalton ayağa kalkıp selam verdikten sonra konuşmaya başladı. "Silanlanmayı ve sihir savunmasını arttırdık. Gözetimciler mortilerin sıklık ve belli bölgelerde uçtuğunu söyledi. Sınırlarda başka bir tehlike şimdilik görünmüyor. Lakin Karanlık Orman da bir hareketlilik olduğu belirlendi. Yaratıklarda huzursuzluk söz konusu hepsinin bir emir beklediği ortadadır. Tüm askerler hazır bekliyor Majesteleri." Sözü bittiğinde sandalyesine geri oturdu.

Komutanın yüzü oldukça gergin görünüyordu. Göz altları çökmüş ve koyu halkalarla çevrelenmişti. Uyku uyumadığına emindim. Bir eli masada diğer eli dizinde sallanan ayağını tutuyordu. Gölge tam yanında otururken Barlas da Gölge'nin karşısında yer almıştı. Onun yanında Onay ve Reha vardı. Reha'nın yanın da da Efi ve Hera yer alırken onların da karşılarında Marley ve Zeyna oturuyordu. Leona da hemen Marley'in yanında yer almıştı. Oldukça küçük ve narin görüntüsü bu gergin ortama hiç uymuyordu. Hatta kendisi de burada olmaması gerektiğini biliyordu. Kanatlarını olabildiğince yanındakilere rahatsızlık vermemek için toplamıştı.

Efi'nin ise burada olmadığından aklının çok daha başka yerlerde olduğunu biliyordum. Zeyna'ya attığı bakışlar oldukça ölümcüldü ve bunu saklamadan yapıyordu. Şu anda aklının sadece buraya yoğunlaşmasını isterdim ama zaten onların bu konularda bir fikri olmayacağını da biliyordum.

"Bir şeyler yapmamız şart. Böyle bekleyerek hiçbir yere varamayız. Hepsini havada avlayalım daha neyi bekliyoruz ki?" Onay doğru söylüyor olabilirdi ama benim tek merak ettiğim onların nasıl bir planı vardı. Amaç neydi?

"Daha neyi bekliyoruz. Onlar saldırmadan biz saldıralım." Hera da bunu söylediğinde Gölge ona karşı çıktı.

"Eğer biz direk saldırırsak savaşı biz başlatmış oluruz. Kurallar bu, savaşa sebep olabilecek hareketlerden kaçınılmalıdır. Karanlık Orman yaratıkları bilinçsizdir. Onlar kendi bölgeleri dışında başka bölgeye çıkmazlar. Kendi bölgelerine biri girdiğinde, bölgelerini koruma amaçlı saldırırlar ama şu anki vaziyet oldukça farklı. Gün ışığına çıkmaktan sakınan canavarlar gün ışığında nöbet tutuyorlar. Bu normal değil."

"Zaten savaşta değil miyiz?" diye sordu Hera. "Her gün farklı bir vukuat oluyor. Az daha ölüyordum ben, savaşı biz başlatmışız ne olacak sanki, müttefiklerin hepsi bizim yanımızda diyar bizim yönetimimizde kim ne diyebilir ki!" Bu sözler gerçekten Hera'ya ait olduğundan şüpheliydim. Oldukça sinirliydi. Ses tonu normalinden yüksekti ve onu daha önce böyle görmediğime yemin edebilirdim. O şu anda benim tanıdığım kıza benzemiyordu.

"Evet hepsi bizim müttefikimiz ama bu durduk yere savaş başlattığımızda taht kavgasına dönüşebilir. Leydiler ve Lordlar ayaklanır ve buna karşı durabilirler. Belki de Sisli Vadi arka planda müttefik topluyor ya da toplamıştır. Bilmiyoruz. Risk alamayız." Gölge ve Hera karşılıklı münakaşaya girerlerken yüksek tonlar kulağımda uğultu yaptı.

Bu karmaşa canımı sıktı. Elimi sertçe masaya vurdum. Elimden koluma doğru ufak bir uyuşma hissiyatı omzuma doğru çıkarken sessizliği sağlayabilmiştim. Tüm başlar bana dönmüş gözler şaşkınlıkla açılmıştı. Barlas'ın donuk bakışları bile.

Konuşma gereği duyarak yutkundum ve dudaklarımı araladım.

"Tek bir kişiye odaklanacağız." Dedim ve başımı hafifçe yukarıya kaldırdım.

"İris'e" diyerek Marley beni tamamladı. Başımı onaylar gibi aşağı yukarı salladım.

"Aynen öyle. İris'i kışkırtarak bize saldırmasını sağlayacağım. Bekleyerek bir yere varamayacağımız aşikar. Savaşı bizim başlatmamızı bekliyor olabilir. Bizi tedirgin etmeye çalışıyor böylelikle hata yapabilelim. Beni oldukça küçük görüyor. Hata yapmamı istiyor. Ona bunu vermeyeceğiz. İstediğini elde etmesine izin veremeyiz."

Gölge "İris'i nasıl kışkırtmayı düşünüyorsun? Kadın hakkında hiçbir halt bilmiyoruz. Hassas noktaları nedir? Neye sinirlenir? Bunlar hakkında bir bilgimiz dahi yok." dedi.

"Çok basit. Ona tek bir not göndereceğim. Bu ona yetecek." Çarpık bir şekilde gülümsedim.

Komutan Zalton oturduğu yerde öne eğilerek konuşmaya dahil oldu. "Bu onu kışkırtacak bir not olmalı. Yalnız kraliçem bu bile bile intihardır. İris çok tehlikeli ne yapacağını tahmin bile edemeyiz." dedi uyarucı bir tonda.

"Onu tanımak için bir fırsat işte. Yakın olmazsak onu nasıl tanıyacağız?" diye sordum bende. Gözlerinde tedirginlik vardı. Annemden sonra beni koruma himayesi ondaydı.

"Alin, aklından ne geçiyor bilmiyorum ama unut onu!" Gölge'nin otoriter ses tonu bir tıslama gibi çıkmıştı.

Gözlerinin ateş saçtığını ve korktuğunu gördüm. Olay sadece savaş mevzubahis değildi. O sadece beni kaybetmekten korkuyordu.

"İris tehlikeli ve başına buyruk biri olabilir ama bu ondan korkmamız için bir sebep değil. Gözünüzde ne kadar büyütürseniz bir o kadar güçlenir. Ondan korkmayacaksınız. Sadece kendinizden korkacaksınız, yapabileceklerinizden. Bu kadın kim ki ondan bu kadar korkuyorsunuz. Fasih'in bir kuklası sadece, ondan habersiz iş çevirmeye çalışıyor. Sahip olamayacağı hırsları var. Ve hata yapacak."

"Bu hiç kolay olmayacak Kraliçem." Zalton'un gerginliği devam ediyordu.

"Nedenmiş o?" diye sordum.

"İris bu kadar tedbirsiz, ani kararlarla iş yapacak biri değildir. Onun aklında ki yılanlarla bizim düşüncelerimiz bir değildir. Biz bir plan yapana kadar o bir çok yedek plan yapmıştır."

"Sorun değil. Amacım onun saraya gelmesi. Saraya gelsin yeter." dedim elime at taşını alırken. Siyah taşı elimde çevirirken Klasrum'un sorusuyla ona döndüm.

"Plan nedir Kraliçem?" Gözlerim gözleriyle buluştu. Mimiksiz ifadeyle bana bakıyordu.

Yüzümde bir gülümseme oluştu.

"İris'i kışkırtma planımız başarıyla sonuçlanırsa kendisi beni tek yakalayabileceği yere gelecek. Yatak odam. O oraya geldiğinde ben de orada olacağım yani onun istediği şekilde ve sizin anlayacağınız şekilde ben yem olacağım. Bana saldıracak ve siz onu öldürebilmeniz için oyalayacağım. Beni güçsüz biliyor. Güçlerimi kullanamıyor olarak bildiği için küçük görüyor bu onun egosunu tatmin ediş şekli. Beni kolaylıkla alt edebileceğini sanıyor. Ama kapının ardında siz olacaksınız. Tek olmayacağım. Böylelikle ben onu oyalarken siz odaya girip onu alaşağı edeceğiz." Marley ve Darius'a sırayla bakarken "Marley ve Darius siz güçlerinizi birleştirerek ön planda onu etkisiz hale getireceksiniz."

"Peki ya biz girene kadar onu oyalayamazsan?" Gölge hala ikna olamamıştı. Kötü taraftan bakmaya devam ediyordu.

Barlas ölüm sessizliğini bozarak "Geçen günü ne çabuk unuttun?" diye sordu.

"Unutmadım elbet ama o zaman kontrol onda değildi. Güçlerini kontrol edemiyor!" İkisi yine bir çatışma içerisine girdi. Gölge'nin bana hiç güvenmiyor olması beni üzdü.

"Onu çok hafife alıyorsun. Gerçekten onu hak ettiğini mi düşünüyorsun?"

"Bu seni hiç alakadar etmez Barbar!" Gölge anında yükseldi. Masaya doğru eğilmiş her an Barlas'a saldıracakmış gibi hazırda duruyordu.

Sesler yükseldi. Herkesin içinde böyle özel bir meseleyi tartışmaları canımı sıktı.

Öfkeyle "YETER!" diye bağırdım. İkisi de susmuş birbirlerine ölümcül bakışlar atıyordu. Bana bakmadılar. "Burası ne yeri ne de zamanı kesin sesinizi! Benim huzurumda nasıl böyle dengesiz ve düşüncesiz bir şekilde konuşursunuz?" Sesim olduğundan çok daha fazla yüksekti. Bu davranışları beni oldukça kızdırmaya yetmişti. Birbirlerini öldürecekmiş gibi bakmaya devam ederlerken ben sanki bu olay hiç olmamış gibi konuşmaya devam ettim.

"Saçma sapan duygusal sebeplerden dolayı tartışacaksanız ve faydanız dokunmayacaksa, çıkın." Ses çıkarmalarını bekledim ama onun yerine sessizliklerini korudular. İkisi de yavaşça arkalarına yaslandı.

"Güzel."

Reha Barlas'a yandan bakarken Marley ve Zeyna da ikisi arasında mekik dokuyordu. "Umarım herkes planı anlamıştır. Not kısmı bende geriye sadece İris'in buraya gelmesinde. Şimdi, dağılabilirsiniz."

Herkes sorgusuz bir şekilde ayaklanırken Gölge ve Barlas birbirlerine kilit bir şekilde hala oturuyordu. "Beyler, işimize bakalım."

Barlas sandalyesini geriye ittirerek ayaklanırken, sandalye büyük bir gürültüyle yere düştü. Kabzasındaki kılıcı ses çıkarırken hızlı adımlarla salonu terk etti. Gölge ise yanımda kalarak bana bakıyordu.

"Ne yapmaya çalışıyorsun anlamıyorum." dedi sitem ederek. Donuk bakışlarla ona döndüm.

"Casusun kim olduğunu biliyorum." dediğimde gözleri şaşkınlıkla açılırken bana doğru bir adım atarak "Kim?" diye sordu. Şaşkındı.

"Senden tek istediğim onu yakından takip et. Emin olmam lazım."

"Nasıl anladın?"

Cevap vermedim. Emin değildim sadece şüpheleniyordum.

"Orası önemli değil, sen dediğimi yap."

"Emredersiniz majesteleri. Kim olduğunu söyleyin, gerisini ben hallederim."

Ona döndüm ve kulağına fısıldadım. Hiçbir şekilde tehlikeye atamazdım.

Geri çekilirken bana şaşkınlıkla baktı. "Emin misin?"

"Emin olmak için takip edeceksin."

"Ya düşündüğün gibi değilse." Diye sordu. Öyle değilse bile bir gün onu bulacaktım.

"Eminim, bu gece burada kendini yeterince ele verdi." Elbisemin etekleri peşimden sürüklenirken masanın etrafında yürüdüm. Elime kral taşını aldım. Çevirdim ve çevirdim. Birilerinin sonuna ve savaşın başlangıcına adım atıyorduk.

Önceliğim saraydaki haini yok etmekti ondan sonra da İris'in icabına bakacaktım. O kadının amaçlarına varamamasını sağlayacaktım. Asla hedeflerine ulaşamayacaktı. Ben onu yok edecektim.

O beni yok etmeden ben edecektim.

Elimdeki kral taşını sertçe masaya bıraktım. Kenarda duran parşömen kağıdını ve kalemi alarak sivri kelimeleri kağıda döktüm.

'Sen ki beni yenemeyecek kadar zavallı ve adil oynamayacak kadar korkak bir kadınken, uzaktan uzaktan bizi izlemeye devam et. Çevremizde dolaştırdığın canavarlar bir gün senin çevreni saracak o gün karşına geçip yüzüne zevkle tüküreceğim. Sen yılan! O saklandığın delikten kafanı çıkart. Çıkart ki koparabileyim seni korkak!'

Cümlemi bitirdiğimde kağıdı ikiye katladım. Ve parmaklarımın arasında tutarak onu İris'e göndermek için büyü sözlerini söyledim. Kağıdın kül tozları parmaklarımın arasından uçup giderken izledim.

"Şimdi ne olacak?" diye sordu.

Ona baktım. "Bekleyeceğiz."

"Alin, tehlikeli sularda yüzüyorsun."

Derin bir nefes aldım. Hava karardığında üzerime bir ağırlık çöküyordu. Boğazımı eller sıkıyormuş gibi nefesim daralıyordu.

"Ben ki bu sularda yüzüyorsam sadece kendim için değil. Annem için, senin için, halkım için yüzüyorum. Bu savaş eninde sonunda gerçek olacak ama kaybeden kişi ben olmayacağım."

Onun içindeki korkuyu en iyi ben anlıyordum. Çünkü ben de onun için korkuyordum. Ailem için. Bunu belli etmemek için içimdeki korkuyu bastırmaya çalışırken verdiğim onca mücadeleyi bir tek ben biliyordum. Bu benim kaderimdi. Kaderim de benim ellerimdeydi.

Cama yaklaştım. Göğe doğru baktığımda dolunayın yüzüme karşı vurduğu ışıkta beyaz tenimin camda yansımasını seyrettim. Öfke, hırs ve korku. Gözlerimden okunabiliyordu. Lakin artık hırs daha ağır basıyordu. Annemin bana olan güvenini boşa çıkarmayacaktım. Onunla el ele verip bu savaşı kazanacaktım.

"Plan işe yaramazsa?"

"Yaramalı." dedim kendimden emin bir şekilde. Çünkü son çıkış buydu. Ya ben ya o.

"Şimdi git ve sana dediğimi yap. Gözün üstünde olsun. Onu suç üstü yapıp bana getir."

"Peki majesteleri."

Yüzü gergindi. Önümde selam verip geri adımlarla yürüdü ve çıktı. Bense ayın önünde uçan iğrenç yaratıkları izledim. Onlardan kurtulmalıydım.

 

 

 

 

Loading...
0%