@miadarknesss
|
"Bunu yapmaya kim cüret eder! Dibimize kadar prensesi zehirleyebilecek kadar yakınımıza geliyorlar ve sizin ruhunuz bile duymuyor mu?" Öfke çanları kulaklarıma akın etmişti. Neredeydim? Ne oldu? Neden başım çatlayacak kadar ağrıyor? Bedenim uyuşuktu. Hiç hareket edecek bir durumda bile değildim. Sanki sihirle beni buraya mühürlemişlerdi. Gözlerimi araladım. İçimde sanki solucanlar kıvrılır bir şekilde hareket ediyordu. Kusacaktım. Gözlerimi bile aralayamadım ve ben yatakta yan döndüğüm gibi kustum. "Zehrin tamamını attı." tanıdık bir sesti. Klasrum. "Alin." diyerek alnımdan tutup saçlarımı okşayan annemin telaşlı sesiydi bu. Gözlerimi aralamak için zorladım. Annemin korkmuş gözleri bana bakıyordu. "Beni çok korkuttun." "İyiyim." dedim. Sesim çatallı ve kısık çıkmıştı. "Ölüyordun! Eğer bu genç adam olmasaydı gerçekten de ölebilirdin." kimden bahsettiğini anlamadım. Hangi genç adam? Gözlerim Gölge'yi aradı. Burada yoktu. İçimde bir burukluk oluştu. Onu yanımda telaşlı görmek isterdim. Kalbim sızladı. "Işık seni korudu." sese baktım. Dans ettiğim Barbar denilen adamdı. Şaşırdım. "Teşekkür ederim." nezaketen söylemek gerekirdi. Konuşurken boğazım acıyordu. Midemdeki solucanlar sanki hala hareket ediyordu. Kusmak istedim tekrardan ama bu adamın önünde kusamazdım. "Önemli değil. Kafanı çarpmaman iyi olmuş o düşüş esasında zehir etkisiyle darbe alsaydın hiç şansın yoktu." "Ama neden? Beni kim öldürmek istesin ki bir insanı neden öldürmek istesinler?" diye sordum. Annemin gözlerinde endişe vardı ama ısrarla bana bir şey anlatmıyordu. Yine anlatmayacaktı. Bu bir sırdı onun için ve daima öyle kalacaktı sanırım. "Büyücüler insan sevmez bu yüzden seni yıllardır koruyorum." evet büyücüler insan sevmezdi ama bizi bir ucube olarak gördükleri için sevmezdiler değersizdik onlar için bir hamam böceğinden farksızdık. Tek sorun benim insan olmadığım ve bir büyücü olduğum gerçeğiydi. Ben büyücüydüm peki benim yıllardır gücüm neden yoktu? Neden bir fani gibi yaşadım? Tek cevap annemdeydi ve o da bana söylememek için oldukça ısrar ediyordu. Tüm gizem kolyemdeydi. Bunu çözmek benim işimdi artık. Her şey o kadar parça parça ve anlamsızdı ki yapboz asla kafamda yerine oturmuyordu. Kapıya yaslanmış olan Barbar kollarını sıvazladı. "Bu işte bir terslik sizce de yok mu?" Annem Barbar'a baktı. "Ne gibi?" diye sordu. "Saray bu kadar iyi korunurken, herkesin üstü aranmışken bu zehir içeri nasıl girdi?" doğruydu. Annem beni bıraktı ve tamamen barbara odaklandı. "Ne demek istiyorsun?" "Bunu içeriden biri yapmış olma olasılığı çok yüksek diyorum." "Bunun imkanı yok! İçeriden biri olsa bunca zaman bekler miydi sanıyorsun? Hemen öldürürlerdi onu." "Yanılıyorsunuz, eğer beklemeseydiler şüpheler direk saraydan biri olurdu ama böyle şüpheler dışarıdan gelen biri olarak akla geliyor. Belki de çok uzun bir zaman diliminde yapılan bir plandır. Bu kadar güçlü bir zehir anında kalp ve beyin ölümüne sebep olur. Hele bir insan için, prenses oldukça şanslı bu konuda." Barbar'ın konuşması bittiğinde gözler anneme dönmüştü. Tabi eğer insansam... İlaç ani ölüme sebep olabiliyorsa ben nasıl hayattaydım gerçekten de? Barbar'ın açıklaması anneme oldukça mantıklı gelmişti. Annem bana baktıktan sonra bakışları Barbar'a geri döndü. "Bunu kızıma yapanı sen bulucaksın." Ve işte o sihirli sözcük. Herkes şok olurken kimseden çıt çıkmıyordu. Zalton ağzını açmış tam anneme bir şey söyleyecekti ki annem anlamış olacak "Bu kesin bir emirdir." Bana döndü. "Eğer bu genç adam olmasaydı prenses şu an aramızda olmayacaktı. Güvenlik önlemlerini arttırın." Güvenlik daha ne kadar artabilirdi ki balo zaten en üst düzeyde korunuyordu. Bense bir zehire kurban gidiyordum. Kimsenin ruhu bile duymamıştı. Konuşmaya gücüm yoktu. Olduğum yerde öylece yatıyordum başımı kaldıracak halim dahi yoktu. Uykum vardı. "Gölge nerde?" diye sordum. Sesim kısık bir hayli yorgun çıkmıştı. Zalton "Sarayda arama yapıyorlar." diye yanıtladı. "Prensesi bırakalım da uyusun." Gözlerim Klasrum'a takıldı. Bilge büyücümüzde bugün bir gariplik vardı. Eli kolu ayrı oynuyordu sanki bana mor gözleriyle baktı. Ona bilge büyücü dememizin bir sebebi vardı. Diğer tüm büyücülerin gözleri sadece sihir yaparken mor olurken Klasrum'un gözleri her zaman mordu. İşte bu yüzden ona Bilge büyücü deniliyordu. "Prenses için dinlendirici bir iksir yaparım onu içtiğinde hiçbir şeyi kalmaz." "İyi olur Klasrum prensese iyi bak." Diyerek annem odadan çıktı. Peşinden de Barbar bana son bir bakış attıktan sonra odadan çıktı. Ve yorgunluğun el vermesiyle kendimi karanlığa bıraktım. Ertesi gün baş ucumda iksir şişesi vardı. Gözlerimin içine içine sokulmuştu resmen ama kendimi Onu içmeyeceğim için oracıkta bıraktım ve revirden hızlıca çıktım. Kendimi lağım faresi gibi kokuyormuş hissediyordum. Bu yüzden sıcak bir duşa ihtiyacım vardı. Odama girdiğimde Efi ile Hera odada üzgün bir halde oturuyordu. Beni gördüklerinde menekşe açar gibi ağızları kocaman açıldı. Kollarını açarak bana doğru koşmaya başladılar. "Sonundaaaa." bana sarıldıkları an hepimiz yere çuval gibi yapıştık. "Bizi çok korkuttun." diye sitem etti Hera. "Ne! Bakmayın bana öyle. Dün ayıldığımda konuştular. Annem deliye dönmüş gibiydi beni de o adamın koruması altına bıraktı. Beni o koruyacakmış." "NEEE!" Diye ikisi de kulağım sağır olacak kadar bağırmışlardı. "Sen ciddi misin? Peki Gölge ne dedi bu duruma, o asla buna izin vermez ki." dediklerinde yüzüm düştü. Uyandığımdan beri onun yüzünü bile görmemiştim ki ben, haberi var mı yok mu bilmiyordum. Nasıl bir tepki verdi? Herşey cevapsızdı. Milyonlarca soru işareti vardı ama hepsi cevapsızdı. Meraktan çatlasam da bilmiyordum işte. Efi "Seni nasıl bu saate kadar görmeye gelmez. O seni korumakla yükümlü seni nasıl böyle bir başına bırakabilir." dedi. Benim için her zaman en iyisini bilen kızlarımdı. Onlar da olmasalar bu sarayda o kadar sıkılırdım ki bir başıma arkadaşım dahi olmadan bu koca sarayda zindan hayatı yaşıyor olurdum. En azından onlarlayken vakit geçiyordu. İyiki yanımdaydılar beni bu koca sarayda tek anlayanlar da yine onlardı benim kaderimi yaşıyorlardı. "Su hazır hadi gel." dedikten sonra ikisi de beni öptü ve odadan çıktılar. Bende uzun süreli sıcak suyun altında güzelce dinlendim. Suyun altında uyuduğumu üşümeye başladığımda anladım bir süredir uyuyordum ve ne zaman daldığımı dahi hatırlamıyordum. Su soğumuştu. Odamın kapısını araladım. Uzun karanlık koridora baktım, kimseler gözükmüyordu. Yavaş sessiz adımlarla üst kata çıktım. Gece geç bir saat olduğu için hizmetlilerin hiçbiri gözükmüyordu. Elbisemin eteklerini kucağıma toplayarak merdivenleri tırmandım. Koridorun sonundaki büyük kapıya ulaştığımda durdum ve bir süre kapıya bakarak kendimi karşılaşabileceğim sonuçlara karşı hazırladım. Kapıyı açtım ve içeri girdim. Karanlıktı. Işıkları açmaksa riskliydi. Büyü yapmaya çalışsam burayı aleve verme olasılığı daha fazlaydı. Bu yüzden mum arama girişiminde bulundum. "Yardım edebilir miyim?" arkamdan gelen sesle elimdeki mum yere düştü. Korkarak arkamı döndüm ama karanlık yüzünden kimseyi göremedim. Mum düştüğü gibi sönmüştü. Sonra bir aydınlık oldu. Karşımda parlayan yüzü görünce şaşırdım. "Korkuttum mu prenses?" dediğinde "Hayır." diye yanıtladım. Gelen Barbar'dı. Burada ne işi vardı? "Muhafızları çağırmamı ister misiniz belki aradığınız şey neyse yardımcı olurlar." "Hayır!" dedim sert bir şekilde. İnatla olduğu yerde durmaya devam etti. Yanağımın içini ısırırken ona dik dik baktım. "Sadece git. Hiçbir şey yapma ve git. Tamam mı?" "Üzgünüm sizi korumak artık benim görevim. Sizi yalnız bırakamam." dediğinde kaşlarımı çattım. Neden sadece gitmiyorsun ki! "Kırmızı mı? Ne demeye çalışıyorsun sen?" "Siz ne demek istediğimi biliyorsunuz." dediğinde ses tonu sırtımdan aşağı bir ürperti yayılmasına neden oldu. "Ne saçmaladığını bilmiyorum. Çünkü saçmalıyorsun. Bir insanın gözü nasıl olur da kırmızı olabilir?" dediğimde yüzünde çarpık bir gülümseme oluştu. "İnsan mı? Tabi eğer insansan!" iğneleyiciydi. Gün ışığı topunu havalandırdı. o havada süzülürken o gözlerimin içine bakmaktan hiç çekinmiyordu. "Benimle konuşmalarına dikkat etsen iyi olur şayet istediğin kadar tehlikeli ol. seni tek hamlede yok ederim." tehdidim öyle şiddetliydi ki bir lav edasıyla damarlarımda akan kanın hareketliliğini hissetmiştim. Ve o an gözlerinde yine gözlerimi gördüm. Kıpkırmızıydı. Yüzünde hiç de saklamaya niyeti olmadan kocaman bir gülümseme oluştu. İstediğini elde etmişti. "Öfken o kadar güçlü ki kolye bile bu gücü saklamaya yetmiyor." dediğinde şaşırdım. Ve o an aklıma geldi. Dans ederken gözleri bir anlığına kolyeme kaymıştı. Zaten her şeyin farkındaydı. Peki nasıl bilebilirdi? "Seni yıllardır saklıyorlar Prenses ve hiçbir şeyin farkında bile değilsin. Bu kütüphanede cevap bulabileceğini mi sanıyorsun? Bulamazsın." Elini bana doğru uzattı. "Biraz yürüyelim mi?" Elini tutmadım. Önden giderek önderlik ettim. Kendimi tekrardan terasta buldum. Koltuklara oturdum. Karşıma geçip oturdu. Büyük cüssesi biraz koltuğa sığmadı gibi ama çok da umurumda değildi. Şu an karşımdaki adam benim dahi yeni öğrendiğim sırrımı biliyordu ve kim olduğunu bile bilmiyordum. Tek temin ettiği şey beni koruma olduğuydu. "Seni dinliyorum." "Çok sabırsızsın prenses." dedi. Aklımı okumuştu bilmiyorum ama bir şeyler gevelediği kesindi. "Benim insan olmadığımı nerden biliyorsun?" diye sordum. Vereceği cevabı o kadar çok merak ediyordum ki gözlerinin içine pür dikkat bakıyordum. "Tahminler vardı zaten ama insan evladı olduğunu herkese öyle bir inandırdılar ki yıllardır insanlar senin insan olduğuna inandı." dediğinde şaşırdım. "Prenses ne kadar büyük bir tehlikenin içinde olduğunuzun farkında olun." "Gücümün nereden geldiğini söyle bana? Gözlerim neden mor değil de kırmızı?" dedim. Sustu. "Sihrinin gücünü fark et prenses. Sen öyle bir güce sahipsin ki herkes korkucak, herkes seni öldürmenin yollarını arayacak. Hatta bilenler iş başına düştü bile." 3. Bölümden selamlar millet, umarım hikayeyi beğenmişsinizdir. Yorumlarla birlikte görüşlerinizi ve düşüncelerinizi benim için belirtin lütfen:)) _________ "Bunu yapmaya kim cüret eder! Dibimize kadar prensesi zehirleyebilecek kadar yakınımıza geliyorlar ve sizin ruhunuz bile duymuyor mu?" Öfke çanları kulaklarıma akın etmişti. Neredeydim? Ne oldu? Neden başım çatlayacak kadar ağrıyor? Bedenim uyuşuktu. Hiç hareket edecek bir durumda bile değildim. Sanki sihirle beni buraya mühürlemişlerdi. Gözlerimi araladım. İçimde sanki solucanlar kıvrılır bir şekilde hareket ediyordu. Kusacaktım. Gözlerimi bile aralayamadım ve ben yatakta yan döndüğüm gibi kustum. "Zehrin tamamını attı." tanıdık bir sesti. Klasrum. "Alin." diyerek alnımdan tutup saçlarımı okşayan annemin telaşlı sesiydi bu. Gözlerimi aralamak için zorladım. Annemin korkmuş gözleri bana bakıyordu. "Beni çok korkuttun." "İyiyim." dedim. Sesim çatallı ve kısık çıkmıştı. "Ölüyordun! Eğer bu genç adam olmasaydı gerçekten de ölebilirdin." kimden bahsettiğini anlamadım. Hangi genç adam? Gözlerim Gölge'yi aradı. Burada yoktu. İçimde bir burukluk oluştu. Onu yanımda telaşlı görmek isterdim. Kalbim sızladı. "Işık seni korudu." sese baktım. Dans ettiğim Barbar denilen adamdı. Şaşırdım. "Teşekkür ederim." nezaketen söylemek gerekirdi. Konuşurken boğazım acıyordu. Midemdeki solucanlar sanki hala hareket ediyordu. Kusmak istedim tekrardan ama bu adamın önünde kusamazdım. "Önemli değil. Kafanı çarpmaman iyi olmuş o düşüş esasında zehir etkisiyle darbe alsaydın hiç şansın yoktu." "Ama neden? Beni kim öldürmek istesin ki bir insanı neden öldürmek istesinler?" diye sordum. Annemin gözlerinde endişe vardı ama ısrarla bana bir şey anlatmıyordu. Yine anlatmayacaktı. Bu bir sırdı onun için ve daima öyle kalacaktı sanırım. "Büyücüler insan sevmez bu yüzden seni yıllardır koruyorum." evet büyücüler insan sevmezdi ama bizi bir ucube olarak gördükleri için sevmezdiler değersizdik onlar için bir hamam böceğinden farksızdık. Tek sorun benim insan olmadığım ve bir büyücü olduğum gerçeğiydi. Ben büyücüydüm peki benim yıllardır gücüm neden yoktu? Neden bir fani gibi yaşadım? Tek cevap annemdeydi ve o da bana söylememek için oldukça ısrar ediyordu. Tüm gizem kolyemdeydi. Bunu çözmek benim işimdi artık. Her şey o kadar parça parça ve anlamsızdı ki yapboz asla kafamda yerine oturmuyordu. Kapıya yaslanmış olan Barbar kollarını sıvazladı. "Bu işte bir terslik sizce de yok mu?" Annem Barbar'a baktı. "Ne gibi?" diye sordu. "Saray bu kadar iyi korunurken, herkesin üstü aranmışken bu zehir içeri nasıl girdi?" doğruydu. Annem beni bıraktı ve tamamen barbara odaklandı. "Ne demek istiyorsun?" "Bunu içeriden biri yapmış olma olasılığı çok yüksek diyorum." "Bunun imkanı yok! İçeriden biri olsa bunca zaman bekler miydi sanıyorsun? Hemen öldürürlerdi onu." "Yanılıyorsunuz, eğer beklemeseydiler şüpheler direk saraydan biri olurdu ama böyle şüpheler dışarıdan gelen biri olarak akla geliyor. Belki de çok uzun bir zaman diliminde yapılan bir plandır. Bu kadar güçlü bir zehir anında kalp ve beyin ölümüne sebep olur. Hele bir insan için, prenses oldukça şanslı bu konuda." Barbar'ın konuşması bittiğinde gözler anneme dönmüştü. Tabi eğer insansam... İlaç ani ölüme sebep olabiliyorsa ben nasıl hayattaydım gerçekten de? Barbar'ın açıklaması anneme oldukça mantıklı gelmişti. Annem bana baktıktan sonra bakışları Barbar'a geri döndü. "Bunu kızıma yapanı sen bulucaksın." Ve işte o sihirli sözcük. Herkes şok olurken kimseden çıt çıkmıyordu. Zalton ağzını açmış tam anneme bir şey söyleyecekti ki annem anlamış olacak "Bu kesin bir emirdir." Bana döndü. "Eğer bu genç adam olmasaydı prenses şu an aramızda olmayacaktı. Güvenlik önlemlerini arttırın." Güvenlik daha ne kadar artabilirdi ki balo zaten en üst düzeyde korunuyordu. Bense bir zehire kurban gidiyordum. Kimsenin ruhu bile duymamıştı. Konuşmaya gücüm yoktu. Olduğum yerde öylece yatıyordum başımı kaldıracak halim dahi yoktu. Uykum vardı. "Gölge nerde?" diye sordum. Sesim kısık bir hayli yorgun çıkmıştı. Zalton "Sarayda arama yapıyorlar." diye yanıtladı. "Prensesi bırakalım da uyusun." Gözlerim Klasrum'a takıldı. Bilge büyücümüzde bugün bir gariplik vardı. Eli kolu ayrı oynuyordu sanki bana mor gözleriyle baktı. Ona bilge büyücü dememizin bir sebebi vardı. Diğer tüm büyücülerin gözleri sadece sihir yaparken mor olurken Klasrum'un gözleri her zaman mordu. İşte bu yüzden ona Bilge büyücü deniliyordu. "Prenses için dinlendirici bir iksir yaparım onu içtiğinde hiçbir şeyi kalmaz." "İyi olur Klasrum prensese iyi bak." Diyerek annem odadan çıktı. Peşinden de Barbar bana son bir bakış attıktan sonra odadan çıktı. Ve yorgunluğun el vermesiyle kendimi karanlığa bıraktım. Ertesi gün baş ucumda iksir şişesi vardı. Gözlerimin içine içine sokulmuştu resmen ama kendimi Onu içmeyeceğim için oracıkta bıraktım ve revirden hızlıca çıktım. Kendimi lağım faresi gibi kokuyormuş hissediyordum. Bu yüzden sıcak bir duşa ihtiyacım vardı. Odama girdiğimde Efi ile Hera odada üzgün bir halde oturuyordu. Beni gördüklerinde menekşe açar gibi ağızları kocaman açıldı. Kollarını açarak bana doğru koşmaya başladılar. "Sonundaaaa." bana sarıldıkları an hepimiz yere çuval gibi yapıştık. "Bizi çok korkuttun." diye sitem etti Hera. "Ne! Bakmayın bana öyle. Dün ayıldığımda konuştular. Annem deliye dönmüş gibiydi beni de o adamın koruması altına bıraktı. Beni o koruyacakmış." "NEEE!" Diye ikisi de kulağım sağır olacak kadar bağırmışlardı. "Sen ciddi misin? Peki Gölge ne dedi bu duruma, o asla buna izin vermez ki." dediklerinde yüzüm düştü. Uyandığımdan beri onun yüzünü bile görmemiştim ki ben, haberi var mı yok mu bilmiyordum. Nasıl bir tepki verdi? Herşey cevapsızdı. Milyonlarca soru işareti vardı ama hepsi cevapsızdı. Meraktan çatlasam da bilmiyordum işte. Efi "Seni nasıl bu saate kadar görmeye gelmez. O seni korumakla yükümlü seni nasıl böyle bir başına bırakabilir." dedi. Benim için her zaman en iyisini bilen kızlarımdı. Onlar da olmasalar bu sarayda o kadar sıkılırdım ki bir başıma arkadaşım dahi olmadan bu koca sarayda zindan hayatı yaşıyor olurdum. En azından onlarlayken vakit geçiyordu. İyiki yanımdaydılar beni bu koca sarayda tek anlayanlar da yine onlardı benim kaderimi yaşıyorlardı. "Su hazır hadi gel." dedikten sonra ikisi de beni öptü ve odadan çıktılar. Bende uzun süreli sıcak suyun altında güzelce dinlendim. Suyun altında uyuduğumu üşümeye başladığımda anladım bir süredir uyuyordum ve ne zaman daldığımı dahi hatırlamıyordum. Su soğumuştu. Odamın kapısını araladım. Uzun karanlık koridora baktım, kimseler gözükmüyordu. Yavaş sessiz adımlarla üst kata çıktım. Gece geç bir saat olduğu için hizmetlilerin hiçbiri gözükmüyordu. Elbisemin eteklerini kucağıma toplayarak merdivenleri tırmandım. Koridorun sonundaki büyük kapıya ulaştığımda durdum ve bir süre kapıya bakarak kendimi karşılaşabileceğim sonuçlara karşı hazırladım. Kapıyı açtım ve içeri girdim. Karanlıktı. Işıkları açmaksa riskliydi. Büyü yapmaya çalışsam burayı aleve verme olasılığı daha fazlaydı. Bu yüzden mum arama girişiminde bulundum. "Yardım edebilir miyim?" arkamdan gelen sesle elimdeki mum yere düştü. Korkarak arkamı döndüm ama karanlık yüzünden kimseyi göremedim. Mum düştüğü gibi sönmüştü. Sonra bir aydınlık oldu. Karşımda parlayan yüzü görünce şaşırdım. "Korkuttum mu prenses?" dediğinde "Hayır." diye yanıtladım. Gelen Barbar'dı. Burada ne işi vardı? "Muhafızları çağırmamı ister misiniz belki aradığınız şey neyse yardımcı olurlar." "Hayır!" dedim sert bir şekilde. İnatla olduğu yerde durmaya devam etti. Yanağımın içini ısırırken ona dik dik baktım. "Sadece git. Hiçbir şey yapma ve git. Tamam mı?" "Üzgünüm sizi korumak artık benim görevim. Sizi yalnız bırakamam." dediğinde kaşlarımı çattım. Neden sadece gitmiyorsun ki! "Kırmızı mı? Ne demeye çalışıyorsun sen?" "Siz ne demek istediğimi biliyorsunuz." dediğinde ses tonu sırtımdan aşağı bir ürperti yayılmasına neden oldu. "Ne saçmaladığını bilmiyorum. Çünkü saçmalıyorsun. Bir insanın gözü nasıl olur da kırmızı olabilir?" dediğimde yüzünde çarpık bir gülümseme oluştu. "İnsan mı? Tabi eğer insansan!" iğneleyiciydi. Gün ışığı topunu havalandırdı. o havada süzülürken o gözlerimin içine bakmaktan hiç çekinmiyordu. "Benimle konuşmalarına dikkat etsen iyi olur şayet istediğin kadar tehlikeli ol. seni tek hamlede yok ederim." tehdidim öyle şiddetliydi ki bir lav edasıyla damarlarımda akan kanın hareketliliğini hissetmiştim. Ve o an gözlerinde yine gözlerimi gördüm. Kıpkırmızıydı. Yüzünde hiç de saklamaya niyeti olmadan kocaman bir gülümseme oluştu. İstediğini elde etmişti. "Öfken o kadar güçlü ki kolye bile bu gücü saklamaya yetmiyor." dediğinde şaşırdım. Ve o an aklıma geldi. Dans ederken gözleri bir anlığına kolyeme kaymıştı. Zaten her şeyin farkındaydı. Peki nasıl bilebilirdi? "Seni yıllardır saklıyorlar Prenses ve hiçbir şeyin farkında bile değilsin. Bu kütüphanede cevap bulabileceğini mi sanıyorsun? Bulamazsın." Elini bana doğru uzattı. "Biraz yürüyelim mi?" Elini tutmadım. Önden giderek önderlik ettim. Kendimi tekrardan terasta buldum. Koltuklara oturdum. Karşıma geçip oturdu. Büyük cüssesi biraz koltuğa sığmadı gibi ama çok da umurumda değildi. Şu an karşımdaki adam benim dahi yeni öğrendiğim sırrımı biliyordu ve kim olduğunu bile bilmiyordum. Tek temin ettiği şey beni koruma olduğuydu. "Seni dinliyorum." "Çok sabırsızsın prenses." dedi. Aklımı okumuştu bilmiyorum ama bir şeyler gevelediği kesindi. "Benim insan olmadığımı nerden biliyorsun?" diye sordum. Vereceği cevabı o kadar çok merak ediyordum ki gözlerinin içine pür dikkat bakıyordum. "Tahminler vardı zaten ama insan evladı olduğunu herkese öyle bir inandırdılar ki yıllardır insanlar senin insan olduğuna inandı." dediğinde şaşırdım. "Prenses ne kadar büyük bir tehlikenin içinde olduğunuzun farkında olun." "Gücümün nereden geldiğini söyle bana? Gözlerim neden mor değil de kırmızı?" dedim. Sustu. "Sihrinin gücünü fark et prenses. Sen öyle bir güce sahipsin ki herkes korkacak, herkes seni öldürmenin yollarını arayacak. Hatta bilenler iş başına düştü bile."
|
0% |