Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Bölüm- SİHRİN GÜCÜ

@miadarknesss

 

 

"Bunu yapmaya kim cüret eder! Dibimize kadar prensesi zehirleyebilecek kadar yakınımıza geliyorlar ve sizin ruhunuz bile duymuyor mu?"

Öfke çanları kulaklarıma akın etmişti. Neredeydim? Ne oldu? Neden başım çatlayacak kadar ağrıyor?

Bedenim uyuşuktu. Hiç hareket edecek bir durumda bile değildim. Sanki sihirle beni buraya mühürlemişlerdi. Gözlerimi araladım. İçimde sanki solucanlar kıvrılır bir şekilde hareket ediyordu. Kusacaktım.

Gözlerimi bile aralayamadım ve ben yatakta yan döndüğüm gibi kustum.

"Zehrin tamamını attı." tanıdık bir sesti. Klasrum.

"Alin." diyerek alnımdan tutup saçlarımı okşayan annemin telaşlı sesiydi bu. Gözlerimi aralamak için zorladım. Annemin korkmuş gözleri bana bakıyordu.

"Beni çok korkuttun."

"İyiyim." dedim. Sesim çatallı ve kısık çıkmıştı.

"Ölüyordun! Eğer bu genç adam olmasaydı gerçekten de ölebilirdin." kimden bahsettiğini anlamadım. Hangi genç adam?

Gözlerim Gölge'yi aradı. Burada yoktu. İçimde bir burukluk oluştu. Onu yanımda telaşlı görmek isterdim. Kalbim sızladı.

"Işık seni korudu." sese baktım. Dans ettiğim Barbar denilen adamdı. Şaşırdım.

"Teşekkür ederim." nezaketen söylemek gerekirdi. Konuşurken boğazım acıyordu. Midemdeki solucanlar sanki hala hareket ediyordu. Kusmak istedim tekrardan ama bu adamın önünde kusamazdım. "Önemli değil. Kafanı çarpmaman iyi olmuş o düşüş esasında zehir etkisiyle darbe alsaydın hiç şansın yoktu."

"Ama neden? Beni kim öldürmek istesin ki bir insanı neden öldürmek istesinler?" diye sordum. Annemin gözlerinde endişe vardı ama ısrarla bana bir şey anlatmıyordu. Yine anlatmayacaktı. Bu bir sırdı onun için ve daima öyle kalacaktı sanırım.

"Büyücüler insan sevmez bu yüzden seni yıllardır koruyorum." evet büyücüler insan sevmezdi ama bizi bir ucube olarak gördükleri için sevmezdiler değersizdik onlar için bir hamam böceğinden farksızdık. Tek sorun benim insan olmadığım ve bir büyücü olduğum gerçeğiydi. Ben büyücüydüm peki benim yıllardır gücüm neden yoktu? Neden bir fani gibi yaşadım? Tek cevap annemdeydi ve o da bana söylememek için oldukça ısrar ediyordu.

Tüm gizem kolyemdeydi. Bunu çözmek benim işimdi artık.

Her şey o kadar parça parça ve anlamsızdı ki yapboz asla kafamda yerine oturmuyordu.

Kapıya yaslanmış olan Barbar kollarını sıvazladı. "Bu işte bir terslik sizce de yok mu?"

Annem Barbar'a baktı. "Ne gibi?" diye sordu.

"Saray bu kadar iyi korunurken, herkesin üstü aranmışken bu zehir içeri nasıl girdi?" doğruydu.

Annem beni bıraktı ve tamamen barbara odaklandı. "Ne demek istiyorsun?"

"Bunu içeriden biri yapmış olma olasılığı çok yüksek diyorum."

"Bunun imkanı yok! İçeriden biri olsa bunca zaman bekler miydi sanıyorsun? Hemen öldürürlerdi onu."

"Yanılıyorsunuz, eğer beklemeseydiler şüpheler direk saraydan biri olurdu ama böyle şüpheler dışarıdan gelen biri olarak akla geliyor. Belki de çok uzun bir zaman diliminde yapılan bir plandır. Bu kadar güçlü bir zehir anında kalp ve beyin ölümüne sebep olur. Hele bir insan için, prenses oldukça şanslı bu konuda." Barbar'ın konuşması bittiğinde gözler anneme dönmüştü. Tabi eğer insansam... İlaç ani ölüme sebep olabiliyorsa ben nasıl hayattaydım gerçekten de?

Barbar'ın açıklaması anneme oldukça mantıklı gelmişti. Annem bana baktıktan sonra bakışları Barbar'a geri döndü. "Bunu kızıma yapanı sen bulucaksın." Ve işte o sihirli sözcük. Herkes şok olurken kimseden çıt çıkmıyordu. Zalton ağzını açmış tam anneme bir şey söyleyecekti ki annem anlamış olacak "Bu kesin bir emirdir." Bana döndü. "Eğer bu genç adam olmasaydı prenses şu an aramızda olmayacaktı. Güvenlik önlemlerini arttırın."

Güvenlik daha ne kadar artabilirdi ki balo zaten en üst düzeyde korunuyordu. Bense bir zehire kurban gidiyordum. Kimsenin ruhu bile duymamıştı.

Konuşmaya gücüm yoktu. Olduğum yerde öylece yatıyordum başımı kaldıracak halim dahi yoktu. Uykum vardı.

"Gölge nerde?" diye sordum. Sesim kısık bir hayli yorgun çıkmıştı.

Zalton "Sarayda arama yapıyorlar." diye yanıtladı.
Burda yanımda olmasını tercih ederdim tabii ama o her zamanki gibi yanımda olmak yerine diğer tüm işlerle meşguldü.
Barbar gözlerini ayırmadan bana bakıyordu bir şey vardı ama ne olduğunu anlayabilmiş değildim. Bir şey vardı bu adamda öğrenicektim ama şimdi kesinlikle uyumalıydım.

"Prensesi bırakalım da uyusun."

Gözlerim Klasrum'a takıldı. Bilge büyücümüzde bugün bir gariplik vardı. Eli kolu ayrı oynuyordu sanki bana mor gözleriyle baktı. Ona bilge büyücü dememizin bir sebebi vardı. Diğer tüm büyücülerin gözleri sadece sihir yaparken mor olurken Klasrum'un gözleri her zaman mordu. İşte bu yüzden ona Bilge büyücü deniliyordu.

"Prenses için dinlendirici bir iksir yaparım onu içtiğinde hiçbir şeyi kalmaz."

"İyi olur Klasrum prensese iyi bak." Diyerek annem odadan çıktı. Peşinden de Barbar bana son bir bakış attıktan sonra odadan çıktı.

Ve yorgunluğun el vermesiyle kendimi karanlığa bıraktım.

Ertesi gün baş ucumda iksir şişesi vardı. Gözlerimin içine içine sokulmuştu resmen ama kendimi Onu içmeyeceğim için oracıkta bıraktım ve revirden hızlıca çıktım. Kendimi lağım faresi gibi kokuyormuş hissediyordum. Bu yüzden sıcak bir duşa ihtiyacım vardı. Odama girdiğimde Efi ile Hera odada üzgün bir halde oturuyordu. Beni gördüklerinde menekşe açar gibi ağızları kocaman açıldı. Kollarını açarak bana doğru koşmaya başladılar. "Sonundaaaa." bana sarıldıkları an hepimiz yere çuval gibi yapıştık. "Bizi çok korkuttun." diye sitem etti Hera.
"Ben bilerek yapmadım ki." dediğimde Efi sinirli sinirli kalktı ve odanın içinde turlamaya başladı. Yine dedektifçiliği tutmuştu sanırım. Ayrıca bu tarz gizemli olayları çözmede eline kimse su dökemezdi. Oldukça gizem gerilim ve polisiye okumayı çok severdi. Hayali de hep yazar olmaktı. Gizli gizli odasında yazdığını Hera da bende biliyorduk ama inatla bizi yalanlıyordu. O tur attıkça gözlerimizle onu takip ettik.
"Efi dur artık." Hera sıkılmış gibi ona sitem etti.
"Bunu saraydan birinin yaptığı apaçık ortada değil mi sizcede? diye bize soru yöneltti.
"Evet bunu o Barbar denilen adam da anneme söyledi." dediğimde ikisi de gözlerini pörtletti.

"Ne! Bakmayın bana öyle. Dün ayıldığımda konuştular. Annem deliye dönmüş gibiydi beni de o adamın koruması altına bıraktı. Beni o koruyacakmış."

"NEEE!" Diye ikisi de kulağım sağır olacak kadar bağırmışlardı. "Sen ciddi misin? Peki Gölge ne dedi bu duruma, o asla buna izin vermez ki." dediklerinde yüzüm düştü. Uyandığımdan beri onun yüzünü bile görmemiştim ki ben, haberi var mı yok mu bilmiyordum. Nasıl bir tepki verdi? Herşey cevapsızdı. Milyonlarca soru işareti vardı ama hepsi cevapsızdı. Meraktan çatlasam da bilmiyordum işte.
"Daha onu hiç görmedim. Ziyaretime bile gelmedi." dediğimde kızlar bir şok dalgası daha geçirmişti.
"Belki seni zehirleyenin peşindelerdir olamaz mı?" beni rahatlatmak için söylediklerini biliyordum ama ne kadar dil dökseler de faydasızdı. Bir kere anlamıştım ben herşeyi, bu tek taraflı benim kafamda kurduğum bir aşktı sadace ben onun sadece koruması gerekn bir prensestim. Bunun yanı sıra beni ne kadar düşünürse düşünsün beni sadece korumak ve prensesi olarak gören bir muhafızdan ne bekliyordum ki? Ben onun asla birlikte olamayacağı bir prensestim. O da beni korumakla yükümlü muhafız.
İçimdeki burukluk dinmiyordu.

Efi "Seni nasıl bu saate kadar görmeye gelmez. O seni korumakla yükümlü seni nasıl böyle bir başına bırakabilir." dedi.
Hera hemen "Çağırmamı ister misin? Hemen sordurtabilirim." dedi. Buruk bir şekilde gülümsedim. "Hayır kızlar, sıcak bir duş alıp dinlenmek istiyorum kendimi hala yorgun hissediyorum." dedim. Der demez Hera kalktı ve banyoya gitti.

Benim için her zaman en iyisini bilen kızlarımdı. Onlar da olmasalar bu sarayda o kadar sıkılırdım ki bir başıma arkadaşım dahi olmadan bu koca sarayda zindan hayatı yaşıyor olurdum. En azından onlarlayken vakit geçiyordu.

İyiki yanımdaydılar beni bu koca sarayda tek anlayanlar da yine onlardı benim kaderimi yaşıyorlardı.

"Su hazır hadi gel." dedikten sonra ikisi de beni öptü ve odadan çıktılar. Bende uzun süreli sıcak suyun altında güzelce dinlendim.

Suyun altında uyuduğumu üşümeye başladığımda anladım bir süredir uyuyordum ve ne zaman daldığımı dahi hatırlamıyordum. Su soğumuştu.
'Acaba?' diye düşündüm. Yapabilir miydim? Denemekten ne kaybedebilirdim. Ellerimi suyun altında yumru yaptım ve odaklandım. Yapabilirm, yapabilirim, yapabilirim, yapabilirim!
Önce bir ısı hissettim kolyem ısınıyordu. Tüm her şeyin sebebi bu kolye miydi? Avuç içlerimden bir ışık yayılmaya başladı. Kırmızı bir o kadar da güzel bir sıcaklık oluştu. Suyun altında dalgalanma başladı. İlkten usul usul sallandı, ısınmaya başlamıştı. Başarmıştım.
Ama bir terslik vardı. Su birden şiddetli bir şekilde sallanmaya başladı. Sanki büyük bir tsunami çıkmış gibiydi. Ne yaptığımı bilmiyorum ama bunu ben yapıyordum. Avuçlarımı açtım ve durulmaya çalışan suya şaşkın gözlerle baktım. Evet su ısınmıştı ama bir yandan da tsunami oluşturmuştum. Gücümün olmasına mı yoksa dengesizliğine mi şaşırayım bilmiyorum.
Nasıl bir güçtü bu? Birilerine söyleyememenin verdiği çaresizlik yetmezmiş gibi başkalarının öğrenmesiyle hayatımın tehlikeye girebileceği riski de vardı. Arafta sıkışmıştım resmen, ne konuşabiliyordum ne de yanıtları bulabiliyordum. Suyun içinden çıktım. Kafamda dolanan soru işaretlerinden bana rahat yoktu. Cevaplara ihtiyacım var.
Bu gücün sebebini bulmam gerekiyordu. Neden tehlikede olabileceğimin sebebi peki gücüm var ve saklandı öğrenilirse hayati riskim vardı. Peki ama neden? Karanlık güce sahip olmak benim suçum değildi. Bir gücümün olduğundan dahi haberim yokken, karanlık güce nasıl sahip olabildim onu da bilmiyordum. İçimdeki kötü hislerin geçmesi için ışığa dua ettim. Elbisemi giyerek saçlarımı topladım. Kimseye görünmeden kütüphaneye gitmem gerekiyordu.

Odamın kapısını araladım. Uzun karanlık koridora baktım, kimseler gözükmüyordu.

Yavaş sessiz adımlarla üst kata çıktım. Gece geç bir saat olduğu için hizmetlilerin hiçbiri gözükmüyordu. Elbisemin eteklerini kucağıma toplayarak merdivenleri tırmandım. Koridorun sonundaki büyük kapıya ulaştığımda durdum ve bir süre kapıya bakarak kendimi karşılaşabileceğim sonuçlara karşı hazırladım. Kapıyı açtım ve içeri girdim. Karanlıktı. Işıkları açmaksa riskliydi. Büyü yapmaya çalışsam burayı aleve verme olasılığı daha fazlaydı. Bu yüzden mum arama girişiminde bulundum.
Çekmecelerin hepsini karıştırdım ve en sonunda bir çekmecede mum ve kibrit bulabildim. Elimden geldiğince hızlı olmaya çalışıyordum. Devriye gezdiklerinde yakalanmamam için bir an önce işimi bitirmeliydim. Mumu yaktıktan sonra etrafı az çok görebiliyordum. Rafların arasına girdiğimde nerden başlayacağımı bilmediğim için sırayla hepsini gezdim. Ama hiçbiri işime yarayacak kitaplar değildi.

"Yardım edebilir miyim?" arkamdan gelen sesle elimdeki mum yere düştü. Korkarak arkamı döndüm ama karanlık yüzünden kimseyi göremedim. Mum düştüğü gibi sönmüştü. Sonra bir aydınlık oldu. Karşımda parlayan yüzü görünce şaşırdım. "Korkuttum mu prenses?" dediğinde "Hayır." diye yanıtladım. Gelen Barbar'dı. Burada ne işi vardı?
Elinde gün ışığı topu her yeri aydınlatmaya yetmişti. "Peki karanlıkta ne aradığınızı sorabilir miyim?" dediğinde hızlı bir cevap şeklinde tekrardan "Hayır." dedim.

"Muhafızları çağırmamı ister misiniz belki aradığınız şey neyse yardımcı olurlar."

"Hayır!" dedim sert bir şekilde. İnatla olduğu yerde durmaya devam etti. Yanağımın içini ısırırken ona dik dik baktım. "Sadece git. Hiçbir şey yapma ve git. Tamam mı?"

"Üzgünüm sizi korumak artık benim görevim. Sizi yalnız bırakamam." dediğinde kaşlarımı çattım. Neden sadece gitmiyorsun ki!
"Sana emrediyorum, git."
Oduğu yerden kıpırdayarak bana doğru bir adım attı. Avına yaklaşan bir sırtlan gibi yaklaşıyordu. "Bu gece, baloda, gözlerin, kırmızı, oldu, PRENSES." prenses derken oldukça vurgulamıştı. Görmüştü. Ve unutmaya hiç niyeti yoktu. Evet Alin salağa yatma zamanı kızım.

"Kırmızı mı? Ne demeye çalışıyorsun sen?"

"Siz ne demek istediğimi biliyorsunuz." dediğinde ses tonu sırtımdan aşağı bir ürperti yayılmasına neden oldu.

"Ne saçmaladığını bilmiyorum. Çünkü saçmalıyorsun. Bir insanın gözü nasıl olur da kırmızı olabilir?" dediğimde yüzünde çarpık bir gülümseme oluştu.

"İnsan mı? Tabi eğer insansan!" iğneleyiciydi. Gün ışığı topunu havalandırdı. o havada süzülürken o gözlerimin içine bakmaktan hiç çekinmiyordu.
"Bir Prenses ile konuştuğunu unutma!" dedim.
Güldü. Bu ukalalığını neyine güvenerek yapıyordu bilmiyorum ama vücuduma öfke dalgaları yayılmaya başlamıştı. "Siz de ne kadar tehlikeli biriyle konuştuğunuzu unutmayın prenses." dediğinde şaşkınlıkla ona baktım. Bir prensesi tehdit edebilecek güvene nereden sahipti?
"Korkmayın, size zarar vermek için burada değilim, tam aksine korumak için buradayım."

"Benimle konuşmalarına dikkat etsen iyi olur şayet istediğin kadar tehlikeli ol. seni tek hamlede yok ederim." tehdidim öyle şiddetliydi ki bir lav edasıyla damarlarımda akan kanın hareketliliğini hissetmiştim. Ve o an gözlerinde yine gözlerimi gördüm. Kıpkırmızıydı. Yüzünde hiç de saklamaya niyeti olmadan kocaman bir gülümseme oluştu. İstediğini elde etmişti.

"Öfken o kadar güçlü ki kolye bile bu gücü saklamaya yetmiyor." dediğinde şaşırdım. Ve o an aklıma geldi. Dans ederken gözleri bir anlığına kolyeme kaymıştı. Zaten her şeyin farkındaydı. Peki nasıl bilebilirdi?
"SEN, sen nasıl?" dediğimde güldü ve başını eğdi. "Nasıl mı biliyorum?"

"Seni yıllardır saklıyorlar Prenses ve hiçbir şeyin farkında bile değilsin. Bu kütüphanede cevap bulabileceğini mi sanıyorsun? Bulamazsın." Elini bana doğru uzattı. "Biraz yürüyelim mi?" Elini tutmadım. Önden giderek önderlik ettim. Kendimi tekrardan terasta buldum. Koltuklara oturdum. Karşıma geçip oturdu. Büyük cüssesi biraz koltuğa sığmadı gibi ama çok da umurumda değildi. Şu an karşımdaki adam benim dahi yeni öğrendiğim sırrımı biliyordu ve kim olduğunu bile bilmiyordum. Tek temin ettiği şey beni koruma olduğuydu. "Seni dinliyorum."

"Çok sabırsızsın prenses." dedi.
Kara gözlerinin ardında o kafanın içinde neler dönüyordu. Şu karanlık gece gibi sakladığı sırlar mı vardı onun da? Ya da peşinde olduğu bir şey mi?
"Bazı şeyleri öğrenmene yardım edebilecek kişiyim prenses, benim hakkımda sadece bunu bilmeniz sizin için yeterli. Size gelecek olursak. Gücünüzün ne kadar büyük ve hiddetli olduğunun farkında mısınız prenses?"

Aklımı okumuştu bilmiyorum ama bir şeyler gevelediği kesindi. "Benim insan olmadığımı nerden biliyorsun?" diye sordum. Vereceği cevabı o kadar çok merak ediyordum ki gözlerinin içine pür dikkat bakıyordum. "Tahminler vardı zaten ama insan evladı olduğunu herkese öyle bir inandırdılar ki yıllardır insanlar senin insan olduğuna inandı." dediğinde şaşırdım. "Prenses ne kadar büyük bir tehlikenin içinde olduğunuzun farkında olun."

"Gücümün nereden geldiğini söyle bana? Gözlerim neden mor değil de kırmızı?" dedim. Sustu.
Cevap vermedi bir süre "Bana cevap ver." dedim.
Gözlerimin içine baktı sadece "Bilmiyorum." diyerek geçiştirmeye çalıştı.
"Asıl benim bilmem gereken şeyi benden niye herkes saklıyor!" diye sesimi yükselttim. O an sert bir rüzgar esti. Saçlarım öne doğru uçuştu.
"Gücün kontrolden çıkmaya başlamış. Kraliçe bilmiyor mu?" diye sordu. Öne eğildi ve dirseklerini dizlerine dayadı. "Neyi bilmiyor mu?"
"Kolyenin artık gücünü saklayamayacağını." dedi.
Biliyordum. Kolye yıllardır gücümü saklayan tek şeydi. Annem bu yüzden asla çıkarmamam gerektiğini söyleyip duruyordu bana. Eğer çıkarırsam gücüm açığa çıkıcaktı. "Bilmiyor." dedim. Belki de gerçekten bana yardım edebilirdi.

"Sihrinin gücünü fark et prenses. Sen öyle bir güce sahipsin ki herkes korkucak, herkes seni öldürmenin yollarını arayacak. Hatta bilenler iş başına düştü bile."







3. Bölümden selamlar millet, umarım hikayeyi beğenmişsinizdir. Yorumlarla birlikte görüşlerinizi ve düşüncelerinizi benim için belirtin lütfen:))
Görselde HARVEY VADİSİ'NİN görseli var. İyi okumalar dilerim.

_________

"Bunu yapmaya kim cüret eder! Dibimize kadar prensesi zehirleyebilecek kadar yakınımıza geliyorlar ve sizin ruhunuz bile duymuyor mu?"

Öfke çanları kulaklarıma akın etmişti. Neredeydim? Ne oldu? Neden başım çatlayacak kadar ağrıyor?

Bedenim uyuşuktu. Hiç hareket edecek bir durumda bile değildim. Sanki sihirle beni buraya mühürlemişlerdi. Gözlerimi araladım. İçimde sanki solucanlar kıvrılır bir şekilde hareket ediyordu. Kusacaktım.

Gözlerimi bile aralayamadım ve ben yatakta yan döndüğüm gibi kustum.

"Zehrin tamamını attı." tanıdık bir sesti. Klasrum.

"Alin." diyerek alnımdan tutup saçlarımı okşayan annemin telaşlı sesiydi bu. Gözlerimi aralamak için zorladım. Annemin korkmuş gözleri bana bakıyordu.

"Beni çok korkuttun."

"İyiyim." dedim. Sesim çatallı ve kısık çıkmıştı.

"Ölüyordun! Eğer bu genç adam olmasaydı gerçekten de ölebilirdin." kimden bahsettiğini anlamadım. Hangi genç adam?

Gözlerim Gölge'yi aradı. Burada yoktu. İçimde bir burukluk oluştu. Onu yanımda telaşlı görmek isterdim. Kalbim sızladı.

"Işık seni korudu." sese baktım. Dans ettiğim Barbar denilen adamdı. Şaşırdım.

"Teşekkür ederim." nezaketen söylemek gerekirdi. Konuşurken boğazım acıyordu. Midemdeki solucanlar sanki hala hareket ediyordu. Kusmak istedim tekrardan ama bu adamın önünde kusamazdım. "Önemli değil. Kafanı çarpmaman iyi olmuş o düşüş esasında zehir etkisiyle darbe alsaydın hiç şansın yoktu."

"Ama neden? Beni kim öldürmek istesin ki bir insanı neden öldürmek istesinler?" diye sordum. Annemin gözlerinde endişe vardı ama ısrarla bana bir şey anlatmıyordu. Yine anlatmayacaktı. Bu bir sırdı onun için ve daima öyle kalacaktı sanırım.

"Büyücüler insan sevmez bu yüzden seni yıllardır koruyorum." evet büyücüler insan sevmezdi ama bizi bir ucube olarak gördükleri için sevmezdiler değersizdik onlar için bir hamam böceğinden farksızdık. Tek sorun benim insan olmadığım ve bir büyücü olduğum gerçeğiydi. Ben büyücüydüm peki benim yıllardır gücüm neden yoktu? Neden bir fani gibi yaşadım? Tek cevap annemdeydi ve o da bana söylememek için oldukça ısrar ediyordu.

Tüm gizem kolyemdeydi. Bunu çözmek benim işimdi artık.

Her şey o kadar parça parça ve anlamsızdı ki yapboz asla kafamda yerine oturmuyordu.

Kapıya yaslanmış olan Barbar kollarını sıvazladı. "Bu işte bir terslik sizce de yok mu?"

Annem Barbar'a baktı. "Ne gibi?" diye sordu.

"Saray bu kadar iyi korunurken, herkesin üstü aranmışken bu zehir içeri nasıl girdi?" doğruydu.

Annem beni bıraktı ve tamamen barbara odaklandı. "Ne demek istiyorsun?"

"Bunu içeriden biri yapmış olma olasılığı çok yüksek diyorum."

"Bunun imkanı yok! İçeriden biri olsa bunca zaman bekler miydi sanıyorsun? Hemen öldürürlerdi onu."

"Yanılıyorsunuz, eğer beklemeseydiler şüpheler direk saraydan biri olurdu ama böyle şüpheler dışarıdan gelen biri olarak akla geliyor. Belki de çok uzun bir zaman diliminde yapılan bir plandır. Bu kadar güçlü bir zehir anında kalp ve beyin ölümüne sebep olur. Hele bir insan için, prenses oldukça şanslı bu konuda." Barbar'ın konuşması bittiğinde gözler anneme dönmüştü. Tabi eğer insansam... İlaç ani ölüme sebep olabiliyorsa ben nasıl hayattaydım gerçekten de?

Barbar'ın açıklaması anneme oldukça mantıklı gelmişti. Annem bana baktıktan sonra bakışları Barbar'a geri döndü. "Bunu kızıma yapanı sen bulucaksın." Ve işte o sihirli sözcük. Herkes şok olurken kimseden çıt çıkmıyordu. Zalton ağzını açmış tam anneme bir şey söyleyecekti ki annem anlamış olacak "Bu kesin bir emirdir." Bana döndü. "Eğer bu genç adam olmasaydı prenses şu an aramızda olmayacaktı. Güvenlik önlemlerini arttırın."

Güvenlik daha ne kadar artabilirdi ki balo zaten en üst düzeyde korunuyordu. Bense bir zehire kurban gidiyordum. Kimsenin ruhu bile duymamıştı.

Konuşmaya gücüm yoktu. Olduğum yerde öylece yatıyordum başımı kaldıracak halim dahi yoktu. Uykum vardı.

"Gölge nerde?" diye sordum. Sesim kısık bir hayli yorgun çıkmıştı.

Zalton "Sarayda arama yapıyorlar." diye yanıtladı.
Burda yanımda olmasını tercih ederdim tabii ama o her zamanki gibi yanımda olmak yerine diğer tüm işlerle meşguldü.
Barbar gözlerini ayırmadan bana bakıyordu bir şey vardı ama ne olduğunu anlayabilmiş değildim. Bir şey vardı bu adamda öğrenicektim ama şimdi kesinlikle uyumalıydım.

"Prensesi bırakalım da uyusun."

Gözlerim Klasrum'a takıldı. Bilge büyücümüzde bugün bir gariplik vardı. Eli kolu ayrı oynuyordu sanki bana mor gözleriyle baktı. Ona bilge büyücü dememizin bir sebebi vardı. Diğer tüm büyücülerin gözleri sadece sihir yaparken mor olurken Klasrum'un gözleri her zaman mordu. İşte bu yüzden ona Bilge büyücü deniliyordu.

"Prenses için dinlendirici bir iksir yaparım onu içtiğinde hiçbir şeyi kalmaz."

"İyi olur Klasrum prensese iyi bak." Diyerek annem odadan çıktı. Peşinden de Barbar bana son bir bakış attıktan sonra odadan çıktı.

Ve yorgunluğun el vermesiyle kendimi karanlığa bıraktım.

Ertesi gün baş ucumda iksir şişesi vardı. Gözlerimin içine içine sokulmuştu resmen ama kendimi Onu içmeyeceğim için oracıkta bıraktım ve revirden hızlıca çıktım. Kendimi lağım faresi gibi kokuyormuş hissediyordum. Bu yüzden sıcak bir duşa ihtiyacım vardı. Odama girdiğimde Efi ile Hera odada üzgün bir halde oturuyordu. Beni gördüklerinde menekşe açar gibi ağızları kocaman açıldı. Kollarını açarak bana doğru koşmaya başladılar. "Sonundaaaa." bana sarıldıkları an hepimiz yere çuval gibi yapıştık. "Bizi çok korkuttun." diye sitem etti Hera.
"Ben bilerek yapmadım ki." dediğimde Efi sinirli sinirli kalktı ve odanın içinde turlamaya başladı. Yine dedektifçiliği tutmuştu sanırım. Ayrıca bu tarz gizemli olayları çözmede eline kimse su dökemezdi. Oldukça gizem gerilim ve polisiye okumayı çok severdi. Hayali de hep yazar olmaktı. Gizli gizli odasında yazdığını Hera da bende biliyorduk ama inatla bizi yalanlıyordu. O tur attıkça gözlerimizle onu takip ettik.
"Efi dur artık." Hera sıkılmış gibi ona sitem etti.
"Bunu saraydan birinin yaptığı apaçık ortada değil mi sizcede? diye bize soru yöneltti.
"Evet bunu o Barbar denilen adam da anneme söyledi." dediğimde ikisi de gözlerini pörtletti.

"Ne! Bakmayın bana öyle. Dün ayıldığımda konuştular. Annem deliye dönmüş gibiydi beni de o adamın koruması altına bıraktı. Beni o koruyacakmış."

"NEEE!" Diye ikisi de kulağım sağır olacak kadar bağırmışlardı. "Sen ciddi misin? Peki Gölge ne dedi bu duruma, o asla buna izin vermez ki." dediklerinde yüzüm düştü. Uyandığımdan beri onun yüzünü bile görmemiştim ki ben, haberi var mı yok mu bilmiyordum. Nasıl bir tepki verdi? Herşey cevapsızdı. Milyonlarca soru işareti vardı ama hepsi cevapsızdı. Meraktan çatlasam da bilmiyordum işte.
"Daha onu hiç görmedim. Ziyaretime bile gelmedi." dediğimde kızlar bir şok dalgası daha geçirmişti.
"Belki seni zehirleyenin peşindelerdir olamaz mı?" beni rahatlatmak için söylediklerini biliyordum ama ne kadar dil dökseler de faydasızdı. Bir kere anlamıştım ben herşeyi, bu tek taraflı benim kafamda kurduğum bir aşktı sadace ben onun sadece koruması gerekn bir prensestim. Bunun yanı sıra beni ne kadar düşünürse düşünsün beni sadece korumak ve prensesi olarak gören bir muhafızdan ne bekliyordum ki? Ben onun asla birlikte olamayacağı bir prensestim. O da beni korumakla yükümlü muhafız.
İçimdeki burukluk dinmiyordu.

Efi "Seni nasıl bu saate kadar görmeye gelmez. O seni korumakla yükümlü seni nasıl böyle bir başına bırakabilir." dedi.
Hera hemen "Çağırmamı ister misin? Hemen sordurtabilirim." dedi. Buruk bir şekilde gülümsedim. "Hayır kızlar, sıcak bir duş alıp dinlenmek istiyorum kendimi hala yorgun hissediyorum." dedim. Der demez Hera kalktı ve banyoya gitti.

Benim için her zaman en iyisini bilen kızlarımdı. Onlar da olmasalar bu sarayda o kadar sıkılırdım ki bir başıma arkadaşım dahi olmadan bu koca sarayda zindan hayatı yaşıyor olurdum. En azından onlarlayken vakit geçiyordu.

İyiki yanımdaydılar beni bu koca sarayda tek anlayanlar da yine onlardı benim kaderimi yaşıyorlardı.

"Su hazır hadi gel." dedikten sonra ikisi de beni öptü ve odadan çıktılar. Bende uzun süreli sıcak suyun altında güzelce dinlendim.

Suyun altında uyuduğumu üşümeye başladığımda anladım bir süredir uyuyordum ve ne zaman daldığımı dahi hatırlamıyordum. Su soğumuştu.
'Acaba?' diye düşündüm. Yapabilir miydim? Denemekten ne kaybedebilirdim. Ellerimi suyun altında yumru yaptım ve odaklandım. Yapabilirm, yapabilirim, yapabilirim, yapabilirim!
Önce bir ısı hissettim kolyem ısınıyordu. Tüm her şeyin sebebi bu kolye miydi? Avuç içlerimden bir ışık yayılmaya başladı. Kırmızı bir o kadar da güzel bir sıcaklık oluştu. Suyun altında dalgalanma başladı. İlkten usul usul sallandı, ısınmaya başlamıştı. Başarmıştım.
Ama bir terslik vardı. Su birden şiddetli bir şekilde sallanmaya başladı. Sanki büyük bir tsunami çıkmış gibiydi. Ne yaptığımı bilmiyorum ama bunu ben yapıyordum. Avuçlarımı açtım ve durulmaya çalışan suya şaşkın gözlerle baktım. Evet su ısınmıştı ama bir yandan da tsunami oluşturmuştum. Gücümün olmasına mı yoksa dengesizliğine mi şaşırayım bilmiyorum.
Nasıl bir güçtü bu? Birilerine söyleyememenin verdiği çaresizlik yetmezmiş gibi başkalarının öğrenmesiyle hayatımın tehlikeye girebileceği riski de vardı. Arafta sıkışmıştım resmen, ne konuşabiliyordum ne de yanıtları bulabiliyordum. Suyun içinden çıktım. Kafamda dolanan soru işaretlerinden bana rahat yoktu. Cevaplara ihtiyacım var.
Bu gücün sebebini bulmam gerekiyordu. Neden tehlikede olabileceğimin sebebi peki gücüm var ve saklandı öğrenilirse hayati riskim vardı. Peki ama neden? Karanlık güce sahip olmak benim suçum değildi. Bir gücümün olduğundan dahi haberim yokken, karanlık güce nasıl sahip olabildim onu da bilmiyordum. İçimdeki kötü hislerin geçmesi için ışığa dua ettim. Elbisemi giyerek saçlarımı topladım. Kimseye görünmeden kütüphaneye gitmem gerekiyordu.

Odamın kapısını araladım. Uzun karanlık koridora baktım, kimseler gözükmüyordu.

Yavaş sessiz adımlarla üst kata çıktım. Gece geç bir saat olduğu için hizmetlilerin hiçbiri gözükmüyordu. Elbisemin eteklerini kucağıma toplayarak merdivenleri tırmandım. Koridorun sonundaki büyük kapıya ulaştığımda durdum ve bir süre kapıya bakarak kendimi karşılaşabileceğim sonuçlara karşı hazırladım. Kapıyı açtım ve içeri girdim. Karanlıktı. Işıkları açmaksa riskliydi. Büyü yapmaya çalışsam burayı aleve verme olasılığı daha fazlaydı. Bu yüzden mum arama girişiminde bulundum.
Çekmecelerin hepsini karıştırdım ve en sonunda bir çekmecede mum ve kibrit bulabildim. Elimden geldiğince hızlı olmaya çalışıyordum. Devriye gezdiklerinde yakalanmamam için bir an önce işimi bitirmeliydim. Mumu yaktıktan sonra etrafı az çok görebiliyordum. Rafların arasına girdiğimde nerden başlayacağımı bilmediğim için sırayla hepsini gezdim. Ama hiçbiri işime yarayacak kitaplar değildi.

"Yardım edebilir miyim?" arkamdan gelen sesle elimdeki mum yere düştü. Korkarak arkamı döndüm ama karanlık yüzünden kimseyi göremedim. Mum düştüğü gibi sönmüştü. Sonra bir aydınlık oldu. Karşımda parlayan yüzü görünce şaşırdım. "Korkuttum mu prenses?" dediğinde "Hayır." diye yanıtladım. Gelen Barbar'dı. Burada ne işi vardı?
Elinde gün ışığı topu her yeri aydınlatmaya yetmişti. "Peki karanlıkta ne aradığınızı sorabilir miyim?" dediğinde hızlı bir cevap şeklinde tekrardan "Hayır." dedim.

"Muhafızları çağırmamı ister misiniz belki aradığınız şey neyse yardımcı olurlar."

"Hayır!" dedim sert bir şekilde. İnatla olduğu yerde durmaya devam etti. Yanağımın içini ısırırken ona dik dik baktım. "Sadece git. Hiçbir şey yapma ve git. Tamam mı?"

"Üzgünüm sizi korumak artık benim görevim. Sizi yalnız bırakamam." dediğinde kaşlarımı çattım. Neden sadece gitmiyorsun ki!
"Sana emrediyorum, git."
Oduğu yerden kıpırdayarak bana doğru bir adım attı. Avına yaklaşan bir sırtlan gibi yaklaşıyordu. "Bu gece, baloda, gözlerin, kırmızı, oldu, PRENSES." prenses derken oldukça vurgulamıştı. Görmüştü. Ve unutmaya hiç niyeti yoktu. Evet Alin salağa yatma zamanı kızım.

"Kırmızı mı? Ne demeye çalışıyorsun sen?"

"Siz ne demek istediğimi biliyorsunuz." dediğinde ses tonu sırtımdan aşağı bir ürperti yayılmasına neden oldu.

"Ne saçmaladığını bilmiyorum. Çünkü saçmalıyorsun. Bir insanın gözü nasıl olur da kırmızı olabilir?" dediğimde yüzünde çarpık bir gülümseme oluştu.

"İnsan mı? Tabi eğer insansan!" iğneleyiciydi. Gün ışığı topunu havalandırdı. o havada süzülürken o gözlerimin içine bakmaktan hiç çekinmiyordu.
"Bir Prenses ile konuştuğunu unutma!" dedim.
Güldü. Bu ukalalığını neyine güvenerek yapıyordu bilmiyorum ama vücuduma öfke dalgaları yayılmaya başlamıştı. "Siz de ne kadar tehlikeli biriyle konuştuğunuzu unutmayın prenses." dediğinde şaşkınlıkla ona baktım. Bir prensesi tehdit edebilecek güvene nereden sahipti?
"Korkmayın, size zarar vermek için burada değilim, tam aksine korumak için buradayım."

"Benimle konuşmalarına dikkat etsen iyi olur şayet istediğin kadar tehlikeli ol. seni tek hamlede yok ederim." tehdidim öyle şiddetliydi ki bir lav edasıyla damarlarımda akan kanın hareketliliğini hissetmiştim. Ve o an gözlerinde yine gözlerimi gördüm. Kıpkırmızıydı. Yüzünde hiç de saklamaya niyeti olmadan kocaman bir gülümseme oluştu. İstediğini elde etmişti.

"Öfken o kadar güçlü ki kolye bile bu gücü saklamaya yetmiyor." dediğinde şaşırdım. Ve o an aklıma geldi. Dans ederken gözleri bir anlığına kolyeme kaymıştı. Zaten her şeyin farkındaydı. Peki nasıl bilebilirdi?
"SEN, sen nasıl?" dediğimde güldü ve başını eğdi. "Nasıl mı biliyorum?"

"Seni yıllardır saklıyorlar Prenses ve hiçbir şeyin farkında bile değilsin. Bu kütüphanede cevap bulabileceğini mi sanıyorsun? Bulamazsın." Elini bana doğru uzattı. "Biraz yürüyelim mi?" Elini tutmadım. Önden giderek önderlik ettim. Kendimi tekrardan terasta buldum. Koltuklara oturdum. Karşıma geçip oturdu. Büyük cüssesi biraz koltuğa sığmadı gibi ama çok da umurumda değildi. Şu an karşımdaki adam benim dahi yeni öğrendiğim sırrımı biliyordu ve kim olduğunu bile bilmiyordum. Tek temin ettiği şey beni koruma olduğuydu. "Seni dinliyorum."

"Çok sabırsızsın prenses." dedi.
Kara gözlerinin ardında o kafanın içinde neler dönüyordu. Şu karanlık gece gibi sakladığı sırlar mı vardı onun da? Ya da peşinde olduğu bir şey mi?
"Bazı şeyleri öğrenmene yardım edebilecek kişiyim prenses, benim hakkımda sadece bunu bilmeniz sizin için yeterli. Size gelecek olursak. Gücünüzün ne kadar büyük ve hiddetli olduğunun farkında mısınız prenses?"

Aklımı okumuştu bilmiyorum ama bir şeyler gevelediği kesindi. "Benim insan olmadığımı nerden biliyorsun?" diye sordum. Vereceği cevabı o kadar çok merak ediyordum ki gözlerinin içine pür dikkat bakıyordum. "Tahminler vardı zaten ama insan evladı olduğunu herkese öyle bir inandırdılar ki yıllardır insanlar senin insan olduğuna inandı." dediğinde şaşırdım. "Prenses ne kadar büyük bir tehlikenin içinde olduğunuzun farkında olun."

"Gücümün nereden geldiğini söyle bana? Gözlerim neden mor değil de kırmızı?" dedim. Sustu.
Cevap vermedi bir süre "Bana cevap ver." dedim.
Gözlerimin içine baktı sadece "Bilmiyorum." diyerek geçiştirmeye çalıştı.
"Asıl benim bilmem gereken şeyi benden niye herkes saklıyor!" diye sesimi yükselttim. O an sert bir rüzgar esti. Saçlarım öne doğru uçuştu.
"Gücün kontrolden çıkmaya başlamış. Kraliçe bilmiyor mu?" diye sordu. Öne eğildi ve dirseklerini dizlerine dayadı. "Neyi bilmiyor mu?"
"Kolyenin artık gücünü saklayamayacağını." dedi.
Biliyordum. Kolye yıllardır gücümü saklayan tek şeydi. Annem bu yüzden asla çıkarmamam gerektiğini söyleyip duruyordu bana. Eğer çıkarırsam gücüm açığa çıkıcaktı. "Bilmiyor." dedim. Belki de gerçekten bana yardım edebilirdi.

"Sihrinin gücünü fark et prenses. Sen öyle bir güce sahipsin ki herkes korkacak, herkes seni öldürmenin yollarını arayacak. Hatta bilenler iş başına düştü bile."






















 












 

 

Loading...
0%