Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5. BÖLÜM- ÇARESİZLİK

@miadarknesss

İçimde öyle bir ateş oluştu ki hiçbir sihir, hiçbir su bu ateşi söndüremezdi. Tüm orman bir anda yanıp kül oldu benim için. Annem yoktu, kayıptı ve nerede olduğu hakkında kimsenin bir fikri yoktu. Kraliçe kayıp!

"Nasıl kayıp yaaa! Nasıl? Nasıl kimse nerede olduğunu bilmez." Saçlarımı çekiştirdim, bir oraya bir buraya telaşlı yürürken kafamın içi patlayacak gibiydi göğsümün tam ortasında oluşan ağrı ve öfkem yüzünden iyice ısınan kolyem hatta ve atta patlamak isteyen gücüm bir yanardağ misali yükseliyordu. "Muhafızlar neredeydi? Hiçkimsenin görmemiş olmaması imkansız." dedim.

"Kimse görmemiş." dediğinde tepem attı.

"Hepiniz kovulmak mı istiyorsunuz! Ayakta mı uyuyordunuz? Gözleriniz mi kör oldu? Nasıl görmezler." diye bağırmaya devam ettim. Çıldırmıştım. İnanılmaz derecede de korkuyordum.

"Prenses sakin olun, kraliçeyi bulacağız."

"Bulsanız iyi olur!" tehditvari bir ses tonuyla söylemiştim.

Annem yoktu ve kayıptı. Benden sakin olmamı nasıl beklerdi anlamış değildim.

Salonun büyük kapıları tekrardan açıldığında bu sefer içeri Barbar ve balo gecesi yanında gördüğüm arkadaşları vardı. Üçü de içeri telaşlı bir şekilde girdi. Siyah saçlı kız bordo bir ruj sürmüştü ve siyah saçlarını savurarak yürüyordu. Giydiği savaş kıyafetleri de onu oldukça ölümcül gösteriyordu. Tehlikeli ama seksi. Diğer uzun saçlı çocuğu yakından inceleme fırsatım daha yeni bulmuştum. Ela gözlü, kalın kaşlı oldukça kemikli yüz hatları vardı. Çenesinin ortasında da çizgi vardı. Kızın gözlerinin buz mavisi olduğunu görünce buz kestim. Bakışları oldukça keskindi. Güzeldi.

Barlas geldiğinde ilk bana iyi olup olmadığımı sordu. Başımı olumsuz anlamda sallamakla yetindim. Kesinlikle konuşacak halim yoktu, perişan bir haldeydim. Öfkeli, kızgın ve üzgündüm. Bir şeylerin üstesinden gelememek artık canımı sıkıyordu. "Kraliçe nereye gitmiş olabilir ki?" Siyah saçlı kız ilk defa konuşmuştu.

"Gören olmamış mı?" diye sordu diğer çocuk. Zalton kısa bir hayır cevabı verdi.

Barbar'ın kaşları çatıktı. "Bu ciddi bir güvenlik açığıdır. Saraydan kraliçenin kaybolmuş olması görülmemiş şeydir. Bu nasıl olabiliyor?"

Zalton çok stresli görünüyordu. O da ne yapacağını bilemiyor gibiydi. "Odasında arama yapılıyor, şimdilik hiçbir iz yok. Ne bir kaçırılma ne bir boğuşma izi var. Sabah hizmetliler odasına gittiğinde yatağında yokmuş. Dağınık bir yatak ve boş bir oda."

Elim ayağım titriyordu. Barbar'a diktim gözlerimi. Bir terslik vardı biliyordum. Annem durduk yere habersiz ve muhafızlar olmadan hiçbir yere gitmezdi. Barbar bana baktığında telaşlandı. Direk yanıma geldi ve beni kolumdan tutarak çekiştirmeye başladı.

Fısıldayarak "Sakin olmazsan sen de yakayı ele vereceksin. Gözlerin renk değiştirdi. Sakinleş ve gücünü kontrol etmeye çalış."

"Sence şu an nasıl sakin olabilirim? Annem yok benim annem!" diye tısladım sıktığım dişlerimin arasından, şu anda benimm bu sarayı aleve verip içindekilerle birlikte yakıyor olmam gerekiyordu. Kendimi yeterince tutmaya çalışıyordum zaten.

"Biliyorum ve anneni bulacağız. Sen yeterki sakinleş." Dedi ve diğerlerinin yanına gitti. Derin bir nefes aldım ve yavaşça verdim haklıydı, sakin olmam ve akıllıca düşünmem gerekiyordu. Tam o sırada Salonun kapısı tekrar açıldı ve bir heyecanla dönüp kapıya baktım ama gelen annem ya da muhafızların getirdiği bir haber değildi Hera ve Eftalya gelmişti. Heyecanım bir anda sönüp gitti, kalbim sızlıyordu sanki annem bunca yıldır beni korurken onun başına bir şey gelmiş olma düşüncesi beni kahrediyordu. Balo gecesinden beri her şey ters gidiyordu sanki, önce kolyem ve güçlerimin olduğunu öğrenmem, birilerinin beni öldürmeye çalışması şimdi de annemin kayboluşu. Hiçbir şey normal değildi. Sanki o gece her şey değişmişti. Eski sıkıcı geçirdiğim günleri hemen, şimdi, şu anda geri istiyordum.

Annemin başına bir şey gelirse ben ne yapardım.

Şu anda bile Kraliçenin kaybolduğunu öğrenen halk isyan girişimine başlamış bile olabilirdi.

Bunların olmaması gerek. Her şey rayında gitmeli ve annemi bir an önce bulmalıydık. Ona bir şey olmadığına emindim. Öyle olsaydı eğer bunu hissederdim.

Eftalya içeri adımını attığı an "Neler oluyor? Kraliçe gerçekten kayıp mı?" diye sordu. Zalton başını onaylar şekilde salladı. Kızlar direk yanıma gelip ikisi de aynı anda bana sarıldı.

"Bu nasıl oldu gören kimse yok mu?" diye sordu. Hera'ya bakıp "Hayır kimse ne olduğunu bilmiyor." Diye yanıtladım onu.

Eftalya "Şimdi ne olacak?" diye Zalton' dönrek sordu. Bu gerçekten de merak konusuydu. Şimdi ne olacaktı?

Kırmızı alarm verildiğinde ne yapılması gerektiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Söz konusu annemdi.

"Üç gün içinde kraliçeyi bulamazsak tahta varisin geçmesi gerekir. Yani Alin'in." İşte o an donakaldım. Kraliçe olmak mı?

"Annem ölmedi benim! O hayatta, anlıyor musun ZALTON? VE SEN ONU BULACAKSIN. ONU BUL ZALTON ANNEMİ BUL!" Diye bağırdım. Zalton ayağını yere vurdu eğilerek selam verdi ve arkasını dönerek hızla salondan çıktı. Salon kapısının kapanma sesi içeride yankılanırken yere çöküp ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.

"Prenses."

Donakaldığım yerde Barbar'ın bana seslendiğini duydum ama bir tepki veremedim.

"Prenses." Ve tekrar seslendiğinde donuk gözlerimi ona çevirdim. "Kendinizi bırakmamanız gerektiğini ve anneniz ve kendinizden sonra halkınızı düşünmeniz gerektiğini unutmayın. Zira bu halk büyük bir isyanla baş kaldırır ve düşmanlar bunu fırsata çevirebilirler. Buna izin veremezsiniz. Anneniz de böyle isterdi. Güçlü durmanızı." Ona öylece baktım. Tepki veremiyordum ama doğru söylemişti. Güçlü olmam gerekiyordu. Annem için halkım için güçlü durmam ve doğru bir şekilde hareket etmeliydim.

Annemi ararken bir yandan her şeyi rayında tutmam gerekiyordu, işler hiç de iyiyiye gitmezdi. Halk şimdiden telaşa kapılmıştır bile bir sürü senaryo ve alakasız dedikodular şehirde yayılmaya başlamıştır bile.

Annem, bulunana kadar yönetimi ele almam gerekiyordu. Taht hiçbir zaman boş kalmamalıydı. "Annemi bulmalıyız. Herhangi bir iz bile olur, yaşadığına dair bir işaret ne olursa." Herkes bana bakıyordu. Kızlar, Barbar ve arkadaşları. Şu anda ne kadar acınası ve çaresiz göründüğümü düşünüyorlardı. Evet çaresizdim. Yerle gök benim için darmadağındı. İçimde o berrak akan nehir birer lava dönüşmüştü. Gücümün nasıl bir yanardağ gibi patlamak istediğini anlatamazdım. Her şey bir yana yanımda duran bir sürü insan vardı. Sadece annem için korkuyordum. Bu hayattaki tek ailem annem ve arkadaşlarımdı.

"Biz ne yapalım?" diye sordu adını bilmediğim uzun saçlı çocuk.

"Biz Alin'i koruyacağız. Bir kayıp vakası daha yaşanmasın. Kraliçe kaçırılmışken Prensesin tehlikede olmadığının bir garantisi yok." Siyah saçlı kız ve uzun saçlı çocuk Barbar'ı başlarıyla onayladılar. "Bu saatten sonra yanından bir dakika bile ayrılmayacağız." dedi.

"Annemi bulun, bana bir şey olmaz." Dediğimde Efi hemen "Tabi canım olmaz, doğum günü balosunda da neredeyse ölecek olan sen değildin sanki!" diyerek laf soktu.

Hera dirseğiyle Efiyi dürtüklediğini gördüm uyarıcı bir tonda 'Efiii' diye de uyarısını direk iletti ona, şuan da hiçbir tartışma ve laf sokmayı alınacak ya da kaldırabilecek ne takatim ne de mecalim vardı.
Bu sözlerin doğru olduğunun da farkındaydım o yüzden umursamadım. Hiç yoktan şeylerle uğraşamayacaktım annem yoktu ve ben annemi bir an önce bulmak istiyordum.

"Halkın isyan çıkarmaması gerekiyor. Bu yüzden muhafızların bir kısmı bu konuyla ilgilenmeli geri kalanı da annemi aramaya devam etsin." dedim.

Barbar hemen duruma el atarak uzun saçlı çocuğa döndü. "Onay, sen Zalton'la birlikte arama ve halkın kontrolünü sağlayacaksın."

Adının Onay olduğunu öğrendiğim çocuk başını aşağı yukarı salladı ve salondan çıktı. "Reha, sende Prensesin yanından ayrılmayacaksın. Odasında onunla birlikte kalıcaksın. Kızlar aynı şekilde sizde." dedi. Hepsi başlarıyla onaylarken takıldığım tek şey Reha denilen kızın bu durumdan hiç hoşnut olmadığıydı. Zaman saniye saniye işliyordu ve elim kolum bağlı durmak canımı çok sıkıyordu. Annem yaşıyor muydu onu bile bilmiyorduk ama eğer amaçları annemi öldürmek olsaydı bunu o uyurken de yatağında çok rahat yapabilirlerdi. Bu durumda annem kesin olarak yaşıyordu, ona canlı ihtiyaçları vardı. Bunun arkasında kim varsa onu kesinlikle bulacaktım. Karanlık orman yaratıklarının tek başına hareket etmeye yetecek zekaları yoktu. Geriye de tek bir düşman bölgemiz vardı, o da Sisli Vadi'ydi. Yıllar boyunca Sisli Vadi ile bir savaş içindeydik. Büyük büyükbabam tarafından süre gelen bu düşmanlık zamanında iki vadinin de anlaşamayıp ikiye bölünmesi ve karanlık güçlerle uğraşmaya başlamasıyla her şey başlamıştı. Zamanın en büyük savaşını dedem yapmıştı. O savaşı kazandıktan sonra Sisli Vadi kendi bölgesinde sessizliğe gömülmüştü. Peki şimdi ne olmuştu da tekrardan ortaya çıkmaya başlamıştı? Annemi onlar mı kaçırmıştı yoksa yeni düşmanlarımız mı ortaya çıkmıştı?

Sarayda bir hainin olduğuna artık adım kadar emin olmuştum. Yoksa kimse görmeden annemin bu saraydan çıkması imkansızdı. Gerekirse savaşırdım. Annem için tüm dünyayı yakardım. Artık sıradan bir insan değildim, benim saklamaya çalıştıkları güçlerim vardı neyden ve kimden sakladıklarını bilmiyorum ama bir şeyden korktukları kesindi.

"Ne düşünüyorsun?"
"Sarayda bir hainin olduğunu." dedim. Ağlamak için zaman yoktu. Kontrollü davranmak en iyisiydi hem halkım hem de annem için. Bir başka savaş daha yaklaşıyordu ve buna hazırlıklı olmamız gerekiyordu.
"Hain mi?" diye sordu Hera, her zaman ki gibi ufacık bir şeyden bile çok korkardı. Efi ise onun tam tersiydi kılıca kılıç sihire sihir tüm gücüyle savaşırdı. Kolay kolay asla korkmazdı.
"Önce benim zehirlenmem ardından annemin kaçırılması birileri bunları tek başına bu sarayda yapamaz. Hele bu kadar iyi korunuyorken."

Barbar'ın zaten böyle bir düşüncesi vardı. İlk bu teoriyi o atmıştı artık teori değildi gerçekten de bir hain vardı.

"Önceliğimiz içimizdeki haini bulmak."
"Nasıl?"
"Zamanla. Hata yapmasını beklicez, önüne yem atıcaz ve beklicez. Unutmamak gerek ki zeki biriyle karşı karşıyayız. Hiçbir pürüz olmadan bu güne kadar içimizdeydi."

__________

Öfkemi kontrol edemiyordum, başım çatlamak üzereydi ve kolyem de devamlı ısınıyordu. Sınırlarımı o kadar zorluyordum ki şu an ben bile bununla nasıl baş ettiğimi anlamıyorum. Kızlar tepemde nöbet tutar gibi bekliyorlardı. Reha da odanın ortasında duran ikili koltuğuma kendini atmış iki seksen uzanırken kırmızı elma kütürdetiyordu. Bu hali sinirlerimi daha da zıplatıyordu. Bilerek mi yapıyordu? Gerçekten sinirlerimi zıplatmak için bunu yapıyorsa eğer başarıyordu.
Elmadan bir ısırık daha aldı. Kırmızı ruju elmanın kenarlarına bulaştı o ise ağzının kenarına bulaşan suyu elinin tersiyle itti.
"Gerçekten bunu yapmak zorunda mısın?" Efi'nin sorusu Reha'yaydı.
"Neyi?"
Eliyle elmayı işaret etti. "Bunu."
"Açım." dedi ve elmadan bir ısırık daha aldı.
Bunun sonunda ben birileri pert etmekten korkuyordum. Birileri üstüme gelse oracıkta onu yok edebilecek bir haldeydim çünkü.
İçeride yine bir sessizlik hakimdi. Herkes bir köşeye geçmiş oturuyor ve herhangi bir gelecek haberi bekliyorduk. Reha bitmiş olan elmasının çöpünü odamda duran çöp kovasına doğru nişan aldı ve tam içine attı. Nişancılığı her konuda iyi olmalıydı. Saatler geçti ama hiçbir haber yoktu. Ne gelen vardı ne giden. Gölge, Zalton, Barbar hiçbiri ortada yoktu. Haber de yoktu. Çaresizce öylece beklemek beni yıpratıyordu.
Bir süre sonra artık kızlar kaynaşmaya karar vermiş olmalılar ki ilk ağzını açan Hera oldu.
"Tam olarak nasıl tanıştınız?"
"Kimle?"
"İşte sen ve diğerleri?"
Hera'nın sorusuyla hepimiz Reha'ya dönmüştük.
"Biz birlikte büyüdük, kendimizi bildik bileli beraberdik." diye cevap verdi.
"Yani küçüklükten beri berabersiniz?"
"Evet."
Kısa bir cevaptan sonra Reha sustu. Sıkılmaya başlamış olduğu her halinden belliydi. Uzandığı yerden kalktı ve terasıma doğru ilerledi.
"Manzaran güzelmiş." Reha korkuluğa yaslandı havanın tadını çıkarıyormuş gibi derin bir nefes çekti. Hiçbir şey onun umrunda değilmiş gibi bir havası vardı ya da öyle görünmek istiyordu. yatağımın ucunda otururken kalktım ve terasa Reha'nın yanına gittim. Hava oldukça güneşli ve cıvıl cıvıldı. İçimin tam aksine.
"Neden güçlerini saklıyorsun?" dediğinde bir anda ona döndüm. KOcaman açılmış gözlerle ona baktım. Biliyordu.
"Sen nereden..." dememe kalmadan sessiz bir edayla konuşmaya devam etti.
"Üçümüz de biliyoruz."
"Nasıl? Barbar mı söyledi?"
"Hayır, zaten üçümüzde biliyorduk." dediğinde bir kez daha şaşırdım. Ben bile yeni öğrenmişken onlar nasıl bilebilirdi!
"Sen ne dediğinin farkında mısın?"
"Gayet farkındayım, biz buraya seni korumak için geldik. Sadece saraya girmenin ve burada kalmanın bir yolunu bulmalıydık." dediğinde bu söylediklerine gerçekten inanamıyordum.

Kıyafetinin kollarını sıyırdı ve sırtını dayadığı yerden doğrularak şehre doğru döndü korkuluğu tutarak kendini geriye doğru bıraktı ve gözlerini bir süre kapattı. Kafamın içi puslu bir hale gelmişti artık. Doğru ile yanlışı ayırt edemeyecek bir kıvama gelmiştim. Herşey o kadar yalan üzerine kurulmuştu ki ayırt edemiyordum. Benim dışımda herkes güçlerimin farkında bile olabilirdi. Beni neyden ve kimden koruyorlardı bilmiyordum. Bunu da annemi bulduktan sonra gerçeği öğrenmenin peşine düşecektim. Benden saklanan tüm sırların hemde!

Reha'nın söyledikleri bir bir kafamın içinde bir teyip gibi tekrar tekrar çalıyordu. BU doğru olabilir miydi? Birileri ya da biri beni gerçekten korumaya mı çalışıyordu? Beni korumak için onları kim göndermişti o gönderen kişi benim güçlerimi nasıl bilebiliyordu? Herşey artık bir çorbaya dönmüştü. Ve bu sıcak çorba karıştırmaktan tencerede taşmak üzereydi. "Kimsiniz siz?"
Reha gözlerini açtı ama doğrulmadı.
"İyi adamlarız."
"Ne demek istediğimi biliyorsun."
"Sen de bize güvenmen gerektiği dışında bir şey bilmemen gerektiğini bilmelisin. Sana bunu söyledim çünkü gerçekten tehlikedesin durumun ciddiyetini bilmen gerek."
"Ama anlamıyorum."
"Sen güçlerini kontrol etmeyi öğren gerisi kolay."
Elleriyle saçlarını karıştırarak geriye doğru attırdı. Bu kızın aurasını hala çözememiştim. En çok da bana karşı olan tavırlarını, konuşurken samimi gibi durup fiziksel hareket olarak tamamen soğuk duruyordu. Bir nevi Eftalya gibi bir yapısı vardı eğlenceli ama tersi çok pis bir kızdı. Savaşmaktan geri kalmazdı, istediği şeyi elde etmesini çok iyi bilirdi ve asla durmazdı. Bu kız ise tamamen soğuktu. Bakışlarına kadar soğuktu. Konuşma tavrı biraz laubaliliydi.
Belindeki kılıcın ucu korkuluğun demirine çarpıp ses çıkardı. Gözlerini gökyüzüne dikerken bense gözlerimi ona dikmiş onu anlamaya çalışıyordum.
Kız tamamen kapalı kutuydu, mimik kullanmıyor öylece boş bakıyordu.
Annem onları bilerek mi almıştı saraya, bir planı olduğundan mı ortadan kaybolmuştu. Ya da bir yerlere gideceğinden, başına bir şeylerin geleceğini öngördüğü için miydi?
Aklımdan o kadar çok seçenek geçiyordu ki keşke bir de soruların cevaplarını bulabilseydim. Ben annemin kızıydım, Kraliçe Sara'nın kızıydım ben güçlü olmak benim ruhumda vardı.

"Bir sorun var!" Reha'nın bir anda doğrulup etrafa bakınmaya başlamasıyla, onun böyle büyük bir tepki vermesinden gerçekten de bir sorun olduğunu anlamıştım.
Gökyüzü bir anda bulutlanmaya başladı. Karanlık orman tarafından gelen hızlı bulutları görünce tüylerim ürperdi. Karanlık ormanın öyle bir havası vardı ki sanki ruhunuz çekilmiş gibi hissederdiniz.
Reha kolumu tutup terastan odama doğru çekiştirmeye başladı. Bense Şehrin üstünü kaplamaya başlayan kara bulutlardan gözlerimi alamıyordum. "İçeri Prenses!" diyerek beni sürükledi. Şaşkınlığımdan mıydı yoksa bedenimi kaplayan korku mu bilmiyorum ama donup kalmıştım sanki öylece dışarıya gökyüzüne bakıyordum. Ani bir rüzgarla Harvey Vadisinin ağaçları sallanmaya başladı. Gök gürlerken şimşekler ardı ardına çakmaya başladı. Şehirden buraya kadar gelen çığlık sesleri güçlü bir şekilde duyulmaya başladı.

"Neler oluyor?" diye soran Hera dolu dolu gözlerle korkarak etrafına bakınıyordu.

Reha'nın konuşmasıyla hepimiz ona bakakaldık.

"Saldırıya geçiyorlar."

 

Loading...
0%