"Saldırıya geçtiler de ne demek?"
Hepimiz odamın kapısına yaslanmış pencerelerden olabildiğince uzak duruyorduk. Efi olabildiğince sakin kalırken Hera zangır zangır titriyordu. Reha ise kılıcını çekmiş ve onu etrafı mavi alev gibi bir büyülü kılıç haline getirmişti. Savaşçıların bu gibi zamanlarda silahlarını büyülendirip daha güçlü ve ölümcül kılmasını sağlıyordu.
Kapı ardımızda açılmaya çalışırken kızlar bir anda çığlık attı. Hepimiz kapıdan hızla uzaklaştık ama korkulacak bir şey yoktu. Kapı açıldığı gibi içeri ondan fazla muhafız ve Gölge girdi. Günlerdir yüzünü dahi görmediğim Gölge, saçları dağılmış göz altları morarmıştı. Kaç gecedir uyumuyordur kim bilir.
Muhafızlar odanın büyük pencerelerin önünde dizildiler ve hazır ol pozisyonuna geçtiler. Gölge yanıma gelerek elleriyle yüzümü kavradı ve herhangi bir yerimde bir şey varmı diye kendince kontrol etti. "İyi misin?" diye sorduğunda onu başımla onayladım. "Güzel."
Gölge'nin ardında kapıda iki kişi daha odaya girdi. Barbar ve Onay da gelmişti.
Reha onların yanına giderek "Ne yapacağız?" diye sordu.
"Prensesi koruyacağız."
Barbar da kılıcını kınından çıkardı ve elini kılıcın üzerinde gezdirerek onu büyüledi. Kılıçtan turuncu alevler parladı.
Herkes hazır ola geçmiş gelmekte olanı bekliyordu. Gerçekten böylece saraya saldırmalarını mı bekliyorduk?
"Halkım tehlikedeyken burada gerçekten saldırmalarını mı bekliyoruz?" diye bağırdım. Kaşlarım çatılmış sinirli bir şekilde hepsine tek tek baktım.
"Merak etme Zalton hepsini hallediyor. Şehirdeki muhafızlar harekete geçti, saray sınırları da korunmaya alındı." dediğinde en azından halkı boş bırakmamaları akıllarına gelmişti. Her şey bir yana Gölge'nin yanımda olması bana güç veriyordu. Ona güveniyordum. Çünkü bana yalan söylemeyeceğini biliyordum.
Fırtına git gide artıyor çığlık sesleri yükseliyordu. Bazı sihir patlama sesleri de duyuyordum.
"Neler oluyor peki biri bunu artık söyleyebilir mi?" diye sordum.
Barbar bana doğru döndü ve "Karanlık orman yaratıkları şehre indi." dedi. Evet şimdi bu soğuk ve tüyler ürperten hissi netleştirmişti. Onlar gerçekten de buradaydı.
Efi araya girerek "Onlar durup dururken niye bize saldırsın ki?" diye sordu. Bunu bende merak etmiştim, bir kaç tahminim olsa da emin değilim.
"Birileri onları kontrol ediyor." dedi Onay, haklıydı. Onları biri kontrol etmediği sürece karanlık ormandan ayrılmazlardı. Onlarla karşılaştığınızda size anında saldırırlardı. Düşünme yetileri yok, ayrıca vahşi ve etçillerdi. Zehirli iğrenç yaratıkları ve mutasyona uğramış gibi birbirinden çok farklı yaratıklarla doluydu. Bense onları sadece kitaplardan ve bana anlatılan derslerden biliyordum. "Sisli Vadi'nin Lordu yine her fırsatı değerlendiriyor olmalı. Kraliçenin kayıp olduğunu bu kadar hızlı öğrenmesine şaşırdım. Fırsatçı herif!"
"Neden şaşırıyorsun?" diye sordu Efi, Onay'a bakarak. "Sarayda bir hain olduğuna artık herkes emin oldu bence."
Hera araya girerek "Ne malum Kraliçeyi Sisli Vadi'nin kaçırmadığı?" diye sordu. O an odada derin bir sessizlik oldu. Herkes birbirine bakmaya başlamıştı.
Hera'nın bu söylediği o kadar mantıklı gelmişti ki içimden bir ses, Sisli Vadinin annemi kaçırıp sarayı etkisiz hale getirmeye çalışmış olabilme ihtimali çok yüksek olduğunu işaret ediyordu.
"Ana beyin ortadan kalkarsa savunma çöker mantığı." diye tamamladı Onay.
Reha şaşkınlıkla "Gerçekten bunu Sisli Vadi yapmış olabilir mi?" diye sordu.
Barbar sessizdi, derin düşüncelere dalmış gibi duruyordu. En başından beri benim güçlerimin farkındaydı. Bana balo da yakınlaşmış olmasının sebebi tamamen belliydi. Bana yardım etmeye çalışması falan hepsi en başından beri bir amaç uğrunaymış. Şimdiyse kafasında ne tilkiler döndüğünü bilmeden sadece ona odaklanmıştım. Sessizdi. Kalabalık ortamlarda çok fazla konuşmadığını fark etmiştim artık. Planları olduğunu biliyorum ama bir kara kutu misali kendini hiç belli etmiyor.
Onay başını kaşıdı. Kaşları çatıktı. "Neden olmasın, Harvey'in en büyük düşmanı Sisli Vadi." dedi.
Doğruydu.
Meşe Vadisi bu güce sahip değildi. En fazla Sisli Vadinin yanında yer alırdı ama o savaştan sonra bir daha buna cesaret eder miydiler bilemem.
"Bunun arkasında Sisli Vadisinin olduğuna artık eminim."
Reha "Nasıl?" diye sordu.
"Her şey balo günü başladı. Prensesin on sekizine girdiği gün. Önce zehirlenme sonra kraliçenin ortadan kaybolması şimdi de karanlık orman canavarları. Her şey peş peşe oluyor bunun bir saldırı olduğu ortada. Yavaş yavaş içten çökertmeye çalışıyor." Herkes pür dikkat Barbar'ı dinlemişti. Annemi Sisli Vadi kaçırmıştı. Buna artık emin olmuştum ve benim ölmemi isteyenlerin de onlar olduğu belliydi. Onlara tehdit oluşturuyordum. Gücümü biliyorlar, kendi güçlerine karşı kazanma şansları olmadıklarını düşünüyorlardı.
Karanlık güce sahiptim ve bu onlar için bir tehditti.
Şimdi herşey yavaş yavaş rayına oturuyor. Annem güçlerimi bu yüzden saklıyordu, peşime düşüceklerdi her zamanda peşimdeydiler çünkü inanmamışlardı bir insan olduğuma, insan olsam dahi emin olmak için her şekilde beni öldürücekler. Ama artık farkındaydım, biliyordum ve gücümü keşfediyordum. Susmak ve saklanmak yerine yönetimi ele alacaktım. Saklanarak değil savaşarak öleceğim.
"Yani yaklaşan bir savaş var." dedim noktayı koyarak. Madem bir şeylerin başlangıcı olmuştu bizde buna karşılık vereceğiz. Susup oturarak savaşın gelmesini beklemeyeceğim.
Gözler bana döndüğünde devam ettim. "O zaman bu, artık bir savaşa hazırlanacağız anlamına geliyor."
Birbirlerine bakarlarken kendimden emin bir şekilde dışarıdan gelen çığlık ve duvarların yıkılıp patlama seslerini dinledim.
Canavarların o iğrenç çıkardıkları sesler git gide yaklaşıyordu. Saraya doğru geliyorlar.
"Hazır olun." diyerek komut verdim. Artık korkmuyordum. Bu karanlık orman canavarlarını kanlı canlı ilk defa görmem olacak. Bir silahım yanımda yok ama gücümü kontrol edebileceğimi biliyorum bu yüzden kendimi içten içe hazırlamaya çalıştım. Neyle karşılaşacağımı bilmiyorum bile, kitaplarda olan resimlerden daha kötü ve iğrenç olduklarını biliyordum. Korkmamam gerekiyordu. Verdiğim komutla birlikte muhafızlar anında silahlarını büyüledi. Hazır komutunda bekliyorlardı.
Odamın geniş camları vardı ve bu yüzden canavarların camı kırıp içeri dalma olasıkları çok yüksek.
Barbar'la göz göze geldim ve sonra yapmamam gereken bir şey yaptım. Ellerimi yavaş bir şekilde boynuma götürdüm ve kolyemi çıkardım. Barbar başını iki yana sallayıp hayır derken asla onu umursamadım. Çünkü biliyordum ki elbet bir gün herkes zaten bu güçlerimi öğrenecek. Bu yüzde şu an kendimi hiç de düşünecek halim yok. Artık kendimi gizlemeyeceğim. Ben bunun için eğitildim. Ne olursa olsun sonuna kadar savaşacaktım. Bir köşede oturup ya da saklanıp beni korumalarını bekleyemezdim. Kolyemin yavaşça avucumdan kayıp gitmesine izin verdim.
Sesler çoğaldı büyük ihtimal saray kapılarının sınırındaydılar ve artık gelmişlerdi. Camdan buraya doğru uçan şeyleri gördüğümde şok oldum. Siyah renkli büyük kanatları olan ağızlarından sıvı akan büyük gözlü şeylerin buraya doğru uçtuğunu artık görebiliyorduk. Geldiler. Ve sadece bunların olmadığına emindim.
Bunlar bir Morti'ydi. Ve Morti'ler iğrenç zehirli yaratıklardan biriydi. Sıvıları kana karıştığında öldürücüydü. Hızlı uçtuklarından dolayı bu onları daha tehlikeli yapıyordu. Klasrum'un bana dediklerinden biri de Mortilerden olabildiğince uzak durmamdı çünkü sıvıları tene değdiğinde sizi felç ediyordu.
Herşey çok hızlı gelişti. Camım bir anda üstümüze patladı. Bir Morti muhafızlardan birinin üstüne yapıştı ve anında pençesini muhafızın boğazına sapladı. Hera'nın çığlığı kulağımda yankılanmıştı. Hera anında odanın en köşesine gitmiş oracığa sinmişti bu görüntü karşısında bende öylece kaldım. Kan her yere kan anında sıçramıştı. Morti başını çığlığa çevirdiği an Hera'nın üstüne doğru uçtu. Kalbim yerinden çıkacak gibi oldu. O an Gölge kılıcını salladığı gibi Morti ikiye bölündü. Ve sonrasında ortam tam bir kaos alanına döndü. Diğer mortiler de odaya akın etti. Kılıçlar ve sihirler havada uçuştu. Eftalya üstüne gelen tüm Mortileri büyüyle fırlatırken Onay da kılıcıyla Mortileri parçalıyordu. Bir takım şeklinde savaşıyorlardı.
Barbar büyü gücüyle üstüne gelen sıvıyı yok etti. Sonrasında mortiyi de havada büyüyle durdurup kılıcıyla onu parçaladı. Herkes çok hızlı hareket ediyordu. Mortiler akın akın geliyorlardı ve durmuyordu. İğrenç sesleri kulakları tırmalıyordu. Hera ve ben köşede bekliyor, diğerleri ise Mortiler bize yaklaşmasın diye kan ter içinde savaşıyorlardı. Durmuyorlar devamlı gelmeye devam ediyorlardı ve bunun sonu bucağı yokmuş gibi gelmeye başlamıştı.
"Gelmeye devam ediyorlar. Ne yapacağız?" Reha'nın bağırışı gürültünün içinde yankılandı. "Barbar, bişeyler düşün artık."
Barbar bana baktı. "Reha! Sen kızları al sarayın en güvenli yerine gidin."
"Saçmala! Şu an da güvenli yer diye bir yer yok." dedi kaşları çatık bir halde.
Aslında vardı.
"Gidin!" diye bağırdı. Reha dişlerini sıktı ama yine de boyun eğerek Barbar'ın dediğini yaptı. Ben ve Reha önden giderek yön gösteriyordum. Odamın çapı olduğundan geniş ve büyük olduğu için her yerden gelebilecek tehlikeye karşı tetikte olmak gerekiyor. Giyinme odama olabildiğince hızlı gitmeye çalıştık ama mortilerin bizzat benim üstüme gelme gibi bir halleri vardı. Bu yüzden önümüze çıktıkça Reha ve Efi onları yok ediyorlardı. Asıl hedefleri bendim bu yüzden direk bana doğru geliyorlardı diğerleri de önlerine geçip bana ulaşmalarını engellemeye çalışıyorlardı. Açık hedef bendim aslında, direk bana ulaşmaya çalışmaları onların tek amaçları, yani beni öldürmek.
Ve o an nereden geldiğini anlamadan bir morti Hera'ya saldırdı. Hera'nın çığlık atmasına döndüğümde Mortinin salyası Hera'ya bulaştı bile. Böylece Hera çığlık atar gibi öylece kaldı. Felç olmuştu. Hera'yı öyle görmem her şeyi durdurdu sanki onu öyle görmem benim için yetti. Geçirdiğim öfke patlak vermeye başladı. Mortinin pençeleri Hera'nın bedenine saplanmıştı ve bedeninden akan kanı görebiliyordum. Herşey durmuştu sanki dünya dönmeyi sular akmayı varlıklar nefes almayı kesmişti sanki. Ve o an bana gelen ani bir öfkeyle gücümün bedenimden akıp gittiğini hissettim. Artık ben bile beni durduramazdım. Ellerimi Mortiye uzattığım an tüm Mortiler çığlık çığlığa yanıp kül oldu. Külleri yavaş yavaş odada süzülürken ben Hera'nın baş ucuna çökmüştüm. Hiçliğin kıyısındaymışım gibi hissediyordum kendimi Hera'nın bedenini kollarımın arasına aldım, göz yaşlarım kendiliğinden akıyor tir tir titriyorum. Bunlar neden olmak zorunda? Neden sevdiğim insanlara zarar geliyor? Gözlerimi kapadım. Elim ayağım boşalmış çaresizce ağlıyordum. Herkesin şaşkınlıkla bana baktığını biliyordum, Barbar'ın dışında...
Gücümü bilmeyenler şaşkındı ama şu anda hiçbirini düşünecek halim yoktu benim, Hera'yı kurtarmalıyım.
Kimseyle gözgöze gelemiyordum Hera'ya bir şey olmasına izin veremezdim.
"Klasruuuuum!" diye haykırdım.
Sesimin tüm sarayda yankılandığını hissediyorum. Bir kez daha sesimin çıkabildiği kadar bağırdım. Her yer külle kaplanmış, mortilerin hepsi kül olmuştu odamda olmayanlar da dahil. Nasıl böyle bir şey yapabildim hiç bilmiyordum tek istediğim Hera'yı kurtarmak ve mortiyi ondan uzaklaştırmaktı ama ondan çok daha fazlası olmuştu. Bunu ben bile beklemiyordum o an yaptığım şey tamamen bilinçsiz olmuştu.
Hera öyle hareketsiz yatıyordu ki teni buz gibi olmaya başlamıştı. Ellerimi kıvırcık saçlarında gezdirdim. Yumuşacık saçları şimdi kanla kaplanmaya başlamıştı. Ona bir şey olmayacak buna izin vermezdim.
"Bişey yapın!" dedim ağlamaklı sesimle. Tiz ve kısık bir ses çıkmıştı. Öyle bağırmıştım ki sesim kısılmıştı. Hera'nın bedenine saplanan pençelerin yerini elbisemin pir parçasını yırtarak kan akan yerlere bastırdım. Reha başımda dikilmeyi bırakarak o da elbisemden parça kopardı ve diğer kanayan yere bastırmaya başladı. Efi öylece donup kalmış Hera'nın cansız duran bedenine bakıyordu. Onun için çok daha farklıydı çünkü, Efi ve Hera ayrılmaz ikiz gibiydiler asla birbirlerinden ayrı duramazlardı. Küçüklüğümüz beraber geçmişken geleceğimizde birinin eksik olma düşüncesi kalbime hançer sapladı. Efi'nin annesi bebekken Hera'yı evlat edinmişlerdi. Kardeş gibi büyümüştü onlar şimdiyse bir kardeşi kaybetme düşüncesi hem Efi'yi hem beni derinden parçalardı.
"Onun kurtulması imkansız." diyen Onay'a ateş püskürtür gibi baktım. "Eğer yaşamazsa kimseyi yaşatmam." dedim tehditkar ses tonuyla. Sesimden ben bile korktum. Onay bir adım geri giderek başını öne eğdi. Barbar'ın başıyla bir işaret verdiğini gördüm ama işaretin ne anlama geldiğini anlayamadım. Şu anda başka bir şey düşünecek halim yoktu. Odam kan gölüne dönmüştü ve en yakın kardeşim dediğim kız şu anda ölmek üzereydi ve benim elimden hiçbir şey gelmiyor.
Kapı açıldığında içeriye Klasrum'un girdiğini görünce ayaklandım. Koşarak kana bulanmış ellerimle Klasrum'un iki yakasına da yapıştım. "Morti ona saldırdı. Eğer ölürse...seni de yaşatmam. Duydun mu beni?!" Klasrum kocaman olmuş gözlerle bana baktı.
"Elimden geleni yapacağım." dedi titreyerek.
"Elinden geleni değil o yaşayacak. Başka seçeneğin yok." dedim. Ve yakasını bıraktım. Ben bırakır bırakmaz Klasrum direk Hera'nın yanına gitti. Uzun beyaz paçavrasını savururken paytak yürüşüyü sinirimi bozmuştu. Nabzına ve yaralara baktı. "Nefes alıyor ama durumu çok kötü nabzı da çok yavaş." dedi. Ellerini Hera'nın bedeninin üstünde yavaşça gezdirdi. Kısık sesle büyü sözleri söyledi. Ne dediğini anlayamıyorum.
"Yapman gerekeni yap! Klasrum. Ona bir şey olmasına izin verme." dedim. Bu daha çok bir emirdi. Klasrum çöktüğü yerden kalktı ve selam verir gibi eğildi.
"Emredersiniz." diyerek büyü ile Hera'yı cansız bir şekilde yattığı yerden havaya kaldırdı. Hızlı bir şekilde odadan çıkarlarken bende peşlerinden gittim. Yanında olduğumu hissetmeliydi.
Ölmesine izin vermeyeceğim.