@miadarknesss
|
Koca bir girdap vardı sanki, tüm her şeyi peşinden sürükleyen, her yeri yıkan, karanlık ve soğuk bende onun içindeydim. Oradan oraya savruluyordum sanki. İçimdeki o kor ateş devamlı yanıyordu ve sıcaklığını tüm bedenimde hissediyordum. Saatler geçmişti ve Klasrum hala kitaplar ve iksirlerle uğraşıyor ama daha tam bir şey yapamamıştı. Tek yaptığı zehrin kanda ilerlemesini durdurmak olmuştu. Nasıl yaptı bilmiyorum ama Hera'nın durumunu stabil tutabilmişti. Şu an bitkisel hayatta gibi bir şeydi. Kanamalarını durdurmuştu ama nefes alması o kadar yavaştı ki neredeyse hissedemiyorum. "Ona bir şey olursa seni yaşatmam biliyorsun değil mi?" sesim soğuk, buz gibi bir tonda çıkmıştı. Şu an ki halimi dışarıdan biri olarak görseydim eğer ben olduğumu düşünmezdim çünkü gerçekten şu an ki halim bambaşka biri gibi. Barbar yanıma geldi ve benim yanımda durdu. Klasrum içeriye kimseyi almak istememişti ama onu kesinlikle dinlemeyerek içeri dalmış ve başında beklemiştim. Artık kimseye güvenim kalmamıştı şüphe içime öyle bir yer edindi ki uçan kuştan bile şüphe duyuyorum artık. Kendi gözlerimle göreceğim her şeyi. Klasrum büyük raflarının olduğu yere ilerledi. Gözlerim ağlamaktan kan çanağına dönmüş yorgun düşmüş olsa dahi gözlerimi kırpmadan ne yaptığını izliyordum. Ara ara da Hera'nın nefes alıp almadığını kontrol ediyordum. Klasrum, rafların birinden içinde mavi sıvı olan bir şişe aldı. Onun içinde ne vardı hiçbir fikrim yok. "Önce bedenindeki zehri yok etmem gerek. Morti zehri çok güçlü bir zehirdir. Yok etmem uzun zaman alabilir." diye bize bilgi verdi ama kendi kendine de konuşuyor gibi bir hali de var. "Yaralarını kapatmam bu zehrin atımını engelleyebilir bu yüzden zehri atana kadar yaraların açık kalması gerek. Vücudu ise tenine değen sıvıdan dolayı felçli. Yaşaması bile bir mucize aslında." dedi. Onu dinlerken içim daralıyordu. Umutsuz konuşup sinirlerimi bozuyor, böyle konuşması kendinden ne kadar emin olmadığını gösteriyor aslında. Ona güvenmek ne kadar doğru bilmiyordum ama sarayda en bilge kişi oydu. Harvey vadisinde ondan başka iyi hekimlik yapacak kim olabilir ki? Rafların arasında dolanmaya devam etti. bir rafın önünde daha durdu ve beyaz bir şişe daha aldı. Kazanına gidip ikisini de karıştırdı. Adını hatırlamadığım otlardan da karışıma atınca kazandan dumanlar çıktı. Kazanı karıştırırken bunun işe yaraması için dua ettim. Hera'ya bir şey olursa kendimi asla affetmem. Onu kaybedemem. Klasrum büyü sözleri söylemeye başladı. Gözleri mora dönerken sözler sertleşti. Büyü sözleri tanıdık bile gelmiyordu. Ne yaptığına dair hiçbir fikrim bile yoktu aslında. Kazandan çıkan dumanın rengi kırmızıya dönüştü. Elini kazanın üstüne dolaştırdı ve tekrar tekrar büyü sözlerini söyledi. En sonunda boş bir şişe aldı ve yaptığı karışımı ona dikkatli bir şekilde doldurdu. "Yaramalı." diye cevap verdi. Hera'nın yanına gittik Klasrum'un Hera'ya karışımı içirişini izledik. Yutmuyor gibi duruyor ağzının kenarından karışımın aktığını görüyorum ama çoğunluk ağzında durduğu için sorun etmedim. Klasrum Hera'nın ağzını eliyle sıkı sıkı kapattı. Böylelikle iksiri içmesini sağlamış oldu. Bizse meraklı gözlerle Hera'ya öylece bakıyorduk. Sanki hemen ayaklanacak gibi bir hissiyat oluşmuştu içimde. Bir an önce uyanmasını istiyorum böylece ona sıkıca sarılabilirim. Durdum durdum yine sabırsızlığıma yenilerek "Eee, hiçbir şey olmadı." dedim. Yorgunluktan yatağa yattığım gibi bedenim uyuşmuş bir şekilde uyumuşum. Günün bir saatinde gözümü açtığımda ise uzun bir süre tavana baktım önce olan her şey gözümün önünde bir film şeridi gibi geçti. Yaşanan tüm her şey tüylerimin ürpermesine sebep oldu. Neler yaşıyordum böyle? Beynim hala bazı şeyleri idrak edemiyordu. Annem yoktu başına ne geldi, iyi mi ne halde hiçbir fikrim yoktu. Kendimi düşünmekten alıkoyamıyorum artık. İçimdeki sesler susmak bilmiyor, her taraftan başka bir soru işareti fırlayıp geliyordu önüme, benim bu zamana kadar sadece kendimi korumak için yetiştirmişler resmen. Saray nasıl yönetilir ne yapılır hiçbir şey bilmeden tahta geçmeye hazırlanıyordum resmen, tek odaklandıkları şey beni hayatım boyunca korumak olduğu kesindi. Ama elbet bir gün böyle bir şeyin başlarına geleceğini tahmin etmeleri gerekirdi. Çünkü burası Harvey Vadisiydi. Sisli Vadi'nin bizimle uğraşmayı kesmeyeceğini savaştan sonra bile düşünmeleri gerekiyordu. Sisli Vadi'nin Lordunu bilmiyordum, çünkü bana bu bilgi hiç verilmemişti. Beni her şeyden soyutlamışlardı. Odaklanmam gereken dersler silahlar ve dövüş sanatlarıydı. Bu konularda oldukça iyi olduğumu söyleyebilirim ama güçlerim varken kullanamamak çok kötü bir şeydi. Benden saklamışlardı, bunca zaman güçlerimi resmen elimden almışlardı. Beni saklayarak ellerine ne geçti, hiçbir şey. Şimdiyse her şey çok daha kötü bir vaziyetteydi. Darmadumandık. Kendimi biraz da olsa toplayabilmek için banyoya girdim. Küvete suyun dolmasını beklerken dalgın gözlerle öylece suya bakıyordum. Hera bilinci kapalı bir vaziyette öylece yatıyordu. Annem yoktu. Bense bir girdabın içinde sadece savrulup duruyordum. Kendimi toplamam gerektiğini güçlü durmam gerektiğini bilsem de kendimde bu gücü bulamamak beni iyice bir çıkmazda yolum kaybolmuş gibi hissettiriyordu. Hera'nın suyu ısıttığı zamanları gözümün önüne getirdim. Kıyafetlerimi çıkarırken her zaman onun hareketlerini izler keşke güçlerim olsaydı diye düşünürdüm. Şimdiyse güçlerim var ama yanımda yoklar. Hera'nın yaptığı hareketlerin aynısını yaptım. Küvete eğildim ve elimi suya daldırdım, gözlerimi kapatarak her zaman duyduğum o büyülü sözü söyledim. "da nihi fervorem tuum in pace mea" Bu cümleyi birkaç kez tekrarladığımda suyun yavaş yavaş ısındığını hissettim. İşe yaramıştı. Çevremde devamlı duyduğum şeyleri bir zaman sonra ezberlemiştim. Kızlar da büyü yaparken dıştan söyledikleri için bende öğrenmiş oldum. Şimdiyse kendi küvetimi kendim hazırlamıştım. Suyun sıcaklığı makul olduğunda elimi çektim ve üstümden etekleri yırtılmış kıyafetin düşmesine izin verdim. Bir an önce suyun içine girip tüm kemik ve etlerimin gevşemesini istiyordum. Suya, çeneme kadar gömüldüm ve gözlerimi kapatarak sıcağın tüm vücudumu sarmasına izin verdim. Karanlık her yerdeydi artık. Dün yaşanan kaostan sonra sessizlik garip gelmişti. Sarayda sanki bir karınca dahi yokmuş gibi bir sessizlik hakimdi. Ne bir ayak sesi ne bir fısıltı. Hizmetliler ortalıkta yoktu. Ters giden bir şey mi vardı? Gözlerimi araladım. Etrafı dikkatle dinlemeye başladım ama gerçekten tık yoktu. İçime yine bir korku yayıldı. Küvetten çıktım ve bornoza sarılarak koşar adımlarla giyinme odama geçtim. Elime gelen ilk elbiseyi aldım ve giydim. Başıma tacımı takarak odadan kaçar gibi çıktım. Koridorları aşarken karşıma bir tane sinek bile çıkmamıştı. Klasrum'un katına geldiğimde kapıda duran muhafızları görünce rahatladım. Herhangi bir ihtiyaç olması durumunda ve bana anında haber gelmesini istediğimden kapıya muhafız dikilmesini istemiştim. Ama bir hareketlilik yoktu, demek ki sıkıntı da yoktu. İçimden ondan geriye doğru saydım ve kalp atışımı düzenlemeye çalıştım. O kadar hızlı yürümüştüm ki kalbim yerinden fırlayacak gibi atıyordu. Kapıya yaklaştığımda muhafızlar selam verdi ve kapıyı benim için açtılar. Kapı sesli bir şekilde geriye doğru açılırken içeri güzel bir şeyler görme umuduyla girdim. Ama umudum olumsuz yanıt almıştı. Hera hala bıraktığım gibi yatıyordu. Klasrum kazanının başında iksir karıştırmayı bıraktı ve masanın ardından çıkıp yanıma geldi ve selam verdi. "Prenses Alin, hoşgeldiniz efendim." Dedi. "Durum nedir?" diye sordum belki o bana güzel bir şey söyler diye ama yüz ifadesinin bunun tam tersini söyleyecek gibi bir hali var. "Maalesef durumu hala aynı bir gelişme olmadı." "Yani yaptığın karışım bir işe yaramadı öyle mi demek istiyorsun?" dedim sert bir tonda, bu herifin süs köpeği gibi sarayda dolanmasından başka bir işe yaramadığını anlamaya başlamıştım artık. Git gide sinirlerimi bozmaya başladı. "Aslında tam olarak öyle değil yani ben, bende başka bir iksir üzerinde çalışıyordum. Morti zehri çok güçlüdür, onu iyileştirmek çok büyük bir çaba ve güce ihtiyacı var. Zaman alacak." "Onun zamanı var mı sence?" diye sordum. Gözlerinin titreşimini gördüm. Çekingen bir şekilde başını eğişini izledim. "Oyalanma ve gerekirse gözünü bile kırpma, onu iyileştireceksin." Dedim ve odadan hızla çıktım. Derin soluklar alıp kendimi sakin tutmaya çalışırken bir yandan da taht odasına gidiyordum. Taht odasının kapısındaki muhafıza "Bana Zalton'u çağır." Diye emir verdim ve içeri geçtim. Annemin tahtı bembeyaz odanın içinde öylece bomboş duruyordu. Sanki odanın bir köşesinden ben buradayım diyerek ortaya çıkacakmış gibi hissettim. Hala varlığını bu odada hissediyordum sanki. Yavaş adımlarla büyük gold rengindeki tahta doğru ilerledim. Bembeyaz odada sarı renk o kadar patlıyordu ki göz direk olarak tahta kayıyordu. Merdivenlerin yanındaki kanatlı melek figürlerini okşadım, merdivenleri sindire sindire çıkarken gözlerimin dolmasına engel olamadım. Şu anda derslerden kaçıyorum diye annemin beni yanına çağırıp bana bir ton laf etmesini dinliyor olmam gerekiyordu. Şimdiden o günleri özlemem komedi gibi ama bu benim canımı yakıyordu. Her şey bir yana annemin şu anda iyi olduğunu bilmek çok isterdim. Kapı tıklanarak içeri Zalton girdi ve selam verirken yanıma doğru geldi. "Prenses bir sorun mu var?" diye sordu. Evet sorun vardı. Ama bir tane değil, birden çok sorun vardı. "Başka bir büyücüye ihtiyacımız var. Klasrum yetersiz kalıyor, başka bir büyücü bulun." dedim. "Şehirde en iyi bilge büyücü Klasrum Prenses, onun iyileştiremediğini başkasının iyileştirmesinin imkanı yok." Ona doğru döndüm ve gözlerinin içine keskin bir bakış attım. "Koca Harvey Vadisinde bilge büyücü hiç mi yok Zalton!" Zalton başını eğdi. Ses tonum istemeden yüksek çıkmıştı. Benden yaşça büyük onun yanında büyüdüğüm birine saygısızlık yapıyormuşum gibi hissetmiştim. "Ben-" dedim ama durdum. Özür mü dileyeceksin Alin? Gerçekten mi? Annen yarına kadar ortaya çıkmazsa tahta geçtiğinde emir altında olanlardan özür mü dileyeceksin hep? Kendine gel kızım, sen Prensessin. Bu sensin. "Sorun soruşturun. İyi bir büyücü bulmanızı istiyorum." Dedim. Zalton başını eğdi ve "Emredersiniz Prenses." Dedi ve gitti. Zalton'un ardından içeriye Barbar, Reha ve Onay girdi. "Prenses, daha iyi misin?" diye sordu Barbar onu başımla onayladım. Bok gibi hissediyordum ama evet iyiyim. Ne kadar iyi olunabilirse ben de o kadar iyiydim işte. "Dün gücünü herkes gördü. Saklaman gerekiyordu Prenses, güçlerinin olduğu şimdiden tüm şehre yayıldı bile." Reha kindar mavi kem gözleriyle bana üstten iğneleyici bir şekilde bakarken koyu kırmızı ruju dudaklarında parlıyordu. Gözlerine sürdüğü koyu göz kalemiyle gözlerini daha da sert göstermişti onu. Üstünde siyah bir tulum vardı ama arkasında yere kadar uzanan bir kuyruğu da vardı. Belindeki kemer detaylı korsesi belini sıktığı için daha da ince gösteriyordu. Bir erkeğin tek eliyle bile belini tutabilecek bir zayıflıktaydı. Çok güzel bir kızdı ama kendinden başka kimseyi sevmediği kesindi. "Evet, güçlerinin olduğu çok hızlı bir şekilde yayıldı ve bu bizim için hiç iyi olmadı." Barbar bu konuda sinirlenmiş olmalıydı. Beni bizzat uyarmıştı. Herkesin güçlerimin olduğunu öğrenmesi beni daha da tehlikeye atıyordu. Merdivenlerden inerek yanlarına indim ve boyları eşitledim. Terasa doğru ilerleyerek peşimden gelmelerini işaret ettim. Kapıdan dışarı terasa çıktığımda çiçeklerin kokusu anında burnuma çarptı. Bu terası çok seviyordum. Yemyeşil sarmaşıklarla ve rengarenk çiçeklerle doluydu. Terasın tam ortasında da büyük yuvarlak bir masa. Gold rengindeki sandalyelerden birini çektim ve eteğimi umursamadan direk oturdum. Onlarla nedense aramda bir prenses ve halk ya da hizmetli ilişkisi yokmuş gibi hissediyordum. Daha yakın, bir arkadaş gibi hissediyordum bu yüzden yanlarında hiç kasmadan hareket ediyordum. Onay'la aramızda çok iletişim olmasa bile o duvar gibi kas yığınının ardında koca bir yürekli adam yatıyormuş gibi hissetmiştim. Oturmalarını işaret ettim. Hepsi birer sandalye yerleşti. Reha, sanki ben burada yokmuşum gibi bir sandalye daha çekti ve çizmelerinin altı bana doğru bakar bir vaziyette sandalyeye uzattı. Onay ve Barbar onu uyarır bir şekilde baksa da Reha hiç oralı olmadı ve kollarını kavuşturarak oturdu. Beni sinirlendirmek için yapıyorsa evet bunu başarıyor ama ben istediğinin vermemek için olabildiğince tepkisiz kalmaya çalıştım. "Şu anda en son düşüneceğim şey diğer büyücülerin güçlerimi öğrenmesi." dediğimde Barbar masaya doğru eğildi ve kolunun birini masaya yasladı. "Sen kendini düşünmüyor olabilirsin ama bu durum bizim işimizi çok zorlaştıracak." "Hiçbir şey olmayacak." Diye lafı ağzına tıktım. "Gerekirse herkes susacak ama hiçbir şey yapmayacak." dedim. Hepsinin kaşları anında çatılmıştı. Güçlü durmak zorundaydım. Yıkıldığımı zor durumda, çaresiz olduğumu kimseye göstermemem gerekiyor. Zor olacak ama başaramayacağım bir şey değil. "Nasıl olacak o?" diye sordu. Barbar bu duruşumu sevmiş gibi bir hali vardı. "Annem yarında ortaya çıkmazsa taç giyme törenim olacak." Halk bir Kraliçeye baş kaldırmanın ne demek olduğunu biliyor. Yani hiçbir şey olmayacak. Hele ki benim karanlık güce sahip olduğumu biliyorlarsa buna cesaret edemezler." "Senin neler yapabileceğini bilmemeleri onları daha çok korkutacaktır." dedi Onay. Tam olarak öyle. "Aynen öyle." dedim. Barbar tam karşımda yine sessizliğe gömülmüş bir vaziyette oturuyordu. Yine aklından neler geçtiğini tahmin etmek imkansız. Sessizliğe gömüldüğünde tam bir kara kutuydu. Ne düşündüğünü anlamak imkansız resmen. Bana derin derin bakarken gözlerini gözlerimden ayırmadı. Bense bir şey demesini bekleyerek ona bakıyordum ama hiçbir şey söylemedi. Belki yardımcı olabilirler diye düşünerekten "Bana bilge büyücü lazım." dedim bir anda. Reha şaşırarak "Neden? Saraydaki bilge büyücünün Harvey Vadisinde ki en iyi bilge büyücü olduğunu herkes iyi bilir." Dedi. Onay anında "Hayır değil." dediğinde hızla başımı ona çevirdim. İşte bir çıkış yolu. Onay gözlerini hepimizin üstünde gezdirirken heyecanla onun konuşmasını bekliyordum. "Evet?" dedim devam etmesi için o da derin bir soluk alıp verdi. "Şöyle ki, Harvey Vadisinde gizlenen başka bir bilge büyücü daha var. Onu kimse tanımıyor kendini de kimseye göstermez. Hayalet gibi hareket eder. Onu neredeyse bulmak imkansızdır." dediğinde gözlerinde bir umutsuzluk gördüm. Yani öyle biri yok gibi bir şeydi. Hemen bir umutsuzluğa varmak da istemiyorum belki onu bulabiliriz. "Onu nerede bulabiliriz ki? Kimse onu ne gördü ne işitti. Gerçekten öyle biri var mı onu bile bilmiyoruz." Reha'nın konuşması tamamen umutsuzluğa bağlıyordu beni. Barbar sessizliğini bozarak "Belki de vardır." dedi. O andan sonra herkes hızlıca hareket etti. Barbar hızlı bir şekilde hazırlanıp ahırda buluşmamız gerektiğini söyledikten sonra çıkıp gitmişti. Bizde peşinden hareket etmiştik. Tanınmamak için üstüme bir şey alıp başıma şapkasını geçirdim. Tacımı da çıkarmıştım ki belli olmasın. Ahıra yaklaştığımda atlar hazır bir şekilde kapının önünde olduğunu gördüm. Onay ve Reha orda durmuş bekliyorlardı. Barbar ortalıklarda görünmüyordu. Benim atımı gördüğüm gibi yanına gittim ve güzel yelesini okşamaya başladım. Memnun kalmış gibi başını hareket ettirip eğdi. "Hazır mısınız?" diye sordu Barbar geldiği gibi. Hepimiz onu başımızla onayladık. "Prenses kendini olabildiğince göstermemeye çalış, Reha sende başına geçir şunu." diyerek benim üstümde olanın aynısı ona doğru attı. Reha havada kapıp hızla üstüne attı ve ipini bağladıktan sonra şapkasını aynı benim gibi yüzünü gizleyecek şekilde taktı. Barbar "Güzel." dedikten sonra siyah bir atın üstüne atladı. Bende dikkatli bir şekilde bindikten sonra sessiz bir şekilde saraydan çıktık. Ve ben ilk defa saraydan dışarı çıkıyordum. Özgürlüğümün ilk adımıydı bu benim. Hapisimden ilk çıkışımdı ve bu hayal ettiğim anlardan çok daha farklı olmuştu. Kaçar gibi çıkıyordum saraydan bense ilk gezintimi halkımı ve şehri ilk görüşümü çok farklı hayal etmiştim. Bense şimdi kaçar gibi çıkıyordum saraydan ve sonuçlarının ne olacağını bilmeden ne ile karşılaşacağımı bilmeden atın adımlarına eşlik ediyordum. Şehrin içi nasıldır? İnsanlar neler yapar hiçbir fikrim yoktu. Saray hayatından başka bir şey bilmiyordum. Annem hep tehlikeli olduğundan bahseder dururdu. Bende hep kötü senaryolar kurardım kafamda ama bu benim küçükken olan düşüncelerimdi. O kadar kötü olsaydı isyanlar ve huzursuzluklar bitmek bilmezdi. Şehirle aramızda biraz kilometreler vardı. Minik bir gölün yanından yeşillikler içinde bir küçük ormandan geçiyorduk. Kuş cıvıltıları ve ateş böcekleri, çekirgelerin sesleri eşliğinde ormandan geçtik. Kimseden çıt çıkmıyordu. Bu aslında benim için iyi olmuştu çünkü etrafı meraklı gözlerle inceliyordum. Hafif bir rüzgar esintisi okşadı tenimi, derin bir nefes alarak çektim içime kokusunu. Huzur hissettim o an. Başka hiçbir şey düşünmeden sadece huzuru hissettim. Kafamın içini bir an olsun boşaltmak çok iyi gelmişti. Günlerdir ne yaşadığımı bilmiyordum, yaşıyordum ama sanki ben değildim öyle dışarıdan bir göz izliyormuş gibi izliyordum. Yaşadıklarımsa benim canımı acıtıyordu. Kızgın bir demir yüreğime bastırılıyormuş gibi cayır cayır yanıyordu kalbim. Bir süre sonra şehrin kalabalık uğultusu duyuldu. Gürültü yoğundu. Herkes güneşli havanın tadını çıkarıyormuş gibiydi. Sanki dün karanlık orman yaratıkları buraya saldırmamış gibi bir hissiyat vardı etrafta. Ama bir ana caddeye girdiğimizde durumun çok farklı olduğunu gördüm. Duvarlarda ve yerlerde kanlar ve Parçalar vardı. Ölmüş Mortiler ve insan parçaları... Midem alt üst oldu. Kusmamak için gözlerimi kapattım ve o iğrenç metalik kan kokusunu almamaya çalıştım. Görüntü iğrençti. Burada koca bir kaos yaşanmıştı. Havada uçuşan kül parçalarını gördüm. Bunlarda büyük ihtimal benden sonra yanıp küle dönüşen mortilerin külleriydi. Bir anda ortaya çıkıp sonra da yanıp kül olmalarına şaşırmış olmalılardı. Temizliğe görevliler başlamıştı bile, büyücüler ise koca bir uğultu şeklinde yaşananları konuşuyor olmalılar. İçimden bazı sesler kesinlikle beni görmemeleri gerektiğini söylüyordu. Yüzümü iyice örttüm ve başımı eğerek daha fazla etrafa bakmadım. Atım Barbar'ın atını takip ediyor gittiği yöne gidiyordu. Reha ve Onay da benim iki yanımda ilerleyerek beni koruma altına almışlardı. Böylelikle her iki taraftan gelebilecek saldırılara karşılık güvenlik önlemi almışlardı. Biraz tenha bir sokağa saptık. Burası biraz daha kötü kokması dışında bir sorun yok gibi görünüyordu. Nereye geldiğimiz hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu ama pis bir sokakta olduğumuz kesindi. Evler biraz daha eski ve yıpranıktı. Taşları eski çıkık kaldırımdan bir farenin geçtiğini gördüm. Bir kaç sarhoş adam konuşarak yanımızdan geçti. Ne dedikleri hiç anlaşılmıyor, kör kütük sarhoşlardı. Barbar yavaşlayıp durunca kafamı kaldırıp geldiğimiz yere baktım. Bir barın önünde durmuştuk. Gerçekten burada bir bilge büyücünün olmasını geçtim burada olan büyücülerin bile yaptıkları büyüden şüphe duyarım. Arkadaşımın hayatını buradan çıkacak herhangi bir büyücüye bırakamazdım. "Burası mı?" diye sordum. Reha yan bir ağızla "Beğenemedin mi?" diye sordu. Ona kiminle konuştuğunu gerçekten hatırlatmam gerekecekti. Şimdi yeri olmadığı için kendimi tuttum ve attan indim. Elbisemin etekleri yerdeki su birikintisine değince ıslandı. Lütfen lağım suyu olmasın lütfen... Tiksinerek eteklerimi tuttum ve biraz kaldırdım. Kapının açıldığı esnada yukarı asılmış olan zil çaldı ve gözlerin kapıya döndüğünü gördüm. Anında başımı eğdim ve kimseyle göz göze gelmemeye çalıştım. Beni tanıma ihtimalleri çok yüksekti. Barbar dikkatli bir şekilde barın içerisini inceledi. Adamlar da aynı şekilde kim olduğumuzu merak eder bir şekilde bize bakıyorlardı. İşte o an anladım tehlikenin göbeğinde olduğumuzu. Aradığımız kişinin gerçekten burada olabileceğini düşünmüyorum doğrusu. Onay kulağıma doğru yaklaşıp "Bir sorun çıkma ihtimaline karşılık geride durun." dedi. Reha kolumdan tutup beni barın köşesine doğru çekti. "Arkamda dur." Dediğini yaptım da çünkü burada büyücülerden daha tehlikeli bir şey varsa o da sarhoş, serseri büyücülerdir. Barbar ve Onay barın içinde dolaşıp sonrasında içki servisi yapılan yere ilerlediler. Bar kısmında aynı bizim gibi yüzünü örten biri oturuyordu. Olduğum yerden pek bir şey göremiyordum. Barbar ve Onay adamın iki yanından masaya yaslandılar ve bir şeyler söylediler. Ne söylediklerini anlayamamıştım ama her ne söyledilerse adam hızla ayağa kalktı ve büyü ile Onay ve Barbar'ı duvara iki ayrı duvara fırlattı. O kadar hızlı hareket etmişti ki hareketlerini takip edemedim. Bize doğru koştu ve kapıyı açtığı sıra içeri giren rüzgarla anlık yüzünü görebilmiştim. Göz göze geldiğim adam keskin yüz hatlarına ve kemikli bir buruna sahipti. Siyah gözleri gözlerimin içine saniyelik bakarken parladığını gördüm. Yaşlı birini bekliyordum ama oldukça gençti. Adam anında ortalıktan kayboldu ve Barbar ve Onay da peşinden çıkıp gittiler. İşte o an bar anında karıştı. Adamlar sanki bu anı bekliyorlarmış gibi birbirlerine girdiler içkiler ve sandalyeler etrafa saçılıyordu. İki tane adam bize doğru gelirken gelmeye başladı. Ne oluyor bilmiyorum ama yüzlerindeki o iğrenç gülüşleri hiç hoşuma gitmemişti. Reha hızla kılıcını kınından çıkardı ve büyüleyerek adamlara doğrulttu. Anında yürümeyi kestiler. Reha buz gibi sesiyle "Göz açıp kapayıncaya kadar sizi ikiye bölerim." diyerek adamları tehdit etti. Peşimizden barı karıştırmış bir şekilde bırakarak dışarı attık kendimizi. Reha büyü ile barın kapısını kilitlemiş atların iplerini çözerek geldiğimiz yöne doğru ilerlemeye başlamıştık. Tam köşeden dönecekken Barbar ve Onay nefes nefese karşımıza çıktı. "Ne oldu?" "Kaçırdık." dedi nefes nefese, Onay ellerini dizlerine yaslamış soluk almaya çalışıyordu. Alnında boncuk boncuk ter oluşmuştu. İşte şimdi her şey bitmişti. O adam son şansımızdı. Hera'yı iyileştirir umuduna o kadar çok kapılmıştım ki şimdi o umudumun hepsi bir kelimeyle yerle bir olmuştu. Bu kadar mıydı yani? Sonrasında hepimiz sarayın yolunu tuttuk. Geriye sadece karıştırılmış bir bar ve bir de başarısızlık vardı. Saraya geldiğimizde ortalık durgundu. Kimse yokluğumuzu fark etmemişti. Sessiz sedasız saraya girdim ve temizlenmiş odama geri döndüm. Dün yaşananlar bir bir gözümün önünde belirdi. Kan gövdeyi götürmüştü ve bir çok muhafızımızı kaybetmiştik. Şimdiyse sanki dün hiçbir şey parçalanıp kırılmamış gibi her şey yerli yerindeydi. Garip bir duygu vardı içimde asla açıklayamadığım bir duygu hem de, ne olduğunu anlamıyorum. Giyinme odasına geçip üstüme pembe oldukça rahat uzun bir saten gecelik giydim. Yatağa ilerlediğimde yatağın üzerinde duran siyah bir gül ve yanında da beyaz bir kağıt vardı. Duraksadım. Onu oraya kim koymuştu? Bilmiyorum. Belki de Barbar koydu diye düşündüm içimden ama niye koyduğuna dair bir anlam bulamadım o yüzden onun olmama ihtimali de yüksekti. Kağıt parçasını elime aldım. İkiye katlanmış notun içinde sadece üç kelime yazıyordu. 'Çok yakında karşılaşacağız...'
|
0% |