@miarafelle
|
Giriş bölümüdür, keyifli okumalar dilerim. Hayat, çoğu zaman yaşadığımızdan fazlasıydı. Annemizin rahmine düştüğümüz o dakikadan itibaren kaderimiz belirlenir, ne olacağımız ya da ne olamayacağımız sonuna kadar tek tek yazılırdı. Bazıları buna din, bazıları astroloji bazıları başka isimlerle seslenirdi. İlk kalp atışımızdan itibaren vereceğimiz son nefese kadar bizim adımıza yazılmış olan bu şarkının sözlerini değiştirmek, ritmi hızlandırmak ya da yavaşlatmaksa bizim kontrolümüzde olan tek şeydi. Bugünlere nasıl geldiğimi bilmiyordum, hafızamın yarısı gerçek benliğimle birlikte yok olmuştu. Kendimi bildim bileli can alır, savaşır ve ajancılık oynardım. Bıçaklar oyuncağım, bana bahşedilen güçlerim ise belki de bir lütuftu. Her lütfun ardında bir lanet peyda olur, ışığın varlığını sürdürdüğü her yerde gölgeler, kabuslarımız gibi her şeyi yutar, yok eder ve seni canlı canlı yerdi. "Acı bana, Kata!" şimdi kafası kollarımın arasında, bıçağım tam şah damarına dayalı olan bu adamdan duyacağım son sözleri işitiyordum. "Lanet olsun, nereden buldun beni?!" kıvranıyordu, göremiyordum ama gözlerinin dolduğuna yemin edebilirdim lakin bu beni hiç üzmüyordu. Başka insanların hayatını sikerken kendi sefasını süren böyle insanlar için acımak onlara sunabileceğimiz en merhamet dolu şey olurdu. İzbe, ormanlık bu alanda yalnızca sıradaki kurbanım ve ben vardık. Ağaçlar o kadar sık ve sis o kadar yoğundu ki yarım metre ötemde birisi olsa onu bile göremezdim. Saçlarım ekim ayının rüzgarında hafifçe uçuşurken kalp ritmim yavaş yavaş sakinleşiyordu. Uğraştırmıştı, direnmişti ve uzunca boğuşmaya çalışmıştı fakat ne olursa olsun herkes gibi o da son anlarını yaşadığının bilincindeydi. "Şeytanlarıma selam söyle. " dedim onun kaderini son kez, ben belirlerken. Ölüm. Çok basit bir fiil ve her gün binlerce kişinin başına gelmesine karşın aslında bir o kadar komplikeydi. Birini hayata getirmek ne kadar zorlu ve uğraştırıcı ise onu hayattan koparmak bir o kadar kolaydı. Ruhsuz ceset kollarımın arasından düşüp toprakla buluşurken kanın parlaklığıyla ışıldayan bıçağıma son bir bakış attım. Bacağıma bağlı kemere yereştirirken hissettiğim sıcaklık midemi bulandırdı. Aldığım kaçıncı can, kaçıncı suikastımdı saymayı bırakmış olsam da bu his rahatsız ediciydi. Üzerinde dünyanın en kaliteli kumaşı da olsa, eski püskü bir paçavra da giyiyor olsan öldüğün zaman sana bahşedilen yalnızca beyaz bir kumaştı. Ellerimi ikinci bir deri gibi saran deri eldivenlerimi çıkarttım. Üzerlerine bulaşan kan sol elime hafif bir ıslaklık bırakırken ilerlemeye başladım ve üzerimdeki siyah paltonun iç cebine temiz kalan elimi sokarak telefonuma ulaştım. Son bir kaç gündür sürekli arandığım o numaranın üzerine tıkladım. Saat sabahın dördü de olsa uyumadığını biliyordum. Bugünü günlerce beklemişti, ödemesi de şu zamana kadar aldığım en yüklü ödeme olmasa da sağlam parçalardan biriydi. Bir kaç saniye henüz geçmişti ki hattın diğer ucu yanıtladı. "Temizlik tamam. " dedim tüm soğukkanlılığımla. Tatmin olduğunu biliyordum, onun için büyük bir intikam yeminiydi bu can. Ondan koparılan canına karşı can, ilkel ve basit bir yöntemdi. "Sana güvenebileceğimi biliyordum, Katarina. " dedi keyif dolu bir ses tonuyla. "Gerisi sende. " dedim çok da umursamadan. Paramı almış mıydım? Almıştım. Yanıtlamasına izin vermeden telefonu kapattım ve ilerlemeye devam ettim. Sistemime giren bir kaç kurşunu bedenim dışarı atmaya çalışırken içimi huylandıran bu hissi göz ardı ettim. Vücudum büyük bir hızla iyileşmeye devam ederken kafamda çalmaya başlayan rastgele bir reklam müziğini mırıldanmaya başladım. Kısa bir görev de olsa uzun bir kaç gündü. Bu adamı avuçlarımın arasına almak tahmin ettiğimden çok daha zorluydu. Sağlam bir arka plan, sadık bir ekibi de olsa içlerinde illa çıkar uğruna orada olan birileri vardı. Dünya böyleydi, kimseye güvenmeyecektin. Gölgemizde sakladığımız o karanlık dünya, kendimize bile cehennemken günahkar olmayan birileri var diyebilir miydik? |
0% |