@mihels
|
Kızıl ikindide, göğsümün hemen altına bastırarak sol kolumda taşıdığım saksıyı eve götürüyordum. Ilık esen rüzgar yüzümü yalayıp geçiyor, saçlarımı omuzlarımın ardına düşürüyordu. Yaza sırtını dönüp de güze kucak açan bu hoş havalar beni ziyadesiyle mutlu ediyor, başka türlü bir hayatın da mümkün olduğu güzel günlerin tahayyülünü aklıma düşürüyordu. Bahçe kapısına henüz yaklaşmıştım, rüzgârın taşıdığı akşamsefası kokusu burnuma doldu. Elim kapının sürgüsündeyken bir anlığına durdum. Bu rayihayı ve bu tatlı güz akşamının tenimde bıraktığı lezzeti belleğime kaydetmek suretiyle biraz bekledim. Ne vakit güzel bir koku duyup da unutmaktan endişe etsem ve nerenin ikliminden mest olsam yaptığım gibi. Elimdeki kaktüsü anneme vermek için sabırsızlanıyordum. "Anne!" diye seslendim kapıdan içeriye doğru. "Kucağımda senin için yollanan haşin bir güzel taşıyorum!" Annem ortalarda görünmüyordu. Tekrar sesleneceğim sırada kulağıma çalınan gürültüyle ağzım açık kaldı. Sesin geldiği tarafa, yukarı kata bakmak için merdivene yönelmiştim ki ayaklarım yere çakıldı. Annem oradaydı, merdivenin sahanlığında kımıldamadan yatıyordu. "Anne!" diye bağırdığımda, kendimi ona doğru koşarken buldum. Ayaklarım yerden kesilmişti sanki, o basamakları nasıl çıkmıştım? Yanına çöktüm, gözleri açıktı fakat yüzünün her yanı kandı. Onu öyle görünce başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Ne olmuştu? Nasıl? Nasıl bu hale gelmişti? Şu merdiven yüzünden miydi? Ayağı mı takılmıştı? Başını mı vurmuştu düşerken? Kıpırtısız suratında belli belirsiz bir hareketlenme oldu, dudaklarını aralamaya çalışıyordu. Nefesini tetkik etmek o anda aklıma geldi. Ona zarar vermekten çekinerek kulağımı burnuna yanaştırdım. Cılız bir nefes… Beni anında kendime getirdi, aklımı başıma topladım. "Telefonum?" Elimde miydi? Nereye koymuştum? Üstümü başımı yırtarcasına telefonu aradım. Nihayet arka cebimde bulabildim. Yardım çağırdım. "Nasıl olur? Nasıl olur?" Ne yapacağımı bilemez bir halde etrafıma bakınıyor, çaresizce annemin yüzüne bakarak ondan medet umuyordum. Bana iyi olduğunu söylemesini, aniden ayaklanıp endişemin yersiz olduğunu göstermesini bekliyordum sanki. Gözlerimden yaşlar sicim gibi boşalıyordu. Ambulans nerede kalmıştı? Yardım çağıralı yalnızca birkaç dakika olmuşsa kalbimde vuku bulmuş bu asırlık endişe neyin nesiydi? Ona sarılmak istiyordum. Onu sarıp sarmalamak istiyordum. İncitmekten imtina ederek aramızda duran sağ kolunu tuttum, aslına bakarsan bu ona tutunmaktı. Bembeyaz elinin üstüne dudaklarımı bastırıp öylece kaldım. Bağrımda bir yer, tutuşmuştu. Belki de beni duyuyordu. Az önce dudaklarını aralamaya çalışmamış mıydı? "İyi olacaksın." dedim. "Korkma tamam mı?" Bunlar, sıcak tenine değen parmaklarım korkudan zangır zangır titrerken ağzımdan çıkan lafügüzaflardı. Yoksa ambulansa adresi yanlış mı tarif etmiştim? Ardı ardına konuştum, anne, dedim. Kalk, dedim. Ama nafileydi. Gözleri açık olsa neye yarardı? Odağı beni bulmamıştı hiç. Boş, bomboş bakıyordu. Durumun vahametini nihayet anladığımda bağrımda tutuşan o yer, artık alev almaktaydı. Henüz cayır cayır yanacağımdan bihaberdim. Anne, diye fısıldadım. Bu kez bir seslenişten öte, yakarıştı. Anne, diye inledim. "Bırakma." Kelimeleri ezdim, harflere bastırdım. Bu kaybetme korkusu karşısında, eğildim ve de büküldüm. Küçük bir kız çocuğu savunmasızlığında dizlerim üstünde oturuyor, bir ileri bir geri sallanan gövdemi zapt edemiyordum. Hiç durmaksızın içimden Allah’a yalvarıyordum, en içimden. Yakarışlarım hıçkırıklarıma karışıyordu. Annem için saniyelere dönüşen dakikalar benim için saatlere dönüşmüştü. Zaman ikimizin de aleyhine işliyordu. Ambulans gelmek bilmiyordu. Bu ıssız yerdeki münferit evde, tek başıma kalmıştım. Hemen dibimden pat diye gelen sesle afalladığımda saksının merdivenin son basamaklarından yuvarlanışına şahit oldum. Şimdiye dek saksıyı kucağımdan bırakmadan sıkı sıkıya tuttuğumu o an anladım.
|
0% |