Yeni Üyelik
10.
Bölüm
@mihrininbahcesi

💫Toplantı💫

Alparslan, aldığı ılık bir duşun ardından altına siyah bir eşofman, üstünede rahat edebileceği siyah bir tişört giyindi. Odasından çıkmadan önce gün boyu üzerinde taşıdığı üniformasını yatağının üzerinde görürken onu da alıp dolabına astı. Bu üniformayı çok nadir giyerdi ve bugün o nadir günlerden birinin sonuydu.

Her önemli görevden sonra olduğu gibi izin gününü evde geçirirken aklında ki plan salonda ki kanepeye uzanıp tüm gün basket maçı izlemekti. Tabi bu biraz imkansız gibi görünüyordu çünkü ailesi haftanın yedi günü evlerinde misafir ağırlamaya bayılırdı. Bunda babasının kasaba halkı tarafından çok sevilmesi ve annesinin misafir ağırlamaktan çok fazla hoşlanması elbette büyük rol oynuyordu.

Bazen ayrı eve çıkmayı ciddi ciddi düşünüyordu Alparslan. Netice de ayda, yılda bir izin alırdı ve o günlerde de kasaba ahalisi ile içli dışlı olmak işinden daha yorucu gelirdi ama bunu yapamazdı. Ayrı eve çıkma fikri, annesinin aklına gelmesi ile tozlu raflara kalkıyordu çünkü ne zaman ev mevzusu açılsa annesi hemen bir drama bağlıyordu. İlk numarası ajitasyon, bu gerçekten Alparslan üzerinde etkili bir silahtı.

Yüzbaşı ağlayan kadınlara dayanamazdı!

Tabi annesi bunu bildiğinden, en büyük kozunu en başta oynardı. Bazen Alparslan bunu görür ve annesinin bilerek üstüne gider, mevzuyu uzatabildiği kadar uzatırdı fakat o zaman da annesi ikinci numarasına geçer ve evliliği bahane ederek evden ayrılabileceğini söylerdi tabi bunu duyan Alparslan hemen geri vites yapardı. 29 yaşında koca adamdı ama hala annesinin eteklerinde yaşıyordu buna bazen kendisi bile inanamıyordu, galiba annesinin oyuncu kimliğini hafife almaması gerektiğini çoktan öğrenmişti.

Hele ki Ali'den sonra....

Alparslan, salona inip müdavimi olduğu koltuğa kurulmuştu. Kumandasını tam eline almış ayağını masaya doğru uzatacaktı ki çalan kapıyla edeceği küfürü ağzında yuvarladı. Bugünün sessiz geçeceğine birazda olsa inanmıştı. Annesinin evde olmayışı bunu Alparslan'a ciddi ciddi inandırmıştı ama hayalleri, çalan kapı zili ile yerle yeksan olmuştu bile. Anlaşılan hiç bir zaman sessiz geçen bir izin günü olmayacaktı.

Havada asılı kalan ayağını inatla masaya uzatırken, kapıyı açması için kız kardeşine seslendi. Genelde olsa kendi kalkar açardı ama belki diye düşündü. Belki, Sibel'i evde gören misafirleri gelmekten vazgeçerdi. Sonuçta kardeşi tam bir telefon manyağıydı ve kimse onun sohbet etmeyeceğini bilirdi.

"Sarı, kapı çalıyor."

"Sarı!"

"SİBEL!"

"Geldim, geldim ya! Ne ayı gibi böğürüyon!"

Alparslan, elinde ki kumandayı koltuğa fırlatıp tam ayağıya kalkıyordu ki, Sibel ondan önce davranıp hemen kapıya koştu. Eline yapışan telefonu iyice beynini yıkamıştı bu kızın diye düşünmeden edemedi, abisiyle nasıl konuşması gerektiğini bile unutmuştu.

Alparslan, kardeşiyle sağlam bir konuşma yapmasının zamanının geldiğini düşünürken Cem'in sesini duydu. Anlaşılan bugün ki misafir kendisine aitti. Ayaklarını uzattığı masadan çekip düzgün bir pozisyona geçerken boynunu kütletti. Cem, bir alt devresi olmasının yanı sıra Alparslan'ın en yakın arkadaşlarından da biriydi.

Okul dönemlerinden bu yana birlikteydiler, yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Ortaokul ve liseyi beraber okumalarının yanısıra asker olmayada birlikte karar vermişlerdi tabi bunda babalarının paylarıda esirgenemezdi. Çünkü onlarda tıpkı kendileri gibi devlete hizmet veren iki askerdi.

Cem'in salona girmesiyle ayağa kalkan Alparslan, arkadaşının yüzünde ki bıkkın ifadeden bir şeylerin ters gittiğinin farkındaydı, tam neler olduğunu soracaktı ki arkasından giren kadınla taşlar yerine oturmuştu.

Selin!

Komutanlarının kızı, bu kız gittiği her yerde Alparslan'ın karşısına çıkıyordu, belası olmuştu resmen. Aslında onu daha önce defalarca uyarmıştı tabi kalbini kırmamak adına her defasında nazik olmuştu ama anlaşılan bu hiç bir işe yaramıyordu. Bir türlü bu kadından kurtulamıyordu, kalbini kırmak yanısıra komutanının kızı olması da elini kolunu bağlamıyor değildi.

"Alp, ben geldim."

"Hoşgeldiniz Selin!"

Selin ve Cem'in, salonda ki kanepelere oturması ile Sibel çay yapma bahanesine sığınarak yanlarından ayrılmıştı. Sadece kendisi değil aileside bu kızdan hiç haz etmezdi, tıpkı kardeşi Sibel gibi!

Alparslan bazen acaba diyordu. Acaba Selin'in bu gösterdiği çabası sayesinde onunla olur mu diye düşünmeden edemiyordu. Selin, tam beş yıldır kendisine aşıktı ve bunu göstermekten de çekinmiyordu. Evlilik çağının geldiğini her iki lafından birinde belli eden annesi sayesinde artık Selin'e bile olur gözüyle bakan Alparslan, hızlıca b fikrinden vazgeçti.

Selin'in o çocuksu ve yapışkan halleri aklına gelince ondan olmayacağına anladı. Kendisini böyle seven birini bulmak belki çok zordu ama yanında Selin gibi çocuksu bir kadın değilde daha oturaklı güçlü ve kendinden emin bir kadın görmek istiyordu Alparslan. Zaten yanına da anca böylesi yakışırdı.

Sibel, çayları masaya bırakırken Cem ve Alparslan, karargahta olan olaylardan bahsediyorlardı ve Selin'i pek taktıkları söylenemezdi.

Gençler hem işlerden hemde Selin'in araya sokuşturup durduğu sorulara cevap verirken evin kapısı bir kez daha çalmış ve Nalan hanım ile eşi de onlara eşlik etmişlerdi.

Alparslan, annesinin Selin'e attığı bakışları görmezden gelirken Cem'in yaptığı gafla dişlerini sıktı. Bu adamın böylesine bir çeneyle nasıl asker olduğuna hala anlayamıyordu, boş boğaz herifin tekiydi.

"Alparslan, Rojbin nasıl oldu haberin var mı?"

Cem'in sorusuna Alparslan cevap veremeden annesi araya girmişti. Hayır anlamıyordu, annesi nasıl olur da bu kadar kısa sürede o kızı böylesine benimseyebiliyordu. Alparslan'a göre bu sadece benimsemekte değildi ayrıca, annesi Rojbin'i sevmişti. Ciddi anlamda sevmişti, hatta öyle ki bir akşam yemeğinde Sibel'e, Rojbin'i örnek gösterip keşke senin yerine o kızım olsaymış bile demişti. O, avukat'ın tuhaf bir aurası vardı, Kendisini merak ettirtiyordu.

"Rojbin'e ne oldu, nesi var oğlum."

"Ufak bir kaza geçirdi Nalan teyze, hemde karargahta."

"Karargahta?"

Babasının tek kaşını havaya kaldırarak hesap sorarcasına kendisine dönmesiyle, babasından aldığı aynı bakışları Cem'in üzerine dikti Alparslan. Kaç yaşında adamdı ama nerede nasıl konuşması gerektiğini hala bilmiyordu.

Alparslan'da işler bu yönde giderken Cem, ondan aldığı bakışların ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. Bu hafta gece nöbetleri yine ona kalmıştı. Askerlik hayatın boyunca ne yaptın diye bir soru alacak olursa vereceği cevabı çok netti Cem'in. Nöbet tuttum!

"Evet baba birliğe gelmişti. Orada ufak bir kaza geçirdi ama şimdi daha iyi."

"Aşk olsun Alparslan bu şimdi mi söylenir. Kalkın, kalkın! Geçmiş olsuna gidiyoruz. Ayy zavallı kızın kimi kimseside yok ki."

Alparslan, annesinin verdiği aşırı tepkiye göz devirirken Sibel başını telefonundan kaldırıp ilk kez doğru bir şeye değindi ve "Abartma Nalan sultan, kardeşi var yanında" diyerek olayı kapatmaya çabaladı, çabaladı diyordu çünkü annesi onu kesinlikle dinlememişti.

Annesinin ısrarı ve babasının da ona katılmasıyla sesini çıkaramayacaklarını anlayan Alparslan, kardeşini ve misafirlerini de alarak hasta ziyareti için evden çıktılar. Annesi üç adımlık eve gidene kadar peşlerine kapıda karşılaştığı Murat'ı ve Semih'i de almış bu da yetmemiş gibi Hayal'i de arayarak kendilerine katılmasını istemişti.

Mahalle desteği bu olsa gerek!

Alparslan, bir yanında Selin bir yanında Hayal ile birlikte bahçeye girerken ellerini cebine koyup onlardan uzaklaşmak için çabaladı ama bu çabası her türlü olumsuz sonuçlarınınca el mecbur aralarında durmaya devem etti.

******

"Ya abla! Odan da yapsana şu görüşmeyi niye ortak alanı katlediyorsun."

"Ortak alan diyoruz çilli! Ortak alan, yani salonu kullanmak benim da hakkım. Ayrıca odam ufak ve yeteri kadar ışık almıyor."

"Toplantıya birebir katılsaydın o vakit!"

"Fehime Tatlıcı faktörü olmasaydı emin ol giderdim. Şimdi sessiz ol, yönetim kurulu toplantısı başlamak üzere."

"Babaannemin bundan haberi var mı?Yani görüntülü olarak toplantıya katılacağından."

"Tabi ki de yok!"

"Peki olursa ne olur?"

"Hiç bir şey olmaz çilli. Neden kimse beni anlamıyor! Ben bu şirkete, projeye yıllarımı verdim. Katılmak benim de hakkım."

Fidan, sessiz bir şekilde kameranın görüş açısından çıkarken Rojbin, köşede duran boy aynasından son kez görüntüsüne bakıp gelen çağrıyı yanıtladı. Dizüstü bilgisayarının ekranında bağlanıyor yazısıyla yeniden kardeşine dönerken parmağını dudağına doğru götürüp sessiz olmasını istedi. Neticede patavatsız Fidan'dan bahsediyordu, her an ne yapacağı belli olmazdı.

Toplantı başlayalı on dakika olmuştu ama bir türlü ana meseleye gelememişlerdi daha önemli mevzuları vardı, mesela Rojbin'in ani şekilde şirketten ayrılıp yerini devretmesi gibi! Yönetim kurulu üyeleride en az kendisi kadar şaşkın ve tedirgindi ama Rojbin, bilerek onları rahatlatacak bir şeyler söylemiyor ne denirse sadece dinliyordu çünkü onların korkusu ve endişesi kendisi için hir dönüş bileti olabilirdi.

Veysel bey, iş ilerleyişi hakkında endişelerini anlatırken Rojbin'in gözleri kendi koltuğuna oturmuş adama kaydı. Okan'a! TLC holdingin yeni Ceo'su leş kargası Okan'a. Bu adamı çocuk yaştan beri tanırdı Rojbin, hatta öyle ki bu olaylardan önce ismini söyleseler çocukluk arkadaşım bile derdi ama görüyordu ki Okan denen adam, leş kargasından başka bir şey değilmiş. Tek derdi koltuğuymuş.

Rojbin, çatmış olduğu kaşlarıyla Okan'ı izlemeye devam ederken onun da aynı şekilde kendisini izlediğini fark etti ama bir farkla. Rojbin, sinirden köpürürken, Okan gevrek gevrek sırıtıyordu. Daha fazla onu izlerse sinirden patlayacağını bilen Rojbin bakışlarını yeniden Veysel beye yöneltirken kapıları çalmıştı.

Üç gündür çalmayan kapıları! Rojbin, çalışanlara belli etmeden Fidan ile bakışırken, kaş göz işaretleriyle gelenleri geri göndermesini istedi tabi Fidan bunun ne kadarını anlamıştı orası meçhul. Rojbin, bu hareketleri yaparken ekranda nasıl durduğunu düşünerek yeniden yönetim kuruluna dönerken kardeşide kapıyı açmaya gitmişti.

Pazarlama müdürü Veysel bey ise sonunda proje ile ilgili konuşmaya başlayıp izleyecekleri yolu anlatırken küçük salonlarına dolan mahalle sakinleri ile Rojbin hayretler içinde bir ekrana bir de gelenlere bakıyordu.
Hala üzerinde ki şoku atamayan Rojbin, Nalan hanımın birden kendisine doğru koşup, sarılmasıyla neye uğradığını şaşırdı.

"Geçmiş olsun kızım, duyduk çok üzüldük vallahi! Kusurumuza bakma daha erken gelmek isterdik ama yeni haberimiz oldu."

Son cümlesini söylerken oğluyla göz teması kurmayı ihmal etmeyen Nalan teyzeden bakışlarını çeken Rojbin, ekrana doğru dönerek Nalan teyzeyi uyarmak istedi ama Okan'ın sırıtan yüz ifadesini görünce ne yapacağını bir an için unuttu. Resmen dalga geçiyordu, leş kargası.

Nalan teyze olayı çaksın diye yalandan öksürüp ekranı göstermeye çalışan Rojbin, bunda başarısız olurken koltuğa kurulmuş misafirlerine bakındı. Gözleri herkesin üzerinde tek tek dolanırken Alparslan yüzbaşı ile göz göze geldi. Zavallı adam küçücük koltuğa zar zor sığarken bir de sağına ve soluna yerleşmiş Hayal ve Selin ile oturduğu yeri paylaşmak zorunda kalmıştı.

Düşündüğü şeylere inanamayan Rojbin, yeniden Nalan teyzeye döndü. Ona neyse yüzbaşının kiminle oturduğundan ayrıca ona müstahak olmuştu, hastaneden çıkmasının üzerinden koca 3 gün geçmişti ama beyefendi bırakın ziyaret etmeyi hala belleğini bile getirmemişti. Rojbin'de hala onu düşünsün.

Nalan teyzenin yanından ayrılmayacağına artık emin olan Rojbin, ona gülümseyerek ekranda kendisini bekleyen sekiz adama geri döndü. Kendisinin ekrana bakmasıyla olayı yeni yeni idrak eden Nalan hanım ise kocaman olmuş gözleriyle ekranda ki sekiz adamla bakışırken olduğu yerde kalakaldı. Rojbin, yanında duran kadının mahçubiyetini gözlerinden okurken hiç bir şeyi bozuntuya vermeden bilgisayarını kucakladığı gibi salondan çıkmaya çalıştı tabi bu arada Veysel beye yeniden söz hakkını vermeyide ihmal etmedi.

"Beyler kaldığımız yerden devam edelim, buyrun Veysel bey sizi dinliyoruz."

Rojbin, salondan çıkmadan evvel Fidan'ın, Nalan teyzeyi omuzlarından tutup koltuğa sürüklediğini görmüştü.
Allah'tan toplantının son dakikalarıydı da bu tantana daha fazla uzamayacaktı.

"Dediğim gibi Rojbin hanım, bizim akışımız bu yönde. Zaten hazırladığınız proje kendi kendini pazarlayabilecek bir konumda. Sizin burada ki emeğiniz ve hayal gücünüz taktire şayan, tekrardan tebrik ederiz."

Rojbin, elinde ki bilgisayarıyla odasının kapısını açıp içeriye girerken duyduklarıyla göğsü kabardı ve beklediği fırsatın bu olduğuna emin oldu. Toplantı boyunca kendi projesini savunmayı beklemiş ve Veysel beyin sözleriyle beklenen anı yakalamıştı Rojbin. Odasına girerken kapalı perdeleri yüzünden kapısını açık bırakmak zoruna kalırken daha fazla ekrandan uzaklaşamayacağının ve toplantıyı bölemeyeceğinin farkındaydı, neticede karşısında yönetim kurulu üyeleri vardı.

"Ne güzel söylediniz Veysel bey! Benim projem değil mi? İki yıldır gece gündüz çalışıp emek sarf ettiğim projem. Yıllarımı ve bütün birikimimi yatırdığım projem!"

Bu yaptığı görgüsüzlük müydü? Varsın öyle olsun. Bu Rojbin'in hakkıydı!

"Gösterdiğin bu çabadan ve emeğinden sunumda çokça bahsedeceğim Rojbin, sen hiç merak etme! Harika bir tanıtım olacak."

Gözlerinin içine baka baka kendisiyle dalga geçiyordu. Adamda ki pişkinlik hat safadaydı! Toplantı bu ufak konuşmadan sonra bitmiş ve bütün yönetim kurulu üyeleri odayı bir bir terk etmişlerdi. Aslında daha söyleyeceği çok fazla şeyi vardı ama Okan bunu ön sezmiş gibi toplantıyı hemen bitirmişti. Rojbin'de misafirlerini karşılamak için aceleci davranıp görüşmeyi sonlandıracaktı ki Ozan'ın "Nasılsın Rojbin?" demesiyle eli havada kaldı.

"Çok mutluyum! Sunumu sen yapacaksın ya, içim rahat Okan." Rojbin, ironik bir şekilde cevap verirken dişlerini sıktığının farkında bile değildi.

"Hadi ama biz seninle çocukluk arkadaşıyız, böyle yapman kalbimi kırıyor."

"Evet çocukluk arkadaşıydık, taki sen benim yerime göz koyana kadar. Ne demişler dost kötü günde belki olur, tıpkı senin gibi Okan?"

Sonlara doğru sesini iyice yükselten Rojbin, odasının kapısına doğru dönüp sesinin içeri gidip gitmediği tartmaya çalışırken kapıda duran Fidan ile göz göze geldi anlaşılan aklına gelen başına gelmişti. Sesini sandığından daha fazla yükseltmişti. Kardeşini anladığını belirtircesine içeriye geri gönderirken ekrana döndü.

Bu sürede Okan'ın da sessiz kaldığının farkında ekrana bakarken yeni Ceo'nun elinde ki kalemi çevirmekle meşgul olduğunu gördü. Anlaşılan söylediklerini tartıyordu ama Rojbin buna izin vermeden laflarını esirgemeyen yeniden savurmaya başladı.

"Şunu unutma Okan! Oturduğun o koltukta, yönettiğin o şirkette benim, anlıyormusun benim! İster sürgün edilmiş olayım, ister babaannemin gözünden düşeyim umrumda değil. Ben on altı yaşımdan beri o şirkete emek verdim, göz yaşı döktüm. Evet yaşım daha çok genç olabilir ama oturduğun o koltukta herkesten çok benim emeğim var, bunu aklınıza sokun!"

İçini döktükleri sonra Okan'ın konuşmasına izin vermeden ekranı kapatan Rojbin, az önce ne yaptığını bir kez daha düşündü. Aslında Okan'da tıpkı kendisi gibi babaannesinin bir piyonuydu. Nasıl kendisi Fehime Tatlıcı'ya hiç bir şekilde karşı gelemiyorsa, Okan'da bunca yıllık hukuklarıyla karşı gelememiş olabilirdi. Yıllarca birlikte çalışmışlardı ama bir kez olsun onun kendi mevkisiyle ilgili bir şikayetini duymamıştı ama içini dökmek istedi. Belki de babaannesine söylemek isteyip de söyleyemediklerini Okan aracılığıylayla dile getirmişti.

İyi mi yapmıştı yoksa kötü mü bilemiyordu ama şimdi kendisini daha iyi hissettiği bir gerçekti. Elleriyle suratını yelleyip, sinirden kızardığına emin olduğu yüzünü normal rengine getirmeye çalışırken odasından çıkıp kapısını kapattı. İçeriye geçmeden önce koridorda bir kaç kez nefes egzersizi yapan Rojbin, umuyordu ki içeridekilere rezil olmasın.

"Hoşgeldiniz." Yüzüne yerleştirdiği en sevimli tebessümlerinden biriyle salona giren Rojbin, herkese selam vererek kardeşinin yanında ki boş yere oturdu. Ellerini dizlerinin üzerine bırakırken söz alan Nalan teyzeye döndü.

"Hoşbulduk Rojbin'cim ama, sanırım yanlış zamanda geldik."

"Olur mu öyle şey, aksine geldiğinize çok sevindim. Biz de zaten sizleri misafir olarak ağırlamak istiyorduk çok güzel bi tevafuk oldu Nalan teyze."

Rojbin, bu ufak konuşmadan sonra herkesin geçmiş olsun dileklerini kabul ederken akşam yemeği konusunda ısrarcı olmuştu, lakin Nalan teyze bunu başka bir güne ertelemiş ve tam iyileştiği bir zaman yemeğe geleceklerini belirtmişti.

Fidan'ın getirdiği çaylar içildikten sonra kızlar misafirlerini tek tek uğurlamaya başladılar. Rojbin, kapının önünde durmuş misafirlerini geçirirken Alparslan yüzbaşının yerinden kıpırdamaması dikkatinden kacmamıştı. Anlaşılan konuşmak istediği şeyler vardı, mesela kaybolan bellek gibi!

Yüzbaşı gitmeden bahçelerinden çıkmamayı adeta yeminli olan ikili ile bakışan Rojbin, Hayal ve Selin'in gitmesini beklerken, Cem bunu anlamış gibi kızları alarak bahçeden çıkmıştı.
Onların ardından Fidan'a bakışlarıyla evi işaret eden Rojbin, iki basamaklı merdiveni inerek bahçenin ortasında elleri cebinde duran adamın önüne geçti.

Üzerinde ki ince hırkaya sıkıca sarılan Rojbin, bunun kendisini koruyamayacağının bilincinde soğuğa meydan okurken yüzbaşının sesiyle kendine gelip ona döndü.

"Nasıl oldun?"

"Daha iyiyim, teşekkürler."

Alparslan, ellerini cebinden çıkarmadan kafasını sallarken sıkıntıyla nefesini dışarıya üfleyip
"Şu bellek, içeride konuştuğun sunum için miydi?" Diye sordu.

"Evet!"

"Kaybettiğin pozisyonu geri almak için mi bu kadar uğraşıyorsun peki?"

Rojbin, yüzbaşının sorduğu soruyla sadece güldü. Kaybettiği pozisyon, o bir şey kaybetmemişti ki, kaybedemezdi de! Kendi hakkı olanı eninde sonunda alacaktı, almalıydı! Daha 16.'da babasını kaybetmişti Rojbin. Acısını yaşamasına fırsat bile verilmeden soluğu iş piyasasında almıştı. Yaşıtları ergenlik çağlarını doyasıya yaşarken o dosyalara gömülmüş işleri kavramaya çalışıyordu. Neden? O günlerde ağlayarak tırmandığı yokuşu bugün bir hiç uğruna kaybedemezdi, kaybetmeyecektide!

Fehime Tatlıcı, onu ağlamanın zamanı değil diyerek peşinden toplantılara sürüklerken sesini çıkartmamasının bir bedeli vardı. Her isyan ettiğinde, her ağladığında soluğu bodrumda ki o soğuk depoda aldığını biliyordu Rojbin.
Hakkı olan şirkete göz yaşlarını görmüştü Rojbin. Pozisyonunu geri almak mı, o hiç bırakmamıştı ki geri almaya uğraşsın. O şirket Rojbin'in di ve hepte onun olarak kalacaktı.

"Kaybettiğim hiç bir şey yok."

"İçeride öyle demiyordun ama avukat hanım!"

"Ne kadarını duydun bilmiyorum ama benim kaybettiğim bir şey yok! Ayrıca bellekten bir haber var mı, sen onu söyle yüzbaşı?"

"Yok!"

"Ne demek yok!"

"Yok işte Rojbin, belleği bulamıyorum. Bence sende artık umudunu kesmelisin."

"Bu-"

Rojbin, henüz cümlesini tamamlayamadan büyük bir gürültü koptu ve ayağının altında ki zemin sarsılmaya başladı. Korkuyla dizlerinin üzerine çökerken Alparslan'ın kendisine siper olduğunu gören Rojbin, patlamaya benzer o gürültünün ikinci kez kasabayı sallamasıyla çığlık attı. Rojbin, korkuyla kendisine siper olmuş adamın kollarına sarılırken, Alparslan bir eliyle Rojbin'in üstüne kapanmış bir diğer elini de belindeki silaha atmıştı.

Ambulans sesleri, itfaiye sirenleri birbirine girmiş tüm kasabayı ayağa kaldırırken Alparslan'da en az kollarının altında ki kadın kadar tedirgin olmuştu. Biran önce neler olduğunu öğrenmesi gerekiyordu, tecrübelerine dayanarak söylüyordu ki az evvel büyük bir patlama olmuştu. Aklında buna uygun binbir türlü senaryo geçerken ayağa kalkmaya çalıştı ama Rojbin'in minik elleri buna izin vermedi.

Yüzbaşı, bir kollarını saran narin ellere bir de o ellerin sahibi olan kadına bakarken gözlerinde ki korkuyu an ve an gördü. Onu sakinleşmek için vaktinin olmadığının bilincinde saklandığı yerden yani göğsünden çıkarıp ayağa kaldırırken ellerini kollarının iki yanına yerleştirerek genç kadını ayağa kaldırdı. Ona eve gidip beklemesini söyleyecekken genç kadının "Neler oluyor?" Sorusuyla kalakaldı.

Sahi neler oluyordu?

******

Bu bölümü yazarken de düzenlerken de çok zorlandım. Olası hatalar için şimdiden af ola:)

 

Loading...
0%