Yeni Üyelik
12.
Bölüm
@mihrininbahcesi

Rojbin, görüşünü engelleyenler dumanlar ile yürümekte zorlanırken bir eliylede ağzını ve burnunu kapatmaya çalışıyordu. Her katta avazı çıktığı kadar "Kimse var mı?" Diye bağırıyordu ama henüz hiç bir sonuç alamamıştı, tek temennisi küçük çocuğun bilincinin yerinde olmasıydı.

Nefes nefese beşinci kata varan Rojbin, yangının çatıdan evlere henüz sıçramamış olmasına dua etti. Merdiven trabzanına sıkıca sarılmış sert bir şekilde öksürürken bir ağlama sesi duydu. Gözleri kocaman olurken düzensiz nefesini umursamadan sağ tarafta kapısı açık kalan evin içine daldı.

Patlamadan kaynaklı, korkuyla evden çıkıldığı için kapının açık kalması Rojbin'in şansınaydı. Ağlama seslerini takip ederek arka odalardan birine giren Rojbin, duyduğu patlama sesiyle korkudan yere düştü. Odanın kapısında dizlerinin üzerine düşmüşken arkasında bıraktığı salona düşen bir kaç parça tahta ile Rabbine sığındı.

"Allahım sen yardım et!"

Küçük çocuğun ağlama sesi daha da şiddetlenirken, Rojbin güçlükle ayağa kalktı. Bacakları titreye titreye odaya girerken halının üerine oturmuş dört yaşlarında ağlamaktan neredeyse morarmış küçük bir erkek çocuğuyla göz göze geldi.

"Allah'ım sen koru!"

Rojbin, kendisini görür görür görmez susan çocuğa doğru adımlayıp onu hızla kucağına aldı. Kapıdan çıkmak üzere arkasını dönmüştü ki yine bir gürültü kopmuş ve bu sefer çatıda ki alev parçaları evin içine düşmüştü. Rojbin, yanmaya başlayan perdeler ile güçlü bir çığlık atarken kucağında ki bebek kendisinden korkup yeniden ağlamaya başlamıştı.

Bebeği susturmak için sallamaya çalışan Rojbin, koşarak odadan çıktı ama eve girerken ki görüntüden eser yoktu. Koridorun halıları tutuşmuş bir şekilde önünde adeta barikat kurarken Rojbin, gerisin geriye odaya girdi. Alevler dört bir yanını sararken nefes almakta zorlanıyordu, genzinden gelen hırıltılarla nefes alabilmek adına ağzını aralayan Rojbin yaptığının koca bir yanlış olduğunu genzinin yapmasıyla anladı.

Aldığı nefes genzini acı bir şekilde yakarken öksürmeye başladı. Kendisinin çırpınışları çocuğu korkutmuş olacaktı ki ağlamaları yeniden şiddetlenmişti. Ağlayarak anne diye sayıklayan çocuğu sakinleştirmek isterken yere düşen Rojbin, yeniden ayağa kalkmaya çalıştı. Kolları küçük çocuğu sarmış ayaklarının üzerinde durmaya debelenirken tepesinden gelen çatırdamalar ile kafasını yukarıya doğru kaldırdı.

Rojbin, evin tepesinde ki ahşap tahtalarının yerinden düştüğünü görürken korkuyla küçük çocuğa sarıldı. Üzerlerine doğru düşen alevli tahta parçasından kaçamayacağının bilincinde kollarıyla çocuğa siper olan Rojbin, omzuna çarpıp yere düşen tahta parçası ile daha doğrulamadan yeniden yere kapaklandı.

Omzunda ki ağrı git gide büyürken daha fazla nefes alamadığını idrak eden Rojbin, yanına düşen çocuğun çığlıkları ile ağlamaya başladı. Onu kurtarabilirdi ama yapamamıştı, yanı başında ağlayan mavi gözlü küçük oğlan çocuğunu kurtaramamıştı. Göz kapakları daha fazla dayanamayıp kapanırken son gördüğü şey bir çift mavi göz oldu.

******

"Alp, bacağım çok acıyor ama."

Alparslan sinirle nefesini dışarı verip sakalını çekiştirdi. Böyle bir durumda bile kendisine yapışmış kıza gerçekten anlam veremiyordu. Liman ana baba gününe dönmüştü, korkan çocuklar, kaçışan insanlar, bir yerden başka bir yere koşuşturup yardım etmeye çalışan sağlık görevlileri bugün burada her türden insan vardı. Kimileri yardım etmeye çalışıyor kimileriyse kendi canının derdindeydi ama o burada 23 yaşında koca bir çocukla uğraşıyordu.

Alparslan, sabrının son demlerini de Selin ile harcayıp onu öylece orada bırakıp çekip getti. Aslında bunu daha önceden yapması gerekirdi, ne diye onunla vakit harcadıysa. Askerlerinin arasına karışıp kalabalığı limandan uzlaştırırken ambulansların içeriye girebilmesi için çalışmaları hızlandırmaya çalışıyordu.

Patlamayla birlikte bütün karargahı limanda toplayan Alparslan, henüz olayın gerçek yüzünü öğrenememişti ama hele şu kaos bir geçsin, patlamaya sebep olanında ne olduğunu elbet öğrenecekti.

"Komutanım!"

"Söyle Murat."

"Ambulans uçaklar yola çıkmış, on dakikaya burada olurlar. Ayrıca yol çalışması bitti ambulanslar rahatlıkla içeriye giriyorlar."

"Çok şükür."

Afad, itfaiye erleri, askerler ve doktorlar akla gelebilecek bütün yardım kuruluşları limanda var gücüyle çalışırken patlamanın izleri yavaş yavaş kayboluyordu. Yaralananlar, sağlık ekiplerince ambulanslara taşınırken, güvenli alanlarda toplanan vatandaşların ve çocukların sakinleşmesi için kasaba halkı onlara destek oluyordu.

Liman öğlene nazaren daha sakindi. Yıkılmış evleri, denizin çarşaf gibi dengin suyunun üzerinde ters dönmüş kayıkçı teknelerini ve çatlamış yolları görmezden gelince pek fazla can kaybının olmayışı da herkes için şükür sebebi idi.

Utku, yorgunluktan bitkin bir halde eliyle boynuna masaj yaparak meydana girerken eşini ve arkadaşlarını limanın girişinde gördü, hararetli bir şekilde konuşuyorlardı. Yanlarında tanıdık bir kaç sima daha vardı. Utku, onlara doğru ilerlerken kocası Selim onu hemen fark etmiş ve çok geçmeden minik karısını kollarının arasına almıştı.

Bugünün kahramanı resmen Utku'ydu. Bütün gün oradan oraya koşuşturup herkese yardım etmeye çalışmıştı. Tabi bu kimsenin gözünden kaçmamıştı. Alparslan, bu başarısını bir de kendi tebrik etmek istemiş ve herkes adına ona teşekkür etmişti.

"Bugünün en büyük teşekkürünü sen hak ediyorsun Utku. Fazlasıyla koşturdun!"

"Ben görevimi yaptım Alparslan, tıpkı sizin gibi teşekküre gerek yok."

Alparslan anlayışla tebessüm edip kafasını sallayarak yeniden ekibine döndü. Şimdi daha büyük bir sorunları vardı ve onu halletmek için karargaha dönmeleri gerekiyordu. Utku'ysa durmadan sağına soluna bakıp duruyordu. Gözleri Rojbin'i arıyordu, buraya beraber gelmişlerdi ama kız bir anda ortadan kaybolmuştu.

"Rojbin'i gören oldu mu?"

Alparslan avukat kızın adını duyar duymaz Utku'ya döndü. Tek kaşı kendiden bağımsız bir şekilde havaya kalkarken onun neden buraya geldiğini düşünüyordu. Bu kızın aklından zoru mu vardı, herkes kaçarken o patlama alanına giriyordu.

"O burada mıydı?"

"Evet yardım etmek için birlikte geldik ama limana girer girmez kayboldu."

Gruptaki herkes merakla sağına soluna bakınırken boşalan limanda kimseyi görememişlerdi. Alparslan, belki kardeşinin haberi vardır diye telefonunu çıkarıp Fidan'ı arayacaktı ki yürüyüş yolundan kendilerine doğru koşarak gelen küçük bir kız çocuğu gördü. Alparslan ve diğerleri merakla küçük kızın kendilerine yaklaşmasını beklerken hepsi tedirgindi.

"Yardım edin lütfen."

"Ne oldu ufaklık? bir yerini mi yaraladın."

Utku, hemen küçük kızın önünde diz çökerek elleriyle minik kızın bedenini kontrol etti. Şükür ki bir şeyi yoktu.

"Hayır ben değil, kardeşim. O binada kaldı. Bir abla ona yardım etmeye gitti. Bana da doktor ablayı bulmamı söyledi. Sen doktorsun değil mi?"

"Evet canım ben doktorum, peki bu ablayla, kardeşin nerede şimdi?"

Küçük kız hızla arkasını dönüp üç dört sokak aşağıda olan büyük binayı gösterdi. Limanın girişine yakındı o yüzden kimse orada bir yangının olduğunu fark edememişti. Alparslan küçük kızı kucakladığı gibi limanın girişine koşmaya başlarken diğerleri de onu takip ediyordu.

"Cem, hemen itfaiye ekiplerine haber verin! Hayde!"

"Hemen bir ekip bulup geliyorum komutanım."

Cem, ekipten ayrılıp tam tersi istikamete doğru koşmaya başlarken itfaiye ekiplerinin limana yakın olmasına sevindi. Alparslan yüzbaşı ise çoktan eve varmıştı. Küçük kız evin her yerine sıçrayan yangını gördüğünde ağlamaya başlarken Utku, onu yüzbaşıdan alıp sakinleştirmeye çalıştı.

Alparslan, evin üst katlarını tamamen kaplayan alevlerle sıkıntıyla nefes alıp verirken yeniden küçük kıza döndü. Ambulans gelene kadar kardeşi için çok geç olabilirdi.

"Abla kurtaracak kardeşimi söz verdi."

"Korkma küçüğüm, kardeşini kurtaracağız. Sen içeri giren ablayı tanıyor musun?"

Utku, bir yandan ufaklığı sakinleştirmeye çalışıyor bir yandan da ona sorular sorarak kafasını dağıtmaya çalışıyordu.

"Hayır tanımıyorum ama çok güzeldi. Gözleri simsiyahtı."

İstediği olmuştu kızın kafası başka bir yöne kaymıştı!

"Öyle mi! Peki başka, nasıl biriydi bu abla."

"Ağlamıştı, gözlerinde bir sürü yağmur damlası vardı. Bir de başı kapalıydı."

"Tesettürlü müydu?"

Alparslan hızla küçük kızın önüne diz çöktü. İçeriye giren kadın avukat olamazdı değil mi, yani tek tesettürlü o olamazdı.

"Bu abla sana adını söyledi mi ufaklık?"

Küçük kız hayır anlamında kafasını iki yana salladı.

"Peki ne giymişti, üzerinde ne vardı?"

Eğer patlamadan hemen sonra kendisini dinlemeden evden çıkmışsa üzerinde onu son gördüğü kıyafetleri olmalıydı.

"Siyah bir kaban vardı. İçine de sarı kazak giymişti."

"Avukat!"

"Kim?"

Utku'nun sorusunu anında es geçen Alparslan meydana doğru döndü. Sinirliydi ona evden çıkmamasını tembih etmişti ama o inatçı kadın onu dinlemeyip dışarı çıkmıştı, bir de bu da yetmezmiş gibi çatısı yıkılmış ve yanan bir evden içeriye girmişti. Hangi akılla, hangi cesaretle!

"Nerde lan bu Cem, itfaiye hala ortada yok."

"Şimdi gelirler komutanım az sakin olun."

Alparslan, Murat'a sert bir bakış atıp yeniden eve döndü. Cayır cayır yanan alev gözlerini alırken bir kez de küçük kıza döndü, korkmuş bir şekilde kendisini izliyordu. Sulu gözleri bir kez daha eve dönünce Alparslan kendini tutamadı, üzerinde ki montu çıkardığı gibi eve doğru koşmaya başladı. Murat onu yakalamak için öne doğru atılsa da artık çok geçti.

Yangının hala en alt kata sıçramayışıyla hızlıca yukarıya tırmanmaya başlayan Alparslan mantığıyla düşünmeyi bir kenara bıraktığı için ufaklığa hangi katta olduklarına bile soramamıştı. Tek bildiği küçük kızın parmağı ile yukarıyı göstermiş olmasıydı. Bu yüzden tek çaresi bağırmaktı.

"Rojbin! Rojbin ses ver."

İlk dört katı bağıra bağıra dolaşmıştı. Alevler ve yoğun duman altında beşinci kata geldiğinde önünü göremez oldu. İçine çekmek zorunda kaldığı dumanlı hava ise genzini yakıyordu. Alparslan tek eliyle ağzını kapatırken son bir gayretle yeniden bağırdı.

"Avukat!"

Öksürüğü daha da şiddetlenirken elini ağzından çekemez oldu. Vakti gitgide daralıyordu hem kendi için hemde çocuk ve Rojbin için. Umudunu kesmek üzereyken çığlıkları duydu. Ufak bir erkek çocuğunun çığlığıydı bu! Alparslan hiç beklemeden karşısında ki apartmana daldı.

Alevler altında kalmış kapıdan zar zor geçerken sesin geldiği odayı buldu. Kapı eşiği alevler altında kalmış odanın içinde gördü aradıklarını. Baygın bir şekilde alevlerin ortasında yatan kızı da yanında yatan yarı baygın çocuğuda

Alparslan bir saniye bile düşünmeden kendini odaya attı. Önce büyükçe bir bez parçası aradı, her ne kadar herşey yanmış olsada aradığını sonunda bulabildi. Eline aldığı büyük masa örtüsünü kaptığı gibi küçük çocuğun yanında diz çöktü. Ufaklığı sırtına alıp bez ile sabitledikten daha sonra yerde yatan ufak kadını kollarının arasına aldı.

Kucağında ki kadının, rengi çekilmiş ufak yüzü ve savunmasız, yardıma muhtaç hali kalbine bir hançer sapladı. Alparslan, Rojbin'i hep yıkılmaz ve güçlü bir kadın olarak görmüştü. Belki de bunda mesleğinin de getirisi vardı ama alışmamıştı. Kucağında ikinci kez baygın yatan kadını bu kadar savunmasız görmeye alışmamıştı.

Onu tanıyalı çok az bir zaman olmuştu fakat son karşılaşmalarında Alparslan için her şey farklıydı çok farklı. On da bıraktığı etki de duygularda bambaşkaydı.

💚💚💚

Yorum yapmadan geçenleri bir sonraki bölüme almıyoruz....

 

Loading...
0%