Yeni Üyelik
4.
Bölüm
@mihrininbahcesi

Konuyu kavraya bilmeniz adına bölümleri hızlı hızlı paylaşıyorum.
Fakat yorumlar neredeyse hiç yok bundan sonra ki bölümlerde böyle devam ederse bu kadar hızlı bölüm atmayabilirim askerler haberiniz olsun🙏

 

💫Mangal💫



Rojbin, yasin süresinin son sayfasını da okuduktan sonra duasını edip kuranı kerimi yerine koymak için mutfaktan çıktı. Fidan'ın salonu kapması ile kendine yer bulamayan Rojbin el mecbur kuranını mutfakta okumak zorunda kalmıştı.

Elinde kuranı salona girerken kardeşini tam da beklediği gibi buldu. Elindeki berbat kokan kimyasalı ayak parmaklarını sürüyordu, onu görünce gülümseyip kaldığı yerden işine devam eden Fidan'a burun kıvıran Rojbin, içeriye sinen berbat kokudan kurtulmak adına salonda ki iki camı da açmakta buldu çareyi.

"Abla, donuyorum ya kapatsana."

"Kimyasaldan zehirlenmek istemiyorum. Sana kaç defa şunu odanda yap dedim."

"Offf! Çok sıkıcısın Rojbin."

"Ben senin ablanım, biraz daha saygılı olabilir misin?"

"Dört yaş! Sadece dört yaş büyüksün."

Rojbin, kardeşinin söylediklerine inanamazken elini ayağında ki terliğe uzattı. Bu saygısızın hakkından anca kötek gelirdi diye düşündü ama icraâta geçemeden çalan kapıyla tüm planı suya düştü.

Fidan'ın gereksiz konuşması kendisini daha fazla sinirlendirmeden kapıya bakmak için salondan çıkan Rojbin, kapının yanında duran aynadan önce tülbentini kontrol etti, ardından bir haftadır ilk kez çalan kapılarını açtı.

"Nalan teyze?"

"Merhaba Rojbin'cim, nasılsın?"

"İyiyim elhamdülillah. Siz nasılsınız?"

"Bende iyiyim, çok şükür."

"Ahh! Kusura bakmayın kapıda beklettim. Buyrun lütfen, içeri geçelim."

Rojbin, içeride ki kimyasal zehir kokusunu hatırladığı gibi bu söylediğinden pişman olmuştu ama iş işten geçmişti çünkü çoktan Nalan teyzeyi eve davet etmiş bulunuyordu.

"Yok kızım, ben değil de siz bize buyrun."

"Nasıl yani?"

"Biz, iki üç hafta da bir bütün mahalle toplanır mangal yaparız. Bu hafta da bizim bahçede yapıyoruz. Size de düzgün bir hoşgeldiniz diyemedik, bu vesileyle kaynaşmışta oluruz."

"Allah razı olsun, Nalan teyze ama biz rahatsızlık vermeyelim."

"Hiç olur mu öyle şey. Ben şimdi gidiyorum, mutlaka bekliyorum bak."

"Tamam o zaman bizde uğrarız, peki getirmemizi istediğin bir şey var mı?"

"Siz gelin yeter kızım, zahmete gerek yok."

Rojbin, Nalan teyzeyi yolcu ettikten sonra hızlıca salona geçti. Kardeşi oje sürmeyi bitirmiş kuraması için kendince garip hareketler yapıyordu, ona bakmadan camları kapatırken bir yanda da kardeşine az evvel ki konuşmayı aktarıyordu.

"Fidan, hadi kalk hazırlan. Nalan teyze bizi mangala davet etti."

"Allah beleş yemek."

Rojbin, eli camın kulpunda donmuş bir şekilde kalakaldı. Fidan'ın çoktan salonu terk etmiş olduğunu görünce de arkasından bağırmadan edemedi.

"Boş mezar bulsan içine gireceksin çilli."

Fidan'dan cevap alamayacağının bilincinde odasına doğru geçen Rojbin, sabır dilendi. Bu kızın patavatsızlığı orada başına bela açsın istemiyordu ama nedense bunun olacağını düşünüyordu.

Havanın gittikçe soğuması Rojbin'in canını sıkıyordu. Oldu olası soğuk havaları sevmezdi. Buraya geldiklerinde İstanbul'un hava durumuda pek iç açıcı değildi lakin burası daha da beterdi. Tabi bunda, burasının sahil kasabası olmasının payı da çok fazlaydı.

Küçük dolabından hava durumuna uygun bir kaç parça çıkaran Rojbin, vakit kaybetmeden onları üzerine geçirdi. Siyah, sıcak sıcak kokan bir kazağı üzerine geçirip altına leopar desenli şifon bir etek giydi. Evet eteği kendisini pek sıcak tutmayacaktı ama henüz tüm kıyafetlerini yerleştirememişti. Alparslan yüzbaşının bavullarını göndermesinin üzerinden bir hafta geçmişti ama Rojbin uyuşuklukta mastır yapmış biri olarak hala kıyafetlerini yerleştirememişti.

Kazağıyla aynı renge sahip siyah şalını da taktıktan sonra Fidan'ın odasına giden Rojbin, onun da tıpkı kendisi gibi siyah bir kazak giydiği gördü. Onu kıyafetleri ile başbaşa bırakıp çorap çekmecesine yönelirken kardeşinin kendisinden daha düzenli olmasına şaşırdı.

"Çok şıksınız Rojbin hanım."

"Siz de öyle Fidan hanım."

Siyah kazağı ile aynı renkte pantolonu ile bir uyum içinde duran Fidan'dan bakışlarını çeken Rojbin, kısa çorapları ayağına geçirip saçını yapan kardeşini izledi.

"Beyaz botlarını versene bana."

"Dolapta, al işte."

"Versen ölür müsün çilli?"

Fidan, ablasına omuz silkip makyaj masasına geçerken Rojbin, dolaptan beyaz kısa botları alıp odadan çıktı. Kapının girişinde ayakkabılarını da giyen Rojbin artık hazırdı. Geriye sadece Fidan'ı beklemek kalmıştı.

 Geriye sadece Fidan'ı beklemek kalmıştı


"Fidan, hadi kızım yaa!"

"Geldim, geldim. Siyah hırkam nerde?"

"Vestiyerde, gel!"

Fidan'ın da hazırlanması ile evden çıkan kardeşler, çaprazlarında ki evin bahçesine girdiler. O ufacık bahçe o kadar kalabalıktı ki birilerinin onları fark etmesi mucize gibi bir şeydi. Rojbin, girdiği kalabalığı yadırgamadan aralarına doğru ilerlerken onları ilk fark eden Nalan teyzenin kızı Sibel olmuştu.

"Hoşgeldiniz kızlar."

"Hoşbulduk, Sibel."

Fidan, tek tek herkesle selamlaşırken Rojbin, uzaktan selam vermekle yetinmişti. İşi gereği kalabalık ortamlara alışkın olsa da ilk izlenim olarak her zaman uzak durmayı tercih edenlerdendi Rojbin, kardeşi ise onun tam tersi daha samimi ve sıcak kanlıydı. İki kız kardeş kişilik olarak birbirlerinden tamamen farklıydılar.

Kadınlar, kalabalık bir grup halinde bahçenin ortasına kurulan ahşap masaya otururken erkekler mangalın başında toplanmış, etlerle ilgileniyorlardı.

"Gelmekle ne kadar iyi ettiniz kızlar. Size doğru düzgün bir hoşgeldiniz bile diyemedik, umuyorum ki bugün bunu telafi edeceğiz."

Rojbin, karşısında oturan kadına samimi bir şekilde tebessüm edip, "Estafurullah, biz her şeyden çok memnunuz. Bu nazik davetiniz içinde ayrıca teşekkür ederiz Nalan teyze, hoşbulduk." Dedi.

Nalan hanım, aldığı cevaptan memnun bir şekilde genç kızı süzerken, yanında oturan akranlarına da kaş göz işareti ile Rojbin'in, ne kadar hanım bir kız olduğunu anlatmaya çabalıyordu. Tabi, bu uğraşını kimler anlardı bilinmez.

Kızları tanımak için her kafadan bir ses çıkarken, Rojbin kasabaya geldikleri ilk gün kavga eden kadınlardan birinin sorusuyla bakışlarını Nalan teyzeden çekip ona döndü.

"Nasıl buldunuz kasabamızı bakayım?"

"Henüz gezmeye fırsat bulamadık ama gördüğümüz kadarı bile yetti. Gerçekten muazzam bir şehir."

"Öyledir, Bartını'mız. Güzeldir."

Konu konuyu açtıkça muhabbet uzamıştı. Rojbin ve Fidan onları tanımaya çalışan kalabalığın sorduğu her soruya özenle cevap veriyordu. Nereli olduklarından, buraya nereden geldiklerinden, kaç yaşında olduklarından tutun akıllarına gelebilecek her soruyu sormuşlardı.

Kızlar bu ilerleyen zamanda sorgu sual işlerinden oldukça sıkılmışlardı ve nasıl kurtulacaklarını da bilmiyorlardı. İki kız kardeş buradan nasıl kurtulacaklarını düşünürken erkeklerin masaya etlerle oturmasıyla rahat bir nefes aldılar. Yemek servisi başladığı vakit herkes oraya odaklanmış ve artık kimse soru sormamaya başlamıştı.

Koca masaya zar zor sığan kalabalığa göz atan Rojbin, kız kardeşi ile yanyana oturduğuna sevinmişti, bir yanında kardeşi otururken diğer yanında da tanımadığı kızıl bir kadın oturuyordu. Karşı çaprazında ise tanıdığı nadir kişilerden biri olan Alparslan yüzbaşı oturuyordu.

Masada başlayan et servisiyle kısa süreli bir kargaşa olsa da herkes kendi servisini açıp yemeğe başladığında ortam sakinleşmişti. Rojbin, kız kardeşinin kendisi için tabağa koyduğu etten kesip, bir parçasını ağzına atacaktı ki yanında oturan kızıl kadının ona yöneltiği soruyla çatalını yeniden tabağına bırakmak zorunda kaldı.

"Rojbin'cim, merak ettim de siz buraya nasıl taşındınız? Yani buradaki çoğu aile, hatta siz hariç herkes diyeyim, asker yakını."

Rojbin, geldiklerinden bu yana kendilerine attığı kötü bakışlarıyla bu kadının onları burada istemediğini çoktan anlamıştı. Sanki bir açıklarını bulmak istercesine sürekli sorular sorup duruyordu ve biraz daha böyle devam edecek olursa Rojbin kendini daha fazla tutamayacaktı.

"Aslında buraya taşınana kadar bizde nasıl bir yere geldiğimizi bilmiyorduk. Ailemiz, bize ufak bir süpriz yapmak istemiş."

Rojbin, dişlerini sıka sıka verdiği cevaptan memnun değildi. Başlangıç da güzel gitmişti ama sonda aile kısmına vurgu yapmasaydı daha iyi olabilirdi.

"Ne yani, siz buraya ailenizin isteği üzerine mi geldiniz?"

Kızıl saçlı kadının saçma sorusu üzerine kaşlarını çatan Rojbin, kısa bir an için ne cevap vereceğini bilemedi. Her ne kadar birer yetişkin olsalar da onlar örf ve adetleri gereği aile kavramını bilen insanlardı, elbette ki ailevi kararlar ile yaşam çizgilerini belirleyeceklerdi. Masada ki sessizliklik ile herkesin kendilerini dinlediklerinin farkında olan Rojbin, gülümseyerek usturuplu bir cevap vermeye çalıştı.

"Tam olara-"

"Sürgün edildik!"

Fidan, ablasına müsaade etmeden geldiklerinden beri car car konuşan kadına en yalın şekilde cevap vererek olayı kapatmak istedi. Ablası her seferinde lafi çevirmeye çalıştıkça bu insanlar daha fazla soru sorup kendilerini rahatsız ediyorlardı. Onları buraya yemek için değilde sorguya çekmek için çağırmaları ise Fidan'ı deli etmişti ve önünde ki leziz eti biran önce yiyebilmek için böyle bir cevap verip başta ablası olmak üzere masada ki herkesi susturmayı başarabilmişti.

Şimdi önünde ki etin lezzetine bakabilirdi.

Masadan hayret nidalara yükselirken herkesin odak noktası Rojbin olmuştu.
Çünkü çok sevgili obur kardeşi yapacağını yapmış ve gayet sakin bir şekilde yemeğine dönmüştü. Rojbin masadakilere ne diyeceğini düşünürken, Nalan hanımın sorusuyla derin bir nefes aldı ve cevap vermek zorunda kaldı.

"Nasıl yani, buraya zorla mı gönderildiniz kızım?"

"Aslında, tam olarak öyle sayılmaz Nalan teyze. Biz ufak bir hata yapınca, ailemiz kendi ayaklarımız üzerinde durabilmemiz adına böyle bir karar aldı."

Yalan sayılmazdı, tam olarak sürgün değildi bu, aklını başına devşir cezasıydı! Rojbin, bu cevaptan herkesin tatmin olduğunu düşünüp arkasına yaşlanmıştı ki, Hayal denen kızıl saçlı kadın yeniden olayı hararetlendirmişti.

"Küçük bir hata olmasa gerek, buralara kadar gönderildiğinize göre!"

Zorluyordu! Rojbin'i gerçek anlamda zorluyordu. Neden verdiği cevaplar ile yetinmeyip kendisini sınıyordu, eğer derdi Rojbin'in tersini görmekse son demlerini yaşıyordu Hayal.

"Daha önce başkasının sorumluluğunu üstlenme durumunda kaldın mı Hayal?"

Rojbin'in sorusuyla kaşlarını çatan Hayal, ne demesi gerektiğini bilmiyordu.

"Bunun konumuzla ne alakası var ki?"

"Madem ben olayın iç yüzünü anlatmadan sen sorularına son vermeyeceksin, ben de sana olan biteni anlatayım Hayal'cim! Kız kardeşim bir tanıdığına yüklü miktarda borç verdi, bu tanıdık da aldığı paralarla sırra kadem basınca biz de buraya gelmek zorunda kaldık. Fidan'ın, yaptığı hatanın sorumluluğunu alarak çalışıp kaybettiği parayı yerine koyacağız. Bu tatmin edici bir cevap oldu mu?"

Rojbin, daha fazla soru istemiyorum dercesine olayı kapatırken oldukça hırçındı. Neden insanlar bu kadar meraklıydı ki? Kendi hayatlarından çok başkalarının hayatlarına muhalefet olan insanları hiç sevmezdi Rojbin. Bu merak ona göre bir başarısızlık örneğiydi. Kendi hayatlarında istediklerini elde edemeyen, tabiri caizse bir baltaya sap olamamış insanlar çevresindekilere sarıp, onların hayatlarını sabote ederlerdi ve Rojbin'e göre Hayal, tam olarak bu katagoriye giriyordu.

Rojbin, inatla Hayal denen kadından bakışlarını çekmezken bel boşluğuna yediği dirsek darbesiyle kardeşine dönüp ne var dercesine tek kaşını kaldırdı.

"Seceremi verseydin abla!"

"Sende ağzını tutup sürgün edildik demeseydin Fidan. Sen kaşındın!"

"Abla!"

"Çilli herkes bize bakıyor, sonra."

İki kardeş masadakilere birşey belli etmemek adına bir çaba altına girip gülümseyerek tabaklarına döndüler. Az evvel ki gergin hava hala masada dört dönerken Alparslan yüzbaşının sesiyle kızlar ona döndü.

"Burası cezadan çok bir ödül. Cezanızı ödül yapmak da sizin elinizde."

Rojbin, başını tabağından kaldırmadan konuşan adamın söylediklerine takılmıştı. Buranın coğrafi açıdan bir ödül olduğunun zaten farkınaydı genç kadın ama üzerine yüklenen yükler buraya tatil yapmaya gelmediğini her seferinde hatırlatıyordu.

*****

Yemek safhası oldukça uzun geçerken artık kimse kızlara kişisel hayatları ile ilgili sorular sormamıştı. İlerleyen saatlerde erkekler sofradan kalkarken, kadınlar masayı toplamış ve kahveleri hazır etmişti daha sonrasında gecenin ayazı herkesi üşütürken Nalan hanım, tüm misafirlerini evde ağırlamaya devam etti.

Ortamda güzel bir sohbet başlarken, Alparslan yüzbaşının babası Kemal amca askerlik maceraları ile bir çok kişiyi bezdirmişti.

"Binbaşım! Bu mevzuyu bininci dinleyişimiz, bizede yazık."

Rojbin, yan komşuları olan Semih beyin, karısının isyanıyla gülerken Kemal amca hiç de oraları olmayıp anlatmaya devam ediyordu. Burada hikayeleri dinlemeyi seven tek kişi de Fidan'dı, çünkü nerede manyaklık, aksiyon varsa, Rojbin'e göre kız kardeşi oradaydı.

Kemal bey, sohbetten sıkıldıklarını anladığı gençleri rahat bırakmak adına kasabalarına yeni taşınan kızlara meslek hayatları ile ilgili sorular sormaya başladı.

"Benim hikayeleri çok dinlediniz. Sıra sizin hikâyeniz de çocuklar. Anlatın bakalım burada ne iş yapacaksınız?"

"Valla Kemal amca, benim İstanbul'da bir spor salonum vardı. Ben antrenörüm, burada da aynı işi yapmayı düşünüyorum."

"Ne yani spor salonu mu işleteceksin?"

Hayal, gün boyu olduğu gibi yine araya girerken Rojbin hiç üslubunu bozmadan kardeşinin cevap vermesini bekledi.

"Hayır Hayal'cim, antrenör olarak bir spor salonunda çalışacağım."

Hayal, tatmin olmuş bir şekilde araya kaynamaktan vazgeçerken, geldiklerinden beri gözlerini Fidan'dan ayırmayan sarışın adam söz almıştı.

"Komutanım birlikte ki spor salonun da açık vardı, Fidan hanım orayla görüşebilir."

"Spor salonunuz mu var?"

Rojbin, masada ki iş mevzusunu merakla dinlerken Fidan'ın gözünde ki parıltıyı yakalamıştı.

"Birliğe ait, yani aslında tam olarak birliğe ait de sayılmaz, boş zamanlar da çalıştığımız ufak bir yer ama iş görür."

Kemal amca, gelen teklifi düşünürken Rojbin, kardeşiyle göz göze geldi. Bakışlarından birbirlerine çok fazla şey anlatıyorlardı. Mesela Rojbin, endişeliydi. İstanbul'da her şey çok farklıydı, Fidan yoğun bir tempoda çalışmıyordu mesela. Bir gün işe gider iki gün yatardı, onu da geçti işe gittiği günlerde aylak aylak dolanır dururdu. İşlettiği spor salonu sırf Tatlıcı, adı altında olduğu için iş görüyordu yanisi Fidan orada etkisiz elemandı ve şimdi maaşlı bir işe girmek hiç de Fidan'lık değildi.

Bu yüzden, Rojbin kardeşine bu işi çok iyi düşünmesini söyleyecekken Alparslan yüzbaşının onay cümleleriyle geç kaldığını anladı.

"Eğer Fidan'da isterse ben Hamit abiyle konuşurum, zaten antrenörü ayrıldı diye kapatmayı da düşünüyordu."

"Ee ne dersin kızım, bu iş sana uyar mı?"

"Valla, Allah derim Kemal amca, ne diyeyim başka.".

Rojbin, koluyla Fidan'ı dürtüklerken bu kadar pervasız olmasına kızıyordu. Keşke önce yapıp yapamayacağını hesaba katsaydı diye düşünmeden edemedi. Sonuçta bu insanlar uzun süreli komşuları olacaktı ve Rojbin'in onlara rezil olma düşüncesi hiç mi hiç yoktu.

Fidan, ablasının kolunu deşmesiyle Kemal amcaya bakmayı kesip sağına döndü. Ablasının yüzünde ki ifadeden bu işten memnun olmadığı görünce de kendi hevesi buhar olup uçmuştu.

"Yine ne oldu abla?"

Rojbin, yemek yiyormuş gibi yapıp kardeşine doğru eğilerek kimseye çaktırmadan onu uyardı.

"Bu iş senin islettiğin spor salonuna benzemez çilli, iyi düşün."

"Bir sorun mu var kızlar?"

Rojbin, Kemal amcanın sesiyle kardeşinden ayrılırken gülümsemeye çalıştı. Rezil olmuştu.

"Ablam ondan önce iş bulduğum için kıskandı sanırsam Kemal amca."

Rojbin, kardeşinin sözleriyle gözlerine inanamazken masadakilerin kıkırdamalarına da bozulmuştu.

"Senin mesleğin neydi kızım?"

Kemal amcanın babacan tavrıyla az evvel ki buhranı dağılan Rojbin, minnetle yaşlı adama gülümsedi. Daha buraya geleli hafta olmuştu ama burada ki insalar onlara çok samimi davranıyordu sanki yıllardır tanışıyorlarmış gibiydiler, bu da Rojbin'i bu şehre daha yakın hissetmesini sağlıyordu.

"Avukatım, Kemal amca."

"Ablam Ceo!"

Rojbin, bugün bilmem kaçıncı kez kardeşine dönerken derin bir nefes verdi. Fidan'ı anlamak istemiyordu ya da anlayamıyordu. Adam mesleğini sormuştu ama kardeşi aile işinde olan pozisyonundan bahsetmişti sanki burada Ceo olarak iş bulacaktı.

"Karışık bir iş hayatın olmalı Rojbin'cim."

Rojbin, Hayal kızın sorusuyla sabır çekerken kafasını çevirdi. Artık bu kıza cevap vermek istemiyordu, nezaketen Kemal amcaya dönüp onunla iletişime geçti.

"Kemal amca, çok teşekkür ederim. Zaten siz yapacağınızı yaptınız Allah razı olsun, ben iş konusunu halledebilirim."

"Ne zahmeti kızım, elimizden gelen bir şey varsa yardımcı oluruz."

Nalan hanım, kızların mahçup tavrını görerek ona uygun cevaplar verirken Rojbin, güne burada son vermeyi planlıyordu. Yeni insanlar, yeni hayat onu bugün için çok fazla yormuştu.

"Çok sağolun Nalan teyze zaten yeteri kadar yardımcı oldunuz, gerisini biz hallederiz şimdi izninizle biz kalkalım."

"Biraz daha otursaydınız kızım."

"Geç oldu, biz artık müsaâdenizi isteyelim Nalan teyze, her şey içinde bir kez daha teşekkür ederiz."

"Tamam o zaman ısrar etmiyorum ama gene bekleriz. Sibel, Sibel!"

Sibel su almak için içeriye gittiğinden Nalan teyze ona sesleniyordu ama Sibel duymuyor gibiydi.

"Gitti mi gelmiyor işte, ben yolcu edeyim sizi, buyrun."

Nalan teyze ayağa kalkacakken ona engel olmak isteyen Rojbin, Alparslan yüzbaşının ondan erken davranmasıyla susmak zoruna kaldı.

"Sen otur anne ben misafirlerimizi geçiririm, karanlık çöktü zaten."

Saat daha erkendi ama kış mevsiminde oldukları için hava erken kararıyordu, eğer evleri uzak olsaydı yüzbaşının bu teklifini tuhaf bulmazdı Rojbin ama evleri hemen yan taraftaydı, tabi buna rağmen genç yüzbaşı onları yolcu etmek için çoktan ayağa kalkmıştı.

Alparslan yüzbaşı önden bahçeye çıkarken kızlar misafirlerle vedalaşıp peşin sıra evden ayrılmışlardı fakat Rojbin, ayakkabısını giyerken biraz fazla oylandığı için kardeşi onu beklemeden kendini dışarıya atmıştı bile.

Her zaman ayakları konusunda problem yaşayan Rojbin, uzun uğraşlar sonunda ayakkabısını giyip kendini bahçeye atarken Alparslan yüzbaşı ve Fidan'ı konuşurken bulmuştu. Öyle hararetli, hararetli konuşuyorlardı ki Rojbin, aralarında geçen muhabbeti merak etmişti ve bu merakını gidermek adına hızlıca yanlarına gitmiş lakin kendisini yanlarına varır varmaz onlar susmuştu.

"İyi akşamlar, Alparslan bey."

"İyi akşamlar, Fidan."

"Her şey için teşekkür ederiz yüzbaşı. Hayırlı akşamlar."

Rojbin, kendisine sadece başını sallayıp kardeşine cevap veren adama burun kıvırırken bu tavrına anlam veremedi ama pekte üstünde durmayıp hiç birşey söylemeden evinin yolunu tuttu.

Sahi kızmış mıydı?

Rojbin, kardeşini beklemeden evlerinin bahçesine girerken kapının önünde durmak zorunda kaldı çünkü anahtarı Fidan almıştı ve eve girmek için onu beklemek zorundaydı. Fidan'ın bahçeye girmesiyle kapının önünden çekilen Rojbin, kardeşinin kapıyı açmasını izledi.

Beklemeden açılan kapıyla ileriye atılan Rojbin, kardeşinin kendinden önce davranmasıyla oflayıp ona öncelik tanıdı. Fidan'ın hırkasını çıkarıp içeriye girmesiyle kendini koridora atan Rojbin, ayaklarını sıkan botlardan hızla kurtularak açık bıraktığı kapıya döndü. Kapıyı kapatmak için ileriye atılmıştı ki Alparslan yüzbaşıyla göz göze geldi.

Hala oradaydı, kahverengi gözleri kendisinin üzerindeydi. Rojbin, daha fazla oraya bakmamak adına bakışlarını hızla yüzbaşıdan çekerek kapıyı yavaşta kapadı. Derin bir nefes alırken kapıya yaslandı ama içindeki dürtüye engel olamadı ve kapının yanında ki minik dekor camdan dışarıya baktı, yüzbaşının olduğu sokağın girişine!

Hala oradaydı, elinde ki sigarasıyla kendi kapılarına bakıyordu, Rojbin'in etrafını tuhaf bir hava sararken perdeyi hızla çekip camdan uzaklaştı.

Bu da neydi şimdi?

 

Loading...
0%