Yeni Üyelik
7.
Bölüm
@mihrininbahcesi

Multi; Bana deniz subaylarını sevdirip bu kitabı yazmama vesile olan o malum dizi afişi:)


💫KAYBETTİM💫


********

Teknenin üst katına çıkan kızın peşinden koşmaya devam eden Rojbin, etrafta ki insanların onları izlemesine inanamıyordu. İnsanlığın böylesine ölmüş olduğunu görmek içini acıtmıştı, bu kadarını da beklemiyordu. Elinde iki çantayla koşmaya devam eden kız kendisini unutmuş olsa gerek saklanmak adına oturaklardan birinin ardına girmek üzereydi ki, Rojbin atik bir hareketle kızın kapşonundan yakalayarak kendisine dönmesini sağladı.

Genç kızın kendisine dönmesiyle yumruğunu savurması bir olmuştu. Rojbin, gelen yumruğu refleksleri sayesinde savururken kızın ensesini bırakıp kolunu tuttu. Lakin kızın sakin durmaya hiç niyeti yoktu, sol yumruğu yeniden havalanırken, Rojbin önce davranıp yumruk yaptığı kolunu bükerek arkasına çevirdi.

Hukuk fakültesini kazandıktan sonra savunma dersleri almaya başlayan Rojbin, mesleğinin getirilerini biliyordu ve az da olsa kendisini savunmak adına bir kaç yıl ders almıştı. Tabi öyle profesyonel şekilde karşılık veremiyordu, bildikleri bir elin parmağını geçmezdi.

"Bırak beni!"

Kolunu iyici büktüğü kız çığlık çığlığa bağırırken bir yandan da diğer elinde tuttuğu çantaları kendisine uzatıyordu.

"Lütfen bırak beni gideyim. Çantaları da verdim zaten."

"Bu kadar kolay mı sanıyorsun. Az önce bir suç işledin, hemde bir avukatın önünde!"

"Abla yalvarırım bırak beni, mecburdum!"

Rojbin, kızın yüzünü gizleyen şapkasını tek seferde çıkarıp atarken gördüğü simayla şaşkına döndü. Bu kız daha çocuktu, nereden bakarsa baksın en fazla 15 yaşında vardı, bu sâbiye bunu yaptıran vicdansız kimdi diye düşünmeden edemedi. Daha aklı eremiyordu ki, kendi isteğiyle bu pis işlere bulaşsın.

"Sen daha çocuksun!"

Rojbin, kolundan tuttuğu küçük kızı kendine çevirirken tekne karşı limana yaklaşmak üzereydi. Diğer limanda bıraktığı kardeşi aklına gelince endişelenmeden edemedi. Şimdi kendisini nasılda merak etmişti. Aklı kardeşinde olan Rojbin, küçük kızla göz göze gelirken çehresinden akan yaşı sildi ve büktüğü kolunu tutarak kendisine çekti.

"Acıyor mu?"

Önce eline sonra da yüzüne bakan küçük kız burnunu çekip elini, Rojbin'in elinin üzerine koydu.

"Abla yemin ederim bir daha yapmam, ne olur bırak gideyim."

"Sana acıyor mu dedim!"

"Acımıyor oldu mu!"

"Oldu! Şimdi şuraya otur ve inene kadar kıpırdama."

"Beni polise mi vereceksin?"

Rojbin'de bilmiyordu ki bu küçük kızla ne yapacağını. Aşağı tükürse sakal yukarı tükürse bıyıktı. Rojbin, kızın oturmak yerine koluna yapışmasıyla kaşlarını çattı.

"Tamam beni polise ver ama ne olursun Alparslan abiye verme."

"Alparslan yüzbaşı mı?"

Küçük kızın, yüzbaşıyı nereden tanıdığını ve ondan neden korktuğunu anlayamayan Rojbin, çatık kaşlarını bir müddet daha düzeltmedi.

"Tekneye binmeden önce onu gördüm. Bizim peşimizden koşuyordu ve limanda arkandan bağırdı. Ben ona söz vermiştim, şimdi böyle karşına çıkamam."

Rojbin, kızın açıklamasıyla kafasını iki yana sallarken tekne limana yaklaşmıştı. Genç kızla, teknenin üst katında yalnız kalan Rojbin, onunla ne yapacağını bilemiyordu. Kanun insanıydı o, mesleği gereği onu polise teslim edip dava açmalıydı ama vicdanı kararlarını sorgulamasına yol açıyordu.

Rojbin, işin içinden çıkamayacağını anladığı için kızın kolundan tutarak kendisiyle birlikte tekneden indirdi. Etrafta ki kalabalık meraklı gözlerle kendilerini izlerken, Rojbin hızlı davranıp küçük kızın kapşonunu başına çekerek yüzünü gizledi. Burası ufak bir kasabaydı, emindi ki kızın ne yaptığı bilinirse bu leke peşini asla bırakmazdı ve Rojbin, yapması gerekenin bilincinde kızın yüzünü gizledi.

Rojbin, genç kız ile birlikte tekneden inmiş limanda ki kalabalığı yara yara yürürken, kendilerine doğru koşarak gelen başka bir kadınla gerilmeye başladı. Bu kadını tanımıştı, kendisininden sonra çalınan çantanın sahibiydi. Kadının öyle bir gelişi vardı ki değil genç kız kendisi bile korkmuştu. Anlaşılan olaylı bu günün henüz bitmeye niyeti yoktu.

Rojbin, korkudan arkasına saklanmış küçük kızın önünde kendi bedeniyle adeta etten bir duvar örmüştü ki kapkaça uğrayan kadın kendisini hiçe sayarak üzerine saldırmış ve küçük kızı çekiştirmeye başlamıştı.

"Seni pis yelloz seni, bacak kadar boyunla benim çantamı çalarsın öyle mi, gel bakım şöyle!"

Rojbin, bitap düşmüş bedeni ile iri kıyım kadını kendisinden uzaklaştırmaya çalışıyordu ama bu nafile bir çaba gibiydi. Kadın öylesine hiddetli ve güçlüdü ki değil arkasında ki küçük kız kendisi bile bu baskıya dayanamıyordu.

"Hanfendi! Biraz sakın olur musunuz?"

"Ne sakini be! Sende gördün çantamı aldığı gibi kaçtı!"

"Tamam işte çantanız burada, artık biraz sakin olun lütfen!"

Saldırgan kadın çantasını elinden aldığı gibi kontrol etti. Bir çantasına bir kıza bakıp duruyordu ki sonunda eksik bir şeyinin olmadığına kanaât getirmişti. Rojbin, kadının sakinleştiğini sanarak derin bir nefes alırken, o elinde ki çantasını yanında duran arkadaşına vererek bu sefer daha da bir hiddetle kendisinin üzerine yürümüştü.

"Tamam, şimdi sen çekilde ben şu arkanda ki bacaksıza dersini vereyim."

Rojbin, kadında ki hırsa ve öfkeye anlam veremezken kendine hakim olamadı. Kendisinin de çantası çalınmıştı ama verdikleri tepkiler hiç mi hiç aynı değildi. Kadının, kızı hırpalamak adına kendisine verdiği zararı daha fazla göz ardı edemeyen Rojbin, salladığı kolunu tutarak kadını sakinleştirmek istedi.

"Hanfendi, kanunların olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Şimdi geri çekilin ve ne derdiniz varsa polislere anlatın!"

"Bunun gibilere kanun ne etsin! İki ağlar sızlar, ifade verir sonrasında gene aynı tas gene aynı hamam. Sende çekil şuradan be!"

Rojbin, kadının kendisinden kurtulup küçük kıza saldırmasıyla yeni bir hamle yapacaktı ki saldırgan kadının arkadaşının kendisini itmesiyle dengesini kaybetti. Beklemediği bu temasla dengesini kurmakta zorlanan Rojbin, bir de tüm bunlar yetmezmiş gibi kendi ayaklarına takılarak kendi sonunu yazdı. Hâlâ limanın uç köşesinde oldukları için denizin serin sularını boylamakta olan Rojbin'in asıl korkusu soğuk hava olmuştu.

Hatta öyle ki yüzmeyi bilmediğini dahi unutmuştu! Korku ve endişe altında göz kapakları bilinçsiz bir şekilde kapanırken dişleri de kenetlenerek bu ana tanıklık etti. Saniyeler sonra denizin serin suları ile buluşmayı bekleyen Rojbin, birinin kendisini kolundan yakalayıp çekmesiyle hızla gözlerini araladı.

Düşmemişti!

Korkudan nefes nefese kalan Rojbin, az evvel düşmek üzere olduğu koca su birikintisine bakarken onu kurtaran eller belini bulmuştu. Bu ani temasla yaşadığı şoku unutup kendisine tabiri caizse sarılan kişiye dönmüştü ki, karşılaştığı çehreyle bütün korkusunu unuttu.

"Yüzbaşı!"

"Abla!"

Rojbin, kardeşinin sesini duyar duymaz kendisine gelip hızla Alparslan'ın kıskacından kurtuldu ama üzerindeki şaşkınlık hala yerli yerindeydi, üstelik tek şaşkın olan da kendisi değildi. Alparslan'da tıpkı kendisi gibi görünüyordu. Fidan'ın, endişeli şekilde kendisine sarılmasıyla yüzbaşıyla bakışmayı kesen Rojbin, aynı şekilde kardeşine karşılık verdi.

"Sen niye hırsızın peşine takılıyosun abla ya!"

"Konumuz bu mu çilli?"

"Evet, tam olarak bu abla!"

Rojbin, Fidan'ın azarlamalarına göz devirirken arkasında bıraktığı kalabalık yine hararetlenmişti, daha doğrusu aynı cazgır kadın yine iş başındaydı. Rojbin, hala kadının inatla sürdürdüğü bu tavra anlam veremiyordu. Çantasını almıştı, kendisine teşekkür edip polisi arayabilirdi ama kadın alışmıştı kaba kuvvete, şimdide aynı şekilde işlerini halletmeye çalışıyordu.

Rojbin, kardeşinin kollarından çıkıp Alparslan yüzbaşının arkasına saklanmış küçük kızın yanına gitti, ufaklık korkudan ağlıyordu. Rojbin'in yüreği bu sahneye daha fazla dayanamazken kadının çığlıklarıyla kaşlarını çatarak ona döndü.

"Yüzbaşı bu kızdan şikayetçiyim, hem çantamı çaldı hem de bana hakaret etti!"

"B-ben hakaret etmedim."

"Sus sen, pis hırsız!"

Cazgır kadın, Alparslan yüzbaşının kolunun altından bir kez daha kıza saldırmaya çalışınca yüzbaşı kadının elini havada yakalayıp kadını ileriye doğru hafifçe ittirdi. Yüzünde tek bir mimik daha oynamazken bariton bir sesle kadını uyardı.

"Hanfendi, bir daha uyarmayacağım. Şimdi herkes dağılsın!"

Cazgır kadın, yüzbaşının uyarısıyla korkup gerilerken etrafda ki kalabalık da yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. İnatla izleyip gitmek istemeyenleride Cem ve Ömer zorla yollamıştı. Liman birazda olsa sakinleşince Alparslan yüzbaşı kenara çekilerek küçük kızla yüzyüze geldi.

"Tuanna!"

"Alparslan abi b-"

"Derdini karargahta anlatırsın. Artık islah evinden de özür mektuplarını yollarsın!"

"Abi ben, özür dilerim."

Rojbin, küçük kızın ağlayarak Alparslan'dan özür dilemesini izlerken kardeşi koluna girerek kendisini bir köşeye çekmişti.

"Sabah mesaj atıp konum istiyorsun ve yarım saat geçmeden buraya damlıyorsun, hırsız kovalamanı saymıyorum bile abla."

"Ablanızı azarlamanız bitti mi Fidan hanım."

"Bitmedi abla! Kahvaltı yaptın mı?

"Şimdi konumuz bu mu çilli?"

"Abla! Bir yere düşüp bayılmanı istemiyorum. Bak buraya geleli kaç hafta oldu bir kez bile hastaneye gitmedin. Korkutuyorsun beni."

"Ablacım, abartmıyor musun? İyiyim ben, hem kontrolüme daha var merek etme sen. Hadi gidelim."

Fidan'ın daha fazla konuşmasına izin vermeyen Rojbin, tıpkı onun gibi kardeşinin koluna girerek olay yerine çekiştirdi. Aslına kardeşinin endişesini anlıyordu, kendisi nasıl her şekilde kardeşini düşünüp onun iyiliğini istiyorsa Fidan'da aynı şeyi yapıyordu. Rojbin şeker hastasıydı, aslında yaşına ve sağlıklı bünyesine göre şeker onu çokta zorlayan bir hastalık değildi. Tabi gluten alerjisi olmasaydı.

Aslında sağlıklı beslenmek için hayattan gluteni çıkarmak oldukça mantıklı bir hareketti lakin Rojbin için bu bir lüks değildi bu, ola ki gluten içeren bir ürünü tüketecek olursa midesinin ağrısından hastanelik bile olabilirdi, bu yüzden kendisine dikkat etmesi gerekiyordu.

"Anlaştığımıza göre, bu konuyu burada kapatalım."

Rojbin, tekrar kalabalığa karışırken Cem'in olayı halletmiş olduğunu gördü. Cazgır kadın çantasını alıp gitmiş, küçük kız ise mahçup bir tavırla hala aynı yerinde duruyordu. Rojbin, kız ile konuşmak için yanına gitmek üzereydi ki, Alparslan ondan önce davranıp küçük kızı bir köşeye çekmişti.

Yaklaşık on dakika boyunca herkesten uzak bir köşede konuşan ikili sonunda ayrılmıştı. Rojbin, kızın tekrar yanlarına döneceğini sanırken çekip gitmesine şaşırmıştı. Alparslan'ın kendilerine doğru geldiğini görüncede bir adım öne çıkarak elini giden kızın arkasından uzattı.

"Nereye gidiyor, daha karakola gidecektik."

"Şikayetçi olacak biri yok ortada!"

Yüzbaşının, bilmiş tavrına hayret eden Rojbin, ileriye doğru uzattığı elini bu sefer kendisine çevirdi.

"Ben varım!"

"Ondan şikâyetçi olmayacağını hepimiz biliyoruz."

"Evet ama bunu bir daha yapmayacağına emin olmamız lazım. O daha bir çocuk, suç makinası gibi yetişmesine göz göre göre izin veremeyiz."

"Merak etme, hepimiz bunun takipçisi olacağız."

"Ama-"

"Cem, toplantı var. Siz karargaha geçin, bende geliyorum."

Rojbin, yüzbaşının yanından bir rüzgar gibi geçip arkadaşlarıyla konuşmasını kendisine yediremezken hırsla arkasına dönüp ona bakındı.

"Emredersiniz komutanım! Fidan sende bizimle gel istersen."

"Tamam."

Rojbin, ekibin ve Fidan'ın yavaş yavaş limandan ayrılmasıyla yeniden yüzbaşıya döndü. O neden gitmiyordu ki? Alparslan'ın sert adımlarla yanına gelişine öyle takılmıştı ki Rojbin, kardeşinin yeniden yanına gelişini kolunu tutmasıyla fark etmişti.

"Betin benzin solmuş abla. Hemen kahvaltı yap olur mu, işe gitmem lazım aklım sende kalsın istemiyorum."

"Tamam Fidan, hadi git seni bekliyorlar. Bende Alparslan yüzbaşı ile konuşup eve döneceğim."

"Dikkatli git."

"Sende."

Fidan'ın ekiple birlikte gözden kayboluşunu izleyen Rojbin, yanında dikilen elleri cebinde ve feci derecede ki sinirli adama döndü. Anlayamadığı bir şey vardı, o da Alparslan yüzbaşının öfkeli yüz ifadesiydi.

"Sen ne yaptığını sanıyorsun?"

Yüzbaşının, ani çıkışıyla olayı anlayamayan Rojbin, boş bir ifade ile ne olduğunu anlamaya çalıştı.

"Pardon?"

"Kendini polis mi sandın diyorum, ne bu aksiyon. Sen niye kızın peşinden koşuyorsun?"

"Ne demek niye koşuyorsun. Biz buna insanlık diyoruz, yardım etmek filan hani! Ayrıca benimde çantam çalındı."

"Senin yaptığın aptallık. Ya peşinde koştuğun bir erkek olsaydı, o zaman ne yapacaktın."

"Bunu tartışmayacağım."

Rojbin'in cevabıyla sinirleri yeniden harlanan Alparslan, boşta kalan eliyle yeni çıkmış sakallarını kaşıyarak arkasını döndü. Rojbin, adamın ne yaptığını anlayabilmek için sağından solundan bakınmaya çalışırken bir şeyler mırıldandığını fark etti ama ne dediğini anlayamadı.

Mimiklerinden sabır dilendiğini çıkarsa dahi emin olamayan Rojbin, midesinden çıkan sesle utançla elini karnına bastırmıştı. Gerçekten kahvaltı yapması gerekiyordu, yoksa bu mide bulantısı sonucunda hiç de iyi şeyler olmayacaktı.

"Benimle ne konuşacaksın?"

"Anlamadım?"

"Fidan'a, benimle konuşacağını söyledin!"

"Ahh! Evet, flash belleğim sendeymiş, Sibel söyledi."

"Buraya bunun için mi geldin?"

"Başka ne için gelebilirim ki."

Sıkıntıyla cebinde ki elini çıkaran Alparslan yüzbaşı tek elini ensesine doğru götürürken gözleri kendisi hariç her yerde dolanıyordu. Endişeli tavırları Rojbin'in gözünden kaçmazken bir açıklama bekliyordu ama beklediği o şey olmadı ve Alparslan yüzbaşı arkasını dönerek gitti.

Rojbin, gözlerine inanamıyordu. Yüzbaşı, hiç bir şey söylemeden öylece gitmişti. Olduğu yerde kalakalan Rojbin, aklına gelen belleği ile limanın tam tersi yönüne yürüyen adamın peşine takıldı ve arkasından seslendi.

"Hey! Nereye?"

Durdu! Alparslan yüzbaşı topuklarının üzerinde geri döndüğünde aralarında en az on adımlık bir mesafe vardı.

"Kahvaltı yapmadım, senin kendi çapında oluşturduğun aksiyonun peşindeydim hatırlarsan."

"Sen-"

"Önce kahvaltı yapalım, Fidan senin için endişelenmiş görünüyordu. Bir yere düşüp kalmanı istemeyiz değil mi?"

"Eğer flash belleğimi verirsen kimsenin endişelenemesine gerek kalmaz."

Rojbin, yüzbaşıyı ikna ettiğini sanırken adamın yeniden kendisine arkasını dönüp yürümesiyle pes etti. Eğer belleğine istiyorsa peşine takılmasının hiç bir sakıncası yoktu. O bellek kendisine lazımdı, hemde hiç olmadığı kadar. Bu yüzden onu alana kadar yüzbaşının peşini bırakmaya niyeti yoktu.

Rojbin, hızını arttırıp yüzbaşıya yetişmişti. Her ne kadar Alparslan kendisini takmasa da iki adım gerisinden onu takip ediyordu.
Çok fazla yürümemişlerdi ki yüzbaşı oldukça ufak bir kafeye girerek bu takip olayına bir son vermişti. Rojbin, mekandan içeriye girerken Alparslan'ın kendisini beklemeden en uçlarda bir masaya kurulmasıyla ayağını yere vurmak istemişti.

Birilerinin kendini görmezden gelmesine her zaman sinir olmuştu Rojbin ve şuan da Alparslan yüzbaşı sanki bile bile kendisini görmezden geliyordu. Hemde kahvaltı fikrini ortaya atan kendisiyken.

Ayağını yere geçire geçire yüzbaşının oturduğu masaya yaklaşan Rojbin, adamın rahat tavırlarla menüyü alıp incelemesiyle daha da sinirlenip sabır çekerek karşısında ki sandalyeyi çekti.

"HasbinAllah!"

Rojbin, sesli sabır dilenmesinin yanı sıra oturduğu sandalyeyi oldukça gürültülü çekmişti ama yine de varlığını karşısında ki adama yansıtamamıştı. Derin bir soluk alırken sinirlerini yatıştırmak adına oldukları mekanı incelemeye başladı.

Basit ve ucuzdu! Rojbin'in alışa geldiği mekanlardan çok farklıydı burası.
Sadeliği, düzensiz dekarasyonu ve koyu mobilyaları insanın içini boğuyordu.
Tam tersine böyle küçük bir mekânın oldukça sevimli olması gerekirdi. Rojbin'e göre mekânın sahibi oldukça zevksizdi, böyle bir yer kendisine ait olsaydı eğer buradan mükemmel bir mekan çıkaracağına emindi. Kendi içinde daha fazla mekânın iç dizaynı hakkında düşünmek istemeyen Rojbin, memnuniyetsiz bakışlarına bir son
vererek yeniden yüzbaşıya döndü.

Kendisi gibi Alparslan yüzbaşının da bakışlarının üzerinde olduğu gören Rojbin, bir an için ne yapacağını bilemedi. Adamın delici bakışları kendi üzerindeyken önünde ki menüye can simitiymiş gibi sarılan Rojbin, hem kendi görüş açısını hemde yüzbaşınınkini kapatmış oldu.

Bir şey sipariş edeceğinden değilde yüzbaşının bakışlarından kurtulmak için kendisine siper ettiği menüye bakarken Alparslan'ın garsonu çağırdığını gördü.

"Ne sipariş edeceksin?"

Kendisine mi soruyordu? Menüyü yüzünden indiren Rojbin, Alparslan'ın kendine bakmayı sürdüğünü görünce sorunun muhattabı olduğunu anlamış bulundu. Başlarında bekleyen genç garsona dönerken burada glutensiz besinlerin olmadığına emindi ve şansını denemek gibi bir gafletede düşmedi.

"Ben demli bir çay alayım, pet bardakta olsun."

Rojbin, temizliğinden emin olmadığı bu mekânda cam bardak da çay içmek istemiyordu. Aslında hiç bir zaman titiz bir insan olmamıştı ama konu sağlığı olunca bazı şeylerden feragat etmesi gerektiğinin de farkındaydı. Mesela, temiz yıkanmamış bir bardaktan alerjisi konusunda reaksiyon alabilirdi ve şöyle bir durunda en son isteyeceği şey bu olurdu.

"Tabi efendim."

Garson, bu seferde Alparslan'a dönmüştü ve onun siparişini almak için bekliyordu ama yüzbaşı genç adama dönmek yerine inatla hala kendisine bakıyordu. Hatta öyle ki sipariş verirken dahi bakışlarını üzerinden çekmemişti.

"İki kahvaltı tabağı, demli iki de çay çek aslanım!"

"Tabi abi."

Rojbin, yüzbaşının bu cüssesinin asıl sebebini öğrenmiş oldu. Bir insan nasıl iki kişilik kahvaltı yapabilirdi ki! Tabi, yediğini yakmak onun için pekte sorun olmasa gerekti. Herkes kendisi gibi işsiz değildi ya! Rojbin, hala işsiz olduğunu her konudan kendisine çekerken buraya neden geldiğini hatırladı ve elini masanın üzerinden yüzbaşıya doğru uzatarak avucunu açtı.

"Kahvaltını sipariş ettiğine göre artık belleğimi alabilirim değil mi?"

"Daha yemedim!"

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun. Eğer hemen belleğimi bana vermezsen-"

"Vermezsem ne?"

Yüzbaşının tek kaşı alay edercesine havaya kalkarken Rojbin, bu tavrına uyuz olmuştu.

"Seni dava ederim!"

"Dava edersin?"

"Evet, ederim. Bu resmen alıkoyma!"

"Hodri meydan çöl kızı."

Rojbin, yüzbaşının cümlesinin sonuna eklediği mahlasla az kalsın kendi tükürüğünde boğuluyordu. Nefes almakta zorlanırken Alparslan yüzbaşının kendisine uzattığı şise suyu aldığı gibi kafasına dikti. İsminin anlamını nereden ve neden öğrendiğini ne kadar merak etsede bunu ona soramadı ama aklına takılan bir diğer şey ise ne zaman bu kadar samimi olduklarıydı .

Evet, tanıştıkları andan beri resmiyet çerçevesi altından konuşmamışlardı ama bunda kendisinin hatası yoktu. Yüzbaşı kendisine nasıl geldiyse Rojbin de öyle gitmişti ona ama bu samimiyet fazlaydı çok fazla! Bunun üzerinde şimdilik durmayı reddeden Rojbin, hala aralarında duran elini sallayarak kendisine ait olanı bir kez daha istedi.

"Yüzbaşı! Bana ait olanı hemen geri verin."

"Bende isterdim ama veremem."

"Ne demek veremem!"

"Veremem çünkü bende değil."

"Ne demek bende değil. Sibel demişti ki-"

"Kaybettim."

"NE!"

*******

Sizce şimdi ne olacak?

Rojbin bütün umuduna bu projeye bağlamışken, Alparslan'ın belleği kaybetmesi ona neye maâl olacak?

Peki Rojbin, sakinliğini koruyabilecek mi?

Deniz Subayım ve Osmanlı Güneşi'ni de sayarsak şuan da güncel olarak 3 hikaye birden yazıyorum. O yüzden, benden sık sık bölüm isteyen okurlarımdan bir parça anlayış beklediğimi belirtmek istiyorum ve Allah'a emanetsiniz:)

Yeni bölümleri beklerken sıkılan okurlarım varsa sizleri güzel yorumlarınızla en güncel hikayem olan YÖNÜM SANA'ya beklerim. İşte tanıtım afişimiz:)

 

 

Loading...
0%