Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11-Ölü Kumlar ve Görü

@mihrininbahcesi

Dakika başı bir taşa çarpıp, zıplamak artık Feride'nin, sinirlerini bozmaya başlamıştı. Bu ne rahatsız bir yolculuktu yahu, uzandığı tahta divandan oflaya puflaya kalkıp oturur pozisyona geçerken bir kez daha ofladı.

Dakikada kaç kez tahta divanda dönüp durduğunu artık hesap edemezken, Çiçek sultanın tuhaf bakışlarının da hedefi oluyordu. Feride, kendisine ne yapıyor bu deli dercesine bakan kadına şimdilik aldırmıyordu, sonuçta onun da elinden bir şey gelmiyordu ki, bu at arabaları cidden çok rahatsız ediciydi.

"Allah'ım sen sabır ver! Ne zaman bitecek bu yolculuk?"

Feride, bütün gün boyunca kendi kendine konuşup durduğu için Çiçek sultandan bir cevap almayı beklemiyordu ama bu sefer beklediği olmadı ve sultan ters bir şekilde kendisine cevap verdi.

"Söylenip durmayı kesecek misin hatun! Daha iki günlük yolumuz vardır."

"İki gün mü? Daha hızlı gidemez mi bu atlar?"

"Sen nereden gelirsin buralara hatun, saray yolunu bile bilmezsin?"

Faka bastın Feride ayağını geri çek

O koca çenesini yine tutmayı beceremeyen Feride, şimdi sultana ne diyecekti acaba! Yok buralardan değilim dese, sultan nerelisin diyecek! Ee tabi Feride'de buna verecek cevap yoktu, buralıyım dese de olmuyordu çünkü hiç de buralı birine benzemiyordu hele ki az evvel yaptığı gaftan sonra, ne yapacaktı şimdi?

Aşağı tükürse sakal yukarı tükürse bıyık?

Feride, kendi vereceği cevabı düşünmeye dururken sultanın bakışları onu bir hayli tedirgin ediyordu ama şansı bu sefer yaver gitmişti ki at arabası büyük bir sarsıntı ile durmuştu. Feride, bu sarsıntı sayesinde Çiçek sultanın ayaklarına kapanmış bir şekilde yeri boylarken kafasını da tahta divana çarpmayı es geçmemişti.

Feride, canının yanması ile hırsla yerinden doğrulurken, yıpranan sinirlerini bahane olarak kullanarak at arabasının küçük camında ki bez parçasını bir hışımla çekerek kafasını camdan dışarıya uzattı ve kendisini "Ehliyeti kasaptan mı aldın ayı" diye bağırırken buldu.

Aslında sadece bu ani duruş için arabayı süren adama bağıracaktı ama her zaman ki gibi sesinin ayarını fazla kaçırmış olacaktı ki arabaya eskortluk eden tüm askerlerin şaşkın bakışları kendisine dönmüştü. Feride, bu bakışlar sayesinde yerin dibine girerken kaynayan kırmızı hormonları çoktan yanaklarına hücum etmişti bile!

Hay ses tellerinden gitar teli yapılası Feride!

Utancından olsa gerek kafasını camdan içeriye sokmayı bile akıl edemezken at arabasının tahta kapısının tıkırtısını duydu ve bu onun geri çekilmesi için yakaladığı bir fırsat oldu. At arabasının kapısı ikinci kez vurulurken Feride, Çiçek sultanın kendisine attığı iflah olmazsın sen bakışlarını görmezden gelerek askerlerden birinin getirdiği haberle sıkıntıyla ofladı. Teker kırılmıştı!

Feride, iki günlük yolculuklarına bir de araba arızası eklediği için daha ne kadar yol gideceklerini hesap etmeye çalışırken sultanın yerinden kalktığını gördü ve endişeli bir şekilde koluna yapıştı. Sultan, kendisine sinirli bir şekilde bakmayı sürdürürken Feride, onu böyle pervasız bir şekilde durduğu için sinirlendiğine emindi.

Feride, sultana hak veriyordu vermesine ama kendisinin de oldukça haklı bahaneleri vardı. Belki de bu kadar yavan davranmamalıydı, kendisine çeki düzen vermeliydi. Sultanın kolunu oldukça nazik bir şekilde bırakıp geri çekilirken ses tonuna özellikle özen gösteren Feride,
"Madem araba hasar görmüş, izin verin sizin kontrollerinizi yapayım sultanım. Uzun bir yolculuk olacak, sağlığınız her şeyden önemli" diyerek sultanın gözünde ki ilk izlenimlerini silmeye çalıştı.

Çiçek sultan, hala aynı şekilde kendisine bakmayı sürdürürken Feride, tebessüm ederek koluna doğru uzandı. Sultanın kendisini geri çekmeyişi ile ilk önce nabzını ölçtü, daha sonra ise yarasını kontrol edip sargıyı geri kapadı. Bu süre zarfında ise hala tamir olmayan araba sayesinde kendisini bir anda dışarı atarken tekrardan sultana kabalık yaptığının farkında bile değildi.

Feride'nin tek istediği birazcık uvuzlarını hissetmekti. Tahta bir divanın üzerinde saatlerce yolculuk yapmak bünyesine hiç ama hiç iyi gelmemişti. Ayrıca anlayamıyordu nasıl olurda bir cihan sultanının aracı bu kadar rahatsız edici olurdu. Neredeydi o dizilerde, filmlerde gördüğü şaşalı tahtırevanlar. Gerçekten tarih hiç de bahsedildiği gibi değildi, gülünç ama bunu da deneyimleyerek yaşamış olmuştu.

Biraz düşündü de Feride, yıllarca o sıkış tepiş, berbat kokan belediye otobüslerine boşuna laf etmişti. İşte insanoğlu nankör diye boşa demiyorlardı. Bırak belediye otobüslerini, o iş saatlerinde yoğunluktan binemediği metroları bile özlemişti. Bir at arabası yolculuğu Feride'ye şükür etmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatmıştı.

Dışarıya çıkması ile kendisine dönen kafaları es geçip ormanlık alanda rahat bir köşe aramaya başlayan Feride, vücudunu dinlendirmek için en güzel yeri bulmaya çalışıyordu. Toprak yolu minik adımlarla ilerleyip ufak tümsekten atlayan Feride, ağaçların arasında kaybolmayı hedeflerken Tuğtekin ile göz göze gelmişti.

Adamın çattığı kaşları kendisine nereye gidiyorsun dercesine mesajlar yollarken Feride, onu tınlamadığını omuzlarını silkerek belli edip yoluna devam etti. Soluğu az ilerde koca bir ağacın gölgesinde alırken buranın doğru yer olduğuna kanaat getirerek kollarını iki yana açıp ufak hareketlerle vücüdunu gevşetmeye başladı.

Feride, hareketlerine devam ederken gözü sürekli etrafı kolaçan ediyordu. Kendisini korumak istediğinden değildi onu burada bırakıp gitmelerinden endişe ediyordu. Gözleri sürekli tamir edilen at arabasının üzerindeyken etrafta ki hareketlilik de gözünden kaçmamıştı. Nereden çıktıkları belli olmayan ufak bir grup, atlar ile birlikte deliler askerlerinin etrafını sararken Feride'nin esneme hareketleri korkudan olsa gerek anında durmuştu.

Neler olduğunu anlamak için gözlerini kısıp mesafeyi yakınlaştırmaya çalışan Feride, atlıların inmesi ve onlara öncülük eden adamın Tuğtekin ile tokalaşmasıyla rahat bir nefes aldı.

Korkulacak bir şey yoktu. Tabi şimdilik!

Ne oldukları belli olmayan bir çete saldırısına kurban gitmek istemeyen Feride, eski zamanlarda yaşanan olaylara, gerek tarih derslerinden gerekte dizilerden aşinaydı ve bu yollarda ki tehlikler onu korkutmuyor da değildi. Allah'tan bu ufak grup onlar için tehlike lanse etmiyordu da gönül rahatlığı ile yolculuğa devam edebileceklerdi.

Feride, bir kez daha bıçaklanan insanlar ve yahut kan gölüne dönmüş birilerini görmek istemiyordu. Her ne kadar bir cerrah olsa da böyle canice bir ölüm veya yaralanma onun için bile fazlaydı. Rahatlamak adına yaptığı küçük hareketlere geri dönen Feride, kendisine yaklaşmakta olan bir asker ile durmak zorunda kaldı.

"Arabaya binesiniz Feride hatun, geç olur!"

"Sorun halloldu mu?"

"Henüz değil."

"O zaman burada kalacağım, tekerlek takıldığında gelirim."

"Lakin, beyim der ki-"

"Sen iyisi mi beyine selamımı söyle, gelmeyeceğim."

Feride, inatla kaldığı yerde durmayı sürdürürken kendisine haber getiren koca adam sinirle soluyarak yanından ayrıldı. Ne yani şurada iki dakika dinlenmesi de mi yasaktı. Feride, ağacın gölgesine sığınıp toprağa otururken az evvel ki askeri izliyordu. Kendisinden aldığı olumsuz yanıtla soluğu beyinin yanında alırken Tuğtekin'in, hızla kendisine dönmesi ile selamını aldığını var saydı.

Dağ ayısı diye nitelendirdiği adamın şuan da bir ayıdan daha yırtıcı ve vahşi olduğunu gözlerinden anlayabilen Feride, kendisine atılan ölümcül bakışlara ellerini göğsünde bağlarayak karşılık verdi. Bu soğuk savaşları Tuğtekin'in, bakışlarını kendisinden çekip yeniden önünde ki adama dönmesiyle son bulurken, Feride galip geldiğini varsayarak rahat bir nefes aldı.

Arabanın tekerleğinin kısa bir süre sonra tamir edilmesi ile yerinden kalkarak toprak yola ilerleyen Feride, tam arabaya binmek üzereydi ki Tuğtekin'in yanından geçmesi ile yavaşlamak zorunda kaldı. Feride, kendisine bir şeyler söylemesini beklediği adamın yanından bir hışımla geçmesi ile onu nezaketsiz olarak adlandırarak ardından dil çıkarmıştı ki kendisini gören Temirbay ile hızla geri çekilerek koşar adım arabaya bindi.

Feride, oturduğu yerde uyuklayan sultanı rahatsız etmemek adına sessizce kapattığı kapının ardından rahatsız divana kuruldu. At arabası ağır ağır hareket etmeye başlarken, tahta divanın vücudunu yeniden rahatsız etmemesi için uyuma pozisyonuna geçti, yoksa bu yolculuk başka türlü geçmezdi.

*****

Kumlu yolu geçip kalabalık bir grupla karşılaşana dek yürümeye devam etti. Nedendir bilinmez kendini bir anda neresi olduğu bilmediği bir yolda yürürken bulmuştu Feride. Nereye gidiyordu, neden buradaydı, bütün bu sorgulama faslını kafasının içinde çoktan es geçerken kalabalık insan selinin içinde tanıdık simaları gördükçe kalbi ağzından çıkacak gibi atmaya başlamıştı Feride'nin!

Dönmüştü! Feride, evine dönmüştü.
Önünde ki kalabalığı yara yara en öne geçerken halasını gözyaşları içinde bulmayı beklemiyordu. Korkuyla halasına doğru koşmaya başlayan Feride, önüne geçen eniştesi ile yavaşlamak durumunda kaldı.

"Enişte, neler oluyor? Halam neden ağlıyor?"

Feride, eniştesinin kendisini görmezden gelmesi ile kaşlarını çattı. Bu da neydi şimdi, neden kendisine cevap vermiyordu ki!

"Enişte!"

"Enişte!"

Feride'nin bütün haykırışları sanki bir duvara çarpıp geri kendisine geliyor gibiydi. Eniştesini boş verip halasının yanına yaklaşırken onu kolundan tutarak bu sefer de şansını ondan yana denedi.

"Halam, ne oldu neden ağlıyorsun?"

"Hala!"

Feride'nin elleri halasının kolunda onu sarsarken kendisine cevap vermemiş olması iyiden iyiye korkmasına sebep oluyordu. Neden kimse kendisine cevap vermiyordu. Gözleri korkuyla etrafı kolaçan eden Feride, Nebibe ablası ve Ümmü'yü de görmüştü. Onlarda tıpkı diğerleri gibi ağlıyor ve kendisini görmezden geliyorlardı.

Gözünden bir damla yaş akan Feride, nerede olduğunu yeni yeni idrak etmeye başlamıştı, mezarlıktaydı! Sırasıyla annesinin, babasının mezar taşlarıyla bakışırken yanların da üçüncü bir mezar taşı daha gördü.

Elleri korkuyla iki yanına düşen Feride, önce boş mezarlığın içine bırakılan bedene, ardından da taşın üzerinde kocaman yazılan yazıya öylece bakakaldı.

FERİDE GENCAZER!

Hayır, hayır, hayır! Bu gerçek olmazdı, rüya hatta kötü bir kabustu tüm bu olanlar! Ölmüş olamazdı, burdaydı işte! Nefes alıyordu, tam yanlarındaydı. Feride buradaydı!

Mezara bıraktıkları bedeninin üzerine tahta çıtalara dizerlerken Feride, korkuyla halasının önüne geçerek avazı çıktıyı kadar bağırdı.

"Hala! Ben burdayım, ölmedim. Bana bak hala, bana bak! Burdayım karşında!"

Ne kadar sarsarsa sarssın, ne kadar bağırırsa bağırsın, ne halası ne de diğerleri Feride'yi fark etmiyordu. Göz yaşları borusu patlak bir musluk gibi kendi mezarının üzerine akarken, Feride umudunu herkesten keserek mezarının üzerine atılan kürek kürek toprağın önüne geçerek atılan tüm kumları cansız bedeninin sarılı olduğu kefenin üzerinden avuçları ile geri atmaya başladı.

"Atmayın! Ölmedim ben yaşıyorum, ne olur atmayın!"

Çığlıklarını sadece kendisinin duyuyor olduğu gerçeği Feride'nin minik kalbine bir yumruk daha indirirken kendi mezarının dibinde, dizlerinin üzerine düştü. Hala pes etmeden çığlık çığlığa bağırırken elleriyle kendi toprağını avuçlayıp yere yumruklar atmaya devam ediyordu ama tüm bu çığlıkları nafileyfi, çünkü kimse onu duymuyordu.

*****

"Hayıııııır! Atmayın, atmayın. Ne olur atmayın!"

Feride, nefes nefese uykusundan uyanırken eli korkuyla kalbinin üzerinde durdu. Bütün bunlar kabus muydu? Allah'ım sana şükürler olsun!Hayatı boyunca ilk kez bu kadar gerçekçi bir rüya yaşamanın etkisiyle hala sarsılan Feride, hızlıca bir ayet-el kürsü okudu.

Böyle gerçekçi bir rüya olabilir miydi? Feride, gerçekten kafayı yemek üzereydi. Etrafında bir su matarası bulamayacağını bile bile yine de küçük arabanın içine göz gezdiren Feride, aradığı şeyi bulamamanın hüznüyle üzerine atılmış olan bez parçasını bacaklarından aşağıya sarkıtarak yere düşmesini sağladı. Bunu üzerine kimin attığı da meçhuldu.

Bez parçasına yandan bir bakış atıp sessiz bir şekilde at arabasının kapısını açan Feride, arabanın durmuş olmasını şanstan sayarak hava alabilmek adına kendisini dışarıya attı. Temiz havanın yüzüne çarpmasıyla derin derin nefesler almaya başladı. Soğuk hava adeta ciğerlerini parçalayacak derece de içine nüfuz ederken Feride, kendisini artık daha iyi hissediyordu.

Soğuk havanın etkisi ile üşümeye başlarken avuç içleri kollarını yapışarak kendisini ısıtmaya çalıştı. Üşümesine rağmen at arabasına binmek istemeyen Feride, sanki o kasvetli arabaya binince yeniden kabuslara konu olacağını düşünüyordu.

Zifiri karanlık havanın içine dağılan hayvan sesleri Feride'yi ürkütürken ortamın sessizliğini dağıtan küçük adımlar misafir oldu kulağına. Hızlı bir şekilde sağına dönerken o minik adımların sahibi olan koca cüsseyi gördü.

Bu adam bu irilikle nasıl bu kadar sessiz olabiliyordu Allah aşkına!
Tuğtekin, elinde tuttuğu minik gaz lambası ile dibine kadar girince kan çanağı olmuş gözleri Feride'nin dikkatinden kaçmadı.

"Bu saate dışarıda naparsın hatun?"

"Uyku tutmadı!"

Feride'nin ruhsuz sesine karşın Tuğtekin'in, avını arayan aslan bakışı gözleri üzerinde gezinirken anında kaşlarını çattı.

"Nereden gelirsen sen?"

Feride, bu anlamsız soru karşısında tıpkı dağ ayısı gibi kaşlarını çatarken
"Ne demek nereden gelirsin, arabadan indim hava alıyorum" diyerek kendisini savundu ama Tuğtekin'in pekte kendisine inanamak ister gibi bir hali yoktu.

"Yalan söylemeyesin hatun, neredeydin derim?"

"Delinin zoruna bak ya! Arkadaşım, uyku tutmadı arabadan yeni indim diyorum neyini anlamıyorsun."

"Öyle mi? O vakit üzerinde ki bu toprak nedir böyle, içeride mi bulaştı o da?"

Feride, tıpkı kendisi gibi üst perdeden konuşan adamın sözleri ile hayretle üzerine bakındı. Kaftanının eteklerinde ki çamur izleri her yerine bulaşmıştı. Feride, bu hale nasıl geldiğini düşünürken ellerini yukarıya doğru kaldırıp avuçlarına ve tırnak diplerine kadar giren toprak tanelerini şaşkınlık ve korkuyla bakınmaya devam etti.

Feride'nin, bedeni korku içinde titremeye başlarken az evvel gördüğü kabus bilinç altını yeniden işgal etmeye başladı. Bu gerçek değildi! Gerçek olamazdı. Rüyasında gördüğü sahneler bir bir zihninde uçuşurken kendi mezarının başında ağladığı ve toprağını avuçladığı kısım tıpkı bozuk bir plak gibi yeniden ve yeniden oynadı.

Aklına kaybetmeye yakın gözleri korkudan büyüyen Feride, dengesini kaybedip yere düşmek üzereydi ki yanında ki iri kıyım adam bileğinden tutarak onu ayakları üzerinde sabit durmaya zorladı. Tuğtekin'in gözleri, gözlerine sabitlenirken Feride, kendisine bir şeyler söylesin diye bekledi. Kabustu, geçti demesini bekledi ama Tuğtekin hiçbir şey demedi. Nerden bilebilirdi ki kendisinin içinde kopan fırtınalarını!

Feride'nin sadece gözleri flu görmüyordu artık kulakları da duymaz olmuştu. Tuğtekin'in sözleri sanki bir uğultu gibi kendisine çarpıp geri dönerken öldüğü gerçeği bir türlü aklından çıkmıyordu. Ölmüştü, Feride ölmüştü! Hatta ölmekle kalmamış bir de kendi mezarının başında ağıt yakmıştı.

Gördüğü kabusun varlığına artık iyiden iyiye inanmaya başlayan Feride, Tuğtekin'in kendisini sarsması ile gerçekliğe döndü. Şimdiye! Kendine gelir gelmez Tuğtekin'in sağ koluna sarılan Feride, birilerinin varlığını hissederek yaşadığını kanıtlamak istiyordu.

"İyi misin Feride hatun, neyin vardır?"

Feride, algıladığı bu soru karşısında iyice Tuğtekin'e sokulurken "Ben yaşıyorum değil mi Tuğtekin" diye sorarken korkudan tirtir titriyordu.

"Yine ne dersin sen hatun?"

Feride, tıpkı bir deli gibi hızlı hızlı konuşurken, Tuğtekin'in tuttuğu kolunu bırakıp bu seferde avuçlarına asıldı. Adamın şaşkın bakışları altında elini kendi kalbinin üzerine koyarken bu seferde "Nefes alıyorum dimi, kalbim atıyor" diye sordu.

Tuğtekin, karşısında ki kadının bu tuhaf hallerine anlam veremezken iyiden iyiye sinirleniyordu. Bir delisi eksikmiş gibi kaşlarını çatarak yeni dünyadan gelen kadını izlerken onun gözlerinden düşmeye başlayan taneler ile çatılan kaşları gevşemeye başladı. İşte o zaman bir şeylerin ters gittiğini anladı ve bu sefer kadını rahatlatmak adına konuştu.

"Yaşıyorsun elbet."

Feride, beklediği cevabı almıştı almasına lakin neden bu kadar öfkeliydi. Tuğtekin'in elini sert bir şekilde itip geriye doğru kaçarken çığlıklarına mani olamadı.

"Hayır! Yaşamıyorum, öldüm ben. Anlıyor musun öldüm! Kendi mezarımın başında ağladım, toprağı avuçladım. Bu toprak varya, üstümde ki bu toprak, kendi mezarımın toprağı!"

Feride, içinde kaynayan kanın tüm dehşetini dışarı akıtırken daha fazla ayakta duramadı. Yorgun ve bitap halde ki bedeni daha fazla kendisini taşıyamayıp yeri boylarken, Tuğtekin kendisine doğru atılmış ve omuzlarından tutarak düşüşünü yavaşlatmıştı. Feride, dizlerinin üzerinde yere çökerken Tuğtekin'de kendisine eşlik ederen önünde diz çökmüştü.

"Sen iyi değilsin Feride, geri dönelim istersen. Salabuca, sana iye gelecektir."

Tuğtekin'in sözlerinin Feride'nin nezlinde hiçbir yararı yoktu. Sinirleri iyice yıpranan Feride, kendisini bir anda kahkaha atarken bulurken karşısında ki adamın da korkmaya başladığını göremedi çünkü şuan da tek derdi kendisini ve ölmüş olan ruhuydu. Ya da tam tersi ölen bedeni yaşayan ruhuydu ve Salabuca her iki türlü de ölen birine yardım edemezdi.

"Ölü birine kim ne yapabilir ki Tuğtekin bey!"

☀️☀️☀️☀️☀️☀️

Allah'a emanet olun, öpüldünüz😘

 

Loading...
0%