Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12-Saray Erbabı ve Hayal Kırıklığı

@mihrininbahcesi

Gönül han değil, dergahtır!
Paldur küldür girip çıkılmaz, günahtır!

Feride'nin aldığı her nefes boğazına bir yumru gibi oturuyordu. Gördüğü rüyanın etkisi halen üzerindeydi, gerçi ne kadarı rüyaydı o da tartışılırdı. Başlarda kötü bir kabustu deyip geçtiği rüyası, Tuğtekin'in fark ettiği ufak ayrıntı ile zihninde adeta bir bomba etkisi oluşturmuştu.

Feride, kendi mezarının başında ağlarken, kazdığı toprak üzerine bulaşmıştı. Bu olasılığı yüksek bir durumdu tabi tüm bunlar rüyadan ibaret olmasaydı ama uyandıktan sonra o toprağı üzerinde görmesi işte hikayeyi başka bir boyuta taşıyan kısımda tam olarak burasıydı. Hayal gücü ve yahut iradesi kendisine ikinci büyük oyununu oynarken, Feride eli kolu bağlı sadece seyirci olabiliyordu. Başka da hiçbir vasfı yoktu.

Gördüğü rüyanın bilimsel olarak tek bir açıklaması vardı. O da "Görü!" İnsanların uyuduktan sonra bir gerçeği yaşayıp rüya olarak adlandırması. Bunu nereden bildiğine gelecek olursa, Ümmü'nün okuduğu abuk subuk bilim dergilerinden diyebilirdi Feride! Bunun bilimsel bir kanıtı var mı onu bile bilmiyordu ama okumuştu işte.

Bir gün başına böyle bir olay geleceğini bilseydi daha fazla bir şeyler okurdu.

At arabası aynı yavaşlıkta yol alırken Feride, ne yapacağını bilemiyordu. Önceden saraya gitmek için bir gayesi vardı, geldiği gibi döneceğini düşünüyordu ama şimdi elindeki tek yolu da sarsılmıştı hatta çatlaklarla doluydu.

Ölü biri nasıl geri dönecekti ki! Feride'nin aklında böyle binlerce soru dönüp dururken ağzını bıçak açmıyordu. Dün gece bağıra çağıra ağlamaktan başka hiçbir şey yapamamıştı. Tuğtekin, kendisini sakinleştirmek için her yolu denemişti tabi bir sonuç alamamıştı, son çare olarak ise kendileri ile birlikte yolculuk yapan hekim kadını çağırmak olmuştu.

Kediotu ile bilincinin kapanmasını sağlayan hekim kadın yıpranan sinirlerinin için en iyisinin bu olacağını söylemişti. Ondan sonra Feride, ne kadar uyumuştu bilmiyordu ama gözünü açtığında sultanın arabasındaydı, yeniden! Sultan kendisi hakkında ne kadar şey biliyordu ya da Tuğtekin ona ne anlatmıştı bilmiyordu ama o buzdolabı gibi kadının yol boyunca kendisi ile sohbet etmeye çalışma çabası bu haliyle bile Feride'yi etkilemişti.

Tabi Çiçek sultan'ın çenesi bu seferde Feride'nin canını sıkmıyor değildi. Konuşmak istemiyordu, hatta uyanmakta istemiyordu. Öyle ki bütün gün uyuyup, gözlerini dahi açmak istemiyordu.

Kafası tahta ahşaba çarpa çarpa yolculuğun bitmesini bekleyen Feride, duran araba ile oturuşunu düzeltti ona kalsa yerinden hiç kıpırdamayacaktı ama biliyordu ki bilgilendirme için içeri bir asker girecekti. Beklediği gibi de oldu, bu duraksamanın sebebini açıklamak için birisi kapıya dayanmıştı ama Feride, bu kişinin kesinlikle Tuğtekin olmasını beklemiyordu.

"Pınar pazarına yaklaştık sultanım, saraya varmak üzereyiz!"

"Âlâ!"

Sultanın cevabının ardından gözlerini bir kaç saniyelikte olsa Feride'nin üzerinde gezdiren Tuğtekin, başka bir şey söylemeden kapıya kapatarak yanlarından ayrıldı. Dışarıdan gelen toynak sesleri ile yeniden hareket geçen at arabası Feride'yi sarsmaya devam ederken Çiçek sultanın hareketliliği ile bakışları ona kaydı.

Sultan, yanında ki süt beyazı bohçasından bir kaç ufak eşya çıkarırken Feride pür dikkat kendisini izliyordu. Sultanın, bohçasından çıkardığı tuhaf şeyleri ki bunlar Feride'ye göre bakım ürünlerinden bozma şeylerdi yüzüne sürmesi ile onun yüzünün ne kadar solgun göründüğü farketti.

Anlaşılan sultan, saraya varmadan önce üzerinde ki hastalığı def etmeye çabalıyordu ve sırf bu yüzden de yüzüne o bitkileri sürüyordu. Feride, sultanın bu çabasına hayran kalırken üzerinde ki ölü toprağı atmaya çabalayarak elini yanında duran kendi bohçasına attı ve içinde gizlediği çantasını kaptığı gibi karşı divana, sultanın yanına geçti.

Çiçek sultan, kendisine tuhaf tuhaf bakmaya başlarken, Feride ona tebessüm ederek elinde ki görüntüsü hiç net olmayan aynayı alarak bir kenara bıraktı ve ufak çantasını açarak dizlerinin üzerine koydu. Sultanın, çantasına attığı bakışları görmezden gelerek ondan müsade isteyip yüzünü kendisinden tarafa çevirdi.

"Müsaade edin lütfen!"

Çiçek sultan, kendisine müsade ederken küçük çantasından çıkardığı malzemelerede ufo görmüş masum köylü edasıyla bakınıyordu. Feride, sultanın bu haline tebessüm ederken eline aldığı toz allığı hafif bir şekilde genç kadının yüzüne uygulamaya başladı.

Çiçek sultanın hastalıklı cildi gitgide düzelirken, kendisi elinde ki rimeli şaşkın bakışlar altında sultanın gür kirpiklerine yedirmeyi başarmıştı. Sultan, kendisinin her bir hareketini dikkatlice izlerken, Feride eline gelen vişneli parlatıcısını karşında ki şaşkın kadının ince dudaklarına sürmeye başladı.

Sultanın, parlatıcıyı iyice dudağına yedirebilmesi için kendi dudaklarını balık gibi büzüp duran Feride, sonunda sultanın kendisini taklit etmesi ile rahat bir nefes alıp son noktayı koydu. Son görüntüden bir hayli memnun bir şekilde sultandan uzaklaşırken elini yeniden çantasına daldırıp her daim yanında taşıdığı küçük pempe kapaklı aynasını sultanın avuçlarına doğru bıraktı.

Çiçek sultan önce elindeki cismin ne olduğunu anlamak adına bir kaç kere elinde çevirip durmuştu ardından hiçbir fikir sahibi olmadığı için yeniden kendisine dönerken, Feride aynasını geri alıp eliyle minik kapağını açtı ve ufak aynayı yeniden sultanın ellerine tutuşturdu. Çiçek sultan ufak aynayı yüzüne tuttuğu gibi korkuyla yere düşürürken Feride? aynaya doğru uzandı. Fakat Çiçek sultan buna izin vermedi.

Aynı şaşkınlık ile aynayı yeniden avuçları arasına alan sultan, şaşkın şaşkın kendi suretini izlemeye başladı. Elleri yüzünün her bir uvzunda uzun uzun gezerken, Feride'de parçalar yeni yeni oturuyordu. Sultanın aynası 21.yy gelen bir aynaya göre epey karıncalı olmalıyı ki sultan kendisini ilk defa bu kadar net ve pürüzsüz görüyordu.

Feride, kırdığı potu daha yeni yeni fark ederken hızlıca aynaya uzanarak onu sultanın elinden aldı ama yeniden çantasına koymak yerine küçük aynayı hemen yanında duran bohçaya koyarak
"Kabul ederseniz benden size ufak bir armağan olsun sultanım" diyerek olayı bir nebze olsun unutturmak istedi. Bir anda içinden geldiği gibi davranmış ve çantasında ne var ne yoksa sultanın önüne sermişti, umuyordu ki Çiçek sultan tüm bu olanlar üzerinde fazla durmasın.

"Bunu nerden aldın diyesin hele! Böylesini daha evvel ne bu topraklarda ne de başka bir yerde görmedim."

Feride, ne cevap vereceğine şaşırmış bir şekilde sultana bakarken ağzından bir anda çıkanları tartma fırsatı bulamamıştı. "Bir tüccardan almıştım lakin şimdi hatırlayamadım."

Ufak bile olsa birine yalan söyleme fikri Feride'nin vicdanını rahat bırakmasada buna mecburdu. Hem Tuğtekin hemde Salabuca şimdilik kendi hakkında ki gerçekleri saklamak istemişti ve Feride bilmediği topraklarda başına bir iş gelir korkusu ile onların bu planlarına sağdık kalmak zorundaydı en azından şimdilik.

Feride, Çiçek sultanın kendisine yeni bir soru yönelteceğini bildiğinden kendisini buna hazırlarken karşısında duran kadın onu şaşırtacak bir şekilde başka soru sormamıştı. Başını kendisinden başka tarafa çevirirken çaktırmadan derin bir nefes alan Feride, tam kendi yerine geçmek üzereydi ki duyduğu seslerle başını at arabasının tahta camından dışarıya çıkarma istediğini bastıramadı.

Kafasını dışarı çıkarır çıkarmaz küçük bir kız çocuğu ile resmen burun buruna gelmişti. Gözleri şaşkınlıkla kocaman açılırken kendisini biraz geri çekti ve küçük kızın aslında babasının sırtında yolculuk ettiğini fark etti.

Feride, tıpkı kendisi gibi korkan küçük kıza tebessüm ederken babasının herşeyden habersiz yoluna devam etmesini görmezden geldi. Küçük kızın tatlı tebessümü ile elini bir anda camdan çıkarıp ona doğru uzattı, aynı şekilde küçük kızdan da karşılık alırken tebessümü git gide büyüdü.

Küçük kızın parmakları tam Feride'in uzun ve bakımlı parmaklarına değecekti ki korkunç bir at kişnemesi ikilinin eğlencesini bir anda yerle yeksan etti. Küçük kızın babasının aniden hızlanması ve yanlarından uzaklaşması ile eli havada asılı kalan Feride, az evvel küçük kızın olduğu yerde bu sefer haşmetli bir at gördü.

Bu haşmetli atın sahibi Tuğtekin'den başkası değilken, Feride elini aheste aheste kendisine doğru çekti fakat gözleri hala atıyla hemen yanında yolculuk yapmakta olan adamın üzerindeydi. Kendisine bir şeyler söylemek istercesine bakan adamdan gözlerini çekmeyen Feride güçlü durmaya çalışıyordu. Neticede dün akşam bu adama tüm kapılarını açmış ve en savunmasız hallerini göstermişti ama bu onun için ilk aynı zamanda da son olmuştu. Çünkü bir daha değil karşında ki heybetli adama hiç kimseye bu kadar aciz olduğunu göstermeyi düşünmüyordu.

Feride, daha fazla her yanı savaş kokan bu şehirde kendini güçsüz kılamazdı. Güçsüz olması demek pes etmek demekti ve her gün bir başkasının onu kolundan tutup sürüklemesine izin veremezdi. Güçlü olmalı ve kendisinden daha fazla ödün vermemeliydi, böylelikle kendisini koruyabilirdi. Feride, içeri girmemekte ısrarcı bir şekilde bu bakışmalarını sürdürürken, Tuğtekin bıkkın bir şekilde nefesini dışarıya verip elini arabanın tahta camına vurdu.

Feride, bu hareketin anlamını bilmiyor olabilirdi ama Tuğtekin'in gözlerinden ne anlatmak istediği bariz bir şekilde belliydi. İçeri gir ve camı kapat ama Feride bunu yapmak istemiyordu ki!
Adını daha az evvel öğrendiği pınar pazarını izlemek istiyordu, tabi görüş açısını kapatan atlı dağ ayısı işini zorlaştırmıyor değildi.

Tuğtekin, kendisinin içeriye girmeyeceğini anlamış olmalıydı ki daha fazla ses etmeden yanında ilerliyordu. Yolculuk boyunca kafilenin bir en önünde bir de en arkasında yer almıştı, bir nevi kontrolün kendi ellerinde olduğunu gösteriyordu ama şimdi neden kendisinin yanında yolculuk ettiğini anlamıyordu?

Feride, daha fazla Tuğtekin'i ve yaptığı hareketleri düşünmek istemediği için zihnini boşaltmak adına bakışlarını pınar pazarını çevirdi. Rengârenk kumaşların, ışıl ışıl süslemelerin yer aldığı tezgahlar öyle ilgi çekici ve güzeldi ki, Feride kendini dışarı atmamak için zor tutuyordu.

Önünden geçtiği bir çok tezgahı tam olarak göremediği için neredeyse camdan dışarıya sarkan Feride, koca kalçalarının engeline takılmayı da ihmal etmiyordu. Buna rağmen sınırlarını zorlarken aklana gelen felaket senaryolarını da görmezden gelemedi. Ya bu küçük cama sıkışıp kalırsa? Feride, buna rağmen pazar tezgahlarını izlemeye devam ederken Tuğtekin'in kendisinin yaptığı hareketleri onaylamadığı bariz belliydi ama Feride bunu pekte takmayarak bu seferde ellerini camdan dışarıya sarkıtıp at üstünde yolculuk yapan adama "Ya arkadaşım" diyerek, sanki kırk yıllık ahbaplarmışcasına seslendi. "Şuradan az çekilsen de bende rahat rahat etrafı izlesem."

Sözleri üzerine tek kaşı alayla havaya kalkan delibaşı Tuğtekin, heybetli atanın üzerinde olabildiğince eğilirken "İstersen yanıma gelesin, buradan daha rahat izlersin" diyerek kendisi ile resmen dalga geçmişti. Feride'nin ağzı şaşkınlıktan olsa gerek bir balık gibi açılırken söylediklerini idrak etmeye çalıştı.

O ciddi miydi?

Feride, kendisini resmen kafaya alan adama gözlerini devirirken ağzından hıh dercesine bir nida döküldü ve "Münasebetsiz" diyerek koca kalcası ile birlikte zar zor at arabasının içine girdi. Minik bez parçasını sinirle çekerken bakışları bir an için Çiçek sultan ile kesişen Feride, genç kadının yüzünde ki alaycı tebessümü gördü ve bir kez daha sinirlendi.

Edepsiz dağ ayısı, ne olacak işte!

Feride, yolculuğun geri kalanını ellerini göğsünde bağlayarak huysuz bir şekilde geçirirken at arabası kısa bir süre sonra ağır bir şekilde durdu. Saraya yakın olduklarını zaten bilen Feride, varacakları yere geldiklerinin bilince ellerini göğsünden çözerken kalbi göğüs kafesinin dövmeye başlamıştı.

Saraya girmeden bu kadar heyecanlı ise girdikten sonra ne olacağını bilemeyen Feride, kendilerine eskortluk eden atlarında durması ile yerinde ufak ufak kıpırdanmaya başladı. Ne zaman ineceklerini merakla beklerken at arabasının kapısı ağır bir şekilde açıldı.

Feride, arabadan önce sultanın inmesi ile peşin sıra takılırken karşılaştığı o muazzam görüntüyü uzun bir süre unutamayacağının farkındaydı. Önlerinde sıraya dizilmiş kalabalık grubun hepsinin sarray erbapları olduğunun farkında olan Feride, onların sultana gösterdiği hürmeti koca gözleri ile izledi. Kendisini büyüleyen bu seromoniyi canlı gözlerle izlemeye şahit olacağı bin yıl düşünse aklına gelmezdi Feride'nin ama şimdi kanlı canlı gözlerle izliyordu tüm bu olanları.

Ufak bir kargaşanın ardından sultan önde, saray erbapları arkasında koca yapıdan içeriye girerlerken Feride, hala olduğu yerde durmuş karşında ki şahane yapıyı izliyordu. Topkapı sarayı, gelmiş geçmiş en güzel eser olan bu yapı kendisini eski tarihiyle adeta büyüsü altına almıştı bile.

Hiç restore edilmemiş, el değmemiş haliyle bile tamamıyla bir şaheserdi. Feride, bu muazzam güzelliğin etrafında bir tur dönerken sarayın çevresini görme fırsatı oldu.

Konstanpolis nâm-ı değer İstanbul!

Feride, hayal ve gerçeklik arasında ki o ince çizgide yürürken yanında yerini alan adama olan öfkesi çoktan buhar olup uçmuştu. Birbirlerinden bağımsız aynı adımlarla muhteşem yapıttan içeriye girerlerken yanında ki adamla anlaşmışlar gibi tek kelime etmiyorlardı.

Sarayın avlusunda ki hiraşe bile Feride'nin dikkatini dağıtmazken yanından geçtiği her duvara gerçekliğinden emin olmak istercesine dokundu, hissetti. Tuğtekin, ne yaptığını sorgularcasına yanında yol alırken tek bir soru dahi sormuyordu.

Galiba etrafı incelemesi için kendisine fırsat veriyordu. Sultanın çoktan yanlarından ayrılmış saraya girmiş olması bile umrumda olmamıştı. Ön avluyu geçip bahçenin içerisine doğru ilerlerken önüne çıkan her şeyi mest olmuşçasına izliyor ve dokunuyordu. Sanki dokunmasa gerçek olduklarını algılayamayacak gibiydi.

"Buraya sarayı gezmeye gelmedin, kendine gelesin!"

Feride, bütün bu güzellikleri ne zaman bozacak diye beklediği adamın o şom ağzını açması ile ellemekte olduğu çeşmeden hırsla çekti ellerini.

"Tüm güzel şeylerin katilisin delibaşı."

Tuğtekin, zaten dar olan koridoru o koca vücudu ile daha da küçültürken yeni dünyadan gelen ufak kadının üzerine doğru bir adım atarak "Senin de katilin olmamı istemezsin değil mi" diyerek kadını korkutmak istedi ve bunda başarılı da olmuştu, Feride'nin bir ton atan rengi istediğini aldığını gösteriyordu. "Güzel, o zaman kapa o ağzını da beni takip et."

Feride, Tuğtekin'in bu hallerinden belli etmesede korkuyordu ve dediklerini sorgulamak yerine içine peydah olan korkuyla adımlarını ona uydurdu. Feride'ye göre bu manyak delibaş kesinkes dediğini yapar kendisinin sonu olurdu! Hoş bu da biraz zor görünüyordu ama neyse, sonuçta Feride zaten bir ölüydü, yani galiba!

Kendi mezarında ağlayan bir ölü!

Sarayın içine girmek yerine bahçenin arkasından dolanıp açıklık bir araziye geldiklerinde Feride, koca toprak arazinin üzerinde birden fazla kaynayan kazanları görmeyi beklemiyordu. Adım başına bir kara kazan konulmuş ve hepsinin altı da yanıyordu. Beyaz elbiseler giymiş bir çok kadın ve erkek ise kazanların başında durmuş onları karıştırıyordu.

Gözleri hayretle büyürken yürümeyi unutmuş olan Feride, edepsiz dağ ayısının elbisesinden tutup kendisini çekiştirmesiyle kendisini ondan kurtarıp yürümeye devam etti.

Gölgelik bir yere atılan tahta masanın yanındaki taburelere oturan yaşlı bir adamın yanına yaklaştıklarında, Feride şaşkın gözlerle adamın Tuğtekin'i karşılanmasını izledi. Neden buraya gelmişlerdi ki?

"Hoşgelmişsin beyim."

"Hoşgördüm Kıratlı."

"Bu ziyaretini neye borçluyuz beyim?"

"Sultanımıza eşlik ettik, ondan buradayız."

"Alâ ala, lakin neden buradasın hala anlamış değilim, yoksa yaralandın mı delibaşım?"

"Sağlığım yerindedir evelAllah, buraya geliş nedenim farklıdır."

"Buyurasın beyim, seni dinlerim."

Yaşlı adamın sözleri ile Tuğtekin'in gözleri kısa süreliğine arkasında duran kendisine kaysa da kendisini hemen toplayarak yeniden önünde ki adama döndü.

"Bu hatun bundan böyle sarayda kalacak. İyi bir hekimdir, senin yanında olması makbuldur Kıratlı!"

Ne! Ne! Ne!

Feride, duydukları üzerine şaşkınlıkla dağ ayısı diye nitelendirdiği adama dönerken ne demesi gerektiğini bilemiyordu. Ne yani bundan sonra burada, Topkapı sarayında mı kalacaktı? Ama Feride buraya ayak uyduramazdı ki! Kendisini hemen ele verirdi.

Feride, tam önünde dikilen adam çemkirmeye başlayıp kendisini geri götürmesini isteyecekti ki kafasına dank eden gerçeklerle ile hızlıca sustu. O zaten burada kalmayacaktı ki, Feride için bu saray onun evine giden yoldu. Evet, evet! Tuğtekin, kendisini istediği kadar buraya hapsedebilirdi.

Feride, kendi kendine eve dönüşü için planlar yaparken yanından geçip gitmek üzere olan adamı son anda fark etti. Gerçekten de kendisini burada bırakıp gidiyor, Feride ona dağ ayısı demekte haklıydı. İnsan bari nezaket gereği saraya girmesini beklerdi ama bu dağ ayısında o nezaketin zerresi dahi yoktu oysa ki Feride, onun hayatını bile kurtarmıştı!

Feride, kendi kendini yiyip bitirirken bir anlık gafletle kendisini Tuğtekin'in arkasından bağırırken buldu.

"Artık kurban kesersin, kurtuldun ya benden!"

Sözleri üzerine Tuğtekin'in attığı adım havada asılı kalırken anı bir şekilde kendisine dönmüştü. Duruşu her zaman ki gibi kendisinden ödün vermezken sağ eli bilindik bir edayla kılıcının kanına gitmiş ve dudağının kenarı usul usul havalanmıştı.

O kendisine mi gülüyordu?

"Deve keseceğim, deve!"

Feride, başka bir şey söylemeden arkasını dönüp giden adamın arkasından öylece bakarken bir an için hayal kırıklığına uğradığını hissetti. Sahiden de onu hiç tanımadığı bir yerde, hiç tanımadığı insanlarla bırakıp gitmişti.

Sonra düşündü, sanki Tuğtekin'i tanıyordu! Sahi Feride, onu da tanıyordu ki! Peki ama neden onun yanındayken kendisini oraya aitmiş gibi hissediyordu, neden onu bir yabancı olarak görmüyordu? Neden, kendisini bırakıp gidişine böyle içerlemişti? Sahi Feride neden böyle hissediyordu?

 

Loading...
0%