Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13-Dağ Ayısı ve Tarla Faresi

@mihrininbahcesi

Ne güzel demiş eskiler;
Derman gafilin olsun sevene dert gerek!

 

Feride'nin saatlerdir yaptığı tek şey Kıratlı denen adamın kalktığı iskembeye oturup beklemekti. Ne gelen vardı ne de giden, artık sıkıntıdan patlamak üzereydi. Tuğtekin, gideli kaç saat olmuştu 1, 2, 3! Çoktan saymayı bırakmıştı.

Aklı hala almıyordu, o delibaşı nasıl olur da kendisini tanımadığı insanların arasında bir başına bırakıp giderdi! Tamam belki Feride, gerçek anlamda Tuğtekin'i de tanımıyordu ama yine de gözünü ilk açtığında onu görmüştü, sonrasında onların yanında kalmıştı. Zoruna gidiyordu işte!

Peki ya Salabuca, ona ne diyecekti. Ya Hafsa, Mara! Allah'ım, Feride biraz daha burada oturacak olursa kafayı yiyecekti. Kıratlı'nın geleceğim deyip gitmesinin ardından saatler geçmişti ama ne gelen vardı ne giden.

Elbisesinin eteklerinden tutup saatlerdir oturduğu fevkalede rahatsız tahta iskembeden kalkan Feride, buralar da rahat bir koltuk bulamayacağına artık emin olmuştu.
Kaç gündür tahta üstlerinde helak olmuştu resmen.

Ortalıklarda kimsenin olmayışını fırsata çevirip sarayın kapısına doğru ilerlerken, esas niyetinin saraya girip eve dönüş yolunu bulmak olan Feride, ağır ve kararlı adımlarla yola devam etti. Madem burada bir başınaydı hakkını verecekti.

Kazanların arasından dikkatle geçerken üzerine takılan bir kaç bakışın hedefi olan Feride, onları pekte umursamadan koca araziden çıkarak kendisini bir anda avluda buldu. Sarayın giriş kapısı allı pullu bir şekilde kendisini çağırırken bu emre pek tabi itaat edip oraya doğru yürümeye başladı.

Kapıda adeta birer heykelmiş gibi duran askerlerin kendisini kaale almayışını şaşkınlıkla karşılayan Feride'nin beklentisi pekte bu yönde değildi. Oldukça despot duran askerlerin önünü keserek "İçeri giremesin" demesini beklemişti ama beklediği olmamıştı. Gayette elini kolunu sallayarak içeriye girmişti.

Koca sarayın içinde nereye gideceğini bilemez bir şekilde iç güdüleri ile hareket edip duran Feride, o koridor senin bu koridor benim diyerek boş boş gezinirken kimsenin ona aldırış etmemesine inanamıyordu.

Allah korusun biri padişaha suikast düzenlese kimsenin haberi olmayacaktı, mazaAllah! Hayır yani sarayın içine girip, gezmek bu kadar kolay olamazdı, olmamalıydı.

Feride'nin iç sesi bu saçma isyanına "Allah'tan belanı mı arıyorsun kızım, al sana saray git gez evine dönüş yolunu bul. Belanı arıyorsun" derken kendisine kızarak yoluna devam etti.

Feride'nin pek bir planı olduğu söylenemezdi, herşey spontane gelişiyordu. Niyeti, üzerine düşen koca fanusun yerini bu yüzyılda ki sarayda da bulabilmekti. Ona göre aynı yer, aynı ortam onun için bir umut teşkil ediyordu ve Feride en ufak umut tohumuna bile sarılacak durumdaydı.

Önünde ki ilk odanın kapısını temkinli bir şekilde açarken günümüzde ki saray ile şimdi ki saray arasında ki uçurumu elbet ki görüyordu ama bir yerden başlamak zorundaydı işte. Kapısını araladığı odanın kime veya kimlere ait olduğunu bilemediğinden kafasını temkinli bir şekilde odadan içeriye uzatan Feride, dinlediği sessizliği şansı olarak kabul edip boş olan odadan içeri girdi.

Meraklı gözlerle odayı izleyen Feride, ortada ki devasa büyük masanın üzerinde ki kağıt yığınlarına bakarken nerede olduğu kestirmeye çalışıyordu. Etrafta ki dağınıklık kaşlarını çattmasına sebep olurken elini masada ki parşömenlerden birine atan Feride, üzerinde değişik çizimler olan kağıdı hala çatık duran kaşları ile incelemeye başladı.

Değişik çizimleri sahip onlarca parşömen arasından bir yenisini daha eline alan Feride, odanın sahibinin bir mucit olabileceğini düşündü. Başka türlü bu buluşların bir açıklaması olamazdı. Elbette ki bir telefon, bir internet değildi bu kağıtlarda yazanlar ama yılına göre oldukça meşakatli formüller olduğunu da inkar edemezdi.

Baktığı kağıtlara bir yenisini daha eklerken bu seferde bir takvim planını eline almıştı. Elinde ki takvimin hangi döneme ait olduğunu öğrenmek istercesine bakınan Feride, kapının arkasından gelen boğuk seslerle korkudan elinde ki kağıt yığınlarını bir bir yere düşürdü.

Yere düşen kağıtları toplamaya dahi fırsat bulamadan saklanmak için bir yer arayışına girerken, vücudu korkuyla titremeye başlamıştı bile. Burada yakalanınca abana kendisine ne olurdu? Feride'nin damarlarından akan kan adrenalin etkisiyle daha bir kaynarken duyduğu ağır kapı sesiyle kendisini odada ki kitaplıklardan birinin arkasına atan Feride, avucunun içiylede ağzını kapamayı unutmadı.

Refleksle yaptığı bir şey olsa da işini sağlama almak güzeldi. Allah korusun bu sessiz odada nefes sesi bile duyurlurdu. Odanın büyüklüğü ve dağınıklığı Feride'yi saklayabilecek kadar yeterliydi ama yine de olduğu yerde büzüle bildiği kadar büzülen Feride, dua ediyordu ki yakalanmasın.

Şansı ondan yanaydı ki oda fazlasıyla dağınıktı ve bu dağınıklık Feride'nin saklanması için olanak sağlıyordu. Odaya giren ayak seslerinin birden fazla olması kendisini iyice endişelendirirken nefes alışverişleri hızlandı. Feride, korkudan tabiri yerindeyse üç buçuk atarken duyduğu tanıdık ses ile gözleri yerinden fırlayacak kadar büyüdü.

Hay Allah! Feride'nin nasibine...

"Bir hal çaresi olmalı gardaşım, böyle bir kötülüğü kim ede ki?"

Tuğtekin!

Feride, bu dağ ayısının kendisini bırakıp gittiğini düşünürken simdi gizlice girdiği oda da olması Allah'ın işi değil de neydi? Kafasını saklandığı kitapçılığın ardından çıkarıp oda da ki kalabalığı seyre dalan Feride, bu kadar adamın toplana toplana kendi girdiği oda da olmasına inanamıyordu.

Feride, delibaşın haricinde beş adam daha sayarken kafasını yeniden kitaplığın arkasına çekerek sırtını tahta raflara dayadı. İçeride ki iki adamın kendileri ile gelen askerlerden olduğunu biliyordu ama sıkıntı şu ki yanlarında ki diğer askerleri tanımıyordu ama üzerlerindeki giyisi Feride'nin hafızasında yer edindiğinden onların kim olduğunu hemen anımsadı.

Kırmızı, krem kıyafetleri, kılıçları ve bir tura edasıyla üzerinde taşıdıkları boyunlukları onların kim olduğunu açık saçık ele veriyordu.

Osmanlının bekçileri, yeniçeriler!

"Hele az sakin olasın Tuğtekin, el birliğiylen bulacağız o kefereleri!"

"Benim yanımda sultanın canına kastettiler Ahmed, diyesin hele nasıl sakin olayım!"

"Bu kanı bozukları bilirsin, şeytana papucunu ters giydirirler Tuğtekin, kendini suçlamanın yeri değildir. Şimdi ne yapacağız onu düşünelim."

"Haklısın gardaşım, pek haklısın."

Feride, saklandığı yerde gizlice konuşmaları dinlerken onların burada ne için toplandıklarını da anlamış bulundu. Sultanı öldürmeye kalkanları bulmak için buradaydılar. Tuğtekin'in, bu durum için kendisini suçlu hissettiğini bilmediği için buna şaşıran Feride, onun için üzülmeden de edemedi. Neticede tüm bu olanlar onun suçu değildi ve kendisini sorumlu hissetmesi üzücü bir durumdu. Ne derler bilirsiniz; ölmüşle olmuşa çare yoktur.

Feride, sessiz bir şekilde konuşmaları dinlemeye devam edereken Tuğtekin'in
"Konuştu mu o soysuz, Akbay" değişiyle kulaklarını dört açarak dinlemeye devam etti. Sultana saldıran adamı yakalamış olmalıydılar.

"Hala ben bir şey bilmem, emir aldım diye diretir beyim."

"Soysuz kefere! Bir de benim elime verin şunu da bakayım nasıl bilmiyormuş."

Ahmed denen adam resmen kükreyerek konuşurken Feride, korkuyla yerine biraz daha sindi. Burada bir hainden bahsederlerken yakalanması hiç iyi olmazdı. Kafadan hain çıkardı ve Tuğtekin'de kendisini o fırsat kolladığı hançeriyle doğrardı.

Feride, iç sesinin haklılığıyla kendi kendine kafasını sallarken olduğu yere iyice gömüldü. Hadi belki Tuğtekin kendisini tanıdığı için bu olayın üstünü örterdi peki ya yeniçeriler, onlar Feride'ye ne yapardı. Kellesini mi alırlardı yoksa zindanlarda mı çürütürlerdi.

"Ferinşah'ın adamları olamaz mı bu itler beyim?"

"Bende öyle düşünürüm Gürbay! Ondan başka buna cesaret edecek soysuz yoktur bu topraklarda."

"Ne edelim peki beyim, peşlerine düşelim mi?"

"Az sabırlı olalım derim Delibaş!Nitekim onlar elimizde bir adamlarının olduklarının bilincindedirler. Bizden karşılık beklerler."

"Ahmed haklı der, az sabır edelim. Bu soysuz Ferinşah geride adam bırakmaz bilirsiniz, elbet inimize girecek."

"Emrin olur beyim lakin bu kefere sarayda olduğu müddet buraya giremezler."

"Akbay haklı Delibaş!"

"Temirbay'a haber salın hemen buraya gelsin!"

"Emrin olur beyim."

Deliler askerleri, beylerinden aldıkları emir ile odayı terk ederken Feride hemen dua etmeye başladı, diğerlerininde gitmesi için!

"Hayde gardaşım, bizde çıkalım."

"Sen get gardaşım, benim burada biraz daha işim vardır."

"Hayırdır Tuğtekin, burada ne edeceksin?"

"Çelebiyi bekleyeceğim bir durum yoktur."

"Eyvallah gardaşım."

"Eyvallah."

Feride, yeniçerilerden kurtulduğu için şükür ederken bu dağ ayısının neden hala burada durduğunu anlayamıyordu.

Gitsene be adam!

Kendi içinde ettiği duaları devam ettiren Feride, kulağını tırmayalan sesle dişlerini sıkarken, Tuğtekin'in sürüklediği tabureyi tam da saklandığı kitaplığın önüne çekerek arkası kendisine dönük bir şekilde oturmasına hayret etti. Feride, etrafta ki sessizliğin ve Tuğtekin'in oldukça bilinçli bir şekilde tam da saklandığı kitaplığın önüne oturmasından pekte tesadüfü bir şeyler olmadığını anlamıştı ki "Daha ne kadar orada saklanacaksın küçük fare" diyerek kendisine atıfta bulunan adamla hayretler içine düştü.

Burada olduğunu biliyordu....

Feride, artık saklanmanın bir faydası olmadığının bilincinde kitaplığın arkasından çıkarken elleri elbisesinin eteklerine gitmişti. Sakin olmalıydı, sakin olup bu asabi adamın huyuna gitmeliydi ki belinde ki hançer bir kez daha meydana çıkmasın. Feride, halasında ve eniştesinde oldukça işe yaşayan o tatlı gülümsemesini yüzüne eklerken hain iç sesi "ama o senin, halan veya pamuk enişten değil Feridecik" diyerek kendisini bir kez daha korkuttu.

Neden bu odaya girdiğini o anlık korkuyla unutan Feride, saçma bir şekilde "Vay be! Burası ne kadar büyük ve güzel bir yermiş" diyerek direk Tuğtekin'in karşına çıkarken sevimli tavırlar sürdürmeye çalışıyordu ama bunda ne kadar başarılı sayılırdı orası muamma!

Feride, Tuğtekin'in o heybetli bedeniyle oturduğu küçük sandalyenin önüne gelirken yüzünde ki ifadeyi sabit tutmaya çalışıyordu ama bu çok zordu. Hele ki bu koca adam kendisini öldürmek istercesine bakarken.

"Otur bakalım tarla faresi."

Sözleriyle eş zamanlı olarak ayağıyla yanında duran tabureyi kendi önüne doğru iterken, Feride bir ona bir de önüne gelen tabureye bakıyordu. En iyisi dediğini yapmaktı yoksa o güzel boynu bu odadan omuzları üzerinde çıkamayacaktı. Feride, ağır bir şekilde tahta tabureye otururken elleri hala elbisesinin eteklerini sıkmakla meşguldü ve aklında sadece şu sorular dolanıp duruyordu.

Acaba hançeri neredeydi? Masada duran kalem işine yarar mıydı veyahut gaz lambası?

"Anlatmaya başlayacak mısın yoksa daha bekleyeyim mi?"

Bu soru karşısın da iyice mala bağlayan Feride "Acaba hayat döngümü anlatsam dinler miydi" diye saçma bir soru düşünürken hemen ardından ekledi "Dinlemezdi!"

"Ne anlatayım?" Feride, oldukça saçma bir soruyla karşısında ki sabırsız adama cevap verirken onun yüzünden ki tebessümün pekte hayra alamet olmadığını çoktan anlamıştı. Kollarını göğsünde birleştirirken ortaya çıkan pazuları ise cabasıydı! Kendisine vurmazdı değil mi? Tuğtekin, Feride'nin içinde yaşadığı kasırgadan habersiz bacaklarını oturduğu sandalyenin alt kısmına atıp üst üste koyarken bu rahat tavrı nedensizce Feride'yi daha da tedirgin ediyordu.

"Burada ne işin var hatun! Ben seni en son Kıratlı'ya teslim etmedim mi?"

Ettin, ettin! Boyu devrilesice, bir de ne güzel anlatıyor ya!

"Evet ettin ve bende saraya girdim bundan sanane!"

Feride, en son sakin olacağından bahsetmişti değil mi? Adamın huyuna gidecekti, sözde!

"Feride!"

"Ne Feride ya! Ben de bir saray erbabı olduğuma göre bu bana sarayı gezme hakkını pek tabi verir. Bende de bu hakkımı kullanıyorum ne var."

"Haa! Diyorsun ki ben sarayda at koştururum lakin kimse de bana karışamaz."

"Aynen öyle diyorum!"

Feride, bir türlü mukayyet olamadığı diliyle gene iş başına geçerken Tuğtekin'in meydan okuyan bakışları kendisine cesaret veriyordu ama bu cesareti onun ayağa kalkıp arkasına geçmesi ile son buldu.

Öldürecek seni Feride kaç!

"Shut up!"

Feride, iç sesine karşılık verdiğini çok geç fark ederken korkudan ne dediğini bilemiyordu. Zira Tuğtekin'in arkasında dolanıp, sinsi sinsi kendisine yaklaşması düşünme yetesini kısıtlıyordu.

"Peki bu girdiğin oda, padişahımızın en has adamının odası olsa, üstelik bütün harp planları burada yapılsa sence sana ne olur?"

"N-ne o-olur?"

Ayağıyla oturduğu taburenin ayaklarına vurup hızla geri çekilen Tuğtekin, Feride'yi hançeri ile değilde korkudan öldürecekti.

"Boynuna ilmeği dolarlar Feride!"

"Ben bir şey yapmadım, duymadım da!"

"Acemi bir yalancı! Bizi dinlediğini biliyorum."

"E-evet ama konuştuklarınız bir devlet sırrı değildi neticede!"

"Yanılıyorsun tam da bir devlet meselesiydi. İçinde sultanımızın ve padişahımızın ismi geçen her konuşma bir devlet meselesidir!"

"Ama benden zarar gelmez ki."

Tuğtekin, kadının son sözleri üzerine gülmemek için kendini zor tuttu. O cazgır kadın gitmiş yerine korkak aynı zamanda sevimli bir kız çocuğu gelmiş gibiydi. Ayrıca söylediklerine böyle körü körüne inanması ise ayrı bir eğlence sebebiydi.

Bu yabancı kadının hakkında bugün keşfettiği bir bilgi onun gününü oldukça eğlenceli geçirmesine sebep oluyordu. Feride, onun ağzından çıkan her kelimeye sorgusuz sualsiz inanıyordu ve bir şey daha vardı o da genç kadının oldukça tuhaf bir kişiliğinin olması. Yeri geldiğinde dediğim dedik ve oldukça asabi oluyordu ama korktuğu zamanlar korunmaya muhtaç bir kedi gibi arkasına saklanmayı da iyi biliyordu.

Tuğtekin, onun bu hallerine bazen anlam veremiyordu. Kimdi bu kadın! Hangisi gerçek Feridey'di. Dik başlı, hırçın ve gözü kara olan mı yoksa bir yavru kedi gibi mırıldanıp duran karşında ki kadın mı? Tuğtekin bu kadını gerçekten anlayamıyordu ama biraz daha onunla eğlense hiç fena olmazdı.

"Bunu elinde bıçakla sultanın boğazını kesen kadın mı söylüyor!"

"Ben onu tedavi ettim!"

İşte hırçın kız geri gelmişti!

"Bu onu kesip biçmediğin anlamına gelmez."

"Senin gibi birine bunları neden anlatıyorum ki!"

Gene hırçınlaşıp kendisini korumaya alan kadın bir hışımla oturduğu sandalyeden kalkarken, Tuğtekin'in onun elbisesinin eteklerine bastığından bir haberdi. Genç adam, ayağa kalkar kalmaz ileriye doğru sekteleyip yere kapanmakta olan kadını tutmak istedi istemesine ama fazlasıyla geç kalmıştı.

Her zaman övündüğü o refleksleri bu kadının karşısında işe yaramamıştı! Feride'nin yüz üstü yere düşmesiyle ciyak ciyak bağırması bir olurken, Tuğtekin hala bu kadar yakınında olan kadını neden tutamadığının hesaplamasını yapıyordu.

Bir aslanın avını izlemesi gibi her daim açıktı onun algıları ama fark ettiği bu ufak ayrıntı kafasını karıştırmıştı işte!Yine aynısı olmuştu, bu kadın yanına yaklaşınca sanki birileri algılarını kapatıyordu.

Pantiki'de de böyle olmuştu. Sultanın yanında onu korumak için vazifelendirilmişken içeriye giren Feride'yi görmüştü, tüm dikkati kızın üzerindeyken havaya kalkan kılıcı çok geç görmüş ve müdahale edememişti. Şimdi de aynısı olmuştu, hemen dibinde olmasına rağmen düşmesine
engel olamamıştı.

Refleksleri bu kadının yanında adete köreliyordu buna artık emindi. Feride, söylene söylene düştüğü yerden kalkerken Tuğtekin'in yaptığı tek şey onu izlemekti.

"Dağ ayısı!"

İşte gene söylemişti! Geldiğinden bu yana kendisine aynı mahlasla seslenen bu çatlak kadın gerçek anlamda Tuğtekin'in ayarlarıyla oynuyordu. Sırf bu yüzden onu sarayda bırakmak istiyordu ama burada kaldığı müddetçe o çatlak halleriyle kendisini etbet belli edecekti.

Bugün değilse yarın bu kadının başka bir diyardan geldiği anlaşılacaktı ve onu buraya kendisi getirdiği içinde bütün sorumluluk ona yüklenecekti.
Başta sadece tepkisini ölçmek için onu burada bırakacağını söylemişti biraz eğlenmek istemişti ama bu çatlak kadının sorgusuz sualsiz bunu kabul etmesiyle bir şeyler kafasını kurcalamaya başlamıştı.

Zaten saraya geleceklerini söylediğinde de gözleri parlamıştı, çok sonradan kafasında ki tilkiler olayı kavramıştı Tuğtekin'in, bu kız evine buradan döneceğine inanmıştı sırf bu yüzden sarayda kalmak istiyordu ama Tuğtekin'in artık buna bir son vermesi gerekiyordu. Bu çatlak kadın geri dönemeyeceğinin farkına varmalıydı artık.

Bildiği gerçekleri anlatmanın artık tam vaktiydi yoksa bu deli kadın kendini buralarda öldürütecekti.

"Bunları sadece bir kez anlatacağım, kulağını aç ve beni iyi dinle sonra da kır dizini otur oturduğun yerde!"

🌙

Pandiki; 14.yy'da Pendik!

Bir kaç gün içinde instagramda canlı yayın açacağım. Yeni fantastik hikayem için bir yayın olacak bu, bilgilendirme için instagram adresim @mihrininbahcesi 'ni takipte kalın Güneşlerim 🥰☀️💚

 

Loading...
0%