@mihrininbahcesi
|
Yeni hikayem MÜRDÜM ELÇİLERİ'ne göz atmayı unutmayın:) Keyifli okumalar...
"İnsanın kanadı, gayrettir." Feride, su dolu demir tası her başından aşağıya yuvarladığında zihninde bir olayı yaşattı. Sanki yaşadığı anıları tekrar tekrar düşününce bir çıkış yolu bulacakmış gibi! Su dolu kap başından akıp vücudunu arındırırken beyni patlamak üzereydi. Neredeyse bir ay olacaktı, koskoca bir ay ve Feride, bu zaman içinde aklında ki hiçbir soruya cevap alamamıştı ama biliyordu ki biri vardı, tıpkı kendisi gibi buraya mahkum biri! Tabi Feride onun hakkında da hiçbir şey bilmiyordu! Her zaman hislerine güvenen biri olan Feride, nedense bu saraydan hiçbir şey çıkmayacağın farkında gibiydi. Burası boştu, aradığı geçit veya kapı burada yoktu. Tuhaf ama bunu hissediyordu. Bir de Tuğtekin vardı, çok saçma biliyordu ama sanki o adam kendisine burada çıkış yolu filan yok dese inanıp peşine takılacak gibiydi ama neden? Bu yanlıştı, evet Feride bunun farkındaydı ama yine de bir şeyler kendisini onda ki sorulara çekiyordu. Tuğtekin veya diğerleri onun buraya nasıl ve neden geldiğini bilmiyor gibiydiler ama burada nasıl yaşaması gerektiğini de yine en iyi onlar biliyordu. Bir de Sinan mevzusu vardı, herkesin bildiği ama kendisinin hiçbir şey bilmediği. Neden Feride, kendisini bu kadar yıpratırken onlar hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranıyorlardı. Belki de yanlış yoldaydı. Saraya gelmek yerine o adamın peşine düşmeliydi. Kendisi gibi bu topraklara mahkum olan o adamın! Saraya giden uzun ve engebeli yolu aşmak yerine köyde kalıp Mara'yı konuşturmanın bir yolunu bulmalıydı. Onun hassas karnının Sinan olduğunu zaten öğrenmişti ve bunun üzerine oynayıp sonuçlara daha çabuk ulaşabilirdi ama Feride, her zaman ki gibi uzun yolu tercih edip saraya gelmeyi akıl edebilmişti. Ne büyük yanlış ama! Neden kolay yolu düşünmek yerine buraya gelmişti ki zaten! Bu koca saray onun geldiği yer değildi, düşüp kaldığı o köşeyi bulmak ise imkansızdı! Hadi buldu diyelim belki de o cam obje olmadan dönemeyecekti. Feride, daha fazla düşünmek istemezcesine kafasını iki yana sallarken yorulmuştu. Beyninde dönen binbir bilimkurgu sahnelerine kendisi bile yetişemiyordu. Ne yapmalıydı? Bilinç altı kendisi ile dalga geçercesine zihnini sulandırmaya devam ederken elinde sıkı sıkıya tuttuğu demir tası bir sinirle karşısındaki mermer duvarla buluşturan Feride, bu lanet yerde ne halt yediğini düşündü. Sarayda ne işi vardı ki! Çıkardığı gürültü sayesinde içeriye giren kıza ters ters bakan Feride, bir şey yok dercesine kafasını sallarken oturduğu mermer divandan kalkıp üzerinde ki minik peştemale sıkıca sarıldı. Bu kadar hamam keyfi yeterdi! Hamamın ufak kapısından çıkıp kuru bir odaya geçen Feride, peşinde dolanıp duran kadından sıkıldığı için oflayarak arkasını dönmüştü ki kadının kendisine çarpıp geri sendelemesiyle mahçup bir tavırla ona doğru uzandı. "Özür dilerim, sen iyi misin?" "Bir mahsuru yoktur, siz şöyle geçesiniz hele ben size elbiselerinizi getireyim." Genç kadın kendisinin cevap vermesine dahi fırsat tanımadan odadan çıkarken, Feride boş bulduğu bir yere oturdu ve hemen yanı başında duran altın görünümlü tepside ki tarağa uzandı. Uzun süredir tarak görmemiş saçlarını açmaya çabalarken canının bu kadar yanacağını tahmin edememişti. Kuş yuvasına dönmüş saçlarına sinirlenen Feride, daha bir hırsla saçlarına asılırken yaptığı aptallığı gözlerinin dolması ile ödedi. Daha fazla bu acıya katlanmak istemezcesine hırsla tarağı eski yerine bırakırken yanına konulan temiz giyisilerle oraya döndü. Yardımcı kız geri dönmüştü, tarak ile kendi saçları arasında mekik dokuduğu saniyeleri es geçip altın tepsiye uzanması ile Feride itiraz etmek için hazırlandı ama kız ondan erken davranıp tarağıda alarak arkasına geçmişti bile. "İzin verin lütfen." Tarak saçları ile buluşurken Feride hiç ses etmedi ama hazırlıklı olduğu ağrı için gözlerini sımsıkı kapatıp dişlerini sıktı. Fakat beklenen ağrı kendisini hiç bulmadı çünkü genç kız tıpkı halası gibi saç diplerine eliyle baskı yaparak tarıyordu saçlarını. Saçlarına değen usul usul darbeler ile anlamlı bir şekilde iç çeken Feride, evini özlemişti, ailesini özlemişti ve arkadaşlarını özlemişti. Zaten ağlamak için yer arayan engebeli ruh hali çeşmeleri sonuna kadar açarken eliyle ağzını kapatarak hıçkırıklarına mani olmaya çalıştı ama çok geçti çünkü arkasında ki kadın çoktan ağladığının farkına varmıştı. "Canınızı mı ağrıttım?" Feride, telaşlı bir şekilde önüne gelen kıza zorda olsa tebessüm ederken "Hayır, sadece zor bir gündü" demekle yetindi. Akmaya devam yaşları bir çırpıda silen Feride, kızın da kendisine tebessüm etmesi ile büyük bir aydınlanma yaşadı. Bu kız birine çok benziyordu, hem de yakınen tanıdığı birine! Bu kız Ümmü'ye benziyordu! En yakın arkadaşına... Yanaklarında ki iki derin çukur ve mavinin en güzel tonlarına sahip gözleri olmasa bu kıza Ümmü diyebilirdi. Benzerliklerini bu kadar geç fark etmesini üzerinde ki ağırlıklara verirken hala şaşkındı. "Adın neydi senin?" "Hüma'dır hanımım!" Feride, elini genç kıza doğru uzatıp "Memnun oldum Hüma, bende Feride" derken Hüma'nın tuhaf bakışları tıpkı diğerleri gibi üzerinde gezindi. Onun elini tutmadığı her saniye havada duran kolunu sallayan Feride, artık kan akışının durduğuna emin olmuştu. Acaba Hüma tokalaşmayı bilmiyor olabilir miydi? Feride, kızın elini tutmayacağına emin olarak kendisini geri çekerken, Hüma başını önüne eğip reverans yaparak geri çekilmişti. Onun bu tavrı karşısında başını olumsuz anlamda sallarken kendisine gösterilen bu ilgiye alışamıyordu. "Size giyinmeniz için yardım edeyim." "Bana mı?" Zavallı Feride, şaşkın şaşkın parmağı ile kendisini gösterirken Ümmü'nün yan sanayisi gülümseyerek elini yanında duran elbiselerine atmıştı bile. Ciddi ciddi kendisini giydirecekti! Hüma'nın elinde ki içlikle kendisine yaklaşmasıyla peştemaline sıkı sıkıya sarılan Feride "Buna gerek yok, sen çık ben hallederim" diyerek kızdan kurtulmaya çalıştı. "Ama ha-" Hüma'nın ısrarcı tavrını sürdürmemesi için araya atlayan Feride "Ben böyle şeylere alışık değilim, lütfen" diyerek daha nazik bir tavır takınırken yan sanayi yardımcısı bu sefer kendisine karşı çıkmayıp az evvel ki gibi reverans yaparak yanından ayrılmıştı. Feride, rahat bir nefes alarak oturduğu tahta sedirden kalkarken kendisi için bırakılmış kat kat kıyafetleri birbir giyindi. Siyahın en asil tonlarını üzerinde taşırken bir kez daha yaz kadına olduğuna içerledi. Oldum olası lahana gibi kat kat giyinmeyi sevmezdi ki Feride, kışın bile! Ama bir de şimdi gelip görün. Giydiği elbiselerin tam olarak üzerine oturmasıyla kalınlığını görmezden gelerek hamamın sıcak odasından ayrılıp kendisini altın varaklı koridorlara atan Feride, tam da beklediği gibi Ümmü'nün yan sanayisini hemen kapının eşiğinde buldu. "Size odanıza kadar eşlik edeyim Feride hatun!" Hüma'nın bu teklifi karşısında elbisesinin kalın eteklerine asılan Feride, ona doğru dönerek "Sarayı gezmemin bir sakıncası var mı" diye sorup odasına gitmek istemediğini belirtti. "Yoktur elbet, buyurasınız ben size eşlik ederim." "Ben tek başıma gezmeyi tercih ederim." "Ama nasıl olu-" "Her dediğime böyle karşı çıkmak zorunda mısın Hüma?" Feride'nin isyankar tavrı karşısında başını utançla önüne eğen Hüma ister istemez kendisini sıkıntıya sokmuştu. Evet, biraz fazla hırçın davranıyordu ama onunda kendince haklı sebepleri vardı. Bir insan her gününü geçmişe giderek yaşamıyordu sonuçta, bilmediği bir yerde hatta bilmediği bir evrende ister istemez diken üstünde duruyordu ve bu haliyle ruh haline yansıyordu. Yoksa Feride, bile isteye kimseyi incitmek istemezdi. "Siz nasıl isterseniz lakin izin verirseniz sizi avluda beklemek isterim." Feride, aldığı cevaptan memnun bir şekilde Hüma'nın yanından ayrılırken bulduğu ilk koridordan içeriye girdi. Bu koca sarayı bir başına gezmek daha zevkli olacak gibiydi. Yanında Hüma olsaydı eğer kafasına göre her deliğe giremezdi ve bu da düşünmesi için kendisine fırsat vermeyeceği anlamına geliyordu ki bu Feride için iyi bir seçenek değildi. Taş koridorların arasında bir o yana bir bu yana dolanırken uzaktan yankılanan tanıdık bir ses dikkatini çekmişti. Feride, meraklı bir şekilde eteklerini toplayarak koşar adım gelen seslere yaklaşırken yeni bir koridora girmek üzereydi ki gördüğü bedenlerle hızla geri çekilmek zorunda kaldı. Taş duvarların arkasında kendisine yer bulurken kulağını koridora doğru uzatarak konuşulanları dinlemeye koyuldu. Evet, biliyordu yaptığı şey çok yanlıştı ama burada edindiği her mühimmat onun için oldukça önemliydi. Resmen hayat memat meselesi idi! Delibaşı Tuğtekin'in, dar koridorlarda bir kadın ile baş başa konuştuğunu gören Feride, kendisine bu konuşmaya kulak misafiri olmak için bahaneler düzerken oldukça sessiz olmaya özen gösteriyordu. Ne kadar zorlarsa zorlasın bu mesafeden hiçbir şey duyamayan Feride, kadının büyük büyük hareketler konuşmasından onların hararetli bir konu içinde olduklarını anlarken acaba daha yakına mı gitmeliydi diye düşünmeden edemiyordu. Ona neyse? Feride, iç sesinin şehvetli fikirlerine kulak kabartıp olduğu yerden biraz daha ileriye kayarken gördüklerine inanamıyordu. O kadın, dağ ayısına kur mu yapıyordu yoksa kendisi mi yanlış görüyordu. Yok yok yanlış filan görmüyordu, bildiğin sarayın ortasında cilveleşiyorlardı. Kadının işveleri, cilveleri Feride'nin kulağını büyütürken içinde ki şeytana uymamak için kendisini zor tutuyordu. Kulağına, kulağına üfleyen şeytan diyordu ki; çık meydana, zina var diye bağır. Bu sayede hem nezaketsiz dağ ayısından hemde şu ateşli cariyerden kurtul! Feride, boynundan feragat edercesine ikiliyi izlemeye devam ederken ensesinde duyduğu nefes sesleri ile adeta küçük dilini yuttu. Arkasında birilerinin olduğunu biliyordu bilmesine lakin dönmeye cesareti yoktu. Sert bir şekilde yutkunup kime yakalandığını görmek için başını arkaya çevirirken duvarın arkasına saklanmayı akıl edemeyen Feride'nin şuan ki sorunu bu değildi çünkü genç bir adam tıpkı kendisi gibi boynunu duvarın arkasından uzatmış az ileride flörtleşen ikiliyi izliyordu. Adama yakalanmasına mı yoksa onun üzerine doğru eğilmiş olmasına mı şaşırsa bilemeyen Feride, ayaklarına takılarak yeri boylarkan mabadının ağrısından ağzından ufak bir çığlık kaçırıvermişti! İşte şimdi hapı yutmuştu, gözleri korkuyla koridora kayarken Tuğtekin'in kendisine döndüğünü gören Feride, korkuyla bakışlarını ondan çekerek önünde yalı kazığı gibi dikilmiş olan adam döndü dönmesine ama gene de dağ ayısın gazabından kurtulamadı, zira şuan da tam arkasında kükremek ile meşguldü. "Feride!" Veladdalin amin! Buyrun cenaze namazına! Kendisini ikinci kez dinlediğini öğrenen bir adet Tuğtekin acaba Feride'ye ne yapardı? Önünde geçen iki adet çizmenin sahibi tam karşısında dikilirken Feride'nin resmen dili damağı kurumuştu. Şimdi nasıl hir bahane uyduracaktı ki! "Nedir bu haliniz?" Feride, Tuğtekin'in sorusuyla başını yukarıya doğru kaldırırken yakalanmasına sebep olan adam pişkince "Beyim kusuruma bakmayısın bu hatun gizliden se-" demişti ki hızla araya girerek onun kendisini ispiyonlamasına engel olmuştu. Tabi biraz cangır bir şekilde! "Sus be!" Düştüğü yerden mazlum bir ifade ile kalkarken az önce ki mahalle ağzını unutturmaya çalışan Feride, ateşli cariyeyi uzaklaştırarak Tuğtekin'in yanına geçerek acitasyon yolundan ilerlemeyi akıl etti, yoksa kimse onu delibaşın gazabından kurtaramazdı. "Bu manyak herif arkamdan gizlice yaklaşıp telefon sapığı gibi nefesini kulağıma üfledi, bende o korkuyla düşüverdim." Tuğtekin, bir kendisine bir de yakalanmasına sebep olan mandaya bakınırken, Feride nefesini tutmuş onun yalanına inanmasını bekledi. "Peki senin burada ne işin vardır Feride hatun?" Ya Feride burada üstü kapalı bir şekilde bu adam beni taciz etti diye bağırıyordu ama dağ ayısı kılıklı şahıs kalkmış "Senin burada ne işin var" diyordu. Aksine Tuğtekin'in burada yanında ki manda kılıklı herife esip gürlemesi gerekiyordu ki Feride'de firsattan istifade buradan kaçıversin ama bunların hiçbiri olmadı şimdi kendisinin başka bir bahane bulması gerekiyordu. Çalıştır saksıyı Feride! "Şey.... Beni sultanımız çağırdı. Evet evet Çiçek sultan çağırdı, bende ona giderken yolu karıştırdım kendimi burda buldum." Çarpılacan Feride çarpılacan! "Ne dersin sen hatun! Sultanımız seni mi görmek ister?" Ateşli cariye kıskançlıktan çatlaya çatlaya kendisine bu sözleri sarf ederken Feride, sultanın özel olarak kendisi ile ilgilendiğini bas bas yüzüne bağırmak istiyordu da ortam uygun değildi. "Evet!" Tuğtekin, yalanlarına kanmış bir şekilde gözlerini üzerinden çekince rahat bir nefes aldı. Bu sırada yakalanmasına sebep olan manda bir kaç adım öne gelerek "Beyin müsaden olursa ben artık gideyim" diyip kendisinin yanında duran adamı selamladı. "Gidesin Musa gidesin! Daha sonra bu mevzuyu konuşacağız." Musa, denen manda kendisini ispiyonlamadan selam verip giderken Feride, içine düştüğü durumdan ölesiye utandı. Adamı resmen tacizci gibi gösterip kendi ayıbını örtmeye çalışmıştı lakin onun aksine o genç adam kendisini gambazlamadan yanlarından ayrılmıştı. Musa'nın gitmesi ile yalnız başına kalan üçlü birbirlerine bakıp duruyorlardı. Feride, Tuğtekin'in tuhaf bakışlarının yeniden üzerinde olmasından rahatsızlık duyarken çaktırmadan geri geri gitmeye çabalıyordu. Zira biraz daha burada kalacak olursa delibaş onu kıtır kıtır doğruyacak gibiydi. Sonuçta adamın sansasyonel aşk hayatının içine pat diye dalmıştı daha doğrusu Musa ile birlikte dalmışlardı. Keşke Musa giderken yanından kendisinide götürseymiş! Feride, ateşli cariyenin yeniden Tuğtekin'e sokulmaya çalışması ile gözlerini devirirken ağzından peh diye bir nida çıkıvermişti ve bu da dağ ayısının dikkatinden elbette ki kaçmamıştı. "Bir sorun mu vardır Feride hatun?" Kendisine sorduğu soruyla bakışlarını ikilinin üzerine yeniden sabitleyen Feride, Tuğtekin'in ateşli cariyeden uzaklaşma çabasını görmezden gelirken çenesine hakim olamadı. "Sizde yok mudur Tuğtekin beyim." Kaşıyla gözüyle hatta her bir mimiği ile adamın yanında ki kadını gözleri ile oyan Feride, niyetini açık saçık belli ederken Tuğtekin'in gözlerinden kendisinin ima ettiği şeyi anladığını hemen anladı. Yoksa bu ateş yollayan bakışlarının başka açıklaması olamazdı. "Hatun!" Welcom to dağ ayısı! Tuğtekin'in, resmen tehdit kokan sesiyle fazla ileri gittiğini fark eden Feride, geri vites yapıp mazlum bir tavıra bürünürken tutamadığı çenesine lanet etti. Ona neyse adamın aşk hayatından! Üzerinde olan bakışlardan kurtulmak adına siyah elbisenin eteklerine asılan Feride, "O zaman Behlül kaçar" gibi klasikleşmiş bir cümle kurup ardında bakmadan kaçarken arkasında bıraktığı şaşkın bakışlardan habersizdi. Koridorları bir bir aşıp sonunda bahçeye ulaşan Feride nefes nefes etrafına bakınırken Hüma'yı buralarda bulmayı umdu ama hayalleri cumburlop suya düştü. Kendisini burada bekleyeceğini söyleyen kız ortalarda yoktu. Feride, eteklerini kaldırmış koca avluda kendisinin emanet edildiği kızı ararkan arkasında duyduğu sesle resmen yerinde zıpladı. "Naber yeni!" Feride, korkudan gümbür gümbür atan kalbiyle arkasını dönerken karşısında allı pullu bir adam görmeyi beklemiyordu. Adamın hali, tavrı hatta giyim tarzı bile ben soyluyum diye bağırıyordu, hele o boyu kadar kavuğuna diyecek lafi bile yoktu. Feride, bir kez daha pot kırmamak adına her halinden soylu olduğu belli olan adamın önünde revarans yapacaktı ki köşeli jetonu şangur, şungur ses çıkararak yerine oturdu. "Naber mi?" Önünde kasım kasım kasılan genç adam ellerini arkasında birleştirerek üzerine doğru eğilirken "Feride'ydi değil mi" diyerek kendisini bir kez daha şaşırtmayı başardı. Adını da biliyordu!!! Feride'nin minik elleri şaşkınlıkla ağzına giderken olanlara inanamıyordu, hatta neye şasıracağını da bilemiyordu. Bu soylu adamın adını bildiğine mi şaşırsa yoksa kendisi ile 21.yy türkçesi ile konuştuğuna mı? Şaşkınlığı sesine yansımış bir şekilde konuşmaya çabalarken kekelemekten başka bir şey yapmamıştı ama kendisini az da olsa ifade ettiğine inanıyordu. "S-s-sen de k-kimsin?" O da kim? Sizce kim?
******** Bölümü nasıl buldunuz? Feride, Tuğtekin'i mi kıskanıyor? Ayırca Tuğtekin'e hanginiz "Tu" lakabını taktı hemen ortaya çıksın yoksa bu dağ ayısı bu sefer bana saracak. Ayrıca koskocaman deluler ocağının baş askerine, Delibaşına "Tu" denir mi canım adamda haklı.
|
0% |