@mihrininbahcesi
|
S-s-sen de k-kimsin?" Sırıtmaktan yüz kasları gevşeyen adam hala kendisine bakmayı sürdürürken, Feride onun kim olduğunu anlamıştı. Bu adam daha bu sabah tanışmayı istediği kişinin ta kendisiydi! Ona doğru bir adım atıp aralarında ki mesafeyi kapatmak isteyen Feride, aralarına giren başka bir bedenin sırtına çarparken istemsiz bir şekilde gerilemek zorunda kaldı. Deri kokan bedeninden onun kim olduğunu hemen anlayan Feride, arkasını dönüp ölüm kokan gözlerini üzerine sabitlemesi ile sertçe yutkundu. Resmen durduğu yerden Tuğtekin'i gene sinirlendirmiş bulunuyordu. Ama onun hiçbir suçu yoktu ki! "Sene gene buralarda ne edersin hatun? Yerinde durmayı bilmezsin!" Tuğtekin'in sinirli sesiyle bir adım geri çekilen Feride, onun önünde dikilmesi ile arkasında ki adamı göremezken "O Sinan mı" diye sormadan edemedi. Feride, Tuğtekin'den bir cevap beklerken onun içinden çıkan dağ ayısı kolunu bir mengene misali sararak kendisini sürüklemeye başlamıştı. Feride, ardında bıraktığı adama doğru gitmek için kendisini hırpalarken her türlü yolu deniyordu. Kendisini sürükleyen adamın sırtına yumruklar atıyordu, deri bir kaplama ile sıkı sıkıya sarılmış bileğini ısırıp kendisini bıraksın diye çabalıyordu ama Tuğtekin'i hiçbir şekilde yıldıramıyordu, aksine bir ayı kadar güçlü olan delibaş kendisini daha sert çekiştirerek yine Feride'nin canını yakıyordu. "Lanet olsun bırak beni! Sinan'dı değil mi o, Sinan'dı!" Güçsüz yumruklarının ardından çareyi bağırmakta bulan Feride, gene hüsrana uğrarken artık debelenmeye bir son vermişti ama yine de kendisini bırakması için bağırıp duruyordu. "Bırak artık! Bırak!" Delibaşın öncülüğünde ön avluyu geçip arka bahçeye girmişlerdi ki Tuğtekin, kendisini öne doğru savurarak azat etmişti. Feride, gördüğü bu muamele karşısında ağlamamak için kendisini zor tutarken hayatı boyunca bu kadar aşağılandığını hatırlamıyordu. Savrulduğu için dengesini kaybederken düşmemek için çaba sarf eden Feride, sık sık aldığı nefesleri arasında öne doğru atılıp yeniden kendisini kurtarmaya çabaladı ama Tuğtekin, o koca cüssesi ile yeniden önünü kapamıştı. Bir kez daha şansını deneyip kurtulmaya çalışırken yeniden bileğinden yakalanması ile "Bıraksana beni hayvan herif" diye çığlık attı. "DURASIN HATUN!" Şu ana kadar Tuğtekin'in ilk kez bu kadar yüksek perdeden bağırdığına şahit olan Feride, bundan etkilenmezken kendisine hayret etti ama yine de taviz vermedi çünkü burada mevzu bahis hayatıydı ve Feride geri adım atan taraf olmayacaktı. "Asıl sen dur! Hayatımı elimden alamazsın, beni buraya mahkum edemezsiniz anladın mı? Ben Sinan'ı bulup evime döneceğim." "Sen, sen sahiden aptalsın!" Tuğtekin'in bir anda kendisini aptal yerine koyması ile ne diyeceğini bilemeyen Feride "Ne" diye tepki verirken adamın yaptığı açıklama karşısında bir an susup kaldı. "Eğer o şerefsiz herif eve dönüş yolunu bulmuş olsaydı burada ne işi var? Neden hala burada, neden evine dönemedi?" Haklı olabilirdi ama Feride buna inanmak istemiyordu. "Bir yol biliyor olmalı, uzun zamandır burada. Bilmese dahi neden ve nasıl geldiğimizi biliyordur elbet. Tuğtekin, bana cevap lazım bu bilinmezlik beni öldürüyor." Feride'nin sesi sonlara doğru iyice umutsuz çıkarken, Tuğtekin ellerini sakalına götürüp çaresiz bir şekilde çekiştirdi ve bıkkın bir edayla "Neden anlamak istemezsin Feride hatun! Açasın o gözlerini de önüne serilen gerçekleri göresin" diye adeta haykırdı. "Ne bu gerçekler ya! Ne bu gerçekler?" "ÖLDÜRECEK SENİ! Bunu mu duymak istersin!" Duymayı beklemediği sözler karşısında sendeleyen Feride, "S-sen ne diyorsun, neden beni öldürmek istesin, ben ona ne yaptım ki" diye sordu. Aslında gerçekler ayan beyan ortadaydı ama Feride anlamak istemiyordu, Tuğtekin'de anlatmak. "Hatun git! Yoksa ağzımdan geri dönüşü olmayacak şeyler çıkacak." Tuğtekin'in dudaklarından fısıltı gibi dökülen cümleler artık Feride'nin tahammül sınırlarını zorluyordu. Önünde tüm heybetiyle dikilmiş adamı deli gücüyle iten Feride, avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. "Yeter ya yeter! Artık bana bir şeyler anlat, böyle kurbanlık koyun gibi kendi hayatımı izlemeyeceğim!" Her ne kadar gücünün tüm zerresini kullanarak Tuğtekin'i iterek kendinden uzaklaştırmaya çalışsada yerinden zerre kıpırdamayan adam tıpkı kendisi gibi bağırmaya başladı. "Gerçekten körsün, yada görüyorsun ama anlamak istemiyorsun. O adamın halini vaktini görmedin mi? Sence buralı dahi olmayan biri nasıl saraya bu kadar kolay uyum sağladı, nasıl böyle giyinip arkasında bir orduyla gezmeye başladı. Anlayasın artık hatun! O buraya uyum sağladı ve bildiği herşeyi kendi alehine kullandı. Şimdi diyesin hele, o adam başka bir dünyadan gelmiş birini daha buralarda ister mi?" "Neden, neden beni burada istemesin? H-hem belki de o buraya uyum sağlamak istemedi sadece buna mecbur kaldı belki de geri dönüş yolunu bulmaya çalışıyor-" "Bulsa bile geri dönmek istemeyecektir emin ol!" Tuğtekin, sözlerini hırsla kesip bütün kinini kusarcasına kelimelerini sarf ederken Feride'nin omuzları hayal kırıldığı ile çöktü. Neden her zaman negatif olmak zorundaydı ki! "Anlayamıyorum, ben gerçekten hiçbir şey anlamıyorum." Kadının büyük bir umutsuzlukla sarf ettiği cümleler ile içinde kıvrandığı imkansızlığı dile getirmesi Tuğtekin'in bile içerlemesine sebep oldu ve o sert adam üstün körüde olsa Feride'ye, Sinan'ın hikayesini kaba bir şekilde anlatmaya koyuldu. "O adam, hünkarın baş danışmanıdır. Senin anlayacağın bir şekilde diyeyim, dünyanda ki bilgileri burada satıyor ve kendi tahtını güçlendiriyor. Peki şimdi sen söyleyesin, burada kendine yeni bir hayat kurmuşken kendi gibi olan biri, yani sen ona zarar vermez misin? Yeni dünyada işler nasıl yürür bilmem lakin taht sevdası her cihanda taht sevdasındır. Anlayasın artık hatun, sen onun tahtını sallarsın ve Sinan bunları yutacak bir adam değildir. Bu durum da ilk işi senden kurtulmak olur, ebediyen!" "Yalan söylüyorsun! Sırf sana itaat etmem için beni korkutuyorsun." Feride, kendisini tanıdığı günden bu yana ilk kez bu kadar uzun konuşan adamın anlattıklarını sadece tehtid olarak algılarken bundan pişman olmamayı umdu ama hayat onun için ağlarını zaten örmüştü de haberi yoktu ve Delibaş Tuğtekin'in de bu saatten sonra laftan anlamaz bir hatun için yapabileceği hiçbir şey yoktu! "Öyle mi dersin! Eyi vakit, bundan sonra sana karışmıyorum hatun, özgürsün! Şimdi istediğin yere gidesin, istediğinle konuşasın!" Tuğtekin, son sözlerini söyleyip avluyu terk ederken Feride'nin üzerine tuhaf bir duygu misafir oldu. Pişmanlık!Delibaşın neden kendisine yalan söyleme ihtiyacı için de olduğunu düşünemedi. Ya Sinan gerçekten burada kalmak için ısrarcı olmuşsa, ya anlatılanlar gerçekten gerçeklerse? Feride, havanın bir an da bozması ile adımlarını hızlandırıp ön avluya doğru koşmaya başlarken Tuğtekin'e inanmamayı tercih etti. Elinde ki tek çare Sinan kalmıştı ve Feride ona sonunda kadar tutunmayı hedefliyordu. Umarım yanılmazdı! Sinan'ın hala orada olup olmadığını bilmeden ön avluya doğru koşarken onu gördü! Tüm ihtişamıyla avlunun ortasında, tam da onu bıraktığı yerde durmaya devam ediyordu. Geleceğinden emin gibi! "Geldin!" Feride, yavaşlattığı adımları ile Sinan'ın üzerine doğru yürümeye devam ederken konuştu; "Öğrenmem gereken gerçekler var." "Delibaşın seni uyardığını düşünüyordum!" "Uyarması gereken konular mı vardı?" "Yok! Bahçeyi gezmek ister misin?" Sinan'ın pervasız halleri Feride'nin canını sıkarken kafasını yavaşça yukarıya kaldırıp iyiden iyiye şiddetini arttıran havaya bakındı ve "Bu havada mı" diye sordu. "Yağmuru severim, hadi gel!" Şiddetini arttıran yağmuru umursamadan güllerin arasından patika yola giren Sinan'ın peşine takılan Feride, kararsızlığını çoktan bir kenara bırakmıştı. Havanın iyice bozmasına ve her yeri karanlık bir gökle kaplamasına aldırmadan boş bahçenin içinde tanımadığı bir adamın peşine takılırken korkmuyordu, en azından şimdilik! Islak eteklerini umursamadan taşlı yollardan yürümeyi sürdüren Feride, sırtında hissettiği karıncalanma ile arkasını dönüp dönmemekte kararsız kalırken başını hafifçe arkaya doğru çevirdi ve sözlerine kulak asmadığı o adamla göz göze geldi. Tuğtekin ve iki deliler askeri sarayın girişinde durmuş kendisini izliyordu daha doğrusu Sinan'ı göz hapsine almış gibiydiler, fakat Feride'nin anlamadığı başka bir şey konu daha vardı, o da bu adamların neden Mara'ya yalan söyledikleriydi. Kayboldu demişlerdi onun için ama hepsi biliyordu ki Sinan sarayda kendisine bir düzen kurmuştu ve onlar bunu saklıyorlardı ama neden? Bu düşünceler altında orman yola giriş yaptıklarında artık onları hiç kimse görmüyordu, yalnız kalabilecekleri köhne bir yere gelmişlerdi ve Feride hala bunu umursamıyordu. O sadece gerçekleri istiyordu. Sinan, hala durmadan yürümeye devam ederken Feride daha ne kadar yürüyeceklerini kestiremiyordu. "Benden korkmuyor musun?" Beklemediği bu soru karşısında şaşkınca "Senden neden korkayım" diye sorarken Sinan'in yüzünde ki o korkutucu bakışlar Feride'yi ürkütmüştü. "Aramıza bıraktığın mesafeye bakarsak, bence korkuyorsun Feride?" "Konumuz bu değil, sorularım var!" "Farkındayım, seni dinliyorum." "Neden buradayız?" "Kader Feride!' "Benimle dalga mı geçiyorsun?" "Buraya neden geldiğimizi bilmiyorum ama hiçbir şey gerekçesiniz değildir! Geldiysek elbet bir sebebi vardır Feride." "Peki o zaman şöyle sorayım, nasıl geri döneceğiz?" "Neden dönmek istiyorsun?" "Peki ya sen neden geri dönmek istemiyorsun?" "Neden geri dönmek isteyeyim, aptal olma Feride! Burası bizim hayattaki en büyük şansımız olabilir." Feride, duydukları karşısında şaşkınca önünde duran adama bakınırken onun kafayı yediğini filan düşündü. Bu nasıl manyakça bir istekte böyle, burada olmak nasıl şansları olurdu. "Sen ciddisin! Gerçekten de burada kalmak istiyorsun ama neden? Geride bıraktıklarına hiç mi üzülmüyorsun?" Feride'nin sözleri Sinan'a ne denli etki ettiyse artık birden bire bire gülmeye başladı. Hem kahkaha atıyor hemde çınar ağacının gölgesinde bir sağa bir sola doğru volta atıyordu. Hiçbir şey söylemiyordu, sanki geçmişine doğru kısa bir yolculuğa çıkmış gibiydi. Bir müddet sonra kahkahasına son verip hızla kendisine döndü. Yüzünde öyle bi ifade vardı ki Feride korkmuyorum dese bile şu saatten sonra kimseyi inandıramazdı. "Geride bıraktıklarım öyle mi, ben sana geride ne bıraktığımı söyleyeyim Feride! Bolca öfke, bolca kan! Şimdi sen söyle, neden geri dönmek isteyeyim?" Anlaşılan Sinan'ın çok da güzel bir hayatı olmamıştı, geçmişin tozlu anılarında her ne varsa şimdi ki karakterini ortaya koyuyordu. Anlayamıyordu, bir insanın hayatı ne kadar kötü olursa olsun burada kalmak isteyecek kadar onu çaresiz kılabilir miydi? Feride, kendini Sinan'ın yerine koyuyordu da, burada kalmak istemezdi. Her ne olursa olsun! O yüzden geri dönmek için her yolu deneyecekti! "Bak eğer bana yardımcı olursan buradan birlikte çıkabiliriz. Emin ol elimden gelen bütün yardımı sana yapabilirim. Buradaki hayatını geçmişine değişmek istiyor musun sahiden? Burayı gerçekten de bu kadar çabuk benimsedin mi?" Feride, iyi bir şeyler yapabilmek adına bütün vaatlerini Sinan'a karşı sıralarken onu çileden çıkaracağını hiç mi hiç hesap edememişti ama bunu yapmıştı! "Vay vay vay! Feride hanımın ısrarla geri dönmesini şimdi daha iyi anlıyorum. Demek ki önceki hayatın oldukça güzeldi, o yüzden dönmek istiyorsun ama sen ve senin gibiler beni anlayamazsınız. Siz para için de sefa sürerken bizim çektiğimiz yoksulluğu anlayamazsınız. O yüzden bunun bir daha yaşanmasına izin vermeyeceğim ve sen buraya geldiğine pişman olacaksın!" Az evvel ki naif ve gülengeç adam gitmiş yerine öfke dolu, gözleri kan arzulayan biri gelmişti. Sinan'ın bu ani değişimi kendisini korkuturken Tuğtekin'in sözleri aklında bir bir cereyan etmeye başladı. Gerçekten de Sinan koltuk sevdasına yenik düşmüş olabilir miydi? Feride, korkuyla bir kaç adım gerileyip Sinan'dan uzaklaşmaya çalıştı lakin bu onu daha fazla öfkelendirmiş olacaktı ki üzerine doğru sağlam adımlarla gelmeye başlamıştı. "Bak sen şu anda iyi değilsin. En iyisi biraz sakinleş, ondan sonra konuşmaya devam edelim." Feride, her ne kadar üzerine doğru gelmeye devam eden adamı sakinleştirmeye çalışsa da Sinan'ın gözleri onu görmüyordu. Öyle ki sert adımlarına ek, bir de bağırarak sesi ile ıssız ve karanlık ormanı dövüyordu. "Ben mi iyi değilim? Ben şu anda gayet iyiyim ama sen nefes aldığın sürece hiç iyi olmayacağım. Saraya neden geldiğini çok iyi biliyorum ama sende şunu bil, yapmaya çalıştığın şeye izin vermeyeceğim. Benim tahtımı sen sallayamazsın o yüzden nefes almayı bırakmalısın Feride!" Bu adam gerçekten bir ruh hastasıydı!Feride, nasıl olur da Tuğtekin'e inanmadan bu adamın peşine takılabildi. Bir an için onun kendisine yardım edebileceğini düşünmüştü fakat Sinan'ın bu gözü dönmüş hali hiç de ona yardımcı olacakmış gibi gelmiyordu. Bunu ise bu kadar geç fark etmesi tamamen Feride'nin aptallığıydı. Sinan, resmen cinnet geçiriyordu, eli sıfır tereddütsüz bir şekilde belinde ki kınına giderken, Feride'nin ayakları olduğu yerde durdu! Korkudan bir adım bile atamıyordu, şuan da yapması gereken bağırıp yardım istemek veya kaçmaktı ama o her ikisini de yapamıyordu, adeta korkudan kâl gelmiş gibiydi. Sinan, birkaç adım sonunda tam önünde yerini alırken hızlı bir hamleyle kınından çıkardığı kılıcı güneşin etkisiyle Feride'nin yüzüne parlıyordu. Bu muydu yani, onun sonu böyle mi yazılacaktı. Nasıl geldiğini dahi bilmediği ata topraklarında tıpkı kendisi gibi kaybolan biri tarafından mı yazılacaktı sonu! Oysa Feride sanmıştı ki, bu adam kendisine yol olacaktı! Evine giden yolda ışık tutacaktı ama şimdi anlıyordu ki burada güvenebileceği en son insan Sinan'dı! Aslında başından beri kendisini düşünen ve yardım etmek isteyen tek kişi Delibaşı Tuğtekin'di. Peki ya Feride'nin bu gerçeği bu kadar geç anlamasına ne demeliydi! Tüm bunları gümüş bir kılıcın tepesinde sallanmaya başlaması ile mi idrak edecekti ama artık çok geç değil miydi? Feride için her şey burada son mu bulacaktı! Kınından çıkan gümüş kılıç daha fazla havada asılı kalmayıp üzerine doğru düşerken hızlıca kapadı gözlerini. Demek ki ölüme boyun eğmek böyle bir histi. Kaybolmak gibi... Feride, kılıcın keskin demirini vücudunun her hangi bir yerinde ağırlamaya beklerken duyduğu çarpışma sesiyle gözlerini aralamak üzereydi ki güçlü bir çift kolun kendisini geriye itmesi ile sert bir şekilde yere düştü. Koluna batan irili ufaklı taşlar ile düştüğü yerde boylu boyuna uzanan Feride, kafasını kaldırdığı gibi Tuğtekin'in bedenini önünde adeta siper olmuş bir şekilde buldu. Sinan'ın kendisine salladığı kılıcı büyük bir ustalıkla ağırlayan kişi Tuğtekin'den başkası değildi. İşte Feride'nin sonlanmak üzerine olan hikayesinin esas kahramanı ve kendisinin kurtarıcısı Tuğtekin olmuştu. Osmanlı'nın şanlı askeri, Deluler ocağının yiğit beyi Delibaş Tuğtekin, Feride'nin hikayesinin beyaz atlı dağ ayısı olabilir miydi? 1 HAFTA SONRA (PANDİKİ) "Hazırlığını yapasın Feride hatun! Yarın akşam zevcem olacaksın!" *************************** Kim kiminle evleniyor? Bölüm sonu düşünceleriniz neler? Bölümü yeterli buldunuz mu?
|
0% |